hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TEMİZLİK VE İBADET > İbadet > Oruç

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 15. September 2009, 07:22 PM   #1
kamer
Super Moderator
 
kamer - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 283
Tesekkür: 457
131 Mesajina 293 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
kamer is on a distinguished road
Standart Ramazan kelimelerinin dünyası

Ramazan ayında çokça duyduğumuz kelimelerin ne anlama geldiğini sanırım merak ediyorsunuzdur. İçimdeki dizginlenemez “etimoloji” merakına yenik düştüm ve sizler için bir “Ramazan kelimelerinin dünyası” derlemesi yaptım. Oruç oruç sanırım iyi gelecektir.

Bakın Ramazan kelimelerinde ne manalar var.


RAMAZAN: (R-M-D) kökünden gelen bu kelime “sıcaklık/kızgınlık” ile ilgili kullanılıyor. Arap, yalınayağı ile çölün kızgın kumunda yürüyüp ayağı yanınca buna “ramaza’l-gadem” demiş…Günün ısısı şiddetlenip artınca “ramza’l-yevm”, susuzluktan içi yanınca “ramiza’l-sâim”, koyununu sıcak bir vakitte otlatıp ciğerlerini yaralayınca “ramiza”l-ğanem”, güneş ıssısından kızgın hale gelmiş çöldeki taşa “er-ramzâu”, yaz sonunda yağan ve toprağı sıcak bulan yağmura “er-ramzu”, koyunun sıcakta otlama yerine “el-mermız” demiş… Bu durumda “ramazan” da sıcağın arttığı ay veya yazın ardından güz yağmurlarının başladığı ay demek oluyor…


Bu yılki Ramazan tam da öyle. Hem sıcak, hem de Ağustos ayının sıcaklığı üzerine Eylül’ün güz yağmurları başladı.


Manevi ve ahlaki olarak da her tür şehvetin, aç gözlülüğün, ihtirasın, öfkenin sıcaklığının dinip yerini serinleten yağmura bırakmasını temsil ediyor. Eğer bunlara karşı kendimizi tutarsak, bilelim ki, ardından vicdanımızı rahatlatan, ruhumuzu dindiren yağmur gelecek. Günaha karşı kendini tutan kişinin ödülü yağmur serinliğidir. Çünkü günah mü’min kalbe sıkıntı verir. Sabır zordur ama meyvesi tatlıdır…

RAHMET: (R-H-M) kökü sözlükte “Sevgi, merhamet, şefkat, bağışlama, saf iyilik, güzellik saçıcılık” manasına geliyor. Bu kökten gelen kelimelerin eski dünya dillerinde meşhur ve yaygın olduğunu görüyoruz; Akadcada döl yatağı, rahîm (remu), merhamet eden tanrı (remânu), Aramice rahîm, merhamet (rhm), İbranîce rahîm, merhamet (raham), Hindçe iyilik tanrısı (Brahma) hep aynı kökten… Sevginin ve merhametin babası anlamına gelen Eb-Raham’ın bütün Sami dillerinde ve hatta Hindçede bile kullanıldığını görüyoruz. Buralardan evirilerek Arapçaya İbrahim olarak geldiği anlaşılıyor. Bunların hepsi Arapçadaki rahmet, rahman, rahîm kelimeleri ile aynı anlam ikliminden. Demek ki Allah’ın öz varlığında mündemiç (içkin) bulunana rahmân (çokça seven), bunun mahlûkat üzerindeki tezahürüne de rahîm (sevgisi taşıp yayılan) diyoruz.

Rahmet kökü, Türkçede, şimdilerde pek kullanılmayan fakat Çantay, Elmalılı, Ö.R. Doğrul gibi “klasik” meallerde çokça gördüğüm “yârlığamak” kelimesini çağrıştırır. İçinde sevgi, saygı, şefkat ve merhamet anlamları yatan bu kelime aslında çok hoş. “Rabbim rahmeti ile yârlığasın”, “Rahmetinle yârlığa ya Rabbi”, “Rahmetinle yârlığa kıl ya gâni” deyişlerinde geçtiği gibi “yârlamak” veya “yârlayıcı” esasında yâr muamelesi yapmak demektir ki sevgi ve merhametin neticesidir. “Allah yâr ve yardımcımız olsun” derken de bu kastedilir… Demek ki “rahmet ayı” dediğimizde sevgi ve merhamet ayı demiş oluyoruz. Yani insanların birbirlerine yâr muamelesi yaptığı; sevgi ve merhamet hassasiyeti ve yoğunlaşması yaşadığı, çevreye, doğaya, insanlara gayet derin ve mistik bir iyimserlikle bakmanın arttığı ay demek oluyor. (bkz. “Sevgi ve merhamet” ve “Besmele” başlıklı makaleler).


BEREKET: (B-R-K) kökü sürekli, kalıcı olma, çoğalma, yayılma, birikme anlamında kullanılıyor. Bu anlamda “Allahu teâla ve tebâreke” dediğimizde Yüce, Ulu, Kalıcı, Daim olan, Ölmeyen, Yok olmayan, Yaşayan ve hep Yaşayacak olan Allah demiş oluyoruz. Kuran’ın “mübarek” bir kitap olması bu anlamda insanların kalbinde kalıcı olması, insanlık vicdanında çağlar boyu yankılanması, insanlığı sarıp sarmalaması, tutması, onlar tarafından benimsenmesi ve giderek ona inananların, gönül verenlerin çoğalması, artması manasındadır. Bu durumda mübarek beldeler de “yankısı çağlar boyu süren, kalıcı, sürekli yerler” demek olur… “Rahmet ve bereket ayı” da sevgi ve merhametin kalıcı, sürekli olduğu, çoğaldığı, yayıldığı ve giderek yerleşik hale geldiği/gelmesinin istendiği, bütün yıla yayılmasının hedeflendiği, insanlarda kalıcı/sürekli bir ahlaka dönüşmesinin amaçlandığı, bunun öğretildiği, taliminin yapıldığı ay demek oluyor.


ORUÇ: (S-V-M) kökü de Arapça’da tutmak demek. “Oruç tutmak” ise Osmanlıca’nın Farsça ile Arapça arasında sentez ve hakemlik misyonunu ifade eden en güzel deyimlerindendir. Bir imparatorluk dili olduğunun en güzel göstergelerindendir… Oruç Farsça gün (ruz) kökünden geliyor. Günlük (ruzname), çağ, devir, sabah meltemi (rüzgâr), yenigün (nevruz), gün gibi (piruz) kelimeleri bu kökten… Şu halde oruç tutmak, “günü tutmak, bir günlük kendini tutuş” demek oluyor. İslami literatürde ise “Kişinin bir gündüz boyunca yemeden, içmeden, cinsel arzulardan uzak durması, bunlara karşı kendini tutması” manasında. İnsan hayvandan, şehir ormandan işte bu “kendini tutabilmek” sayesinde ayrılır. Bu nedenle bütün büyük dinlerde oruç bir insanlaşma aracı olarak yer alır… Hakîm (bilge) kelimesi de “Ata gem vurmak” kökünden geliyor. Bu durumda Kuran’ı Hakîm de “İnsanoğluna, kendisine gem vurmayı öğreten kitap” demek olur. “Allah hakîmdir, hikmet sahibidir” demek de “Allah insana kendini tutmayı, arzularına gem vurmayı öğreten bilgelik dolu hükümler gönderendir. Yüce bilgelik kaynağıdır O.” demek olur.


İFTAR: (F-T-R) kökü de bir şeyi açmak, yarmak, ilk defa icat etmek demek. Arap, deriyi iyice sepileyip yumuşak yapmaya “fetara’l-cilde” demiş…Demek ki “iftar vakti” ruhen sepilenme, yumuşama vakti demek oluyor. İçimizdeki şehveti, ihtirası, öfkeyi sepiliyor, yumuşatıyor, iyice inceliyoruz. İftar sofrasındaki son 5 dakikayı düşünün…İç dünyamız nasılda yumuşuyor, inceliyor, insana bir dinginlik çöküyor. Sonra ezanla birlikte “açılım” yapıyoruz. Yeme içme dünyasına dönüyoruz… Orta harfi ince “te” ile okunduğunda sakin olmak, dinginleşmek, fersizleşmek manası kazanıyor. Yani içimizdeki şehvet, ihtiras, bencilik ve öfkenin sakinleşmesi, dinginleşmesi, fersiz hale gelmesi… Onun için ayın sonundaki bayrama da “iydu’l-fıtr” (sakinleşme, dingin hale gelme bayramı) deniyor. Türkçe’deki “fatura” sözcüğü de bu kökten. Bu durumda “fıtr sadakası” işte bu dinginleşmenin, yumuşamanın faturası oluyor. Öyle ya her işin bir faturası var. Sakinleşmekten, dinginleşmekten, bencilliği yenmekten maksat neydi? Ötekini düşünme, verme, paylaşma, ötekine doğru “açılım” yapma, kendi Ben’ini aşabilme, Benlik zindanından çıkma ayı, bayramı…


SAHUR: (S-H-R) kökü “erken, erken olmak” ile ilgili. Arab zihninin ‘eşyaya isim koyma’ tercihi, güneşin doğuş vaktine “seher” demiş. El çabukluğu, erken davranarak göz boyamaya da “sihir” demiş. Erken kalkarak gece yemek yemeye de “sahur” demiş. Bunların hepsi aynı kökten… Demek ki sahurun “erken” davranmakla ilgili bir anlamı var. Şöyle: Erken davranıp içinizdeki şehvet, ihtiras, bencilik ve öfkenin göz boyacılığına kendinizi kaptırmayacaksınız, bunların büyüsüne kapılmayacaksınız, gece uyanıklığı içinde olacak, büyüye kapılmış adam mahmurluğundan ayıkacak, diri bir zihinle kendinize hakim olmayı öğreneceksiniz… Demek ki “sahura kalkmak”, aslında erken davranmayı öğrenmek demek oluyor. Şehvetten, öfkeden, ihtirastan, bencilikten önce davranıp bunları yenecek; sağınızdan, solunuzdan, arkanızdan, önünüzden girip sizi büyüsü altına almasına izin vermeyeceksiniz.


SADAKA: (S-D-G) kökü “doğru söylemek/gerçeği tasdik etmek” demek. Doğruluk anlamına gelmekle birlikte daha ziyade sözün doğruluğu manasında. Kur’an’da zekat anlamında da kullanılır. Bu durumda “sadaka vermek” ne oluyor? “Sadakallahu’l-azim” (Büyük olan Allah doğru söyledi) cümlesinde de geçtiği gibi sadaka vermek, bir sözü doğrulamakla ilgili. Sadaka verdiğiniz zaman hangi sözü doğrulamış oluyorsunuz? Çünkü “sadaka verdi” demek “doğru söz söylemeyi verdi” demektir ki pek anlaşılmıyor. Ancak Kur’an’ın anlam dünyasında çok esaslı bir anlamı var. Biraz araştırdığımızda bunun “Mallarında muhtaç ve mahrum olanların hakkı vardır.” (Meâric; 24, Zariyat; 19) ayeti ile ilgili olduğunu görürüz. Siz, sadaka verdiğinizde bu gerçeği tasdik etmiş oluyorsunuz. Onun için “İsteyeni geri çevirme” denir. Onun için “Sadakalar yoksullar, muhtaçlar, yolu kesilmişler, köleler, borçlular, kalpleri ısındırılacaklar… içindir.” denir. Yani bunların malınız üzerinde hakkı olduğunu “tasdik” ettiğinizi göstermek için vereceksiniz. Vermiyorsanız “sadakat” göstermiyor, muhtacın ve mahrum hakkına “ihanet” ediyorsunuz demektir. İşte “sadaka vermek” bu oluyor.


Tabi bu sadaka, dilenciye atılan sadaka veya ucundan kırkta birci sadaka değil. Mülkü bölüşme, paylaşma hakkını kabul etme anlamında sadaqa/tasadduq… Çünkü Kur’an (Hud; 87) zenginlerin malları üzerinde dilediği gibi hareket edebileceğini savunan “liberal” mülkiyet anlayışını reddeder. (Sadaka sözcüğü Türkçe zihinde “Allah rızası için bir sadaka” dilenci yalvarışını hatırlattığı ve böylece de mahvedilmiş kelimeler listesinde yer aldığı için ne söylesem bu kelimeyi kullanmaya devam ettikçe olmuyor. Onun yerine tasadduk diyelim. Kelimedeki asalet sanki geri geliyor.)

ZEKAT: (Z-K-Y) kökü bir şeyin artması/çoğalması/fazlalaşması demek. Kelime bu mana etrafında dönüyor. Sevgi arttı (zeka’l-hubb), mal çoğaldı (zeka’l-mâle), adam zengin oldu (zeka’r-racul) şeklinde kullanılıyor. Peki o zaman “zekat vermek” ne demek? Tam karşılığı “fazlalaşmışı/çoğalmışı vermek” demek oluyor. Nitekim Ku’an’da genellikle onlar ki zekat verirler (ati’z-zekât) şeklinde “vermek” fiili ile birlikte kullanılır. Aksi halde tek başına ‘onlar ki çoğaltırlar, biriktirirler, fazlalaştırırlar’ olur ki doğrusu ‘böyle çoğalmış/birikmiş/fazlalaşmış (zekaten) olanı verirler’ demektir.

Tezkiye ile afv kelimeleri Kur’an literatüründe birbirinin yerine kullanılabilecek manaya sahip. Her ikisi de artmak/çoğalmak ve artmış/çoğalmış olmanın getirdiği kirlerden (mülkte şirk, ihtiras, kibir, cimrilik, kıskançlık, bencillik vb.) arınmak, temizlenmek manası etrafında dönüyor. Örneğin “Beni af et” demek “Benden sadır olan fazlalığı görme, hoş gör” demek oluyor. Keza afiyet olsun (aldığın fazlalık sana iyi gelsin), afedersiniz (fazlalık yapıyorum ama…), muaf olmak (fazlalıktan hariç tutmak), muafiyet sınavına girmek (ek/fazla sınava girmek) kelime ve deyimleri bu manadadır. Hepsinde de fazlalık manası vardır. Zekat kökünden gelen kelimeler de aynen böyle. Mesela tezkiye olmak üzerinden fazlalığın alınması demek oluyor. “Mahkemede tezkiye oldum” dediğinizde “Üzerime atılı/fazlalık duran suçtan arındım, temizlendim, o fazlalığın bana ait olmadığı anlaşıldı” demiş oluyorsunuz.


Zekat vermek işte bunlarla ilgili. “Zekat veriniz” demek, “Fazlalaşanı veriniz, birikeni dağıtınız” demek oluyor. Kur’an’daki kelimelerin kullanımı üzerinden söyleyecek olursak bu verme, paylaşma ve dağıtma özelliği inanmak ve namaz kılmaktan daha önce geliyor. Bu şu demek: Kur’an mülk sahiplerini malları dura dura soyut bir imana değil; mallarından vermeye çağırır. Mülk/bahçe sahiplerine “zekat veriniz”” demek “iman ediniz” demekle eşdeğerdir. Eğer vermezlerse bahçe sahipleri kıssasındaki zenginin “Keşke Rabbime şirk koşmasaydım” sözünden de anlaşılacağı gibi Allah’a (mülkte) ortak koşmak (şirk) ile ilgili bir durum var demektir.


Bütüne ait mülkten kendine pay devşirerek, kendinde fazlalık meydana getirerek, kumlara karışmayı kendine yediremeyip korunaklı kum tepelerinde yaşayarak, fazlalıkları bütüne iade etmeyerek işlenen şirk türüne mülkte şirk diyoruz. Kur’an’ın bahçe sahipleri kıssasında anlattığı ilk şirk bu.


Kur’an’ın mülkte fazlalık meselesini birincil mesele yaptığını ve ilk Mekke yıllarından itibaren zekata (birikmişe, fazlalığa) dikkat çektiğini görüyoruz. “Birikmiş, fazlalaşmış olanlar sizin putunuz olacak, şirk buradan geri gelecek” dercesine sürekli verme, dağıtma, paylaşma vurgusu yapmanın bu kadarı tesadüf olabilir mi? Kur’an’ın ister nuzül sırasına göre, ister normal sıraya göre rastgele bir yerinden açıp okuyun, bir kaç sayfa geçmez ki vermekle, paylaşmakla ilgili bir ayet geçmemiş olsun.


***


Evet… Ramazan kelimelerinin dünyası böylesine uzayıp gidiyor. Daha 10-15 kelime üzerinde daha durulabilirdi. Özelikle Ramazan ayında çok duyduğunuz kelime ve kavramlar olduğu için bunları seçtim.


Konfüçyüs’e sormuşlar dünya nasıl değişir diye ‘kelimeleri değiştirin’ demiş. Marx’a sormuşlar kelimelerin işe yarayıp yaramadığını nasıl anlarız diye ‘hayatla yüzleştirin’ demiş…


Hayırlı ramazanlar.

Recep İhsan ELİAÇIK

Alıntıdır: http://www.haber10.com/makale/16881
__________________
And olsun Biz Kur`an`ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? Kamer/17-22-32-40
kamer isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
kamer Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Ali Rıza Borazan (1. October 2009), Barış (15. September 2009), dost1 (15. September 2009), Toslunba (16. September 2009)
Alt 1. October 2009, 08:48 AM   #2
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

27 Ağustos 2009 Perşembe
RAMAZAN
Belki ramazan, ilgi duyanlar için fiziksel yönden bazı zorlukları beraberinde getirmişse de ruhsal yönden insanı eğiterek, İnsanı olgunlaşmaya doğru götüren malzemelerden birini oluşturmaktadır.2/183- Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız. Allah kendisini veli edinen kullarını, asıl yaratılışının gayesi olan kulluğa ve arkasından yapmış olduğu güzel davranışlar sonucu, ebedi bir saadete sağ salim götürmek istemektedir. İşte insanın bu kulluğunu engellemek için insanın denenmesine vesile olan, iblis ve şeytanı, musallat ederek, onlardan koruyan bir takım, namaz oruç, infak zekat sabır, Takva, zırhlarıyla iman edenleri koruma altına almıştır. Bu Olayı kavrayamayan bazı kimseler, bu zırhları kuşanmaları, onlara ağır gelmektedir. “Eşeğin semeri kendisine yük olmaz diye bir söz vardır.” Eşek o semerle kendisine düşen görevi icra edebilmektedir. Veya sıcak ve yağmurlu günlerde üzerine yük olur diye, şemsiye almayan birisi sıcağın ve yağmurun azizliğine uğrar. Tembellikten dolayı Yüzme eğitimini almamış bir kişi denize ve nehre düştüğü zaman boğulur, hâsılatını toprağa ektiği zaman gereği gibi onunla ilgilenmeyen bir kimse aç kalır. İşte aynen onun gibi Dünya hayatında doğru bir yolda yürüyerek ahret alemini kazanmak isteyenlerin o zırhlara bürünerek, bazı bedeller ödemesi, veya bazı zahmetlere katlanması gerekmektedir.
Tıp İlmi o konuda uzmanların anlattıklarına göre insanın sık sık fakat az yemesini önermektedir. Oruç, belki fiziksel açıdan insanlara zarar gibi gözükebilir ama, ruhsal yönden insanı terbiye etmesi yanında çok basit kalır. Kelimeleri yerine oturtmak gerekir. Sağlıklı insanların Allah oruç tutmasını şart koşmaktadır. Sağlıkları yerinde olmayan ve bazı mazeretleri olanların, bu bedeli başka şekilde telafi etmeleri gerektiğini emretmektedir.
2/184- (Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.
Allah’ın evrene koyduğu yasalara baktığımız zaman ilgi duyduğumuz kadar evrenden bize cevap gelmektedir. O Yüksek makamlara gelmiş insanlar, o makamlara gökten bir mucize ile oraya gelmediler, işlerinde gereği gibi çalışarak, yoğunlaşarak ve konsantre olarak o mevkileri elde ettiler. Hangi insan bir işine gereği gibi sarıldı da onu başaramadı.? İşte Allahın 17/18- Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider.17/19- Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır.” Allah insanların göstermiş oldukları çabaya göre karşılık vermektedir. Sen Allah için ne yaparsan Allah sana duyarsız kalmaz, seni istediğin şeylere karşı ağır ağır adımlarla oraya yaklaştırır. Bu ister rahman yoluna gidenler için olsun isterse şeytan yoluna gidenler için olsun. Kötülük gittikçe bir eğilim içerisinde insanları şeytanlığa kadar götürdüğü gibi yapılan her iyilik de insanları olgun hallere taşımaktadır. Aynı insandan hem firavun ebucehil olduğu gibi aynı insandan evliyalar peygamberler de olmaktadır. Bunlar kendilerini yönlendirme sonucunda olmaktadırlar. Her iyilik yanına başka bir iyilikle gelmek ister. Her kötülük de yanına bir kötülükle gelmek ister. Bu sebeple Allahın şekillenmiş olunan hayat namazları insanın bir bedel ödeyerek sabah güneş doğmadan kalkıp Allah ile muhabbet etmesini Allah herhalde boş çevirmeyecek onunla sohbetine cevap verecektir.
İslam ülkeleri, Yanlış bir din Anlayışından kurtulup, doğru bir dini hem söylem olarak anlayıp hem de bu anladıklarını doğru olarak hayatlarına pratize etmedikleri sürece, Küfrün hegemonyasından asla kurtulamazlar. Bu İmaj değişmelidir. Demek ki bu din anlayışı doğru değil, yanlış anlama, yanlış yorumu ve yanlış eylemi getirir. o da insanları felakete götürür.
Eğer Allahın, insanlara vermiş olduğu emirleri özünden kavrayıp, fiiliyata götürmüş olsalardı Asla dünya Müslümanları bu halde rezil rüsva olmayacaktı. Tespih etmeyi, eline aldığı tespih tanelerini sayma yerine Allahın evrene koyduğu sırları çözüp teknolojide ileri gitme olarak anlamış olsalardı, ,İbadet ve kulluğu inzivaya çekilip bir lokma bir hırka anlayışından uzaklaşarak, Allahın ona vermiş olduğu görevleri icra edip dik duruşunu ve yanlışlara karşı kıyamını oluşturabilselerdi müslümanlar böylemi olacaklardı.?
Oruç Allahın insanlara ibadet olarak yapması gerekenlerden küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Dünya üzerindeki savaşların, kavgaların, zulümlerin, Açlıktan dolayı ölenlerin, adaletsizliklerin, tek nedeni, Allahın insanlar için koymuş olduğu yasaları çiğnemelerinden kaynaklanmaktadır. Dünya üzerinde Allah katında, bütün yaratılmış olan renkleriyle dilleriyle ırklarıyla cinsiyetleriyle farklılık oluşturan insanlar eşittir. Bir kul olarak hiç biri birine karşı üstünlüğü yoktur.
49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
Buradaki farklı yaratılış, sadece farklı rollerle denemeden ibarettir. Allahın Üzerinde durmak istediği kötülüklerden yanlışlardan kendilerini arındırıp insanlara faydalı olabilmeyi ön plana çıkarmaktadır. Daha doğrusu muttaki insan olmaktır. Allah katında sadece iyi insan kötü insan ayrımı vardır. Bir başka deyişle ödevini yerine getiren insan ödevini yerine getirmeyen insandır. Kişilerin Türk olması İngiliz olması Kürt olmamsı Laz olması Çerkez olması, kendi elinde olmayan bir olgu olduğu gibi böyle oluşları Kendi ellerinde olmayan bir yaratılışıyla ilgilidir. Ve bundan dolayı Allahın yarattığı bir şeyle alay etmek veya bir başkası sadece yaratılışından dolayı kınanması hem insan fıtratının kabul etmeyeceği bir olay, hem de yaratan tarafından asla razı olunmayacak olan bir olgudur.
49/11- Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakaplarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tövbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.
Allah insanlara Dünya hayatında, verilmiş olan emirlerini yerine getirilmesiyle mükemmel bir insan olunabileceğini anlatmaktadır. Nasıl herhangi bir konudaki uzman o konu ile ilgili gerekli araştırmayı yapıp da doğru bir karar verdiğinde başarılı olabiliyorsa. Doğru karar verilmiş olan İslam anlayışı da insanları dünya hayatında başarılı kılacaktır.
Kuranın Orta namaz diye tanımladığı, yaşanması gereken Allahın tanımladığı hayat namazı olmadıkça şekillenmiş namazın hiçbir anlamı ve değeri yoktur.
2/177- Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.
Müslüman kelimesi dünya toplumlarının genelinde, Müslümanların yaşadığı hayat, kültürleri ve gelenekleridir. Dünya onları öyle tanımaktadır. Gerçekte ise Müslümanlık onların yaşadığı ve tanımladığı gibi değildir. Şu anda İslam toplumları, kendilerine gelen kitabı kendilerine geldiği gibi ayakta tutamadıklarından, yamuk olan bir hayatla karşı karşıya kalmışlardır. Bir adam hem namaz kılıp hem de içki kumar fuhuş, adaletsizlik sahtekârlık yapıyorsa, o kendi kendisini aldatıyor demektir. İslam toplumlarının içerisinde böyle şeyler oluyorsa inanılan dinin onun boğazından aşağıya gitmemiş demektir. Namazı ona fayda sağlamamış demektir. Namaz kişilerin kötülüklerden arınmış olmanın bir göstergesi olması gerekirken, eğer kötülüklerle beraber yaşanan bir hayatı varsa o namaz kılmıyor oruç tutmuyor demektir. Eğer ramazan insanların bir ay içinde tarif edilen zaman sürecinde helal olanları bile yapmamak ve yememek ise insanların ramazan dışında haramlardan kaçınarak, Allahın temiz kıldıklarını yemeleri ve yapmaları gerekmektedir.
Buraya kadar anlattıklarımızdan sonuç olarak diyebiliriz ki, ilahi emirler namaz oruç hac zekât. İnfak insanların anladıkları dinin ve yaşamın tezahürüdür. Yoksa yaşama götürülmeyen inancın Allah katında hiçbir anlamı yoktur. Namaz Yaşanan hayatla iç içedir. Düzgün yaşanmayan bir hayatın, arkasından kılınan namazın boş olduğu gibi, kılınan namazın arkasından da düzgün yaşanmayan bir hayatın da anlamı yoktur. Bu vesile ile ramazanın bütün, dünyada yeniden kuranın sorgulanarak medeniyetin kaynağı olması hasebiyle, savaşsız zulümsüz,açların doyurulduğu yetimlerin öksüzlerin barındırıldığı,Allahın dışındaki tapınmalardan kendilerini arındırarak tek bir ümmet haline gelmeleri dileğiyle.
Gönderen Ali Rıza Borazan
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
dünyası, kelimelerinin, ramazan


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:14 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam