hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > GELENEK DİNİ > Mezhepler ve Tarikatlar

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 11. February 2009, 04:35 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Mezhebler (yorumlar)

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

Mezhebler üzerinde yapılan bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

MEZHEPLER

Mezheb (özgün şekli B harfi ile) gidilen yol, tarz, tavır, yorum, tutum anlamlarındaki 'zehab' kökünden bir sözcük olup 'din konusunda oluşmuş yorum ekolü' demektir.Bilim ve hukuk hayatında bu yorum ekollerine 'doktrin' veya 'literatür' denmektedir. Yani mezhep beşerî bir kurumdur; bir bilim ve düşün kurumudur. Yorumu kim getirmişse mezhep onun malıdır ve onu bağlar. Elbette ki bilim ve düşünce adına birilerini izlemek isteyenler de bu yorumların birini veya birkaçını izleyebilirler.

Mezhep konusunda şu üç noktanın bilinmesi son derece önemlidir:

Birincisi: Mezhep din değildir, kutsal değildir; din bilimleriyle uğraşan bilim adamlarının kişisel yorumlarıdır. Bu yorumlar, onları üretenlerin hayatlarında bile birçok kez değişebilmiştir. Çünkü bilim adamı da hata eder; sonra bu hatasının farkına vardığında onu düzeltir, yerine yeni bir yorum veya tespit koyar. Bu, bir bilim adamının yetersizliğine değil, yenileşmeye, gelişmeye açık olduğuna kanıttır; bilim adına bir onurdur.

İkincisi: Bir toplumda bilim ve düşün faaliyeti ne kadar zengin ve canlı ise o toplumda mezhep faaliyeti ve sayısı da o ölçüde zengindir. Çünkü bilen ve düşünen insanların çokluğu, daha çok yorumun doğmasıyla eşanlamlıdır. Daha çok yorum, daha çok mezhep demektir.

İslam'ın yaratıcı bilim ve düşünce devri olan ilk üç asırda yüzlerce mezhep vücut bulmuştu. Bu bir bereket ve gelişme göstergesidir. Ne zaman ki bilim ve düşün faaliyeti durakladı, herkes kendisi ve bilim adına değil, Allah'ın avukatı gibi Kur'an ve Peygamber adına hüküm vermeye başladı; halk da kendisine benimsetilen yorumları dokunulmaz kılıp kutsallaştırdı. Yeni yorumlar üretimi durduğu için eski mezhepler din olmaya başladı.

Üçüncüsü: Mezhep yorumları içinden herkes istediğini seçebilmelidir. Bu seçim engellenip "Sadece bir kişinin yorumunu esas alabilirsiniz" dendiği anda mezhep dinleştirilmiş ve ikinci bir din yaratılmış olur. Bu, tartışmasız ve tevilsiz putperestliktir.

Bir insan, sadece filan veya falan mezebin İslam'ı temsil ettiğini söylerse dinden çıkar. Çünkü böyle bir söylem, Allah'ın dinine karşı yeni bir din ortaya sürmenin ta kendisidir. Mezhebin yorumunu almakla, o yorumu din yapmak tamamen ayrı şeylerdir.


BİD'ATLAR, HURAFELER

Mezheplerin Dini Tamamladıklarını Sanmak Veya Savunmak:

Mâide 3. ayete açıkça aykırı olan bu anlayış Tanrı'ya bir hakaret ve sonuç olarak da şirktir. Allah'ın, "Bugün mükemmel hale getirdim, tamamladım..." (Mâide, 3) dediği bir din ancak anlaşılmak için incelenir, eksiklerini tamamlamak veya kemale erdirmek için değil.

İslam dünyasının asırlardır süren mezhep anlayışı ikinci yolu seçmiş ve mezhepleri dini tamamlayan birer faaliyet olarak görmüştür. Bunun içindir ki, bu anlayış mezhep kabullerini tıpkı Kur'an ayetleri gibi, hatta onlardan -hâşâ- önce dokunulmaz kılıyor.

Mezhep kabullerine uymayan ayetleri tevil eden veya mensûh (hükümden düşmüş) sayan ekoller ve fakîhler vardır.

Ubeydullah el-Kerhî (ölm. 340/ 951) denen 'mezhepperest' Hanefî fakîhi bunların tipik örneklerinden biridir. Sözlerinden buram buram şirk tüten bu adama göre, mezhebin kabullerine uymayan ayetler ve hadisler ya tevil edilir yahut da mensûh sayılır.

Aynen şöyle diyor:

"Mezhebimizin hükümlerine uymayan her ayet ya tevil edilmiştir yahut da mensûhtur. Her hadis de böyledir."

(Kerhî'nin er-Risâle'sinden naklen Hayreddin Karaman; İslam Hukuk Tarihi, 251) Kerhî'nin çıkardığı bu kerih kokuya göre, mezhebin kabulleriyle ayet ve hadis arasında çelişme ve çatışma çıktığında mezhebi Allah'a ve Peygamber'e uydurmaya kalkmayacağız, Allah'ı ve Peygamber'i mezhebe uyduracağız. Ne diyelim, Kerhî'nin cehennemdeki çukuru derin olsun! Kerhî gibilerin açtığı çığır yüzündendir ki mezhepler dinleştirildi ve giderek tefrika (bölünme, parçalanma, bölücülük) şirkinin birer aracı haline getirildi.


Hak Mezhep Deyimini Kullanarak Allah'a Ait Bir Sıfatı İnsana Vermek:

Mezhepperestliğin en yıkıcı söylemlerinden biri de bazı mezhepler için 'hak mezhep' nitelemesi yapılmasıdır.
Bu söylemde iki İslamdışılık yan yanadır.
Birincisi, 'hak' sıfatının beşerî bir kurum olan mezhep için kullanılması,
ikincisi, belli bir topluluğun benimsediği yorumların hakkın ta kendisi gibi gösterilmesi...

Kur'an'ın açık beyanlarına göre, Hak, Allah'tan gelir; bunda asla kuşkuya düşülmemelidir. (2/147; 3/60) Peygamberler bile hakkın kendisi değil, sadece tebliğcisi olabilirler. Hak sıfatı yalnız Allah'a verilebilir. (Yûnus, 32) Şu halde, aynı zamanda Allah'ın isim-sıfatlarından biri olan hak sözcüğünü beşerî kurumlar olan mezheplere sıfat yapmak açık bir sapıklıktır. Ve şu halde 'hak mezhep' tâbiri küfürdür; kullananların tövbe etmeleri gerekir.


Mezheplerin Sayısını Dondurmak, Örneğin Dört Mezhebi Geçerli Sayıp Ötekileri Dışlamak:

Bu da açık bir bühtandır, bir insanlık suçudur. İslam ümmetinin düşünen benliklerince üretilmiş bilgi mirasının büyük bir kısmını inkâr etme nankörlüğüdür. Hicretin daha ilk iki asrında yüzü aşkın mezhep vardı. Bunların sadece dördünü alıp ötekileri yok saymak nankörlük ve cehalettir.O yok sayılan mezhepler içinde bugün baş tacı edilen mezhepleri kuranların hocaları, eğiticileri vardır. Üstat mevkiindeki o insanlar ve ekolleri yok sayılınca sonrakiler nasıl anlam kazanacak?!

Geleneksel Emevî-egemen din anlayışı, kendi yorum ekolleri dışına çıkanları 'dinsiz, İslam dışı' ilan etmiştir. Bu engizisyon zulmü asırlardan beri işlenmektedir. Bazen açık, sezan maskeli biçimde.

Anılan zulmü en kahırlı şekilde sergileyenlerden biri de Osmanlı yönetimidir. Bu yönetim, güdümüne girdiği (veya güdümüne aldığı) Arapçı-Emevîci ulemanın fetvalarıyla tam bir mezhep engizisyonu estirmiştir. Bir yandan mezhepleri savunmak için "İhtilaf rahmettir, ümmet her konuda farklı fikirler üretmeli" denmiş, öte yandan egemen kabullere ters düşen yorum
ve açılımlar sert bir engizisyon müdahalesiyle din dışı ilan edilmiştir.

Mezhep çekişmelerinin onca kahrı çekildikten sonraki bir zamanda bile nasıl bir tavır takınıldığını, Osmanlı'nın son zamanlarından bir örnekle göstereceğiz. Osmanlıların en uzun süreli şeyhulislamlık görevlerinden birini (1718'den itibaren yaklaşık 13 yıl) yapmış olan Yenişehirli Abdullah Efendi (ölm. 1743) Behcetü'l-Fetâva adıyla kitaplaştırılan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun en saygın fetva kaynaklarından biri olan ünlü fetvalarında, Şiî ve Alevî Müslümanlar için akıl almaz ağırlık ve
çirkinlikte küfür fetvaları vermektedir.

Bir değil, birkaç kez verilmiş bu fetvalardan bazı örnekleri, Abdullah Efendi'nin kitabından seçip özetleyelim:

"Ravâfız-ı acem taifesi millet-i islamdan hariçlerdir. Ve mürtedîn hükmünde ve kıtalleri vaciptir. Min gayrı maslahatin halleri üzerine terk olunmak caiz değildir. Maktulleri ve sair mevtaları ehl-i nar hükmündedir. Namazları kılınmaz ve makabir-i müslimîne defnolunmazlar." (Behcetü'l-Fetâva, 174)

Günümüz Türkçesi ile şu demek: "Şiî acem kitlesi İslam milletinin dışında bir millettir. Mürted hükmündedirler ve öldürülmeleri vaciptir. Önemli bir gerekçe olmadan kendi halleri üzerine bırakılmaları caiz değildir. Öldürülenleri ve ölenleri cehennemliktir. Namazları kılınmaz ve Müslüman mezarlığına gömülmezler."

"Acem Şiîlerinin diyarları darülharptir ve üzerlerine ahkâm-ı mürtedîn icra olunur." (Aynı eser, 175) Yani: Şiîlerin ülkeleri darülharptir ve onlara mürtedlere ilişkin hükümler uygulanır." (Bu demektir ki bulundukları yerde öldürülürler, malları ve kadınları öldürenlerin ganimeti olur.)

"Melâin-i mezbûrenin İslam'a gelmeyen ricali alâ tarîkil istîsal katl ve nisa ve sıbyanı katilden gayrı tarikle islamacebr olunur... Ol diyarda mütemekkin olup küfr-i aslî ile kâfir olanlar harbî hükmündedir; rical, nisa ve sıbyanı İslam'a cebrolunmaz..." (Aynı eser, 175)

Günümüz Türkçesiyle: "Anılan melun kitlenin İslam'a girmeyen erkekleri kökü kazınmak suretiyle öldürülür, kadınları ve çocukları öldürülmez, zorla islamlaştırılır... O ülkede yaşayıp doğuştan kâfir olan gayrımüslimler zimmî konumundadır; erkekleri, kadınları ve çocukları zorla Müslümanlaştırılmaz..."

"Ravâfız-ı acem diyarları üzerlerine ehli islamdan hücum eden kimselerin melâîn-i mezbûrenin nisalarında seby ve istirkak ittiklerinden islama gelenlerin milk-i yemin ile vat'ları caiz olur mu? Elcevap: Olur." (Aynı eser, 176)

Bugünkü Türkçe ile: "Acem Şiîlerinin ülkelerine saldıran Müslüman kimselerin, bu melunların kadınlarından esir edip köleleştirdiklerinden İslam'a girenlerin, câriyeleştirmek suretiyle yatağa alınmaları caiz olur mu? Cevap: Olur."

"Diyarları darülharp olan ravâfız-ı acem biladından nahcivan nâm belde ahalisinden zeyd-i râfızî, ol beldede iken küfri mûcip olan itikadât-ı fâsidesinden rücu' ve şeref-i islam ile müşerref olup ehli sünnet ve cemaat mezhebi üzere mûtekit olduktan sonra temekkün ve teehhül idüp ba'dehu fevt olsa zeydin hal-i rafzında malik olup nahcivanda olan akarâtı dâr-i islamda olan veresesine intikal ider mi? El cevap: İtmez." (Aynı eser, 177)

Bugünkü Türkçe ile: "Ülkeleri darülharp olan İran Şiîlerinin kentlerinden Nahcivan adlı kentin ahalisinden Şiî Zeyd,o kentte yaşarken kâfirliği gerektiren bozuk inançlarından dönüp İslam ile şereflenip Ehlisünnet velcemaat mezhebi üzere inançlandıktan sonra yerleşip evlense, sonra da ölse Şiî inancı üzere iken Nahcivan'da edindiği malları İslam diyarında bulunan mirasçılarına intikal eder mi? Cevap: Etmez."

"Diyarları darülharp ve ahalisi mürtedîn hükmünde olan ravâfız-ı acem diyarı üzerine hücum iden asker-i islam ol ravâfızın nisvanlarını seby ve istirkak ittikten sonra ol nisvanların kablel istirkak zevcleri olan kimesneler zuhur idüp ol nisvanları eyd-i müslimînden bir tarîkle tahlîs murad eyleseler mezbûrlara müsaade olunup nisaları virilmek meşru mudur? El cevap: Değildir." (Aynı eser, 178)

Günümüz Türkçesiyle: "Ülkeleri darülharp ve ahalisi mürted hükmünde olan Acem Şiîleri üzerine saldıran Müslüman askerler o Şiîlerin kadınlarını esir ve köle haline getirdikten sonra o kadınların daha önceki kocaları ortaya çıkıp o kadınları bir şekilde kurtarmak isteseler kadınları o eski kocalarına vermek meşru mudur? Cevap: Meşru değildir."

"Zeyd-i müslim, kızılbaş keferesine mahsus olan kalpağı rızasıyla başına giyse ne lazım gelür? El cevap: Tecdid-i iman ve nikâh lazım gelür." (Aynı eser, 181)

Bugünkü Türkçe ile:"Müslüman bir kişi, kızılbaş kâfirlerine has olan kalpağı kendi isteğiyle başına koysa ne lazım gelir? Cevap: Bu kişinin imanını ve nikâhını tazelemesi gerekir."

"Sultanül müslimîn padişahımız hazretlerinin taraf-ı bâhiruşşereflerinden cihad içün tayin olunan asâkir-i islam ol diyar üzerine hücum idüp mukaddema virilen fetva-i şerifin mantûku üzere ravâfız-ı mezkûenin ricallerini katl ve nisa ve sıbyanını seby ve istirkak ve mallarını ganimet idüp dar-i islama ihraç ve ol nisaların dar-i islama gelenlerini malik olan kimesneler milk-i yemin ile vat' ittiklerinde müslim olan zeyd, 'ravâfız-ı mezkûrenin üzerlerine cihad ve ricallerini katl haramdır ve nisa
ve sıbyanlarını seby ve istirkak ve mallarını ganimet meşru değildir, nisalarını ba'del islam vat' zinadır' deyüp bu vech üzere itikad eylese zeyde ne lazım olur? El cevap: Tecdîd-i iman ve nikâh lazım olur; musır olursa katl olunur." (Aynı eser, 181)

Günümüz Türkçesiyle: "Müslümanların sultanı padişahımız hazretlerinin en yüce şerefi taşıyan makamlarından cihat için tayin edilen Müslüman askerler râfızî ülkesine saldırıp daha önceden verilmiş bulunan şerefli fetva gereğince anılan râfızîlerin erkeklerini öldürüp kadınlarını ve çocuklarını esir ve köle haline getirse, mallarını ganimet kılıp islam ülkesine geçirse ve o kadınların İslam beldesine gelenlerine sahip olan kimseler onları câriyeleştirmek suretiyle yataklarına almış olsalar ve böyle bir durumda Müslüman bir kişi bu yapılanların meşru olmadığını söylese, bu insanların Müslümanlaştıktan sonra kadınlarına tecavüzün zine olduğunu iddia etse ve böylece inansa bu Müslüman kişiye ne yapmak gerekir? Cevap: İman ve nikâhını yenilemesi gerekir. İnancında ısrar ederse katli gerekir."

Özetlediğimiz bu fetvaların bir dökümünü yaparsak, bir Sünnî-Hanefî beldesi olan Osmanlı ülkesinin resmî fetva makamının birer Müslüman mezhebi olan Şiîlik ve Alevîlik mensuplarına bu bakışının tartışmasız sonuçları şunlardır:

1. Şiî inancına sahip kitleler, kâfirdir. Ancak bunların kâfirliği bir küfr-i aslî (doğuştan kâfirlik) değildir.Bunlar sonradan kâfir olduklarından mürted sıfatı taşırlar.Bunun sonucu olarak, bu mezhep kâfirlerine muamele gayrımüslimlere muameleye benzemeyecektir. Gayrımüslimlerin mallarına, canlarına dokunulmaz, kadınları, çocukları Müslüman olmaya zorlanmazken
öteki mezhepten olanlara mürted muamelesi yapıldığı için onların canları alınır, mallarına el konur, kadınları câriyeleştirilir, çocukları da zorla Müslümanlaştırılır.

2. Müslüman sıfatı sadece ehlisünnet mezhebi için geçerlidir. Bunun içindir ki "Müslüman olmak" ile "Ehlisünnet mezhebine girmek" eşanlamlıdır.

3. Mezhep kâfirlerinin katledilmeleri, mallarının yağmalanıp kadınlarının ve çocuklarının köleleştirilmesi için onların 'İslam diyarı'na yani Sünnî mezhep topraklarına saldırmaları gerekmez. Onlar, kamu yararı gerekli kılmadıkça asla rahat bırakılmamalı, ülkeleri saldırı ve yağmaya sürekli mâruz tutulmalıdır.

4. Şiîlerin ülkeleri darülharptir. Yani, orada yaşayanları öldürmek helal, öldürülenlerin mallarını ganimet olarak yağmalamak meşru, geride kalan kadınları câriyeleştirmek serbesttir. Çocuklar ise zorla 'Müslümanlaştırılır' yani sünnîleştirilir.

İşte, gelenekçi fıkhın bir yandan 'rahmet ve bereket' ilan edip öte yandan en ağır zulüm, kahır, tekfir, cinayet ve yağmalamaların gerekçesi saydığı mezhep farklılığının tarih tarafından belgelenmiş tablosu...

Burada bir gerçeğin daha altını çizmek borcundayız: Siyaset dinciliğinin siyasal hasımları etkisiz kılmada esas aldığı dinsel tavır ve dinsel söylem, şurada verdiğimiz fetvaların ortaya koyduğu mantık ve tavırdır. Siyaset dinciliği, hasımlarını önce kâfir ilan etmekte, bunun zorunlu sonucu, onların 'düz kâfir' değil de mürted ilan edilmesi olduğundan bu siyasal rakiplerin canları ve malları helal hale gelmektedir. Böyle olunca da, siyaset dincilerinin hasımları, akla gelebilecek her türlü zulüm, cinayet, yağmalama, iftira ve saldırıyı hak etmiş cehennemlikler olmakta ve onlara yapılacak her türlü kötülük 'Allah rızasına hizmet' haline gelmektedir. Yani, siyaset dinciliği, hiçbir Allahsızlığın tenezzül ve tevessül edemeyeceği bir zulüm ser-
gilemekte, insan haklarına ve insana kötülüğü ibadetleştirmektedir...


Mezheplerin Yorumlarından Seçmeler Yapılamayacağını İddia Etmek:

Mezheplerin her birinden bazı yorumları alıp yeni bir sentez yapma (telfîk-i mezâhib) eğilimi mezhebi dinleştirenler tarafından bir tür dinsizlik gibi gösterilmiştir. Bunun sebebi, mezhepleri din haline getirme illetidir. Allah'ın tek ve değişmez dini adına onlarca ekol doğarken sesi-sadası çıkmayanlar, bu ekollerin yorumları arasında tercihe kalkıldığında kıyameti koparmaktadırlar.

Bilim adamlarının yorumlarından kitlenin yararlanmasına engel olmanın iyi bir yanı olamaz. Hiçbir mezhebin yorumu din değildir.O halde, halk, yorumlar arasından istediğini seçer, hayat şartlarına, yaşadığı zamana ve zemine göre bu seçtiklerini birleştirerek kendisi için bir dinsel yaşam şekli belirler. Buna hiç kimse engel olamaz.

Yoruma ve kişilere itibarımız yok deniyorsa o zaman halka, "Hiçbir mezhebe itibar etme, Kur'an'ı oku, ne anlıyorsan onu yaşa" densin! Bu söylenmiyor, halkın kendi ihtiyaçlarına göre seçim yapması da engelleniyor. Bunun adı, din içinde despotizm kurmaktır. Bu despotizmi kuranlardan İslam ümmeti elbette ki davacı olacaktır. Ümmetin mâruz bırakıldığı en büyük
zulümler ve baskılar bu despotizmin ürünüdür. Kitleleri tevhit dininin patenti altında putperestlik yaşamaya iten bela da bu despotizmdir.

Sözün özü şudur: Her insan, Kur'an'ı okuyarak ondan anladığını yaşayabilir. En iyisini yapması gerekmiyor. Kendi aklıyla yürüyüp hata yapmak, onun-bunun kölesi haline gelerek isabetli olmaktan yeğdir. İnsana ve Kur'an müminine yakışan budur. Kitlelere, "Davar sürüsüne dönüşmeyin!" emrini veren, Kur'an'dır. (Bakara, 104) Kur'an'ı tebliğ eden Nebi bize mezhep bırakmamış, Kur'an'ı bırakmış ve ona yapışın demiştir.

Doğrudan Kur'an'a gitme yolunu seçmeyip zahmetsiz ve hazır yola girenlerse daha önce yapılmış yorumlardan kendi şartlarına uyanları seçebilir. Bir meselede bir mezhepten, bir başka meselede bir başka mezhepten yararlanabilirler. Yorum yorumdur. Ya bunların tümüne karşı çıkılır, yahut da isteyenin istediğini seçmesine izin verilir.


Mezhep Yorumlarının Artık Değişmeyeceğini, Din Hakkında Son Sözün Bu Yorumlar Olduğunu,
İçtihat Kapısının Kapandığını İddia Etmek
:

Mezhepleri din haline getiren zihniyetin işlediği en büyük suç budur. Bu suç, İslam toplumlarının asırlardır hayat ve can damarlarını tıkamış, düşünmeyi âdeta günah haline getirmiştir. Putlaştırılan mezhep imamları, din hakkında son sözü söyleyen yarı-ilah varlıklara dönüştürülerek Kur'an'ın yeni zamanlara ve mekânlara vereceği yeni reçetelerin vücut bulması imkân dışına çıkarılmıştır.

Prof. Dr. Süleyman Uludağ'ın bu konudaki yorumlarına ulaşmak için vermiş olduğumuz linke tıklayınız : http://kurandini.tr.gg/%26%23304%3Bs...6%23305%3B.htm

İçtihat kapısının kapandığını söylemek, İslam ümmetine, Firavunların, Ebu Cehillerin, emperyalistlerin, sömürgecilerin, işgalcilerin yapabilecekleri kötülüklerden daha beterini yapmaktır.İçtihat yani bilimsel ve düşünsel faaliyet kapısı kapanmışsa, İslam, eski devirlerin kabile dinlerinden biri olarak devrini doldurmuş demektir.

Düşünen insanları susturmak ve bastırmak için Allah'ın açık tutulmasını istediği bir kapıyı kapatmayı din sayanların yaptıkları nereden baksanız büyük bir cinayettir. Bu cinayeti işleyenlerden bu ümmet, Allah'ın ve tarihin huzurunda elbette ki davacı olacaktır.

Kaynak:İslam Nasıl Yozlaştırıldı ( Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk )
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Barış (16. May 2010), ebu Maruf (1. January 2011), Miralay (3. May 2010), yeşil (5. November 2011)
Alt 1. January 2011, 07:32 AM   #2
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Çok güzel bir yazı olmuş çok teşekkür ederim.Bende değinmediğiniz bazı eklentiler yapmak istiyorum müsaade ederseniz.
Mezheb sizinde buyurduğunuz gibi şahısların dini anlayışlarına göre yaptıkları din yorumudur.
Bu sadece Kuran Kaynaklı olsada yada diğer kaynaklardan yararlansada yararlanmasada.
Bunu şunu belirtmek için açıklamaya çalışıyorum.
Bir şahsın Ayet yorumlarıda mezhebden başka bir şey değildir.
Bu durumda en iyi yorumdan istifade etmeye çalışmak gereklidir.
Buda önce kalb ve akılla ve kaynakların değerlendirmesi ile olur.
Bizim için en önemli şey doğruyu bulabilmek adına müzakere dir.
Eğerki karşıt görüşlere saldırılarda bulunursak o zaman kendi görüşümüzün din olduğu iddiasında bulunuruz haşa.
Bu da karşı tarafa hakaretlere varan saldırılara gider.
Bu şekilde davranmak dinin en iyi şekilde yorumlamamızı engeller.
Nasılki Müctehid imamları tekel değilse sadece Kuran kaynaklı olduğunu iddia eden insanlarda tekel değildir.


saygılarımla
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ebu Maruf Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
dost1 (1. January 2011), Miralay (1. January 2011), yeşil (5. November 2011)
Alt 1. January 2011, 12:05 PM   #3
FEDAKARADAM
Uzman Üye
 
FEDAKARADAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 418
Tesekkür: 51
95 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
FEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud of
Standart

Hadi size göre ictihad kapısının kapandığını varsayalım.Şunun şurasında herkes kendi kafasına göre, iyi veya kötü yorumlar yaptığına göre ictihad yapıyorlar demektir.Yıllar geçtikçe ictihadın ne kadar zorunlu olduğu apaçık meydana çıkmaktadır.
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK)
FEDAKARADAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
FEDAKARADAM Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (1. January 2011)
Alt 1. January 2011, 12:09 PM   #4
Miralay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Miralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud of
Standart

Doğrudur kardeşlerim.

Sonuçta herkes Kur'andan anladığına göre akleder ve buna göre iman ve amel eder.

Hepimiz Kur'andan sorumlu tutlacağız. Yani ahirette sınav sorusu bu muhteşem kitaptan çıkacaktır. Rabbim bizlere merhamet ederek,"Siz bu kitaptan sorumlu tutlacaksınız" diyerek kopya bile vermiştir.

Elhamdülillahi rabbülalemin
Miralay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Miralay Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (2. January 2011), yeşil (5. November 2011)
Alt 1. January 2011, 12:44 PM   #5
FEDAKARADAM
Uzman Üye
 
FEDAKARADAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 418
Tesekkür: 51
95 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
FEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud of
Standart

Bir mezhebe bağlanmayı emreden bir ayet

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmran 110)

Bu ayet-i celile, bu ümmetin bir vasfı olan, iyiliği emretmesi ve kötülüğü nehyetmesini beyanla mezhepsizliğin haram ve bir mezhebe bağlanmanın vacip olduğunu ispat etmektedir. Şöyle ki:

· Madem bu ümmet ve bu ümmetin âlimleri, Allah tarafından, iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmekle vasfedilmiştir. O hâlde ittifakla emrettikleri şeyin iyilik ve nehyettikleri şeyin de kötülük olması gerekmektedir. Aksi olamaz. Yani iyiliği men edip kötülüğü emredemezler. Zira bu, Kur’an’ın mezkûr beyanına muhalif olur ki, bu mümkün değildir.

· Ve madem bu ümmetin âlimlerinin emrettiği şey; hayır ve nehyettiği şey; kötüdür. O hâlde mezhepsizlik haram ve bir mezhebe bağlanmak vacip olmalıdır. Zira bu ümmetin âlimleri on dört asır boyunca mezhepsizliğin kötü bir şey olduğunu söyleyerek mezhepsizliği nehyetmiş ve bir mezhebe bağlanmayı emretmiştir. Şimdi bu beyanlardan birkaçını nakledelim:

İmam-ı Gazali (r.a.): Müctehid olmayanın bir mezhep imamına tabi olması gerekmektedir. Mukallidin, yani Kur’an’dan ve hadislerden hüküm çıkarma gücü olmayanların, taklit ettiği ve uyduğu mezhep imamının sözü dışına çıkması caiz değildir. Çıkar diyen kimse de yoktur. Her yönden ona uyması gerekmektedir. Uyduğu mezhep imamına muhalefeti çirkin bir harekettir ve bu muhalefeti sebebiyle günahkârdır. (İhya, 9. Kitab, 2.Bab, Emir ve Nehyin Şartları; c.2, s.803)

Bu asırda yaşayanlar içinde müctehid yoktur. Müctehid olmayanlar da, kendilerine sorulan meseleye, ancak bağlı bulundukları mezheb imamından naklederek cevap verirler. Mezhep imamının ictihadını terk etmesi caiz değildir. (İhya, 1. Kitab, 4. bab, Hilaf İlmi ve Münazaranın Afetleri; c.1, s.113)

Ahmed bin Muhammed Tahtavi Hazretleri: Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Kurtuluş yolu ehl-i sünnet ve-l cemaat denilen dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep: Hanefi, Maliki, Şafiî ve Hanbelî’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine tabi olmayan, ehl-i bid’a olup cehenneme gider.

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri: Hakikat namazında kıblen dört mezhep olsun.

Abdülgani Nablüsi Hazretleri: Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir.

İmam-ı Rabbanî Hazretleri: Mezhepten ayrılmak ve mezhepsiz olmak ilhad, yani küfürdür. Dört mezhepten birini terk eden, boynundan İslam ipini çıkarmıştır.

İbn-i Melek: Şimdi yeryüzündeki yaşayan bütün Müslümanlar, mukallittir. Yani taklit ehli olup bir mezhebe bağlanması gerekmektedir. Bir mukallit, ne kadar âlim olursa olsun, ictihadda bulunamaz. Ancak müctehidlerin bildirdikleri hükümleri naklederler.

İbn-i Abidin ve Şevâhid-ül-hak Hazretleri şöyle buyuruyor: İslam âlimleri, sözbirliği ile bildiriyorlar ki; hicretin dördüncü asrından sonra tek başına ictihad yapabilecek âlim dünyaya gelmedi. Şimdi bütün Müslümanların, bilinen dört mezhebden birine uymaları lâzımdır. Çünkü şimdi, Kur’an-ı Kerim’i ve hadis-i şeriflerin tamamını anlayıp bunlardan ahkâm çıkarabilecek ilim sahibi yoktur. Zaten bir mezhebe uyulursa, Kur’an-ı Kerim’e ve Resulullah’ın sünnetine uyulmuş olur.

Celâleddîn-i Süyûtî gibi büyük bir âlim, müctehid olduğunu söyleyince zamanındaki âlimler, Süyûtî Hazretleri’ne bir soru sordular ve ona; önceki âlimler bu mesele hakkında iki farklı cevap vermişlerdir. İctihadın en aşağı derecesinde olan, bunlardan birini seçebilir. Sen müctehid isen bunlardan birini seçip bize haber ver!” dediler. Süyûtî Hazretleri, Allah’tan korktuğu için isabet edememe endişesinden dolayı birini seçmeğe cesaret edemedi.

İbni Hacer Hazretleri bu olay üzerine der ki: En aşağı derecedeki ictihad olan, iki haberden birini tercih etme işi böyle güç olunca mutlak müctehid olmanın imkânsızlığı anlaşılmalıdır.

Şeyh-ül-İslam Zekeriyya buyurdu ki: “Mezhep imamları, kapalı olarak bildirilen hadis ve ayetleri izah edip açıklamasalardı, bunları hiçbirimiz anlayamaz ya da yanlış anlardık.”

Büyük âlim Muhammed Hadimi Hazretleri Berika kitabında buyuruyor ki:”Şer’i delillerin; kitap, sünnet, icma ve kıyas olarak dört olması ictihad mertebesindeki müctehid âlimler içindir. Mukallitler, yani müctehid olmayanlar için delil ve senet; bulunduğu mezhebin hükmüdür ve mezhep imamının görüşüdür. Çünkü mukallitler, ayet ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun için bir mezhebin bir hükmü, ayet ve hadislere uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü ayet ve hadisler tevili gerekebilir, neshedilmiş ve hükmü kalkmış olabilir. Bunu da ancak müctehid âlimler anlar.”

İmam-ı Şafi Hazretleri: “İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin görüş ve ictihadını beğenmeyene Allah-u Teâlâ lanet etsin! Çünkü bütün müctehidler, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin çocukları hükmündedir.”

Taceddin-i Sübki Hazretleri buyuruyor ki: “Peygamberlerin varisi olan mezhep imamlarına karşı edepli olmalıdır. Din imamlarına dil uzatan, felakete gider. Onların her sözü bir delile dayanır.

Abdülgani Nablüsi Hazretleri: Bugün dört mezhepten başkasına uymak icmadan ayrılmak olur ki, bu caiz değildir.

İmam-ı Gazali Hazretleri , bir ara müstakil bir mezhep kurmak istediği, ancak kendisine rüyada ikaz edildiği için bundan derhâl vazgeçtiği sahih kaynaklarda nakledilmektedir. Evet, İmam-ı Gazali gibi bir Hüccetü-l İslam, mezhep kuramamış ve fıkhî hükümlerde İmam-ı Şafi’yi taklit etmiştir. Acaba zamanımızın mezhepsizleri, İmam-ı Gazali’den daha mı âlimdir? Ya da ondan daha mı yeteneklidir? Belki de arada ki fark; bunların, İmam-ı Gazali kadar Allah’tan korkmamaları ve isabet edememe endişesini taşımamalarıdır.

Yine İslam hukukunda söz sahibi olan ve “Sadr-üş-Şeria” yani “Şeriatın Kalbi” unvanıyla meşhur olan, Abdullah ibni Mesud-ül Mahbubi Hazretleri de beşinci bir mezhep kurmak istedi. Bunun üzerine rüyasında, Cebrail aleyhisselamı gördü. Kendisine, dört kapısı ve üzerinde dört penceresi olan çok güzel bir cami göstererek, bu güzel mabedin ahenk ve nizamını, mimari özelliğini bozmadan, camiyi yıkılma tehlikesine maruz bırakmadan bir kapı ve bir pencere açmasını teklif etti. Ne kadar uğraştıysa da sayılan bu özelliklere riayet ederek yeni bir kapı ve pencere açma cesaretini gösteremedi. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam, yeni bir kapı açılması halinde mevcut ahengin bozulacağını, İslam’ın zarar göreceğini ikaz ederek bu teşebbüsünden vazgeçmesini kesin bir şekilde ihtar etti. Bu önemli ikaz üzerine “Sadr-üş-Şeria” hatasını anlayıp bu teşebbüsünden hemen vazgeçti. Daha sonra da kimse böyle bir teşebbüste bulunma cesaretini gösteremedi. Zaten buna ihtiyaç da yoktur. Zira dört mezhep, dinimize ait bütün meseleleri çözmüş, ileride çıkabilecek meselelerin de çözüm yollarını göstermiştir.

Muhammed Zahid el- Kevseri: Mezhepsizlik, dinsizliğe giden köprüdür.

Şehristani ve Yusuf en-Nehbani: Hak olan, doğru olan dört mezhebin itikatları, yani imanları aynıdır. Dördü de ehl-i sünnet itikatındandır. Mezheplerden birine uymayan bidat ehli sayılır ve mezhepsizdir.

Tahtavi: Ehl-i sünnetin onlarca mezhebinden dört tanesi kitaplara geçmiş olup diğerleri kısmen unutulmuştur. Müctehid olmayanların, bütün hareketlerinde ve ibadetlerinde bir müctehide tabi olması yani bu dört mezhepten birinde bulunması gerekmektedir.

Abdurrahman Silheti, İmam-ı Nablusi: Mezhep taklit etmek, Kitap ve sünnetten ayrılmış olmak demek değildir. Bilakis mezheb imamının Kitap ve sünnetten bildiklerine uymak, Kitap ve sünnete uymak demektir.

Bu meselede söylenen sözlerin tamamını nakledecek olsak, hususi bir kitap olabilir. Zira on dört asır boyunca her âlim bir mezhebe bağlanmanın şart olduğunu ve mezhepsizliğin caiz olmadığını beyan etmiştir. Bizler meseleyi daha fazla uzatmamak için bu kadar nakille yetiniyor ve son olarak diyoruz ki:

Tefsirini yaptığımız ayet-i kerime, bu ümmetin hayırlı bir ümmet olarak insanlar için çıkartıldığını ve hayırlı ümmet olması altında yatan ana sebebin de, iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek olduğunu bildirmiştir. Demek iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek bu ümmetin bir vasfıdır. Ve bu ümmet, Efendimiz’in; “Ümmetim asla dalâlet üzerinde birleşmez.” ifadesiyle asla batılda ittifak etmeyecektir. O hâlde şu muhakemeyi yapabiliriz:

•· Madem Kur’an’ın ifadesiyle bu ümmetin vasfı iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmektir.

•· Ve madem Peygamberimiz (s.a.v.)’in beyanıyla bu ümmet asla batılda ittifak etmeyecektir,

•· O hâlde hakkında ittifak edilen bir mesele batıl olmayıp hak olacaktır.

•· Ve madem hakkında ittifak edilen mesele hak olacaktır. O hâlde bir mezhebe bağlanmak da hak olmalıdır. Zira zikrettiğimiz gibi, İslam âlimlerinin tamamı bu meselede ittifak etmiş ve hepsi bir mezhebe bağlanmanın şart olduğunu beyan etmişlerdir. Hatta sadece beyan ile yetinmeyip yüz bin hadisi, senetleriyle birlikte bilen o büyük âlimler bile dört mezhepten bir mezhebe tabi olarak, fıkhi konularda o büyük mezhep imamlarını taklit etmişlerdir.

O hâlde diyebiliriz ki bir mezhebe bağlanmanın gerekli olmadığını söyleyen cahiller, hem Efendimiz’in; “Ümmetim asla dalâlet üzerinde birleşmez.” hadisini inkâr etmekte hem de tefsirini yaptığımız; “Siz insanlar için çıkartılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder ve kötülüğü nehyedersiniz.” ayetini inkâr etmektedirler.

Zira onların mezhepsizliği savunması bu ümmetin dalalet üzerinde birleşebileceği fikrini ve bu ümmetin iyiliği emretmeyip kötülüğü emrettiği neticesine varmaktadır. Çünkü eğer mezhepsizlik caiz ise, bu ümmetin âlimleri mezhepsizliğin haram olduğunu söyleyerek hem batılda ittifak etmişler hem de iyiliği değil, batılı emretmişler demektir. Çünkü onlar mezhepsizliğin caiz olmadığını söylemişlerdir.

O hâlde yol ikidir:

1- Ya Efendimiz’in “Ümmetim asla dalâlet üzerinde birleşmez.” hadisini ve “Siz insanlar için çıkartılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder ve kötülüğü nehyedersiniz.” ayetini kabul edeceğiz ki bunu kabul ettiğimizde mezhepsizliğin haram olduğunu da kabul etmek zorundayız. Çünkü İslam âlimleri mezhepsizliğin haram olduğunu bildirip bu konuda ittifak etmişlerdir. Onların bu konudaki ittifakları hadisin beyanına göre asla dalalet olamaz. Çünkü dalalette ittifak olmaz. O hâlde bu ittifak hidayettir.

2- Ya da mezkûr hadis ve ayetleri inkâr ederek mezhepsizlerin sözünü dinleyeceğiz.

Biz, Kur’an’a ve hadise kulak vermeyi tercih ediyoruz.
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK)

Konu FEDAKARADAM tarafından (1. January 2011 Saat 12:49 PM ) değiştirilmiştir.
FEDAKARADAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
FEDAKARADAM Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
ebu Maruf (3. January 2011)
Alt 1. January 2011, 04:23 PM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Ebu Maruf Kardeşim!

Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Çok güzel bir yazı olmuş çok teşekkür ederim.Bende değinmediğiniz bazı eklentiler yapmak istiyorum müsaade ederseniz.
Mezheb sizinde buyurduğunuz gibi şahısların dini anlayışlarına göre yaptıkları din yorumudur.
Bu sadece Kuran Kaynaklı olsada yada diğer kaynaklardan yararlansada yararlanmasada.
Bunu şunu belirtmek için açıklamaya çalışıyorum.
Bir şahsın Ayet yorumlarıda mezhebden başka bir şey değildir.
Bu durumda en iyi yorumdan istifade etmeye çalışmak gereklidir.
Buda önce kalb ve akılla ve kaynakların değerlendirmesi ile olur.
Bizim için en önemli şey doğruyu bulabilmek adına müzakere dir.
Eğerki karşıt görüşlere saldırılarda bulunursak o zaman kendi görüşümüzün din olduğu iddiasında bulunuruz haşa.
Bu da karşı tarafa hakaretlere varan saldırılara gider.
Bu şekilde davranmak dinin en iyi şekilde yorumlamamızı engeller.
Nasılki Müctehid imamları tekel değilse sadece Kuran kaynaklı olduğunu iddia eden insanlarda tekel değildir.


saygılarımla
Allah razı olsun. Din adına yazılanlardan yararlanmak ile yazılanları dinleştirmek farklı şeylerdir ki yazıda buna dikkat çekilmiştir.

İnsanlar, inançlarıyla ilgili olduğunu düşündükleri her türlü çalışmaları okurlar incelerler ve inançlarının ana kaynağı olan "Kitaptakilerle" uyuşup uyuşmadıklarına bakarak bir sonuca ulaşırlar.

Sorun bunun yapılıp yapılmamasında değil okunanların okuyanlarınca "din olarak algılanıp algılanmamasında" hatta daha da ileri giderek kendisinin okuduklarına karşı çıkan yazıları savunanları "dinsizlikle" ve "sapkınlıkla" nitelendirilmesindedir.

Kendisini "LA İLAHE İLLAALAH MUHAMMEDİN RESULULLAH" diyerek "MÜSLÜMAN" olarak niteleyen kişi için "DİN ALLAH'INDIR" ALLAH RESULU'NUN ALLAH'TAN ALDIĞI VAHİYLERİN TEBLİĞİNDEN OLUŞANLARDIR Kİ,BU DA KUR'AN'DA OLANLARDIR.

Allah'ın Resulu tebliğ ettikleri ile ilgili soru soranlara elbette cevap verecektir ve vermiştir de. Yine Allah'ın ayetlerini okuyup anlamaya ve yaşamaya çalışanlar kendilerine sorulan sorulara cevap verecektir ve vermiştir de...

Allah'ın Resulu ile aramızda yaklaşık 1400 yıl gibi bir zaman vardır. Allah Resulunun ağzından çıkan sözlerin tartışmasız geleni sadece KUR'AN'dır. Bunun dışında Allah Resulu'ne izafe edilen sözlerin KUR'AN gibi kesinliği sözkonusu değildir bunun için de KUR'AN'ın denetiminden geçirilmeden değerlendirilmesi yanlıştır.

Yine adına izafe edilerek oluşturulmuş mezhepler vardır . Bunların söylemlerinin de "din olarak algılanması" yanlıştır ki birine göre doğru olan diğerine göre yanlıştır.

Allah'ın dinine inananlar için tek ölçüt olmalıdır o da "sayısız mehhep görüşleri" değil KUR'AN'dır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
ebu Maruf (3. January 2011), Miralay (1. January 2011)
Alt 1. January 2011, 05:14 PM   #7
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Fedakar adam Kardeşim!

Bir mezhebe bağlanmayı emreden bir ayet diyerek yazdığınız

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmran 110)"

ayeti oldukça geniş açıklayan alıntılar yapmışsınız. Açıklamalarınızda alıntı yaptığınız alimlerin arasında uyuşmazlık olup olmadığını inşaAllah farkedebilenlerden olursunuz.

İslam Dinini anlayabilmek için çaba sarfedenlerin tümünden de Allah razı olsun.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah En'am Suresinin 159-165 ayetlerinde:

İnnelleziyne ferreku diynehüm ve kânu şiyean leste minhüm fiy şey'in, innema emruhüm ilAllahi sümme yünebbiuhüm bi ma kânu yef'alun;

Men cae bil haseneti felehu aşru emsaliha ve men cae bisseyyieti fela yücza illâ misleha ve hüm la yuzlemun;

Kul inneniy hedaniy Rabbiy ila sıratın müstekıym diynen kıyemen millete İbrahîyme haniyfa ve ma kâne minel müşrikiyn;

Kul inne Salatiy ve Nüsükiy ve mahyaye ve mematiy Lillahi Rabbil alemiyn;

La şeriyke leHu, ve bi zâlike ümirtü ve ene evvelül müslimiyn;

Kul eğayrAllahi ebğıy Rabben ve Huve Rabbü külli şey'in, ve la teksibü küllü nefsin illâ aleyha ve la teziru vaziretun vizra uhra sümme ila Rabbiküm merciuküm feyünebbiuküm bi ma küntüm fiyhi tahtelifun;

Ve Huvelleziy cealeküm halaifel’ Ardı ve refea ba'daküm fevka ba'din deracatin liyeblüveküm fiyma ataküm inne Rabbeke seriy’ul ıkab* ve inneHu le Ğafurun Rahîym;


Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiçbir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir.

Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

De ki: "Şüphesiz Rabbim, beni doğru yola kılavuz ladı; dimdik ayakta duran bir dine, hanif İbrâhîm'in milletine. O [İbrâhîm], ortak koşanlardan olmamıştı."

De ki: "Benim salâtım [sosyal desteğim], ibadetim, hayatım ve ölümüm sadece kendisinin ortağı olma yan âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ve ben böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim."

De ki: "O [Allah] her şeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka Rabb mi arayayım?" Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinize dir dönüşünüz. Böylece O [Allah], ayrılığa düştüğü nüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi yeryüzünün halifeleri kılan, verdikleriyle sizi belalandırmak [sına mak] için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yük seltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Dinlerini parça parça edip, fırka fırka olanlar varya, senin onlarla hiç bir ilişiğin yoktur... Onların işi ancak Allah’a kalmıştır... Sonra (O), onlara yapmakta oldukları fiillerini haber verecektir.


diye buyurmaktadır.

Değerli Kardeşim!

Rabbımız olan Yüce Allah:

En'am 114 115 de:

Ve O, size Kitab'ı [Kur'ân'ı] ayrıntılı / hakk, batıl ayrılmış olarak indirdiği hâlde, Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Ve kendilerine kitap verdiğimiz şu kişiler, onun [Kur'ân'ın] şüphesiz Rabbinden hakk ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen [Onların bu Kitabın Allah tarafından indirildiğini bildikleri hususunda] sakın şüphecilerden olma.
Ve Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek biri yoktur. O, en iyi işitendir, en iyi bilendir.


(Kaf: 29) Benim huzurumda Söz değiştirilmez. Ve Ben kullara asla zulmedici değilim.

En'am ;116-117: Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece "zann"a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar.

Şüphesiz ki senin Rabbin, kendi yolundan kimlerin saptığını en iyi bilenin ta kendisidir. Ve O, doğru yolda olanları daha iyi bilendir.

diye buyurmaktadır.

Bu Âyetlerde Rabbimiz peygamberimizi ve onun şahsında tüm insanlığı uyarmaktadır.

Ayetlerden anlaşıldığına göre, insanların çoğunluğu bilgi yerine zanna uymakta, Allah'ın sözleri yerine atalarının sözlerine inanmakta, bu sebeple de çoğunluk tarafından benimsenmiş inançlar, teoriler, düşünce ve ilkeler sırf çoğunluk tarafından paylaşılıyor diye doğru olarak kabul edilmektedir. Oysa bunların çoğunluklar tarafından kabul edilmesi hiçbir zaman onların doğruluğuna delil olamaz.

Doğrular doğru olma niteliklerini onları doğru kabul eden çoğunlukların kabullerinden değil, bizzat kendilerindeki gerçeklikten alırlar.

Doğru olan, en iyi işiten ve en iyi bilen, hükümleri en mükemmel, en doğru, en adîl olan Allah'ın sözleridir.

Bu sebeple, çoğunluğa uyulduğu takdirde doğru yoldan sapılmış ve çoğunlukların gerçeksiz zanlarına mahkûm olunmuş olunur.

Rabbimiz, Âyetlerde insanların çoğunluğunun yüz çevirdiğine işaret ederek çoğunluğa uyulduğu takdirde yoldan sapılacağını ihtar etmektedir. Kendi yolundan sapanları en iyi bilen Rabbimiz, bu sapkınlığa çoğunlukların zanna uyarak hayal peşinde koşmalarının neden olduğuna işaret etmektedir.

Bu husus Kur'ân'da onlarca kez dile getirilmiştir:

Âl-i İmrân Sûresinin 110; Bakara Sûresinin 100, 243; A'râf Sûresinin 17, 102, 131, 187; Yûnus Sûresinin 55, 60; Hûd Sûresinin 17; Yûsuf Sûresinin 21, 38, 40, 68, 103; Ra'd Sûresinin 1; Nâhl Sûresinin 38; İsrâ Sûresinin 89; Furkân Sûresinin 50; Rûm Sûresinin 6, 30; Sebe' Sûresinin 28, 36; Mümin Sûresinin 57, 59, 61; Casiye Sûresinin 26; Mâide Sûresinin 59, 103; En'âm Sûresinin 37, 116; Enfâl Sûresinin 34; Tövbe Sûresinin 8; Saffât Sûresinin 71. Âyetlerine bkz.

Değerli Kardeşim!

Rabbımızın ayetlerini sizlerle paylaştım. Takdir sizlerindir.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Alalh'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Anonymous (1. January 2011), Barış (2. January 2011), Miralay (1. January 2011), yeşil (5. November 2011)
Alt 1. January 2011, 08:11 PM   #8
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun Aleykum! Değerli Ebu Maruf Kardeşim!

Aleykemus-Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu Dost 1 kardeşim

Allah razı olsun. Din adına yazılanlardan yararlanmak ile yazılanları dinleştirmek farklı şeylerdir ki yazıda buna dikkat çekilmiştir.

İnsanlar, inançlarıyla ilgili olduğunu düşündükleri her türlü çalışmaları okurlar incelerler ve inançlarının ana kaynağı olan "Kitaptakilerle" uyuşup uyuşmadıklarına bakarak bir sonuca ulaşırlar.

Sorun bunun yapılıp yapılmamasında değil okunanların okuyanlarınca "din olarak algılanıp algılanmamasında" hatta daha da ileri giderek kendisinin okuduklarına karşı çıkan yazıları savunanları "dinsizlikle" ve "sapkınlıkla" nitelendirilmesindedir.

Kendisini "LA İLAHE İLLAALAH MUHAMMEDİN RESULULLAH" diyerek "MÜSLÜMAN" olarak niteleyen kişi için "DİN ALLAH'INDIR" ALLAH RESULU'NUN ALLAH'TAN ALDIĞI VAHİYLERİN TEBLİĞİNDEN OLUŞANLARDIR Kİ,BU DA KUR'AN'DA OLANLARDIR.
Sadece yukarıdaki yazınıza nisbet benim kanaatimce ALLAH RAsulune Kurandan başka şeylerde vahy edilmiştir.Zira misal olarak isra süresinde biz ona ayetlerimizden bir kısmı gösterdik yada bir çok ayette Ona Kuran ve hikmeti öğrettik gibi ifadeler vardır.
ALLAH Rasulune s.a.v isnad edilen bir rivayettede bana KURAN ve misli verildi diye buyrulmuştur.Bunların örnekleri çokda aklıma şu an bunlar geldiği için belirttim.Ayrıca bu konu tek başına ele alınması gereken ve uzun uzadıya değerlendirilmesi gereken bir konu.Bütün bu ayetleri ve hadis rivayetlerini karşılaştırınca bende o şekilde bir kanaat oluştu
.

Allah'ın Resulu tebliğ ettikleri ile ilgili soru soranlara elbette cevap verecektir ve vermiştir de. Yine Allah'ın ayetlerini okuyup anlamaya ve yaşamaya çalışanlar kendilerine sorulan sorulara cevap verecektir ve vermiştir de...

Allah'ın Resulu ile aramızda yaklaşık 1400 yıl gibi bir zaman vardır. Allah Resulunun ağzından çıkan sözlerin tartışmasız geleni sadece KUR'AN'dır. Bunun dışında Allah Resulu'ne izafe edilen sözlerin KUR'AN gibi kesinliği sözkonusu değildir bunun için de KUR'AN'ın denetiminden geçirilmeden değerlendirilmesi yanlıştır.

Yine adına izafe edilerek oluşturulmuş mezhepler vardır . Bunların söylemlerinin de "din olarak algılanması" yanlıştır ki birine göre doğru olan diğerine göre yanlıştır.

Allah'ın dinine inananlar için tek ölçüt olmalıdır o da "sayısız mehhep görüşleri" değil KUR'AN'dır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Sevgili dost kardeşim söylemlerimizin aynı olduğunu düşünüyorum.
Zaten bende Kuran ayetleri dışındaki rivayetlerin kabulunun tartışmasız mutlak olduğunu falan belirtmedim.Belki sadece mütevatir hadisler hariçtir.
Zira onlar kesinlikle ALLAH RASULUNUN s.a.v sözleridir diye kabul edilir.
Onunda aynı KURAN-I KERİM gibi mütevatir yolla gelmiş olmasıyla kabulu şarttır.
Malumunuzdur ki bu gün Asım kıraatiyle harekelenmiş olan KURAN da mütevatir yolla gelmiştir.Aksini düşünmek bu kez insanların aklında KURAN hakkında çelişki oluşturacaktır.Zira hiç birimiz ALLAH Rasulunun s.a.v ağzından ayetler dökülürken yanında değildik.
Onun dışındakilere herkes kendi kalbinden diyebilirki ben şu rivayeti ALLAH RASULU s.a.v nun söylediğine inanmıyorum diyebilir.Bu ALLAH Rasulunun s.a.v sözünü kabul etmemezlik yapmıyorki.Ona isnad edildiğine ve bununda Onun s.a.v söylemediğine inanıyor.
Yoksa bunun dışında bir görüş farklılığı olduğunu sanmıyoruz.
Bu konudada yazdıklarınızdan anladığımda sizde aynı görüştesiniz.
Fakat çok önemli bir konuya değinmişsiniz. Müctehid imamların yada evliyaullahın fetva ve görüşleri dinin aslı gibi kabul ediliyor.Bu doğru bir akaid değildir.
Bekli isabet etmişlerdir belkide etmemişlerdir.
Bunun böyle bilinmesi çok önemli


selametle

Konu ebu Maruf tarafından (1. January 2011 Saat 08:24 PM ) değiştirilmiştir.
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 3. January 2011, 01:21 PM   #9
FEDAKARADAM
Uzman Üye
 
FEDAKARADAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 418
Tesekkür: 51
95 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
FEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud of
Standart

Kur'an da akaid kavramını bulabildiniz mi?


Ey iman edenler, Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır. (NİSA SURESİ-136)

Kur’an-ı kerim müminlerin yeniden iman etmeleri gerektiğini bildirmektedir. Bu hitap çoğunluğa yani müminlerin toplumunadır. Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne yeniden iman edin! Yani imanlarınızı gözden geçirin, amellerinizi gözden geçirin, müminler olarak kendinize çeki düzen verin!



Müminlerin topluca yeniden iman etmesi ne demektir?

Yeniden iman etmek öncelikle Allah’ı (cc) hakkı ile tanımak ve O’na (cc) tek Rab ve İlah olarak tam teslimiyet göstermek demektir. Buda ancak Allah’ın (cc) son Peygamberi Hz. Muhammed’e (sav) itikat ve amelde uymakla mümkün olur…



Yeniden iman etmek kalpların ve toplumun putlardan temizlenmesi demektir. Heva putu, kabir putu, heykel putlar, küçük ve büyük tağutların, ruhbanların, şirkin bütün çeşitlerinin ortadan kaldırılması demektir.




Yeniden iman etmek kalpların riya, kibir, haset, yalan gibi küfre ve şirke götüren özelliklerden arınarak, ihlas, ihsan, Allah (cc) ve Peygamber (sav) sevgisi ile dolması demektir.



Yeniden iman etmek Allah’ın (cc) farz kıldığı namaz, ramazan orucu, zekat ve hac gibi ibadetleri zamanında huşu ile yerine getirmek demektir.



Yeniden iman etmek İslam’ın diktatörlük ya da krallık, ruhbanlar tarafında yönetilen ya da insanlara Allah (cc) koyan hukuklar dışında sınırsız hukuklar tanıyan batı demokrasisi değil, Kur’an ve Sünnet hükümlerini esas alam sivil toplum olduğunu bilmek demektir.



Yeniden iman etmek Müslümanların işleri istişare (şura) ile yürütmeleri, yöneticileri Şuralarda seçmeleri, onları denetlemeleri ve gerektiğinde yine Şuralarda onların görevlerine son vermeleri demektir.



Yeniden iman etmek Allah’ın (cc) yasaklarını çiğnememek, yani tam bir takva sahibi olmak demektir. Bir müminin hayatında helal ve haram olan şeyler kesin olarak belli olmalı, müminler imanlarının gereği olarak sadece haram olan şeylerden değil, şüpheli olanlardan da sakınmalıdırlar.



Yeniden iman etmek iman küçük ve büyük günahlardan sakınmak, birilerini gıybet etmemek, zan ile hüküm vermemek, mümin kardeşinin arkasından casusluk etmemek demektir.



Yeniden iman etmek iman insanları İslam’a en iyi şekilde davet etmek ve emru bil ma’ruf ve nehyi anıl münkerı yaymak demektir.



Yeniden iman etmek iman imtihanını bu dünyada kazanmak demektir. Yani mümin kişi İslam davasını gündemine alacak, onu ekmek davasına feda etmeyecek, İslam davası için zorluklara katlanacak ve bu yolda malı ve canı ile mücadele edecektir.



Yeniden iman etmek müminlerin İslam ahlakına sahip olmaları demektir. Müminler vakar, tevazu, adap, şefkat, sabır, merhamet sahibi olmalıdırlar.



Yeniden iman etmek iman kendi nefsine yenik düşmemek ve ahiret hayatına en güzel şekilde hazırlanmak demektir. Unutulmamalı ki cennet ucuz değil, cehennem ise boşuna yaratılmamışdır.
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK)
FEDAKARADAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
FEDAKARADAM Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (3. January 2011)
Alt 3. January 2011, 01:24 PM   #10
FEDAKARADAM
Uzman Üye
 
FEDAKARADAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 418
Tesekkür: 51
95 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
FEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud of
Standart

Yeniden iman edenlerin yeni gündemi nasıl olmalıdır?

Mümkünse bütün namazlar, özellikle sabah ve yatsı namazları cemaat ile kılınacak

-Günde en 10 sahifeden 30 sahifeye kadar Kur’an-ı Kerim ve meali okunacak

-Yakınlarından başlayarak cemaat oluşturulacak ve haftada birkaç defa cemaatle İslami konularda ders yapılacak.

-Dinimizde farz kılınan ameller zamanında huşu, ihlâs ve ihsan ile yerine getirilecek.

-Helal olanlara uymak ve haramlardan sakınmaya dikkat edilecek.

-Ailesine ve çocuklarına İslam’ı öğretecek

-Televizyonda dizi seyretmek, kahvehanede boşuna vakit geçirmek gibi malayani işleri terk edecek.

-İlmi ve takvası derecesinde insanları İslam’a davet edecek ve emru bil ma’ruf ve nehyi anıl münkerı yapacak.

-Geceleri taheccüt namazı kılacak, gündüzleri Allah’ı (cc) çok zikir edecek, bunun yanında günahları için tevbe ve istiğfar edecek…
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK)
FEDAKARADAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
FEDAKARADAM Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (3. January 2011)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
mezhebler, yorumlar


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:57 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam