hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TARİH > Ehli Kitap > İsrail oğulları

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 14. January 2009, 12:32 PM   #21
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Süleyman'ın Büyücü Bir Kral olduğunu Söylemeleri:


102- Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında onlar, şeytânların uydurdukları sözlere uydular (Süleyman 'in, büyücülükle saltanatını kazanmış olduğunu söyleyenler, bü*yü ile uğraşan şeytân ruhlu insanlar ve onları azdıran cinler idi. İşte onlar, bu gibilerin iftiralarına uyarak Süleyman 'ı büyücü tanımağa başla*dılar). Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre gitmemişti. Fakat o şeytânlar, küfre gittiler: İnsanlara büyü ve Bâbil 'de Hârût ve Mârût adlı melekler(den ilham alan iki kişiy)e indirileni öğretiyorlar. Halbuki onlar: "Biz bir fitneyiz (bu bilgi, sizin bunu kötüye kullanıp kullanmayacağınızın denenmesi için size öğretilmektedir. Sakın bunu kötüye kullanıp büyü yaparak) küfre gitme(yin)!" demedikçe kimseye bir şey öğretmiyorlardı. Fakat bunlar, onlardan, erkekle karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Ama, onlar, Allah'ın izni olmadan büyü ile hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine yarar vereni değil, zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun, onu sat(ıp onunla çıkar sağlay)anın, âhirette bir nasibi olmadığını gayet iyi biliyorlardı. Vicdanlarını sattıkları şey ne kötüdür, keşke (bunu) bilselerdi! 103- Eğer onlar inanıp (Allah'ın azabından) korunmuş olsalardı, elbette Allah katından (verilecek) sevap, (kendileri için) daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi! (Bakara: 92/102-103) âyetlerinde de Süleyman'ı büyücü bir kral sanan bazı Yahûdîlerin bu düşünceleri reddedilmekte ve Süleyman'ın büyü yaparak küfre gitmediği, büyünün sınav için insanlara öğretildiği, büyü öğretenlerin, bunu kötüye kullanıp küfre gitmemeleri konusunda öğrencilerini uyardıkları anlatılmakta şayet büyücülüğe sapan bu insanlar inanıp korunmuş olsalardı kendilerine Allah tarafından verilecek ödülün, kötüye kullanılan büyüden sağladıklarından çok daha hayırlı olacağı vurgulanmaktadır. [104]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:33 PM   #22
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Kıskançlıktan:


Nankör olan bazı Kitâb ehli kimseler de, müşrikler de size Rabbinizden bir hayır indirilmesini istemezler. Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder, Allah, büyük lütuf sahibidir. (Ba*kara: 92/105) âyetinde de nankörlük eden bazı Kitâb ehli kimselerle müş*riklerin, Allah tarafından müslümanlara güzel şeyler (vahiyler, iyilik-ler) indirilmesini çekemedikleri; fakat Allah'ın, rahmeti olan vahyini dilediği kuluna vereceği, kimsenin Allah'ın lütfuna engel olamayacağı vurgul*anmaktadır.

Kitâb sahiplerinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Allah emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir. (Bakara: 92/109)'ncu âyette de Kitâb ehlinden bir-çoğunun, kıskançlıkları yüzünden müslümanları inançlarından döndür*meyi arzu ettikleri belirtilmekte, fakat müslümanlara, hoşgörülü davranma*ları, affetmeleri ve işi Allah'a havale etmeleri emredilmekte; Allah'ın her şeyi yapabileceği vurgulanmaktadır.

Âlûsî'nin ifadesine göre bazı Yahûdî hahamları, Uhud Savaşından sonra müslümanlara:

Başınıza geleni görmüyor musunuz? Doğru yolda olsaydınız yenil*mezdiniz, diyerek onları dinlerinden döndürmeğe çalışmışlardır.

Yahûdîler, Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu bildikleri halde kıskançlıklarından dolayı kendi soydaşlarından başkasının peygamberliğini kabul etmek istememişlerdir. Onların bu kıskançlıklarına ve kötü niyyetle-rine rağmen yine âyet, müslümanlara hoşgörülü olmayı, affetmeyi emret*miştir. Bu âyetler, Yahudilerin, müslümanlar arasında ne denli etkili olduk*larını, müslümanların birliğini bozmak için nasıl desiselere başvurduklarını gösterir. Âyetin Allah'ın güçlülüğünü hatırlatan son kısmı, Yahudilere büyük bir uyarıdır. Zira Allah'ın güçlülüğünü hatırlatmaktadır. Bu, hîlekâr-ların, bir gün Allah'ın gücüyle mahvedilecekleri anlamına gelir. [105]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:33 PM   #23
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Cennet Tekelcilikleri:


: 777- "Yahudi yahut Hıristiyan olandan başkası cennete girme*yecek," dediler. Bu, onların kurumuşudur. De ki: "Doğru iseniz, delilinizi getirin." 112- Hayır, kim işini güzel yaparak özünü Allah'a teslim ederse, onun mükâfatı, Rabbinin yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzül*meyeceklerdir. 113- Yahudiler: " Hıristiyanlar, bir temel üzerinde değiller," dediler. Hıristiyanlar da: "Yahudiler bir temel üzerinde değiller," dediler. Oysa hepsi de Kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı onların dedikleri gibi demişlerdi. Artık Allah, ayrılığa düştükleri şey hakkında, Kıyamet günü aralarında hüküm verecektir... 120- Sen onların, kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden razı olmazlar. "Asıl doğru yol, Allah'ın yoludur" de. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz. 121- Kendilerine verdiğimiz Kitabı, gereğince okuyanlar var ya, işte onlar, ona inanırlar. Onu inkâr edenler ise ziyana uğrarlar. 122- Ey İsrâîloğulları, size verdiğim nimeti ve sizi âlemlere üstün kılmış olduğumu hatırlayın. 123- Ve şu günden sakının ki, kimse kimsenin cezasını çekmez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat (aracılık, iltimas) fayda vermez, bir taraftan yardım da görmezler. (Bakara: 92/111-113, 120-123)

92/111-113'ncü âyetlerde Yahûdî ve Hıristiyanlardan her birinin, kendi yolunun en doğru yol olduğunu ve cennete sadece kendilerinin gireceğini iddia ettikleri; bu tür iddiaların hayal ürünü olduğu; özünü Allah'a teslîm eden her kulun Rabbi tarafından ödüllendirileceği, korku ve üzüntü çekme*yeceği vurgulandıktan sonra, Yahudilerin, Hıristiyanların bir temele dayan*madıklarını; Hıristiyanların da Yahudilerin bir temele dayanma-dıklarını söyledikleri; Kitâb bilmez ümmî Arapların da bunlar gibi tutarsız, hayalî şeyler söyledikleri; yüce Allah'ın, âhirette haklıyı ve haksızı ortaya çıkara*cağı anlatılmaktadır. Allah'ın rahmeti olan cennet, ne Yahudilerin, ne Hıristiyanların elindedir. Allah, kendisine inanan ve yalnız O'na tapan her kuluna, hangi din, ırk veya aileye mensubolursa olsun, cennet va'det-miştir. Allah, belli bir zümrenin değil, bütün âlemlerin rabbidir.

120-123'ncü âyetlerde de Yahûdî ve Hıristiyanların, kendi dinlerine uymadıkça Hz. Muham-med'den razı olmayacakları; o da kendisine gelen bilgiden sonra onların keyiflerine uyduğu takdirde Allah'ın elinden kurtulamayacağı vurgulan*dıktan sonra kendilerine verilen Kitabı lâyıkıyla okuyanların, ona inana*cakları; Kitabı inkâr edenlerin ziyana uğrayacakları belirtilmekte; ardından da İsrâîloğullarına, Allah'ın nimetlerini ve Allah'ın kendilerini âlemlere üstün kılmış olduğunu anımsamaları ve herkesin kendi yaptığının karşılığını göreceği, ne fidyenin, ne de şefaat ve iltimasın olmadığı bir günden sakın*maları emredilmektedir. [106]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:34 PM   #24
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Kendi suçluları için cehennemin geçici olduğunu sanmaları:


Bir de dediler ki: "Sayılı birkaç gün dışında bize ateş dokunmayacaktır." De ki: "Allah'tan (bu hususta) bir söz mü aldınız. - Şayet öyle ise Allah verdiği sözden dönmez - Yoksa Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz? 81- Evet kim bir günâh kazanır da suçu kendisini kuşatmış olursa işte onlar, ateş halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. 82- İnanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar da

cennet halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. (Bakara: 92/80-82)

23- Baksana Kitâbdan kendilerine bir pay verilmiş olanlar, aralarında hüküm versin diye Allah'ın Kitabına

çağırılıyorlar da sonra onlardan bir topluluk yüz çevirerek dönüyorlar. 24- Bu hareketleri, onların: "Bize, ateş sayılı birkaç günden başka dokun*mayacak." demelerinden ileri gelmektedir. Uydurdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır... (Âl-i İmrân: 94/23-24)

92/80-82; 94/23-24: İsrâîloğulları, sayılı birkaç gün dışında kendile*rine azâb dokunmayacağını iddia etmişlerdir. Bunlara göre kendileri, Al*lah'ın tek muvahhid ve biricik kullarıdır. Allah kendilerini bütün kavimlerin efendisi olarak yaratmıştır. Kendileri Allah'ın seçkin kullarıdır. Kendileri günâh işlemiş olsalar dahi birkaç gün cehennemde ceza çekecekler, sonunda çıkıp ebedî cennete gireceklerdir. Ama kendilerinin dışındaki kavimler, cennet yüzü görmezler. Cennet sadece kendilerinin hakkıdır. Yahûdîler bu da'vâda oldukları gibi Hıristiyanlar da bu da'vâyı ileri sürmüşlerdir. Daha sonra aynı zihniyet müslümanlara geçecek ve onlar da müslümandan başkasının cennete giremeyeceğini, müslüman suçlu da olsa suçu kadar yandıktan sonra yine çıkıp cennete gideceğini, ama öteki ulusların cennet yüzü görmeyeceklerini söylemeğe başlamışlardır. Kur'ân ise bu tür ham hayalleri reddetmiştir: "Yahudi yahut Hıristiyan olandan başkası cennete girmeyecek," dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: "Doğru iseniz, delilinizi getirin." [107]

Bu tür iddialar, hayalden ibaret şeylerdir. Hiç kimsenin sonucu ga*rantili değildir. Herkes, bağlı bulunduğu dine veya ulusa, aileye göre değil, ruhsal temizliğine, Allah'a gönülden bağlılığına göre değerlendirilir. Allah'ın yasası şudur:

: 81- Evet kim bir günâh kazanır da suçu kendisini kuşatmış olursa işte onlar, ateş halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. 82- İnanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar da cennet halkıdır, orada sürekli kalacaklardır." [108]

Eğer gerçekten Allah katında âhir et yurdu kimsenin değil, yalnız sizin ise, sözünüzde doğru iseniz, ölümü temenni ediniz." 95- Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı asla ölümü temerii etmezler. Allah zâlimleri bilir. 96- Onları, insanların hayâta en düşkünü, ortak koşanlardan daha tutkunu bulursun; her biri, bin yıl yaşatılmasını ister. Oysa yaşatılması, onu azâbdan uzaklaştıracak değildir. Allah ne yaptıklarını görüyor. (Bakara: 92/94-96),

"Ey Yahûdî olanlar, eğer insanlar arasında yalnız sizin, Allah'ın dostları olduğunuzu sanıyorsanız, (bu inancınızda) samimî iseniz ölümü temenni ediniz." 7- Ama onlar, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü (işler) yüzünden asla ölümü temenni etmezler. Allah zâlimleri bilir. 8- De ki: "Sizin, kendisinden kaçtığınız ölüm, sizi mutlaka bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni Bilen'e döndürüleceksiniz, O size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cum'a: 96/6-8)

Bakara: 92/94-96 ve Cum'a: 96/6-8'nci âyetlerde kendilerini Allah'ın dostu sanan ve âhiret yurdu nimetlerinin kendilerine özgü olduğunu iddia eden Yahudilerin bu savlan reddedilmekte, eğer dedikleri gibi âhiret ni'metleri insanlar arasında sadece kendilerine özgü ise, bir an önce o cennet ni'metlerine kavuşmak için ölümü temennî etmeleri istenmektedir. Öyle ya, gerçekten kendilerinin cennet garantisi varsa, ne diye bu dünyânın bin türlü dert ve sıkıntılarını çekiyorlar? Hemen cennete girmek için ölümü temenni etsinler. Ama âhireti kendilerine özgü kılma bencilliğini gösteren bu insanların, aslında inançlarının pek öyle sağlam olmadığı, herkesten çok dünyâ yaşamına tutkun oldukları, bin sene yaşasalar dahi dünyâdan usanmayacakları ve ölümü temennî etmeyecekleri vurgulanmaktadır.

123- iş, ne sizin ümniyyelerinizle, ne de Kitâb ehlinin ümniyyeleriyle olur. Kötülük yapan onunla cezalandırılır ve kendisine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamaz. 124- Erkek veya kadından inanarak güzel işler yapanlar da cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar. {Nisa.: 98/123-124)

: Nisa: 98/123-124'ncü âyetlerde de cennetin öyle ümniyyelerle herhangi bir toplumun tekeline alınama*yacağı; Allah'a inanıp yalnız O'na tapan ve güzel işler yapan kadın erkek her insanın cennete gireceği, hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyeceği vurgulanmaktadır.

Bu âyetler, insan egoizminden doğmuş tüm tekelci iddiaları reddedip, dünyanın her yanında bulunan bütün insanlara istikbal umudu vermekte, Kur'ân'ın evrensel mesajını duyurmaktadır ki o da şudur: Tevhîd dininin özü herhangi bir dine veya topluma kuru kuruya bağlı olmak değil, Allah'a içtenlikle ve şirksiz olarak inanmak, âhireti kesinlikle kabul etmek ve sadece Allah'a tapıp güzel, doğru, dürüst işler yapmaktır. Allah'a gönülden bağlı, âhirete inanan, Allah'a kulluk edip insanlara iyilik eden, hep yararlı, dürüst işler yapan içi dışı bir her Tanrı kulu, dünyanın neresinde olursa olsun ve görünürde hangi dine bağlı bulunursa bulunsun, bu tevhîd özüne içtenlikle bağlı kaldığı sürece Allah'a teslîm olmuş, cennetlik bir kuldur. Yahûdî ve Hıristiyanların tekelci savlarını reddeden Kur'ân, insanlığın önüne bu geniş ufku açıyor: Cennet, Allah'ı tanıyıp O'na tapan; âhiret sorumluluğuna inanıp güzel işler yapan her Tanrı kulunun hakkıdır. İşte bütün peygamberler, özellikle son üç evrensel din peygamberlerinin atası İbrâhîm (selâm ona), insanları bu doğal tevhîd dini olan İslâm'a çağırmıştır:

Nefsini aşağılık yapan(beyinsiz)den başka, kim İbrâhîm dininden yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada beğenip seçmiştik, âhirette de, o iyilerdendir. 131- Rabbi ona: "İslâm ol!" demişti, "Âlemlerin Rabbine teslîm oldum." dedi. 132- İbrâhîm de bunu kendi

oğullarına vasiyyet etti, Ya'kûb da: "Oğullarım, Allah, sizin için o dini seçti, bundan dolayı sadece müslümanlar olarak ölünüz." (dedi). 133-Yoksa siz, Ya'kûb 'a ölüm (hali) geldiği zaman orada mı idiniz? O zaman (Ya'kûb,) oğullarına: "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti. "Senin Tanrın ve ataların İbrahim, İsmâ'îl ve ishâk'ın Tanrısı olan tek Tanrı'ya kulluk edeceğiz, biz O'na teslim olanlarız." dediler. 134- Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandık*larınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorulmazsınız. 135- "Yahûdî veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız." dediler. De ki: "Hayır, biz dosdoğru İbrahim dinine (uyarız). O, (Allah'a) ortak koşanlardan değildi." (Bakara: 92/130-135)

92/130-132'nci âyetlerde Nefsini aşağılatan beyinsizden başka kimsenin, İbrâhîm milletinden yüz çevirmeyeceği; Allah'ın, dünyâda İbrahim'i seçip temizlediği, âhirette ise onun sâlihlerden olduğu; zira Rabbinin "İslâm ol" emri üzerine âlemlerin Rabbine teslim olduğunu söylediği belirtildikten sonra hem İbrahim'in, hem de Ya'kûb'un, oğullarına, Allah'ın kendilerini seçip temizlediğini anımsatarak İslâm üzere ölmelerini tavsiye ettiği anla*tılmaktadır.

134'ncü âyetlerde de Ya'kûb'un, ölürken oğullarına neye tapacaklarını sorduğu; oğullarının da sadece Allah'a tapacaklarını ve O'na teslîm olacak*larını söyledikleri anlatılmakta, sonra her ulusun kendi yaptıklarından sorumlu olduğu prensibi vurgulanmaktadır.

135'nci âyette de Yahûdî ve Hıristiyanlardan her birinin, sadece kendi dinlerine bağlı olanların doğru yolda olduklarını söyledikleri; oysa sadece İbrahim'in tevhîd dini olan İslama teslîm olanın kurtulacağı vurgulanmaktadır.

: Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı:

"Bakın,size Kitâb ve hikmet verdim, imdi yanınızda bulunan(Kitâb)ı doğ*rulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?" demişti. "Kabul ettik!" dediler. "O halde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım." dedi. (Âl-i İmrân: 94/81)

94/81'nci âyette de Allah'ın, peygamberlerden, verdiği Kitâb ve hikmet uyarınca, kendi ellerinde bulunan Kitabı doğrulayan bir elçi geldiğinde ona inanıp destek olacaklarına dair söz aldığı belirtilmektedir. Müfessirlere göre burada peygamberler anılmış, fakat onların kendileri değil, ümmetleri kasdedilmiştir. Yani Allah, peygamberleri aracılığı ile onlara tabi olan ümmetlerden, daha sonra gelecek Kitabı ve peygamberi kabul ve tasdik edecekleri hakkında söz almıştır. [109]Bir görüşe göre de Allah, her peygamberden, âhir zamanda gelecek son peygamberine inan*malarına dair söz almıştır.

Peygamberler tevhidi yerleştirme dâvasının erleridir. Onlar birbirle*rini kıskanıp inkâr eden değil, birbirini tamamlayan, doğrulayan insanlardır. Hepsi aynı Pâdişâhın elçileri oldukları için sözleri birbirini tutar. Onlar aynı zincirin birbirini tamamlayan halkalarıdır, onlarda ayrılık olmaz. Gerçek peygamberliğin gereği budur. İşte Allah'ın dini, o elçilerin getirdiği tevhîd dinidir. Bundan ayrılanlar yoldan sapmışlardır.

"Eğer bir kavme, aynı devirde iki peygamber gelmişse bunlar bir*birlerinin yardımcılarıdır. Mûsâ ile Hârûn gibi. Bir peygamber gönderil*dikten sonra aynı kavme bir zaman sonra henüz o peygamber hayatta iken başka bir peygamber daha gönderilirse önceki, sonrakini doğrular. Şayet sonrakinin getirdiklerinde, öncekinin getirdiklerinin bir kısmını nesheden hükümler bulunursa birincisi, ikincisinin getirdiklerini kabul eder. Bu, tıpkı şuna benzer: Bir pâdişâhtan bir elçi gönderilir, sonra ardından başka bir elçi daha gönderilirse birinci elçi, ikincisinin söylediklerini doğrulayıp ona yardım eder. Ama kendi elçiliği de sürer. Çünkü ikincisi, birincisinin görevini tamamlamak için gönderilmiştir." [110]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:35 PM   #25
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Yanlış İnançları:


40- Ey Isrâîloğulları, size verdiğim nimetleri hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun! 41- Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğum(Kur'an)a inanın ve onu ilk inkâr eden, siz olmayın; benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın ve benden sakının. 42- Bile bile gerçeği bâtıla bulayıp hakkı gizlemeyin. 43- Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle (Allah'ın huzurunda eğilen-lerle) beraber eğilin. 44- Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? 47- Ey İsrâîloğulları, size ver*diğim nimeti ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın. 48- Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, kimsenin cezasını çekmez; kimseden şefaat (aracılık, iltimas) da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz- (Bakara: 92/40-48)

:92/40-43: Bu âyetlerde, Allah'ın, İsrâîloğullarına vediği bol ni'metler hatırlatılmakta; bu ni'metleri düşünüp, Allah'a verdiği sözde durmaları; kendi Kitâblarına uygun olarak indirilen Kur'ân'a inanmaları; geçici dünya çıkarı için gerçeği yanlışla bulayarak hakkı gizlememeleri; namazı kılıp zekâtı vermeleri emredil-mektedir.

Bu âyetlerde hitâbedilen toplum, İsrâîloğullarının tümü ise de sözgeli*minden, asıl hitabın Yahûdî bilginlerine yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

44-46'ncı âyetlerde, Yahûdî bilginlerine hitaben, Kitabı okuyup gerçeği öğrenmiş iken doğruluktan ayrılmaları; halka iyiliği emrederlerken kendilerinin kötü işler yapmaları, inkâr tarzındaki bir soru ile kınanmaktadır. Sonra onlara sabır ve namaz ile Allah'tan yardım dilemeleri buyurulmakta ve Rablerinin huzuruna çıkmayı uman, gönülden Allah'a bağlı insanlardan başkasına sabır ve namazın ağır geleceği bildirilmektedir.

47-48'nci âyetlerde, tekrar İsrâîloğullarına Allah'ın vermiş olduğu ni'metler, bir zamanlar onları öteki

kavimlere üstün kıldığı hatırlatılıyor ve şefaatin (iltimasın, aracılığın) olma*yacağı, fidyenin kabul edilmeyeceği hesap gününden korkmaları bildi*riliyor.

Yahûdîlerin bazı davranışlarını anlatan bu âyetler, tüm insanlara bazı dersler vermektedir. Şöyle ki:

Allah'ın ni'metini anımsayıp şükretmek, verilen sözde durmak, peygambere ve Kur'ân'a inanmak, söylediği sözü önce kendisine uygula*mak, başkalarına öğüt verirken kendisi yasakları çiğnememek, Allah'ın huzurunda eğilen cemâate katılıp onlarla beraber namaz kılmak, sabır ve namaz ile Allah'tan yardım dilemek lâzımdır.

41'nci âyette Yahudilere: "Kur'ân'ı ilk inkâr eden siz olmayın" denmektedir. Oysa Kur'ân'ı ilk inkâr edenler, Yahudiler değil, müşrikler idi. Burada kasdedilen, Medîne dönemidir. Medîne döneminde Kur'ân'ın karşısına ilk çıkanlar, Yahûdîler olmuştur. Yahudiler, Hz. Peygamber(s.-a.v.)in gerçek peygamber ve Kur'ân'ın da ilâhî bir Kitâb olduğunu bile bile inkâra kalkmışlardır. Onlara deniliyor ki:

Ey İsrâîloğulları, siz bir elçi geleceğini biliyordunuz, hattâ o geldiği zaman onunla birleşip başka milletlere hakim olacağınızı söylüyordunuz. O gelmezden önce geleceğini müjdelerken o elçi gelince Medine'de onu ilk inkâr eden, siz olmayınız.

43'ncü âyette Yahudilere hitaben namazı kılmaları, zekâtı vermeleri, rükû edenlerle beraber rükû' etmeleri emredilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de inen ilk âyetlerden itibaren namaz ile birlikte kullanılan zekâtın, yeni değil, çok eski tarihlere dayandığı, bu âyetten de anlaşılmaktadır.

Eğilmek demek olan rükû', namazın temel rükünlerinden biridir. Bu âyet, Yahûdîlerde de rükû'lu ve secdeli namazın bulunduğunu ve bu tür ibâdetin, toplumda bilindiğini gösterir. [111]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:35 PM   #26
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Duydukları İlâhî Sözleri Tahrif Etmeleri (Çarpıtmaları)


74- Sonra bunun ardından yine kalbleriniz katılaştı; şimdi onlar, taş gibi, hattâ daha da katıdır. Çünkü öyle taş var ki, içinden ırmaklar fışkırır; öylesi var ki, çatlar da bağrından su kaynar, öylesi de var ki, Allah korkusundan aşağı düşer. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir. 75- Şimdi (ey mü 'minler) siz, bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi. 76- İnananlara rastladıkları zaman: "İnandık" derler; birbirleriyle yalnız kaldıkları zaman: "Allah 'in size açtığını onlara söylüyorsunuz ki, onu Rabbiniz katında sizin aleyhinize delil olarak mı kullansınlar? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" derler. 77- Bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını biliyor? (Bakara: 92/74-77)

92/74: Bazı Yahûdîlerin acımasızlığını ve duygusuzluğunu tasvir eden bu âyette onların kalblerinin taş gibi, hattâ daha da çok katılaştığı, zira bazı taşlardan ırmaklar fışkırdığı, bazı taşların yarılıp bağrından suyun çıktığı, bazılarının da Allah korkusuyla aşağı düştüğü bildirilmektedir. Bunun anlamı, bazı Yahûdîlerin kalbleri taşlardan da katıdır. Çünkü taşlar bile yumuşadığı, hayat kaynağı su verdiği halde bunların kalbinde acımadan, merhametten eser görülmez.

75-77'nci âyette de Yahudilerden bir grupun, Allah'ın kelâmını duyup anladıktan sonra bile bile onu tahrif ettikleri (anlamını çarpıttıkları), inananlara rastladıklarında onlara, kendilerinin de inandığını söyledikleri, fakat kendi başlarına kal*dıklarında "Allah'ın size açtığını onlara söylüyorsunuz ki, onu Rabbiniz katında sizin aleyhinize delil olarak mı kullansınlar? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" dedikleri; oysa Allah'ın, onların gizlediklerini ve açığa vur*duklarını bildiği belirtilmektedir.

75'nci âyetten anlaşılıyor ki gerek Hz. Peygamber, gerek Müslü*manlar, inançları ve Kitâbları bakımından İslâm'a en yakın olan Yahûdîlerin Kur'ân vahyine inanıp ona destek verecek-lerini umuyorlardı. Çünkü iki Kitabın içeriği özde bir idi. Yahudiler tek Allah'a inanıyorlardı. Fakat beklendiği gibi olmadı. Yahudiler yeni dine destek vermek şöyle dursun, var güçleriyle onu engellemeğe çalıştılar. Aslında bu engellemeleri dinden değil, çıkar duygusundan kaynaklanıyordu. Onlar, kendi ırklarından başka*sını peygamberliğe ve hükümdarlığa, egemenliğe lâyık görmüyorlardı.

75'nci âyette Yahudilerin, Allah'ın kelâmını işitip mânâsını anla*dıktan sonra onu tahrîfettikleri, çarpıttıkları belirtilmektedir. Bu ifadeyle, onların kendi Kitâblarının anlamını tahrîf ettikleri anlaşılabileceği gibi, Hz. Peygamber'den duydukları sözleri, Kur'ân âyetlerini başka anlamlara gelebilecek biçimde çevrelerine aktardıkları da kasdedilmiş olabilir. Fakat bizim kesin kanâatimize göre ikinci ihtimâl doğrudur. Çünkü kendi Kitâb-larına yaptıkları yanlış yorumlar ve anlam çarpıtmaları, 79'ncu âyette anlatılmaktadır. 76'ncı âyette işaret edilen duydukları Tanrı Kelâmını tahrîf etmeleri, Hz. Peygamber'in okuduğu âyetlerin anlamını bile bile çarpıtarak aktarmaları ve böylece inananların gönüllerine kuşku sokmağa çalışma*larıdır.

Bu âyette geçen " Allah'ın kelâmı" deyiminin, Kur'ân hak*kında kullanılmış olduğu kanısındayız. Çünkü "Ve eğer ortak koşanlar-dan biri güvence dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah'ın kelâmını işitsin..."[112] âyetinde de kelâmullah ta'biri Kur'ân için kullanıl*mıştır. Tabii bu sıfatın Tevrat için de kullanılmış olma olasılığı vardır. Ancak sözgelimi açısından bunun Kur'ân ve Allah'ı tanıtan sözler hakkında kullanıldığı anlaşılmaktadır. İşte Yahûdîler, Allah hakkındaki sözleri duyup kasden bunları çarpıtmışlardır. Onların bu davranışları şu âyetlerde de anlatılmaktadır:

Onlardan bir grtip var ki, Kitâbda olmayan bir şeyi, siz Kitâbdan sancısınız diye dillerini Kitâb'la eğip büker (uydurdukları sözleri, vahiymiş gibi göstermek için kelimeleri dillerinde bükerek okur)lar ve: "O, Allah katın-dandır." derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler. (Âl-i İmrân: 94/78)

94/78'nci âyette geçen (yelvûne)" (leyy) kökünden gelir. kelimesi, bir şeyi eğmek, bükmek demektir. Kitâb ile dili eğmek, onun sözlerini başka anlama gelebilecek biçimde telaffuz etmek, onu asıl anlamı dışına çıkarmak, çarpıtmak demektir.

Bu âyet, Yahudilerin, Kitabın sözlerini kasden yanlış telaffuz ederek, yada Kitâbda olmayan sözleri Kitâb'ın sözleriymiş gibi söyleyerek Kitabın anlamını çarpıttıklarına işaret etmektedir. Nisa 98/46-47'nci âyetlerinde de Yahûdîlerin bu tür davranışlarına işaret edilmiştir: " Yahudilerden öyle*leri var ki, kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar. Dillerini eğip bükerek ve dini taşlayarak: 'İşittik ve isyan ettik', 'Dinle, dinlemez olası' ve: 'râ'inâ' diyorlar. Eğer onlar: 'İşittik, itaat ettik', 'Dinle ve bize bak!' deselerdi, elbette kendileri için daha iyi, daha doğru olurdu. Fakat Allah, inkârla*rından dolayı onları la'netlemiştir, pek azı hariç, inanmazlar."

Bu âyetlerden Yahûdîlerin, kasden sözleri yanlış telaffuz ederek, yerlerini (veya vurgularını) değiştirerek, dili eğip bükerek çarpıttıkları anlaşılmaktadır. Müfessirlerin aktarımına göre Yahudiler:

: Kötü söz işitmeyesin!" sözü yerine İşitmez olası" demiş*lerdi. Birincisi kibar bir ifade, güzel bir du'â, ikincisi hakarettir. Yine Arapçada birinin yardımını taleb için söylenen kelimesi yerine

İbrânîcede sövme anlamını taşıyan (râ'inâ)" demişlerdi. Aslında

Arapçada ru'ûnet kökünden gelen jpij (râ'in), kaba konuşmak demektir.

Âyetlerden bu adamların, kendilerinden olmayanlara karşı kaba konuştuk*ları da anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber'e selâm verdikleri zaman da kasden selâm kelimesinin lamını gizleyerek (es-sâmu 'aleykum)" de*dikleri aktarılmaktadır. Sâm, ölüm anlamına gelir. Böylece onlar sanki selâm veriyormuş gibi davranarak Peygamber'e ölüm temenni ediyorlar; Peygamber'in bunu fark etmediğini sanıyorlardı. Oysa Peygam-ber durumun farkında idi ve kendisi bu selâmlarını "Ve aleykum: Sizin üzerinize de olsun!" şeklinde alırdı. [113]

Bakara: 92/79, 80'nci, Âl-i İmrân: 94/78'nci ve Nisa: 98/46'ncı âyetlerden Yahûdîlerin, bazı sözleri geveleyip çarpıttıkları anlaşılmaktadır. Yahûdîlerin, Kitâbdan olmayan sözleri Kitâb'dan göstermeleri, Kutsal Kitabın kendisinde değil, ona yaptıkları şerhlerde, Kitabın âyetlerini kendi düşünce ve arzularına göre yorumlamaları veya kendi düşüncelerini, Kita*bın âyeti imiş gibi halka sunmalarıdır. Bu ifade, bizzat Kutsal Kitabın kendisini kasden değiştirdikleri anlamına gelmez. İşte İbn Abbâs'a dayan*dırılan: "Yahudilerden bir grupun, bir Kitâb yazıp, Muhammed'in vasıf larıni bildiren âyetleri değiştirdikleri, kendi yazdıklarını İlâhî Kitaba karıştırdıkları"[114] şeklindeki sözün anlamı budur. Yani onlar, yazdıkları tefsir ve şerhlerde Kitabın âyetlerini yanlış yorumlayarak çarpıtmışlardı. İslâm mezhepleri de bu tür çarpıtma ve tahrifleri bol miktarda yapmaktan geri durmamışlardır.

Vay Zia/me o kimselerin ki, Kitabı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak için, "Bu Allah katındandır," derler! Ellerinin yazdığından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onların! (Bakara: 92/79)

Bunlardan kimileri de kendi elleriyle yazdıkları Kitâbları, yorumları Allah'ın sözü olarak takdim ederler. Onların elleriyle yazdıkları Kitâblardan maksat Kitâb-ı Mukaddes'in kendisi değil, ona yaptıkları tefsirler, şerhler, fıkıh Kitâblarıdır. Din adamları, yazdıkları şerhleri, Kitabın aslında olmayan ayrıntılara ilişkin ictihâd hükümlerini, kendi düşüncelerini, çelişkili ayrıntı hükümlerini Allah'ın sözü gibi göstermeğe çalışıyor; böylece dini ayrıntı*lara ve ihtilâflara boğarak çarpıtıyor, zorlaştırıyorlar, taassuplarından dolayı dinin ruhundan ve anlamından uzaklaşıyor, fakat dine hizmet ettiklerini sanıyorlardı.

Benzeri çarpıtmaları müslümanlar da fazlasıyla yapmışlardır. Bu konuda Reşid Rızâ, hocası Muhammed Abduh 'a dayanarak böyle davranan Yahûdî din adamlarının dini yozlaştırdıklarını belirttikten sonra aynı yolda olan şimdiki müslümanların durumuna temas ederek bazı kadıların, me'zun-ların, âlimlerin ve vaizlerin nasıl Allah'ın buyruğu dışına çıkıp şer'î hilelere başvurduklarını, yaptıkları te'vîlleri de kamunun yararını gözeterek yap*tıklarını; böylece uluslarının zengin olması için kat kat ribâ yemeğe cevaz veren Yahûdî din adamları gibi davrandıklarını, bunlardan kiminin de bu işi şeytânın iğvâsıyla bile bile yaptığını anlatıyor. [115]

Sonradan gelen neslin, kendinden önceki nesillere aşırı saygıları ve onların yorumlarını eleştirisiz kabul etmeleri, sonuçta tevhîd dinlerini şirke bulaştırmış, din adamları günahsız, sorumsuz kabul edilerek tanrılaş-tırmıştır. Yahûdîler Uzeyr'i, Hıristiyanlar îsâ'yı Allah'ın oğlu sanmışlar ve böylece peygamberlerin, azizlerin ve din bilginlerinin tanrılaştırılması yolu açılmıştır. Oysa hiçbir peygamber Allah'a ortak koşulmasını emretmez. Hak elçilerinin hepsi insanları Allah'ı birlemeğe, bütün yaratıkları bırakıp yalnız Allah'a tapmağa çağırmışlardır. Elbette Allah elçisi, kula kul olmayı emretmez. Bunu emreden insan da elçi olamaz. İşte Âl-i İmrân: 94/79-82'nci âyetlerinde bu husus anlatılmaktadır:

"Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah ona Kitâb, hüküm (hikmet) ve peygamberlik versin de, sonra (o kalksın) insanlara: 'Allah'ı bırakıp bana kullar olun' desin; fakat: 'Öğrettiğiniz Kitâb ve okuduğunuz şeyler gereğince Rabba halis kullar olun!' der. 80- Ve size: 'Melekleri ve peygam*berleri tanrılar edinin!' diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonrar size inkârı emreder mi? 81- Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı: 'Bakın, size Kitâb ve hikmet verdim, imdi yanınızda bulunan (Kitâb)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?' demişti. 'Kabul ettik!' dediler. 'O halde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım.' dedi. 82- Artık kim bundan sonra dönerse, işte onlar/asıklardır." (Âl-i İmrân: 94/79-82)

: Onların içinde bir de ümmîler var ki, Kitabı bilmezler, bütün bildikleri birtakım kuruntulardır, (yahut kulaktan dolmadır); onlar sadece zan içinde bulunurlar. (Bakara: 92/78) âyetinde de Yahûdî dinine bağlı insanlar arasında Kitabı bilmeyen (okuyamayan ve mânâsını da anlamayan) birtakım ümmîlerin bulunduğu, onların bütün bildiklerinin emânî(ümniyyeler)den ibaret olduğu, bir şey bilmedikleri, sadece zanna dayandıkları belirtilmektedir.

Emâniyy, ümniyye'nin çoğuludur. Ümniyye'nin iki anlamı vardır. Biri, gerçeği bilmeden ezbere okumak, kulaktan dolma sözleri yinelemek; diğeri hayâl kurmak, büyük arzu ve istektir. Bazen ideal anlamında da kullanılır.

Fakat müfessirlerin çoğunluğunun kanısına göre âyette esas olan, Temenni kökünden gelen ümniyyenin birinci anlamı olan ezbere okumaktır. Bakara Sûresinin 78'nci âyetinde İlâhî Kitabı okuyamayan, mânâsını anlamayan kimselerin kulaktan dolma sözlerle kuruntulara kapıldıkları, zan ve hayal peşinde koştukları belirtilmektedir. Onların bilgileri, Kitaba dayanmaz; Kitabı bilmezler. Sadece ağızdan duyup belledikleri bazı parçaları okurlar. Bilgileri asıl Kitaba değil, şundan bundan belledikleri sözlere dayanır. Kesin bilgi sahibi değildirler, sadece, zan ve tahmine göre konuşurlar.

İbn Abbâs ve Mücâhid'den temenni ve ümniyye kelimelerinin, yalan sözleri okuma anlamına geldiği rivayet edilmiştir. Hz. Osman: "

Müslüman olduğumdan beri hiç yalan söylemedim" demiştir. [116]

Ayette, bu ümmîlerin, Kitabı okumasını bilmedikleri, mânâsını da anlamadıkları, sadece kulaktan duydukları sözlere dayandıkları anlatılmak*tadır ki böyle kulaktan dolma sözlerle dinin ruhuna vâkıf olunamayacağı; bu yolla edinilen bilgilerin ilim değil, sadece zan olduğu anlatılmaktadır. Âyette bu grup, "ümmîler" olarak tanıtıldığına göre bunların asıl İsrâîloğlu değil, Yahûdî dinini benimsemiş Araplar olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ümmîler ta'bîri İlâhî Kitâbları olmayan Araplar hakkında kullanılmıştır. Kitâb sahihleri hakkında ise "kendilerine Kitâb verilenler", "Kendilerine bilgi ver ilenler' "Zikir sahipleri", "İlimde râsih olanlar" gibi sıfatlar kullanılmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm, bilginin kulaktan dolma sözlere, yahut hayal ve kuruntulara değil, doğrudan vahye veya vahy Kitabının kendisine veya bilgi verileri olan beş duyuya dayanmasını gerekli görür; bunun dışındaki rivayetlerin, kulaktan dolma sözlerin, zan ve tahminden öte geçemeyen hayal ve kuruntular olduğunu belirtir. Hele görünmez âlem hakkında vahy'den başka bir bilgi yolu kabul etmez. Gerçek bilginin birinci kaynağı vahiy (kalb), ikinci kaynağı beş duyu ile dış dünyaya açılan akıldır.[117]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:36 PM   #27
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Cumartesi Yasağını Çiğneme ve Mesh Olayı:


163- Onlara, deniz kıyısında bulunan kent(halkın)ın durumunu sor. Hani onlar Cumartesine saygısızlık edip haddi aşıyorlardı. Çünkü (Cumartesi günü, avlanmaları yasaklanmıştı) Cumartesi (tatil) yaptıkları (yasağa riâyet ettikleri) gün, balıklar onlara akın akın gelirdi. Cumartesi yapmadıkları gün (yani Cumartesi olmayan günlerde veya Cumartesine saygı göstermedikleri zamanlarda) balıklar gelmezlerdi. (Avlandıklarını anladıkları için artık balıklar, gelmez olmuş ve Allah 'in koyduğu yasağa uymamalarından ötürü rızıkları daralmıştı.) Biz onları yoldan çıkma*larından ötürü böyle sınıyorduk. 164- İçlerinden bir topluluk: "Allah'ın helak edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azabedeceği bir kavme artık ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. Dediler ki: "Rabbinize maz'zeret (beyan edebilmek) için, bir de belki korunurlar diye (öğüt veriyoruz)" 165- Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten mene-denleri kurtardık; zulmedenleri de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azâb ile yakaladık. 166- Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince onlara: "Aşağılık maymunlar olun!" dedik. 167-Rabbin, "Elbette tâ Kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir!" diye ilân etmişti. Şüphesiz Rabbin çabuk ceza verendir ve O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 168- Onları yeryü*zünde topluluklara ayırdık. Onlardan kimi iyi kişilerdi, kimi de alçak! Belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle de sınadık. 169- Onların ardından, yerlerine geçip Kitaba varis olan birtakım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak(dünyan)ın menfaatini alıyorlar: "Biz nasıl olsa bağışla*nacağız!" diyorlar. Kendilerine, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki "Allah hakkında, gerçekten başkasını, söylememeleri hu*susunda kendilerinden Kitâb mîsâkı alınmamış mıydı (Kitâbdabu hususta kendilerinden söz alınmamış mıydı)? Ve onun içindekini okuyup öğrenme*diler mi? Âhiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor mu*sunuz? 170- O(koruna)nlar ki Kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı kılarlar; elbette biz, iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. 172- Bir zaman da üzerlerine dağı, bir gölge gibi kaldırmıştık, üstlerine düşecek sanmışlardı: "Size verdiğimiKitâb)ı kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlay(ip yap)ın ki (azabımızdan) korunasınız!" (demiştik). (A'râf: 39/163-171)

163'ncü âyette yüce Allah,

Peygamberine, deniz kıyısında bulunan İsrâîloğlu kasabasının başından neler geçtiğini, İsrâîloğullanna sormasını emrederek olayı özetliyor:

Bu kent halkı Cumartesi çalışma ve avlanma yasağını çiğnemişlerdi. Cumartesi yasağına uydukları gün kendilerine çokça balık gelirdi. Ama yasağı çiğnedikleri gün balık gelmezdi. Allah böylece onları sınıyor, koyduğu sınırı aştıklarından dolayı rızıklarını kısıyordu.

164- Onların yaptıklarına katılmayan iyi kişiler, onlara öğüt veriyor, onları uyarıyor, yola getirmeğe çalışıyorlardı. Fakat bir türlü yola gelmediklerini, bütün öğütlerin boşa gittiğini gören bazı öğütçülerin, diğer öğütçü arkadaşlarına, söz dinlemeyen şu insanlara ne diye boş yere öğüt verdiklerini, nefes tükettiklerini sordular. Ama daha derin düşünen arkadaşları, iki şeyden dolayı öğüt vermeğe devam ettiklerini söylediler: Biri Allah'a karşı görevlerini yapmış olmak, özür beyan edebilmek; diğeri de belki bir gün yola gelirler ümidinde bulunmak. Söz dinlemez olanlar belki bir gün dinlerler. Bugün inkâr edenin, yarın inanmayacağı bilinmez. Öyle ise hayatın sonuna kadar teb*liğden geri kalmamak gerekir. Eğer âlimler tebliğ etmezlerse yarın Allah'ın huzurunda dileyecek özür bulamazlar. Yüce Allah: "Niçin tebliğ etmedi*niz?" dediğinde, Allah'a ne yanıt verecekler? İşte bundan dolayı Musa'dan sonra peygamberlerin vârisleri olan âlimler, öğüt vermeğe devam etmiş*lerdir.

165-166: Fakat sınırı aşan sapıklar, uyarıları dinlememekte ısrar edince yüce Allah, kötülükten menet*meğe çalışan öğütçüleri kurtardı, yoldan çıkanları şiddetli azaba çarptırdı. Allah'ın yasaklarını çiğneyenleri aşağılık maymunlara çevirdi.

167'nci âyette, Allah'ın, Kıyamet gününe dek onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler göndere*ceğini duyurduğu bildirilmektedir. Yani Allah, böyle sapıklıkları yüzünden Kıyamete dek her dönemde onlara azâbedecek insanları onlara saldırta-cağına karar vermiş, bunu böyle takdir etmiştir. Allah hem çabuk ceza veren, hem de çok bağışlayan ve affedendir!

168-169'ncu âyetlerde yüce Allah'ın onları gruplara, bölüklere ayırdığı, içlerinde iyilerin de, kötülerin de bulunduğu, yola gelmeleri için onları iyiliklerle ve kötülüklerle; nimet*lerle ve belâlarla sınadığı, fakat onların yerine gelip Kitabı mîrâs alan neslin, yani Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanındaki Yahudilerin "Biz bağış*lanacağız" diyerek bu alçak dünyâ malını aldıkları; aldıkları kadar bir daha olsa onu da alacakları; yalnız gerçeği söyleyeceklerine dair kendi*lerinden Kitâb mîsakı alındığı, ellerindeki Kitâbda bu hükmü okudukları halde dinlemeyip dünyâ malını aldıkları; oysa korunanlar için âhiret yurdunun daha hayırlı olduğu bildirilmektedir. Burada Yahudilerin rüşvet alıp rüşvet ile hüküm verdiklerine işaret bulunduğu gibi onların dünyâ tutkularına da işaret vardır.

İlk defa burada Yahudilerden, Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyeceklerine dair Kitâb mîsakı alındığı, bunu okuyup anladıkları halde dinlemeyip dünyâ malını yeğledikleri, oysa korunanlar için âhiret yurdunun daha hayırlı olduğu bildirilmektedir.

İbn Kesîr, 169'ncu âyetteki "

'Biz bağışlanacağız', derler, onlara benzeri bir dünyâ malı daha gelse onu da alırlar" cümlesi üzerine Süddî'den şu tefsîri aktarıyor: "İsrâîl-oğullarının hakim yaptıkları kimseler, rüşvet almadıkça hüküm vermez*lerdi. İsrâîloğutlarının iyileri toplanıp rüşvet almamak için birbirlerine söz verdiler. Sonra içlerinden biri hakim olup da rüşvet alınca, ona:

Ne yapıyorsun, rüşvetle mi hüküm veriyorsun? denildiğinde,

Ben bağışlanacağım (Allah beni affedecek) derdi.

Diğer İsrâîloğulları onu kınarlardı. Fakat o ölür veya azledilir de kınayanlardan birisi onun yerine atanırsa, yeni atanan da rüşvet alırdı: "Dünya malı, ötekilerine de gelse alırlar" derdi. [118]

170'nci âyette Kitabın emirlerine sarılıp

namazı kılanlar övülmekte ve Allah'ın, uslu, düzeltici insanların ödülünü zayi etmeyeceği vurgulanmaktadır.

171 'nci âyet de yine Yahûdî tarih*inden bir olayı anlatmaktadır: Yüce Allah, yoldan çıkan Yahudilerin başına

dağı kaldırıp bir, gölge gibi bekletmiş, bu vaziyette onlara, Kitabının hükümlerine sımsıkı sarılmalarını, aksi takdirde dağın altında ezileceklerini buyurmuştur. Bu olay Bakara Sûresinin 63'ncü âyetinde degeçer.

İbn Kesîr'in Haccâc ibn Muhammed- Ebûbekr ibn Abdullah'tan aldığı rivayete göre yüce Allah, İsrâîloğullarına, Kitabını alıp uygulama*larını emretmiş; Yahudiler, Kitâb açılıp da farzlarının ve cezalarının kolay olduğunu görmedikçe kabul etmeyeceklerini söylemişler, Allah da dağa, onların başlarının üstüne kalkmasını emretmiş, dağ başları üzerine yükselince Hz. Mûsâ: "Baksanıza yüce Rabbim buyuruyor ki: Eğer Tevrat'ı kabul etmezseniz, bu dağı başınıza atarım!" demiş. Hasan-ı Basrî bu rivayete devamla, dağı görenlerin, sol kaşı üzerine secdeye kapanıp sağ gözüyle dağın üstlerine düşüp düşmediğine baktıklarını söylemiştir. [119]

Bu konuda gelen rivayetler de gösteriyor ki bu dağın, Yahudilerin başına Dağın kaldırılması olayı da Hz. Peygamber dönemindeki Yahudiler arasında söyleniyordu.

Belki de âyet, heyelan dolayısıyla, dağ eteğinde yer alan kasabanın üstüne dağın düşer gibi bir durum almış olduğuna işaret etmektedir.

65- İçinizden, Cumartesi günü(avlanma yasağı)nı çiğneyenleri elbette bilmişsinizdir; işte onlara: "Aşağılık maymunlar olun!" dedik. 66- Ve bunu, önündekilere ve ardından geleceklere ibret bir ceza, (Allah 'in azabından) korunanlara da bir öğüt yaptık. (Bakara: 92/65-66)

Bu âyetlerde de Cumartesi yasağına uymadıkları için Allah'ın gaza*bına uğrayıp maymun kılığına sokulmuş olan Yahûdî cemâatinden söz edilmektedir.

İsrâîloğullarına, Cumartesi denizde avlanma yasaktı. Deniz kıyısında bulunan bir köy halkı, Cumartesi çok miktarda gelen balıkları avlamak için şöyle bir çareye başvurdular: Cumartesinden önce denize attıkları ağları, Cumartesinden sonra topladılar. Yahut Cumartesi, çokça gelen balıkları yakalamak için bir kanal açtılar. Kanala gelen balıklar, su azalınca tekrar denize dönemiyorlardı. Köylüler de ertesi gün, kanalda kalan balıkları yakalıyorlardı. [120]Böyle bir hîle ile Allah'ın yasağını çiğniyorlardı. Allah da yasağı çiğneyen bu insanları cezalandırıp maymunlar kılığına soktu.

Bir insanın şeklinin değiştirilip bir hayvan biçimine sokulmasına mesh denilir. Eski milletlerde meshin vukubulduğu rivayet edilir. Bu, bozulan insanlara, Allah tarafından verilen bir ceza idi. Ancak bunun gerçekten insanın maymun kılığına sokulması mı, yoksa ahlaken bozulup maymun gibi taklitçilik ve aç gözlülük durumuna düşürülmesi mi olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Eğer âyet, ahlâkî bir dejenerasyona (bozul*maya) işaret ise bu, her zaman ve her ulusta olur. İnsanlar nefislerinin zebunu oldukları zaman şeklen değil, fakat sîreten yani huy ve karakter itibarıyla herhangi bir hayvanın karakterine girmiş olurlar. Bunlar şeklen insan görünseler de mânâda hayvan mertebesindedirler.

Eğer âyet, şeklen bir değişim bildiriyorsa o takdirde ba.zı insanların, bozula bozula maymun kılığına dönmüş olmaları düşünülebilir. Ancak eski milletlerde vukubulduğu söylenen bu şeklî dönüşüm {mesh) olayı bu ümmetten kaldırılmıştır. Yalnız insan, ahlâkını korumalıdır ki insan ahlâk ve sıfatından çıkıp herhangi bir hayvanın huy ve sıfatına bürünmesin, nefsinin tutsağı olmasın.

Müfessirlerin çoğu, bu insanların görünürde meshedilip maymun kılığına sokulduklarını söylemişlerse de Mücâhid ve yandaşları, meshin ma'nevî olduğunu, şekillerinin değil, gönüllerinin (ruhlarının) maymun kılığına sokulduğunu söylemişlerdir. [121]

Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayan(hükümlerini uygulamayanların durumu, Kitâblar taşıyan eşeğin durumu gibidir." [122] âyetinde de Tevrat'ın hükümleri uyarınca hareket etmeyenler, Kitâblar taşıyan eşeğe benzetilmek*tedir. Bu âyetten de onların eşeğe ve maymuna benzetilmelerinin, bir kınama ve ma'nevî durumlarını anlatma amacını taşıdığı anlaşılır.

Maymun taklitçidir, düşünce ile hareket etmez, ancak gördüklerini taklid eder. İşte düşünmeden, gördükleri her hareketi taklidedenler de görünüşte olmasa bile gerçekte maymun huyuna, karakterine girmiş, may*mun sîretine bürünmüş olurlar. 60- De ki: "Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kim(ler)e la'net ve gazab etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytâna tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır." 61- (Onlar) Size geldiklerinde "inandık" derler. Oysa küfürle (yanınıza) girmişler, yine onunla (yanınızdan) çık*mışlardır. Allah onların (içlerinde) gizlediklerini daha iyi bilir. 62- On*lardan çoğunun günâh, düşmanlık ve haram yemede birbirleriyle yarış*tıklarını görürsün. Yaptıkları şey ne kötüdür! 63- Rabbanilerin ve haham*ların, onları günâh söz söylemekten, haram yemekten menetmeleri gerek*mez miydi? Yaptıkları şey ne kötüdür! (Mâide: 110/60-63)

110/60'ncı âyette de İslâm'ın gelişmesini istemeyen, müslümanlar aleyhine kötü propagandalar yapan Yahudilere, Allah katında asıl yeri kötü olanların, Allah'ın la'net ve gazabına uğramış, putlara tapmış; bazıları Allah tarafın-dan maymun, domuz ve tâğûtatapar yapılmış kimseler olduğu belirtilmiştir.

Müfessirlere göre bu âyette de kıredeh (maymunlar) haline getirildik*lerinden söz edilenler, Cumartesi avlanma yasağını çiğneyen Yahûdî cemâ*atidir. Hanâztr (domuzlar) ile kasdolunanîar da îsâ'ya inen sofrayı inkâr edenlerdir. Başka rivayete göre de her iki Mesih de Cumartesi yasağını çiğneyenlere yapılmıştır. Bunların gençleri maymun kılığına, yaşlıları domuz kılığına sokulmuşlardır. [123]

Yahudilerin, çeşitli dönemlerde hak dinden saparak putlara taptıkları, tanrılara kurbanlar takdim ettikleri Kitâb-ı Mukaddes'te anlatılır. Kur'ân'ın amacı, tarihî bir olayı anlatmak değil, Yahudilerin bildiği, kendi uluslarının başından geçmiş olayları anımsatarak ders vermektir. Kur'ân, bazı Yahu*dilerin meshedilip domuz kılığına sokulmuş olduklarını birkaç yerde anımsatır. Mutlaka Yahudiler de kendilerinden bazı kimselerin meshedil-miş olduklarına inanıyorlardı. Aksi takdirde kendilerinin meshedildiğini belirten bu âyetleri duyan Yahudilerin, böyle bir şey olmadığını söylemeleri gerekirdi. Tarih, onlardan böyle bir itirazın geldiğini kaydetmemiştir. Demek ki onlar bu Mesih olayına inanıyor, öğüt ve ibret için bu olayı kendi aralarında anlatıyorlardı. Kur'ân-ı Kerîm de onların kendi aralarında rivayet edilen bu olayları kendilerine anımsatarak; olumsuz davranışları yüzünden Allah'ın la'net ve gazabına uğrayıp kılıkları değiştirilen, ya ma'nen veya şeklen domuz, maymun kılığına sokulan bazı ataları gibi olmamalarını anlatmak istiyor.

110/61. âyette, bazı kötü niyetli Kitâb ehli kimselerin, müslümanların yanına geldikleri zaman "İnandık" dedikleri, gerçekte inkâr duygusuyla gelip gittikleri; Allah'ın, onların içlerinde neler gizlediklerini gayet iyi bildiği belirtiliyor. Onlar günâha, düşmanlığa koş*mak, haram yemek gibi kötü işler yapan kimselerdir. Rabbaniler ve habr (haham)lar, onları, günâh söz söylemekten, haram yemekten men'et-meleri gerekirken bunu yapmamışlardır. Kötü işlerden men'etmeyen âlim-ler de bu önemli görevi yerine getirmemelerinden ötürü çok kötü bir duruma düşmüşlerdir.

İslâm'dan önce ekonomik bakımdan bölgeye hakim durumda bulunan Yahûdîler, müslümanların güçlenmesiyle bu hakimiyetlerini elden kaçır*maya başlamışlardı. İleride geniş toplum üzerinde hiçbir otoritelerinin kalmayacağını gayet iyi gördüklerinden, müslümanlardan nefret etmeğe başladılar. İslâm'ın gücü arttıkça Yahudilerin, Allah'ın Elçisi'ne ve Müs*lümanlara karşı kin ve nefretleri de artıyordu. Hz. Muhammed(s.a.v.)in amacı, dünya egemenliği kurmak değildi. Ama İslâm kardeşliği, egemenliği de beraberinde getirdi. Allah'ın buyrukları doğrultusunda yürüyenler, O'nun Kitabının ruhundan ayrılanlara egemen oldular. Allah, sâlih kullarını yeryüzüne egemen kılacağını va'detmiştir. [124]Allah'ın va'di yerini bulur.

110/61. âyetten anlaşılıyor ki bazı Yahûdîler, Peygamber (s.a.v.)in meclisine gelip oturur, onu dinler, gelirken de inanmadıkları halde inanmış görünürlerdi. Onların bu davranışlarına, Bakara Sûresinde de işaret edil*miştir.

63. âyet, iyilikle emir, kötülükten men'etmenin önemini vurgulamaktadır. Din adamları, haham*ları, iktidar sahipleri onları kötü işlerden menedeceklerine, tersine kendileri kötülüklere ön ayak olmuşlar, halkı yanlış yollara sürüklemişlerdir. Hasan-ı Basrfye göre Mâide: 63'ncü âyet, münkeri yapanları da, münkerden menet-

meyenleri de aynı biçimde yermiştir. Râzî diyor ki: "Bize göre münkerden nehyetmeyen, münkeri yapandan daha kötüdür. Çünkü yüce Allah günâha, düşmanlığa, haram yemeğe yönelenleri: 'Ne kötü işler yapıyorlardı!' şeklin*de kötülemiş; münkerden nehyetmeyenleri ise: 'Ne kötü işler sun'edi*yorlardı!' sözüyle kınamıştır. Sun', 'amelden kuvvetlidir. Çünkü iyice yerleşmiş olan, meleke (yetenek) kazanılmış bulunan işe sınâ'at denilir. Yüce Allah, münkeri yapanların suçunu yerleşmemiş günâh, münkerden nehyetmeyenlerin suçunu da yerleşmiş, meleke kazanılmış bulunan günâh saymıştır. Gerçekten öyledir. Çünkü ma'sıyeî bir rûh hastalığıdır. İlâcı da Allah'ı, sıfatlarını ve hükümlerini bilmektir. Bu bilgi mev-cudolduğu halde ma'sıyet gitmezse o kimsenin durumu, ilâç içtiği halde hastalığı geçmeyen hastanın durumuna döner. Nasıl bu durumda hastalığın, ilâçla geçmeyecek kadar ağır olduğu anlaşılırsa ma'sıyete yönelen âlimin hâli de kalb hasta*lığının, son derece katı olduğunu gösterir. İbn Abbas'ın: 'Bu âyet, Kur'ân'da en şiddetli âyettir' dediği, Dahhâk'in de: 'Bana göre Kur'ân'da bundan daha korkutucu bir âyet yoktur' dediği rivayet edilir." [125]

Hz. Alî de şöyle demiş: "Ey insanlar, sizden öncekiler günâh işleyip bilginleri de onları bundan menetmedikleri için helak oldular. Onların başlarına inen cezalar, sizin üzerinize de inmeden önce siz, iyiliği emredip kötülükten men'ediniz. Ve iyi biliniz ki iyiliği emir ve kötülükten men'et-mek ne insanın rızkına engel olur, ne de ecelini yaklaştırır." [126]Hz. Peygam-ber'in de şöyle buyurduğu rivayet edilir:

"İçlerinden günâh işleyen bir kimseyi bundan men'etmeğe güçleri yettiği halde bunu yapmayan toplulukları Allah cezalandırir. "[127]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:37 PM   #28
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Dinin Özünde Birlik Çağrısı:


64- De ki: "Ey Kitâb ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a tapalım. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birbirimizi Allah'tan başka tanrılar edinmeyelim." Eğer yüz çevirirlerse: "Şahit olun, biz müslümanlarız!" deyin. 65- Ey Kitâb ehli, neden İbrahim hakkında tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncîl de ondan sonra indirilmiştir. Düşünmüyor musunuz? 66- Haydi siz, biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz. 67- ibrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı; dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi. 68- Doğrusu, insanların İbrahim 'e en yakın olanı, ona uyanlar, bu peygamber ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur. (Al-i İmrân: 94/64-68) âyetleri, Kitâb ehlini tevhîd çizgisinde birleşmeğe çağır*maktadır.

İbn Abbâs'tan gelen rivayete göre Necrân hey'eti Medine'de iken Yahûdî hahamları da toplantıya katıldılar ve Hz. Peygamber'in huzurunda Hıristiyanlarla tartıştılar. Yahudiler İbrâhîm'in Yahûdî, Hıristiyanlar da onun Hıristiyan olduğunu iddia ediyorlardı.

Bu âyetlerde İbrâhîm'in Yahûdî, ya da Hıristiyan olmayıp, tevhîd ehli bir müslüman olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü Yahûdîlik ve Hıris*tiyanlık İbrahim'den çok sonra ortaya çıkmıştır. İbrâhîm dini, tek Allah'a teslîm olma demek olan İslâm idi. Bu bakımdan evrenin tanrısını millîleş-tiren Yahûdîler de, Allah'a çocuk yakıştıran Hıristiyanlar da İbrâhîm dininin özünden ayrılmışlardır. İbrâhîm dinine en yakın olan, onu olduğu gibi yaşayan, son dinin Peygamberi ve ona uyan mü'minlerdir. Ayetlerde Kitâb ehli olan ve İbrâhîm'i ataları kabul eden Yahûdîler de, Hıristiyanlar da ve daha başka Kitâblılarda İbrâhîm'in tevhîd çizgisinde birleşmeğe çağrılmak*tadır.

69- Kitâb ehlinden bir grup istedi ki sizi saptırsınlar. Onlar sadece kendilerini saptırıyorlar; fakat farkında değiller. 70- Ey Kitâb ehli, (gerçeği) gördüğünüz halde, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? 71- Ey Kitâb ehli, niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? 72- Kitâb ehlinden bir grup dedi ki: "İnananlara indirilmiş olana, günün önünde inanın, sonunda inkâr edin; belki (size bakarak onlar da) dönerler."73- "Sizin dininize uyandan başkasına güvenmeyin!" (dediler.) De ki: "Hidâyet Allah'ın hidâyetidir. Birine, size verilenin benze*rinin verilmesinden veya Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getire*ceklerinden ötürü mü (böyle söylüyorsunuz)?" De ki: "Lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir, Allah(ın lütfü) geniştir, (O her şeyi) bilendir.

74- Rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf ve ikram sahibidir.

75- Kitâb ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet bıraksan, onu sana öder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar versen, devamlı olarak başına dikilmeden onu sana ödemez. Onlar "Ümmîlere karşı bize bir sorumluluk yoktur." dedikleri için böyle yapıyorlar ve Allah'a karşı bile bile yalan söylüyorlar. 76- Hayır, kim sözünü yerine getirir ve (günâh*tan) korunursa, şüphesiz Allah da korunanları sever. 77- Fakat Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur; Allah Kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları yüceltmeyecektir. Onlar için acı bir azâb vardır. (Âl-iİmrân: 94/69-77)

69-74'ncü âyetlerde Kitâb ehlinden bir grupun, müslümanları kuşkuya düşürüp dinlerinden döndürmek için çeşitli entrikalar çevirdiği, hakkı bâtılla sarıp gizledikleri; yandaşlarına, müslümanlara inen Kur'ân'a sabahleyin inanıp, akşamleyin inkâr ederek müslümanları kuşkuya düşürmeği önerdikleri; kendi dinlerine uyandan başkasına güvenmemeyi söyledikleri anlatılmakta ve Allah'ın hidâyet ve rahmetinin hiç kimseye özgü olmadığı, Allah'ın dilediği kuluna rahmetini vereceği, dilediği kuluna doğruluk rehberi vahiylerini indireceği; Allah'ın vahyini hiçbir ferdin veya ulusun tekeline alamayacağı vurgulanmaktadır.

75-77'nci âyetlerde Kitâb ehli içinde sözünde duran, güvenilir kimseler yanında, aldığı emaneti, borcu ödemeyi düşünmeyen kimseler de bulunduğu; bunların, ümmîlerin mallarını yemenin kendilerine günâh olmadığına inandıkları için böyle yaptıkları anlatılmakta; oysa sözünde durup korunanları Allah'ın sevdiği; fakat verdikleri sözden cayan, yeminlerini satan kimselerin âhiretten bir payları olmayacağı, Allah'ın onlara konuşmayacağı, onların yüzüne bakma*yacağı ve onları temizleyip yüceltmeyeceği; onlar için acı bir azâb bulun*duğu vurgulanmaktadır.

Yahûdîlerin veya daha geniş anlamıyla Kitâb ehlinin hepsi bir değil*dir. İçlerinde öyle güvenilir kimseler vardır ki kantarlarca mal emanet edilse, inkâr etmez, onu sahibine verir. Öylesi de vardır ki kendisine bir dinar dahi verilse sürekli başına dikilip istemedikçe onu geri vermek istemez. Bu Yahûdîlerin, Yahûdî olmayanlardan aldıkları borç ve emaneti iade etmek istememelerinin bir sebebi de, "Ümmîlere karşı kendilerine bir sorumluluk olmadığı", yabancıların hakkını yemekten ötürü sorumlu olmayacakları düşüncesinde bulunmalarıdır.

Allah hiçbir kuluna karşı haksızlık edilmesini kimseye helâl kılma-mıştır. Haksızlıkla alınan bütün mallar haramdır. Yahûdîlerin ellerinde bulunan Tevrat'ta da ümmîlere karşı haksızlık ve hiyânet edebileceklerine dair bir hüküm yoktur. Kitâb lan onlara doğruluğu, adaleti emretmektedir. Ancak Yahûdî din adamları, zamanla Yahûdîlerin, Yahûdî olmayanların mallarını yiyebileceği düşüncesini yaymışlar ve böylece bu düşünce onlara egemen olmuştur. Yoksa Allah'tan gelen hiçbir din insanlara haksızlık edilmesini emretmez. Dinin ruhuna bağlı hiçbir insan da haksızlık etmez ve bunu emretmez. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm de Kitâb ehlinin hepsinin bir olmadığını, onların içinde bulunan, güvenilir, aldığını ödeyen iyi insanları, kötülerinden önce anmıştır. Bir dini veya ulusu tümden karalamamış, dini çıkarlarına âlet eden, dinin ruhundan ayrılan insanları kınamıştır.

Reşîd Rızâ'nın dediği gibi nasıl sonradan gelen din adamlarının yanlış yorumlarıyla Yahûdîlerin çoğunluğu, dinin ruhundan uzaklaşmış, akşamleyin inkâr ederek müslümanları kuşkuya düşürmeği önerdikleri; kendi dinlerine uyandan başkasına güvenmemeyi söyledikleri anlatılmakta ve Allah'ın hidâyet ve rahmetinin hiç kimseye özgü olmadığı, Allah'ın dilediği kuluna rahmetini vereceği, dilediği kuluna doğruluk rehberi vahiylerini indireceği; Allah'ın vahyini hiçbir ferdin veya ulusun tekeline alamayacağı vurgulanmaktadır.

75-77'nci âyetlerde Kitâb ehli içinde sözünde duran, güvenilir kimseler yanında, aldığı emaneti, borcu ödemeyi düşünmeyen kimseler de bulunduğu; bunların, ümmîlerin mallarını yemenin kendilerine günâh olmadığına inandıkları için böyle yaptıkları anlatılmakta; oysa sözünde durup korunanları Allah'ın sevdiği; fakat verdikleri sözden cayan, yeminlerini satan kimselerin âhiretten bir payları olmayacağı, Allah'ın onlara konuşmayacağı, onların yüzüne bakma*yacağı ve onları temizleyip yüceltmeyeceği; onlar için acı bir azâb bulun*duğu vurgulanmaktadır.

Yahudilerin veya daha geniş anlamıyla Kitâb ehlinin hepsi bir değil*dir. İçlerinde öyle güvenilir kimseler vardır ki kantarlarca mal emanet edilse, inkâr etmez, onu sahibine verir. Öylesi de vardır ki kendisine bir dinar dahi verilse sürekli başına dikilip istemedikçe onu geri vermek istemez. Bu Yahudilerin, Yahûdî olmayanlardan aldıkları borç ve emaneti iade etmek istememelerinin bir sebebi de, "Ümmîlere karşı kendilerine bir sorumluluk olmadığı", yabancıların hakkını yemekten ötürü sorumlu olmayacakları düşüncesinde bulunmalarıdır.

Allah hiçbir kuluna karşı haksızlık edilmesini kimseye helâl kılma-mıştır. Haksızlıkla alınan bütün mallar haramdır. Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat'ta da ümmîlere karşı haksızlık ve hiyânet edebileceklerine dair bir hüküm yoktur. Kitâb lan onlara doğruluğu, adaleti emretmektedir. Ancak Yahûdî din adamları, zamanla Yahûdîlerin, Yahûdî olmayanların mallarını yiyebileceği düşüncesini yaymışlar ve böylece bu düşünce onlara egemen olmuştur. Yoksa Allah'tan gelen hiçbir din insanlara haksızlık edilmesini emretmez. Dinin ruhuna bağlı hiçbir insan da haksızlık etmez ve bunu emretmez. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm de Kitâb ehlinin hepsinin bir olmadığını, onların içinde bulunan, güvenilir, aldığını ödeyen iyi insanları, kötülerinden önce anmıştır. Bir dini veya ulusu tümden karalamamış, dini çıkarlarına âlet eden, dinin ruhundan ayrılan insanları kınamıştır.

Reşîd Rızâ'nın dediği gibi nasıl sonradan gelen din adamlarının yanlış yorumlarıyla Yahûdîlerin çoğunluğu, dinin ruhundan uzaklaşmış,

Yahûdî olmayanın malını yemekte bir sakınca görmemişlerse; sonradan gelen bazı hîle-i şer'iyyeci sözde müslüman din adamları da, dâr-i harbde gayri müslimlerin, hattâ müslümanların mallarını (tefe yoluyla) yemeğe cevaz vermişler ve dâr-i harb'i de kendi istedikleri biçimde yorumlamaktan çekinmemişlerdir. Bu adamlar arasında müslümanların yurdu güzelim Tür-kiyemizi dâr-i harb kabul edip, müslümanların karısını, kızını câriye hükmünde görecek kadar ardan, edepten yoksun insanlar dahi görülmüştür.

Kitâb ehlinin, "Ümmîlerin mallarını yemek bize günâh değildir" şeklindeki sözlerini duyan Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah'ın düşmanları yalan söylemişlerdir. Câhüiyye dönemine ait her şey şu iki ayağımın altındadır. Yalnız emanet hariç. Çünkü iyinin de kötünün de emâneti geri verilir."

Bir adam Abdullah ibn Abbâs'a:

"Biz savaşta zimmîlere âidolan tavuk, koyun ele geçiriyoruz. Bunun bize günâhı yoktur, diyoruz", diyerek bu düşüncenin doğru olup olmadığını soran bir adama Abdullah ibn Abbâs:

" Bu söz, tıpkı 'Ümmîlerin malını yemek bize günâh değildir' diyen Kitâb ehlinin sözüne benziyor. Zimmîler cizyelerini verdikten sonra, kendi gönül rızalarıyla verdikleri dışında, malları size helâl değildir" demiştir. [128]

: 76-77'nci âyetler münâ*sebetiyle Eş'as ibn Kays'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Benimle bir Yahûdî arasında bir tarla sorunu vardı. Benim hakkımı inkâr eden o adamı Allah'ın Elçisi(s.a.v.)e götürdüm. Peygamber bana:

Kanıtın var mı? dedi.

Hayır, dedim.

Yahûdîye yemîn etmesini emretti. Dedim ki:

Yâ Resûlallah o halde malımı alıp götürür (yani çekinmeden yemîn eder).

Bunun üzerine 77'nci âyet indi. [129]

Herhalde bu gibi birkaç olaydan sonra inen bu âyetlerde, böyle davranışlar sergileyen Yahudilere işaret edilmiştir.

Son âyetin tefsîri ile ilgili olarak bazı hadîsler zikredilir:

"Allah'ın Elçisi şöyle buyurdu: Üç kişi vardır ki Allah, Kıyamet günü onlara konuşmaz, onların yüzüne bakmaz, onları temizlemez. Onlar için acı bir azâb vardır." Allah'ın Elçisi, bunu üç defa okumuştur. Hadîsi rivayet eden Mu'âz:

Yâ Resûlallah, bu ziyana uğrayıp mahvolanlar kimlerdir? diye sordu.

Allah'ın Elçisi:

Müsbil (elbisesini yerden sürüye sürüye yürüyüp kibreden, çalım satan), yalan yeminle ticaretinde sürüm yapmağa çalışan ve verdiklerini başa kakan kimselerdir! dedi." [130]

"Kim birinin malını ele geçirmek için yalan yere yemîn ederse Allah'a kavuştuğu zaman Allah kendisine kızgın olur." [131]

"Üç kişi vardır ki Allah, Kıyamet gününde onlara konuşmaz, bakmaz; onları temizlemez: çölde yanında bulunan fazla suyu yolcuya vermeyen, ikindiden sonra malını satmak için yalan yere yemîn eden, dünyâ için devlet başkanına bey1 at edip de başkan ona mal verince ona verdiği sözde duran, başkan kendisine mal vermeyince verdiği sözde durmayan kimse." [132]

Bu âyetlerde geçen ahd ve eymân'\n tefsîri için ilgili maddelere bakınız.

Yahudiler: "Uzeyr, Allah'ın oğludur." dediler. Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur." dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir. (Sözlerini,) Önceden inkâr etmiş(olan müşrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da (haktan batıla) çevriliyorlar!? (Tevbe: 113/30) [133]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:38 PM   #29
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Korkaklık Yüzünden Uzun Süre Çölde Kalmaları:


20- Mûsâ, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; zira (O), aranızda peygamberler var etti, sizi krallar yaptı ve size dünyalarda hiç kimseye vermediğini verdi. 21- Ey kavmim, Allah'ın size yaz(ıp nasibet)diği Kutsal Toprağa girin, arkanıza dönmeyin, yoksa kaybedersiniz!" 22- Dediler ki: "Ey Mûsâ, orada zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyiz. Eğer çıkarlarsa, o zaman oraya gireriz." 23- (Allah'tan) Kor*kanlardan Allah'ın nimet verdiği iki adam dedi ki; "Onların üzerine' kapıdan girin, eğer kapıdan girerseniz, muhakkak ki siz gâlib gelirsiniz-Haydi eğer inanıyorsanız Allah'a dayanın!" 24- Dediler ki: "Ey Mûsâ, onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Sen ve Rabbin, gidin, savaşın, biz burada oturuyoruz!" (Mâide: 110/20-24)

Mâide: 110/20-24'ncü âyetlerde Allah'ın, İsrâîloğullanna olan ni'-metleri anımsatılmaktadır: Allah onların içinden peygamberler çıkarmış, kendilerini Mısır köleliğinden kurtarıp özgürlüğe kavuşturmuş, dünyâda kimseye vermediği nimetleri onlara vermişti. Filistin'de Arz-ı Mukaddes'e girmelerini, savaştan korkmamalarını buyurmuştu. Kendilerini o zaman en güçlü düşman Firavun'un elinden kurtaran Hz. Musa'nın sevk ve ida*resine rağmen İsrâîloğulları, korkaklık gösterip onun girmelerini emrettiği kente girmeğe cesaret edemediler. İçlerinden iki sadık mü'min, onlara ne kadar cesaret vermeğe çalıştı ise de yine onlar, Musa'ya, kendi-lerinden çok iri yapılı, güçlü görüp korktukları o kavim kentte bulunduğu sürece oraya giremeyeceklerini, ancak Musa'nın, Rabbıyla birlikte gidip onlarla savaşmasını söylediler. Mûsâ da Cenabı Hak'tan özür dileyip kendisiyle kardeşinden başkasına söz geçiremediğini, kendilerini söz dinlemez insan*larla bir tutmamasını arz etti. Korkaklıkları ve söz dinlememeleri yüzünden İsrâîloğulları, kırk yıl çölde dolaşmağa mahkûm oldular. Güzel kentlerde, verimli, mey vah topraklarda yaşamaktan yoksun kaldılar.

Âyetlerin öğüt için özetle anlattığı olay, Sayılar Kitâbı'nın 13 ve 14'ncü bölümlerinde daha ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Kur'ân, öğüt vermek için, olayların sadece özetini anlatmıştır. Tevrat'ta anlatılanların özeti şudur:

"Ve Rab Musa'ya söyleyip dedi: İsrâîloğullarına vermekte olduğum Ken'ân diyarını çaşıtlamaları için adamlar gönder. Ve onlara dedi: Bu yoldan cenuba çıkın ve dağlığa çıkın ve memleketin nasıl olduğunu ve üzerinde oturan kavim kuvvetli mi, yoksa zayıf mı, az mı, yoksa çok mu ve üzerinde oturdukları yer iyi mi, kötü mü ve içinde oturdukları şehirler nasıl, konaklar mı, yoksa hisarlar mı ve toprak yağlı mı, yoksa zayıf mı, onda ağaç var mı, yok mu görün ve yürekli olun ve diyarın meyvasından getirin.

"Gidenler Rehob'a kadar memleketi çaşıtladılar ve cenub tarafına çıktılar ve Hebron'a vardılar ve orada Anak oğulları Ahiman, Şeşay ve Talmay vardı. Ve Eşkol vadisine geldiler ve kırk gün sonra döndüler, İsrâîloğulları cemâatinin yanına geldiler. Ve onlara, gittikleri yerin münbit, mey vali, fakat orada oturanların güçlü olduğunu söylediler. Gidenlerden Kaleb, hemen oraya saldırmayı önerdi. Fakat kendisiyle beraber çıkanlar, o kavme karşı savaşacak güçte olmadıklarını, o toprakların verimli olma*dığını söylediler.

"İsrâîloğulları, ora halkıyla savaşamayacaklarını, savaştıkları takdirde öleceklerini, kadınlarının ve çocuklarının düşman elinde tutsak olacağını söyleyip ağladılar.

"Onlara kızan Rab, Musa'ya: 'Ne vakte kadar bu kavim beni hor görecek ve aralarında yaptığım bütün alâmetlere rağmen ne vakte kadar bana iman etmeyecekler?' dedi. Onları veba ile vuracağını, mîrâstan mahrum edeceğini, ancak Musa'yı ve ona bağlı olanları güçlendireceğini, ölecek olan bu kavmin zürriyetini o şehirlere egemen kılacağını buyurdu.

"Ve Musa'nın, memleketi çaşıtlamak üzere gönderdiği, geri geldik*lerinde memleket hakkında kötü haberler getirip cemâati Mûsâ' ya karşı koymağa yönelten adamlar veba ile öldüler. Yalnız Nun oğlu Yeşu' ile Yefunne oğlu Kaleb kaldı.

"Ve Mûsâ, bu sözleri bütün İsrâîloğuIIarına söyledi, kavim yas tuttu. Sabahleyin erken kalkıp dağın tepesine çıktılar: Rabbin dediği yere çıka*cağız, çünkü suç işledik, dediler. Mûsâ, onlara çıkmamalarını, zira Allah'ın, artık onların arasında olmadığını, kendilerine yardım etmeyeceğini, çıktık*ları takdirde Amelekîler ve Kenanlılar tarafından öldürüleceklerini söyledi. Kendilerine güvenen kavim, dağın tepesine çıktılar, fakat Rabbin Ahid Sandığı ve Mûsâ, ordugâh'in ortasından ayrılmadılar. O zaman o dağda oturan Amelekîler ve Kenanlılar indiler ve Horma'ya kadar onları vurup kırdılar." [134]

Allah sizin içinizden peygamberler var etti": Arap Yarımadasında ortaya çıkan Peygamberlerin çoğu, İsrâîloğulları arasından çıkmıştır. Hz. Ya'kûb'un oğulları, çoğunluğun sözüne göre peygamber idiler. Râzî'ye göre Musa'nın, kavminden seçip Allah ile konuşmasını dinlemek üzere Tur'a götürdüğü yetmişler de peygamber idiler. Yüce Allah Musa'ya, Ya'kûb Oğullarından peygamberler yetiştireceğini haber vermişti. Ayrıca, onları Mısırlıların köleliğinden kurtarıp özgürlüğe kavuş*turmuş ve egemen yapmıştı.

Mâide Sûresinde, Âdem'in iki oğlundan birinin diğerini öldürdüğünü anlatan âyetlerden sonra: Sizi krallar yaptı" cümlesindeki mulûk kelimesi, gerçek krallar anlamında değildir. Çünkü "Sizi krallar yaptı" cümlesinin açık anlamı, bütün İsrâîloğullarının kral olmasını gerek*tirir. Eğer burada mulûktan kasıt krallar olsaydı,

" denilirdi. Burada mulûk özgürlük ve egemenlik sahibi insanlar, egemen ulus anlamındadır. Yani Allah sizi kölelikten kurtarıp bağımsızlığa ka*vuşturdu, özgür ve egemen bir ulus yaptı demektir. Abdullah ibn Abbâs, bu cümleye: "Hizmetçiye, kadına ve eve sâhiboldunuz" şeklinde mânâ vermiştir.

Âlemlerde hiç kimseye vermediğini size verdi" cümlesi, müfessirlere göre İsrâîloğuIIarına, o zaman diğer uluslara verilmeyen ni'metlerin verilmiş olduğunu belirtmektedir. Yüce Allah, denizi yarıp onları içinden geçirmiş, düşmanlarını helak edip top*raklarını onlara vermiş, üstlerine bulutlarla gölge yapmış, kendilerine zah-

metsiz rızıklar {menn ve selva ) ihsan etmiş, içlerinden peygamberler ve krallar yetiştirmiştir. Bu kadar ni'met o zamanda başka bir ulusa veril*memişti. İsrâîloğulları bir zaman çevrelerine egemen ve birçok konuda çevre uluslarına üstün olmuşlardır.

Fakat bir zaman için üstünlük sağlamış olmaları, sürekli olarak üstün kalacakları anlamına gelmez. Tersine, söz dinlememelerinden dolayı elle*rindeki ni'metler alınmış, Allah'ın ve peygamberlerin la'netine de uğratıl*mışlardır. Çünkü Allah'ın yasaları çerçevesinde hareket eden uluslar yük*selir, bunlara ters düşenler geriler. Bu, her ulus için böyle olduğu gibi İsrâîloğulları için de böyledir. [135]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:39 PM   #30
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İnsan Öldürmenin Büyük Sorumluluk ve Cezası:


Bundan dolayı İsrâîloğullanna şöyle yazdık: Kim, bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu (koruyup) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. Andolsun elçilerimiz onlara açık deliller getirdiler, ama bundan sonra da onlardan çoğu, yine yeryüzünde israf etme kte( aşırı gitmek-te)dir-ler. (Mâide: 110/32)

Bu âyette, bir cana kıymak, bütün insanları öldürmeğe denk bir suç; bir canı yaşatmak da bütün insanları yaşatmağa denk bir sevâb gösteril*miştir. Çünkü bir insan, türünü temsil eder. Bir insanın haksız yere öldürül*mesi, toplumda öldürme olaylarının yayılmasına, sonunda bütün insanların birbirine düşmesine, haksızlıkların ve düşmanlıkların çoğalmasına, toplum düzeninin bozulmasına yol açar. Birinin hayatını koruyup kurtarmak da toplumda can güvenliğini sağlar. Toplumu gönül huzuru içinde yaşatır. Yüce Allah, bireyin hayatını, toplumun hayatı kadar değerli görmüş, birey*lerin hayatlarına saygının, toplumun hayatı, güvenlik ve mutluluğu ve toplumda cinayetleri önlemek için kısasın gerekliliğini anlatmak istemiştir. [136]


Cimrilik, Düşmanlık ve Bozgunculukları:


181- Allah: "Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenlerin sözünü işitti. Onların dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve: "Yangın azabını tadın!" diyeceğiz. 182- "Bu, sizin ellerinizin yapıp öne sürdürdüğünün karşılığıdır." Allah, kullara asla zulmedici değildir. 183- Onlar: "Allah bize and verdi ki, bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir elçiye inanmayalım" dediler. De ki: "Size benden önce açık deliller ve bu dediğinizi de getiren elçiler gelmiştir. Eğer doğru iseniz niçin onları öldürdünüz?" 184- Eğer seni yalanladılarsa, senden önce açık deliller, hikmetli sahifeler ve aydınlatıcı Kitâb 'ı getiren peygamberler de yalanlanmıştı. (ÂI-i İmrân: 94/181-184)

94/181-184'ncü âyetlerde Allah'ın, "Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenlerin sözlerini işittiği; onların sözlerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağı ve onlara yangın azabını tadmalarını, elleriyle yap*tıkları işler yüzünden bu duruma düştüklerini; yoksa Allah'ın, kullarına haksızlık etmeyeceğini söyleyeceği belirtilmektedir. "Allah'ın, ateşin yi*yeceği bir kurban getirmeyen hiçbir peygambere inanmamaları hakkında kendilerinden söz almış olduğunu" söyleyenlere hitaben de, doğru söylü-yorlarsa, dedikleri mu'cize yanında daha birçok kanıt getirmiş olan Tanrı elçilerini neden öldürdükleri sorulmakta, daha sonra da kendisini yalan*layanların tutumuna üzülen Hz. Muhammed'e hitaben, kendisini yalanla*dılarsa, kendisinden önce açık kanıtlar, sahîfeler ve aydınlatıcı Kitâb ge*tirmiş olan elçilerin de yalanlanmış olduğu hatırlatılarak Peygamber (s.a.v.) teselli edilmektedir.

Bir rivayete göre Peygamber (s.a.v.), Hz. Ebûbekir'i, müslümanların müttefiki olan Yahudilerden, yapılacak bir savaş için borç istemeğe gön*dermiş, Hz. Ebûbekir onlardan Allah için borç isteyince bir Yahûdî, âyette anlatıldığı biçimde söz söyleyerek Ebûbekir'in talebimle alay etmiştir. Peygamber'in, Ebûbekir'i onlardan yardım istemeğe göndermesi de onlarla yapılmış olan ittifaka dayanmaktaydı. Hz. Peygamber Medine'ye geldiklerinde Yahudilerle bir ittifak andlaşması imzalamıştı. Bu andlaşmaya göre bu ittifaka giren Yahudiler müslümanlara karşı bir savaş vukuunda, müslumanların savaş masraflarına katılacak, mal ve para yardımı yapacak*lardı. Kendilerine bir saldırı vukuunda da müslümanlar onlara yardım edeceklerdi1. İşte bu ittifak uyarınca Hz. Ebûbekir, onlardan savaş masraf*larına katkıda bulunmalarını isteyince Yahudiler Allah'ın âyetleriyle alay etmiş: "Demek Allah fakir ki bizden borç istiyor" demişler. İşte âyetlerde bu olaya işaret edilmiştir.

Âyetler, Hz. Peygamber'i teselli etmekte, Yahudilerin, daha önceki peygamberlere de karşı geldikleri, bu davranışlarından ötürü hesaba çekile*cekleri belirtilmektedir.

Yahudiler, inanmamak için: "Allah bize, herhangi bir peygamber bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe ona inanmamayı tavsiye etti." demişlerdir. Oysa onlara, daha birçok mu'cize yanında ateşin yakıp kül ettiği kurbanı da getiren peygamberler geldiği halde onlara da inanma*mışlardı.

Tevrat'ın Birinci Krallar Kitabında Yahûdîlerin, birçok peygamber öldürdükleri anlatılmaktadır. 183'ncü âyette işaret edilen kurban olayı da yine Tevrat'ın bu Kitabında yer almıştır ki özeti şöyledir:

"İsrâîloğulları arasında puta tapma yaygınlaşmıştı. Putlara tapmaya çağıran, dörtyüzden fazla insan vardı. Krallar, özellikle Kral Ahab ve karısı İzabel, insanları puta tapmağa teşvik ediyordu. Allah'ın peygamberi İlyâ ile Ba'l (put) peygamberleri arasında bir tartışma oldu. Gerçek peygam*ber İlyâ, Ba'l peygamberlerine meydan okuyup: "Bir boğa siz alıp boğaz*layın, parçalayın, odunların üstüne koyun,ateş yakmayın. Tanrınız Ba'[137]'den ateş isteyin. Bir boğa da ben alıp keseceğim, odunların üstüne koyacağım, altına ateş yakmayacağım. Allah'tan ateş isteyeceğim. Hangimizin kurba*nını, gökten ateş gelip yakarsa o haklıdır, onun Allah'ı İsrâîlin Rabbidir" dedi. İki taraf da hayvan boğazlayıp odunların üstüne koydular. Ba'l'in peygamberleri ne kadar yalvardılarsa da onların kurbanına ateş inmedi. Fakat İlyâ'nın kurbanına "Rabbin ateşi düştü ve yakılan ve odunları ve taşları ve toprağı yeyip bitirdi ve hendekte olan suyu yaladı." [138]

Bütün bu kanıtlara rağmen yine Yahûdî kralları yola gelmemişler, peygamberleri yalanlamışlar, öldürmüşlerdir. Konuyu anlatan âyetler, Peygamber'i tesellî ile son bulmaktadır. Yahudiler "Allah'ın eli bağlıdır (Allah cimridir)." dediler. Kendi elleri bağlandı ve söyledikleri sözden ötürü lanetlendiler. Hayır. Allah 'in iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttıracaktır. Biz onların aralarına ta Kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yakınışlarsa Allah onu söndürmüştür. (Onlar) Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah da bozguncuları sevmez. (Mâide: 110/64)

Bu âyette Yahudilerin Allah'a karşı saygısızlıkları, Allah için "Eli bağlı" dedikleri anlatılıyor. "Eli bağlı" deyimi, cimrilikten,"Eli açık" deyimi ise cömertlikten kinayedir. Âyette, İsrâîloğullannın, müslümanların inançlarıyla alay eden bu sözlerine cevaben Allah'ın elinin açık olduğu, dilediğine bol nimet verdiği belirtilmekte ve Hz. Muhammed'e indirilen Kur'ân'ın, Yahudilerin taşkınlık ve inkârını artıracağı bildirilmektedir. Fakat onların taşkınlık ve inkârları yalnız kendilerine zarar verir. Müslü*manlara kin besleyen bu adamların, kendi aralarında da sevgi yoktur. Birbirlerinden de hoşlanmazlar.

Bu âyetten Yahudilerin pintilikleri anlaşılmaktadır. Kendilerinden Allah için yardım istenince, yardım etmemek için ellerinin darlığından yakınmışlar, Allah'ın, kendilerine bir şey vermediğini söylemişlerdir.

Demek ki Yahudiler, bir projeye yardım etmemek için böyle söy*lemişlerdir. Bu sözler câhiller tarafından söylenir. "Sanki verse Allah'ın hazinesinden bir şey mi eksilir?" diyenler vardır. Yahudilerin sözü de buna benzer saygısız bir sözdür. Âyet bu sözü söyleyenleri kınamaktadır.

Bazı kimseler Allah'a inandıklarını söylerler, fakat Allah yoluna, yoksul insanlara yardım etmemek için: "Allah fakir mi ki bizden isti*yorsunuz? Allah versin!" derler. Bu, Yahudiler arasında böyle olduğu gibi, her toplumda da böyledir. Ama özellikle Yahûdî, cimrilikle ünlüdür. Yardım etmemek için böyle mantık oyunları yaparlar. Allah için yardımdan kaçınan herkes bu Yahûdî karakterini taşır.

Biz onların aralarına ta Kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin atmışızdır." âyeti, Yahûdîler arasında birbirlerine karşı düşmanlık hüküm sürdüğünü bildirmektedir. Bu, "Sen onları toplu, dayanışmalıbir topluluk sanırsın ama kalbleri dağınık ve birbirine düşmandı[139]âyetinin bildirdiği üzere onların kendi kabileleri arasında da düşmanlık hüküm sürmektedir. Küstahça davranışları yüzünden Allah, onların aralarına düşmanlık ve kin düşürmüştür. Bir*birlerine karşı düşmanlıkları, tâ Kıyamete dek sürecektir. Allah'ın Elçisi 'ne karşı ne zaman bir savaş ateşi yaksalar, Allah onu söndürür, tuzaklarını boşa çıkarır. Seciyeleri fesat çıkarmaya elverişlidir. Yeryüzünde bozgun*culuk yapmaya, insanları birbirine düşürmeğe çalışırlar. Allah da bozgun*cuları sevmez. Bu ulusal soğukluk, düşmanlık, Yahûdî mezhepleri arasın*daki sürtüşmeden kaynaklanmıştır. Bu âyetin, Yahûdîlerle Hıristiyanlar arasında düşmanlık bulunduğunu ifade ettiğini söyleyenler de vardır. Fakat sözgeliminden, bu düşmanlığın, Yahudilerin kendi aralarında olduğu anla*şılmaktadır.

Gerçekten Hz. Peygamber zamanında Medîne Yahûdîleri arasında düşmanlık vardı. Câhiliyye döneminde Yahudilerden bazıları Evs kabilesi*yle, bazıları da Hazrec kabilesiyle ittifak yapmışlardı. Birbirine düşman olan Evs ve Hazrec kabileleri çarpıştıkça, müttefikleri olan Yahûdî ler de tarafını tuttukları Arap kabilesiyle birlikte öteki tarafı tutan Yahûdî kabi*lesiyle savaşırdı. Bu hususu, Bakara Sûresinin 84-85'nci âyetlerinden de anlamaktayız

Kitâb-ı Mukaddes'in Krallar ve Günün Haberleri Kitâbları, Yahûdî kabilelerinin, ötedenberi nasıl bölündüğüne ve birbirlerine karşı savaştık*larına tanıktır.

65- Eğer Kitâb ehli inanıp (Allah'ın azabından) korunsalar di, onların kötülüklerinden geçerdik ve onları nimeti bol cennetlere sokardık. 66- Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rab'lerinden kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, muhakkak ki üstlerinde(ki ağaçların meyvelerinde)n ve ayaklarının al-tın(daki ürünler)den yerlerdi. İçlerinde (ileri geri gitmeyen) ılımlı bir ümmet var, ama onlardan çoğu, ne kötü işler yapıyorlar? 67- Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O'nun mesajını duyurmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah, kâfirler toplumunu yola iletmez. 68- De ki: "Ey Kitâb ehli, siz Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça bir esas üzerinde değilsiniz." (Ey Muhammed), Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun azgınlık ve inkârını artıracaktır. Sen o kafirler toplumu için üzülme! 69- İnananlar, Yahudiler, Sabitler ve hıristiyanlar(dan) Allah'a ve âhir et gününe inanan ve iyi işler yapanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. (Mâide: 110/65-69) âyetlerde Kitâb ehli, lâyıkıyla inanmış ve Kitâblarının hükümlerini uygula*mış olsalar, Allah'ın, onları bolluğa kavuşturacağı; içlerinde orta yolu izleyen ılımlı insanlar bulunmakla beraber çoklarının kötü işler yaptıkları belirtilmektedir.

67'nci âyette Hz. Peygamber 'e hitaben, kendisine indirileni duyurması buyurulmakta ve Allah'ın kendisini koruyacağı vurgulandıktan sonra Allah'a ve âhirete inanan dört din men*subunun, Allah tarafından âhirette ödüllendirileceği vurgulanmaktadır.

Âyetlerde Peygamber'e, kimseden çekinmeden, kendisine inen İlâhî buyrukları teblîğ etmesi ve çeşitli kuruntular içerisine giren, hayallerle başkalarına üstünlük taslayan Kitâb ehli kimselere; Tevrat'ın, İncil'in ve Allah tarafından kendilerine indirilen diğer vahiylerin gereklerine göre hareket etmedikçe bir temel üzerinde olmayacaklarını bildirmesi emredil*miştir.

Burada iki yerde Allah'tan indirilen ifadesi geçer. Biri 66'ncı âyette: "Rablerinden kendilerine indirilen" şeklindedir. Bu âyette, üçüncü çoğul şahıs kipiyle, Kitâb ehline, şayet Rablerinden kendilerine indirileni uygula-

dıkları takdirde bolluk içinde yaşatılacakları bildirilmektedir. 68'nci âyette de Kitâb ehline hitaben, "Rabbinizden size indirilen" uygulamadıkça bir temel üzerinde olmayacakları bildirilmektedir.

Her iki âyette, Rablerinden kendilerine indirilen ile kasıt, Kur'ân değil,Tevrat ve İncîl'den ayrı olarak ara peygamberler vasıtasıyla kendi*lerine, kendi dillerinde gelmiş olan vahiylerdir. Bu ta'bîr ile kasdedilenin Kur'ân olması ihtimali üzerinde durulursa da gerçekte "Rablerinden ken*dilerine indirilen" Kur'ân değil, Habakkuk, Dânyâl gibi İsrâîl peygam*berlerine ve azizlerine verilen vahiy ve ilhamlardır. Zaten aynı âyetin devamında, Hz. Muhammed'e hitaben "Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun tuğyanını ve küfrünü artırır!" ifâdesi, "Rablerinden onlara indi*rilenin", Hz. Muhammed'e indirilenden ayrı olduğunu kanıtlar. Âl-i İmrân Sûresinin 199'ncu âyetinde de Allah'tan onlara indirilen ile, Hz. Muham*med'e indirilen ayrı ayrı anılmaktadır: "Kitâb ehlinden öyleleri var ki, Allah 'a inanırlar, size indirilene ve kendilerine indirilene inanırlar; Al*lah'a karşı saygılıdırlar; Allah'ın âyetlerini birkaç paraya satmazlar. Onların da Rableri katında ödülleri vardır! Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir."

Gerek 66'ncı âyetten, gerek 68'nci âyetten anlaşılıyor ki Kitâb ehli, Yahûdî ve Hıristiyan kaldıkları halde Kur'ân'ı inkâr etmez, onun gereklerine aykırı davranmazlarsa -ki bu üç Kitabın ana çizgilerinde ve temel konularında birlik vardır, aykırılık yoktur-, meselâ üçlemeyi bırakıp Kur'ân'ın tanımladığı biçimde Allah'a ve âhirete inanırlarsa müslüman sayılır ve cennete giderler. Bu husus, Bakara: 92/62'nci âyette belirtildiği gibi, Mâide: 110/68-69'ncu âyetlerde de açıkça vurgulanmaktadır. Bakara Sûresinin 62'nci âyeti, burada yinelenerek: Allah'a, âhirete inanıp iyi işler yapan mü'minlerin (yani müslümanların), Yahudilerin, Sabitlerin ve Hıristiyanların korku ve üzüntü çekmeyecekleri belirtilmektedir. Fakat Hz. Muhammed(s.a.v.)e gelen vahiyleri inkâr eden ve ona düşman olan, böylece kendi Kitâblarının ruhundan da uzaklaşmış bulunan Yahûdî, Sâbiî ve Hıristiyanlar bir esas üzerinde değillerdir. Çünkü onlar, Tevrat'ın ve İncil'in gereklerine ters düşmüş, tevhîdi bozmuş, Allah'ın vahyini reddet*mişlerdir. Bütün dinlerin ruhu: "Allah'ın buyruğuna saygı ve O'nun yara*tıklarına şefkattir."

77- De ki: "Ey Kitâb ehli, dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın ve önceden sapmış, birçoğunu da saptırmış, düz yoldan şaşmış bir milletin keyiflerine uymayın!" 78- İsrâîloğullarının nankörlerine, Dâvûd ve Mer*yem oğlu îsâ diliyle lanet edilmiştir. Çünkü (onlar) isyan etmişlerdi ve saldırıyorlardı. 79- Yaptıkları kötülükten vazgeçmiyorlardı. Ne kötü işler yapıyorlardı! 80- Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Gerçekten nefislerinin, kendileri için yapıp gönderdiği ne kötüdür (ki o yüzden) Allah onlara gazabetmiştir ve azabda sürekli kalacaklardır.

81- Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilene inansalardı, o(inkâr ede)nleri dost tutmazlardı. Ama onlardan çoğu yoldan çıkmış insanlardır.

82- İnsanlar içerisinde, inananlara en yaman düşman olarak Yahudileri ve (Allah'a) ortak koşanları bulursun. İnananlara sevgice en yakınları da "Biz Hıristiyanlar iz." diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. (Mâide: 110/77-82)

77'nci âyette Kitâb ehline –ki burada hitabedilen Kitâb ehli Hıristiyanlardır-, aşırı gitmemeleri; daha önce sapmış, birçoğunu da saptırmış, doğru yoldan şaşmış olan kimselerin, yani Yahudilerin keyiflerine uyarak sapıklık içine düşmemeleri emredili*yor.

78'nci âyette, saldırganlıkları yüzünden İsrâîloğullarından bazı nankörlere, gerek Dâvûd, gerek Meryem oğlu îsâ tarafından lanet edildiği belirtiliyor; 79'ncu âyette de bu lanete uğramalarının sebebi açıklanıyor: Onlar yapılan kötü*lüklere göz yumuyor, ses çıkarmıyorlardı. Hakk'ın buyruklarının çiğnen*mesine razı olmakla çok kötü bir iş yapıyorlardı. Geçmişteki İsrâîloğulla*rının davranış tarzı böyle idi. âyetlerde de Hz. Peygamber dönemindeki Yahudilerin durumu anlatıl*maktadır: Onlardan çoğu, mü'minlerle dost olacakları yerde Allah'a ortak koşanlarla dostluk kuruyor, böylece kendi canları için kötü işler yapı*yorlardı. İnsanların davranışları, canlarının arkadaşı olur. İyi davranışlar, can için cennet ni'metleri, kötü davranışlar da cehennem azabıdır. İşte inananları bırakıp kâfirlerle dost olan kimseler, bu davranışlarıyla kendi canlarına kötülük etmektedirler. Onlar böylece Allah'ın gazabına uğrayıp azaba çarpılacaklardır. Zaten Allah'ın gazabı, azabın tâ kendisidir. Ama onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene inanmış olsalardı, müşrikleri değil, müslümanları dost tutarlardı. Çokları yoldan çıktıklarından dolayı mü'min-leri bırakıp müşrikleri dost tutmuşlardır.

82'nci âyette de müslümanların en yaman düşmanlarının Yahudiler ve müşrikler; en yakın dostlarının da Hıristiyanlar olduğu bildiriliyor ve bu da Hıristiyanlar içinde iyi niyyetli din bilginlerinin varlığına ve güzel yönlendirmesine bağlanıyor. [140]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
oğulları, İsrail


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:14 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam