hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > İman ve mü’minler > Tevhid

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 29. January 2010, 12:33 PM   #1
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart Demokrasi bir dindir

DEMOKRASİ BATIL BİR DİNDİR,DİKKAT EDİN MÜSLÜMAN KARDEŞLERİM[1]


Allah bütün müslümanlara rahmet etsin ve müslümanları şuurlandrsın,HAKKI HAK OLARAK GÖRÜP KABUL,BATILI BATIL OLARAK İDRAK EDİP KIYAM EDENLERDEN ETSİN.....

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için ya*rattım” (Zariyat suresi: 51/56)

Allahu Tealâ bizleri yeryüzüne göndermekle birlikte başıboş bırakmamış, gönderdiği elçiler vasıtasıyla kitaplar indirmiş ve O’na ibadet etmemiz gerektiğini devamlı bir şekilde bizlere hatırlatmıştır.

“Andolsun ki biz, ‘Allaha’a ibadet edin ve tağuttan sakının’ diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.” (Nahl Suresi: 16/36)

Allahu Tealâ’nın gönderdiği bütün resuller toplumlarını sadece Allahu Tealâ’ya ibadet etmeye ve tağutlara ibadet etmekten kaçınmaya çağırmışlardır.

Ey Kardeşlerim! Allahu Tealâ’nın bizlere yüklediği ilk görev işte tüm resullerin toplumlarını davet ettikleri bu esastır. Yani sadece Allah’a ibadet etmek ve tağutlara ibadet etmekten kaçınmak… Bu çağrı bütün davetlerin temeli ve en başıdır. Öyle ki, namaz, zekat, oruç ve hac gibi bütün ibadetlerden önce tağutlara ibadet etmekten kaçınmak ve Allah’a şirk koşmaksızın ibadet etmek esası gelmektedir.

Bilinmelidir ki, yeryüzünde her türlü tağutu reddetmek İslam’ın başı, temeli ve aslıdır. Tağutları reddetmek tevhid kelimesi La İlahe İllallah’ın ilk kısmıdır. Yani bir fert “La İlahe” diyerek bütün tağutları inkar etmediği sürece söylediği sözlerin ve yaptığı amellerin kıyamet gününde hiçbir faydasını asla göremeyecektir. Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:

“Kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir ve bilir” (Bakara Suresi 2/256)

Ey Kardeşim dikkat et! Allahu Tealâ, ayetinde kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmak için öncelikle tağutları inkar etmemizi, onlardan uzaklaşmamızı ve hemen ardından da Allah’a iman etmemizi emretmektedir. Böylece tağutları inkar etmeden yapılan bir imanın sahibine ahirette hiçbir fayda sağlamayacağı açığa çıkmaktadır.

Evet bu nokta çok önemlidir. Zira tarih boyunca yaşayan insanların hemen hemen tamamına yakını Allah’a iman ettiklerini söylemişler, ama tağutları inkar etmedikleri ve Allah’a şirk koştukları için onların bu iddiaları boşa gitmiştir.

Resulullah’ın (s.a.v) kendilerini İslam’a davet ettiği, kendileriyle savaştığı ve öldürdüğü Mekkeli müşriklerde Allah’a iman ettiklerini iddia ediyorlardı. Bakınız Allahu Tealâ Mekkeli müşrikler hakkında ne buyurmaktadır:

“(Resûlüm!) De ki: -Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâ*lik (ve hakim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyle ise (O'na âsi olmaktan) sakınmıyor musunuz.” (10, Yunus/31)

Andolsun ki onlara: -Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?- diye sorsan, mutlaka, -Allah- derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar? Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Andolsun ki onlara: -Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?- diye sorsan, mutlaka, -Al*lah- derler. De ki: (Öyleyse) hamd da Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerinde) dü*şünmezler.” (29, Ankebut/61-63)

Evet tarih boyunca yaşayan tüm müşrik toplumlar gibi Mekkeli müşrikler de Allahu Tealâ’nın yegane tek rab olduğuna, gökten su indirip rızıklar verdiğine, diriltenin ve öldürenin tek O olduğuna inanıyorlardı. Misafirperverlik yapıp, fakirlere sahip çıkarlar, sıla-i rahimde (akraba ziyaretlerinde) bulunurlardı. Güneşin doğuşundan batışına kadar oruç tutuyorlardı. Aşure günlerinde oruç tutmak adetleriydi. Zekat verip, itikafa girerlerdi. Hac ibadetini yerine getirirler, haram ayların hürmetine inanırlardı. Üç talakla boşanıyorlar, ihrama girip hac ve umre ibadetini yaptıktan sonra safa ile merve arasında yedi kere say yapıyorlardı. Ölülerini yıkayıp kefenliyorlar, üzerlerine cenaze namazı kılıp öyle defnediyorlardı. Misvak kullanıyorlar, koltuk altı ve diğer temizliklerini yerine getiriyorlar

Ancak onların bu imanı ve yapmış oldukları bu hayır amelleri, kendilerine hiçbir fayda sağlamıyordu. Zira Mekkeli müşrikler Allah’a şirk koşuyorlar ve La İlahe İllallah tevhid kelimesinin gereklerini yerine getirmiyorlardı.

Bil ki; La İlahe İllallah tevhid kelimesinin ilk başı “La İlahe…” diyerek tüm sahte ilahları ve rableri, tüm tağutları inkar etmen, onlardan uzak olmandır.

Evet… Müslüman olmak, İslam’a girmek ve ebedi saadete kavuşmak, sonsuz azaptan kurtulmak için ilk ve öncelikli yapman gereken tüm tağutları reddetmen, inkar etmendir. Tağutları inkar etmediğin, onlardan uzaklaşmadığın sürece yaptığın ve yapacağın amellerinin ne dünya da ne de ahirette sana hiç ama hiç faydası olmayacaktır.

O halde burada senin şöyle bir soru sorman gerekmektedir. Tağut nedir? Ve Tağutları nasıl inkar edeceğim?

Ey kardeşlerim! Allah sizlerden ve bizden razı olsun. Dosdoğru yolundan ayırmasın. Dünyada ve ahirette hüsrana uğrayanlardan eylemesin. Daha yolun başında, ilk adımda tüm tağutları reddetmen ve onlardan uzaklaşman gerektiğini öğrendikten sonra şimdi sıra “tağut nedir” sorusunun cevabına gelmiştir. Zira tağutların ne olduğunu bilmeden onları inkar etmek ve onlardan uzaklaşmak hiç mümkün olur mu? İnsan bilmediği bir şeyi nasıl inkar eder ve ondan uzaklaşır? O halde şimdi burada tağut nedir sorusunun cevabını en anlaşılır şekli ile izah etmek gerekmektedir?

İslam alimleri bugüne kadar bu dini bizlere en güzel bir şekilde anlattıkları gibi aynı şekilde tağut kavramının ne demek olduğunu da çok açık, anlaşılır bir şekilde bizlere izah etmişlerdir.

Tağut kelimesi Arapça bir kelimedir. Anlamı ise haddi aşmak, azgınlaşmak demektir. İslam alimleri tağutların en başının şeytan (Allah ona lanet etsin) olduğunu söylemişlerdir. Bununla birlikte, kahinler, putlar, büyücüler ve sapıklığa çağıranlar da tağut olarak isimlendirilmişlerdir.

Tağut kelimesinin en önem arzeden anlamlarından bir tanesi de şudur: Allah’ın kitabı dışında kanun ve yasa koyan, hüküm çıkaran devlet liderleri, Allah’ın kitabına dayanmayan idarî sistemler, Allah’ın kitabıyla hükmetmeyen mahkemeler, Allah’tan başka itaat edilen, hükmüne tabî olunan kullar…

Evet; Allah’ın kitabı ile hükmetmeyen, kendi görüşlerine göre hüküm ve yasa çıkaran tüm yönetici ve idareciler de tağut kelimesinin kapsamı altına girmektedir. Zira İslam alimleri tağut kelimesini açıklarlarken bu anlamı özellikle vurgulamışlardır. Örnek olarak Resulullah zamanında yaşayan Kab b. Eşref adlı kişinin tağut olarak isimlendirildiği bütün tefsir kitaplarında yazmaktadır. Neden Kab b. Eşref’e tağut denmiştir? Çünkü o insanların kendisine başvurdukları bir hakimdi. İnsanlar aralarında çıkan ihtilaflı meseleleri çözmek için ona başvururlardı. O da Allah’ın kitabına dayanmaksızın insanların arasında kendi görüş ve fikirlerine göre hükmederdi. İşte bu yüzden alimler Kab b. Eşref isimli bu kişiyi tağut olarak isimlendirmişlerdir. Nitekim Nisa Suresi’nin 60. ayetinin iniş sebebine baktığımız zaman bu çok açık görülecektir.

Burada Kur’an-ı Kerim’den çok dikkat çekici bir örnek daha vermek istiyorum. Allahu Tealâ Hz. Musa’ya şöyle demiştir: “Haydi, Firavun’a git! Çünkü o azmıştır (haddini aşmış, tağutlamıştırı.)” (79, Naziat/17)

Acaba Allahu Tealâ hangi sebepten dolayı Firavun’u “azgınlaşmış, tağutlaşmış” olarak vasıflandırmaktadır. Bakının bunun cevabını da yine Kur’an-ı Kerim’de geçen şu ayette görmekteyiz:

“Firavun, Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum (dedi).” (28, Kasas/38)

“(Firavun) Derhal (adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: Ben, sizin en yüce Rabb’inizim! dedi.” (79, Naziat/23-24)

Görüleceği üzere bu iki ayette Firavun insanlara “ben sizin en büyük rabbinizim, ben sizin tek ilahınızım” demektedir. Yani Firavun ilahlık iddiasında bulunduğu için, kendisini insanların rabbi gibi gördüğü için Allahu Tealâ onun azdığını ve tağutlaştığını bildirmiştir.

Peki Firavun “ben sizin rabbinizim, ben sizin ilahınızım” derken ne demek istemiştir acaba? Acaba o; insanları, yeryüzünü, gökyüzünü yarattığını, insanlara rızıklar verdiğini, gökten su indirdiğini mi iddia etmektedir? Hayır o asla bunları iddia etmemektedir. Böyle bir iddia da kim bulunabilir ki? Ve böyle saçma sapan iddialarda bulunan bir kimseye kim inanır ki? O halde tekrar soruyoruz: Firavun “Ben sizin en büyük rabbinizim. Sizin için benden başka bir ilah yoktur” derken ne demek istemiştir:

Bakınız Allah kendilerinden razı olsun İslam alimleri Firavun’un bu sözlerini çok güzel açıklamışlardır. Demişlerdir ki; Firavun insanları yönetenlerin en üstünü olduğunu, kanun ve hükümleri ancak kendisinin belirleyebileceğini, onun koyduğu kanunlara uyulması gerektiğini, hükmünü ve idaresini bozacak kimsenin olmadığını, insanların onun idaresine boyun eğmek zorunda olduğunu iddia etmiştir. İşte Firavun’un ilahlık ve rablik iddiasının aslı budur.

O halde ey kardeşlerim bil ki; yeryüzünün neresinde olursa olsun Allah’ın kitabından ve Resulullah’ın sünnetinden kaynaklanmayan kanun ve hüküm koyan idarecilerin hepsi aynı Firavun gibi ilahlık ve rablik iddiasında bulunmaktadırlar. Her ne kadar Firavun gibi cesaretle ortaya çıkarak “Ey insanlar sizin en büyük ilahınız en yüce rabbiniz biziz” diyemeseler de Allah’ın kitabını terk ederek parlamentolarında kanun ve hüküm koymaya kalkıştıkları için onların bu amelleri apaçık olarak Firavun gibi ilahlık ve rablik iddia etmekten başka bir şey değildir. Ve bu yüzden de tağutlaşmış olmaktadırlar.

Sonuç: Bugün yeryüzünde yönetim süren devletlerin tamamı Allah’ın kitabını terk etmişlerdir. Bu devletler, yöneticileri vasıtasıyla parlamentolarında koydukları kanunlarla idare edilmektedir. Onların koydukları bu kanunlar kesinlikle Allah’ın kitabından kaynaklanmamaktadır. Bilakis çıkarılan bütün kanun ve yasalar Allah’ın kitabına, Resulünün sünnetine aykırıdır. Örnek vermek gerekirse, Allahu Tealâ içki içmeyi yasaklamıştır ama bu idareciler içki içmeyi serbest bırakmışlardır. Allahu Tealâ zina etmeyi yasaklamıştır, bu idareciler zinayı serbest bırakmışlardır. Allahu Tealâ faiz ile ticaret yapmayı şeytanın bir ameli olarak isimlendirmiştir. Bu idarecilerin bütün ekonomisi faiz ile yürümektedir. İşte bugün yeryüzünde Allah’ın indirdiği kitabı terk eden ve kendi kafalarından kanun ve hüküm çıkaran tüm yöneticiler birer tağutturlar. Tıpkı Firavun gibi ilahlık ve rablik iddiasında bulunmaktadırlar. Ve tüm bu Firavunlar, sahte rabler ve ilahlar; kısacası tüm tağutlar inkar edilmediği sürece kişinin Müslüman olması, İslam’a girmesi, ebedi saadete ulaşması kesinlikle mümkün değildir.
DEVAMI VAR...
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
müslümanlardan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (16. June 2010)
Alt 29. January 2010, 12:35 PM   #2
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart Demokrasi bir dindir.[devamı].2.

Demokrasi Yunanca bir kelimedir. Anlamı ise, halkın idaresi, halkın otoritesi demektir. Demokrat*lara göre demokrasinin en önemli özelliği halkın ege*menliğine dayanıyor olmasıdır. Demokratlar en çok demokrasinin bu özelliği ile öğünüp dururlar ve derler ki: “Demokrasi insanlara özgürlük bahşe*den bir sistemdir. Demokrasilerde tek söz sahibi hal*kın kendisidir. Halk kendi idarecisini belirler, onu seçer ve ondan razı olur. Hiç kimsenin halktan bağımsız olarak hareket etmesi mümkün değildir. Zira demokrasiler de hükmün tek kaynağı halktır.”

Evet demokratlar devamlı surette demokrasinin bu özelliğini sanki çok güzel bir nimetmiş gibi anlatıp durmaktadırlar. Ancak onların dillerinden eksik etme*dikler demokrasinin bu özelliği haddi aşmanın, tağutlaşmanın, Allah’ı inkar etmenin, göklerin ve ye*rin rabbine şirk koşmanın, tevhid milletine muhale*fet etmenin en açık göstergesidir. Çünkü;

Öncelikle demokrasi adından da anlaşılacağı üzere halkın otoritesi, insanların hükmüdür. O kesin*likle Allah’ın hükmü değildir. İslam’da hakimi*yet, otorite ve egemenlik ancak Allah’a ait*tir. Allahu Tealâ’dan başka kesinlikle yasa koyan, hü*küm çıkaran bir ilah yoktur. Bu esas daha ilk başta tevhid kelimesi La İlahe İllallah’ın anlamının kendisidir. Bütün Müslümanlar hakimiyet hakkının ancak Allahu Tealâ’ya ait olduğu hususunda icma et*mişlerdir. Bakınız Allahu Tealâ şöyle buyurmakta*dır:

“Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (12, Yusuf/40)

Buna karşılık demokrasilerde egemenlik yetkisi, kanun koyma hakkı Allahu Tealâ’nın hakkı olma*yıp insanların hakkıdır. Demokrasi ile yönetilen ülke*lerde Allah’ın kitabının yani Kur’an-ı Ke*rim’in hiçbir söz hakkı yoktur. Demokratik parla*mentolarda bir kanun ve hüküm çıkarılacağı zaman Allahu Tealâ’nın o konu hakkındaki emir ve yasak*ları kesinlikle göz önüne dahi alınmaz. Bakı*nız demokratların kutsal kitapları olan anayasala*rında bu özellik şöyle geçmektedir:

“Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, ege*menliğini, Anayasanın koyduğu esas*lara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Mec*lisinindir. Bu yetki devredilemez.” (T.C Anaya*sası, Mad. 6-7)

Nitekim bunun en açık örneğini bizler bugün gör*mekteyiz. Demokrasi ile yönetilen bu ülkede demokrasinin tapınağı konumunda olan ve millet me*clisi adını verdikleri binada toplanan milletvekil*leri her gün her hangi bir hususta kanun ve yasa çıkarmaktadırlar. Bu kanun ve yasalar çıkar*ken ise tek ölçü çoğunluğun görüşüdür. Çoğun*luk kendi kıt akıllarınca neyi uygun görürse o kanun yasalaşır ve uygulamaya konulur. Her hangi bir kanun ve yasa çıkacağı zaman kesinlikle Allah’ın kitabına bakılması söz konusu bile değil*dir. Uygulamaya konulan o kanun Allah’ın ki*tabına aykırı dahi olabilir. Hatta bunların koydukları kanunların hemen hemen hepsi Allah’ın kanun*larına zıt ve muhaliftir.

Demokrasilerde Allah’ın kitabına zerre kadar değer verilmediği halde çoğunluğun görüşü dahi on*ların kutsal kitapları anayasaya uygun olmak zorun*dadır. Şayet tüm vekiller bir kanun üzerinde birleşseler dahi, bu kanun kutsal kitapları anaya*saya uygun olmadığı zaman direkt olarak iptal edi*lir. Demokratlar kutsal kitaplarına bağlı kalmadan Cumhurbaşkanı dahi seçemezler. Bunun en açık ör*neğini bu satırları yazdığımız şu günde görmek*teyiz. Demokrasinin ibadethanelerinde yer alan milletvekillerinin büyük bir çoğunluğu bir kişinin Cumhurbaşkanı olmasını uygun gördüğü halde kutsal kitapları olan anayasaları buna izin vermediği için çoğunluğun görüşü itibara alınmamıştır.

Bakınız bu husus onların kutsal kitaplarında şu şe*kilde geçmektedir :

“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organla*rını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan te*mel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı ola*maz.” (T.C Anayasası, Mad. 11)

Yani, Anayasa’nın koyduğu hükümler herkesin mutlaka uyması gereken tek hükümlerdir. Anayasa’nın hükmü herkesi bağlar. Hiç kimsenin onun hükmüne aykırı söz söylemesi, görüş bildir*mesi mümkün değildir. Çoğunluk her hangi bir kişinin Cumhurbaşkanı olmasını uygun görse dahi şayet demokratların kutsal kitapları olan anayasaları o kişinin Cumhurbaşkanı olmasını uygun görmezse işte o zaman çoğunluğun görüşünün hiçbir kıymeti yoktur. Bütün itibar demokratların kutsal kitapları olan anayasayadır.

Ey Demokratlar! Bilin ki ; “Biz sizden de taptıklarınızdan da beriyiz.” Bizim dinimizde insanları bağlayan, mutlak uyulması gereken tek söz, sadece Allahu Tealâ’nın kitabı ve Resulü’nün sünnetidir. Biz Müslümanlar ancak Allah’ın indirdiği hükümlere itaat eder, tabî oluruz. O’nun indirdiği esaslara aykırı ne bir görüş, ne bir düşünce, ne bir söz ne de bir kanun ve hükme uyarız. Biz sizden de, demokrasi dininizden de, kutsal kitabınız anayasanızdan da beriyiz. Siz sadece Allah’ın hükümlerine dönünce kadar sizinle bizim aramızda ebedi kin, nefret ve düşmanlık vardır.

“İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.” (60, Mümtehine/4)

Demokratların anayasalarına olan bağlılıklarını bakınız Şeyhimiz (Allah O’nu esaretten kurtarsın) Ebu Muhammed el-Makdisi nasıl dile getirmektedir:

“Demokrasi dininde anayasaların metinlerine bağlı kalınma*dığı ve onun maddelerine uygun olmadığı sürece çoğunluğun hükmü ve yasası asla kabul edilemez. Çünkü onlara göre ana*yasa, çıkarılacak olan kanunların temeli ve mukaddes kitabıdır.

Demokrasi dininde Allahu Tealâ’nın kitabının ve Rasulullah’ın (s.a.v) hadislerinin hiçbir itibarı yoktur. Kendi mukaddes kitap*ları olan anayasanın temel maddelerine uygun olmadığı sürece bir tasarının veya kanunun Kur’an ve sünnete uygun olarak yasalaş*tırılması mümkün değildir. Eğer bu noktada bir şüpheniz varsa buna demokrasinin fakihlerine sorunuz… Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:

“Eğer bir konuda ihtilafa düşerseniz Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız onu Allah’a ve Rasulüne götürün. Bu hem ha*yırlı, hem de netice bakımından daha iyidir.” (4, Nisa/59)

Demokrasi dininde ise durum şu şekildedir:

“Eğer bir konuda ihtilafa düşerseniz onu uydurma anayasaya ve yerden bitme kanunlara uygun olarak halka, meclise, Cumhurbaşkanı’na ya da anayasa mahkemesine götürün.”

“Size de, Allah’tan başka taptıklarınıza yuh olsun! Hala akıl*lanmayacak mısınız?” (21, Enbiya/67)

Demokraside ortaya konulacak her bir tasarının kutsal ki*tapları anayasaya uygun olması zorunluluğundan dolayıdır ki; şa*yet insanların çoğunluğu demokrasi yoluyla ve yasama yetkisini elinde bulunduran şirk meclisi aracılığı ile Allah’ın şeriatı ile hük*metmeyi istese (tağutlar buna izin verse dahi) bu mümkün değil*dir.

Bunun gerçekleşmesi ancak anayasaya ve onun maddelerine uygun olması şartıyla mümkün olur. Çünkü anayasa demokrasinin mukaddes kitabıdır. Ya da sen onların anayasalarına, arzu ve is*teklerine uygun olarak tahrif edilmiş demokrasinin Tevrat ve İn*cil’i desende olur.

Demokrasi, anayasanın temel maddelerine, halkın arzu ve isteklerine uygun olmadığı sürece, Allahu Tealâ’nın muhkem dinine, O’nun şeriatının herhangi bir hükmüne asla itibar etmez. Bütün bunlardan önce de (yani anayasanın temel madde*lerinden, halkın arzu ve isteklerinden önce) tağutların ve seçkin kişilerin arzu ve istekleri önceliklidir.

Halkın tamamı tağutlara ve demokrasinin efendilerine “Bizler Allah’ın indirdiği hükümler ile muhakeme olmak istiyoruz, kesin*likle ne halkın, ne halkı temsil eden vekillerin ne de idarecilerin hiçbir şekilde kanun koyma hakkı yoktur. Dininden dönen, zina eden, hırsızlık yapan, içki içen vs. kimseler hakkında Allahu Tealâ’nın hükümlerinin uygulanmasını istiyoruz. Kadının süsünü göstermesinin, çıplaklığın, fuhşun, zinanın, livatalığın (erkeğin erkek ile ilişkisinin) ve bunun gibi bütün kötülüklerin yasaklanma*sını istiyoruz…” deseler derhal onlara şöyle cevap verilir.

“Bu talepleriniz demokrasi dinine ve özgürlüklere aykırıdır.”

Yazıklar olsun size... Yazıklar olsun size… Yazıklar olsun size… Dilim kuruyuncaya kadar yazıklar olsun size…”[1]

Ey Kardeşim! Allah sana ve bizlere merhamet etsin. Demokrasi dininin ayan beyan şirk ve apaçık küfür dini olduğunun göstergelerinden bir tanesi de şudur:

Demokrasi dininde yargı mensupları, hakimler ve savcılar demokrasinin ma*bedleri olan meclislerde çıkarılan kanunlarla hükmetmek zorun*dadırlar ve bu yetki kesinlikle parlamento adına kullanılmakta*dır.

“Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” (T.C Anayasası, Mad. 9)

Demokratik memleketlerde hakimlerin ve savcıların Kur’an ve sünnet ile hükmetmesi kesinlikle söz konusu değildir. Demokrasinin mabed-lerinde yani millet meclisinde çıkarılan kanunlar, hakimler ve savcılar için tek hüküm kaynağıdır. Her hangi bir hakimin bu kanunların dışında başka bir kanunla hükmetmesi, karar vermesi kesinlikle suçtur. Zira demokrasi dini ve onun kutsal kitabı olan anayasa böyle bir davranışa asla izin vermez.

Allah’ın kendisinden razı olduğu tek din olan İslam dininde ise yargı mensupları; hakimler ve savcılar ancak Allah’ın kitabıyla, Resulullah’ın sünneti ile hüküm vermek zorundadırlar. Bir İslam mahkemesine gidildiği zaman hiçbir hakimin Allah’ın kitabını bırakarak başka kanun ve yasalarla hükmetmesi, karar vermesi kesinlikle söz konusu olamaz. Zira;

“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirle*rin ta kendileridir.” (Maide Suresi: 5/44)

“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar zalim*lerin ta kendileridir.” (Maide Suresi: 5/45)

“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar fa*sıkların ta kendileridir.” (Maide Suresi: 5/447)

Allahu Tealâ bu konuda hiçbir kimseye ve hatta Resulüne dahi muhayyerlik/serbestlik hakkı tanımamış, alemlere rahmet olarak gönderdiği Resulü Muhammed’e (s.a.v) şöyle emretmiştir:

“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın.” (5, Maide/49)

Demokrasi dininde insanlar her türlü ihtilafını, aralarındaki hukuki anlaşmazlıkları ve problemleri demokrasi dininin uygun gördüğü mahkemelerde çözüme kavuşturmak zorundadır. İnsanların demokrasi dininin uygun gördüğü mahkemelerin dışında bir mahkemeye gitmeleri, demokrasinin uygun gördüğü mercilerin dışında başka mercilerde muhakeme olmaları demokratik dine göre açık bir suçtur. Hiç kimse kutsal kitap anayasanın tayin ettiği mahkemenin dışında bir mahkemeye gidemez. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde bir vatandaşın örnek olarak ölen babasının mirasını kardeşleri ile paylaşması ancak kutsal kitap anayasanın uygun gördüğü mahkemelerde, yine kutsal kitap anayasanın kurallarına göre olmak zorundadır. Hiçbir ferdin bunun dışında bir miras paylaşımına gitmesi mümkün değildir.

“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve sa*vunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağa*nüstü merciler kurulamaz.” (T.C Anayasası, Mad. 36)

Bizim dinimizde ise durum bambaşkadır. Biz müslümanlar bütün sorunlarımızı ancak ve ancak Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünneti ile hükmeden mahkemelerde çözüme bağlamak zorundayız. Bizim için tek çözüm sadece Allah’ın indirdiği hükümler ve Allah’ın hükmüyle hükmeden mahkemelerdir. Allahu Tealâ bizlere kendi indirdiği hükümlerle hükmetmeyen mahkemelere muhakeme olmamızı kesinlikle yasaklaşmıştır.

İşte bu nokta üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Zira bugün “ben Müslümanım” deyip, namaz kılan ve oruç tutan insanlar, demokrasi dininin mahkemelerinde; Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünnetinin hiçe sayıldığı mahkemelerde muhakeme olmakta, sorunlarını bu mahkemelerde çözüme kavuşturmaya çalışmaktadırlar. Ya Rabbi! Bu nasıl Müslümanlık iddiasıdır? Bu nasıl bir iddiadır ki bir taraftan “ben de Müslümanım” diyorsun, namaz kılıyor, oruç tutuyorsun, zekat verip hacca gidiyorsun… Diğer taraftan ise tağutların mahkemesinde muhakeme oluyorsun. Sorunlarının, ihtilaflarının çözüm yeri olarak tağutların mahkemelerini görüyorsun. Halbuki Allahu Tealâ senden tağutları reddetmen gerektiğini istemişti. Tağutları reddetmediğin, onların mahkemelerini inkar etmediğin sürece iman etmen, kopmak bilmeyen sağlam kulpa yapışman ve cennet ehli olman kesinlikle mümkün değildir.

Sana şirk koşmaktan yine sana sığınırız ey Alemlerin Rabbi! Bakınız rabbimiz ne buyurmaktadır:

“Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağutu inkar etmeleri emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.” (4, Nisa/60)

Yani bir takım insanlar çıkmışlar diyorlar ki: “Bizler Allah’a iman ediyoruz. Bizler mü’min ve Müslüman kimseleriz. Allah’ın indirdiği bütün kitaplara, gönderdiği inanıyoruz.”

Evet insanlardan bir kısmı böyle iddialarda bulunuyor. Bu iddiaları ile birlikte namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar. Mescidlere gidip secde ediyorlar, tesbih çekiyorlar. Ve daha sonra…

“…tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar.” (4, Nisa/60)

Her hangi bir sorun ya da problemlerinde, muhakeme olmak için Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın (s.a.v) sünneti ile hükmetmeyen mahkemelere gidiyorlar. Demokrasi dininin mabedlerinde, parlamentolarında çıkartılan kanun ve yasalarla hükmeden mahkemelerden medet bekliyorlar. Ne zaman aralarında bir tartışma ve problem çıksa hemen şirk mahkemelerinin kapılarını aşındırıyorlar. Ne zaman aralarında bir ihtilaf meydana gelse bu ihtilafın çözümü için tağutların mahkemelerini yetkili makam olarak tayin ediyorlar. Hem de;

“tağutu inkar etmeleri emrolunduğu halde…” (4, Nisa/60)

Şu hale bir bak… Ne ilginç bir durum…

Allahu Tealâ onlara tağutları bütünüyle inkar etmelerini emretmişti. Tağutların mahkemelerinde muhakeme olmamaları gerekiyordu. Allah’ın kitabına ve Resulünün sünnetine itibar etmeyen mahkemelerde çözüm aramamaları gerekiyordu. Bütün kanun ve hükümleri Allah’ın vahyine muhalif mahkemeleri kabul etmemeleri gerekiyordu… Ama onlar “Ben Müslümanım” demelerine rağmen, tağutları inkar etmelerin gerektiği halde, tağutların mahkemelerinde çözüm aradıkları için;

“Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.” (4, Nisa/60)

İşte bu kimseler tağutları inkar etme emrini yerine getirmedikleri için şetan tarafından büyük bir sapıklığa, derin bir yok oluşa sürüklenmektedirler.

Ey Kardeşim! Bu üzerinde derin derin, uzun uzun düşüneceğin bir konudur. Bugün şu yaşadığımız zamanda insanların hemen hemen hepsi bu konuda büyük bir hata içindedirler. Bu öyle bir hatadır ki, senin yaptığın bütün amellerin boşa gitmesine sebep olacaktır. Sen daha işin ilk başında tağutu inkar etmekle emrolundun. Allahu Tealâ sana tüm tağutları inkar etmeni, onların mahkemelerine gitmemeni, sorun ve ihtilaflarını asla ama asla tağutların mahkemesine götürmemeni emretmektedir.

İşte bu sana Allah’ın apaçık emridir. Sen Allah’ın bu apaçık emrinden yüz çevirisen bil ki, şeytanın dostu olursun. Bütün amellerin boşa gider de Allah korusun şeytanla olan dostluğun kıyamet gününde de devam eder. Sonsuza kadar dostunla birlikte cehennemin yakıtı olursun. Rabbim seni ve bizleri böyle kötü bir sondan korusun. Allahumme Amin.

Sonuç olarak, Demokrasi bir tağuttur. Allah’ın kitabına itibar etmediği için bir tağuttur. Resulullah’ın sünnetini bir kenara fırlattığı için bir tağuttur. Çoğunluğun görüşü Allah’ın vahyinden daha üstündür dediği için bir tağuttur. Demokrasiye göre kendi kutsal kitapları, yani anayasaları, Allah’ın kitabından daha faziletli, daha kymetli ve uyulması gereken tek kitap olduğu için bir tağuttur. Ve senin Müslüman olabilmen ve ebedi saadete erişebilmenin tek şartı öncelikle demokrasi tağutunu inkar etmene bağlıdır. Eğer demokrasi tağutunu inkar etmez, onun sana emrettiği şeylerden uzak kalmaz ise, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılman, yani İslam’a girmen ve Müslümanlardan olman kesinlikle mümkün değildir.

“Kim tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir ve bilir” (Bakara Suresi 2/256)

MUHAMMED MAKDİSİ...
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
müslümanlardan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (16. June 2010)
Alt 16. June 2010, 07:51 AM   #3
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Allahın salat emri zaten demokrasi değil mi?
bir araya gelip zihni ve mali imar ve bu sırada istişare yapılması,
Kuranda (şimdi fazla girmek istemiyorum) mutlak monarşide var ama özel durumlarda, acil karar verilmesi gereken belirsizlik altında otoriter bir yönetimden bahsediyor ama geniş zamanda demokrasi mutlaka olmalı. hemde mekezi birliklerin merkezinde birleşmiş merkezi bir demokrasi.
Yani cumhuriyet ve demokratik bakış islam bakışı.
ha tabi sözde cumhuriyetçiler sözde müslümanlar sözde bilim admları sözde insanlar v.s. kirletmişler zaten, bu saydıklarımın hepsi kafir, inanmıyorlar... demokrasiyede inanmıyorlar bilimede dinede.... bide bunların inanır gibileri var kafirler... baksan en büyük cumhuriyetçi sanarsın ama hırsızın önde gidenidir, keseceksin kolundnan bak daha sömürebiliyormu ülkenin malını mülkünü. Allahın emri böle
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
hiiic Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (16. June 2010)
Alt 16. June 2010, 08:29 AM   #4
Miralay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Miralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud of
Standart

"keseceksin kolundnan bak daha sömürebiliyormu ülkenin malını mülkünü. Allahın emri böle" derken, hırsızın elindeki yetki ve yetenekleri alacaksın anlamında söyledin dimi güzel kalpli hiiiç kardeşim
Miralay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 16. June 2010, 08:40 AM   #5
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

olsun onuda yaparız
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
hiiic Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (16. June 2010)
Alt 16. June 2010, 01:53 PM   #6
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

selamün aleyküm Din yaşam biçimi hayat tarzıdır. Alahın peygamberler aracılığı ile gönderdiği dinin adı islam bu dinin projesi Allah taafından ortaya konulmuştur. Allahın gönderdiği dinin dışındaki dinlerin hepsi insanlar tarafından uydurulmuştur. Bu dinler müslümanım diyenlerin kabullenececeği din değildir demokrasi de insanların ortaya koyduğu birdindir.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (16. June 2010), Miralay (16. June 2010)
Alt 16. June 2010, 02:40 PM   #7
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim.

“Din”, ister Hakk ister batıl olsun, ister Allah ister insanlar tarafından kurulmuş olsun, her türlü toplum nizamı, yaşam kuralları bütünü demektir.

İnsanların kurdukları düzenlere de “din” denmesinin Kur`an`daki örnekleri şunlardır: Âl-i Imran; 73, En`âm; 70, A`râf; 51, Yusuf; 76, Mümin; 26.

Bu durumda Mekkelilerin, Mısırlıların oluşturdukları düzenler de, bugünkü toplumlarda oluşmuş kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, komünizm gibi ekonomik düzenler de birer din sayılmalıdır.

Kurallarını Allah`ın koyduğu Hakk Din ise Kur`an`da; “Allah`a ait din”, “Ed Din-ül Hanif”, “Ed Din-ü Kayyim”, “Muhlisine lehüddin”, “Ed Din-ül Halis” ve “İslâm” adlarıyla yer almıştır ve örnekleri şunlardır:

Bakara;132,193,217,256;Ankebut;65; Âl-i Imran;19,83;Rum;30,43;Nisa;46,146 Lokman;32;Maide;3,54,57; Ahzab;5;Enâm;161;Zümer;2,3,11,14;A`râf;29 ;Mümin;14,65;Enfal; 39,49,72; Şûra;13,21;Tövbe;11,12,29,33,36,122; Fetih;28;Yunus:22,104,105 Mümtehıne;8,9:Yusuf;40; Saff;9;Nahl;52; Beyyine;5;Mâûn;1; Hacc;78;Kâfirun;6 Nur;2; Nasr; 2


Bu ayetlere dayanarak Kelâm bilginleri “Hakk Din”i şöyle tarif etmişlerdir: “Hakk Din, Yüce Allah`ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah`ın koyduğu hükümlerdir.”

Burada, Hakk Din ile diğer dinler arasındaki çok önemli bir farka dikkat etmek gerekmektedir:

Hakk Din dışındaki dinlerde kurallara inanmadan uymak veya kurallar karşısında pasif (edilgen) kalmak mümkün iken, Hakk Din, konulmuş kurallara hem samimiyetle inanmayı hem de bu kuralları can-ı gönülden uygulamayı emretmektedir.

Yani Hakk Din`de, iman olmadan yapılan amel “taklit” olarak kınanıp “boşa çıkmış” olarak nitelenmekte, amele dökülmemiş imanın ise “… inandık deyince bırakılacaklarını mı sandılar…” sözleriyle yanında amel olmadan değerlendirmeye alınmayacağı bildirilmektedir.

Hakk Din`de iman ile amelin birbirini tamamlayan ögeler olduğu unutulmamalı ve şu ayetler yardımıyla bu konu sık sık hatırlanmalıdır:
Müminun; 1-11, Hiç kuşku yok, kurtulmuştur müminler salatlarında huşû sahipleridir onlar. Boş ve lüzumsuz sözden yüz çevirmişlerdir onlar. Zekâtı vermek için faaliyettedir onlar. Cinsiyet organlarını/ırzlarını koruyanlardır onlar. Eşleri yahut akitleri aracılığıyla sahip bulundukları müstesnadır. Bu durumda kınanmış değillerdir onlar. Kim bundan ötesini isterse, işte onlar, sınırı aşanlardır. O müminler, emanetlerine, ahitlerine saygı duyup sahip çıkanlardır. Namazlarını korumaya devam ederler onlar. İşte bunlardır mirasçı olanlar; Ki, Firdevs cennetine mirasçı olurlar, onda sonsuza dek kalırlar.

Enfal; 2-4, İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah'ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını artırır. Ve onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar. Namazı dosdoğru kılarlar onlar. Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden bol bol dağıtırlar. Gerçek anlamda müminler, işte bunlardır. Rableri katında dereceler, bağışlanma ve bol bir rızık var onlar için.

Tövbe; 16, 111, Allah; içinizden cihat edenleri, Allah'tan, resulünden ve müminlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri belirlemedikçe, bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.
Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar da öldürürler, öldürülürler. Allah'ın; Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kendi üzerine hak olarak yazdığı bir vaattır bu. Ahdine, Allah'tan daha vefalı kim var? Perçinlediğiniz bu antlaşmanızdan ötürü müjdeler olsun size. İşte budur o büyük başarının ta kendisi.

Saff; 10, 11, Ey iman sahipleri! Dikkatlerinizi, sizi korkunç bir azaptan kurtaracak bir ticarete çekeyim mi: Allah'a ve onun resulüne inanır, Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla didinirsiniz. İşte bu, sizin için en hayırlısıdır; eğer bilirseniz.

İbrahim; 23-25, İman edip hayra ve barışa yönelik iyi işler yapanlar ise rablerinin izniyle altlarından ırmaklar akan cennetlere sokulmuşlardır. Sürekli kalıcıdırlar orada. Birbirlerine esenlik dilemeleri, "selam" şeklindedir. Görmedin mi Allah nasıl bir örnekleme yaptı: Güzel söz; kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer. O ağaç, Rabbinin izniyle yemişlerini her zaman verir. Allah, insanlara böyle örnekler verir ki, düşünüp ibret alabilsinler.

Furkan; 63-77, Rahman'ın kulları, yeryüzünde böbürlenmeden/rahatsız etmeden yürüyen kişilerdir. Cahiller onlara hitap edince, "selam" derler. Geceleri, Rableri huzurunda secde ederek, ayakta durarak geçirirler. Ve şöyle yakarırlar: "Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut. Doğrusu, onun azabı inatçı ve yapışkandır." Ne kötü bir durak yeridir o, ne kötü bir dinlenme yeri! Onlar harcadıkları zaman ne savurganlığa saparlar ne de cimrilik ederler. O ikisi arasında bir dengededir bu.

Bakara; 103, 214, Eğer onlar iman edip sakınsalardı, Allah katından bir sevap elbette daha kıymetli olurdu. Keşke bilebilselerdi. Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı; sarsıldılar. Öyle ki, resul ve onunla birlikte inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman?" diye yakarıyordu. Haberiniz olsun ki, Allah'ın yardımı çok yakındır.

Â`l-i Imran; 142, Yoksa siz, Allah içinizden uğraşıp didinenleri seçmeden, sabredenleri seçmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

Yunus; 62, 63, Gözünüzü açın! Allah'ın velîleri için hiçbir korku yoktur. Tasaya da düşmezler onlar. Onlar inanmış, takvaya sarılmışlardır.

A`râf; 156, Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o herşeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekatı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım."

Maide; 93, İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara; bundan böyle korunup iman ederek iyi işler yaptıkları, sonra takvaya sarılıp imanda kemale erdikleri, sonra bir mertebe daha korunup güzellikler sergiledikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından ötürü hiçbir günah yoktur. Allah, güzel düşünüp güzel davrananları sever.

Ankebut; 1-7, Elif. Lâm. Mîm. İnsanlar, inandık demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar! Yemin olsun ki biz, onlardan öncekileri de fitne yoluyla denemişizdir. Allah, özüyle sözü bir olanları elbette bilecektir. Ve O, yalancıları da elbette bilecektir. Yoksa o kötülükleri sergileyenler bizi geçeceklerini mi sandılar! Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah'a kavuşmayı umanlara gelince, şu bir gerçek ki, Allah'ın belirlediği vakit mutlaka gelecektir. O, Semî'dir, Alîm'dir. Ve kim didinir, gayret sarfederse hiç kuşkusuz kendi benliği lehine gayret sarfetmiş olur. Gerçek olan şu ki, Allah, âlemlere muhtaç olmaktan uzak, mutlak bir Ganî'dir. İman edip hayra ve barışa yönelik hareketler sergileyenlere gelince, biz onların çirkinliklerini elbette ki örteceğiz. Ve biz onları, yapmakta oldukları işlerin en güzeliyle elbette ödüllendireceğiz.

Hucurat; 14-16, Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz./güvenmediniz Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman/güven sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." Müminler ancak şu kimselerdir ki, Allah'a ve resulüne iman ederler; sonra hiçbir kuşkuya düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda didinirler. İşte bunlardır, özü-sözü birbirine uyanlar. De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysaki Allah, gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir."

Ahzab; 35, 36. Allah şu kişiler için bir affediş ve büyük bir ödül hazırlamıştır: Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler, Allah korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler, ırz ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler, Allah'ı çok anan kadınlar. Allah ve resulü bir işte hüküm verdiklerinde, inanmış bir erkekle inanmış bir kadının, işlerini kendi isteklerine göre belirleme hakları yoktur. Allah'a ve resulüne isyan eden, açık bir sapıklığa batıp gitmiş demektir.

Hakk Din ile diğer dinler arasındaki bir diğer fark ise; diğer dinlerde konulan hükümlere uymakla zorunlu kılınan insanın, Hakk Din`de tamamen özgür bırakılmasıdır:

Kehf; 29: Ve de ki: “Hakk Rabbinizdendir. Öyleyse dileyen inansın, dileyen inkâr etsin. …”

Ancak, Hakk Din`de özgür bırakılan insanların, eksilterek veya arttırarak Hakk Din`in bütünlüğünü bozma ya da tamamen değiştirme gibi bir yetkileri olmamasına karşılık, diğer dinleri istedikleri gibi değiştirmeleri mümkündür.

Hakk Din`de dinin birazına inanıp birazına inanmamak, başka dinlerle sentez yapmak suretiyle Hakk Din`i yozlaştırmak; Hakk Din`in dışına çıkmak demektir ve Hakk Din kendisini bozmak isteyenlerle savaşılmasını emretmiştir.

Bakara;193, Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse artık zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.

Maide; 33, Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası şudur: Öldürülürler yahut asılırlar yahut elleriyle ayakları çaprazlamasına kesilir yahut bulundukları yerden sürülürler. Bu onlar için dünyada bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır.

Enfal; 39: Fitne kalmayıncaya ve din tümüyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaş. Vazgeçerlerse kuşkusuz ki Allah, ne yaptıklarını iyice görecektir.


Hakk Din ile yapay dinler, yasama ve yürütme açılarından birbirinden farklıdırlar, ayrıktırlar, birleşemezler, kesişemezler. Zaten birleşmemelidirler ve kesişmemelidirler.

Hakk Din`in Allah tarafından belirlenmiş, siyasî, iktisadî, hukukî ana ilkeleri vardır. Doğal olarak beşerî dinlerin de bu konularda ilkeleri vardır. İşte bu noktada Müslüman kendi dinini Müslüman olmayan da kendi dinini/ düzenini yaşamalıdır.

Kimse bir diğerininkine, özellikle de Müslüman, Hakk Din dışındaki bir düzene müdahele etmemelidir. Bu da Rabbimizin Bakara suresinin 85. ayetindeki beyanı gereği kâfirliktir. Herkesin mertçe, sonucuna katlanmak kaydıyla Mümin ve kâfir olma özgürlüğü vardır.
Kâfirun suresi, son ayetindeki “Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir” ifadesi ile, Müslümanlar ile kâfirlerin yollarının ayrıldığını net bir şekilde vurgulamaktadır. Bu ifade aynı zamanda, kâfirlerin din konusunda Allah`a iman eden Müslümanlar ile hiçbir zaman uzlaşamayacaklarını ve bu konudan ümit kesilmesi gerektiğini de anlatmaktadır. Bu tavır Kur`an`da bir çok yerde zikredilmiştir.

Yunus; 104, De ki: "Ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz, ben sizin Allah'ın berisinden kulluk ettiklerinize kulluk etmeyeceğim. Tam aksine ben, sizin canınızı alacak olan Allah'a kulluk edeceğim. Bana, müminlerden olmam emredildi."

Şuara; 216, Eğer sana isyan ederlerse şöyle de: "Ben, sizin yapmakta olduklarınızdan uzağım."

Sebe; 25-26, De ki: "Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmayacaksınız; biz de sizin yaptıklarınızdan sorguya çekilmeyeceğiz." De ki: "Rabbimiz hepimizi biraraya toplayacak, sonra da aramızı hak ile ayıracak. O'dur Fettâh, O'dur Alîm."

Zümer; 14,15, De ki: "Ben, dinimi yalnız kendisine özgüleyerek, Allah'a ibadet ediyorum." "Siz O'nun dışında dilediğinize kulluk/ibadet edin." De ki: "Hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de ailelerini hüsrana atanlardır. Dikkat edin! Apaçık hüsranın ta kendisi işte budur."

Mümtehıne; 4 İbrahim'le, beraberinde olanlarda sizin için çok güzel bir örnek vardır. Hani, onlar toplumlarına şöyle demişlerdi: "Biz sizden de Allah dışındaki kulluk ettiklerinizden de uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz Allah'a, yalnız Allah'a inanıncaya kadar, sürekli düşmanlık ve nefret olacaktır." Ancak İbrahim babasına şöyle demişti: "Senin için hep af dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız sanadır!"

Mü'min, Müslüman, kesinlikle tevhidî inanış ve yaşayıştan taviz vermemeli ve kesinlikle de hiçbir batıl dinle senteze girmemelidir. İslâm`ın benzeri olarak ileri sürülen görüşlere itibar etmemelidir. Tüm sistemler daima benzerleri ile yozlaştırılmıştır. Bu akıldan çıkarılmamalıdır. Allah`ın dini ana sütü gibi halis olmalıdır. Müslümanlar her koşul altında saf dini yaşamalıdır.

Din mezheplere ayrılmamalı ve parçalanmamalıdır.

EN AM 159. Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiçbir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir.
160. Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

Peygamberimize hitap edilmekle beraber onun şahsında tüm inananların muhatap alındığı bu Âyetlerde, önce dini birliği bozanlar kınanmakta, sonra da insanların bu dünyadan âhirete getirdiklerine karşılık Rablerinden alacakları mükâfat ve cezaların ölçüsünden söz edilmektedir.

159. Âyet, gelecekte olacaklar için bir uyarı mesajıdır. Çünkü burada konu edilen tefrikacılar, geçmişte ayrılığa düşüp birbirini sapık ilan eden Hıristiyanlar ve Yahudiler değildir. Burada, kimi Müslüman geçinenlerin mezhep mezhep, tarikat tarikat, cemaat cemaat ayrılacakları; her birinin hakk dinden ayrı bir takım inanç ve amel şekli oluşturacakları ve birbirilerinden kopacakları bildirilmekte, müminlerin ise bu duruma karşı uyanık olmaları istenmektedir. Aynı uyarı Rum Sûresinde de görülmektedir:
(Rûm: 31–32) Kalben O'na yönelenler olarak, O'na takvalı davranın, salâtı ikame edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. –Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.–

Rabbimiz, Kur'ân'da, dinin kaynağında bildirilen ilkelerin hepsini almayıp işine geleni almak ve helal - haram konusunda Allah'a iftira etmek suretiyle insanların dini parça parça etmelerine birçok örnek vermiştir:
(Bakara: 85) Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvalıktan başka nedir? Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir.

(Bakara: 91) Ve onlara, " Allah'ın indirdiğine iman edin." denildiği zaman, onlar; " Biz kendimize indirilene iman ederiz." dediler. Ve onlar, o, kendilerinin beraberindekileri tasdik eden hakk olmasına rağmen ondan ötesini inkâr ediyorlar.De ki; "Peki eğer müminler idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?"

(Nahl: 116) Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah'a yalan uydurmak için, "şu helaldir, şu haramdır" demeyin; aksi hâlde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler kurtulamazlar.

Dinin kaynağı tektir ve o da Allah'ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat edilmelidir.

(Şûrâ: 13) O [Allah], dinden Nûh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: "Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin." Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar.

(Hucurât: 1) Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin! Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.

(Nisâ: 59) Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir.

Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere, dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki Rabbimiz, En'am;159. Âyetteki sen hiçbir şeyce onlardan değilsin ifadesiyle elçisini tefrika sebebi olmaktan uzak tutmakta, onu bu pisliklerden aklamaktadır.

Dindar kişilerin de ilk günden beri "aynı" olan ve bugün de "aynı"lığı devam eden Gerçek Din'e uymaları, onda parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde –ayette bildirildiği gibi– şüphesiz onların işi Allah'adır; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından verilecektir:

(Hacc: 17) Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, Kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır.

Gerçek Din'in temel ilkeleri şunlardır:
1.Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah'tır.
2.Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O'nun dengi ve ortağı tutulamaz.
3.Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem kurulacaktır.

En'am160. Âyette Rabbimiz, Kıyâmet günündeki hükmünü ve adaletindeki lütfunu beyan etmiş; o gün kimsenin haksızlığa uğratılmayacağını, kötülüklerin misliyle cezalandırılacağını, iyiliklerin ise 10 misli ile mükâfatlandırılacağını açıklamıştır. Kur'ân'da bu Âyetin mesajını içeren birçok Âyet daha mevcuttur:

Bakara Sûresinin 62; M'aide Sûresinin 69; Nahl Sûresinin 97; Kehf Sûresinin 88; Meryem Sûresinin 60; Tâ-Hâ Sûresinin 75, 82; Furkân Sûresinin 70, 71; Kasas Sûresinin 67, 80; Rûm Sûresinin 44; Sebe' Sûresinin 37. Âyetlerine bkz.

Aşağıdaki Âyetler de aynı mesajı içermektedir:
(Mümin: 38–44) Yine o iman etmiş olan kimse: "Ey kavmim! Bana uyun ki, size reşadın [akıllı olmanın] yoluna kılavuzluk edeyim. Ey kavmim! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mümin olarak sâlihi [düzeltmeye yönelik işi] işlerse, artık onlar, orada hesapsızca rızklanmak üzere cennete girerler." Yine: "Ey kavmim! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz beni Allah'ı inkâr etmeye ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi Azîz [o çok güçlü] ve Gaffâr'a [çok bağışlayıcı olan Allah'a] davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey dünya ve âhirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah'adır. Ve şüphesiz haddi aşanlar, cehennem ashabının ta kendileridir. Artık siz benim sizin için söylediklerimi yakında anacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir" dedi.
Görüldüğü gibi, yukarıdaki bu Âyetlerde insanlar güzel ve iyi işlere teşvik edilmektedir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen AllaH'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 16. June 2010, 02:40 PM   #8
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim.

“Din”, ister Hakk ister batıl olsun, ister Allah ister insanlar tarafından kurulmuş olsun, her türlü toplum nizamı, yaşam kuralları bütünü demektir.

İnsanların kurdukları düzenlere de “din” denmesinin Kur`an`daki örnekleri şunlardır: Âl-i Imran; 73, En`âm; 70, A`râf; 51, Yusuf; 76, Mümin; 26.

Bu durumda Mekkelilerin, Mısırlıların oluşturdukları düzenler de, bugünkü toplumlarda oluşmuş kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, komünizm gibi ekonomik düzenler de birer din sayılmalıdır.

Kurallarını Allah`ın koyduğu Hakk Din ise Kur`an`da; “Allah`a ait din”, “Ed Din-ül Hanif”, “Ed Din-ü Kayyim”, “Muhlisine lehüddin”, “Ed Din-ül Halis” ve “İslâm” adlarıyla yer almıştır ve örnekleri şunlardır:

Bakara;132,193,217,256;Ankebut;65; Âl-i Imran;19,83;Rum;30,43;Nisa;46,146 Lokman;32;Maide;3,54,57; Ahzab;5;Enâm;161;Zümer;2,3,11,14;A`râf;29 ;Mümin;14,65;Enfal; 39,49,72; Şûra;13,21;Tövbe;11,12,29,33,36,122; Fetih;28;Yunus:22,104,105 Mümtehıne;8,9:Yusuf;40; Saff;9;Nahl;52; Beyyine;5;Mâûn;1; Hacc;78;Kâfirun;6 Nur;2; Nasr; 2


Bu ayetlere dayanarak Kelâm bilginleri “Hakk Din”i şöyle tarif etmişlerdir: “Hakk Din, Yüce Allah`ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah`ın koyduğu hükümlerdir.”

Burada, Hakk Din ile diğer dinler arasındaki çok önemli bir farka dikkat etmek gerekmektedir:

Hakk Din dışındaki dinlerde kurallara inanmadan uymak veya kurallar karşısında pasif (edilgen) kalmak mümkün iken, Hakk Din, konulmuş kurallara hem samimiyetle inanmayı hem de bu kuralları can-ı gönülden uygulamayı emretmektedir.

Yani Hakk Din`de, iman olmadan yapılan amel “taklit” olarak kınanıp “boşa çıkmış” olarak nitelenmekte, amele dökülmemiş imanın ise “… inandık deyince bırakılacaklarını mı sandılar…” sözleriyle yanında amel olmadan değerlendirmeye alınmayacağı bildirilmektedir.

Hakk Din`de iman ile amelin birbirini tamamlayan ögeler olduğu unutulmamalı ve şu ayetler yardımıyla bu konu sık sık hatırlanmalıdır:
Müminun; 1-11, Hiç kuşku yok, kurtulmuştur müminler salatlarında huşû sahipleridir onlar. Boş ve lüzumsuz sözden yüz çevirmişlerdir onlar. Zekâtı vermek için faaliyettedir onlar. Cinsiyet organlarını/ırzlarını koruyanlardır onlar. Eşleri yahut akitleri aracılığıyla sahip bulundukları müstesnadır. Bu durumda kınanmış değillerdir onlar. Kim bundan ötesini isterse, işte onlar, sınırı aşanlardır. O müminler, emanetlerine, ahitlerine saygı duyup sahip çıkanlardır. Namazlarını korumaya devam ederler onlar. İşte bunlardır mirasçı olanlar; Ki, Firdevs cennetine mirasçı olurlar, onda sonsuza dek kalırlar.

Enfal; 2-4, İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah'ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını artırır. Ve onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar. Namazı dosdoğru kılarlar onlar. Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden bol bol dağıtırlar. Gerçek anlamda müminler, işte bunlardır. Rableri katında dereceler, bağışlanma ve bol bir rızık var onlar için.

Tövbe; 16, 111, Allah; içinizden cihat edenleri, Allah'tan, resulünden ve müminlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri belirlemedikçe, bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.
Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar da öldürürler, öldürülürler. Allah'ın; Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kendi üzerine hak olarak yazdığı bir vaattır bu. Ahdine, Allah'tan daha vefalı kim var? Perçinlediğiniz bu antlaşmanızdan ötürü müjdeler olsun size. İşte budur o büyük başarının ta kendisi.

Saff; 10, 11, Ey iman sahipleri! Dikkatlerinizi, sizi korkunç bir azaptan kurtaracak bir ticarete çekeyim mi: Allah'a ve onun resulüne inanır, Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla didinirsiniz. İşte bu, sizin için en hayırlısıdır; eğer bilirseniz.

İbrahim; 23-25, İman edip hayra ve barışa yönelik iyi işler yapanlar ise rablerinin izniyle altlarından ırmaklar akan cennetlere sokulmuşlardır. Sürekli kalıcıdırlar orada. Birbirlerine esenlik dilemeleri, "selam" şeklindedir. Görmedin mi Allah nasıl bir örnekleme yaptı: Güzel söz; kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer. O ağaç, Rabbinin izniyle yemişlerini her zaman verir. Allah, insanlara böyle örnekler verir ki, düşünüp ibret alabilsinler.

Furkan; 63-77, Rahman'ın kulları, yeryüzünde böbürlenmeden/rahatsız etmeden yürüyen kişilerdir. Cahiller onlara hitap edince, "selam" derler. Geceleri, Rableri huzurunda secde ederek, ayakta durarak geçirirler. Ve şöyle yakarırlar: "Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut. Doğrusu, onun azabı inatçı ve yapışkandır." Ne kötü bir durak yeridir o, ne kötü bir dinlenme yeri! Onlar harcadıkları zaman ne savurganlığa saparlar ne de cimrilik ederler. O ikisi arasında bir dengededir bu.

Bakara; 103, 214, Eğer onlar iman edip sakınsalardı, Allah katından bir sevap elbette daha kıymetli olurdu. Keşke bilebilselerdi. Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı; sarsıldılar. Öyle ki, resul ve onunla birlikte inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman?" diye yakarıyordu. Haberiniz olsun ki, Allah'ın yardımı çok yakındır.

Â`l-i Imran; 142, Yoksa siz, Allah içinizden uğraşıp didinenleri seçmeden, sabredenleri seçmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

Yunus; 62, 63, Gözünüzü açın! Allah'ın velîleri için hiçbir korku yoktur. Tasaya da düşmezler onlar. Onlar inanmış, takvaya sarılmışlardır.

A`râf; 156, Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o herşeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekatı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım."

Maide; 93, İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara; bundan böyle korunup iman ederek iyi işler yaptıkları, sonra takvaya sarılıp imanda kemale erdikleri, sonra bir mertebe daha korunup güzellikler sergiledikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından ötürü hiçbir günah yoktur. Allah, güzel düşünüp güzel davrananları sever.

Ankebut; 1-7, Elif. Lâm. Mîm. İnsanlar, inandık demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar! Yemin olsun ki biz, onlardan öncekileri de fitne yoluyla denemişizdir. Allah, özüyle sözü bir olanları elbette bilecektir. Ve O, yalancıları da elbette bilecektir. Yoksa o kötülükleri sergileyenler bizi geçeceklerini mi sandılar! Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah'a kavuşmayı umanlara gelince, şu bir gerçek ki, Allah'ın belirlediği vakit mutlaka gelecektir. O, Semî'dir, Alîm'dir. Ve kim didinir, gayret sarfederse hiç kuşkusuz kendi benliği lehine gayret sarfetmiş olur. Gerçek olan şu ki, Allah, âlemlere muhtaç olmaktan uzak, mutlak bir Ganî'dir. İman edip hayra ve barışa yönelik hareketler sergileyenlere gelince, biz onların çirkinliklerini elbette ki örteceğiz. Ve biz onları, yapmakta oldukları işlerin en güzeliyle elbette ödüllendireceğiz.

Hucurat; 14-16, Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz./güvenmediniz Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman/güven sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." Müminler ancak şu kimselerdir ki, Allah'a ve resulüne iman ederler; sonra hiçbir kuşkuya düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda didinirler. İşte bunlardır, özü-sözü birbirine uyanlar. De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysaki Allah, gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir."

Ahzab; 35, 36. Allah şu kişiler için bir affediş ve büyük bir ödül hazırlamıştır: Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler, Allah korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler, ırz ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler, Allah'ı çok anan kadınlar. Allah ve resulü bir işte hüküm verdiklerinde, inanmış bir erkekle inanmış bir kadının, işlerini kendi isteklerine göre belirleme hakları yoktur. Allah'a ve resulüne isyan eden, açık bir sapıklığa batıp gitmiş demektir.

Hakk Din ile diğer dinler arasındaki bir diğer fark ise; diğer dinlerde konulan hükümlere uymakla zorunlu kılınan insanın, Hakk Din`de tamamen özgür bırakılmasıdır:

Kehf; 29: Ve de ki: “Hakk Rabbinizdendir. Öyleyse dileyen inansın, dileyen inkâr etsin. …”

Ancak, Hakk Din`de özgür bırakılan insanların, eksilterek veya arttırarak Hakk Din`in bütünlüğünü bozma ya da tamamen değiştirme gibi bir yetkileri olmamasına karşılık, diğer dinleri istedikleri gibi değiştirmeleri mümkündür.

Hakk Din`de dinin birazına inanıp birazına inanmamak, başka dinlerle sentez yapmak suretiyle Hakk Din`i yozlaştırmak; Hakk Din`in dışına çıkmak demektir ve Hakk Din kendisini bozmak isteyenlerle savaşılmasını emretmiştir.

Bakara;193, Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse artık zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.

Maide; 33, Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası şudur: Öldürülürler yahut asılırlar yahut elleriyle ayakları çaprazlamasına kesilir yahut bulundukları yerden sürülürler. Bu onlar için dünyada bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır.

Enfal; 39: Fitne kalmayıncaya ve din tümüyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaş. Vazgeçerlerse kuşkusuz ki Allah, ne yaptıklarını iyice görecektir.


Hakk Din ile yapay dinler, yasama ve yürütme açılarından birbirinden farklıdırlar, ayrıktırlar, birleşemezler, kesişemezler. Zaten birleşmemelidirler ve kesişmemelidirler.

Hakk Din`in Allah tarafından belirlenmiş, siyasî, iktisadî, hukukî ana ilkeleri vardır. Doğal olarak beşerî dinlerin de bu konularda ilkeleri vardır. İşte bu noktada Müslüman kendi dinini Müslüman olmayan da kendi dinini/ düzenini yaşamalıdır.

Kimse bir diğerininkine, özellikle de Müslüman, Hakk Din dışındaki bir düzene müdahele etmemelidir. Bu da Rabbimizin Bakara suresinin 85. ayetindeki beyanı gereği kâfirliktir. Herkesin mertçe, sonucuna katlanmak kaydıyla Mümin ve kâfir olma özgürlüğü vardır.
Kâfirun suresi, son ayetindeki “Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir” ifadesi ile, Müslümanlar ile kâfirlerin yollarının ayrıldığını net bir şekilde vurgulamaktadır. Bu ifade aynı zamanda, kâfirlerin din konusunda Allah`a iman eden Müslümanlar ile hiçbir zaman uzlaşamayacaklarını ve bu konudan ümit kesilmesi gerektiğini de anlatmaktadır. Bu tavır Kur`an`da bir çok yerde zikredilmiştir.

Yunus; 104, De ki: "Ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz, ben sizin Allah'ın berisinden kulluk ettiklerinize kulluk etmeyeceğim. Tam aksine ben, sizin canınızı alacak olan Allah'a kulluk edeceğim. Bana, müminlerden olmam emredildi."

Şuara; 216, Eğer sana isyan ederlerse şöyle de: "Ben, sizin yapmakta olduklarınızdan uzağım."

Sebe; 25-26, De ki: "Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmayacaksınız; biz de sizin yaptıklarınızdan sorguya çekilmeyeceğiz." De ki: "Rabbimiz hepimizi biraraya toplayacak, sonra da aramızı hak ile ayıracak. O'dur Fettâh, O'dur Alîm."

Zümer; 14,15, De ki: "Ben, dinimi yalnız kendisine özgüleyerek, Allah'a ibadet ediyorum." "Siz O'nun dışında dilediğinize kulluk/ibadet edin." De ki: "Hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de ailelerini hüsrana atanlardır. Dikkat edin! Apaçık hüsranın ta kendisi işte budur."

Mümtehıne; 4 İbrahim'le, beraberinde olanlarda sizin için çok güzel bir örnek vardır. Hani, onlar toplumlarına şöyle demişlerdi: "Biz sizden de Allah dışındaki kulluk ettiklerinizden de uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz Allah'a, yalnız Allah'a inanıncaya kadar, sürekli düşmanlık ve nefret olacaktır." Ancak İbrahim babasına şöyle demişti: "Senin için hep af dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız sanadır!"

Mü'min, Müslüman, kesinlikle tevhidî inanış ve yaşayıştan taviz vermemeli ve kesinlikle de hiçbir batıl dinle senteze girmemelidir. İslâm`ın benzeri olarak ileri sürülen görüşlere itibar etmemelidir. Tüm sistemler daima benzerleri ile yozlaştırılmıştır. Bu akıldan çıkarılmamalıdır. Allah`ın dini ana sütü gibi halis olmalıdır. Müslümanlar her koşul altında saf dini yaşamalıdır.

Din mezheplere ayrılmamalı ve parçalanmamalıdır.

EN AM 159. Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiçbir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir.
160. Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

Peygamberimize hitap edilmekle beraber onun şahsında tüm inananların muhatap alındığı bu Âyetlerde, önce dini birliği bozanlar kınanmakta, sonra da insanların bu dünyadan âhirete getirdiklerine karşılık Rablerinden alacakları mükâfat ve cezaların ölçüsünden söz edilmektedir.

159. Âyet, gelecekte olacaklar için bir uyarı mesajıdır. Çünkü burada konu edilen tefrikacılar, geçmişte ayrılığa düşüp birbirini sapık ilan eden Hıristiyanlar ve Yahudiler değildir. Burada, kimi Müslüman geçinenlerin mezhep mezhep, tarikat tarikat, cemaat cemaat ayrılacakları; her birinin hakk dinden ayrı bir takım inanç ve amel şekli oluşturacakları ve birbirilerinden kopacakları bildirilmekte, müminlerin ise bu duruma karşı uyanık olmaları istenmektedir. Aynı uyarı Rum Sûresinde de görülmektedir:
(Rûm: 31–32) Kalben O'na yönelenler olarak, O'na takvalı davranın, salâtı ikame edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. –Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.–

Rabbimiz, Kur'ân'da, dinin kaynağında bildirilen ilkelerin hepsini almayıp işine geleni almak ve helal - haram konusunda Allah'a iftira etmek suretiyle insanların dini parça parça etmelerine birçok örnek vermiştir:
(Bakara: 85) Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvalıktan başka nedir? Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir.

(Bakara: 91) Ve onlara, " Allah'ın indirdiğine iman edin." denildiği zaman, onlar; " Biz kendimize indirilene iman ederiz." dediler. Ve onlar, o, kendilerinin beraberindekileri tasdik eden hakk olmasına rağmen ondan ötesini inkâr ediyorlar.De ki; "Peki eğer müminler idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?"

(Nahl: 116) Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah'a yalan uydurmak için, "şu helaldir, şu haramdır" demeyin; aksi hâlde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler kurtulamazlar.

Dinin kaynağı tektir ve o da Allah'ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat edilmelidir.

(Şûrâ: 13) O [Allah], dinden Nûh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: "Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin." Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar.

(Hucurât: 1) Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin! Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.

(Nisâ: 59) Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir.

Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere, dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki Rabbimiz, En'am;159. Âyetteki sen hiçbir şeyce onlardan değilsin ifadesiyle elçisini tefrika sebebi olmaktan uzak tutmakta, onu bu pisliklerden aklamaktadır.

Dindar kişilerin de ilk günden beri "aynı" olan ve bugün de "aynı"lığı devam eden Gerçek Din'e uymaları, onda parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde –ayette bildirildiği gibi– şüphesiz onların işi Allah'adır; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından verilecektir:

(Hacc: 17) Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, Kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır.

Gerçek Din'in temel ilkeleri şunlardır:
1.Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah'tır.
2.Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O'nun dengi ve ortağı tutulamaz.
3.Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem kurulacaktır.

En'am160. Âyette Rabbimiz, Kıyâmet günündeki hükmünü ve adaletindeki lütfunu beyan etmiş; o gün kimsenin haksızlığa uğratılmayacağını, kötülüklerin misliyle cezalandırılacağını, iyiliklerin ise 10 misli ile mükâfatlandırılacağını açıklamıştır. Kur'ân'da bu Âyetin mesajını içeren birçok Âyet daha mevcuttur:

Bakara Sûresinin 62; M'aide Sûresinin 69; Nahl Sûresinin 97; Kehf Sûresinin 88; Meryem Sûresinin 60; Tâ-Hâ Sûresinin 75, 82; Furkân Sûresinin 70, 71; Kasas Sûresinin 67, 80; Rûm Sûresinin 44; Sebe' Sûresinin 37. Âyetlerine bkz.

Aşağıdaki Âyetler de aynı mesajı içermektedir:
(Mümin: 38–44) Yine o iman etmiş olan kimse: "Ey kavmim! Bana uyun ki, size reşadın [akıllı olmanın] yoluna kılavuzluk edeyim. Ey kavmim! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mümin olarak sâlihi [düzeltmeye yönelik işi] işlerse, artık onlar, orada hesapsızca rızklanmak üzere cennete girerler." Yine: "Ey kavmim! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz beni Allah'ı inkâr etmeye ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi Azîz [o çok güçlü] ve Gaffâr'a [çok bağışlayıcı olan Allah'a] davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey dünya ve âhirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah'adır. Ve şüphesiz haddi aşanlar, cehennem ashabının ta kendileridir. Artık siz benim sizin için söylediklerimi yakında anacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir" dedi.
Görüldüğü gibi, yukarıdaki bu Âyetlerde insanlar güzel ve iyi işlere teşvik edilmektedir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen AllaH'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 16. June 2010, 05:37 PM   #9
myro
Katılımcı Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 34
Tesekkür: 1
14 Mesajina 15 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
myro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud of
Standart Demokrasi niye din olmaz

Allah teala rahmetinin bir yansıması olarak Kuran'ı kerimde pek çok hayatın içindeki konuda, genişlikler sunmuştur. Pek çok konuya net olrak değinilmemiş insanların imanlı gönül ile uygulamalarına bırakılmıştır. Yönetim biçimi de bunlardan biridir. Örnek verilen ayet'i herimelerde bu şekilde yönetimi net tanımlayan hiç bir ifade yoktur.

Demokrasi temel olarak halkın eşti biçimde yönetime katılması demektir. Bugün uygulanan katılma yöntemlerinde nispi hatalar olsa da, genel manada oldukça sağlıklı sayılabilir. Demokrasinin ne kdara islami bir yöntem olduğu tartışılabilir ama kelime manası olarak net kurallar bütünü olmadığı için din olmadığı aşikardır.
myro isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 16. June 2010, 05:53 PM   #10
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

iki uç arasında oynar bu

Demokrasi..................................Mutlak Monarşi

Bunların sözde biçimleri arada gezer dolaşır.. Hangisinin uygulanacağı vroomun karar ağcından yararlanılarak seçilebilinir. Kararın acil olduğu olağan üstü olaylarda yada çok olumlu ve çok olumzu zamanlarda monarşiye yaklaşılabilinir. Bunu Mustafa Kemalin Başkomutanlığı Almasıyla gösterebiliriz. ama da ılımlı yani ortalama durumlarda demokrasi daha faydalı olacaktır.

Gerçek hayatta şartlara bağlı olarak değişebilir. Yusuf peygamberin gelen kıtlığa karşı yönetimi tekelnine almasını örnek gösterebilriz. Ama geniş zamanlarda böyle bir tekele ihtiyaç yoktur...

myro'nunda dediğiği gibi, bu gibi durumlar kesin bir şey söylemek imkansız. Hepsi duruma göre Kurana uygundur, hepsine örnek teşbihler vardır. Firavun iktidarının yıkılması monarşinin yıkılmasına örnek iken, süleyman peygamber monarşinin kurulmasına örnektir. Kontroller bir noktada birleşir yada bazen birleşmesi engellenir. Birisinde bolluk vardı monarşiye gerek yokru (gelişen modernize dünyada kominizmin yıkılması gibi) diğerinde ise şartlar kötüleşiyordur.. v.s.

böle işte
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bir, demokrasi, dindir


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:56 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam