hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > YARATILIŞ > Hayat ve Canlı > İnsan

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 20. November 2011, 08:21 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Zıtlıklar arasındaki İNSAN

RUH VE BEDENİN ZIT TARAFLARA ÇEKİMİ ARASINDA SIKIŞIP KALAN İNSAN
Bölüm-1

Bir başka deyişle cesetler ve kavramlar dünyası arasındaki insan diyebiliriz. Cesedi ile dünyaya gelen insan, kavramlarla insanlaşır. Ruh denilen şey de bir kavramdır. Ceset gelip geçici şeylerden, yani oluşum ve bozuşuma tabi elemanlardan oluştuğu için, kendisi gibi olan maddi dünyaya muhtaçtır. Kendisinden eksileni oradan toplar. Hatta eksilme ve eksik kalma ve sonuçta cesedin tehlikeye girmesi endişesi onu yakın ihtiyacı olmadıklarını da toplayıp yığma yoluna iter. Zayıf ruhlara da bunu ihtiyaç gibi takdim edip amacına hizmet ettirir.

Oysa eksiklik duygusu cesedin ihtiyaç veya ihtiyaç üzeri doymazlığının gereksinimidir. Ruh bunun peşine yanılgısıyla sürüklenir. Kavramlar eksilip çoğalmazlar, bunun için eksilenleri yoktur ki, madde dünyasından tamamlasınlar; kavramlarla olgunlaşırlar veya dejenere olurlar. Kavramlar ancak kendi cinsleri ile adeta bir armoni oluşturmayı, mizanı severler, bunun için de, uyum oluşturmak için benzerlerini ararlar. Ahenkten zevk (Sevinç) alırlar. Tanımlanmaları da benzerleri ile açıklanır. Zıtları ise, ne olmadıklarını anlamak için adeta sınır belirleyicilik işlevini görürler.

Ruhlaşmış kavram, benzerleri ve zıtları ayırmada uzmandır. İnsana fıtraten ilham edilen de zaten budur. Parazit yapan sesleri iyi tanır. Bir anlamda paradokslar uzmanıdır. Bu kendisine yeti olarak sunulmuştur. Bu yeti körelebilir de, mükemmelleşebilir de. Körelip yozlaşması ceset tarafından hissedilen doymazlık ve açgözlülüğe kulak vermesi ile oluşur. Beden eksilme panik sinyalleri vermekte kendi fıtratı gereği haklıdır. Ama eksilme tükenme imkân ve ihtimali olmayan ruhlaşmış kavramın bedenle birlikde özdeşleşmesine hiç gerek yoktur. Onun kendi harmonisini oluşturması gerekir.

Kavramları, benzerlerini, zıtlarını, en iyi tanıyan ''Yaratıcı Ruh''tur. ''Yaratıcı Ruh'', insan ruhuna bu yetiyi aktardığı ve Resul’ler yolu ile de ikazda bulunduğu halde, bedenden gelen sinyallere haddinden fazla önem veren seçici ve ayırt edici ruh, paradokslarla dolu bir anlak oluşturmuştur.

İşte bu ruh, yönünü maddeye çevirmiş ruh olup, bedenin tatminini kendine görev edinmiştir. Bu gerçek bir “Madde bağımlılığıdır”. Rutin madde bağımlılığı(Uyuşturucu v.s) bunun yanında hafif kalır. Kavramları bozan, içlerini boşaltan, vahyiler üzerinde, gerek kalem oynatan, gerek anlamlarını bozan, gerek suya sabuna dokunmayan çok da ilgili olmayan en uzak anlamlarını verenler de bunlardır. Bunun için, sözlük anlamları da tam güvenilir değildir. Bunun mutlaka vahiy satırlarının teselsül(peşi sıra olan, birbirini takip) eden mantığı içinde denetlenmesi gerekir. Yani Kur'an’ı kavramlarla anlamaya çalışmak, ama kavramları da Kur'an’a denetletmek şeklindeki karşılıklı etkileşim bir güvencedir.

Bunda isabet, yine, bakış sahibinin “madde bağımlısı”(materyalist) olmaması, ruhlar arası armoniye önem vermesi gerekir. İşte böyle bir kemâle yönelmiş erdemli insanın ''hah işte bu mana tam oturdu” sözünü iç rahatlığı ile söyleyebildiği anlam, gerçeğe en yakın anlamdır. Zaten Resulullah rivayetlerinde, kalbin içine sindirerek kabul ettiği şeyin doğruya en yakın olduğunu bize bildirmiştir(Benden size gelen haberleri birde kalbinize sorun…). Çünkü madde bağımlılığından kendisini soyutlamış ruh, mükemmeli arar ve erdemin kendisi olan ''Yüce Ruh'‘a hayrandır. Ondan gelene kulağı kiriştedir. Maddi dünyadan olan cesedin doymazlığını bilir, evrensel uyum için, onun zırlamasına kulaklarını tıkamıştır. Bu asla bedeni ihmal etmek veya insanlık düşmanları karşısında maddi güç hazırlamamak anlamına gelmez(Enfal-60). Çok üretmek, ama bunu kendi cesedinin emrine değil, zorunlu ihtiyacı olan başka cesetlerin ihtiyaçlarını nazara alarak, kendine tahsis etmemektir. Bunun da en değerli yolu, Nuh nebiden bu yana hak olan yol ''Beyt-ül mal'' olarak ortaklık (Harim) adına tahsis etmektir.

Böylece, bedenin taleplerini ”ihtiyacı kadar” ile sınırlayıp, onun çığırtkanlığına kulak tıkayarak, evrensel armoni ve uyumu tercih etmek gereklidir. Yeryüzünde saadet içinde yaşamanın ilimsel formülü de budur. Buna hak din literatüründe ''Kavam veya itidâl'' denilir. Dinin gerçek ekonomi politiği budur. Bunu terk edip, hususi teşebbüse toplumun geleceğinin ihâle edilmesi, önceki kitap ehlinin, hem maddi tahrifatlarla, hem de anlam çarpıtmaları ile bozdukları din anlayışını din edinmektir. Yani milletleşmesi ideal olmayan bir toplum vardır ortada. Hak din dışına çıkmaktır.

Sonraki ümmetlerden büyük bir kısmı İsrail oğullarının yolunu izleyerek, eşitlik ve İnsanların amaç, araç birliğine dayanan dini anlayışını terk ederek, takva dininde havlu atarak, fetva ve ruhsat ve hile-i şer’iyye yoluna gitmişlerdir. Böylece cesedin doymazlığına kulakları tetikte hazır köleler olduklarından, evrensel uyum ritminden(melekûttan) uzak kalmışlardır. Hepsi olmasa da, kahır ekseriyeti öyle yapmıştır. Önceki kitap ehli gibi bunu kalem oynatarak ve kelimelere yer değiştirterek değil, ama bazen karışık kıraatle, bazen ulama yapılacak yerde tertil, tertil yapılacak yerde ulama ve ''valslerle'' bunu becermiş, bazen de kavramlara ahenge aykırı en uzak anlamları vererek, yorumlarla paradokslar oluşturup kafa karıştırarak bunu becermişlerdir.

Bu sapmaların orijininde hep kendinden bir şey eksilmesi mümkün olmayan ve madde ile eksileni tamamlama diye bir sorunu bulunmayan ruhun, cesedin doymazlığı çekimiyle kendini özdeşleştirme yanılgısından ileri gelmektedir. Maddeye hiç de ihtiyacı olmayan ruh, bedenle aynı frekansa girdiğinde, ''mülk şehveti''nin güdümüne girmiştir. İnsanın bedeninin bilincinde olması başka şey, bedensel taleplerin güdümüne girmesi başka şeydir. İnsanın kavramlar dünyası ile ilişki içinde olması bile, bilip yaşadığımız hayatta, bir beden (ceset) sahibi olmasına bağlıdır. Yani ruhun(kavramları kavrayan kavramın ve canlık belirtisinin-tam anlamıyla can'ın-) kendi benzerleri ile ilişkide olması için zaman denilen şeye ihtiyacı vardır. Zamanı ise, bedenin hayatiyeti ile kullanır. Öyle ise, bir bedeni olduğunun bilincinde ve yine, onun ihtiyaçlarına kulak vermek zorundadır. Şu kadar ki haddi kadar gerçeğini bilip sınırlamak şartıyla.

Nasıl beden ruhsal ilişkilerin tesisi için bir araçsa, bedenin ihtiyaçları da araç düzeyinde kalmalı, hayatın amacı ruhun yücelmesi tek ve öncelikli amacı olmamalıdır. Çünkü devamlı azalan ve üzerine konulması gereken bir şey olan ceset nedeni ile önceleri eksik tamamlamak, giderek devamlı zimmetinde bulundurmak ve giderek madde yığıp çoğaltmak öncelikli değer haline gelir ki, en güçlü olmak ve bunu artarak sürdürmek herkes için öncelikli amaç haline gelince, dünya yaşanmaz hale gelir.

Onun için, ruhun tatminini ki bu erdemdir, bunu önemsemeyen, bedenin tatminini ön plana alan materyalistler (Madde bağımlıları), cesedin egoizmini amaç yaptıklarından, daha çok şeyin zimmette bulundurmayı hayatın gayesi edindiklerinden, paylaşma ve eşitlik yerine, gücün tahakkümünü maksadın temeline yerleştirmişler, doğal mücadeleyi kutsamış teşvik etmişlerdir. Bunun için de, maddi terakkiyi sağlasalar da, medeniyeti yok etmiş, vahşeti yeryüzüne yaymışlardır. Önceleri mevzii ve bölgesel başarılarını, şimdilerde iki ucu birleştirip kenetleme anlamına gelecek şekilde globalleştirmek, yani iki ucu birbirine bağlayarak adeta kuyruğunu ısıran ve böylece halka olan yılan figürünü oluşturmuşlardır. İşte buna karşı koyacak ve zinciri kıracak olan tek şey, adaleti gücün karşısına çıkartan, kollektif dayanışma taraftarı evrensel adalet savunucusu olmaktır....

Ceset ve midesi için yaşayanların, çevrelerini kendi ihtiyaçlarını rahat ve kolayca sağlama pahasına baskı altında bulundurup, zulmü ve zülüm yapmaya mahsus gücün tahakkümünü ayakta tutup devam ettirirler. İdealizm taraftarları ise, mevcut zulüm düzenine baş kaldırmak ve değerlerin değişimi için çalışmak, zulmün ve kaba gücün tahakkümü yerine, evrensel değerleri adalet ve merhameti hâkim kılma mücadelelerinde ruhen benzer olanların birlikteliğini anlatan ve öneren kavramlara yönelirler......

''Kavl'' kavramından ''Kâveme''ye kadar yapılan sözlüksel tetkikte imtiyaz isteyenlerle eşitlik isteyenlerin mücadeleleri müşahede edilir.

Farklılık isteyenler güç ve kuvvet verici şeylere dayanarak, farklı olmak peşinde olurken ve bu emelleri için gerek mal-mülk, gerek araç-gereç, gerek akrabalık ve asabiyet bağlarını kullanır ve böylece şovenist, faşist Plutokrat, narsis v.s. olurken, eşitlik isteyenler, farklılığı reddeden Salâvat (Havra, Mescid El Haram, manastır) ehli ise, karşı koymak için ahdi beraberliklerini kullanarak toplumsal güçlerini artırarak bu “Usb” (çete gücüne ) karşı direnmektedirler. Bu direniş ve karşı örgütlenme, bir başka klik oluşturmak için değil, sadece hak ve adalet adına, onu ayağa dikmek, hayata uygulamak-ikâme etmek- içindir(Bakara-183;184;....;savma ve siyam'dır). İktidar için şahsi bir kavga ve yerini alma değildir. Bu nitelik çok önemlidir. Bu evrensel ve üstün hukukun(melekûtun), hukukun üstülüğü ilkesine kaynak yapılmasıdır. Bunu yaparken de, bir toplumun birbirine her bakımdan eşit statüdeki benzerleri insanlarının amaç birlikteliği ile hareket etmek de, erdemli birlik konusundaki ahitlerini her türlü bireysel geçim ve galebe gücü sağlayan sair güçlerin üstünde tutmaktadırlar. Daima savunmada, ikamet halinde vakar içinde, doğruluk ve eşitlik üzerine dayalı bilimsel örgütlenme modelleri ile dik durmaktadırlar.

Saldırgan güruh da, bunlara en çok bu sistemlerinden, erdemli toplum oldukları için kızmaktadırlar. Hayatı sadece bedensel ihtiyaçların karşılanmasını amaç edinilecek bir yer olarak gördüklerinden, “kaba gücü “ ve helak edici güçlenme araçları olan silah, para, mal-mülk, üretim araçları v.s yi zulüm araçları olarak kullanmakta, bunun için de şovenist bağların bu işe yaradığı, insanın ancak şahsi çıkarı varsa, dayanışmaya girilmesi, bakım ve gözetmesi gerekenlerin, ancak hısımlık akrabalık soy bağı olanlara indirgenmesini savunmaktadırlar; Siyonizm gibi. Bunun için de erdem üzerine ahit yapanları, adeta eski köye yeni adet getiren değişimciler, dönüştürmeciler olarak görmektedirler. Muhafazakârlığı(Üzerinde bulunduğu neyse) kutsamaktadırlar. Bir başka deyişle, doğru yönde devamlı değişim ve dönüşüm ile insaniyet açısından gelişimin mimarları olan peygamberleri tehlikeli görmekte, “muhafazakârlıklarına” zarar vereceklerinden çok korkmaktadırlar. Eğer bütün insanlar eşit olursa, onlar öyle bir dünyadan daralıp bunalmaktadırlar. Bunun sebebi ise, kitaptan, hikmetten ve gerçek ilimden uzak kalmalarıdır.
(Kitap, hikmet, ideal ve gerçek ilim kendilerini-ihtiraslarını tatmin etmediğinden tarikatlar kurup,şeyhler,şıhlar,hazretler yaratmaktadırlar. G.Y.)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
(Av.İlhami Çetin'den)

Konu galipyetkin tarafından (24. February 2017 Saat 06:28 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
dost1 (22. November 2011), hiiic (21. November 2011), Miralay (16. May 2012), yeşil (21. November 2011)
Alt 14. May 2012, 08:00 PM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-2

İnsan denilen varlık ''cesedi'' ve bu güne kadar ne ve nasıl olduğu tam anlaşılamayan, bir kavram olan ''ruh veya can'' diye isimlendirdiğimiz iki olgunun birleşimidir. Bu birleşimde cesede ''ruhun veya canın eşi'', ruh veya cana da ''cesedin eşi'' diye ad verilmiştir:
Bakara-35 :''Dedik ki! Ey Adem. Sen ve eşin..........(Buradaki "eşin" kelimesi aynı karakterdeki/yani başkalarının haklarına el koyanları ve aynı zamanda/zamandaş yaşayanları da anlatır)

Aşağıdaki ayette de her bir eşe ''bir kısım'' nitelemesi yapılmıştır.
Bakara-36 :''.........bir kısmınız diğerine düşman......''

Bazı ayetlerde, insanın ceset kısmını beş duyumuz ile algıladığımızdan ''ins'',
''ruh veya can'' dediğimiz kavramı da algılayamadığımızdan. canlılık(cinlenmne) veren anlamında ''cin'' diye tanıtılmıştır.

Bazı ayetlerde de ''can-ruh'' dediğimiz kavram ''düşünce yetisi''=''Beyin'' ile eşdeğerde tutularak ''gök-sema'' olarak ifade edilmiştir. Bunun nedeni ''kavram''ın cesette/vücutta merkez olarak beyini, yani vücudun tavan kısmını mekan tutmasındandır.

''Vücut-ceset'' = ''kalp'' da maddi dünya ile ilişkisi olduğundan ve topraktan yaratılmasıyla ''yeryüzü'' olarak ifade edilmiş ve ''hissiyat'' kasdedilmiştir.

Bakara-l44 :''Biz senin vechini göğe doğru çevirmekte olduğunu.........''
Al'i İmran-5:''Şüphesiz ki ne yerde ne gökte hiçbirşey .....................''
Nisa-170-171. gibi.

Saygılarımla
Galip Yetkin

Konu galipyetkin tarafından (31. December 2017 Saat 09:50 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
khaos (15. May 2012), Miralay (16. May 2012)
Alt 19. May 2012, 11:06 AM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-3

''İnsan denilen evrimleştirilmiş hayvana, yüce yaratıcı algılama ve akıl etme yetisi verirken, onu hem nurdan(ruh-can), hem nardan(ceset-vücut istekleri/ihtiras) gelen sinyalleri algılayacak yeti ile donatmıştır. Allah Kuran Şems suresinin 8.ayetinde şöyle der. “…Ardından ona fücurunu ve takvasını ilham edene and olsun ki…”. Bu yeti, nurdan gelen akıl etmeye ilişkin doğru ilmin, doğru mantık içinde kullanılması yönündeki sinyal ve çekim gücüne de, ihtirasların çekim ve vesvese gücüne de açıklığı içindir.

Çünkü insanın projelendirilmesinde, denenmesi öngörülmüştür. Bu deneme Rabb açısından değil, insan açısından, insanın kendi değer ve derecesini kendisinin takdir etmesi ve kendisini yeniden yapılandırılmasında, adeta kendisini kendi iradesiyle yapılandırıp yaratması için olanak verilmesidir. Çünkü insana içinde bulunduğu statü emaneten ve hak etmediği halde bahşedilmiştir. Çünkü İnsan yaratılmadan da, yaratıldıktan sonra da Allah için bir gayb(bilinmezlik) yoktur. O insanın yapmakta olduğunu da, ne yapacağını da ezeli ilmiyle bilir. Deneme sadece insanın kendisini tanıması ve ''kaç kıratta'' olduğunu kendisinin bilmesi içindir. Bunun için Rabbimiz bize Enam suresinin 3. ayetinde bu önemli hususu şöyle bildirir.

“O göklerde de Allah’tır, yerde de. O sizin iç dünyanızı da bilir. Açığa vurmakta olduğunuzu da, neler kazanmakta olduğunuzu da bilir O”

Bunun sebebi şudur ki; Yüce Rabb, onun yeteneğini bildiği halde, onun dünyada denenmesini öngörmese idi, insan kendi mayasına uygun gelen, dağına göre kar misali, âlim Allah'ın ona ebedi hayat için verdiği sabit statüyü(cennetteki yerini veya cehenneme gönderilmeyi) adil bulmaz, kendisinden üstün kılınanların niçin yeniden öyle yaratılıp derece verildiklerini anlayamazdı. Yani insanın geleceğindeki ahlaki durumunu ve eylemlerini tamamen bilen Allah, kötü olacakları cehennemde, iyi olacakları cennette yaratsa ve bunu ebedi kader olarak belirlese idi, insan ilimsizliği dolayısı ile buna itiraz eder, ''ben bunu hak etmiş değilim'' diye itiraz ederdi. Bunun için Allah, insanın kendisini kendi yaşadığı kendisinin dünya hayatından sınava çekerek kendi mayasını kendisi görsün diye yer kürede kendisini tanıyıp bilmesi için dünya hayatını uygulamaya koymuştur.

İnsan kendisini bilecektir. Ahrette kendisi kendisine şahitlik edecektir. Allah onu, kişiliğini zaten bilmektedir. Denenmesi Allah için değil, kendi kendisini tanıması içindir. O, seçim yetisi ve nurun(canın-ruhun-aklın) da, narın(cesedin-vücudun-zevkin) da çağrılarına kulak verip, seçimini kullanmasıyla, kendi değerini kendisi öğrensin diye bu böyle takdir edilmiştir. Yani deneme, Allah'ın insanı öğrenmesi ve bilmesi için değil, bilakis ilimden çok az nasibi olan insanın kendi kendini deneyip, amellerin yazıldığı defteriyle karşılaştığında, derecelerden hangisini hak ettiğine, deneyip gözleriyle tanık olduğu dünya hayatında, kendi hak ettiğinin bu olduğuna, kendisinin de tanık olması içindir. Bu formatta tam yerine oturan açıklamayı, yüce Kitap’ın Adiyat suresinin 6 ve 7. ayetlerinde görmekteyiz:

“İnsan Rabbine karşı gerçekten çok nankördür. Ve KENDİSİ de buna iyiden iyiye TANIKTIR”.

Bu iki önemli ayeti, insanın kendi kötü yönüne kendisinin yaşayarak tanık olmasının Kitap'sal delilini ortaya koymak içindi. Buraya kadar gelmişken, 8. ayeti de yazalım ki, denemenin asıl alanının, maalesef muhafazakârın hafife aldığı mülkleşme olduğunu işitmek istemeyenlere hatırlatalım:

“O, mal ve servet arzusu yüzünden alabildiğine katıdır.”

İnsan dünyaya gönderilmese idi, kendisini bilme ve tanıma imkânı verilmediği için o, ilk ve tek yaratıştaki kaderine itiraz ederdi. Oysa Allah, bunu daha ruhların yaratılışında bilmektedir. İnsan ise, yaşayarak şahit olmakla bunu bilecektir. Âdem’in ve Âdemoğulları'nın ezelde yaratıldıklarında, cennette veya cehennemde derecelerle donatılmalarına ve böyle devam etmelerine bilgisizliği ile itiraz ederdi. Bunun için insanın dünyaya gelmesi, isteklerine ne derece gem vurup, kendinden iyi ve herkes için iyi olanı tercih etmeye ne kadar müsait olduğundan, deneyerek haberdar olsun diyedir.
Dedik ki; iyinin, güzelin; yakmayan, serin ve iç açıcı, ateşsiz ışığının (Nur) etkisine maruz kalan insan, bu dost çekim gücüne evrensel uzanımı olan nur'a/akla kulak tıkarsa, Rabb’i onu, tercih ettiği ve istediği şeye nail eder/erdirir.
Ama Allah, insanı yükseltmek için sarkıtılmış urvet-ül vuskâ’sına (semadan sarkıtılmış ipine/akla/kitaba/kurana) gözünü gönlünü kapatanın, bu kez onu aşağıya çeken deni çekiminin(cesedinin-bedeni zevklerinin) güdümüne girmesine müdahale etmez. Bu karanlığın çekimidir.
Çünkü madde karanlıktır. Hararet, aşk, ihtiras, doyumsuzluk, aç gözlülük erdemsizliğin çekim gücüdür. Onun çekimi nurunki kadar güçlü değildir, hem de maddidir. Ama insan nefsini bunun çekimine bırakınca etkili olur. Örneğin bu deni çekim salgı bezlerinde odaklaşmış arzulardır. Allah'ın nurunun bu etkiyi helâk etmeye ve bunun sultasını kaldırmaya her zaman gücü yeter. Ama onun adalet ve rahmete (sevgiye) davet kanalının çağrısına ve çekim gücüne kulaklarını tıkayan, kalbini katılaştırana, Allah rahmet sinyalini insan bedeninin aşırı arzularının önlenmesi için ısrarla sürdürmez, aksine rahmet kanallarını kapatır. Bu kibirli ve iradesizi, arzularının ateşine bırakır ve artık onun ışığı ateştir. O kişi, onu aydınlanma zanneder. Oysa arzularının şehvetlerinin güdümüne girmiştir. İşte, bu da düşük düzeyde bir akıl etmedir. Ama Berkson'un da dediği gibi, aşağıya doğru bir akıl etmedir, kendi mantığı içinde bir sonuç çıkarmak; zanlarına uymaktır. Yani, Nârî’ler(vücut isteklerine boyun eğenler), Nurî'lerden(aklın yolundan gidenlerden) farklı olarak, zanlarını ilim zannederler. Nârinin elindeki malzeme bu olduğu için, o malzeme nasıl çürükse, akıl etmesi de öyle çürük olur.

İşte, hakikatin bilgisine ulaşmadan, bu eksik akıl etme türüne, izafi (göreceli) akıl etme denir. Ve bu da, çıkarını bilmek, faydalıya yönelmek evrensel gerçeğin yerine, izafiliği koyarak, kendi kendini aldatmaktır. Dediğimiz gibi, akıl etme yetimizin kapsamına, çürük bilgi ile akıl etmenin de serbest bırakılması dâhildir. Gerçeğin bilgisine sahip değilseniz, nurla aydınlanma ile narla; yani arzu, ihtiras ve nefsin doymazlığının tahrikiyle aydınlanma arasındaki farkı bilmezseniz, buna özenir, bu gibilere aydın dersiniz''.
Adalet ve Rahmet sitesinden.

Bu bölümdeki yazılar esasında Mülk başlığı altındaki yazı bölümünün tamamlayıcısıdır. Site 'nin yazı ayrımı bu yazılarımızı o kısımdan ayrı yazmamıza bizi mecbur bırakmıştır.

Bu nedenle bu yazılarımızı şu kısım ile birlikte okuyunuz. Belirtilen kısım ana sayfadır. Lütfen tıklayın:http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2695

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (3. October 2019 Saat 07:39 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (19. May 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
arasındaki, İnsan, zıtlıklar


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:08 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam