hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > DEVLET VE İDARE > Devlet idaresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 24. February 2010, 01:20 PM   #1
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Kur’anda devlet anlayışı

KUR’ANDA DEVLET ANLAYIŞI

Devlet: Sınırları belirlenmiş toprak üzerinde bulunan toplumların çoğunluğunun siyasi görüşü etrafında teşkilatlanmış olanıdır.

Kurana Göre devlet: Allahın Peygamberler aracılığı ile getirmiş oldukları kitaplarda ön görülen, kanunlar çerçevesinde devlet başkanı ve onun gurubunun hem o kanunlara kendilerinin uyması hem de halka o kanunlara uymaya çağırmasıdır.

Biz burada Allahın insanlara sunduğu bir devlet modelinden söz edeceğiz. Şuna inanıyoruz ki, Allah İnsanları ve kâinatı yaratandır. kâinatı yaratılmış olanlardan çok daha iyi bilen olduğunu kabullenmekteyiz. Bu sebeple de Dünya hayatındaki Allahın insanlar için çizdiği bir projeyi, kabullenenlerin iktidar olduğu bir toplumda uygulamayı pratik hayata götüren devlet modelinden söz edeceğiz.

Allah yeryüzünde ve kâinatta var olan varlıkların en mükemmel olarak yaratılanları âdemoğlu şemsiyesi altında olan insanlar olarak tanımlamıştır. Bu sebeple Her insan başlı başına bir devlettir. O kendisine nasıl değişik iki yerden gelen seslerden herhangi birisini tercih ederek yol seçmede yetkili ve sorumlu ise, Devlet de iki temel düşünce etrafında toplanmış olan insanlardan ya takva yönünün ya da fısk yönünün iktidarı olmaktadır.
Bir başka deyişle Ya Allaha teslim olmuş rab olarak Allah’ı Kabul edenlerin iktidarı vardır. Ya da şeytan’a teslim olanların iktidarı vardır. Dünya üzerinde Bulunan ve aklı olan her insan dünya hayatında istediği yolda yürümek, Allah tarafından kendisine verilmiş bir haktır. Bütün dünyada olan insanlar bir araya gelseler bir kişi herhangi bir yola gitmeyi seçmişse, onu kimse seçmiş olduğu yoldan alıkoyamaz buna gücü yetmez. Sonucuna Katlanmak koşulu ile istediği yolda yürümeyi kendi özgür iradesine bırakmıştır.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.Ama Allah Kendisine iman edenleri, Tiyatrodaki bir suflör gibi, yanlış yaptıkları zaman uyarmış onlara veli olmuştur. İşte Allahın veliliği altına girerek yaşayanlar hem bu dünyada hem de ahret hayatında asla mutsuz olmamışlar ve olmayacaklardır.

20/123- Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz oradan inin. Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir; kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz."

Allah İnsanlara öyle bir hayat biçimi önermiş ki, Hiçbir zaman aklı olan insanın kaçamayacağı yaşadığı hayatın her bölümünde yapması gerekenleri gücü yettiği oranda yapmakla mükellef olduğu hayat biçimidir. Hiçbir zaman Allah insanlara gücü üzerinde yük yüklememiştir.

6/152- "Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (Emir) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz."

Şimdi İnsanın nasıl bir yapıya sahip olduğunu neleri yapıp neleri yapmamakla görevli olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışalım. Şimdiye kadar dünya üzerindeki bilginler ve filozoflar insanı tanımlarken, Bazıları insan düşünen bir hayvandır demişler, bazıları insanları diğer yaratıklardan ayıran özellik akıldır demişlerdir.

Kuran Bakınız İnsanı nasıl tanımlamaktadır.
91/7- Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',
91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (Andolsun).
91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.

Bu Ayetler İnsanın nasıl bir varlık olduğunu tanımlarken, her akleden insanların hissetiği gibi, biri birlerine zıt iki sesin gelmesidir. Kuran bu sesin birisine fısk ve fücur diğerine ise takva kelimesi kullanmıştır. Aklını takva yolunda yürümeye kullanıp nefsin azgın tutkularından kendisini arındırmış olan insana muttaki ismini vermiştir. Hani vicdan dedikleri şeydir. Her insan yanlış yaptığında ve yapmak istediğinde kendisini uyaran bir sestir o
O zaman İnsanı tanımlamaya çalışalım.

İnsan: Dünya hayatında yaratılmış olan varlıkların en üstünü olması hasebiyle aklı olan ibadet ve kullukla sorumlu fakat iblis olgusunun insanın yaratılışında var olan hem doğru yola hem de yanlış yola gidebilecek nötr bir varlıktır. İnsanın almış olduğu iyi yönde ve kötü yönde eğilimleri ve yaşam tarzları onun sıfatlarıdır. İnsan dışındaki bütün varlıklarda böyle bir haslet yoktur. Bu sebeple Allahın halife diye isimlendirdiği diğer yaratılan insanların dışındaki varlıklar insana hizmet etmek onun emirlerine boyun eğmekle görevidirler.
95/4- Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.

Dünya üzerinde bulunan hiçbir varlık insan gibi mükemmel yaratılmamıştır. Kâinatta bulunan bütün varlıklar insanoğlunun emrine amade olarak yaratılmıştır. İnsan Var oluşuyla beraber eşyanın esrarını çözerek bu günkü bilgisayar ve uzay çağına ulaştığı halde diğer varlıklarda böyle bir ilerleme yoktur. Onlar insanoğlunun kendilerini hizmete davet edenlerine cevap vermektedirler.

2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."
2/33- (Allah "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."
2/34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
Burada insanın dışında olan bütün varlıkların insana hizmet etmek için yaratıldığını ve hizmet ettiklerini vurgularken, insanların da cinlerin de kendisine ibadet ve kullukla görevli olduklarını söylemektedir.
51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Buraya kadar insan Allah ve kâinat hakkında biraz da olsa bilgi verdikten sonra, şimdi devletin temelini oluşturan insandan başlayarak nasıl devlet haline gelir onun kurandan profilini çizmeye çalışalım.
Kuranda geçen Halife temel olarak iki Anlam taşımaktadır.

İNSAN OLAN HALİFE

2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Burada bahsedilen halife Allah adına Dünyada en mükemmel yaratılış nedeni ile kâinata hükmedebilen insandır. Daha önce bahsettiğimiz gibi meleklerin âdeme secdesi onun emrine girmesi anlamındaki secdedir. Yani Allah Kâinatta yaratmış olduğu bütün varlıkları insanlar için yaratmıştır. İnsanlar kâinat var oldukça kâinattaki gizli sırları bilinmeyenleri gün yüzüne çıkarıncaya kadar, kıyamet kopmayacaktır. İnsanoğlunun ömrüne eşdeğer olan kâinat insan ömrü bitiği zaman kâinat da yok olacaktır. ve kıyamet kopmuş olacaktır. Yeniden bir yaratılışla tekrar yaratılan insanlar ceza ve mükâfat görmek için ayrılmış olan yerlerine gidecekler. Asıl bizim konumuz İman edenlere Allahın proje olarak sunduğu dini ayakta tutmak için var olan halifeliktir.

DİN ADINA GÖNDERİLEN HALİFE
5/92- Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.

Kendilerini Allaha yöneltmiş ve takva iktidarını kurmuş olanların, Yol Göstericisi Allah tır. İnsanlar kendi akıllarına göre dünyada yaşamak için kanun vazetme insanları kendi akıllarından çıkarmış oldukları kanunlarla yönetme hakkı, Allaha göre yoktur.

Dünya hayatında kendisine iman edenlerin kesinlikle itiraz hakkı olmayan yanıldıkları zaman düzeltilen ölçü örnek alacakları peygamberler göndermiştir. Her peygamber kendisine gelen vahiyleri önce kendisi kabullenmek ve yaşamak daha sonra da diğer İnsanlara tebliğ etmektir. Peygamberlerin getirdikleri Allahtan vahiy olması sebebiyle yanılma payları yoktur. Bu sebeple peygamberin getirdikleri konusunda sıkıntıya düşme ve itaatsizlik doğrudan doğruya Allaha itaatsizlik demektir. Bu sebeple her peygamber, Başlı başına itaat edilmesi gereken örnek olan bir halifedir.

33/36- Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

Bu itaat tabii ki peygamber ve Allaha iman edenler içindir. Allah ve resulüne iman ettim diyenler, artık Allahtan gelen bütün hükümler kendi aklına ters düşse bile Hatta onun söylediği bir söz, kendi ve yakınlarının aleyhine olsa bile ona muhalefet etme hakkı yoktur. Kabullenmek zorundadır. Hatta kalbinden bile verilen emre itaat konusunda rahatsızlık duyma hakkı da yoktur.

4/65- Hayır öyle değil; Rabbine Andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.
Allah iman edenleri kadın olsun erkek olsun tek bir ümmet olmasını istemektedir. Nasıl bir fabrikada her bir görev için yerleştirilmiş parçalar ve parçacıklar biri birlerine hiçbir muhalefet yapmadan bir bütünlük içerisinde kendi görevlerini yapıyorlarsa. Müslümanım diyenler de kendi bulunmuş oldukları konumda kendi üzerlerine düşen bir reise bir peygambere bir lidere bağlı kalarak, görevlerini sürdürmektedirler.

Organizmaların tümüne baktığımız zaman da öyle değil mi? Aynen bir insanın organizmasının işleyişi gibi, İnsanda bir beyin vardır. O beyinin haberi olmadan deyim yerinde ise kuş bile uçmaz. Vücudun bir yerinde bir arıza olsa bütün vücut rahatsızlık çeker. Onu tedavi etmek için bütün vücut seferber olur. O acıyı önce beyin hisseder daha sonra da diğer yakınlık derecesine göre vücudun diğer organları hisseder. İşte İslam toplumları da öyle olması gerekir.
9/128- Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz Onun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.
O elçi, çiftlikte bir horozun diğer dıştan gelecek tehlikelere karışı tavukları koruması, Hayvanların yavrularına karşı duydukları hassasiyet gibi müminlere karşı hassasiyet duymaktadır.

Allah, peygamber ve ona bağlı olduğunu kabul eden Müslümanların nasıl dünyada yaşamaları gerektiğini örnek olarak kuradan göstermiş ve peygamberlik olayını kaldırarak, kendisinden sonra gelecek olan toplumların nerde nasıl davranacaklarının örnek bir yaşam çizgisinden bize bir kesit sunarak bizim de öyle davranmamızı öyle yaşamamızı bozulmayan kuranı hayatımıza ölçü almamızı emretmiştir.

2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

İşte Örnek bir lider, örnek bir toplum budur. Bir taraftan insanlar önlerindeki hayatın nasıl olacağını bilmezken onların önlerinde Allah ile irtibatlı bir önderleri var. O lider. Bir mesele hakkında sıkışıp kaldığında ona vahyeden o problemleri tek tek çözen Allah’ı vardı. Ve ona suflörlük yapıyordu.
75/16- Onu (Kur'an'ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.
75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.
75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
75/9- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.

İşte Peygamberin peygamber oluşuyla başlayan, problemler peygamberlik tarihi bitene dek, karşısına çıkan problemleri Allah tek tek nerde ne yapacağını izah ederek hayatı Allahın yol göstericiliğinde okuyarak, peygamberini yönlendirmiştir. Ve peygamberlere Allah kılavuzluk yapmıştır.
İnsan yaratılış olarak eksik ve hatalıdır. Peygamberler de Hayatlarında yer yer yanlışlıklar yapmışlardır. Kuran’da Bu peygamberlerin yapmış oldukları yanlışlıklardan söz ederek, onlar düzeltilmişlerdir.

22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
İşte peygamberlerle diğer insanları ayıran özellik budur. Bu sebeple peygamberlere kesin bir itaat vardır. O ne söylemişse kendisinden değil Allahın emirlerini iletmiştir. Ama peygamberler dışındaki devlet başkanlarına veya ulul emre itaat ince bir ayrım farkıyla ayrılmaktadır.

4/59- Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

Ayette geçen,” Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün” peki Allah ve resulü hayatta iken bu anlaşmazlığı Allaha ve resulüne götüreceğiz de öldükten sonra kime götüreceğiz?
Bu Allah da resulü de gönderilmiş olan kurandır. İnsanoğlunun var oluşu ile başlayan peygamberlik ayeti insanoğlunun olgunlaşması ve yazı kültürünün de gelişmesi ile nesih edilerek yerini kuran ayeti almıştır.

33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

Kur’an hakkında detaylı bir bilgiye sahip olmayanlar veya kalplerinde maraz olanlar. Peygamberliğin devam ettiğini, her peygamber gönderilen topluluğun, kendi peygamberlerinin son peygamber olduğunu söyledikleri gibi İslam toplumları da son peygamber olduğunu söylediklerini söylemişlerdir diyorlar.

Vahiy orijinli dinlerin dışında insanların söylemleri hakkı örtemez.

61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler.

Kurandan önce gelmiş geçmiş ve kıssaları oluşmuş her peygamber, mutlaka kendilerinden önce gelmiş olanları tasdik edip doğrulamış ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemiştir. Bu Büyük bir mucizedir. En son gelen peygamber de kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyeceğini peygamberlik hayatının noktalandığını vurgulayarak yeni bir dönemin başladığının işaretini vermiştir. Bir başka deyişle yeni bir çağın başlangıcını oluşturmuştur. Her şeyin bir başlangıcı bir gelişmesi ve bir bitişi olduğu gibi peygamberlik de bitmiştir.

2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.

Bazılarının söylediği gibi, nesh etmek ayetin hükümlerini kaldırmak anlamında değil, daha güzeli varken öncekinin kullanılmaya gerek kalmamasından kaynaklanmaktadır. Bu Güne kadar yazılan kitaplar kalemlerle defterlerle bir sürü masraf ve zaman harcanarak yapılıyor ve basılıyordu. Elektronik ortama gelinince artık matbaa dönemi kapanacak bilgisayar dönemi ile insanlar iletişimini daha kolay sağlayacaktır. İşte Allah matbaa ayetini silerek veya feshederek bilgisayar ayetini göndermesi gibi.

Aklını kullanan insanılar için de öyle olması gerekmez mi? Her örnekten bir örnek verildiği ve hiçbir eksiğin bırakılmadığı insanlar için yeterli açıklamanın yapıldığı kuran gibi bozulmamış ve kıyametin sonuna kadar da bozulmayacak olan kitap varken başka söze gerek var mı?

Bütün dünyadaki her insan isterse bu kitaba ulaşması mümkündür. Peygamberler aracılığı ile gönderilen dinin her meselesi onda mevcuttur bu daha güzel değil mi? İşte Kuran Bütün Peygamberlerdeki Hayat kısalarını özetleyerek nerde ne yapılması gerekenleri içerisinde toplamış ve kendisine sahip olanlara dosdoğru yolda götürmüştür. Ve insanlar eğer önyargısız ve kalpleri marazlanmadan okuyup anlayanların hepsini kendisine büyüleyerek evrensel bir din olduğunu kanıtlamıştır. Öyle olması da gerekirdi. Kuran Allah tarafından gönderilmiş çarpıklığı olmayan bir kitaptır. Elbette insanı insanlardan daha iyi bilen, onlara nerde hangi hastalıkta nasıl bir ilaç vereceğini en güzel bilen Allahtır.

O zaman bu ilahi mektubun ilahi reçetenin ne demek istediğini anlamak ve oradaki hangi hastalığa nasıl ilaç verileceğini tespit ederek onu kendimiz için kendimize uygulamamız gerekmektedir. Bugün dünyanın hastalığı bu, insanlar kuranı keşfedememişler. Onun için kuranın dışındaki tarif edilen verilen ilaçlar onların hastalığını iyileştirmeye gücü yetmiyor. Bu Hastalığın ilacının kuran olduğunu bilenler çıksa da, onların sesi kesilmeye, insanoğlunun var oluşuyla beraber başlamış ve yok oluşuna Kadar da devam edip gidecektir. Ne zaman hakkı hâkim kılma mücadelesinde ortaya çıkan peygamberler ve elçiler ortaya çıktığı zaman onu destekleyenler olursa o hak yeşermiş toplumda iktidar olmuş ve rahat bir nefes almışlardır.

PEYGAMBER ÖRNEK BİR DEVLET BAŞKANIYDI
2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

Allah son peygamberi, gelecekteki, devlet başkanı sıfatıyla devlet başkanlarına model olarak seçmiştir. Kurandan onun insanlarla iletişimini gerek müslüman halk ile gerek gayri Müslimlerle iletişimini nasıl kuracağını tanımlamıştır.

Allah inananlara devlet kurmayı emretmemiş. Çünkü devlet kurmak aynı tevhit akidesi etrafında insanlar toplanırsa oluşması gereken bir olaydır. Kuranın da belirttiği gibi İnsanoğlunun var oluşundan buyana kuranda bahsedilen yirmi beş peygamber geçmektedir. Binlerce peygamber gelip geçtiği halde onlar tarih sahnesine çıkamamışlardır. Bunun sebebi onlar görevlerini düzgün yapmadıklarından mı? Elbette hayır. Onlar Allahtan gelen emirleri toplumlara ulaştırmışlar fakat dinleyenler olmamıştır. Ve öldürülmüşler dövülmüşler ve sürülmüşlerdir.
O peygamberlerin, bu gün İslam ve ehli kitap toplumlarının anladığı gibi ellerinde sihirli bir değnek veya olağan üstü harikulade vahyin dışında bir mucizeleri yoktu. Onların ellerindeki malzeme sadece vahye karşı duyarlılık antenleri açık olup kendilerini destekleyen Müslümanlardı.

3/52- Nitekim İsa, onlarda inkârı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler.
Kurandaki ayetleri, yalın olarak ele alıp bu ayet şöyle diyor demek yanlıştır. O Ayet orada bütün kurandaki ayetlerin içerisinden süzülerek gelen hiçbir ayetin sınırını ihlal etmeden bir yorum çıkararak bütünlüğün zedelenmeden bir yere oturtturulması gerekir. Allah isterse Kendisi Hz. İsa peygamberi destekleyemez mi idi? elbette ona gücü yeterdi. Ama Allah dünyayı düzenlerken böyle düzenlemiş, biz Allahın dünyayı ve kâinatı neden böyle düzenledi diye Allah’ı sorgulamak yerine düzenleme şeklindeki hikmetleri kavrayarak anlamak için yol almamız gerekmektedir.

Allah Akleden kendisine teslim olan insanlara dünyada yaşarken, İman edenlere velilik ettiğini, Allahın peygamberler aracılığı ile ulaştırdığı insanların iman edenlerine şöyle söylemektedir.

Ey İman eden Kullarım. Sizi dünya hayatında birçok imtihanlar zorluklar beklemektedir. Ben sadece dünya hayatında elçilerle nerde ne yapacağınıza suflörlük yaparım. Siz eğer dünya hayatında gerekli gayreti göstermezseniz karşıda sizin iman etmenize düşmanlık eden kâfirler ve şeytanlar var. Onlar eğer güçlü olurlarsa sizi sizin dininizden güç kullanarak alıkoymak isteyecekler. Eğer onlara karşı size saldırdıklarında gerekli savaş hazırlıkları yapmazsanız o kâfir ve şeytanlar sizi mağlup ederler.

Size elçi olarak gönderdiğim o resule bağlılığınızı gösterin. Ve sabırla çalışın yılmayın üzülmeyin her zorluğun arkasında bir kolaylık vardır. Sabredenler ancak kurtuluşa ererler. Belki siz size verilen mallardan fakirlere öksüzlere yolda kalmışa dilenenlere vermekle mallarınızdan eksilebilir. Bu eksilme sizi hayra doğru yolda yürümede karalı kılacaktır. Cimrilik ederek kedisi yığdıkça yığarak ihtiyaçlı olanlarla da alay ederek şımaranlar asla hidayet onlara ulaşmaz onların bu tutum ve davranışları kendilerini helake götürecektir. Onlara imrenmeyin Onların sadece bu dünyada yaşarız ölürüz. Demelerinden dolayı böyle cimrileşerek mallarından vermek istemezler. Eğer İman edenler, Kâfir olanlara imrenecek olmasalardı Onlara dünyada malı yığdıkça yığardım. Ama ben öyle yapmadım kim bu dünyada gerekli gayreti gösterirse ona veriyorum siz durmadan çalışın üzülmeyin gevşemeyin İmtihan olduğunuz şu dünya hayatında ne kadar ömrünüz var ki? O zaman zarfında çekmiş olduğunuz sıkıntılar ve sabrınız size ebedi bir cennet kazandıracaktır.

Örnek bir peygamberin devlet otorite haline geldiği zaman kuranda tanımlanan görevleri incelemeye çalışalım.
1-Peygamberin müslüman olan halkla münasebetleri
2-peygamberin gayri Müslim halkla münasebetleri
3-peygamberin devletin dışında bulunan devletlerle münasebetleri

PEYGAMBERİN MÜSLÜMAN OLAN HALKLA MÜNASEBETLERİ

Asıl İslam toplumunun ana çatısını oluşturan Müslümanlardır. Peygamber kendisine bağlı Müslümanlarla ancak Allahın tanımladığı yaşam biçimlerini pratik hayata götürebilir. Bu toplumda direksiyon peygambere aittir o Allahın haram kıldığı bir şeyi helal kılamaz Allahın helal kıldığı bir şeyi de haram kılamaz o Allahın ona yüklediği görevler çerçevesinde hareket etmek zorundadır.

53/3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.

İşte bu ayetler bir peygamberin profilini çizerek diğer insanlardan ayrı bir konuma taşıdığını göstermektedir. Onun yaptığı her davranış Allahın gözetimi altındadır. Yanıldığı zaman düzeltilen bir konuma gelmektedir.

22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İşte kuran peygamberin yerini ve konumunu böyle tanımlamaktadır. Onun İçin peygamberin peygamberliğini kabul edip ona iman ettim diyenler bazı kuralları Bilmeleri gerekir. Her ne şartta olursa olsun peygamber herhangi bir konuda bir hüküm verdiği zaman ona itaat etmesi ve hatta kalbinde bile isteksizlik bir sıkıntı duymaması gerekmektedir.

4/65- Hayır öyle değil; Rabbine Andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.
33/36- Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

İşte Allah ve resulüne böyle bağlılık gerekiyor. Onun söyledikleri vahiy ise o söylerken vahiy çizgisinden sapamaz ise Ona itaat Allaha itaat ona itaatsizlik de Allaha itaatsizliktir. Zaten o Kurana uymayan bir hal ve harekette bulunamadığını ve bulunamayacağını Allah söylüyor.

69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.
69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

Peygamberi tutup da Allahın tanımladığı yerden kaldırıp sanki kuran yetmiyormuş gibi veya kuran eksik de peygamber onun eksiklerini tamamlayan bir konuma götürmek zalimliktir. Peygamberler Gönderilen vahyi hem insanlara bildirir hem de onun nasıl hayata uygulanacağını örnek olarak örnek bir yaşamı ile ortaya koyar. Yoksa peygamber kendi kafasından kanunlar çıkarıp yaşam ortaya koyamaz.

29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

Allah Emri verir peygamberde insanlardan olan kendisine iman edenlere o emri uygulayarak nasıl yaşanacağını gösterir.

güllük gülistanlık ortamda iman ettim diyerek amellerini süslü gösterebilirler. İnsanların asıl denenmelerine sebep olan Hayatın zorluk anlarındaki tutum ve davranışlarındaki tutarlılık ihlâs ve samimiyettir. Peygambere iman ettiğini Allah savaş anlarında deneyerek kimin samimi kimin samimi olmadığını denemektedir.

2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.

İşte Allah Dünya hayatında böyle bir düzen kurmuş. Bir kimsenin peygamber olması evliya olması sahabe olması veli olması onun dünya hayatında kurallara uyma dışında bir ayrıcalığı yok. Ancak onlar Allahın emirlerine uyduğu zaman evrenin yasalarına uyarak kendilerine vahyin yol göstericiliği vardır. Allahın onlara yaptığı sadece suflörlüktür. Kâfirler gerekli gayreti gösterip teknolojik yönden saldırdıkları zaman onlara özel bir yardımı olmamış sadece onlara psikolojik destek vermiştir.

Peygamberler kendisine iman edenleri devamlı eğiterek sıkıntılı ve zor zamanlarda, onların sağlıklı düşünmelerini, sabır göstermelerini gevşek durdukları zaman başlarına bir sürü felaketler geleceğini bildirerek. Onları olgunlaştırmaya çalışmıştır. En zorlu deneme savaş zamanlarında geçmiştir. İman edenleri samimi olanlarıyla samimi olmayanları savaş ayırmaktadır.

2/216- Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.

Bakıldığı zaman savaşa gitmek kesin olarak ölmek değil ama Ölmekle kalmak arasında bir çizgide bulunmak demektir. Yani Kabullendiğin din ve kişilik uğruna namusunu şerefini vatanını milletini korumak adına canını riske atmak demektir. İman edenler için ölüm yok olup gitme değildir. Onlar için dünya hayatında Allahın insanlar için, emrettiği kurallara gereği gibi uyanlara bir de ebedi cennet vardır. İşte Ölüm Müslümanım diyenler için dünya hayatından daha cazibeli ve daha güzel bir yere gitmenin adıdır. Müslüman Bu sebeple Ya zalim olanın sana dayattığı hayat tarzını, sana yaptığı zulmü ortadan kaldıracak, ya da onun vahşice zulmüne boyun eğip çarpışmayacak onun sultası altında şerefsizce yaşamayı kabul edecektir. savaşı kazanırsa dünyada güzellik kaybedip ölürse de ahrette güzellik ortaya çıkacaktır.

9/52- De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

Ayette; ceza, ya Allah katından derken Ahret aleminde zulmedenler için cehennem, ya da bizim elimizle derken dünyada iken müslüman olanlar galip geldiklerinde onların aşağılanır bir konuma düşmesi savaşı kaybetmeleri anlamındadır.

8/70- Ey peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."

Allahın İnsanlara verdiği her emir, inansın ya da inanmasın insanların hayrınadır. İnsanlar bazı bilmedikleri şeyleri başlarına nusubet geldiği zaman anlamaktadır.” Bir nusubet bin nasihat “ demeleri ondan kaynaklanmaktadır. İşte kâfir olanlar Rabbim Allah’tır diyenlere zulmettikleri zaman onlarla savaşıp kaybettikleri zaman kendileri zayıf düştüklerinde zayıf düşenlerin hallerini ancak anlayabilmektedirler. Bu sebeple dünyada iken savaşı kaybedip esir olduklarında görmeyen gözler görür. işitmeyen kulaklar iştir hale gelerek ahret alemini görürler de ebedi hayatları belki kurtulur.

İslam’ın otorite olduğu Medine de Müslüman olanlar ganimetler içerisinde olunca, Yahudilerden Hıristiyanlardan, müşriklerden ve diğer din mensuplarından goraf goraf müslüman olmuşlardır. İşte Münafıklık burada türemişti. Allah da Elbette onları denemeye tabi tutmadan öldürmez.

3/166- İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) mü'minleri ayırt etmesi;
3/167- Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.
3/168- Onlar, kendileri oturup kardeşleri için: "Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi" diyenlerdir. De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz, ölümü kendinizden savın öyleyse."

İman ettim diyenler mutlaka denenecek iman edip etmediği yaşadığı hayatına inancını uygulamasıyla ortaya çıkacaktır. İşte yürekten iman etmediği halde münafık olanlar. İster bu ehli kitap anlayışında olanlar olsun isterse puta tapıcılardan olsun iman etmediği halde inadım dediğinde onun bedelini ödeyecek bir davranış ortaya çıktığı zaman kıvırtmaya ve bahaneler aramaya başladığı görülür. İşte kendilerine uydurdukları bahaneler.

Müslümanım diyenlerin iman edip etmediği sadece savaş anında değil hayatın her Alanında deneniyor ve denenmeye devam edecektir. Anne ve babanın çocukları ile denenmesi, Çocukların anne babasıyla denenmesi Komşunun komşularıyla denenmesi Devletin toplumla toplumun devletle denenmesi, işçinin patronlarıyla patronların işçilerle denenmesi, yoksulun zenginle zenginin yoksulla denenmesi devam edip gitmektedir. İşte Burada, Her alanda insanlar Bulunmuş oldukları konumda yapabilecekleri kadar kendi üzerlerine düşen görevleri yapmak zorundadırlar.

Bir Örnekle Bunların hepsini anlatmış olalım diğerlerinde hep bu örnekteki duruma benzer. Anne Baba çocuklarını. Küçük iken doğurup yedirip içirip giydirerek, eğitimlerini de kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar. Sağlamak zorundadırlar. Genelde Toplumlarda bazı istisnalar hariç bu kurallara uyulmaktadır. Ama Anne baba ihtiyarlık ve bunaklık dönemine geldikleri zaman çocuklarda aynı duyarlılık bulunmamaktadır. Normalde Bir Anne babanın Bir tane evladı varsa, onlar bunaklık ve ihtiyarlık dönemine geldiklerinde o bir çocuk onlara şefkat kanatlarını gererek öf bile demeden Bakmakla yükümlüdür. Eğer Bunlar birden çok evlat iseler o anne ve babalarına ait yükümlülüğü paylaşarak yapmak zorundadırlar. Eğer bunlardan herhangi birisi bu kendisini eften püften bahanelerle kendi üzerindeki sorumluluktan kaçıyorsa Bunun Savaştan kaçması ile ne farkı vardır?
Bizim beldede, Kocası ölmüş birkaç tane evladı olan bir kadın vardı. Evladının birinin yanında kaldığı sırada, Başka bir evladına telefon ediyor. Oğlum ben sizi özledim biraz da sizin yanınızda kalmak istiyorum diyor. Oğlu cevap veriyor. Ana Ben eşime bir danışayım izin verirse, tamam olur kabul edeyim diyor. Eşine danışıyor. Bu İşin çokluğunda başına bela mı arıyorsun getirme diye kocasına bağırıyor. Ve Annesi tekrar telefon açıyor. Ne oldu oğlum eşin izin verdi mi diyor. İzin vermedi ana seni getiremeyeceğim diyor.

Her insan olanları vicdanının sesini dinlemeye davet ediyorum sizce bu nasıl bir tablo. Bu davranış sizce doğru mu? Elbette insan yaratılırken Allaha sen bizim rabbimizsin dediği sözle bu yaptıkları uyuşmaz. Allah da Böyle olan insanlara asla hidayet vermez. İşte Allah İman edenlerle, İman etmeyenlerin arasını böyle ayırmaktadır. İman edenler. Her bir güzel amel işlediklerinde onları Allah kalplerini daha da yumuşatarak onlara şefkat rahmetini daha da güçlendirerek, ebedi bir mutluluğa doğru götürmektedir. İman etmeyenleri de her yanlış bir davranmış yaptıklarında onların yanlışlarını şeytan süsleyerek kurtuluşu mümkün olmayan bir bataklığa doğru götürmektedir.

Huzur evi yapan ve ona destek verenleri kutluyor ve tebrik ediyorum. Bu Toplumda kimsesiz kalmış duyarlılığını yitirmiş olan evlatların bulunduğu bir toplumda olmazsa olmazlardandır. İşte burada kınanacak birisi varsa o da huzur evine anne ve babalarını gönderenlerdir. O Allahın Kendilerine yüklemiş olduğu sorumlulukları yerine getirmeyenlerdir.

46/15- Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve Senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım."

Her İnsan önce kendi evinin önünü temizlemekle yükümlüdür. Her insan başlı başına kendi yükünü gücü yettiği zaman kendisi taşımakla görevlidir. İşte asıl sorun Gücü yettiği halde başkalarına hangi konuda olursa olsun yük olmaması gerekir. Ama güçsüz ve başkalarının desteğine ihtiyacı olma durumu başka, işte İlk önce ona destek olması gereken en yakın olanlardan bu yükü yüklenmek en yakınlarından başlamaktadır. Bu Konuda Aile başlı başına kendileri arasında birbirleriyle kenetleşerek aile içerisinde herhangi birinin sıkıntıları diğerlerini kuranın tarif ettiği miras hukukundaki anlattığı gibi yakınlık derecesine göre sorumludurlar. Eğer bunu aile içerisinde çözülemeyecek bir sorun oluşursa bu sorun en yakın akraba ve yakınlarından başlayarak komşulardan uzak komşulara kadar genişleyerek devam etmesi gerekir. Çözüm bitmiş değil bu köye beldeye ve devlet yönetimine aktarılarak devam eder.

Böyle bir toplum bu ölçüler içerisinde hareket ederse Allah o topluluğa Kendi ellerinden olan davranışlar yüzünden Rahmet kanatlarını germez mi? İşte devlet başkanı Bu sorunların çözümünde hem yetkilisi hem de sorumlusudur. Kendi Tebaasından aldığı destekle toplumuna eşit uzaklıktadır. Devlet başkanı Allahın koyduğu sınırlar içerisinde Topluma adalet dağıtarak yönetmesi gerekmektedir.

Dünya hayatı Allahın Dünyada adalet dağıttığı yer değil Dünya hayatı Allahın kendi dinini temsil edenlere Adaletle Davranmayı emrettiği yerdir. Eğer devlet başkanı müslüman değilse Nasıl nerden kurallarını alıp halka adalet dağıtacak?
4/59- Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

Müslüman olmayanlar iş başına geçtikleri zaman ekini ve nesli yok ederler Onun için Devlet adil bir davranış sergileyebilmeleri için Allahtan korkan ona ibadet ve kulluğu ilke edinenler tarafından yönetilmesi gerekir.
Eğer Bir devlet Takva iktidarının oluşturduğu güç ile iktidarsa Toplumda bozgunculuk çıkaran hakkı ihlal etmek isteyen kötülüğü yaygınlaştırmak isteyenlerle nasıl mücadele etsin

3/159- Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

Allah O İktidar sahiplerinin önce kendi kendilerini takva yönünde eğitmiş olanlardan olmasını istemektedir. Allah Müslüman olanların güç kuvvet olansını o güçleri ile başkalarına zayıf bırakılmış olanlara zulmetsin diye değil onlara zulmedenleri ortadan kaldırmak onların zulümlerini engelleyerek toplumda refahı huzuru sağlamak için vardır.

Devlet Başkanı Adil olarak yaşayacak önce kendisi bu yaşayışın öncülüğünü yapacak daha sonra bu adil yaşayışın güzelliğinin tebaasına emredecek. İşte Peygamber ve onun yaşam biçimini devam ettiren Allah dostları hariç iş başına geçtiklerinde Mal yığmaya nüfuslarını kullanmayla çalışmışlardır.

Kuranı inceleyenler iyi bilirler bütün peygamberler gelirlerken önce kendileri taşın altına ellerini koymuşlardır. Açlık çektilerse önce kendileri açlık çekmişler ve iman edenlere merhamet kanatlarını germişler ölürlerken de servet bırakıp geride kalanlara mal kavgası yaptırmamışlardır. Normal bir vatandaşın yiyip içtiğinden fazla yiyip içmemişlerdir. Vasat bir yol izlemişlerdir. Kuranda ensara muhacirin durumu anlatılırken bize ibret olacak sahnelerden bahsetmektedir.

9/100- Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur.

Devletin içerisinde bulunan iki tip topluluk vardı
1-MÜSLÜMAN TOPLULUK
2-GAYRI MÜSLÜMAN OLANLAR.

Devletin ayakta durmasını ve gelirlerini bu iki topluluktan karşılıyordu

MÜSLÜMAN OLANLAR
İslam toplumunda vergi müslüman olan halkta zekât diye geçmektedir. Eğer Müslüman tebaa zekâtını vermezse Onlardan zorla alınır. Zaten dikkat ederseniz zekât kavramı namazla beraber anılmaktadır. Eğer kişi ben müslümanım diyorsa Devletin kendisine vergi olarak belirlediği zekâtı vermekı zorunda eğer ben müslüman değilim deyip de kendisini başka dinden olduğunu söylemişse onlar da devletin bir takım işlevleri yapmaları için onlardan cizye ve haraç almaktadır.

ZEKAT

İslam toplumlarında bu gün zekât kavramı yanlış anlaşılmaktadır. İnfakla karıştırılmaktadır. Zekât. İslam toplumunda Ben müslümanım diyenlerin devletin kendisinin maddi durumuna göre günün şartlarına uygun belirlediği verginin adıdır. Bunun Oranını devlet yönetimi belirler. Ve değişken olandır. Günün koşullarına göre şartlara göre değişken olan bir vergidir. Kendi devleti ayakta kalamazsa kendi güvenliği de tehlikeye düşmektedir. Onun İçin takva sahibi her müslümanım diyen kişilerin namazını nasıl kılıyorsa mallardan eksilen zekâtının verilmesinde yüzü ekşimez bozgunculuk çıkarmaz.

Belirtildiği gibi zekât 1/40 diye bir sınırlama yoktur. Onun için kuranda böyle bir oran belirlenmemiştir. Onu devlet yönetimi belirler.

İslam toplumunda bulunan gayri Müslimler O toplumun içerisinde bulundukları sürece O devletin nimetlerinden istifade etmektedirler bu sebeple Allah onları diğer müslüman toplumdan ayırarak onlar İslam devini ortadan kaldırmak için biri bilerine destek verip çeteleşmedikçe onlarla güzel geçinmeyi onlar cizye ve haraçlarını ödedikleri sürece onlarla savaşmayı yasaklamıştır.

9/7- Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah Katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.

Müslüman Olduğunu söyleyip de İslam’da devlet yok diyenlere soruyorum Müslüman olanları müslüman olanlar yönetir. Devletin başındaki kişi ya müslümandır. Ya da garı müslümandır. Bir kişi hem müslüman hem de gayri müslüman olabilir mi? İslamı öyle yozlaştırmışlar ki dinin ve devletin birebirinden ayrılması diyerek Kurandaki muttaki olanların iktidar olmasını söz sahibi olmasını kelime oyunları ile o saygın değerler kuranın emirleri örtbas edilmeye çalış ılımıştır. Bu toplumu müteşabih ayetlere çekilmeye çalışarak laik kelimesi ile en büyük Kuran anlayışını darbelemeye çalışılmıştır. Bu sebeple Laiklik ve laikliğe karı olan kelimeler üzerinde durmadan geçemeyeceğim.

LAİKLİK
Laiklik kelimesi bize Avrupa Hıristiyan dünyasından ithal edilen bir kelimedir. Hıristiyan dünyası 1789 Fransız ihtilaline kadar devleti din adamları papazlar yönetiyordu ama ihtilal ile birlikte din adamlarıyla devlet yönetimi birbirinden ayrılarak Devlet işlerine dinin karışmaması ve din işlerine de devletin karışmaması anlamında laikliği getirdiler.
Hıristiyanlık dini ile İslam dini birebirlerinden tamamen farklıdır. Zaten kuran anlayışının ortadan kaldırılması İslamı İslam toplumlarını Hıristiyan dinin anlayışı ve yaşamı etkileyerek yozlaştırmayı başarmışlardır.

İslam da kurana göre devlet Bedenle ruh nasıl biri birinden ayrıldığı, zaman hiçbir anlam taşımıyorsa veya iman eden bir kişi yaşam biçimini imanının yaşam biçimini şekillendiren kurandan almıyorsa onun inançlı olmasının bir anlamı yoksa. Devletin başındaki kişiler de toplumu yönetirken Allahtan aldığı emirleri toplumuna uygulamıyorsa bir anlamı yoktur.

İnsan hayatını yaşamını şekillendirmeyen bir inancın ne önemi var ki? Senin inandığın yasalar seni hayata bağlar yoksa bir anlam taşımaz. İslami devletlerin idarecileri genelde topluma uyguladıkları yasaları eğip büktükleri için gizleyip ve kendi menfaatleri uğruna sattıkları için inanan ve inanmayan toplumlarda haklı olarak İslami devlete karşı çıkılmıştır.

İslami devlet: Bütün Halka eşit uzaklıktadır. Allah insanları kendi dininde dünyada özgür iradesine bırakmışsa, İslami devlet de bunu pratik hayata uygularken kişilerin inançlarına bakmadan onlara adil ölçüde davranmayı emreder. İşte Bu Anlamda Kişilerin inancı Allah ile kendisi arasındadır. O dünya hayatında kendisine ait olan davranışlarda devlete ait yükümlülükleri hariç istediği gibi yaşama hakkına sahiptir.

2/256- Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.

İslam devletleri sanılıp da kuranın ön gördüğü yaşam biçiminden uzaklaşarak Allahın tanımladığı yönetim biçiminden uzaklaşmışlardır. Bir taraftan Allah Bir insanı öldürmek bütün dünyadaki insanlar öldürmek. Derken
5/32- Bu nedenle, İsrailoğulları’na şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.

Devletin bekası için kardeşini öldüren devlet başkanları bir taraftan normal halkın yiyeceğinden içeceğinden fazla yemeyi yasaklayan kuran Saraylarını köşklerini altın musluklar altın banyolar yaparak lüks hayat yaşamışlardır.

Bir köyde bir mahallede bir beldede bir ihtiyar inliyorsa, O ihtiyarın iniltisinden o ihtiyarın derdinden o devlet başkanı sorumludur. Doğru Olanı Devlete ait malları kendi özel bir mülkiyetine geçiremediği gibi özel mülkiyetinde olan devlet başkanları ellerinde bulundurduğu daha önceki mal varlığını ihtiyaçlı olanlara dağıtması lazım ki. Şaibe oluşmasın.


PEYGAMBERİN VEYA DEVLET BAŞKANININ DİĞER GAYRİ MÜSLİM OLANLALA İLİŞKİLERİ
Herkesin bildiği gibi Medine’de Müslüman olanlar iktidar sahibi olduklarında Yahudi ve Hıristiyanlardan müslüman olan olduğu gibi, Yahudi ve hıristiyenlardan hatta müşrik olanlardan müslüman olmadığı halde İslam toplumu içerisinde bulunuyordu.

Kuran Peygamber ve devlet başkanı sıfatında olan bütün iman eden emir sahiplerine Müslüman olan toplumlarla anlattığımız diyalog gibi. Gayri Müslim olanlşarla da nasıl iletişim kurulacağnı belirtmiştir.

60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.

Daha önce de belirttiğim gibi, İslam toplumunda bulunan gayrı müslümler aslında o topluluğa yabancıdırlar. Kendi dinlerinde serbest kalmak koşulu ile Otoritenin kendileri üzerinde koyduğu kurallara uymak zorundadırlar. Ama bunlar içerisinde uyanlar olduğu gibi uymayanlarda bulunmaktadır.
Bunları kuran iki kısma ayırmaktadır.

a- Anlaşmalı olanlarBU tip gayri Müslimler, cizye ve haraçlarını verip de otoritenin kendilerine kendi dinlerinde yaşama özgürlüğü vererek,İslam toplumlarında bulunmalarıdır. Bunlar bu tutum ve davranışlarını değiştirmediği taktirde onlara bir zorlama yoktur.

9/7- Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah Katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.

b- İslam otoritesini yıkmak için çeteleşenler.
Bütün Vicdanının sesini dinleyenler de iyi bilirler ki; Yabancı olarak senin yanında bulunan birisi senin iktidarını, ortadan kaldıracak davranışta bulunsun Kurana göre bu bir zulümdür. İşte İslam devletinin mücadelesi bunlarladır. Ya İslam otoritesine teslim olacak onlara itaat edecek kendi dininde kalmak koşulu ile ya da İslam otoritesini ortadan kaldırmaya çalışırsa da o zaman Allah onlara karşı caydırıcı olan tedbirin alınmasını bildirmektedir.(Ayet)

İSLAM OTORİTESİNİN DİĞER DEVLETLERLE MÜNASEBETLERİ
İslam devletinin, Temel amacı hem kendi sınırları içerisindeki halkın güvenliğini sağlamak, hem de İnsanlar arasında Güzelliği ve hayrı yaygınlaştırmak, helal ve temiz olan şeyleri emretmek murdar ve pis olan şeyleri de yasaklamak yaygınlaşmasına vesile olmamaktır. Fakir olanları ihtiyaç sahiplerini zor ve güç durumda olanlar İslam otoritesinin koruması altındadır.

8/60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

Dış devletlerde Olanlarla da halkına zulmeden ve kendisi içerisinde yardım bekleyen onların zulümlerinden kurtulmak isteyenleri de yardım ellerini uzatarak onlar kurtarmaktır.

4/75- Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?

Bu Yardım Halkı müslüman olan bir devletin, halkının o devlet başkanına verdiği bağlılık ile doğru orantılıdır. Bir memleketi ayakta tutan adalet ilkeleridir. Adalet mekanizması çökmüş bir devlet ayakta duramaz.

Kuran bir toplumun dinini İslam etmek için savaşmayı emretmez. Bir toplumun dini kendisine verdirmek için savaş yapmayı emreder. İşte ayette din Allahın oluncaya kadar savaş edin dediği budur.

2/193- (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.

Dünya üzerinde Eğer lider olan ülke Allahın tanımladığı gibi, Müslüman olan bir devlet olmuş olsaydı, Dünyada savaş ortadan kalkar, insanlara zulüm işkence kalkar. Herkes zulüm yapmadığı sürece kendi dininde istediği gibi yaşama hakkına sahip olacaktı. Bellerine Bombalar dolayarak mazlum günahsız insanların üzerine intihar bombaları atmak Allahın tanımladığı İslam değildir. Dünya üzerinde Kuranın anlayışı ve anlatışı yaygınlaştırılarak, İslam ülkeleri Kafasını iki elinin arasına alarak, biz nerde yanlışlık diye düşünmeleri gerekir.

kuranianlamametodu.blogspot.com
[email protected]
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (7. May 2010)
Alt 8. August 2010, 02:25 PM   #2
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Kurana göre;

-devlet tek meclisten kıbleden yönetilir.
-Yöneticiler seçimle seçilir, İmamlar önderler ve liderler halkın seçtikleridir.
-Devlet laik ve adaletlidir, çünkü hangi dinden olursa olsun sizinle savaşmadıkça kimseye haksızlık edilmez, vergiler eşit alınır.
-Devlet kendisini geliştirmekle ve mescitleri (sosyal kurumlar oluşturmakla) yapmakla sorumludur, sosyal kurumlar sayesinde daha etkin bir dayanışma sağlanır, sömürü ve istismarın önüne geçilir.
-devlet şeffaf olmalı ve halkın tüm,nün katılımını sağlamalıdır, bir grup zümrenin yönetimi islama aykırıdır, şeffaf yönetimden halkı uzaklaştırmak yönetimi eleştirenleri asmak, vurmak, idam etmek kurana islama yakışmaz.

Laiklik; müslüman olmayanara adaletli davranılması hem kuran ayetidir hem de laikliğin temelidir. Bu tü saçma sapan sosyal kavramları taşımak yada tartışmak yerine kuranı anlamalıyız. Kuran zaten laik yönetimden bahseder. ancak fitne çıkaran kafirlerin öldürülmesi (heronları düşürün diyenlerin gibi) ülkenin selahati için gereklidir.
kuranda laiklik yoktur v.s. yerine bence önce kuranda milletlere ayrılmış farklı devletlerin oluşturulması varmıdır onu sorgulamalıyız????

Müminin tek vatanı vardır orasıda cennettir, cennet bütündüt parçalanamaz zaten onu parçalamak isteyen fitneciler cehennemde olacakları için sadece temizler cenneti harika bir yer haline getirebilir. Burda hazır zamanınız varken çıkarabildiğiniz tüm bozgunculuğu çıkarın bakalım, iki milleti kışkırtıp birbirine düşürdüğünüz araplar-osmanlı kürt-türk kuzey-güney v.s. ülkelerin hesabını verecekler ve kendinizi apaçık ne olduğunuzu belli ettikten sonra cennetende hak isteyemiyeceksiniz...

Sonsuz hayatı bu tür necis aşağılık çıkarcı aç gözlü cimri canavarlardan temizleyecek Allahın hesabı ne büyüktür. Allah hepimizi hakikatleri görenlerden eylesin.

Konu hiiic tarafından (8. August 2010 Saat 02:29 PM ) değiştirilmiştir.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
hiiic Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (8. August 2010), Miralay (6. September 2010)
Alt 6. September 2010, 02:40 AM   #3
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Kıble

KIBLE

2/144- Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip-durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

Allah Bu Ayette İnsanlara bir şeyler anlatıyor. Akleden herkes iyi bilir ki; Gittiği yolun yaptığı işin ve davranışın doğru ve yanlış olduğunu az çok fark eder ve bilir. Ama bilemediği konularda mutlaka bir kılavuza bir yol göstericiye ihtiyaç vardır. Ayette de dikkatinizi çektiği gibi.

Allah resulünün peygamber olmadan ki konumunu Allah bize tanıtıyor. Kuranın bütünlüğü içerisinde düşündüğümüz zaman Allah resulü bir taraftan ehli kitabın yolunda olanlar, bir taraftan da puta tapıcıların yolunda olanlar, onu düşündürmekte gece gündüz yol arayışı içerisinde bulunmaktadır. Ayette geçen yüzünü göğe çevirme ifadesi sadece bilinen üstümüzde mavi bir boşluk olan uzay âlemi değildir. Aynı zamanda çevremizde olup biten yaratılmış olan her şeyin hikmetini kavrayıp çelişkisiz ve doğru bir yolu yöntemi yakalama anlamında anlamak gerekir. Tıpkı hazreti İbrahim’de ki Allah anlayışı gibidir.

6/75- Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.

Bir taraftan Hazreti İbrahim peygamber, kendi kavminden hem putları kendisine ilah edinerek müşriklerden bahsederken bir taraf tanda yöneldiği her yönde aradığı fıtrat dinini bulamamıştı. Gittiği her din anlayışı hiçbir zaman onu memnun etmemiş fıtratındaki din anlayışı gittiği yolları onaylamamıştı. İnsanların içerisinde Rabbim Allah sözünü onaylayan mutlaka bir olgu vardır. Bu yola girildiği zaman insanlar sakinleşir. Bu yola girildiği zaman insanlar ancak kurtuluşa ererler.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

İşte ehli kitap olan Yahudiler ve Hıristiyanlar bu dinden uzaklaşmışlar kendi zan ve tahminlerine göre Allahın kendilerine haram ettiği bazı şeyleri helal Allahın kendilerine helal ettiği bazı şeyleri de haramlaştırmışlardı. Ve kendi dinlerinin en doğru olduğunu bu dinlerin dışında hareket eden ve yaşayanların asla cennete giremeyeceklerini söylüyorlardı.
2/111- Dediler ki: "Yahudi veya Hıristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez." Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: "Eğer doğru sözlüyseniz, kesin-kanıtınızı (burhan) getirin."
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, bir tek dinden yoldan fıtrat dininden bahsetmektedir. Yerleri ve gökleri yaratan Allah insanların yaratılışından bu tarafa kendi dinini göndermiş olduğu peygamberler aracılığı ile gündemde tutmuştur. Her peygamberin getirdiği dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslüman’dır. Müslüman olanlar tek bir ümmet tek bir şeriat içerisindedirler.

Bu sebeple her peygamber kendisinden önce gelen peygamberleri tasdik etmiş doğrulamış ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberi de müjdelemiştir. Bu olay son peygamber gelinceye kadar devam etmiştir. Kıble kelimesi Dindeki ve ya aynı yaşam biçimine sahip olan insanların Kabullendikleri hayat tarzlarına göre yaşama biçimi demektir. İşte bu sebeple Her din mensuplarının bir kabullendikleri bir inanç ve hayat tarzları, bir kıblesi vardır.

2/145- Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her ayeti (delili) getirsen, yine onlar senin kıblene uymaz; sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı, bir kısmının kıblesine (bile) uymaz. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, o zaman gerçekten zalimlerden olursun.

Kitap verilenler ifadesiyle kuran Yahudi ve Hıristiyanları ve bu özelliğe sahip olan bütün toplumları kastetmektedir. Yani Allahtan peygamberler ve kitaplar geldiğini ahi ret âlemini kabul ettiklerini söyledikleri halde Allahtan gelmiş olan vahiy orijinli dinden saparak, zan ve tahminlerle kendi havalarından uydurdukları din mensuplarını kastetmektedir.

Ama Allah katında hüsnü kabul görecek olan din ise peygamberlerin getirdiği vahiyler çerçevesinde yaşamak ve inanmak kaydıyla tek bir yolu gösteren rabbani olan dindir. Bunun adı da İslam’dır. Kıble kelimesi, Bir Ağacın bütünü gibi dallarıyla çapaklarıyla yapraklarıyla ağacın her zerresini içine alan bir bütün gibidir. Bir başka deyişle canlı bir hayvanın organizması gibidir. Veya bir fabrika gibidir. Tüm Organlarıyla birlikte o ağaç o canlı hayvan o fabrika birlikte işlev görürler. Parçalardan bir tanesi eksik olsa o işlev görmede de eksikli olur.

İşte Kıble kelimesi İslam dininin bütün kurallarını kapsar. Namazından orucun tutuluşundan nasıl hac yapılacağından nereye namaz kılarken dönüleceğinden tutun da davranış ve yaşam biçimlerinden hiçbir eksik bırakmadan hepsini kapsayarak insanlara tanımlanmış olan hayat projesidir.

2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

Aslında Kâbe kıble mescidi haram hac namaz kelimeleri hep birbirlerinden bağımsız olarak anılmazlar. Bunların hepsi bir ağacın organları gibidirler. Ama Her ibadet kuralları kendi içlerinde ayrı ayrı bölümü ve yaşam biçimlerini oluştururlar. Örneğin insanda bir böbreğin yeri ve konumu gibi örneğin insanda bir akciğerin yeri ve konumu gibidir.

Bakara yüz kırk üçte bahsedilen iman eden Müslümanlara, mükemmel bir örneklik teşkil etmektedir. Onun söylediği her söz attığı her adım yaptığı her davranış vahyin ondaki tezahürüdür. Bu sebeple Müslüman olanların kıblesidir. Yapacağı her davranışın söyleyecekleri her sözün beynidir. Danışma merkezidir.
Bu sebeple peygamber de bir kıbledir. Bu sebeple peygamberin getirmiş olduğu vahiy orijinli dinin yaşam kaynağıdır.

İşte Kuranda bahsedilen mescidi-haram Kâbe Allahın tanımladığı şekilde özgür iradeyle hazreti İbrahim dinin yaşadığı inandığı bir hayat tarzının sembolize edilerek örneklendirilmesidir. İnsanları Allah böyle bir yaşam biçimine dönmeyi ve hayatlarına kılavuz olarak seçmelerini yönlerinizi mescidi haram yönüne çevirin diye ısrarla üzerinde durmaktadır.

2/148- Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
2/149- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
2/150- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) Her nerede olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.
2/151- Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik.
2/152- Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım. ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.
Ne acıdır ki, İslam toplumlarında bu tevhit inancı bozulmuş inananlar, ayrı ayrı ümmet ve şeraitler oluşturarak adeta birbirlerine düşman kesilmişlerdir. İşte kuran Hıristiyan ve Yahudilerin söylediklerini eleştirirken şöyle söylemektedir.
2/ 105- Kitap Ehlinden olan kâfirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.
2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.
2/107- (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.
Bakara 106. cı ayette Allahın nesh ettiği Ve daha güzelini getirdiği ayet; Hazreti Musa ve Hazreti İsa peygambere gelen vahiy orijinli helal ve haramlar değil, Vahiy orijinli dinde olmayıp da kendi zanlarınca ortaya koydukları Allahın yasaklamadığını yasak Allahın serbest etmediği bazı şeyleri kendilerine serbest ettikleri şeylerdir. Bunun Adı da kuranda islamdır.
Bu Açıklamalardan sonra Her Peygamberin örnek olarak yaşadığı hayat ve getirdikleri vahiyler, İnsanlar için, yaşadıkları hayatın mizanıdır. Ölçüsüdür terazisidir. İnsanlar hangi milletten hangi dinden hangi meşrepten gelirlerse gelsinler, İllaki yaşadıkları hayatın kaynağı peygamberlerin getirdikleri olması gerekir.
Kıble kelimesinden söz edilince bir mescit ve bir Kabe de bizde çağrışım yapmaktadır. Mescit Secde edenlerin yaşadığı hayat tarzından bahsettiği gibi aynı zamanda secde edenlerin bir araya geldiklerinde dört duvar arasını da sembolize eden, camileri ve Kâbe’yi de içine almaktadır. Ebetteki günümüzde kılınan namaz yapılan haç ve Kâbe anlayışları kuranda anlatılan namaz haç Kâbe mescit kelimelerinin anlatışından uzaktır. Dipçikler altında yapılan ibadet dipçikler altında yapılan haç Allahın tanımladığı ibadet kurallarıyla bağdaşmamaktadır.
Halis din İbrahim dini fıtrat dini Allahın peygamberlerdeki örnekliğin sansür uygulanmadan yamulup yumulmadan satıp veya gizlemeden korkusuzca pervazıca elini taşın altına koyarak Allahın tanımladığı halis dininin hayata geçirilmesidir. Maalesef İslam ülkelerinde cami hac mescit kelimesi vahyin anlatmak istediği mecradan saparak sadece şekillenmiş bir anlayıştan öteye geçememiştir. İslam kelimesi içerisinde şekillenen her kelime ondaki ruhu anlatmak istediklerini içinde barındırarak orijin halindeki yansıtan kelimedir.
9/17- Şirk koşanların, kendi inkârlarına bizzat kendileri şahitler iken, Allah'ın mescitlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır.
Adam hem Allaha ortak koşuyor. Hem namaz kılıyor. Adam hem Allah şirk koşuyor. Hem de mescitlere imam müftü vaaz göndererek şenlendiriyor. Asla Bunlar doğru değildir. Namaz kılmayı engelleyen her davranışı yapılıyor. senin camilere gidişini engelledik mi diye bir de alay ediyorlar. Allahın mescitleri Ancak Allahın tanımladığı şekilde bir hayat tarzını kabul edenlerin ve sansür uygulanmadan Allahın emirlerinin konuşulup yaşandığı yerdir.
Allahın Mescitlerini bu söylediklerimiz anlamında yürekten inanan ve bir menfaat karşılığında Allah ile yapılan yaratılıştaki ahdini asla bozmayanlar koruyabilirler ve onun ikamesini sürdürebilirler.
9/18- Allah'ın mescitlerini, yalnızca Allah'a ve ahi ret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayanlar onarabilir. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.
Evet, Allahın insanlara tanımladığı bir din ve bir yaşam biçimi vardır. Bu dine sahip olanlar ancak bu dini korurlar ve yeşermesine rıza gösterirler. Hem Allahın gönderdiği dini kabul etme hem Allahın gönderdiği yaşam biçimini kabul et.”Bu ne lahana turşusu ne perhiz” Bir vücutta iki din bulunmaz. Ya bir vücuda iman girer insan onunla hayatı şekillenir. Yada küfür şirk girer hayatı onunla şekillenir. Bir kişi hem küfürbaz hem de aynı zamanda Müslüman olamaz bu eşyanın yapısına aykırıdır. Kurana da aykırıdır.
33/4- Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip-iletir.
Evet, “Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı” Yol ikidir. İnsan ya iman eder muttaki yolda yürür neticesi cennet olur. Ya insan küfür yolunda yürür neticesi cehennemdir. Orta yolda her ikisini de götürme olayı yoktur.
9/ 107- Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescit edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir.
9/108- Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiçbir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescit, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever.
Hem Allaha karşı savaş açıyor Allahın emirlerinin yaygınlaşmasını istemiyor Hem de cami yaptırıyor. Hem de camilere imam gönderiyor. Bu zıtlık asla insanda ikisi bir arada bulunamaz. Allah ve resulünü desteklemediği halde ona aksilik savaş açtığı halde nasıl Allahın mescitlerini ayakta tutabilir.
Allahın mescidinde olanların bize fotoğrafını vermektedir. Kim iman ediyorum diyorsa bu fotoğrafın çerçevesi dışına çıkamaz. Onun aksi ne bir sözde ne de bir eylemde bulunma hakkını ona Allah vermez.
Öyleyse söylediklerimizi özetleyecek olursak, Kıble kelimesi Kuranda tanımlanan inanç ve yaşam biçiminin peygamberlerin örnekliğinde, zerreden küreye kadar, her şeyiyle kabul ederek, onu hayata geçirmek için hayata yönelmektir. Yenilmesi ve yapılması helal ve temiz olanlardan tutun da namazından orucundan haccından oturuşumuzdan kalkışımıza kadar bize şekil veren bir dine yönel erk yaşanan Allah adına dinin ta kendisidir.
Kuranianlamametodu.blogspot.com
[email protected]
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Miralay (6. September 2010)
Alt 6. September 2010, 09:55 AM   #4
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

şte Kuranda bahsedilen mescidi-haram Kâbe Allahın tanımladığı şekilde özgür iradeyle hazreti İbrahim dinin yaşadığı inandığı bir hayat tarzının sembolize edilerek örneklendirilmesidir. İnsanları Allah böyle bir yaşam biçimine dönmeyi ve hayatlarına kılavuz olarak seçmelerini yönlerinizi mescidi haram yönüne çevirin diye ısrarla üzerinde durmaktadır.

2/148- Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

2/149- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

2/150- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) Her nerede olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.

2/151- Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik.

2/152- Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım. ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.

Ne acıdır ki, İslam toplumlarında bu tevhit inancı bozulmuş inananlar, ayrı ayrı ümmet ve şeraitler oluşturarak adeta birbirlerine düşman kesilmişlerdir. İşte kuran Hıristiyan ve Yahudilerin söylediklerini eleştirirken şöyle söylemektedir.

2/ 105- Kitap Ehlinden olan kâfirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.

2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.

2/107- (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.

Bakara 106. cı ayette Allahın nesh ettiği Ve daha güzelini getirdiği ayet; Hazreti Musa ve Hazreti İsa peygambere gelen vahiy orijinli helal ve haramlar değil, Vahiy orijinli dinde olmayıp da kendi zanlarınca ortaya koydukları Allahın yasaklamadığını yasak Allahın serbest etmediği bazı şeyleri kendilerine serbest ettikleri şeylerdir. Bunun Adı da kuranda islamdır.

Bu Açıklamalardan sonra Her Peygamberin örnek olarak yaşadığı hayat ve getirdikleri vahiyler, İnsanlar için, yaşadıkları hayatın mizanıdır. Ölçüsüdür terazisidir. İnsanlar hangi milletten hangi dinden hangi meşrepten gelirlerse gelsinler, İllaki yaşadıkları hayatın kaynağı peygamberlerin getirdikleri olması gerekir.

Kıble kelimesinden söz edilince bir mescit ve bir Kabe de bizde çağrışım yapmaktadır. Mescit Secde edenlerin yaşadığı hayat tarzından bahsettiği gibi aynı zamanda secde edenlerin bir araya geldiklerinde dört duvar arasını da sembolize eden, camileri ve Kâbe’yi de içine almaktadır. Ebetteki günümüzde kılınan namaz yapılan haç ve Kâbe anlayışları kuranda anlatılan namaz haç Kâbe mescit kelimelerinin anlatışından uzaktır. Dipçikler altında yapılan ibadet dipçikler altında yapılan haç Allahın tanımladığı ibadet kurallarıyla bağdaşmamaktadır.

Halis din İbrahim dini fıtrat dini Allahın peygamberlerdeki örnekliğin sansür uygulanmadan yamulup yumulmadan satıp veya gizlemeden korkusuzca pervazıca elini taşın altına koyarak Allahın tanımladığı halis dininin hayata geçirilmesidir. Maalesef İslam ülkelerinde cami hac mescit kelimesi vahyin anlatmak istediği mecradan saparak sadece şekillenmiş bir anlayıştan öteye geçememiştir. İslam kelimesi içerisinde şekillenen her kelime ondaki ruhu anlatmak istediklerini içinde barındırarak orijin halindeki yansıtan kelimedir.

9/17- Şirk koşanların, kendi inkârlarına bizzat kendileri şahitler iken, Allah'ın mescitlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır.

Adam hem Allaha ortak koşuyor. Hem namaz kılıyor. Adam hem Allah şirk koşuyor. Hem de mescitlere imam müftü vaaz göndererek şenlendiriyor. Asla Bunlar doğru değildir. Namaz kılmayı engelleyen her davranışı yapılıyor. senin camilere gidişini engelledik mi diye bir de alay ediyorlar. Allahın mescitleri Ancak Allahın tanımladığı şekilde bir hayat tarzını kabul edenlerin ve sansür uygulanmadan Allahın emirlerinin konuşulup yaşandığı yerdir.

Allahın Mescitlerini bu söylediklerimiz anlamında yürekten inanan ve bir menfaat karşılığında Allah ile yapılan yaratılıştaki ahdini asla bozmayanlar koruyabilirler ve onun ikamesini sürdürebilirler.

9/18- Allah'ın mescitlerini, yalnızca Allah'a ve ahi ret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayanlar onarabilir. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.

Evet, Allahın insanlara tanımladığı bir din ve bir yaşam biçimi vardır. Bu dine sahip olanlar ancak bu dini korurlar ve yeşermesine rıza gösterirler. Hem Allahın gönderdiği dini kabul etme hem Allahın gönderdiği yaşam biçimini kabul et.”Bu ne lahana turşusu ne perhiz” Bir vücutta iki din bulunmaz. Ya bir vücuda iman girer insan onunla hayatı şekillenir. Yada küfür şirk girer hayatı onunla şekillenir. Bir kişi hem küfürbaz hem de aynı zamanda Müslüman olamaz bu eşyanın yapısına aykırıdır. Kurana da aykırıdır.

33/4- Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip-iletir.

Evet, “Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı” Yol ikidir. İnsan ya iman eder muttaki yolda yürür neticesi cennet olur. Ya insan küfür yolunda yürür neticesi cehennemdir. Orta yolda her ikisini de götürme olayı yoktur.

9/ 107- Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescit edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir.

9/108- Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiçbir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescit, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever.

Hem Allaha karşı savaş açıyor Allahın emirlerinin yaygınlaşmasını istemiyor Hem de cami yaptırıyor. Hem de camilere imam gönderiyor. Bu zıtlık asla insanda ikisi bir arada bulunamaz. Allah ve resulünü desteklemediği halde ona aksilik savaş açtığı halde nasıl Allahın mescitlerini ayakta tutabilir.

Allahın mescidinde olanların bize fotoğrafını vermektedir. Kim iman ediyorum diyorsa bu fotoğrafın çerçevesi dışına çıkamaz. Onun aksi ne bir sözde ne de bir eylemde bulunma hakkını ona Allah vermez.

Öyleyse söylediklerimizi özetleyecek olursak, Kıble kelimesi Kuranda tanımlanan inanç ve yaşam biçiminin peygamberlerin örnekliğinde, zerreden küreye kadar, her şeyiyle kabul ederek, onu hayata geçirmek için hayata yönelmektir. Yenilmesi ve yapılması helal ve temiz olanlardan tutun da namazından orucundan haccından oturuşumuzdan kalkışımıza kadar bize şekil veren bir dine yönel erk yaşanan Allah adına dinin ta kendisidir.

Kuranianlamametodu.blogspot.com

[email protected]
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. September 2010, 11:10 AM   #5
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart özgeçmişim

KURANDAKİ AYETLERİ KURANDAKİ AYETLERLE ANLAMAK

ÖZGEÇMİŞİM




Mersin Anamur ilçesinin, Ovabaşı köyünde 10–04–1950 yılında, altı erkek kardeşten dördüncüsü olarak dünyaya gelmişim. Babam ekmeğini çiftçilik ve bahçıvanlıkla kazanan köyün orta hallilerinden biriydi.

İlkokulu aynı köyde, ortaokul ve düz liseyi köyümüze on bir km. uzaklıkta olan ilçede güç koşullar altında, bazen yürüyerek, gidip geliyorduk. Bazen de ilçede bir ev kiralayıp, gaz lambasının ışığı altında Okumaya çalışıyorduk. Bu arada yemek yapmak ve bulaşık yıkamak, görevlerimiz arasındaydı.

Anamur lisesini bu şartlar altında bitirdikten sonra. Konya Selçuk eğitim enstütüsünün sosyal bilgiler bölümünü kazandım. Ve bu arada hem okuyor hem de Zirai donatım kurumunda memur olarak çalışıyordum. 1979 yılında okulu bitirdim.

Zirai donatım kurumunda çalışmış olduğum görevimden ayrılmadım. terfimi yükselttiler maaşım da o şartlar altında daha iyi olduğu için öğretmenliğe ayrılmayıp aynı kurumda çalışmaya devam ettim. Daha sonra 1989 yılında çeşitli nedenlerle çalıştığım kurumdan ayrıldım. Ticaret hayatına atılarak hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. Evliyim, iki kız ve bir erkek çocuk babasıyım.

Bir Taraftan da toplumdaki din anlayışı yapılan ibadet şekilleri örf ve adetler, beni düşündürüyor, ve rahatsız ediyordu. Sorumun cevaplarını yüzlerce fıkıh, tefsir, fikir kitapları okuyarak bulmaya çalışıyordum. O günlerde toplum içerisinde, gündemi oluşturan, iki yol var idi, birisi Allah’a inandığını iddia eden milliyetçilik, diğeri Komünist Rusyayı örnek edinen solculuk idi. Ben imanlı olduğum için Allah diyen yerde kendimi bulmuştum.

Ama onların inançları dinleri ve yaşam biçimleri, benim aradıklarıma uygun değildi. O günlerde olayları detayına kadar bilemiyorduk ama geleneksel de olsa bir bilgi olarak, içkinin haramlığını, kumarın ve fuhuşun yasak olduğunu biliyordum. Baktım ki Bu yasak olan şeyler bulunduğum gurup içerisinde hepsi işleniyor. Dedim ki benim yerim burası değil.

Daha sonra M.T.T.B. diye bir teşkilatla tanıştım uzunca bir zamanda orada oyalandık onlarda da bazı alimleri ilahlaştırarak.Allah’ın önüne getiriyorlardı. Benim yerim. Burası da değil ben sizin şirk Koştuklarınızdan Allah’a sığınırım. Hz İbrahimin ilah arayışı gibi ben de gerçek olan Allah’ı bulmaya çalışıyordum.
6/78- Sonra Güneş’i (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: “İşte bu benim Rabbim, bu en büyük” demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: “Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.”

679- “Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.”

İşte Hazreti İbrahim peygamberin yaptığı gibi, ben yüzümü yerleri ve gökleri yaratan Allah’a çevirdim. Allah da beni Kuran ile tanıştırdı. Yıl 1980 idi. Kendi kendime şu soruyu sordum. Mademki bu dinin kaynağı orjinali kurandır. Neden biz bu dini kurandan değil de kuranı anladım diyen veya kurandan anlattığını iddia edenlerden öğrenelim?

İşte O zaman uyandım. ya Allah Ya bismillah dedim ve kuranın tercümesinden okumaya başladım. Arapça bilmek ve kuranın orjinalinden okuyup kendim tercüme edebilsem bu daha güzeldi. Ama Kuranın dilini çözmek kuranı anlamak ayrı bir ilim, Arapça bilmek ayrı bir ilimdir.

Bütün ilimleri bilmek Allah’a mahsustur. Ancak her ilimi öğrenmeye insan ömrü yetmez. Ben ömrümün şimdiye kadar, olan otuz yıla yakın bir zamanını kuranın dilini tercüman aracılığı ile çözmeye çalıştım. Allah Ondan Razı olsun.

Mütercimlerden Ali Bulaç Bey kardeşimizin tercüme edilmiş kuranını genelde kendime temel aldım. Ama diğer tercüme edilmiş meallerle de karşılaştırdım. Yer yer o da tercüme ederken hatalar yapmış ama genelde kendi yorumlarını parantez içerisine alarak, Ayetlerin tercüme ederken orjinalinden sapmamaya gayret göstermiş. İyi bir Kuran anlayıcısı eğer kuranın anlatım sanatını kavrayabilmişse Arapça bilmese bile, yanlış tercüme edilmiş bir ayeti kuranın anlatım ritminden hemen anlar.

Beni en çok etkileyen ayetlerden biri Rum suresinin otuzuncu ayeti oldu.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Bu Ayet bana kuranla kuranın, kâinatla kâinatın ve kuranla kâinatın çelişmediği Allah’ın verdiği Akılla çelişkisizliğini yakalayıp hayata uygulanan bir hanif dinini öğretti. Bir Taraftan böyle bir dinin temellerini atarken, bir taraftan da bütün peygamberlerin çektiği, ekenomik koşulların verdiği sıkıntılar benim de yakamı bırakmadı.

Adamın yaptığı gibi, elinde kitap, ayağının altında hamur teknesi arkasında tuluk, hoplayıp duruyor. Bunu gören bir tanesi soruyor. Nedir bu hal? Adam anlatıyor. Ayağımla hamur yoğuruyorum. Ekmek yapmak için. Elimde kuran var Allah’ın bana gönderdiği dini öğreniyorum.

Arkamda tuluk var onunla yoğurdu yayıp yağ ve ayran yapacağım. Deyince o da diyor ki; neden bunların hepsini birden yapmaya çalışıyorsun.? Tek tek yapsana Deyince, adam da diyor ki. “Zaman Dar Yapılacak iş çok” İşte bizim ki de onun gibi, bir taraftan Allah’ın dinini öğrenmeye çalışırken bir taraftan da, ekmek kazanılıp yaşanılacaktı.

İşte böyle bir dini yani Allah’ın Her Örnekten bir örnek verdiği,

30/58-“ Andolsun, Biz bu Kuran'da insanlar için her örneği gösterdik.Şüphesiz, sen onlara bir ayetle geldiğin zaman, o inkâr edenler, mutlaka: "Siz ancak muptil olanlardan başkası değilsiniz" derler.”

Hiçbir eksiğin bırakılmadığı,

6/38- “Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.

Ve kurandan hesaba çekileceğimiz

43/44- Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.

Diye Allah’ın söylediği Bir kitap var elimizde. Bizi yani iman edenleri Ancak dosdoğru yola götüren, bize rehberlik eden o kitaptır.

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

İşte ben Allah’ın insanlara sunduğu bu hanif dinini, fıtrat dinini İbrahim dinini buldum. Herkesin arayıp da bulamadığı din budur. benim adım Müslüman. ben ne bir mezhepten ne bir cemaatten ne bir partiden, ne de herhangi bir guruptan değilim. Ben insanları Allah’a çağırıyorum.

41/ 33- Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?


İşte ben insanları Allah’a çağırmak için yıllarca uyutulmuş kandırılmış insanları uyandırmak gerçek Allah’ın sunduğu dini sunmak için yola çıktım. İlk olarak Kuranın Anlaşılmasına doğru kitabımı internette yayınlamaya başladım. Allah Hata yaptıysam sizlerin eleştirileriyle benim Yanlışlarımı düzeltsin. Doğrularım Allah’a yanlışlarım da bana aittir.

E Mail [email protected]

g mail [email protected].

Web. Kuranianlamametodu.blogspot.com


İş Tel: 03248147885

Ali Rıza Borazan

Mersin- Anamur
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. September 2010, 11:13 AM   #6
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Kuranı anlamada temel esaslar

KURANI ANLAMADA TEMEL ESASLAR

Kuran: Yerlerin ve gökerin Rabbi olan Allahın, halife olarak yaratılan insanlardan kendisine duyarlı olanlara dünya hayatında nerde nasıl en güzel bir davranış sergilenceğini anlatan bir hayat kitabıdır. Bir başka deyişle, Allahın insanlara sunduğu hayat projesidir.

Allahın insanlara sunduğu bu projeyi anlamak onun dilini kavramak çözmek için Kuranda kullanılan kelime ve ayetlerin ne anlama geldiğini kurandan öğrenmek lazımdır.

Her dilede olduğu gibi kuranda da iki anlatım vardır. Kuran buna Müteşabih ve muhkem ifadesi kullanıyor. Ama edebi sanatlar bu anlatım sanatlarına gerçek anlatım ve değişmeceli (mecazi) anlatım diye tanımlamaktadırlar. Şimdi önce edebiyatta kullanılan sanatları ansiklopedik bir bilgi olarak vermeye çalışalım

EDEBİ SANATLAR HAKKINDA ANSİKLOPEDİK BİR BİLGİ

Edebi Sanatlar hakkında ansiklopedik bilgi
Edebi Sanatlar mana üzerinde oyunlar yapıp, sözü güzelleştirme yolları. Edebi eserlerde mana ve fikri daha iyi anlatmak, açıklamak, zevkle okunmasını sağlamak ve ifadeyi temin etmek için yapılır.


Bir dildeki kelimelerin iki manası vardır. Bunlara hakiki ve mecazi manalar denir. Kelimelerin her zaman öz manalarında kullanılması Özellikle edebi eserler için kusur sayılır. Ayrıca hakiki manalar, her zaman duygu ve düşünceleri, hayalleri anlatmaya yetmez.

Bu yüzden edebi sanatlar bütün dünya edebiyatlarının her döneminde kullanılmıştır. Türk edebiyatında, Özellikle divan edebiyatı sanatkârları bu sanatlara yer vermiş, istedikleri sanatı yapabilmek için hususi gayret sarf etmişlerdir.

Son devir Türk edebiyatında istisnalar hariç söz sanatlarından vazgeçilmemiştir. Bir edebi eseri zevkine vararak okumak ve yazarının anlatmak istediğini tam anlayabilmek için diğer bilgilerin yanı sıra edebi sanatları da bilmek gerekir.


Edebi sanatlar, zihni faaliyet mahsulü olmaları dikkate alınarak; a) Heyecana bağlı sanatlar, b) Fikre bağlı sanatlar şeklinde sınıflandırılabileceği gibi, bir ifade içinde yaptıkları vazife temel alınarak da 1) Mecazlar, 2) Manaya ait sanatlar, 3) Söze ait sanatlar şeklinde de gruplandırılabilir.


Bu ikinci gruplandırmaya göre mecazlar bölümünde teşbih, istiare, mecaz-ı mürsel, kinaye, ta’riz, teşhis ve intak, tecahül-i arif, hüsn-i ta’lil, mübalağa ve tezat yer alır.


Manaya ait sanatlar arasında, tenasüb ve iham-ı tenasüb, leff ü neşr, terdid, aks, tekrir, nida, rücu, kat’, sehl-i mümteni, istifham, muamma-lügaz iltifat, irsal-i mesel, tazmin ve iktibas gibi sanatlar vardır.


Söze ait sanatlar grubunda da; iştikak, kalb, iade, icaz, cinas, tersi, seci, aliterasyon sayılabilir.


Edebi sanatların en çok kullanılanları şunlardır:


Teşbih (benzetme): Aralarında benzerlik bulunan iki şeyden zayıf olanı kuvvetli olana benzetmeye denir. Edebiyatta çokça kullanılır. Bir teşbihte en az iki, en çok dört unsur bulunur. Bunlardan benzeyen ile kendisine benzetilen esas unsurlar (öğeler) olup, benzetme edatı ile benzetme yönü yardımcı unsurlardır.

Öğe sayılarına göre teşbihler, unsurların hepsi ile yapılan tam teşbih, esas unsurlarla yapılan beliğ teşbih, benzetme yönü söylenmeden yapılan mücmel teşbih, benzetme edatı söylenmeden yapılan müekked teşbih denilen kısımlara ayrılır.

Tam teşbihe Örnek:


Mehmetçik cesaret ve kahramanlıkta aslan gibidir.


Benzeyen: Mehmetçik


Kendisine benzetilen: Aslan


Benzetme yönü: Cesaret ve kahramanlık


Benzetme edatı: Gibi


Beliğ teşbihe Örnek:


Mehmetçik aslandır.


Benzeyen: Mehmetçik


Kendisine benzetilen: Aslan


Mücmel teşbihe Örnek:


Mehmetçik Aslan gibidir.


Benzeyen: Mehmetçik


Kendisine benzetilen: Aslan


Benzetme edatı: Gibi


Müekked teşbihe Örnek:


Mehmetçik cesaret ve kahramanlıkta aslandır:


Benzeyen: Mehmetçik


Kendisine benzetilen: Aslan



Benzetme yönü: Cesaret ve kahramanlık


İstiare: Benzetme, yalnız benzeyen veya kendisine benzetilenle yapılırsa istiare sanatı ortaya çıkar. Bu da kendisine benzetilenle yapılıyorsa açık istiare, yalnız benzeyenle yapılıyorsa kapalı istiare olmak üzere ikiye ayrılır:

Açık istiareye Örnek:


Ağaçlar sonbaharda elbiselerini soyunur.


Kendisine benzetilen: Elbiseler
Bu cümlede “elbiseler” kelimesi “yapraklar” yerine kullanılmıştır.

Kapalı istiareye Örnek:

... Dönerken inleyen tekerlekler.

Benzeyen: Tekerlekler

Burada tekerleklerin dönerken çıkardığı sesler, hasta bir insanın inlemesine benzetilmiştir.

Mecaz-ı mürsel: Benzetme maksadı gütmeden bir kelime veya ibareyi öz manalarında kullanılmayacak şekilde ifade etmeye denir.

Örnek: “Derse girildi.” denildiğinde, ders söylenip, dersin yapıldığı yer olan dershane kastedilmiştir. Yine “Ateşi yak.” sözüyle, kömür odun vb. gibi şeylerin yakılmasının kasdedilmesi de mecaz-ı mürseldir.

Kinaye: Hem hakiki, hem mecaz manası anlaşılabilen sözdür. Biri için “Açıkgöz” denildiğinde, hakikat manası olan, o kimsenin gözünün açık olduğu anlaşıldığı gibi, mecaz manası olan zeki ve becerikli olduğu da anlaşılır. Bu sözde kasdedilen mecazi manadır.

Ta’riz:Bir sözün anlaşılan manasının tam tersini kastetmektir:

Örnek:

Tersinden Öğüt

Her nere gidersen eyle talanı,
Öyle yap ki ağlatasın güleni,
Bir saatta söyle yüzbin yalanı,
El, bir doğru söz seylerse inanma.

Yusufelili Huzuri

Şair bu kıta’nın her mısrasında tariz sanatı yapmış, asıl söylemek istediğinin tam tersini ifade etmiştir.

Teşhis ve İntak: Teşhis, insan olmayan varlıklara insanların yaptığı işleri mecazi olarak yaptırma; intak da bu varlıkları söyletme, konuşturma sanatıdır.

Örnek:

Testi ile Güğüm

Güğüm bir gün testiye,
“Yola çıkalım” dedi.
Testi “Korkarım” dedi.
Evde kalmak istedi.

Çünkü onu en küçük,
Bir vuruş hemen kırar.
Güğüme, boynu bükük,
Dedi ki “Hakkınız var.”

“Sizin deriniz benden,
Çok daha fazla sağlam.
Siz gidiniz fakat ben,
Size yoldaş olamam.”


Burada testi ve güğüm gibi iki varlık, insanlar gibi davrandırılarak teşhis, konuşturularak da intak sanatı yapılmıştır.


Tecahül-i arif: Bilinen bir şeyi bilmiyormuş gibi görünerek yapılan sanata denir. Çeşitli sebeplerle doğrudan doğruya söylenmek istenmeyen bir söz bu şekildeki ifade ile daha etkili olur. Ayrıca nükte yapmak için de çok sık kullanılır.

Örnek:

Beli bükülmüş bir ihtiyar bir gün yolda oturmuş, dinleniyormuş. Onun böyle yere eğilmiş gibi duruşunu anlamamazlığa gelen bir genç; “Ne o efendibaba, bir şey mi arıyorsun?” diye sormuş. İhtiyar, gencin bu ta’rizini anlamamış görünerek; “Evet oğlum, gençliğimi kaybettim. Onu arıyorum.” diye cevap vermiş.

Burada ihtiyarın cevabında tecahül-i arif sanatı yapılmıştır.


Hüsn-i ta’lil: Bir olayın meydana gelişini gerçek sebebinden farklı olarak hayali ve daha güzel bir sebebe bağlama sanatına denir. Özellikle divan şairleri tarafından çok sevilir.


Örnek:

Su Kasidesi’nden


Hak-i payine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taştan taşa vurup gezer avare su


Fuzuli

(Su, hazret-i Peygamberin ayağını bastığı toprağa kavuşmak için, ömür boyu başını taştan taşa vurarak gezmektedir.)


Bu beyitte, suların taşlar arasında sağa sola çarparak akıp gitmesi hadisesi normaldir. Fakat şair onun akışını, Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğu çok büyük aşk ve hasret sebebiyle, O’nun ayağının bastığı toprağa kavuşabilmek için bir çırpınış sebebine bağlayarak hüsn-i ta’lil sanatı yapmıştır.

Mübalağa: Övmek veya yermek için bir hususun abartılarak söylenmesi sanatıdır. Duygu ve düşünceler bu sanatla kuvvetlendirilmek istenir. Ancak, zevk ve incelikten mahrum, kaba ve hoş olmayan ölçüsüz çeşitleri, ters etki bırakır ve sevilmez.


Örnek:

Öyle zaif kıl tenimi firkatinden kim
Vaslına mümkün ola yetürmek saba beni


Fuzuli

(Ayrılığınla vücudumu öyle zayıflat (saman çöpü gibi et) ki, sabah rüzgarının beni sana ulaştırması mümkün olsun.)


İnsan, ne kadar zayıflarsa zayıflasın, hafif esen sabah rüzgarının onu havalandırıp bir yere götürmesi düşünülemez. Böyle olmasına rağmen, beyitte vücudun rüzgarın götürebileceği kadar zayıflamasının istenmesi mübalağadır.

Tezad: Aralarındaki bir alakadan dolayı birbirine zıd manaları, bir ifadede toplamaktır.

“Bir evde ayş ü şadi bir evde ye’s ü matem” mısraında sevinç ve neşe manasına olan ayş ü şadi ile ye’s ü matem manaca birbirine zıd olup, aralarında tezat sanatı meydana gelmiştir.


Tenasüb: Manaca birbirine uygun kelimeleri bir arada zikretmektir. Divan edebiyatında çok kullanılan bu sanata “müraat-ı nazir”, “telfik ve tevfik” gibi isimler de verilir.


Örnek:

Siper et sinemi, gel hançer-i azara gönül
Böyledir resm-i mahabbet buna yok çare gönül


Beytinde siper, sine, hançer-i azar kelimelerinin birbirine fikir ve manaca uygunluğu neticesinde tenasüb sanatı ortaya çıkmıştır. Ayrıca aşağıdaki beyit de iham-ı tenasüp için iyi bir örnek teşkil eder. İham-ı tenasüpte kullanılan kelimelerin başka manaları da olabilir.


Pek uçurma bildiğim kuştur benim bağban
Bülbülün gülzar-ı alemde hezarın görmüşüz


Nabi Efendi


Burada “uçurma” ile “kuş” ve “bülbül” ile “hezar” kelimeleri ayrıca başka anlamlar ifade ederler. “Uçurma” kelimesinde kuş uçurmanın dışında “yüksekten atma, mübalağa etme”, “hezar” kelimesinde ise “bin” manasının dışında “bülbül” manası ile karşılaşılır. Böylece iham-ı tenasüp yapılmış demektir.

Gerçekte mana;


“Bahçıvan; bildiğim o kuşu pek fazla uçurma. Biz alemin gül bahçesinde bülbülün binlercesini görmüşüz.” demektir.


Beyitte geçen kuş, bülbül ve uçurma kelimeleri kendi aralarında; gülzar (gülbahçesi) ve bağban (bahçıvan) kelimeleri de gene aralarında mana yönünden ilgili olduklarından tenasüp sanatı vardır.


Tevriye: Yakın ve uzak olmak üzere iki manası olan bir sözün bir nükteden dolayı uzak manasının kastedilmesidir.


Sordum didiler ahbab
Semt-i vefada doğru yoldadır


Semt-i vefa, yakın manasıyla yarin bulunduğu yeri, uzak manasiyle, sadık ve vefakar olduğunu ifade eder. Yine doğru yoldadır, sözünün yakın manası yarin evinin semtinde dosdoğru yol üzerinde olduğuna, uzak manası ise, sevgilinin iffet sahibi olduğunu gösterir. Şair her ikisini de uzak manaları ile kullanmıştır.

Tekrir: Manaya güç kazandırmak maksadıyla bir veya birkaç kelimenin ısrarla tekrar edilmesidir.


Örnek:

Esselam ey zat-ı pak-ı Mustafa
Esselam ey nur-ı iman esselam
Esselam ey sahib-i lütf ü kerem
Esselam ey kan-ı ihsan esselam


Necati

Şair, Hazret-i Peygamber için yazdığı bu şiirinde esselam kelimesini devamlı tekrar ederek tekrir sanatı yapmıştır.


Rücu: Önceden söylenen fikri sonra reddediyor veya değiştiriyor görünerek aslında onu kuvvetlendirme sanatıdır.


Örnek:

Makber, makber değil bir türbe


Abdülhak Hamid


Şair bu sözüyle, mezar manasına gelen makberi reddediyor görünerek gene mezar olan, fakat hususi şekilde saygı gösterilen mezarların ortak ismi olan türbe kelimesini söyleyerek ilk sözünü kuvvetlendiriyor ve rücu sanatı yapıyor.

Kat’ (kesme): Üslubun daha etkili olması için sözü okuyucunun sonunu tahmin edebileceği bir yerde kesmeye kat’ denir.


Örnek:

Birinde rüya tadı;
Biri kan içen cadı.
İkisinin de adı;
Ömürden bir gün... heyhat...


Enis Behiç Koryürek


İstifham: Üslubun daha etkili olması için sözü soru şeklinde düzenlemeye istifham denir.


Örnek:

Sormayın; Kays ile Leyla neyidi.
Biri mecnun, biri mecnuneyidi.


arif NihatAsya


Nida (ünlem): Dikkat çekme ve heyecan bildirmek için başvurulur. “Ey, oy, vay, hey...” gibi kelimeler ve noktalamada (!) işareti ile gösterilir.


Örnek:

Sabah Ezanı
“Uyan!” diyen o güzel
Nidaya aç odanı
Açıp, güzelliği en
Güzel çağında tanı;


Vakit ki seher vakti,
Ezan sabah ezanı!


Uyan ey arif, uyan;
Uyar uyuklayanı,
Ki yerlerle gök-şimdi-
Ezanların vatanı:


Vakit ki seher vakti,
Ezan sabah ezanı!!


arif Nihat Asya


Sehl-i mümteni: İlk bakışta yapılması kolay görünen, denendiği zaman güçlüğü anlaşılan ve benzeri yapılamayan sade üsluplu eserleri teşekkül ettiren sanata sehl-i mümteni denir. Bu sanatla yazılan eserlerin dili sade ve sanatsız olduğu için aynı değerde eserin yazılabileceği sanılır. Fakat denendiği zaman benzerinin bile çok zor olduğu anlaşılır. Bu sanatla yazılmış en Ünlü eser Süleyman Çelebi’nin Mevlid’idir.


Örnek:

Mevlid’den

Allah adın, zikredelim evvela
Vacib oldur, cümle işde her kula


Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi asan eder Allah ana


Allah adı olsa her işin önü
Her giz ebter olmaya anın sonu


Süleyman Çelebi


Telmih: Söz arasında herkes tarafından bilinen bir olayın, adını kahramanı veya yerini söyleyerek olayın tamamını hatırlatmaya telmih denir.


Örnek:

İlahi

Ey dost senin yoluna
Canım vereyin Mevla
Aşkını komayayın
Od’a gireyin Mevla


Yunus Emre


Yunus Emre “Od’a gireyin” sözü ile İbrahim Peygamberin aleyhisselam ateşe atılması olayını hatırlatıyor. Böylece telmih sanatı ortaya çıkıyor.


Muamma-lügaz: Edebiyatta manzum bilmece demektir. Edebiyatımızda başlı başına bir şekil olarak görünür. Anonim halk edebiyatındaki bilmeceler sorulu-cevaplı veya yalnız soru şeklinde düzenlenen söz ve zekâ oyunlarına dayalı bir nazım şeklidir. (Bkz. Bilmece)


Örnek:
Tren gelir İS diye
Makinist vurur TAN diye
Kömürcü küreği kaybetmiş
Kondüktör bağırır BUL diye


Bu dörtlükte bilmece şeklinde verilen “İstanbul” kelimesidir.


İrsal-i mesel: Yazılı ve sözlü anlatımlarda atasözü ve vecize kullanmaya denir.

Örnek:

Affeyleyelim belki bilmez


“Bir sürçen atın başı kesilmez”


Şeyh Galip


Tazmin: Nazımda başkasına ait bir şiir parçasını kullanmaya denir.

Örnek:

Bir devri lanetiyle boğan şairin “Sis”i
Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi
Hülyama bir eza gibi aksetti bir daha
“-Örtün. Müebbeden uyu. Ey şehr!...” o beddua;
Hayır, bu hal uzun sürmez, sen yakındasın,
Sıyrıl beyaz karanlık içinden, pırıl pırıl
Berraklığında bilme nedir, hafta, ay ve yıl.


Yahya Kemal Beyatlı


Şair şiirinde Tevfik Fikret’in “Sis” şiirinin ismine ve aynı şiirden” -Örtün. Müebbeden uyu. Ey şehr!...” ifadesine yer vermiş; böylece bir yandan cevap verirken, diğer yandan da tazmin yapmıştır.


İktibas: Manayı kuvvetlendirmek ve sözü süslemek için şiir veya nesre, ayet-i kerime ve hadis-i şeriften birini katmaktır. İktibas müstahsen (güzel görülen) ve müstehcen (kötü görülen) olmak üzere ikiye ayrılır.


Müstahsen iktibas: Şiir veya nesir ile alınan ayet-i kerime ve hadis-i şerif arasında uygun düşmeyen, manası okuyucu ve dinleyici üzerinde hoş bir tesir bırakan iktibastır.


Bu kadar cürmü seyrettim ki
Rahmet ümmidimin budur sebebi
Ki buyurmuş Hüdayı azze ve cell
“Sebakat rahmeti ala gadabi”
Son mısra; “Rahmetim gadabımı geçmiştir.” mealindeki hadis-i kudsidir.

Müstehcen İktibas: İslam adabına uymayan bir ibarede, ayet-i kerime ve hadis-i şerifin alınması kötü sayılmıştır.


Aks: Bir terkib, cümle veya mısranın son kısmını başa, baş kısmını sona getirmek suretiyle başka bir terkib, cümle veya mısra teşkil etmektir.

Örnek: adat-us-Sadat isim tamlamasında, iki taraf arasında akis yapılarak, “adat-us-Sadat Sadatül adat” (Büyüklerin adetleri, adetlerin büyüğüdür.) cümlesi meydana gelmiştir. “Kelam-ı kibar, kibar-ı kelamdır.” da aksın bu kısmına Örnekdir.

Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var, mısraı ile:


Tahsil-i hüner vakti, hengâm-ı civanidir.
Hengâm-ı civanidir, tahsil-i hüner vakti


Beyti de mısranın tekrarı ile olan akse Örnekdir.


İştikak: Aynı kökten türetilmiş kelimeleri bir arada kullanmaya denir.


Örnek:

Zulmü alkışlayamam zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem


M. Akif Ersoy


“Zalim” kelimesi “zulm” kökünden türetilmiş ve ikisi bir mısrada kullanılmıştır.

İade: Her beytin son kelimesini bir sonraki beytin ilk kelimesi olacak şekilde kullanmaya denir


Örnek:

Defter-i a’malümün hattı hatadandır siyah
Kan döker çeşmim hayal ettikçe hevl-i mahşeri
Mahşeri eşküm virür seylaba ger ruz-i ceza
Olmasa makbul-ı dergâhın sirişküm gevheri
Gevheridür aşk bahrınun Fuzuli ab-ı çeşm
Lik bir gevher ki lutf-ı Hak anadur müşteri


Fuzuli

icaz: Az sözle çok duygu ve düşünce anlatmaya denir. Her kişinin, her sanatkârın kolaylıkla yapabileceği şey değildir. İnsanlar tarafından benzeri hiç söylenemeyen Örnekleri de vardır. Bunlar Kur’an-ı kerimin bütün ayetleridir. Hadis-i şerifler gibi de hiçbir kimse söyleyememiştir. Bu sanatta mana derinliği vardır.

Örnekler:

Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Kanuni Sultan Süleyman


Avazeyi bu âleme Davud gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş


Baki

Muraat-ı nazir: Fikri bir sebepten, mahiyetlerindeki bir hususiyetten dolayı, manaları arasında bir ilgi bulunan kelimelerin aynı ifadede toplanmasıdır. Buna cemiyyet, tenasüb, telfik, tevfik, itilaf da denir.

Siper it sineni gel hançer-i azara gönül
Böyledir, resm-i mahabbet buna yok çare gönül


Burada, siper ile hançer arasında fikri bir alaka vardır. Saplanmak istenen hançere karşı siper lazım geldiği gibi, siper de hançer ve benzerlerine karşı korunmak için kullanılır.


İstihdam: İki manası olan bir sözün kendisiyle bir manasını, zamiriyle diğer manasını ifade etmek sanatıdır. Bu tarif Arap edebiyatı kitaplarına göredir. Muallim Naci bunu, Türk dili şivesine aykırı görüyor, yerine; bir sözü, delalet ettiği iki manayı birlikte kast ile herbirini uygun yöne sarf etmek şeklinde bir tarif yapıyor.


Ayağa düş dilersen, başa çıkma
Anınla başa çıkar cam-ı sahba


beytinde ilk mısrada ayak, insan uzvudur.İkinci mısrada bu kelime “anınla” zamiri ile temsil ediliyor; burada da kadeh manasına geliyor. Muallim Naci tarifine şu Örneki veriyor:


Bahar erdi, açıldı sevdiğim hem fasl-ı dey, hem gül.


Bu mısrada açıldı kelimesi, hem kış manasına gelen dey’e hem de gül’e ait açılmayı ifade ediyor. Birincisinde uzaklaştı, ikincisinde çiçek açıldı manasına geliyor.

Cinas: Nazımda sesleri (yazılışları) aynı, manaları ayrı en az iki kelimeyi kafiye olacak şekilde kullanmaya denir.


Örnekler:

Varı yok, yoğu var iden “Ol” durur,
Dünyada her olanı “Ol”, oldurur.
Her nefeste eyledik yüz bin günah
Bir günaha etmedik hiç bir gün ah


Süleyman Çelebi


Kara gözler, kara gözler
Kararmış kara gözler
Gemim deryada kaldı
Yelkenim kara gözler


Anonim Halk Edebiyatı


Seci: Cümle ve cümleciklerdeki kelimelerden birini, bir kaçını veya tamamını kafiye teşkil edecek şekilde tertiplemeye denir.


Örnek:

Hak tebareke ve teala, nitekim anın dinini müebbed ve şer’ini muhalled ve milletini haşre dek dayim ve ümmetini kıyamete değin kayim eyledi.

Sinan Paşa


Alliterasyon: Bir ibarede belirli ses ve hecelerin tekrarlanmasına denir. Böylece ahenkli bir söyleyiş meydana getirir.


Örnek:

Dest-busi arzusuyla ölürsem dustlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su


Fuzuli

bu beyitte 7 defa “s” sesi, 8 defa “u” ve 5 defa “l” 2 defa “t” sesleri tekrarlanmıştır.

Celaleddin-i Rumi’den dehen tolup olup pür fen
Bilüp ahbar-ı ahbarı tolı esrar-ı didaram


beytinde de aynı durum vardır ve sesler aşağıda görüldüğü gibi tekrar edilmiştir:

C(1), e(6), l(6), a(8), d(5), i(5), r(7), u(2), m(2), d(6), n(4), h(3), t(2), o(3), p(4), ü(2), f(1), b(3), ı(3), s(1).


Bir diğer beyitteki alliterasyon sanatı da şöyledir:


Aman ya Rabbi el-aman ne müşkülmüş ahir zaman
İki yüzlüler çoğaldı pek azaldı namaz kılan


a(15), m(6), n(6), y(2), r(3), b(2), i(4), e(4), l(7), ü(5), ş(2), k(2), h(1), z(4), ç(1), o(1), d(2), ı(3), p(1)
.

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi



ŞİMDİ DE TÜRK DİLİ VE EDEBİYATINDA KULLANILAN DEYİMLERDEN ALINTI YAPALIM
Türk Dili ve Edebiyatı

-A-
Abacı kebeci: Olur olmaz kimseler, ne olduğu belirsiz kişiler
Abanmak: Birine yük olmak, onun sırtından geçinmek
Acemilik etmek: Düşüncesizce hareket etmek
Açık bono vermek: Bir kimseye, istediği gibi davranma yetkisi vermek
Adama benzemek: Düzelmek, göze hoş görünmek
Af buyurunuz: Özür dilemeyi ifade eden bir deyim
Agop'un kazı gibi yutmak : Önüne konulan her yemeği çabuk yemek
Ağız gevşekliği : Sır tutmamak hali
Ah edip eh işitmek : Daima feryat etmek
Ak sakaldan yok sakala gelmek : Çok yaşlanmak
Alavere dalavere :
Allah hakkı için (söyle) : Doğruyu söylemesi istenen kimseye verilen söz
Amma da yaptın (haa)! : Olmayacak bir şey söyledin anlamında.
Arabayı düze çıkartmak : Sonunda işini kolaylaştırmak
Astarı yüzünden pahalı : Gerçek değerinden fazlaya mal olmak
Aşüftelik etmek : Hafif ve işveli davranmak
Atma Recep din kardeşiyiz : Biz birbirimizin ne olduğunu biliriz' anlamında kullanılır.
Ayvaz kasap hepsi bir hesap : Hepsi aynı hesaba geliyor anlamında.
Azrail olmak : Çok korkulu ve zorba olmak
-B-
Baba,baba değil iskele babası : Saygı duyulmayan,hayırsız baba
Başına feleğin tokmağı inmek : Bir felakete uğramak
Bela aramak : Kavga sebebi yaratmak.
Ben sarhoş,yolcu sarhoş : Herkesin garip bir tutum içinde bulunduğunu anlatmak için kullanılır.
Beyni sulanmak : Bunamak.
Bıyıkları balta kesmez olmak : Güçlü olmak,kimseden korkmamak
Bızdık : Ufak çocuk
Binin yarısı beş yüz o da ben de yok : Düşünceli kimseleri avutmak için teselli mahiyetinde söylenir.
Bir avuç toprak olmak : Ölmek
Bir çırpıda : O anda
Boşlamak : İlgisiz davranmak,ilgiyi kesmek
Boyunun ölçüsünü almak : Biri tarafından ağzının payı verilmek
Bulanık suda balık avlamak : Karışıklıktan yararlanıp menfaatini kollamak
Burnu kokuyu iyi almak : Her şeyi önceden sezmek
Büyüklük göstermek : Bağışlamak
Büyük söylemek : Övünmek
-C-
Cafer ağanın abdest suyu : Tatsız,tuzsuz
Caka yapmak : Gösteriş yapmak
Cana işlemek : Çok tesir etmek
Can atmak : Çok istemek
Can ciğer : Samimi
Candan yanmış : Adamakıllı tutulmuş
Canı burnuna gelmek : Bir işte çok eziyet ve sıkıntı çekmek
Canını şeytana satmak : Kötü işlerle uğraşmak
Canın sağ olsun : Bir ziyan için söylenen teselli sözü
Ceddine okumak : Soyuna sövmek
Ceffel kalem etmek : Hemen hüküm vermek
Cephe almak : Düşmanca hal takınmak
Cıcığı çıkmak : Çok hırpalanmak
Ciğeri beş para etmez : Değersiz kişi
Cihan alem bilmek : Herkes tarafından bilinmek
Cin fikirli : Çok zeki,açıkgöz
Cumbadak dalmak : Ani olarak girmek,dalmak
Curcuna koparmak : Gürültüyle çevreyi karıştırmak
Curcunaya kalkmak : Kavga ve gürültü çıkarmaya kalkmak
-Ç-
Çabalama kaptan ben gidemem : Boşuna çabalama anlamında.
Çaçaron : Kavgacı,şirret
Çağı geçmek : Yaşlanmak
Çala kalem : Durmaksızın yazarak
Çehresi atmak : Rengi sararmak
Çehre uzatmak : Küsmek,somurtmak
Çek arabanı : Defol anlamında
Çeşnisine bakmak : Lezzetine bakmak
Çevir kazı yanmasın : Sözünü çeviren kimseler için söylenir.
Çıkmaz ayın son çarşambası : Belirsiz ve uzak zaman
Çiğ süt emmiş olmak : Soysuz ve namussuz olmak
Çileden çıkmak : Hiddetlenerek sabrın taşması
Çizmeden yukarı çıkmak : Haddini bilmemek
Çoban kulübesinde padişah rüyası görmek : Durumuna uygun düşmeyen büyük ve olmayacak hayallere kapılmak
Çorbada tuzu bulunmak : Emeği geçmiş olmak
Çömlek hesabı : Baştan savma hesap
Çöpçatan çatmak : Kısmet olmak
Çürük tahtaya basmak : Umduğunu bulamamak,aldanmak
-D-
Dağarcıkta bir şey kalmamak : Her şeyi yitirmek
Dalavere : Oyun,hileli iş
Davulu yarık : Sır saklamayan,önüne gelene içini döken
Dekbaz : Hileci
Demir gibi olmak : Sağlam ve sıhhatte olmak
Devede kulak : Kıyaslanan şeyler arasındaki orantısızlığı belli etmek için kullanılır.
Dırdır etmek : Yerli yersiz söylenip durmak
Dikili ağacı olmamak : Malı mülkü olmamak
Dili çetrefilli olmak : Rahat ve düzgün konuşamamak
Dilini zaptetmek : Konuşmamak
Dişini sökmek : Zararsız hale getirmek
Dokuz doğurmak : Korkudan ve heyecandan bitmek
Dolmaları yutmak : Kanmak,aldanmak
Dostlar alışverişte görsün : Laf olsun diye iş yapanlar için söylenir.
Döner taşım yok,öter kuşum yok : Hiçbir şeye sahip olmamak
Dört dirhem bir çekirdek : Şık giyimli kimse
Dudukuşu : Geveze
Dümen suyundan gitmek : Karşısındakinin huyuna göre davranmak
Dünyaya kazık kakmak : Ölmemek
-E-
Ebussuut Efendi'nin gelini : Eski moda giyinen kadın
Eceline susamak : Tehlikeli işlere girişmek
Edepsizliği gündeliğe takılmak : Edepsizliği alışkanlık haline getirmek
Efendilik yapmak : Saygılı hareket etmek
Efendizadem : Beyim anlamında bir hitap
Eğrisi doğrusuna gelmek : Uygunsuz yapılan işin tesadüfen uyumlu bitmesi
Ekmeği dizinde : Nankör
Elemtere fiş kem gözlere şiş : Nazar değmesin anlamında
Eli çabuk : Tez iş gören
Emeği geçmek : Bir işin yapılmasında yardımcı olmak
Ensesinde boza pişirmek : Çok eziyet çektirmek
Ermeni gelini gibi : Daima kırıtan,süzülen kadınlar için yapılan benzetme
Ervahlarına yuf olsun : Sövgü
Eski çamlar bardak oldu : Şartlar değişti anlamında kullanılır
Eşek hoşaftan ne anlar : Anlayışsız,zevksiz insanlar için söylenir.
Etek belde : Kıvrak ve becerikli
Ev açmak : Ayrı ev tutmak
Eyere de gelir semere de : Bütün işlere yarar anlamında
Ez ez de suyunu iç : Hiç yararı olmayan bir işi tenkit etmek için kullanılır.
Ezilip büzülmek : Aşırı sıkılgan davranmak
-F-
Fahiş faize batakçı müşteri : Benzer kişilikteki insanlar birbirini kolay bulur manasında
Faka basmak : Güç duruma düşmek
Falcı değilim ya : Ben olacağı bilemem anlamında
Fare düşse başı yarılır : Bir yerin yoksulluğunu anlatmak için kullanılır.
Farfara : Ağzında sır tutamayan kimse
Fasulye gibi kendini nimetten saymak : Kendine olduğundan fazla değer vermek
Feleğin çemberinden geçmiş : Tecrübeli,bilmiş
Felekten bir gün çalmak : Eğlenceli bir gün geçirmek
Ferteği çekmek : Kaçmak
Fesat kumkuması : Hep kötülük düşünen
Fıkırdamak : Kesik kesik gülmek
Fıldır fıldır aramak : Israrla ve telaşla aramak
Fırın süpürgesi : Zayıf,uzun boylu kimse
Fincancı katırlarını ürkütmek : Kötü niyetli kişileri ürkütecek hareketlerde bulunmak
Fitil almak : Öfkeyle parlamak
Fol yok yumurta yok : Herhangi bir sebep veya ilişki bulunmaması
Forsu kırılmak : İtibar ve onuru sarsılmak
Fukara babası : Fakirleri kollayan kimse
Fütur getirmek : Umutsuzluğa ve çaresizliğe düşmek
-G-
Gafil baş,düşmana eş : İşlerinde hazırlıksız olan insan her zaman zor duruma düşebilir
Gagasından yakalamak : Zayıf noktasından yakalamak
Gavur ölüsü : Oldukça ağır
Gavurun tembeli keşiş,Müslüman'ın tembeli derviş : Kendini büsbütün ibadete verip,dünyadan elini eteğini çeken kişiler için kinaye yollu söylenir.
Gazali rana : Güzel,hoş ceylan gibi sevgili anlamında
Geçmişi kandilli : Sövgü
Gemi aslanı : Gösterişli,işe yaramayan adam
Geyik etine girmek : Erginleşmek
Gırtlağından kesmek : Yiyecek parasını kısıtlamak
Giderayak : Gitmek üzereyken
Girye bana hande sana : Önce karşısındakini düşünen kimsenin kullandığı bir deyim
Giydirmek : Azarlamak
Gök demir,yer bakır : İmkansızlıklar ve umutsuzluklar içinde bulunuşu anlatır.
Gömlek değiştirmek : Tutum ve görüşlerini değiştirmek
Göründü Sivas'ın bağları : Gerçekleşmesi beklenen bir şeyin ortaya çıktığına dair olanaklar belirdiğinde kullanılır.
Göz nuru dökmek : Yapılan işte göz emeği bulunmak
Güvendiği dağlara kar yağmak : Güveni sarsılmak
H-
Habbeyi kubbe yapmak : Önemsiz bir şeyi büyütmek
Haber vermek : Bildirmek
Hak getire : Yoktur anlamında
Halep ordaysa arşın burada : Yapacağını yap anlamında sitem
Ham ervah : Kara ruhlu kimse
Hangi peygambere ümmet olacağını şaşırmak : Kimin sözünü ve yolunu tutacağını,ne yapacağını şaşırmak
Hat çekmek : Önemsememek
Hatun : Eski zaman beylerinin,hanımlarına olan hitabı
Haymana öküzü : Hımbıl ve tembel kimse
Hazır mezarın ölüsü : Hep hazıra konmak isteyen tembel kimseler için kullanılır.
Her gün papaz pilav yemez : Hep aynı şeyler yapılamaz
Her işin hakkından gelmek : Her işi başarır olmak
Her tarakta bezi olmak : Her işle ilgili olmak
Hesaptan düşmek : Yok saymak
Hır gür : Kavga
Hiçe saymak : Hiç değer vermemek
Hindi gibi kabarmak : Övünmek,böbürlenmek
Hokka gibi oturmak : Dikilen elbisenin tam üzerine uyması
Hoşbeş etmek : Sohbet etmek
Hödük : Görgüsüz,anlayışsız kimse
Hükümet sürmek : Ülkeyi yönetmek
Hüt dağı gibi şişmek : Karnı şişmek
-I-
Icığını cıcığını sormak : Bütün ayrıntıları öğrenmek
Ikına sıkına : Güçlükle
Ikınıp sıkınmak : İş yapmak için kendini zorlamak
Ilıca ördeği : Sıcağa ve rahata düşkün
Irağı yakın etmek : Güçlükleri ortadan kaldırmak
Irgat gibi çalışmak : Çok çalışmak
Irgat pazarına döndürmek : Bir yeri dağınık ve karışık hale sokmak
Isınmak : 1-Alışmak,2-Sevmek
Isıtıp ısıtıp önüne koymak : Bir konuda ikide bir söz açmak
Iska geçmek : Atlamak
Iskartaya çıkmak : Eskimek
Islak tavuk : Miskin kadın
Islatmak : Dövmek
Işık göstermek : Yol göstermek
Ivır zıvır : Önemsiz şeyler
-İ-
İbibullah sivri külah : Yapayalnız,varlıksız olan kimse
İbiş gibi : Alığa benzer
İcabına bakmak : 1-Gerekeni yapmak,2-Ortadan kaldırmak
İç fırtınasına tutulmak : Morali bozulmak
İç güveysinden hallice : Durumu şöyle böyle
İfrit yardağı : Kötülüğe yardımcı olan
İğne yutmuş : Çok bitkin ve sıkıntılı kişi
İkisini bir kazana koysan kaynamazlar : Birbirine zıt insanları anlatmak için kullanılır.
İki yakası bir yere gelmez : Bir türlü düzene kavuşamaz
İlk göz ağrısı : İlk sevilen
İmana gelmek : Merhamete gelmek
İngiliz tabancası gibi kurulmak : Çalım satmak,kasılmak
İpe un sermek : Gevşemek,bahane uydurup işten kaçınmak
İp korkusunu boynuna almak : Ölümü göze almak
İpliği pazara çıkmak : Herkese rezil olmak
İstemem yan cebime koy : Rüşvet konusunda alay yollu söylenir
İşi sıkışık olmak : İşi çok ve külfetli olmak
İtsiz köye dönmek : Sakinleşmek,tenhalaşmak
İyiden iyiye : Adamakıllı
İyi gün dostu : İyi günlerde ortaya çıkan
İzi belirsiz olmak : İz bırakmadan kaybolmak
-K-
Kabak tadıvermek : Devamlı,ısrarlı bıktırmak
Kabasını almak : Bir yerin temizliğini üstünkörü yapmak
Kaçın kurrası : Birinin hiçbir oyuna gelmeyecek kadar açık göz, akıllı olduğunu anlatmak için kullanılır.
Kağıt üzerinde kalması : Bir anlaşmanın resmiyette kalması,tatbik edilmemesi
Kaleyi içinden fethetmek : Meseleyi karşı taraftan birinin yardımıyla halletmek
Kalp ağrısı : Aşk acısı
Kamburu çıkmak : Çok çalışmış olmak
Kan akıtmak : Kurban kesmek
Kan çanağı gibi : Çok kızarmış
Kan ter içinde kalmak : Çok yorulmak
Kapağı atmak : Gitmek,yerleşmek
Kapısını aşındırmak : Çok gidip gelmek
Kara gün dostu : İnsana sıkıntılı günlerinde yardım eden gerçek dost
Kaşının altında gözün var dememek : Yaptığını beğenmemek,takdir etmemek
Kedi ile harara girmek : Geçimsiz biriyle ortaklık etmek
Kendine yontmak : Karşısındakileri düşünmeden kendi çıkarına göre davranmak
Kıç atmak : Pek istemek
Kınalar yakmak : Çok sevinmek
Kimi kimsesi : Yakınları
Kimseye eyvallah etmemek : Kimseye minnettar kalmamak
Kimya gibi : Az bulunur
Kont gibi : Yakışıklı ve şık giyinmiş
Korkuluk : Gereksiz ve yararsız kimse
Körün istediği bir göz,Allah verdi iki göz : Hayal ettiğinden daha fazlasına kavuşan kişiler için kullanılır.
Kör şeytanın işi yok : Hep aksilikle karşılaşan kişiler tarafından sitem yollu olarak kullanılır.
Kurdu koyunla barıştırmak : Kötü biriyle saf birini uzlaştırmak
Külçe gibi oturmak : Yorgunlukla çökmek
Kül yutmak : Kandırılmak,oyuna gelmek
-L-
Laçka olmak : Eskimek,işe yaramaz halde olmak
Laf altında kalmamak : Karşısındakinin sözünün altında kalmamak
Laf ebesi : Çok konuşan kimseler için kullanılır.
Lakke yapmak : Başkasının hakkını çalmak
Lala paşa eğlendirmek : Nazik kişileri eğlendirmeye çalışmak
Lamı cimi yok : Bir konu üzerinde itiraz kabul etmediğini bildirmek için kullanılır.
Leb demeden leblebiyi anlamak : Anlayışlı,zeki olmak
Leke sıçratmak : Bulandırmak
Leşini çıkarmak : Kıyasıya dövmek
Leyleği havada görmek : Çok dolaşanlara söylenir
Limoni tabiatlı : Mızmız
Lodosa tutulmuş gibi bocalamak : Ne yapacağını kestirememek
Lokman hekimin ye dediği : Güzel,tatlı şey
Lop yumurta : Kaynamış yumurta
Lügat paralamak : Anlamını bilmediği halde,bilgiç konuşmak
Lülüye gelmek : Aldanmak
Lüpe konmak : Değerli bir şeyi emek harcamadan ele geçirmek
-M-
Maça beyi gibi kurulmak : Saygısızca,kasılarak oturmak
Madrabaz : Çıkarını hileli yollardan sağlayan kimse
Mahalle çocuğu : Eğitimsiz çocuk
Makaraya takmak : Alaya almak
Marsık : Çok esmer kimse
Merak getirmek : Kara sevdaya tutulmak
Meryem Ana kandili gibi : Soluk (belirsiz) anlamında
Meşe odunu : Kaba,anlayışsız adam
Meydan vermek : Fırsat vermek
Mısır'daki sağır sultan bile duydu : Duymayan kalmadı anlamında
Mızrağı çuvala sığdıramamak : Gerçeğin asla saklanamayacağı anlamında kullanılır.
Mis gibi burnunda tütmek : Çok özlemek
Miskinler teknesi : Tembellerin toplandığı yer
Mürai : Art düşünceli kimse
Mürekkebi kurumamak : Daha pek yeni olmak
Mürekkep yalamış : Okuyup,yazmış kimse
Mürüvvetini görmek : İyi ve mutlu günlerini görmek
Müslüman adam : 1-Dindar kişi,2-Doğruluktan ayrılmayan kimse
-N-
Nabzını yoklamak : Karşısındakinin ne düşündüğünü anlamaya çalışmak
Nalına mıhına vurmak : Ne yapacağını kestirememek
Namı nişanı kalmamak : Yok olmak,unutulmak
Nanpareye muhtaç olmak : Pek yoksul olmak
Nargile suyu : Tatsız içecek
Nazı geçmek : İsteği geri çevrilmeyen kimse
Ne ala memleket : Uygunsuz yapılan işleri kınamak için söylenir
Neci oluyor : Ne karışıyor anlamında
Nefsine yedirememek : Bir şeyi hazmedememek,kabul etmemek
Nevri dönmek : Çok sinirlenip,bunun yüzünden belli olması
Ne yüzle : Ne cesaretle anlamında
Nispet vermek : Onu üzecek şekilde gösteriş yapmak
Nobran : Kaba,sert,kırıcı(kimse)
Noktası noktasına : Tastamam
Nuh gemisi : Her çeşit insanın toplandığı yer
Nuh nebiden kalma : Çok eskiden kalma
Nur topu gibi : Güzel,şişman,beyaz (çocuk)
Nur yüzlü : Temiz yüzlü kimse
Nutku tutulmak : Üzüntüden,korkudan konuşamamak
-O-
O bir düşeş : O talih sonucu ele geçirilmiştir anlamında
O gün bugün : O gündenberi
Oh demek : Rahat etmek
Ok gibi ciğerine işledi : Yapılan bir hareketin çok üzmesi
Ok yaydan çıktı : Vazgeçemeyeceği bir işi yapmak
Olmuş armut gibi eline geçmek : Kolaylıkla,yorulmadan elde etmek
Onun ipiyle kuyuya inilmez : Güven olmaz anlamında
Oralı olmamak : Önemsememek
O saat : O anda
O tarakta bezi olmamak : İlişkisi olmamak
Oynak : Hafif meşrep kadın
Oyun etmek : Hile yapmak,aldatmak
Oyunun sakalı bitmek : Bitmiş olayları anlatan bu deyim,genellikle Karagöz oyunlarının sonunda kullanılır.
-Ö-
Öbür dünyayı boylamak : Ölmek
Öfke topuğa çıkmak : Çok öfkelenmek
Öksüz babası : Öksüz ve yoksulları koruyan adam
Öküz boyunduruğa bakar gibi bakmak : İstemeden,mecburen bakmak
Ölçüsünü bildirmek : Haddini bildirmek,cezasını vermek
Ömür adam : Hoşsohbet adam
Önünü almak : Durdurmak
Öp babanın elini : Sürpriz bir durum karşısında yaşanan şaşkınlığı anlatmak için kullanılır
Örümcek kafalı : Eski kafalı,yeniliklere uyum gösteremeyen
Ötmek : Durmadan anlamlı,anlamsız konuşmak
Öve öve göklere çıkarmak : Çok övmek
Öyle başa böyle traş : Alakasız durumları belirtir.
Özü sözü bir : Verdiği sözleri tutan dürüst kimse
-P-
Pabucuna kum dolmak : Engelle karşılaşmak
Paçaları sıvamak : Hazırlanmak
Paha biçmek : Değerini ölçmek
Pancar kesilmek : Mahcup olup kızarmak
Paparayı yemek : Paylanmak,azar işitmek
Paraya para dememek : Kazancı bol olmak
Para peşin kırmızı meşin : Alışverişin peşin olduğunu anlatır
Patentasının altına almak : Egemenliği altına almak
Pestil gibi olmak : Çok yorgun ve halsiz olmak
Peşkeş çekmek : Bir iş yaptırmak için,kendine ait veya başkasına ait bir şeyi hediye etmek
Pılı pırtı : Eski püskü,değersiz eşya
Piç etmek : Bozmak,işe yaramaz hale getirmek
Pişmiş aşa soğuk su katmak : Yapılmakta olan bir işi bozmak
Piyasaya düşmek : 1-Çok bulunur olmak,2-Orta malı olmak
Postal : Düşkün kadın
Put kesilmek : Sessiz ve hareketsiz kalakalmak
Püsküllü bela : Kişinin başını derde sokan kişi veya durum
-R-
Rabbime emanet : Herhangi bir şeyin,kimsenin korumasını tanrıya bırakmak
Rafta kurabiye var ama size göre değil : İşinize yaramaz anlamında
Rahat yüzüne hasret kaldı : Huzursuz olmak,rahat edememek
Ramazan keyfi : Oruç tutanlardaki sinirlilik hali
Rengi atmak : Çok heyecanlanıp solmak,sararmak
Rengi olmamak : Silik olmak
Renk senfonisi : Birbiriyle uyuşan renkler bütünü
Rest çekmek : Kesinlikle kabul etmemek
Rızkını taştan çıkarmak : En zor şartlarda bile geçimini sağlamak
Rufailer karışır : İşin karmaşıklığını anlatır
Ruhu bile duymaz : Yapılan bir işten hiç haberi olmaz anlamında
Ruhuna hitap etmek : Herhangi bir şeyden çok etkilenmek
Rüya gibi : Gelip geçici şeyleri anlatmak için kullanılır
Rüyasında görse hayra yormaz : Olacağına ihtimal vermemek
Rüzgar ekip fırtına biçmek : Yapılan kötülüğe karşı daha büyük kötülüğe uğramak
Rüzgar gelecek delikleri tıkamak : Her türlü tedbiri almak
-S-
Saat gibi : Düzgün çalışan
Saat on bir buçuğu çalmak : Yaşı çok ilerlemek
Sacayak olmak : Üç kişi bir araya gelip çok samimi olmak
Saçı uzun,aklı kısa : Düşüncesiz,aptal
Sağlam ayakkabı değil : Güven duyulacak kimse değil, doğruluğu konusunda şüphe duyulur
Sakala soğan doğramak : 1-Aldatmak,2-hakaret etmek
Saman gibi : Tatsız,tutsuz
Sapı silik : Serseri
Sarı Yahudi : Paraya düşkün kişi
Sazına bülbül koymak : Çok güzel çalmak
Sefalar getirdiniz : Eskiden çok kullanılan,hoş geldiniz sözü
Sel önünden kütük kapmak : Zor bir iş başarmak
Sen sağ ben selamet : Yapacak bir şey kalmamak
Sıtma görmemiş ses : Gür ve kalın sesli
Sidik yarışı : Gerekli gereksiz rekabete girmek
Söyleye söyleye dilimde tüy bitti : Çok öğüt verdiği halde sözü dinlenilmeyen insanların içinde bulunduğu durumu anlatır.
Sütüne havale etmek : Karakterine,insanlık duygusuna bırakmak
-Ş-
Şafak atmak : Korkmak,şaşırmak
Şahbaz : Becerikli ve çevik
Şapa oturmak : Çaresiz kalmak
Şaşkın bakkal : Hesabını şaşıran kimse
Şerbetli : Kötü işler yapmayı huy edinmiş kimse
Şeşi beş görmek : İyi görmemek,yanılmak
Şeytan çekici : Sevimli ve akıllı çocuk
Şeytan diyor ki : İçinden zararlı bir şeyler yap diyen ses
Şifayı kapmak : Hastalanmak
Şimşek gibi : Büyük bir hızla
Şirret karı : Geçimsiz,huysuz,yaygaracı kadın
Şom ağızlı : Kötümser,olayları devamlı kötüye yoran kimse
Şöhreti afakı tutmak : Herkes tarafından bilinir hale gelmek
Şöyle bir bakmak : 1-Üstünkörü,2-İnceler gibi manalı bakmak
Şunu bunu bilmem : Mazeret kabul etmem,özür dinlemem
-T-
Taban çekmek : Gitmek
Tabanvayla gitmek : Yürümek
Tadını kaçırmak : Zevkini bozmak
Takıp takıştırmak : Çok süslenmek
Talihi yar olmak : Şansı yardım etmek
Tantuna gitmek : 1-Öldürülmek,2-Belaya uğramak
Tasamın on beşi : Umrumda değil anlamında
Taş yağar,kıyamet kopar : Felaketli,korkunç zaman
Taş yürekli : Acıması olmayan kimse
Tavşan boku : Ne faydası,ne de zararı olan kimse
Tebeşire peynir bakışlı : İyi göremeyen,şaşı
Tencere yuvarlanmış,kapağını bulmuş : Birbirine uygun,eşit şeyleri anlatmak için kullanılır.
Tiği teber şahı levent : Her şeyini tüketmiş kimseleri anlatmak için söylenir.
Tosunum : Gürbüz kimseler için kullanılır
Tut kelin perçeminden : Boşuna uğraşma,onda yok anlamında…
Tüy dikmek : Kötü bir durumu daha çok kötüleştirecek harekette bulunmak
-U-
Ucu dokunmak : Herhangi bir işten zarar görmek
Uç vermek : Görünmek,yetişmek,belirmek
Ufağını tefeğini toplamak : Kendine ait ne varsa toplamak
Ufuk açılmak : Yeni imkanlar belirmek
Ulan : Nefret,öfke ifade eden bir hitap şekli
Ulu orta konuşmak : Düşünmeden söylemek,rastgele söylemek
Ununu elemiş eleğini duvara asmış : Yapacağını yapmış
Utandınsa yüzüne kalbur tut : Utanmanın gereksizliğini anlatır
Uyku ölümün kardeşidir : Uyuyan kimsenin dünya ile ilgisi kesilir. Olup bitenden haberi olmaz.
Uzağı görmek : Bir işin sonucunu,nasıl gelişeceğini önceden tahmin edebilmek.Tedbirli hareket etmek.
Uzun boylu : Ayrıntıları hesap ederek,etraflıca düşünmek.
Uzun uzadıya : Çok ayrıntılı olarak
Uzun yaşın ahiri ölüm : Ne kadar uzun yaşanırsa yaşansın,bütün canlılar bir gün mutlak öleceklerdir
-Ü-
Ücüğünden cücüğüne : Bütün yönleriyle
Üç aşağı,beş yukarı : Belirlenmiş bir sayıdan biraz fazla veya biraz az olarak
Üçe beşe bakmamak : Çok fazla pazarlık etmeden alışveriş yapmak
Ümidi boşa çıkmamak : Beklediğini,umduğunu bulmak
Üsküdar dolmuşu gibi birbirinin üzerine : Çok kalabalık yer
Üst perdeden başlamak : Ağzını bozmak
Üstünde durmak : Israr etmek
Üstüne almak : Ödev olarak kabul etmek,bilmek
Üstüne basmak : Konuya değinmek
Üstüne varmak : Öfkelendirecek söz veya harekette ısrar etmek
Üstüne vurmak : Eklemek
Üstünüze iyilik sağlık : Hastalıkla ilgili konuşurken söylenir
Üvey evlat muamelesi görmek : Ayrı ve hor görülmek
Üzerine tuz biber ekmek : Bir kimsenin acısını fazlalaştıracak, derdini derinleştirecek davranışlarda bulunmak
Üzerinize afiyet : Ben hastayım.Sizi etkilememesini dilerim.
Üzüm üzüm üzülmek : Çok üzülmek
Üzüm yemek değil,bekçi dövmek : Önemli işler dururken vakit öldüren kişiler için kullanılır.
-V-
Vadesi gelmek : Ömrünün sonuna gelmek
Vakit geçirmek : Gereksiz işlerle uğraşmak
Vakit nakittir : Zaman en değerli varlığımızdır
Vara yoğa karışmak : Her şeye karışmak
Vardığın yer körse,sen de gözünü kapa : İnsanlar,çevresindekiler ile iyi ilişkiler kurmak isterlerse onlara uymak zorundadırlar
Var kuvveti pazuya vermek : Kolunun kuvvetine güvenmek.
Vebali boynuna : Günahı ona ait anlamında
Veledizina : Babası belli olmayan
Verilmiş sadakası olmak : Bir belayı,kazayı zarar görmeden atlatmak
Vık dedirtmemek : Ses bile çıkarttırmamak
Vız gelip tırıs gitmek : Hiç aldırmamak
Vız gelmek : Önemsiz görünmek,aldırış etmemek
Vidin kalesi gibi metin olmak : Dayanıklı ve sabırlı olmak
Voli vurmak : Vurgun vurmak
Voyvoda kesilmek : Zalim olmak.
Vur abalıya : Sessiz ve sakin kimselere yapılan zulüm ve haksızlığı belirtmek için kullanılır.
Vur patlasın çal oynasın : Büyük eğlenceler için söylenir.
Vurucu güç : Çok etkili silahlarla donatıldığı için savaş gücü yüksek askeri birlik
Vuslat kıyamete kalmak : Kavuşma ümidi olmamak
Vücuda getirmek : Var etmek
Vücudunu ortadan kaldırmak : Öldürmek
-Y-
Yabana atmak : Dikkate almamak
Yabana söylemek : Saçma ve yersiz konuşmak
Ya bu deveyi gütmeli,ya bu diyardan gitmeli : Mecburi durumlarda bir işin mutlaka yapılması gerektiğini belirtmek için söylenir.
Ya devlet başa,ya kuzgun leşe : Büyük bir zafer için her tehlikenin, hatta ölümün bile göze alındığını belirtir.
Yağmur olsa kimsenin tarlasına yağmaz : Kimseye faydası ve yardımı yoktur anlamında.
Ya herro,ya merro : Seçim yapılması gereken durumlarda söylenir.
Yahudi pazarlığı : Kıyasıya yapılan pazarlık
Yakadan geçirmek : Evlat edinmek
Yaka paça : Hırpalayarak
Yalancı pehlivan : Sözde kahraman
Yalova kaymakamı : Değersiz olduğu halde çalım satan kişilere söylenir.
Yangın var diye bağırmak : Bir şeyden çok bıkmak,bezmek
Yaptığını bilmemek : Aklı başında olmamak
Yediği naneyi kokutmak : Uygunsuzluğunu ortaya koymak
Yel kayadan ne alır : İmkansız bir durumu belirtmek için kullanılır.
Yıldırım gibi : Büyük bir hızla.
Yıldızı parlamak : Şans yüzüne gülmek
Yiyip bitirmek : 1-Onmaz hale getirmek, 2-Devamlı eziyet etmek
Yobaz : Kaba,sofu.
Yolu düşmek : Bir rastlantı sonucu gelmek.
* : Güzel ve süslü kadın
Yuf ervahına : Lanet olsun anlamındaki bir karşı çıkma sözü.
Yüreği geniş olmak : Gamsız olmak,her şeyi kaldırabilmek
Yürekte var,elde yok : Yetenekli olup,imkansızlıklar yüzünden bunu geliştiremeyen insanlar için söylenir.
Yüz yüze gelmek : Karşılaşmak
-Z-
Zahmet çekmek : Eziyet ve yorgunluğa düşmek
Zahmet etmek : Yorulmak.
Zartalos : Yellenmek
Zebunu olmak : Birine çok düşkün olmak
Zehir etmek : Tadını kaçırmak
Zehir zemberek : Çok acı
Zembereği boşanmak : Uzun uzun gülmek
Zerre kadar : Yok denecek kadar
Zevahiri kurtarmak : Bir işi yarım yamalak yapıp eleştiri almamak
Zeval bulmak : Yok olmak.
Zıvanadan çıkmak : Çok öfkelenmek
Zihne dank etmek : Uzun zamandır anlaşılamayan bir şeyi,herhangi bir olayın araya girmesiyle birdenbire anlamak
Zil gibi : Parasız ve aç
Zilleri takıp oynamak : Çok sevinmek
Zilsiz oynamak : Çok sevinmek
Zokayı yutmak : Aldatılmak
Zurnacının karşısında limon yemek : Uygunsuz bir davranışta bulunarak,çalışamaz hale getirmek
Zurnayı biz çaldık,parsayı o topladı : Haksızlık edip hazıra konanlar için söylenir.
Züğürt tesellisi : Boş,yersiz avutma
Zümrüt gibi : Yemyeşil
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. September 2010, 11:16 AM   #7
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

EDEBİYATTA KULLANILAN EDEBİ SANATLAR VE DEYİMLER HAKKINDA BİLGİ EDİNDİKTEN SONRA KURANDAKİ KAVRAMLARA GEÇELİM
EDEBİ SANATLARI TEKRAR ÖNEMLİ OLANI TEKRAR NAKLEDEREK BİLGİLERİMİZİ TAZELİYELİM.
Edebi Sanatlar mana üzerinde oyunlar yapıp, sözü güzelleştirme yolları. Edebi eserlerde mana ve fikri daha iyi anlatmak, açıklamak, zevkle okunmasını sağlamak ve ifadeyi temin etmek için yapılır.


Bir dildeki kelimelerin iki manası vardır. Bunlara hakiki ve mecazi manalar denir. Kelimelerin her zaman öz manalarında kullanılması Özellikle edebi eserler için kusur sayılır. Ayrıca hakiki manalar, her zaman duygu ve düşünceleri, hayalleri anlatmaya yetmez. Bu yüzden edebi sanatlar bütün dünya edebiyatlarının her döneminde kullanılmıştır. Türk edebiyatında, Özellikle divan edebiyatı sanatkârları bu sanatlara yer vermiş, istedikleri sanatı yapabilmek için hususi gayret sarf etmişlerdir. Son devir Türk edebiyatında istisnalar hariç söz sanatlarından vazgeçilmemiştir. Bir edebi eseri zevkine vararak okumak ve yazarının anlatmak istediğini tam anlayabilmek için diğer bilgilerin yanı sıra edebi sanatları da bilmek gerekir.



Yukarda Edebi sanatlarda kullanılan kelimeler nasıl o kültürün ürünü ise, ne anlatmak istediği o kültürde anlaşılıyorsa, Kuranda geçen kelimeler ve ayetler de kuranın inişi ve bitişi arasındaki kültürde anlaşılır.
Kuran Kültürü Peygamberimizin peygamber oluşu ile başlar. peygamberlik tarihinin bitişine kadar devam eder. Kuranda geçen hiçbir kelime kurandan önceki yaşayan Arap kültürünün anlayışını yansıtmadığı gibi kurandan sonraki gelen Arap kültürünü de yansıtmaz.

Bu sebeple asıl kuranı anlamada engel olan Kuranın kendisi tarafından kurana yüklenilen manaların yakalamamasından kaynaklanmaktadır. Biz belki kuran içerisinde geçen kelimeleri bütünüyle ele alıp kuranın yüklediği manayı anlatma fırsatı olmasa da kuranda geçen ayetlerin büyük bir kısmının ortaya koyduğu ortak anlayışta olan önemli kelimeler üzerinde durmaya çalışacağız.

Kuranda geçen kelimeleri kuranda geçen ayetler içerisinde aramayı bizim olmazsa olmazını oluşturacaktır. Kuran gerçekten orijinalliği bu güne kadar korunmuş ve kıyametin sonuna kadar da bozulmadan orijinalliği devam edecektir.
Mucitler bir şey icat edecekleri zaman. Bütün bildikleri ön bilgi ve ön yargılardan kendilerini uzaklaştırarak yöneldikleri yöndeki ilim dalındaki buldukları bilgi ve bulgularla hareket ederek icat etme haline ulaşırlar.

İşte kurandaki herhangi bir konudaki doğru bilgiye ulaşabilmek için de kuranın dışından gelen bütün doğru ve yanlış olan ne kadar bilgi varsa hepsini atarak kurana besmele ile yaklaşarak, Kuranda bulunan bilgi ve bulgularla saf ve halis bir din anlayışı yakalanacak inşallah.

Bir Taraftan Kuranda Kuranın ana çatısını meydana getiren ayetleri kuranı doğru anlamada bir araya getirirken kuranda hiçbir konunun veya hiçbir ayetin yanlış anlaşılmasına meydan verilmemesine çalışılacak hem de her kelimeye yüklenen mana bütün ayetlere yüklendiği zaman kuran bütünlüğünde hiçbir ayetin yanlış anlaşılmasına sebep olmayacak.

Kuran okuyucuların inşallah kuranda geçen kelimeleri kuran okumaya başlamadan Kuranda kastedilen manaları öğrendiği zaman ayetlere yabancı kalmayacak kelimenin geçtiği ayetler rahatlıkla anlaşılmaya çalışılacak.

KURANDA GEÇEN KELİMELERİN KURANLA TANIMLANMASI

HALİFE
Halife kelimesi kuranda on bir yerde geçmektedir.

HALİFE: iki anlamda kullanılmıştır. Dünya hayatında özgür iradesiyle istediği gibi evrendeki varlıklara hükmedebilen onlara boyun eğdiren âdemoğlu şemsiyesi altındaki insanlar. İkinci anlamı ise Allahın insanlar arasından elçi seçerek güç ve otorite haline geldiğinde Allahın emirlerini Allah adına emreden anlamında halifedir. Bu iki Anlamda kullanılan halifeye kurandan örnekler vererek açıklamaya çalışalım

İNSAN OLAN HALİFE

2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Bu Ayette Halife Kâinatta yaratılan bütün varlıklardan, yaratılış bakımından üstün olan ve onlara hükmedebilen insan olan halifeden bahsetmektedir. Bu İnsan olan halife insanın dışındaki bütün varlıklara hükmedebildiği halde, kendi aralarında kavga savaş çıkaran ve kanlar akıtan bozguncu olan bir halife tipinden söz etmektedir.
İşte Bu Halife tipi temel olarak iki kısma ayrılmaktadır. Birincisi rabbim Allah’tır diyenlerin iktidarı otoritesini elinde tutanların halifeliği, İkincisi de Rabbim Allah’tır diyenlerin dışında hareket edenlerin iktidar olanlarıdır.

RABBİM ALLAHTIR DİYENLERİN HALİFELİĞİ

38/26- "Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır."

Bu Anlamda halife Fert ve toplum bazında, Allahtan peygamberler aracılığı ile vahiylerin hayatta uygulanmasıdır. Bu Anlamda olan halife örneği en önemli olanı son peygamberle her örnekten bir örnek verildiği ve hiçbir eksiğin bırakılmadığı son peygamber ve etrafında ona yürekten bağlı insanlarla yirmi üç yıllık dönem içerisindeki Örnek bir peygamber örnek bir toplum ve örnek vahyin güdümünde olan dönemdir.

2/ 143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

İşte kuranının inişi ve vahyin gözetiminde yaşanan bir hayat örneği kuranla bize anlatılmış ve bu örnek yaşamını, kuran bize bir model olarak sunmuştur. Kendisinden sonraki çağlara ışık tutan örnek bir model olarak alınmalıdır.

Hayatın doğru yaşamını gösteren bir mizan bir terazidir. Böyle bir hayat yaşanmaz diyenlere bir örnektir. Evet insanlar yöneldiği zaman bu hayat yaşanır.

Halife olan insanlara yeryüzünde ve kâinatta ulaşabileceği bilgileri kendi lehinde ve aleyhine olabilecek malzemeleri insan önüne sererek o malzemelerle insanlığın önüne koymuş. İnsanoğlunun ömrünün sonuna kadar minimum kültürden maksimum kültüre kadar, Ulaşabilecek aklı da vermiş kâinat içerisinde insanın dilediği gibi dolaşmasını kendi özgür iradesine bırakmıştır.

İşte Kuran evrende insanların hizmetlerinde olanlara melek ismini koymuştur. Şimdi kuranın tanımladığı melek nedir onu kurandan anlamaya çalışalım.
MELEK


Kuran içerisinde yaklaşık doksan üç yerde melek kelimesi geçmektedir. Eğer kuranda kullanılan melek tabirini kuranın anlattığı gibi anlayamaz ve tanımlayamazsak, Kurandaki hem ayetler hem de kıssalar içerisinde kullanıldığında kavram kargaşası çıkar. Biz burada melek ile ilgili tanımı yapabilmek için doksan üç yerde geçen ayetlerin hepsini alacak değiliz zaten buna ne benim zamanım ne de okuyucuların zamanı yetmez. Sadece Melek tanımını kavrayacak kadar ayet örneklerinden verip geçeceğim.

2/ 30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Bu ayeti halife örneğinde de vermiştim. Melekle ilgili konuda da vermemin sebebi Hem kuranın halife olarak yüklediği anlam hem de kuranın melek olarak yüklediği anlam bu ayetle şekillenmektedir.

Kuran Kâinatta temel olarak iki farklı varlıktan bahsetmektedir. İşte yeryüzünde ve kâinatta sözünü ve hükmünü geçirebilen insanlardır. Bu insanlar var oluşla beraber insanlarda bilgi kültürü, insanlardaki akılla insanların yok oluşlarına kadar devam edecek olan süreç içerisinde tamamlanacaktır. İşte kâinatta geçen varlıkları Allah lisanı halleriyle konuşturarak bize melek ve insanları tanımlamaktadır.
2/ 31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.
2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."
2/33- (Allah "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."
2/34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
2/35- Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."
Kuran: kâinatta temel olarak iki varlıktan söz etmektedir. Birincisi yeryüzünde ve kâinatta hükmünü yürütebilen aklıyla takvasıyla fısk ve fücuruyla mükemmel bir varlık olan insandır. yerleri ve gökleri yaratan Allaha hesap verecektir. Attığı her adımdan konuştuğu her sözden sorumlu tutulacaktır. ikincisi de insanoğlunun emrine amade olan sadece görevleri insanlar yöneldiği zaman kendisine kotlanmış bilgileri insanlara cömertçe veren ve insanlığın hizmetinde olan, meleklerdir.
Meleklerin tanımını lisanı haliyle konuşturarak şöyle yapmaktadır.
2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."
MELEK: İnsanların madde ve mana âleminden gelen vahiy bilgiler de dâhil olmak üzere insanların dışında ve insanların hizmetinde amade olan bütün varlıklar olarak tanımlanır. Bir başka deyişle kâinat ve içerisinde insanlar dışında olan varlıkların tümüdür.
Melekleri kuranın anlattığı şekilden insanların anlayabileceği şekle dönüştürüp yorumlayacak olursak, El ayak ve vücutta bulunan görülen ve görülmeyen soyut ve somut olarak ne varsa dâhil edilerek, kâinatta var olan güneşiyle yıldızlarıyla dünyasıyla ve dünyada yaratılmış olan madenleriyle bitkileriyle vahiyi ile var olan insan dışında her şeydir. Allah meleklere Ayette de geçtiği gibi, bilgi kotlamış. Her melek kendisine verilen bilgi dışında bilgi bilemez o bilgi çerçevesi içerisinde hareket eder. ve verilen görevi dışında bir görevi yoktur.
Bu sebeple Meleklerde kültür aşaması yoktur. Allah ilk yaratılışta onlara nasıl bir bilgi, yüklemişse onlar bu güne kadar o bilgilerinde bir değişiklik olmamış bu kıyametin sonuna kadar da böyle devam edecektir.
Bu anlattıklarımı biraz daha müşahhas hale dönüştürecek olursak, Arı İlk yaratılışından bu tarafa görevi bal yapmaktır. Arı konmuş olduğu çiçeklerden nasıl var oluşunda bal yapıyorsa şimdi de doğal Seyrini değiştirmemiş yine bal yapmadan öteye teknolojisini geliştirip çağ atlayamamıştır.
Hayvanlar yaratılışla beraber hangi görevde iseler şimdi de görevlerini değiştirmemiş bilgilerinde bir değişiklik olmamıştır. Bitkilerde ve sebzeler de öyledir. İnsanlar müdahale etmedikçe görevleri aynı kalmıştır. Portakal portakal vermekte kaysı kayısı vermekte domates domates vermekte karpuz bitkisi karpuz vermektedir. Allah meleklere kotladığı bilgilerin dışında meleklerin başka bir bilgileri yoktur. Başkalarına ait bilgilerden de haberleri yoktur. Onlarda akıl da yoktur. fısk da yoktur. irde de yoktur.
Bu Anlamla meleklerin iki görevleri vardır. Birincisi kendilerine kotlanmış olan bilgilerde kusur yapmadan Allah’ı tespih ederler. İkinci görevi ise halife olan insana görevlerini eksiksiz olarak yerine getirirler ve ona secde ederler.
17/44- Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.
Bu Ayet bütün meleklerin Allaha secde ettiklerini hiçbir zaman Allahın onlara yüklemiş olduğu görevden uzaklaşmadıklarını anlatmaktadır.
İnsanoğluna secdelerini de şöyle anlatmaktadır.
2/34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
İşte meleklerin âdeme secdesi insanlar onları kendi lehlerinde olan hayatlarında kullandıklarında itiraz etmeden boyun eğmeleridir. Develerin yükünden gübresinden sütün den istifade etmeleri bitkilerin meyvelerinden, dağların madenlerinden istifade etmeleri meleklerin insanoğluna secde etmeleri ve ona boyun eğmeleridir.
İşte Evrende yaratılmış bütün varlıklara insanlardan inanalar ve inanmayanlar ayırt etmeden hizmetlerini insanların o konuda gösterdiği performans ölçüsünde cömertçe Allahın kendilerine kodladıkları bilgileri sunarak insan hayatında kolaylaştırmayı sağlamışlardır. İşte bu gün insanların uzay ve bilgisyar çağına ulaşmaları insanların meleklere değer verip onların kendilerine hizmetlerini sağlamalarından kaynaklanmaktadır.
İnsanlar demir meleğini ağaç meleğini aklına gelebilecek bir bilgisayarın bir geminin bir uçağın bir füzenin yapımında kullanılan ne varsa onların bilgilerinden istifade ederek hayatlarında büyük kolaylıklar sağlamayı becerebilmişlerdir.
Binlerce ton gemiler insanların ihtiyacı olan malzemeler yükletilip istenilen yerlere götürülmesi binlerce km.lik yolları uçaklarla arabalarla insanların kısa bir zamanda kat etmeleri hep insanoğlunun melekleri kendi emrinde kullanmaları meleklerin hizmetlerinden kaynaklanmaktadır.
İşte insanları dünya hayatlarında gerekli gayreti gösterdikleri bütün şeylerde onlara başarılı kılmaları meleklerin kendi lehlerinde hizmet ettirilmelerine bağlıdır. Bir başka deyişle Hayvanlarla iyi diyalog kuranlar hayvanlardan iyi et iyi süt iyi hizmet alırlar. Madenlerle güzel diyalog kurmasını bilenler onlardan güzel verim alırlar. Ağaçlarla güzel diyalog kuranlar ağaçlardan güzel meyve veya güzel ürünler alırlar.
İşte dünya üzerinde Temel olarak iki sınıf olmuş insanlardan Rabbani yolda ve gayrı rabbani yolda olanlardan kim gerekli gayreti gösterirse Allah dünya hayatında onu başarılı kılacağını vaat etmiştir.
11/15- Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar.
11/16- İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur.
Dünyada Allah insanları deniyor. Melekleri insanların emrine veriyor. Bu Meleklerle dünyada ihtiyaçlarınızı karşılayın onlardan gereği gibi istifade edin ama ahiret hayatından da nasibinizi unutmayın diyor. İnsan inansa da inan masada kim melekleri kendilerine daha çok yardımcı kılmaya ikna ederse güçlü olan odur.
Maalesef Müslüman olanlar meleklerden bu istifade etmeyi başaramamış kâfir olanlar başarmış ve dünya üzerinde teknoloji ve güç kimde ise Allah onlara hükümranlığı vermiştir. Şimdi İnsanlardan bazıları rabbim Allah dediği halde bazıları neden rabbim Allah demiyor. Bunun sebebi nedir? İşte bunun asıl sebebi insanlardan meleklerden ayıran özelliğin ve denemesine vesile olan iblisin ayartması oluyor. Kuranın intak sanatıyla anlattığı varlıkları anlamaya devam edelim.
ÂDEM
Âdem kelimesi kuranda yirmi dokuz yerde geçmektedir.
İblis kelimesini tanımlamadan önce âdem kelimesini tanımlamak öncelik arz etmektedir. Çünkü iblis âdemle gündeme gelmiştir.
2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.
Bakara otuzuncu ayette Kâinatta iki varlıktan bahsederken kâinatta halife olarak yaratılan varlık burada âdem kelimesi ile karşımıza çıktı. Âdeme isimlerin öğretilmesi ondaki meleklerden farklı olarak akılla olmasıdır. Meleklerde olan bilgiler âdemde de olmasına rağmen, yani başka biir deyişle kotlanmış bilgi insanda da olmasına rağmen onu meleklerden farklı kılan düşünme ve akletmesi o karşısına çıkan problemleri çözebilme yeteneği ile farklılaştığından dolayı” Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti” ifadesi kullanmaktadır.
2/ 32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."
2/33- (Allah "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben Bilirim."
Dikkat edilirse akabinden gelen ayetler Meleklerin ve âdemin tanımını lisanı haliyle mükemmel bir şekilde yapmaktadır. Melekler verilen bilgilerin dışında bir bilgisi yok ama âdem yaratılışıyla beraber Kendisine verilen akılla ile evrendeki melekler ile ilgili bilgileri tek tek çözerek kendisine hizmet ettirecek yeteneğe sahip bir varlıktır. O zaman meleklerin âdeme secde etmesi istenmektedir.
2/ 34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
Evet, her maharetli olanların kendilerinden daha az maharetli olanlara karşı bir üstünlüğü olduğu gibi âdemin mahareti de meleklere göre daha ilerde olunca meleklerin âdeme secde etmesi istenmektedir.
2/35- Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."
Otuz dördüncü ayette yeni bir varlık çıktı karşımıza –İblis- İblis kelimesine geçmeden önce âdem kelimesini bitirelim Âdem ve eşi cennette ama meleklere emir yükümlülük bir tipleme bir sembol olan insan fotoğrafı çizmekte yasaklanan ve serbest edilen bir şeyler var ortada.
İşte burada Adem profili kapanıp yeni bir profil çıkıyor karşımıza. Otuz beşinci ayette yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenler ortaya çıkmaya başladı
Tefsirlerde anlatılan yasak ağaç haram ağaç buğday ağacı elma ağacı değil Dünya hayatında yaşayan her insanın da bildiği gibi haram olanlar ve helal olanlar anlamında kullanılmıştır. İşte âdem ve eşi de cennette iken haram ve helal günah ve sevap sorunu yoktu aynen meleklerde olduğu gibi. Ne zaman haram ve helal ortaya çıkıyor? İblisten söz edilmeye başladığı zaman. İşte Âdem ve eşi insanın günah işlemden cennette olduğu halde bir başka deyişle iblisin insan üzerinde adı anılmadığı günah işlemeyen bir ortamdı.Yani adem ve eşi iblis kelimesi ortaya çıkınca adem ve eş kalkıyor yerine insan kelimesi giriyor.
2/2/36- Fakat şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır" dedik.
İşte insanın oluşumuna kadar geçen dönem bitiyor. Yani günahsız bir ortamdan günah işleyen ve günahından dolayı tövbe edebilen nötr bir varlık karşımıza çıkıyor. Bir başka deyişle Âdem kelimesi yaratılış biçimi lisanı haliyle anlatılırken insanın günah işlemeden ki halden günah işleyen bir hale dönüşmesinin asıl sebebi iblis oluyor. İblis yokken günah işleme de yoktu ne zaman iblis ortaya çıktı âdem âdem olmaktan günahsız olmaktan çıktı, ve insan oldu.
Burada İblis kelimesine geçmeden önce İnsan kelimesini tanımlayarak girelim insan kelimesini ilerde detayı ile anlatmaya çalışacağım.
İnsan: hem takva yoluna gidebilen hem de fısk yoluna gidebilen nötr bir varlıktır. Önce insanı oluşturan ve âdemin cennetten kovulmasının asıl nüvesini oluşturan iblis konusunda kuranın anlattıklarını incelemeye çalışalım
İBLİS
İBLİS: Kelimesi kuranda on iki yerde geçmektedir. Nötr bir varlık olan insanın, asıl denenmesine sebep olan kötü yolda yürümeyi teklif sunan bir melektir. İblisin diğer meleklerden farkı şudur. Diğer melekler insan nereye gitmek isterse o yolda hizmet ettikleri halde iblis sadece insanlara kötülüğü fısıldamakla kötülük yapmayı teklif sunmakla görevli bir melektir.
Aynı zamanda asıl insanların yaratılış gayesi Allaha ibadet ve kulluk yapması olduğu halde, insanları Allaha ibadet ve kulluktan caydırmayı teklif sunmakla, insan yaratılışına yabancı olmakla, cinlerdendi. ifadesi kullanılmaktadır.
18/50- Hani meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.
Aslında İnsan âdem melek, iblis şeytan cin kelimeleri bir ağacın kökleri gibi girift bir bilmece gibidir. Her birinden bahsedildiğinde mutlaka diğerinden de söz etmek gerekiyor. Hepsi bir birleriyle bağlantılıdır. Biz burada dilimizin döndüğü kadar ayetler arasında düzgün bir mantık çerçevesi içerisinde aralarında ki farkı ayırarak tanımlamaya çalışacağız inşallah. Burada benim yıllarca üzerinde çalışıp da anlayabildiğim fakat okuyucuların daha bu konularla ilgili kuran-i bilgileri yoksa anlamada epey güçlük çekecekleri kanaatindeyim. Ama burada bu konularla ayrı ayrı her kelimeyi geniş olarak anlatmak istememe rağmen kısa tanımlarla konuştuğumuz konu ile ilgili kelimelerin tanımını yaparak uzun tanımlamalara zemin oluşturulsun istiyorum.
HALİFE: Allahın yeryüzünde kendisi adına iş gören kâinat üzerinde yetkili ve sorumlu tek varlık olan insanlardır.
ÂDEM: İnsanın oluşumunu şekillendirirken daha günaha ve sevaba eğilim yönü yaratılmamış insanın günah veya sevaba yönelmeden ki günahsız halidir.
MELEK: İnsanların fiziki ve ruhi yapıları da dâhil olmak üzere insanların dışındaki insanların emirlerine amade olan Allahın yarattığı zerreden küreye kadar bütün varlıkların adıdır.
İNSAN: Dünya hayatında Meleklerden farklılaşarak aklıyla takvasıyla fısk ve fücuru ile ayrılarak hem yanlış yola gidebilecek hem de doğru yolda yürüyebilecek ibadet ve kullukla sorumlu nötr. Bir varlıktır.
İBLİS: Asıl insanı Allaha karşı ibadet ve kulluk yolundan ayırmakla görevli ve insanın meleklerden farklılığının tek nedenini oluşturan insanlara Kötülüğü teklif sunmakla görevli takvanın alternatifi olan bir melektir. Teklifleri insan yaratılışına muhalefet ettiğinden dolayı yabancı anlamında cinlerdendi ifadesi kullanmaktadır.
CİN: Asıl yaratılış gayesini unutmuş ve kendisine dünyayı tabu edinmiş İbadet ve kulluktan uzaklaşmış İnsanların yaratılırken rabbim sensin sözünden caymış yabancılaşmış yabancı insana verilen isimdir
ŞEYTAN: Günah işlemeye ve sevap işemeye doğru eğilimli nötr bir varlık olan insana iblisin kötülüğü isyanı başkaldırmayı teklif etmeyi sunması sonucunda bu teklifi kabul eden, onu ameline dönüştüren ve günahta ısrarcı olan insanın adıdır.
Konumuz iblis hakkında kuranın anlattıklarıyla ilgili idi. İblis bir insan değil ama Kuran burada Teşhis ve intak sanatı yapmıştır. ” Teşhis ve İntak: Teşhis, insan olmayan varlıklara insanların yaptığı işleri mecazi olarak yaptırma; intak da bu varlıkları söyletme, konuşturma sanatıdır.”
İblis insan değildir. Soyut bir varlıktır.
7/ 12- (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
Burada iblisi hem intak sanatı yaparak konuştururken İbadet ve kulluk için yaratılmış olan insanlardan günah işleyen ve günahında ısrar eden insanların davranış biçimlerini ve bulunmuş olduğu konumu beğenmemesini isyankârlık olarak tanımlamaktadır.
7/ 13- (Allah "Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin."
Allah insanları çeşitli karakterlerde cinsleriyle ırklarıyla renkleriyle Farklı farklı yarattığını bunların sadece hem isnsanlar birbirlerini tanısın hem de insanlar bir birleriyle diyalog kurarak hayatlarını tamamlasın diye böyle yarattığını söylemektedir.
49/ 13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
Ayette bahsedilen bu farklı yaratılışlar İnsanların Allah katında, Hiçbir insan hangi ırktan hangi renkten hangi cinsten olursa olsun bir birlerine karşı asla ütünlük farkının olmadığını üstün olmak güzel davranışların ön plana çıkramakla ancak mümkün olacağını anlatmaktadır. Allah katında bütün insanlar eşittir. Farklı şekillerde farklı kimliklerde yaratılan insanların kendilerine yüklenmiş olunan görvleri gücü nisbetinde yapmakla sorumludurlar.
İblis insanlardaki bu farklı yaratılışlardan kendisine malzeme yaparak, insanları zenginse insanlar üzerinde güçlülük taslayarak onlara zulmetmeyi fakir veya güçsüzse kendisine neden zenginler gibi güçlüler gibi imkân tanınmadığını fısıldayarak insanları hem Allaha hem de Allahın kendilerine göndermiş olduğu peygamberlere ve ulul emirlere karşı çıkmayı fısıldamaktadır. Bu Her insan içerisinde var olan bir olgudur. Kuran burada sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlama sanatı(hüsnü-tahlil) yapmıştır.
7/ 14- O da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi.
7/15- (Allah "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi.
Bu ifade her insanda var olan nefsin, bir adı fıskın, bir adı iblisin insan üzerinde insanlar üredikçe insanlardan insanlara aktarılan bir olgudur. İblis süre istese de o vardı süre istemese de vardı. insan oldukça bu olgu devam edip gidecektir. Burada Allahın huzurundan kovduğu İnsanları Allaha ibadet ve kulluktan alı koyan ve Müslüman ol kelimesine muhalefet eden her türlü düşünme ve tekliflerdir. Davranşlardır.
İnsanlar yaratılırken, bir başka deyişle fıtrat olarak Rabbimiz Allah’tır. Demelerini bozan ve insanların asıl denenmesine vesile olan iblistir.

Meleklerde iblis denen bir olgu yoktur. Bu sebeple onlar görevlerini hakkıyla yaparken engelleyecek bir olgu da yoktur. Ama insanlarda Meleklerden onları ayıran rabbim Allah’tır sözünü bozmaya davet eden bir ses gelmesi onların imtihana tabi tut utulmasına neden olmaktadır.
7/ 20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."
Burada varlıkları intak sanatı yaparak konuştururken İnsanların küfre ve kötülüğe gitme eğilimini oluşturarak onlara hem takvaya hemde fıska gidebilme eğilimi vererek akıl ile de gideceği yolu seçene gittiği yolda hizmet ettirmiştir. İşte onlardaki bu özellik onları meleklerden ayırarak sorumlu ve yetkili kılmıştır. Eğer iblis denen bir olgu olmamış olsaydı, insanlar zina yapmayacaklardı adam öldürmeyeceklerdi bozgunculuk yapmayacaklardı. Zulüm yapmayacaklardı. Hırsızlık yapmayacaklardı. İşte bu insanları Allah’ı tespihten ona ibadet ve kulluktan alı koymak ve kötülüğe doğru giden yolların tetikleyicisi hep iblisin insan üzerinde var olan bir olgu oluşundan kaynaklanmaktadır. Her erkek ve kadını meleklerden ayıran özellik iblisin var oluşudur. Eğer bu olgu olmamış olsaydı insanlar melek olurlardı
7/ 172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
Kuran burada da intak sanatı kullanmıştır. İnsanlar yaratılış anlarında rabbim sensin sözünü söyleyebilecek karakterde Değillerdir. İnsanlar sorgulamaya akıl baliğ çağında başlarlar. İnsanlar o anda aynen melek özelliğindedir melekler nasıl verilen görevi kusursuzca yerine getirirler? Ve Allah’ı Hamd ile tespih ederler insanlar da yaratılış anında da aynen melek gibidirler. Asıl insanların bozuluşuna vesile olan iblis ve şeytan olgusudur.
İblis soyut bir varlıktır. Cin de somut bir varlıktır. Ama kuran iblis kelimesini tanımlarken iblis cinlerdendi ifadesi kullanmaktadır. Nasıl oluyor da soyut bir varlık somut bir varlıktan olabilir? İşte bunu anlayabilmek için hem kuranda anlatılan edebi sanatları hem de Kuranın kelimelere yüklediği manaları kurandan yakalamak gerekmektedir. Bunları yapabilmek için güçlü bir mantık kurallarını kavrayıp işletmek gerekiyor.
51/ 56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Kuranda cinlerin Allaha ibadet etmesi için yaratıldığı halde, İblisin sadece bulunmuş olduğu konum gündeme getirilmektedir.
7/ 11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
7/12- (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
İblisin ateşten yaratıldığını Melekler familyasından olup bulunmuş olduğu görev ve sorumluluk yönüyle diğer meleklerden ayrılarak insanın imtihana tabi tutulmasına sebep olan bir melektir. Ama İnsan Topraktan yaratıldığı halde neden iblisi kuran tanımlarken iblis cinlerdendi ifadesi kullanıyor da iblis insanlardandı ifadesi kullanmıyor?
Âcizane Ben neden bu ifadeyi kullandığını uzun yıllar kuranı tahlil ve inceleme neticesinde anlayabildim.tabiî ki anlayabildimse. Ama bu anladığımı başkalarına anlatırken onların anlayabileceği konumda anlatamıyorum ki hep tepki alıyorum.
Okuyan okuduğunu anlayan bütün kuran okuyucuları iyi bilirler ki Kuranda hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanmamıştır. her kelime de birbirleriyle sıkı bir ilişkisi vardır birbirlerinden kesinlikle bağımsız da değildir. Laboratuar ortamında bir kandamlası tahlil yapıldığında ondaki ayrıntıları en ince şekilde ortaya konabiliyorsa Kuranda bir kelimenin ne anlama geldiği öyle inceleme yapıldığı zaman kastedilen manalar yakalanabilecektir.
İblis kelimesi insanı asıl yaratılış gayesinden saptırma teklif sunma konumunda bir melek ise soyut bir varlık konumundadır. Cin de insanın asıl yaratılış gayesi olan ibadet kavramını delerek bu görev bilincinden uzaklaşmış, yabancılaşmış insan anlamında kuran cin tabirini kullanmıştır. İşte İblis de cinde insan fıtratına insan yaratılışına birisi teklif sunan soyut bir varlığı oluştururken diğeri de somut bir varlığı oluşturmaktadır.
İblis ateşten yaratılmış cin de somut olan insanın yaratılışı gibi topraktan yaratılmıştır.
Klişeleşmiş cin kavramı hakkında bilgi sahibi olanlara cinler topraktan yaratılmıştır desen, kıyam ederler. Çünkü onların beyinlerinde cinler beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış varlıklar olarak algılanmaktadır. Cin konusunu ilerde inşallah detayına kadar inceleyeceğiz.
Sıfat Nedir

Sıfat hakkında ansiklopedik bilgi..
________________________________________

Sıfat (Önad)

İsimleri niteleyen ya da belirten sözcüklerdir.


Sıfatlar ancak varlıklarla ortaya çıkar. Bu nedenle tek başlarına kullanılamaz. Sıfat olarak kullanılan çoğu sözcük bazen bir kavramın karşılığıdır. Örneğin “mavi”, bir renk ismidir, “iki”, bir sayı ismidir. Ancak bu sözcükler isimlerin özelliklerini bildirecek duruma gelirse sıfat olur. Yani;


“Mavi gözlerine bayıldım.” cümlesinde “mavi” göz isminin rengini bildirdiğinden sıfattır. Ya da “iki” sözü; “İki kalemi vardı.” cümlesinde kalemlerin sayısını bildirdiğinden sıfat olmuştur.


Ancak sıfatın mutlaka isimden önce gelmesi gerekmez. Bazen bir ismin niteliğini bildirmesine rağmen isimden önce gelmediği de olur.


Bu genel bilgilerden sonra, şimdi de sıfatların çeşitlerini görelim.


a. niteleme sıfatları

Varlıkların yapısal özelliklerini ortaya koyan sıfatlardır. Bunlar varlığın nasıl olduğunu bildirir ve isme sorulan “nasıl” sorusuna cevap verir.


“Kurumuş yapraklar yere döküldü.” cümlesindeki altı çizili sözcük, yaprağın nasıl olduğunu yani niteliğini bildiriyor. İsme “Nasıl yapraklar?” diye sorarsak cevap olarak “kurumuş” sözünün geldiğini görürüz.



b. Belirtme sıfatları

Varlıkların diğer varlıklarla ilgileri sonucunda aldığı özellikleri belirten sıfatlardır. Kendi arasında dört gruba ayrılır.


İşaret Sıfatı: Varlıkların bulunduğu yerleri gösteren sıfatlardır. Söyleyen kişinin, sözünü ettiği nesneye uzaklığına göre değişir.


“Bu evi biz aldık.” cümlesinde evin yakın olduğu;

“Şu evi biz aldık.” cümlesinde biraz uzak;


“O evi biz aldık.” cümlesinde çok uzak ya da, sözü edilen bir evin olduğu anlaşılır. Bu cümlelerde altı çizili sözcükler işaret sıfatıdır. Bu tür sıfatlar isme “hangi” sorusunun sorulmasıyla bulunur. “Hangi ev?”, “ “Bu ev” gibi...

Bazı işaret sıfatları ise yer bildirir. Bunlar çoğu zaman “-ki” ekini alarak kullanılır.

Buradaki evi biz aldık.

Şuradaki evi biz aldık.

Oradaki evi biz aldık.


Cümlelerinde bulunan altı çizili sözcükler yer bildiren işaret sıfatlarıdır. Bunların dışında; öteki sokak, beriki ağaç gibi yer bildiren sıfatlar da vardır.

Sayı Sıfatları: İsimlerin sayısal özelliklerini bildiren sıfatlardır. Birkaç türü vardır.

Sınıfta yedi öğrenci vardı.

Asıl sayı

sıfatı
Yedinci öğrenci gelsin.

Sıra sayı

sıfatı
Yedişer kişi geldi.

Üleştirme
sayı sıfatı

Yedi de bir ihtimal var.

Kesir sayı

sıfatı
Çeyrek ekmek aldı.

Kesir sayı

sıfatı

Bunların dışında bazı kaynakların topluluk sayı sıfatı diye adlandırdığı, ikiz çocuk gibi sıfatlar da vardır.




Belgisiz Sıfat : İsimlerin nicelik yönüyle belirsizliklerini ifade eden sıfatlardır.

Bazı konularda bilgisi yoktur.

Birtakım yanlış fikirleri vardı.

Hiçbir öğrenci gelmemişti.

Bütün kitapları aldı.

Her yer tertemizdi.

Bir gün bu iyiliğinizi ödeyeceğim.


Cümlelerinde altı çizili sözcükler belgisiz sıfatlardır. İsimleri sayıca az çok belli etmişler ancak tam bir özellik bildirmemişlerdir.



Soru Sıfatı: İsimlerin niteliğini, herhangi bir özelliğini soran sıfatlardır. Bu sözcüklerin yerine konan sözcükler de sıfattır.


Nasıl filmleri seversin?

Kaçar lira ayırmamız gerekiyor?

Hangi soruyu çözemedi?



Adlaşmış Sıfat

Bazen kişinin tam olarak bilinmediği ya da niteliğinin vurgulanmak istendiği durumlarda isim söylenmeyip sıfat, ismin yerine geçirilebilir. Bu tür sözcüklere adlaşmış sıfat denir. Adlaşmış sıfatlar niteleme sıfatlarıyla yapılır.

“Korkak insanların kendine güveni yoktur.”

Cümlesinde niteleme sıfatı olan “Korkak” sözcüğü,

“Korkakların kendine güveni yoktur.”


Cümlesinde “insanlar” isminin düşmesiyle adlaşmış sıfat olmuştur.
Adlaşmış sıfat olan sözcükten sonra bir isim gelirse, anlam karışıklığını önlemek için iki sözcük arasına virgül (,) konur.


İhtiyar, adamlara şöyle bir baktı.

İhtiyar adamlara şöyle bir baktı.



Not: Sıfatla, onun nitelediği isim arasına Hiçbir noktalama işareti konmaz.

KELİMELERİN CÜMLE İÇİNDE KAZANMIŞ OLDUKLARI ANLAMLAR

1 … GERÇEK ANLAM ( SÖZCÜK ANLAM )
2 … MECAZ ANLAM (CÜMLE İÇERİSİNDE KAZANILAN ANLAM
3 … TERİM ANLAM ( ÖZEL KAZANILAN ANLAM)

ÇOK ANLAMLILIK:
Her sözcük temelde belli bir nesneyi, kavramı ya da durumu karşılamak için doğarlar. Ancak toplumsal değişmeler, yeni nesne ve kavramlar yeni adlandırmaları gerektirdiğinden zamanla bir sözcük çok farklı anlamlara gelebilir. Buna çok anlamlılık denmektedir.
Örneğin; “bağlamak” sözcüğü ilk anlamıyla bir nesneyi ip veya benzeri maddelerle bağlı duruma getirmektir. Aynı kelime “Bu karar beni bağlamaz.” Cümlesinde kararın geçersiz olduğu, “Bizim ilçeyi yeni bir ile bağlamışlar.” Cümlesinde ilçenin başka bir ilden yönetileceği anlamında kullanılmıştır.

Çok anlamlılık LGS , ÖSS ve diğer sınavlarında mecaz anlam olarak değerlendirilir.


1. GERÇEK ANLAM ( TEMEL ANLAM )
Kelimelerin taşıdıkları ilk ve genel anlama gerçek anlam denir. Kelimelerin sözlükteki ilk anlamıdır. Kelimenin gerçek anlamı, herkesçe bilinen yaygın anlamıdır. Buna "temel anlam" da denir.
Meselâ, “ağız” dendiğinde akla ilk gelen, organ adıdır.

Soğuktan su boruları patlamış.
Ayağında eski bir spor ayakkabı var.
Biraz sonra toprak bir yola girdik.
Kanadı kırık bir martı gördüm.
Soğuk sudan boğazı şişmişti.
Yataktan kalkarken başımı duvara çarptım.
Dün gece erken yattım.
Sıcak çorbayı içince rahatladım.
Dolaptan temiz elbiselerini çıkardı.
Ahmet’in burnu iyi koku alır.
Ağzında yaralar oluşmuştu.
Elini hırsla masaya vurdu.
İri hantal gövdesini zorlukla sürüklüyor gibiydi.
Gölün kıyılarını yapraksız, bodur ağaçlar kuşatmıştı.
2. MECAZ ANLAM (CÜMLE İÇERİSİNDE KAZANILAN ANLAM)
Bir sözcüğün gerçek anlamından uzaklaşarak kazandığı yeni anlama mecaz anlam denir. Başka bir deyişle bir kelimenin, gerçek anlamı dışında, başka bir anlama gelecek şekilde kullanılması sonucu ortaya çıkan anlamdır. Bu kullanımda anlatımı renklendirmek ve kuvvetlendirmek esastır.
“Burun” kelimesi gerçek anlamda vücudun bir organıdır. “ Bu günlerde burnu büyüdü.” Cümlesinde burun kelimesi kendini büyük diğer insanları küçük görmek manasında kullanılarak mecaz olmuştur.

Bu konuyu bir daha açmayacağım.
İşsizlik sorunu hükümeti terletecek.
Derdim çoktur, hangisine yanayım.
Doktora boş gözlerle bakıyordu.
Bu şarkıya bayılıyorum.
Tatlı sözlerle babasının gönlünü aldı.
Yakında savaş patlayacak.
Hepimiz onun hafif biri olduğunu biliyorduk.
İnce işlere aklım pek ermiyor.
Kitapları taşırken kolum koptu.
İlk damlalardan sonra yağmur birden coştu.
Bu söze gençlerden biri ince bir karşılık verdi.
Onun pişkinliğine bir anlam veremedik.
Cesaretinin kırılmasına sen sebep oldun.
Engellemek için işime konan taşın hesabı yok.

Eş sesli kelimelerde her bir anlam gerçek anlamdır; bu nedenle eş sesli kelimelere mecaz anlamlıdır denemez.
Yüz= 100 . insan yüzü . yüz (mek) sağ= yön . canlı olmak . sağ (mak)


Mecaz anlamlar, benzetme ve ilgi yollarıyla da yapılır.
Benzetme yoluyla yapılanlardan biri deyim aktarması ( istiare , eğretileme ). Değim aktarması açık ve kapalı olmak üzere ikiye ayrılır. Edebiyat dersinde söz sanatları arasında incelenir.
“Kurban olam, kurban olam
Beşikte yatan kuzuya” (açık istiare)

Kuzu kelimesi mecaz anlamdır. Bebek kuzuya benzetilmiştir.
“Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor.” (kapalı istiare)
tekerleklerin çıkardığı sesler insana benzetme yoluyla yolla konuşuyormuş gibi gösterilmiştir.

İlgi yoluyla yapılanlara ad aktarması denir. (mecazı mürsel)
Benzetme amacı güdülmeden bir kelimenin bir başka kelime yerine kullanılmasıdır.
Ad aktarmasında benzetme amacı olmaz. İç-dış, parça-bütün, neden-sonuç, sanatçı-yapıt, yer-insan, yer-olay gibi ilgiler vardır. Aşağıdaki cümleler ad aktarmasına örnektir. (ad aktarması ayrıca mecaz-ı mürsel adıyla söz sanatlarında da işlenir.)

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilâl (bayrak)
Başını (saç) kestir demedim mi?
Bereket (yağmur) yağıyor; çiftçinin yüzü gülecek.
Ayağını (ayakkabı) çıkarmadan girebilirsin.
Bu olaylara Ankara (meclis) sessiz kalıyor.
Orhan Veli’yi ( Orhan velinin kitapları) okur musun?
Çocuk eli uzun biri, cüzdanımı almış.
Burası çok ayak altı, şurada duralım.

Deyimlerde mecaz anlam olarak değerlendirilir. Bir bölüm değimler ise gerçek anlamında olabilir.
Her gördüğüne dudak büküyordu.
Senin yaptığın pire için yorgan yakmak.
İki genç adam boğaz boğaza geldi.
Olur olmaz konularla baş ağrıtmayı seversin.
Bu şekilde anlatırsanız aklı yatar.
Matematiği aklım almıyor.
Çocuk ağzı açık beni dinliyordu.
Öğrenciler, beni can kulağı ile dinliyordu.
Hiçbir işte dikiş tutturamamıştı.
Bizimkinin iyice çenesi düştü.
Göze girmek için her şeyi yapıyor.
İşin ağırlığı gözümüzü korkutmuştu.
Bu soruya kafa yormanı istemiştim.

3. TERİM ANLAM
Bir bilim, sanat ya da meslek dalıyla ilgili bir kavramı karşılayan kelimelere terim denir. Terimlerin anlamları dar ve sınırlıdır.

Örnek: "Ekvator" kelimesi tek bir anlama gelir ve tek bir nesneyi karşılar.
Örnek: kök, mısra, muson, kare, denklem, pi sayısı, hücre, bileşke, özne, kafiye, meridyen, ova, es, nota, portre, sülfe, aktör…

Terimler halkın söz varlığında yer almaz, ama halk ağzında kullanılıp da sonradan terim özelliği kazanmış kelimeler vardır.
Örnek: "Budala" kelimesi halkın söz varlığında aptal, anlayışsız, sersem anlamlarıyla kullanılır, fakat bu kelime psikolojide belli bir zeka seviyesine sahip anlamında kullanıldığında terimdir.
Terimler, genellikle gerçek anlamıyla kullanılan sözlerdir. Terimlerin, mecaz anlamı, deyim anlamı yoktur.

Boğaz’ı geçip Karadeniz’e ulaştık.
Ayağı olmayan göllerde tuz oranı yüksek olur.
Ağacın kökleri çok derinde.
Üçgenin iç açıları toplamı 180’dir.
Bu gün derste deney yaptık.
Şiirin kafiyelerini bulamayınca öğretmen bize çok kızdı.
İNSAN
Kuranda insan kelimesi altmış yedi yerde geçmektedir. Günümüze kadar tarif edilen insan kavramı eksik ya da yanlış tanımlanmıştır.
İNSAN: Kurana göre, aklıyla takva yönüne ve fısk yönüne eğilimli olan, Allaha ibadet ve kullukla sorumlu nötr bir varlıktır. Kuranda İnsan Olduğu halde insan kelimesi dışında kelimeler kullanılmıştır. Bu Kelimeler insanın duruş davranış biçimlerine göre anıldığı gibi, renkleriyle dilleriyle cinsleriyle, nasıl ve nice olduklarını belirlemek için başka isimlerle de anılmışlardır.
Kurandaki ayetlerin anlaşılmasında, Yukarda açıklamalarla Bir kelimenin ne manalara geldiğini, değişik anlamlarda nasıl kullanıldığını izah etmeye çalıştık.
Bunlardan bir kaçını sayalım. Kâfir, Müslüman, münafık, ehli kitap, müşrik, şeytan, cin, erkek kadın, çocuk, ihtiyar, İngiliz alman Fransız, beyaz siyah vs. kelimeleri kullanılmıştır. Bunlar ve daha saymadıklarımız, insanın sıfatlarıdır. kimliklerini cinsiyetlerin renklerini davranış biçimlerini sembolize etmek onlar arasındaki farklılığı ayırt etmek için anlatım sanatıdır.
Nötr Bir varlık olarak tanımlanan insan, insan kelimesinin yerine kullanılan diğer isimler kelimelerinin özünü anasını bir başka deyişle hammaddesini oluşturmaktadır. Bitkiler insandan oluşamaz, hayvanlar insandan oluşamaz, melekler insandan oluşamaz. Taşlar madenler insanlardan oluşamaz. Ama insanlardan münafık olanlar kâfir olanlar Yahudi olanlar Müslüman olanlar İngiliz Türk Kürt vs. oluşur.
Şimdi Kuranda geçen insan kelimesi ile ilgili ayetlerden İnsan tanımını detaylı olarak incelemeye çalışalım.
10/ 19- İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.
Bu Ayeti açıklayabilmek için, Hemen şu ayeti bilmek veya hatırlamak gerekir.
7/ 172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
İşte Ayette geçen ümmet kelimesi Aynı Yaşam aynı inanç sahiplerinde olan varlıklar için kullanılmışlardır. İnsanlar yaratılırken hepsi yaratılış şekliyle rabbim Allah diyorlardı. Aralarında farklı bir ilah seçme farklı bir yaşam yoktu. Hepsi fıtrat üzere doğuyorlardı. İblisin şeytanların insan üzerinde etkisiyle tek ümmetten ayrılıp tevhit bozulup farklı ilahlar ortaya çıkarak anlaşmazlığa düşmüşlerdir.
İşte Tek bir ümmeti tek bir şeraiti Allah insanlar içerisinden seçtiği nebi ve resullerle gündemde tutmuştur. Bu sebeple hemen söyleyebiliriz ki, Her peygamberin getirdikleri dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslüman’dır.
İslam dinine girenlerin tek bir şeraitleri vardır. O da vahiy orijinli dinlerin ortaya koyduğu kurallardır. Herhangi bir şey bir peygamberde helal ise diğer peygamberlere de helaldir. bir peygambere herhangi bir şey haramsa diğer peygamberler de haramdır. Bir başka deyişle Rabbani yolun yol göstericileri peygamberlerdir. Bunlarda kesinlikle haram ve helal kargaşası çıkmaz ve çıkmamıştır. Vahiy orijinli dinde olduğunu zannedip de olmayanların ortaya koyduğu zanlarla helal ve haramlarda farklılaşmalar olmuştur.
6/ 38- Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.
İşte Kuranda tanımlanan insanların dışındaki melekler, kendisi üzerine kotlanmış bilgilerle görev seyri içerisinde seyrederler. Melekler İnsanların iman edenlerin emrine girdikleri gibi, iman etmeyenlerin de emirlerinde hareket etmektedirler.
Halife kelimesi dünya hayatında insanlara yüklenen bir kavramdır. Yerlerin ve göklerin yaratıcısı Allah olduğu halde, dünya hayatında gerek evreni keşfetme kabiliyeti verilerek gerekse de yollardan istediğini seçerek, davranış biçimini Allah insanların özgür iradesine vermiştir. Ve dünya hayatında Nasıl bir davranış ortaya koyarsa koysun, sonucuna sadece ve sadece kendisi katlanacaktır.
33/ 72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
Allah bu ayette de intak sanatı yapmıştır. Eşyayı varlıkları konuşturmuştur. Her halde sorumluluk yüklenme veya sorumluktan kaçma akıllı olanlara ait bir haslettir. Başak bir anlatımla sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak hüsnü tahlil sanatı yapmıştır. Bu Konuya Meleklerin ve halifenin ne anlama geldiğini melekleri ve halifeyi tanımlarken değinmiştik. Meleklerin tanımında verilen görev içerisinde hareket ederler. Onlar kendilerine verilmiş bilgileri sadece bilebilirler. Ama âdem halife insan kâinatın esrarını çözmek yerleri ve gökleri yaratan Allaha ibadet ve kulluk yapmada iki seçenekle denemeye tabi tutulmuşlardır.
Her akıllı olan insan belirli bir yaştan sonra olayları sorgulamaya başlarlar. Her olayda insana iki ses gelir. Bu seslerden brisi takvadandır diğeri ise fısktandır. Bir başka anlatımla birisi doğru bir davranışı kendi aleyhinde olsa bile onu yapmaya diğeri ise sadece kendisini düşünmeye adalet hak hukuk tanımayan bir çağrıda bulunan bir ses. İşte Allah insanın kendi özgür iradesiyle dünya hayatında bu iki sesten hangisini yapıp yapmayacağını denemek için bu dünya hayatına gönderildiğini anlatmaktadır. Allah adaletle insanlara dünya hayatında davranmayı emretmiştir.
4/ 135- Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
5/ 8- Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
Adalet Allah’ın İnsanların öz yapısına yerleştirdiği, takva sesi fısktan gelen adaletsizlik sesine karşı hemen bir tepki bir yanlış diyen uyarı sesi gelir insana. Bu yanlış olan davranışı yaptığı zaman yanlış olduğunu onun kendisi de bal gibi bilir ama nefsi onu istemiştir. Ama Allah yanlış olan adaletsiz bir davranışı insana yapma adaletli ol demektedir. Bunu Müşahhas bir örnekle açıklamaya çalışayım.
Kasap bir vatandaş başından geçen bir olayı şöyle anlattı. Sığırları dolduruyor bir kamyona bir şehirden başka bir şehre pazarlamak için götürüyor. Bir köyden geçerken küçük yaşlarda bir çocuk aniden arabanın önünden geçmek istiyor. ve arabanın altında kalarak çocuk ölüyor. Adamcağız istemeyerek kendi elinde olmayan bir nedenle kasıtlı olmadan suç çocuk da olsa da çocuğun ölümüne sebep olduğundan dolayı tir tir titriyor.. Başına gelecekleri de kestirmiş olmalı ki Yabancı bir köyde kimseyi tanımıyor köylülüler çocuğun yakınları başta olmak üzere adamı linç etmek için şoförün üzerine saldırıyorlar.
Bizim kasap da kendi işini yapan kendi lehine çalışan şoföre o da saldırıyor. dövmek için. Ben de kasaba dedim ki haydi köylüler olayın iç yüzünü bilmiyor adamı yargılamadan infaz ediyorlar. sen de biliyorsun ki şoförde bir kabahat yok. Çocuk da ismi üzerinde çocuk o da farkında olmadan arabanın önüne fırlayıp ölmüş. bu elbette bir takdirdir insanın kendi elinde olmayan nedenlerle başına gelen bir kaderidir. Sen neden köylülerle beraber olup onu linç etmeye çalıştın? Diye sordum Kasap da dedi ki evet şoförde bir kabahat yoktu. eğer ben sessiz kalsam veya şoförü savunmaya kalksam ben de aynı akıbete uğrayacaktım dedi.
Evet, kasap da biliyordu yaptığı davranışın yanlış olduğunu ama orada kendi aleyhine olacak diye adaletli davranmayı çiğnedi. ve böylece kaybedenler oldu.
İşte böyle bir olay karşısında nasıl bir davranış sergileneceğini kuran bize detayna kadar açıklıyor. Konumuz o değildi ama Adaleti hem insanların içerisine yerleştirmiş hem de vahiyle bildirmiştir.
4/ 92- Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mümini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka, Eğer o, mü'min olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
İşte İnsan; iki yöne de eğilim göstermesi sebebiyle her iki yönde de davranış biçimlerini sergileyenlere rastlanmaktadır. Ama şu bir gerçek ki, nefsin azgın isteklerinden kendisini arındıran ve adaleti ihsanı ayakta tutan insan sayısı yok denecek kadar azdır.
ŞEYTAN
Şeytan kelimesi kuranda seksen dört ayette zikredilmiştir.
ŞEYTAN: İnsan yapısında var olan iblisin kötülüğü isyanı baş kaldırmayı adaletsizliği yaygınlaştırmayı insana teklif etme sonucunda bu teklifi, yanlış olduğunu bile bile kabul eden insanlara denir.
Önce şeytan hakkında bu güne kadar söylenenlere bir göz atalım.
Şeytan
→ Şeytan maddesi bir kavram ile ilgilidir, aynı isimli diğer ile ilgili madde için Şeytan Nedir (anlam ayrım) sayfasına bakınız.
Şeytan; birçok dinde insanları kötülüğe teşvik eden, adaletsizliğin önderi bir varlığın ismidir. Şeytan, rakip, muhalif, bozucu ve bozguncu gibi anlamlara gelen İbranice bir kelime olan "Satan"'dan ya da arapça kökü "rahmetten uzaklaştı, hak'dan uzak oldu" anlamlarına gelen "şetane"'den gelmektedir.
Modern dinlerde ya da mitolojilerde, Şeytan genellikle, doğaüstü güçlere sahip, sürekli insanları dinden, dolayısıyla yaratıcısının emirlerinden uzaklaştırmaya çalışan bir varlık olarak düşünülmüştür. Latincede "Diábolus, Diaboli", Yunancada "Diabolos", "Karanlıkların Efendisi," "Beelzebub" (Sinek Kral), "Belial", "Mephisto", ya da "Lucifer", eski Türkçe'de "Yek" yada 'Albız ' olarak geçer. Talmud ya da Kabbala felsefesinde "Samael" olarak geçer.(Yahudi inanışında Samael başka bir melektir). İslamda "İblis" (إبليس) olarak bilinir ancak Kuran'da "şeytan" kelimesi (87 kez), "iblis"'ten daha fazla kullanılmıştır. Şeytan, ayrıca "Azazel" olarak da anılmıştır.
Eliphas Levi: Şeytan
Eski Antlaşma'da Şeytan
Eski Antlaşma'da Şeytan Hrıstiyanlıktaki gibi korkulan bir mahlûk değildir ve kötülüklerin temelini oluşturmaz. Çünkü musevilikte Hayrın da şerrin de Tanrı'dan geldiği inancı vardır. Bu sebeple Satan ya da Samael adı verilen Şeytan'nın hile ve aldatmacalarına karşı dikkatli olunmalıdır.
Yine Talmud, Bava Batra Bölümü, Daf 16a 'ya göre:
(הוא שטן הוא יצר הרע הוא מלאך המות הוא שטן דכתיב): Şeytan, kötü dürtüler ve Ölüm Meleği aynı şahsiyetlerdir.
Ezekiel 28:12–19: "..güzellerin ve bilgelerin en mükemmeliydin. Eden'de, Tanrı'nın bahçesindeydin. Giysilerin hep güzel taşlarla – yakut, zümrüt, aytaşı, beril, onix, safir, turkuazla - ve altın işlemelerle süslüydü. Bunlar sana sen yaratıldığın gün verildi. Seni kudretinle ve gücünle bekçim yaptım. Tanrının kutsal dağına gidebiliyor ve ateş tarlalarında yürüyebiliyordun. Yaptıklarından tamamen muaf tutulurdun ta ki için kötülükle dolana dek. Bu varlık içinde bile daha büyük şiddet yarattın ve günahkar oldun. Seni tanrının dağından men ettim ve seni bekçilik ettiğin ateş tarlalarından sürgün ettim. Güzelliğin yüzünden için kibirle doldu ve bilgeliğini kendi ünün için harcadın. Seni içine hapsettiğim ateşle beraber dünyaya attım. Seni takip edenlerle beraber sonunuz ateşler içinde küle dönecek. Çok feci bir sona geldin."
Yeni Antlaşma'da Şeytan
Şeytan özellikle Yeni Antlaşma'da ve Hıristiyan inancında kendisine daha çok yer bulmuştur. Özellikle İsa'yı sürekli olarak kışkırtır. Ancak Şeytanın kişiliğinin kaynağı İncil değil, Hıristiyan edebiyatıdır. John Milton'nun epik bir şiirinde Şeytanın en üst düzeyde bir melekken insanı ve kendini yaratan tanrıya karşı düşmanlığa yönelen bir kişilik olduğu anlatılır. Ancak Şeytan kesinlikle cehennemde hapsolmuş biri değildir aksine istediği her yere - dünyaya hatta cennete bile - girip çıkabilir. Bu özellikleriyle Şeytanın nihai amacı, insanlığı Yaratıcı'nın yolundan saptırmaktır. Bu anlamda kendisini tanrıya bir rakip olarak kabul ettirme gayreti içindedir. Kendisine bir süre verilmiş ve bu sürenin dolmasına kadar yaratıcıya karşı açtığı savaşın sonucunu beklemektedir.
Yaradılış (Genesis) bölümünde, Âdem ve Havva'yı kışkırtan yılan figürü, Tevrat'taki anlatımın aksine daha sonraları Hıristiyan uleması tarafından Şeytan olarak değerlendirilmiştir. Doğu (Ortodoks) Kilisesine göre Şeytan, insanın üç düşmanı (günah-ölüm)'den birisidir. Bütün Hıristiyan inanışlarında, Şeytan, Hz. İsa'ya ve Hz. İsa figüründe Tanrı'ya karşı son bir savaş (Armageddon) açacaktır. Bu savaş aynı zamanda Şeytana verilen sürenin de (aeonios) sonuna çok yaklaşıldığını gösterecektir. Unitaryan Kilisesine göre Şeytan bu zaman geldiğinde tekrar iyi olacak ve melek özelliklerine kavuşacaktır. Bu sürenin nasıl işleyeceği her kilisede farklılıklar gösterir. Neticede dünya tüm şeytanlıklardan arınır ve tıpkı cennet gibi günahsız bir yere dönüşür.
Ortaçağ'da Şeytan bir keçi gibi sakallı ve boynuzlu, elinde çatal ve kuyruklu olarak tasvir edilirdi. Bu görüntünün oluşmasının sebebi İncil değildir ve Hıristiyanlıktan önceki pagan inanışlarda simgelenen bazı tanrı figürlerinden (Pan, Dionysus) kaynaklanır.
Kuran'da Şeytan
Şeytan İslamiyete göre cin (diğeri melek) türünden bir varlıktır. Cinler, meleklerden farklı olarak irade sahibidir. Yaratılışının en büyük nedeni, kıyamete kadar, insan iradesinin sınanmasıdır. Bu sınavı geçenler ödüllendirilecek, geçemeyenler ise cezalandırılacaktır. Kuran'da şeytandan bahsedilen ayetlerde insanlar onunla birlikte hareket etmemeleri konusunda uyarılmıştır. Şeytanın önceleri bilgeliğinden yararlanılan ve sayılan biriyken, Allahın huzurundan kovulma aşamasına nasıl geldiği Araf suresinde anlatılır. Hristiyanlık ve İslamiyet, şeytanın bir zamanlar Allahın sevdiği bir hizmetkârı olduğu konusunda hemfikirdir.
Araf (11-25): Hamdolsun, size yeryüzünde imkan ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz! Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı. Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi. Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” Allah dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.” “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.” “Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti. Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi. Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Allah dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.” Allah dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”
Yehova Şahitliğinde Şeytan
Yehova Şahitleri, Şeytanın mükemmel ruh özelliklerine sahip bir melek olarak yaratıldığına; Ancak Âdem ve Havva'nın tanrı Yehova yerine kendisine itaat etmelerini sağlamaya çalışmasıyla Şeytan'a dönüştüğüne inanırlar. Şeytan'ın zamanla güzelliğinden ötürü gurura kapılarak kendisini bir tanrı gibi görmeye başladığını ve bu şekilde kendisini Yehova'ya bir rakip yaptığına inanırlar. Şeytan sözcüğünü daha kesin anlamak için, Kerub sınıfından bir melek olan "Şeytan" sözcüğünün "Karşı Koyan" anlamına geldiğinin göz önünde tutulması gerekir. Şeytan, Tanrı'nın amacına karşı koymaya çalıştığı için bu sıfatı almıştır. Şeytan adı bu varlığın özel adı değildir.
Şeytan "Aden Bahçesi"nde, "-Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün." denilerek, yasaklanan meyveyi yemesi için Havva'yı kışkırtmış ve yalan söyleyerek itaatsiz olmasını sağlamıştır. Bunu yaparken bir yılanı kukla gibi şu sözlerle konuşturmuştur: Yılan, "-Kesinlikle ölmezsiniz" dedi, "-Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.". Bu şekilde, Şeytan Adem'le Havva'yı tanrıya itaatsiz olmaları için ayarttığında, meselenin yalnızca bir meyveyi yemek olmadığına, tanrı Yehova'nın insanları yönetme hakkına meydan okuduğuna inanırlar. Tanrı Yehova'nın, Şeytan'a ortaya çıkardığı bu dava nedeniyle (Tanrı'ya göre altı gün) 6000 yıllık bir süre tanıdığına inanırlar. Şeytan'ın ortaya çıkardığı davaların şunları içerdiğine inanırlar:
Şeytan'ın, "Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz (anlayışınız) açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız." sözlerine göre; Şeytan Yehova'nın insanlar üzerindeki yönetiminin haksız olduğunu iddia etmiştir. Şeytan, insanların kendi kendilerini daha iyi bir şekilde yönetebileceklerini ve Yehova'nın karışması olmadan kendi yönetimleriyle Dünya'yı cennet gibi bir yer yapabileceklerini iddia etmiştir. Bu nedenle, Şeytan'a göre, Yehova insanların kendi kendilerini yönetmelerine izin vermelidir.
Şeytan'a göre, Tanrı'ya gerçekten vefalı, sadık tek bir kişi bile yoktur. Sadık olan kişiler yalnızca kendileri için iyi şartlar sürdüğünde sadık kalmaya devam ederler. Eğer bu sadık insanların başlarına çeşitli sıkıntılar gelecek olursa, bu kişiler Yehova'ya sadık olmaktan vazgeçeceklerdir. Bunun ispat edilebilmesi için kendisine bir fırsat verilmesi gerektiğini iddia etmiştir.
Yehova'nın Şahitleri, Yehova'nın Şeytan'ı bu davalar nedeniyle hemen yok etmediğini ve eğer hemen yok edecek olsaydı, bütün yarattığı ruh varlıkların zihinlerinde kendisinin haklı olup olmadığı kuşkusunun doğacağını bilerek, Şeytan'a geçici bir süre için izin verdiğine inanırlar. Ayrıca, Tanrı'nın Şeytan'a ve insan yönetimlerine izin vermekle, kötülüğe de izin verdiğine; çünkü bunun sonuçlarının kötü olacağını bildiğine inanırlar. Yehova'nın, Şeytan'ın iddialarının geçersizliğini bu kötü sonuçlara göre ispat edeceğine inanırlar.
İncil'deki "Bu dünyanın egemeni şimdi dışarı atılacak." ve "Artık sizinle uzun uzun konuşmayacağım. Çünkü bu dünyanın egemeni geliyor. Onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur." sözlerine göre, Yehova Şahitleri bu davaların çözümüne kadar, 6000 yıllık bir süre için dünyayı perde arkasından Şeytan'ın yönettiğine inanırlar. Ve Şeytan'ın bunu yaparken "Buna şaşmamalı. Şeytan da kendisine ışık meleği süsü verir." sözlerine göre, Şeytan'ın insanları çoğu kere iyilik meleği gibi görünerek kandırdığına inanırlar. Yehova'nın Şahitleri, Şeytan'ın 6000 yılın bitiminde, bir "uçuruma" atılarak 1000 yıl boyunca faaliyetsiz bırakılacağına ve 1000 yıl geçtikten sonra sonsuza dek yok edileceğine inanırlar. Bu 1000 yıllık dönemde Şeytan'ın bozduğu şeylerin telafisinin olacağına inanırlar. Bu telafi Yehova'nın Şahitleri'ne göre yeryüzünde cennetin yeniden kurulması ve ölmüş kişilerden birçoğunun dirilerek bu cennette yaşamasıdır.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 25. November 2012, 06:46 PM   #8
Murat Yetiş
Yeni Üye
 
Murat Yetiş - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Oct 2012
Mesajlar: 1
Tesekkür: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
Murat Yetiş has much to be proud ofMurat Yetiş has much to be proud ofMurat Yetiş has much to be proud ofMurat Yetiş has much to be proud ofMurat Yetiş has much to be proud ofMurat Yetiş has much to be proud ofMurat Yetiş has much to be proud ofMurat Yetiş has much to be proud of
Standart

İslam'da Devlet....
Bu konu hakkındaki bütün bilgi ve kanaatlerin, ön kabul ve tanımlamaların bütün şablonlardan arındırılarak bir daha..., yeniden düşünülmesinin gerekliliğine inanıyorum... Zira Allah'ın Dini bizce bugünün devlet kavramı ile bağdaşabilecek bir yapıda değildir... Devlet kelimesi orijini itibarı ile, bugün kazandığı kavramsal manayı başlangıçta içermiyordu... Bugün kazandırıldığı mana çok yenidir... Bu yeni mana üzerinden Allah'ın Dini İslam tanımlamanamaz...
Murat Yetiş isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
anlayışı, devlet, kur’anda


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:41 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam