hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TARİH > Ehli Kitap > İsrail oğulları

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 14. January 2009, 12:40 PM   #31
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Kitaba Vâris Olan İsrâîloğulları;


76S- Onları yeryüzünde topluluklara ayırdık. Onlardan kimi iyi kişilerdi, kimi de alçak! Belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle de sınadık. 169- Onların ardından, yerlerine geçip Kitaba varis olan birtakım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak(dünyan)ın menfaatini alıyorlar: "Biz nasıl olsa bağışlanacağız!" diyorlar. Kendilerine, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki "Allah hakkında, gerçekten başka*sını, söylememeleri hususunda kendilerinden Kitâb misakı alınmamış mıydı? (Kitâbda bu hususta kendilerinden söz alınmamış mıydı?) Ve onun içinde kini okuyup öğrenmediler mi? Ahiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz? 170- O(koruna)nlar ki Kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı kılarlar; elbette biz, iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. (A'rtf; 39/168-170)

39/168-169'ncu âyetlerde yüce Allah, İsrâîloğullarını gruplara, bölüklere ayırdığını; içlerinde iyilerin de, kötülerin de bulunduğunu; yola gelmeleri için onları iyiliklerle ve kötü*lüklerle; ni'metlerle, belâlarla sınadığını, fakat onların yerine gelip Kitabı mîrâs alan neslin, yani Hz. Muhammed devrindeki Yahudilerin: "Biz affe*dileceğiz" diyerek bu alçak dünyânın malını aldıklarını, aldıkları kadar bir daha olsa onu da alacaklarını; yalnız gerçeği söyleyeceklerine dair kendilerinden söz alındığını, ellerindeki Kitâb'da bu buyruğu okudukları halde dinlemeyip dünyâ malını aldıklarını; oysa korunanlar için âhiret yurdunun daha hayırlı olduğunu bildirmektedir.

170'de de Allah'ın, Kitâblarına sımsıkı sarılıp namazlarını kılanların ecrini zayi etmeyeceği vurgulanmaktadır.

Bu âyetlerde Yahudilerin içinde haksızlık yapan, rüşvet alıp veren, başkalarının hakkını yiyen insanlar yanında Kitâblarının hükümlerine sa*mimiyetle bağlı, gerçek dindarların bulunduğu da anlatılmaktadır.

Esasında Kur'ân, bir ırk olarak Yahudileri kötülemiyor. Onların içinde de iyilerin bulunduğunu söylüyor. Âl-i İmrân Sûresinin 110, 113-115'nci, Mâide Sûresinin 66'ncı âyetlerinde de onların içinde sâlih, ılımlı kişilerin bulunduğu, ama çoklarının yoldan saptıkları belirtilmektedir. Demek ki asırların kalıntısı olarak Yahûdîye dünyâ tutkusu yerleşmiştir. Bu da onun başına belâlar açmıştır ve açacaktır. Çünkü bir avuç insan hesabına kütleleri sömürmek, parayı altun buzağı gibi tanrılaştırmak, başlarına Allah'ın hış*mını indirir. Yahudilerin altundan yapılmış buzağıya tapmış olmaları, onların para tapıcılığını, pintiliklerini ve tutkularını simgelemektedir.

Fakat 170'nci âyetten, Yahûdîlerin de, düzeltilmesi imkânsız bir toplum olmadığı anlaşılmaktadır. Allah, onlardan nice peygamber gönder*miştir. Onların içinde de kendini Allah'a vermiş âlimler, habrler, zâhidter vardır. Allah'ın buyruklarını dinledikleri takdirde onlar da diğer insanlar gibi Allah'ın lütfuna ererler. İşte 170'ncı âyette yüce Allah, Kitâblarının hükmüne bağlı kalıp namazlarını kılan İsrâîloğullarını da ödüllendireceğini; uslu, iyi, güzel işler yapan insanların ecrini zayi etmeyeceğini belirtmek*tedir.

Sonra Kitâb 'ı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmedendir, kimi orta gidendir, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçendir. İşte büyük lütuf budur. (Fâtır: 43/32)

Buradaki Kitâb, İsrâîloğullarına atalarından intikal eden Kutsal Kitâb'dır. Âyette, Kutsal Kitabı mîrâs alan İsrâîloğullan, seçkin kullar olarak nitelendirildikten sonra onların üç grup oldukları belirtilmektedir: Kimileri nefsine zulmeden, kimileri orta yolda giden, kimileri de Allah'ın izniyle hayır işlerinde ileri giden kimselerdir.

Tabii İsrâîloğullarında görülen bu sınıflar, diğer ümmetlerde ve Mu-hammed ümmetinde de vardır. Bütün kavimler esasen böyledir. Kitabı mîrâs almış olan İsrâîloğullarından kimi günâh işler yapmak suretiyle kendi canlarına yazık etmekte, kimi orta gitmekte, ibâdette gevşeklik göstermekle beraber ötekilere oranla daha ılımlı davranmakta, kimi de hayır işlerinde ileri gitmektedir.

- İşte bunlar; Allah'ın nimet verdiği peygamberlerden, Âdem, neslinden, Nûh ile beraber gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail {Ya'-küb) neslinden, yol gösterdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara Rahman'in âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. 59-Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular. Onlar kötülük bulacaklardır. 60- Ancak tevbe eden, inanan ve iyi işler yapanlar, cennete girecekler ve hiç haksızlığa uğra-tılmayacaklardır.(Meryem: 44/58-60)

Bu âyetlerde, sûrede anılan sâlih insanların, Allah'ın ni'metine ermiş, Âdem, Nûh, İbrâhîm, İsrâîl soyundan ve Allah'ın doğru yola iletip seçtiği insanların soyundan gelen peygamberler olduğu, bunların Allah'ın âyet*lerini duyunca ağlayarak secdeye kapandıkları; fakat onlardan sonra yer*lerine, namazı zayi eden, şehvetlerine uyan bir neslin geldiği; onların cehennemin gayyasına girecekleri; ancak tevbe edip inanan ve güzel işler yapanların cennete girecekleri, kendilerine hiç haksızlık edilmeyeceği belirtilmektedir.

Sâffât 56/83-113'ncü âyetlerde Hz. İbrâhîm'in ve oğlu ishâk'ın güzel davranışları örnek olarak anlatıldıktan sonra: O ikisinin neslinden gelenler arasında iyi hareket eden de var, açıkça nefsine zulmeden de" buyurulmaktadır.

Her toplumda iyiler ve kötüler bulunduğu gibi, İsrâîloğullan arasında da iyiler, hakka doğruya ileten gerçek dindarlar vardır ve Kur'ân onları övmektedir:

159- Mûsâ kavmi içinde doğrulukla hakka götüren ve hak ile adalet yapan bir topluluk da vardır... 181- Yarattıklarımız içinde, doğrulukla hakka götüren ve hak ile adalet yapan bir ümmet de vardır. (A'râf: 39/159,181)

73- Ama /lep^/ fc/r değildir. Kitâb ehli içinde gece saatlerindi kalkıp Allah'ın âyetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. 114- Onlar Allah'a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayır işlerine koşarlar. İşte onlar da iyilerdendir. 115- Yapa*cakları hiçbir iyilik inkâr edilmeyecektir. Şüphesiz Allah, korunanları bilmektedir." (Âl-i İmrân: 94/113-115) âyetlerinde de İsrâîloğullarının bu aşırılar karşısında bulunan ılımlı ve iyi sınıflarına işaret edilmektedir. Onların içinde Allah'ın âyetlerini inkâr edip peygamberleri öldürenler, isyan edip saldıranlar olduğu gibi; Allah'a ve âhiret gününe inanan, geceleri ibâdet eden, iyiliği emir ve kötülükten meneden kişilerin bulunduğu da bildirilmektedir. Mâide: 110/66'da da:

Onların içinde ılımlı bir topluluğun bulunduğu, fakat çoklarının kötü işler yapan kimseler oldukları" belirtilmektedir.

" 26- Andolsun, Nuh'u ve İbrahim 'i elçi gönderdik, peygamberliği ve Kitâb'ı bunların zürriyetleri arasına koyduk. Onlardan yola gelen de vardı, ama onlardan çoğu yoldan çıkmışlardı. 27- Sonra bunların peşinden ard-arda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu isa'yı da onların ardına kattık; ona İncîl 'i verdik ve ona uyanların kalblerine şefkat ve rahmet (duygusu) koyduk. İcâdettikleri rahbanlığı, biz onlara yazmamıştık, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için (onu kendileri icâdettiler) fakat ona gereği gibi de uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da yoldan çıkmışlardır. (Hadîd: 112/26-27)

Kur'ân'ın son inen sûrelerinden olan Hadîd Sûresinin bu âyetlerinde Kitap ehli içinde doğru yolda olan insanlar da bulunduğu, Allah'ın, onların ecrini de vereceği, fakat çoklarının yoldan çıktığı vurgulanmaktadır. Yahû-dîler böyle olduğu gibi, Hıristiyanlardan söz eden bu âyetlerde de onların içinde de yine iyilerin bulunduğu, ancak çoklarının yoldan çıktığı belirtil*mektedir. Esasen dinin özüne bağlı olan, gerçek dini yaşayan toplumun çoğunluğu değil, maalesef azınlığıdır. 'Şükreden kullarım azdır." (Sebe': 58/13) âyeti de asıl dinine bağlı, öz dindar insan*ların, azınlıkta kaldığını bildirmektedir.

Kitâb ehli Yahûdîler, hrıstiyanlar böyle olduğu gibi diğer insanlar da böyledir. Vâkı'a Sûresinde genel olarak bütün insanlar arasındaki bu üç tabaka belirtilmektedir:

7- Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman. 8- Sağın adamları (amel defterleri sağ tarafından verilen-ler), ne uğurludurlar onlar! 9- Solun adamları (amel defterleri sol tarafından verilenler), ne uğursuzdurlar onlar! 10- Ve o sabıklar (o inançta ve amelde duraklamadan) ileri geçenler! 11- İşte O, (Allah'a) yaklaştırılanlar. 12- Nimet cennetlerindedirler. 13- Çoğu öncekilerden, 14- Birazı da sonrakilerden (olan bu mutlu insanlar. (Vâkı'a: 47/7-14)

Katâde şöyle demiş: "İnsanlar dünyâda üç sınıf, ölüm sırasında üç sınıf, âhirette üç sınıftır: Dünyâda mü'min, münafık ve müşriktirler. Ölüm sırasında: "Eğer Allah'a yaklaştırılanlardan ise ona rahatlık, güzel rızık ve ni'met cenneti vardır! Eğer sağcılardan ise: 'Ey sağcı, sana sağcılardan selâm!' Ama yalanlayıcı sapıklardan ise kaynar sudan bir ziyafet ve cehen*neme atılma var!" [141] Âhirette de: "Sağın adamları, ne uğurlulardır onlar! Solun adamları, ne uğursuzlardır onlar! Ve sabıklar, sabıklar (iyi işlerde ileri geçenler)! İşte Allah'a yaklaştırılanlar onlardır!" [142]

İşte her ulustan Allah'a ve âhirete inanan, güzel işler yapan kimseler, Kur'ân'ın anlatımına göre cennete girer, çeşitli zinetler ve nimetler içinde gam ve tasadan uzak kalarak Allah'a hamdederler. Bu üç sınıftan zâlim ile muktesidin sonucu belirsiz bırakılmıştır. Sadece hayırlarda ileri geçen*lerin sonucu çekici biçimde anlatılmıştır ki insanlar onlar gibi olmağa çaba harcasın; şirki, küfrü, Allah'ın buyruklarını uygulamada ihmali ve kusuru bırakıp hayır işlerine koşsunlar.

Kur'ân, Kitâb ehline, Kitâblarının hükümlerini uygulamalarını emret*mekte, bu hükümleri uygulayanları övmektedir:

Tevrat'ı ezberleyip de onun hükümlerini uygulamayanlar, Kitâb taşı*yan eşeğe benzetilmektedir[143].Mâide Sûresinde de Allah tarafından indirilmiş olan Tevrat'ın uygulanması vurgulanmaktadır:

43-İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar da sonra dönüyorlar? Onlar inanıcı değillerdir. 44-Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nûr vardır. İslâm olmuş pey-gamberler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Tanrıya ver-miş zâhidler ve âbidler de Allah'ın Kitabını korumakla görev-lendirildik-lerinden onu uygular ve onu gözleyip kollarlardı. (Mâide: 110/43-44)

sahipleri, Allah'ın onda indirdiğiyle hükmetsinler. (Mâide: 110/47)

£ger Tevrat'ı, incil 'i ve Rablerinden kendilerine indirileni uygulasalardı, muhakkak ki üstlerinde(ki ağaçların meyvalarında)n ve ayaklarının altında(ki ürünlerde)n yerlerdi. İçlerinde doğru yolda giden ılımlı bir topluluk var ama, çokları ne kötü işler yapıyorlar? (Mâide: 110/66)

Görüldüğü gibi Kur'ân, kendinden önceki İlâhî Kitâbları kaldırmıyor, onları övüyor, kendisinin de onlara uygun olarak indiğini söylüyor. Kitâb-larının gösterdiği yoldan ayrılanları kınarken, Kitâblarının ruhuna bağlı kalanları övüyor. A'râf Sûresinin 159, 18l'nci âyetlerinde bu husus daha açık olarak belirtilmiştir:

759- Mûsâ kavmi içinde doğrulukla hakka götüren ve hak ile adalet yapan bir topluluk da vardır... 181- Yarattıklarımız içinde, doğrulukla hakka götüren ve hak ile adalet yapan bir ümmet de vardır. (A'râf: 39/159, 181)

İlâhî Kitâb sahibi olan bütün insanlar, birliğe ve kardeşliğe çağrılıyor: Bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir,

ben de sizin Rabbinizim, bana kulluk edin." (Enbiyâ: 73/92, Mü'minûn: 74/52)

Öyle ise peygamberlerin getirdiği dinler arasında ayrıcalık yapmak, peygamberlerden birini diğerinden üstün tutmak İlâhî irâdeye aykırıdır, yarar değil, zarar getirir.

Allah'a inanan insanların, hep birlikte Allah'a sarılıp saygı ve hoşgörü ile huzur ve barış içinde yaşamaları gerekir. Çünkü Tanrıları birdir, amaçlan da birdir. Hepsinin amacı Tanrının rızasına ermektir. O yüce ve güzel Mevlâ, kullarının boğazlaşmasından, birbirine düşman olup ateş püskürme*lerinden değil, kardeşlik, barış, sevgi ve saygı içinde yaşamalarından hoş*lanır. Zaten dinleri de insanları birbirine sevdirmek, dost etmek, mutlu kılmak için göndermiştir. O, ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır!

Hac: 88/40. âyette

Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah, kendi dinine yardım edene elbette yardım eder. Allah, kuvvetlidir, galiptir." buyurulmaktadır. Burada Allah'ın adının anıldığı yerler olarak, Allah tarafından korunduğu belirtilen binalar, üç İlâhî dinin ma'bedleridir. Kur'ân, her üç dinin ma'bedlerinin Allah tarafından korun*duğunu bildirmektedir. Bu ifade, din birliğinin en güzel belirtisi değil midir? Kur'ân böyle derken bu din mensuplarının, birbirlerinin ma'bedlerini küfür yuvaları gibi görmeleri ve bu ma'bedlere hor bakmaları, hattâ fırsat bulunca yıkmağa çalışmaları elbette Kur'ân'ın ruhuna uygun değildir. Bundan dolayıdır ki Osmanlılar, egemen oldukları yerlerde Yahûdî ve Hıristiyanların inançlarına saygı göstermişler, ma'bedlerini yapmalarını ve ma'bedlerinde özgürce ibadet etmelerini sağlamışlardır. [144]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:41 PM   #32
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İyi Yürekli İsrâîloğlu Bilginlerinin Gerçeğe Tanıklığı ve Saygısı:


İsrâîloğulları bilginlerinin onu bilmesi de (Kur'ân'ın vahiy olduğu hakkında) onlar için bir delil değil mi? (Şu'arâ: 47/197)

52- Bundan önce kendilerine Kitâb verdiklerimiz, o(Kur'ân)a inanırlar. 53- Onlara (Kur'ân) okunduğu zaman: "Ona inandık, o, Rabbimizden gelen gerçektir. Zaten biz ondan önce de müslümanlar idik." derler. 54- İşte onlara, sabretme-lerinden ötürü mükâfatları iki kez verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır yoluna) harcarlar. 55-Bos söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun (haydi hoşça kalın), biz cahiller(le sohbet etmey)i istemeyiz" derler. (Kasas: 49/52-55)

Bu âyetlerde önceden kendilerine Kitâb verilmiş olanların, Kur'ân'a inandıkları, kendilerine Kur'ân okunduğu zaman onun, Allah katından gelen gerçek olduğunu kabul ettikleri; hem kendi Kitâblarına, hem de Kur'ân'a inanıp imanlarında sebat ettiklerinden, kötülüğü iyilikle savmağa çalıştıklarından dolayı onlara iki kez sevap verileceği belirtiliyor. Boş sözlere dalanlara rastlayınca onların, selâm verip geçtikleri anlatılmaktadır.

Kur'ân'ın vahiy olduğuna inandıkları belirtilen Kitâb ehlinin kimliği hakkında çeşitli rivayetler vardır: Kimine göre bunlar Necrân'dan gelen Hıristiyan hey'etidir. Kimine göre bunlar, Hudeybiye Barışından sonra, Ebûtâlib oğlu Ca'fer ile birlikte Habeşistan'dan gelen otuziki kişilik bir Hıristiyan cemâatidir. Sekiz kişi de Şam'dan gelmiş, böylece sayıları kırka varmıştır. Muhammed ibn ishâk'a göre bunlar, Peygamber'in durumunu öğrenmek üzere Habeşistan'dan gelen ve Peygamber'i dinledikten sonra müslüman olan, Necâşî'nin gönderdiği oniki kişilik Habeş Hıristiyan hey*etidir. Mâide: 110/82-85'nci âyetlerin de bunlar hakkında indiği rivayet edilir. [145]Kimine göre bunlar Şam'dan gelen bir hey'ettir; kimine göre de Selmân-ı Fârisî ve Abdullah ibn Selâm'ın dahil olduğu bir gruptur. [146]Bu rivayetlere göre bu âyetlerin Medine'de inmiş olması gerekir. [147] Oysa âyetler, içinde bulunduğu konuya sıkı sıkıya bağlıdır ve Sûre de Mekke sûrele-rindendir. Zaten üslûb da Mekke üslûbunu taşır.

54'ncü âyette: Sabrettiklerinden dolayı onlara iki kez sevâb verilecektir" denmesi, bu insanların baskı altında bulunduklarını gösterir. Hıristiyan ülkesi olan Şam'dan veya Habe*şistan'dan gelen Hıristiyanların baskı altında bulunması söz konusu değildi. O halde bunlar, ne Habeşistan'dan, ne de Şam'dan gelen hey'etler değil, Mekke'de hem kendi Kitâblarına, hem de Hz. Muhammed'e vahyedilenlere inanan bazı Kitâb ehli kimselerdir. Nitekim Mekke'de inmiş olan En'âm: 55/114'ncü, İsrâ: 50/107-109'ncu âyetler de Mekke'de Kitâb ehlinden bazı kimselerin, Kur'ân'ın Allah tarafından vahyedildiğine tanıklık ettikle*rini bildirmektedir. Aynı durumu bildiren bu 52-53'ncü âyetlerin de Mek*ke'de indiği anlaşılmaktadır.

Şayet bu âyetlerde anlatılan insanlar, Mekke ve Hicaz Bölgesinde yaşayan bazı Kitâb ehli kimseler değil de başka bir yerden gelmiş bir hey'et ise Kur'ân'dan etkilendiklerine göre, bunlar yabancı değil, Arap kökenli olmalıdırlar. Bu takdirde de bu hey'etin Şam tarafından, Süryânî-Ârâmî gibi Arap soyundan bir Hıristiyan hey'eti olma olasılığı güçlen*mektedir.

Demek ki Medîne devrinin sonlarına doğru, Allah Elçisi'nin peygam*berliği, Arap Yarımadasının her yanında duyulmağa ve kendisine, çeşitli yerlerden akın akın hey'etler gelmeğe başlamıştı. Muhammed İzzet Derve-ze'ye göre bu hey'etlerin gelmesinde, Allah Elçisi'nin çeşitli bölgelere gönderdiği mektupların da etkisi olmuştur.

Demek ki gerek Mekke, gerek Medîne döneminde Kitap ehlinden bazı kimseler, Hz. Peygamber(s.a.v.)e gelip Kur'ân dinlemiş ve onun pey*gamberliğine inanmışlardır. Bu da Kur'ân'ın, ard düşüncelerden uzak, sağ*duyu sahibi Kitâb ehli üzerinde derin etki bıraktığını gösterir.

Kur'ân âyetlerinden, Hz. Peygamber döneminde Hicaz bölgesinde yaşayan Hıristiyan cemâatinden bazı kimselerin müslüman olduğu anla*şılır. Yahut dinlerini değiştirmeseler dahi Hz. Muhammed'in peygamber*liğini kabul ettikleri anlaşılır. Habeş Kralı Eshame ve çevresindeki din adamları da, oraya gitmiş olan müslümanlardan Kur'ân dinleyince, bunun vahiy eseri olduğunu kabul etmiş, yurtlarına göçmüş olan müslüman lara özgürlük tanımış , iyi muamele etmişlerdi. Peygamber'den kısa bir süre sonra Şam, Mısır, Kuzey Afrika fethedilmiş, buralarda yaşayan halktan dileyen kendi dininde kalmış, fakat büyük çoğunluk müslüman olmuştur.

Musa'ya verilen bir Kitâb gibi Hz. Muhammed'e bir Kitâb verilmediği bahanesiyle onu inkâr eden müşrikleri reddeden bu âyetler, Kitap ehlinin, Kur'ân'ın Allah tarafından gelen gerçek olduğunu kabul etmelerini, Kur'ân'ın Tanrı vahyi olduğunun kanıtı göstermektedir.Yani: Ey Mekke halkı, siz bunun, Musa'ya verilen Kitâb gibi olmadığını iddia ederek buna inanmıyorsunuz ama Mûsâ Kitabının bağlıları, bunun aynen Musa'ya verilen Kitâb gibi Hak tarafından gelen gerçek olduğunu kabul ediyorlar,

demektir. Aynı husus: 107- De ki: 'Siz ister ona inanın, ister inanmayın, O, daha önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğu zaman onlar, derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar. 'Rabbimizin şanı yücedir, gerçekten 108- Rabbimizin sözü mutlaka yerine getirilir!' derler. 109- Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar ve Kur'ân onların derin saygısınıartırır. (Isrâ: 50/107-109) düşündünüz mü: Eğer bu (Kur'ân) Allah katından olduğu halde siz onu tanımamışsanız; İsrâîloğutlarından bir şâhid de bunun benzerini (Tevrat'ı) görüp inandığı halde siz (inanmağa) tenezzül etmemişseniz (durumunuz nice olur)?!' Şüphesiz Allah, zâlim bir toplumu doğru yola iletmez." (Ahkâf: 66/10) âyetlerinde de belirtilmiştir.

Ahkâf: 66/10'ncu âyetten, Mekke'de oturan veya Mekke'ye gelen bazı Yahudilerin, Kur'ân'a inanmış olması, dinlerini bıraktıkları anlamına gelmez. Kur'ân onları, kendi Kitâblarına bağlı kaldıkları halde Kur'ân'ın da hak olduğunu kabul ettiklerinden dolayı övmekte, ama yine onları Kitâb ehli olarak tanımlamaktadır. Eğer müslüman olsalardı, onlara artık Kitâb ehli denmezdi. Ama bunların, tevhîd ehli (monofizit) oldukları anlaşılmaktadır ki Kur'ân, bütün tevhîd ehlini müslüman kabul etmektedir. Onların: "Biz, zaten daha önce Allah'a teslim olmuştuk." sözleri de Allah'a tapan Kitâb ehlinin müslüman sayıldığını kanıtlamaktadır ki zaten bunun kanıtları pek çoktur.

52- insanlar içerisinde, inananlara en yaman düşman olarak Yahudileri ve (Allah'a) ortak koşanları bulursun. İnananlara sevgice en yakınları da "Biz Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. 83- Resul'e indirilen(Kur'ân)ı dinledikleri zaman, tanıdıkları gerçekten dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz, inandık, bizi şahitlerle beraber yaz!" 84- "Biz, Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını umarken neden Allah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?" 85- Bu sözlerinden dolayı Allah onlara, altlarından ır*maklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler verdi. Güzel hareket edenlerin mükâfatı işte budur! (Mâide: 110/82-85)

Bu âyetlerde müslümanların en yaman düşmanlarının Yahudiler ve müşrikler; en yakın dostlarının da Hıristiyanlar olduğu; onların bu dostluk*larının da kendilerini Allah'a vermiş, alçak gönüllü kıssîsler ve râhiblerden kaynaklandığı belirtiliyor ve Peygamber'i dinleyen o insanların, duydukları gerçekler karşısında etkilenip ağladıkları, gerçeği kabul eden o haksever insanların: "Hak bize geldikten sonra ve biz, Rabbimiz'ın bizi sâlihler arasına katmasını isteyip dururken niçin Allah'a inanmayalım?" dedikleri, Allah'ın da bu sözlerinden dolayı onlara, altlarından ırmaklar akan cennetler verdiği; Allah'ın güzel davrananları işte böyle ödüllendireceği belirtiliyor. [148]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:41 PM   #33
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Peygamber'i Kabul Etmemelerinin Nedeni:


Yahûdîlerin Peygamber'e düşmanlıkları ve ona gelen gerçeği kabul etmemeleri, dünya çıkarlarının zedelenmesinden kaynaklanıyordu. Kendi*lerini bütün uluslardan üstün gören İsrâîloğulları, Peygamber olduğunu bildikleri Hz. Muhammed'in de kendilerine katılmasını umuyor ve onun önderliğinde bölgeye, belki dünyâya egemen olmak istiyorlardı. Kendileri Hz. Muhammed'in dinine girmeyi düşünmüyor, onun kendi dinlerine girmesini arzu ediyorlardı. Çünkü onlara göre Kitâb ve peygamberlik kendi uluslarına mahsus idi. Bundan dolayı Bakara: 92/120'nci âyette Hz. Muhammed'e, dinlerine uymadıkça Yahûdî ve Hıristiyanların, kendisinden razı olmayacakları belirtilmektedir.

Mekke döneminde Hz. Muhammed'e karşı yansız ve hattâ olumlu davranan, onun hakkında sorulan sorulara olumlu yanıt veren Yahudiler, Hz. Muhammed'in, kendilerine uymadığını, daha önce dağınık ve düşman kabileler halinde yaşayan Arap toplumunun ise yavaş yavaş onun çevre*sinde toplanıp büyük bir güç oluşturmağa başladıklarını görünce bu durumu, siyasal açıdan gelecekleri için tehlikeli görerek Peygamber'e düşmanlık beslemeğe başladılar. Peygamber Mekke'de iken onun hakkında olumlu düşündükleri, Medîne döneminin ilk zamanlarında da bir bekleyiş içinde sustukları halde durum belirginleşmeğe başladıkça kâh Medîneli münafık*larla, kâh Mekkeli ve öteki müşriklerle işbirliği yaparak Peygamber da've-tinin başarısını engellemeğe çalıştılar. Hattâ:

-57- Kendilerine Kitâbdan bir pay verilenleri görmedin mi? (Baksana onlar) tâğuta ve cibte inanıyorlar ve inkâr edenler için: "Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadır." diyorlar. 52- İşte onlar, Allah'ın lanetlediği insanlardır. Allah, kimi lanetlerse artık onun için hiçbir yardımcı bulamazsın. 53- Yoksa onların mülkten bir payı mı var? Öyle olsaydı insanlara bir çekirdek zerresi bile vermezlerdi. 54-Yoksa Allah'ın, lütfundan insanlara verdiği (vahiyler) yüzünden onları kıskanıyorlar mı? Oysa biz İbrahim soyuna da Kitâb 'ı ve Hikmeti vermiş ve onlara büyük bir mülk vermiştik. 55- Onlardan kimi O(Hak Kitâbı)na inandı, kimi de ondan yüz çevirdi. Öylesine de çılgın alevli cehennem yetti. 56- O âyetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe sokacağız, derileri piştikçe azabı tadsınlar diye onlara başka deriler vereceğizi Şüphesiz Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir. 57- İnanıp iyi işler yapanları da altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız.- Orada sürekli kalacak-lardır. Orada kendilerine tertemiz eşler de vardır ve onları (hiç güneş sızmayan) eşsiz bir gölgeye sokacağız. (Nisa: 98/51-57) âyetlerinde belirtildiği üzere kendilerini Allah'ın en seçkin ulusu sanan bu insanlar, tevhidi emreden peygamberlere ve Kitaba tâbi oldukları halde, sırf müşrik*leri Hz. Muhammed'e karşı saldırtmak için, müşriklerin dininin, Hz. Muhammed'in getirdiği halis tevhîd dini İslâm'dan daha iyi olduğunu söylemişlerdir. Çünkü onlar, Hz. Muhammed'e vahiy gelmesini ve Arap*ların onun nuru çevresinde toplanıp bir güç oluşturmasını kıskanıyorlardı. Oysa lütuf Allah'ın elindedir. O dilediği kuluna vahiy verir. Kimse O'nun lütfuna engel olamaz.

Medine'den sürülen Yahudilerden bir kısmı Hayber'e gitti ve oranın lideri oldular. Bu liderlerden Huyey ibn Ahtab ve Sellâm ibn Ebî'l-Hukayk başkanlığında bir hey'et, müşrikleri müslümanlara karşı savaşa kışkırtmak üzere Mekke'ye gitti. Müşrikler, Kitâb ve ilim sahibi olduklarını kabul ettikleri Yahudilere, Muhammed'in mi,yoksa kendilerinin mi daha doğru yolda olduğunu sordular. Yahudiler, müslümanlara karşı duydukları kin ve nefret yüzünden müşriklerin, Muhammed'den daha doğru yolda olduklarını söylediler. Hattâ Kureyş müşriklerini memnun etmek için puta saygı gösterdiler ve putun önünde, Kureyşliler, Muhammed'e karşı savaş*tıkları takdirde onlara yardım edecekleri hususunda ittifak yaptılar[149]. İşte Nisa: 98/48'nci âyet, onların bu davranışına işaretle, hiçbir suretle şirk yolunun, tevhîd yolundan üstün olamayacağını; çünkü Allah'ın, asla şirki affet-meyeceğini vurgulamaktadır.

Hıristiyanlara gelince: Peygamber'in bulunduğu bölgede kâh Yahu*dilerin, kâh İranlıların baskısına ma'rûz kalıp hayli ezilmiş olan Hıris*tiyanlar, inançlarında hatâ olmakla beraber Hz. îsâ'nın öğütleri gereği, dünya düşkünü değillerdi, özellikle din adamları, kendilerini dünyadan soyutlayıp dağlarda, mağaralarda uzlet içinde ibâdete çekiliyorlardı. İşte Allah sevgisi ve hak aşkı ile dolu bu insanlar, duydukları vahiyden etkilenip, onun, melek vahyi olduğunu anlayarak Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu kabul etmişlerdi. Zira peygamberleri Hz. îsâ: "Düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik edin. Sizi lanetleyenlere kutluluk dileyin. Size kötülük edenler yararına duâ edin. Bir yanağına vurana öbürünü de çevir ve üst giysini alanın, gömleğini de almasına direnme. Senden bir dilekte bulunana ver ve malını alandan onu geri isteme. İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. Yalnız sizi sevenleri severseniz ne yararınız olur? Çünkü günahlı kişiler bile ken*dilerini sevenleri severler. Yalnız size iyilik edenlere iyilik ederseniz, ne yararınız olur? Günahlılar da aynı şeyi yapıyorlar. Yalnız geri alacağınızı umduğunuz kişilere ödünç verirseniz ne yararınız olur? Günahlılar da geri almayı umarak günahlılara ödünç verirler. Ama siz düşmanlarınızı sevin, iyilik edin, hiçbümitsizliğe düşmeden ödünç verin, karşılığınız büyük olacak ve sizlere 'Yüce Olan'in oğulları' denecek. Çünkü O, iyilik bilmezlere ve kötülere karşı da iyi yüreklidir. Babanız (Rabbınız) sevecen olduğu gibi siz de sevecen olasınız." [150], "Kötüye karşı koma; ve senin sağ yanağına kim vurursa ona ötekini de çevir. Ve eğer biri seninle mahkemeye gidip senin gömleğini almak isterse ona abanı da bırak. Ve kim seni bir mil gitmeğe zorlarsa onunla iki mil git. Senden dileyene ver, senden ödünç isteyenden yüz çevirme! "[151] "(Kitapta) 'Sen komşunu sevecek ve düşma*nından nefret edeceksin' denildiğini işittiniz. Düşmanlarınızı sevin, ve size eza edenler için duâ edin ki, siz göklerde olan babanızın oğulları (Allah'ın hâlis kulları) olasınız; zira O, güneşini, kötülerin ve iyilerin üzerine doğrdurur; ve salih olanlar ile olmayanların üzerine yağmur yağdırır. Çünkü eğer sizi sevenleri severseniz, ne karşılığınız olur? Vergi mültezimleri de öyle yapmıyorlar mı? Ve yalnız kardeşlerinizi selâmlar*sanız, fazla ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyorlar mı? Bundan dolayı, semavî babanız kâmil olduğu gibi siz de kâmil olun!" [152]diyecek kadar insan sevgisi aşılamıştır. Onun öğütlerinden ve teblîğ ettiği dinin ruhundan ayrılmayan insanların yüreklerinde şefkat olur. Yüce Allah: "Arkalarından Meryem oğlu îsâ'yı da gönderdik. Ona İncil'i verdik ve ona uyanların kalblerine şefkat ve rahmet (acıma duygusu) koyduk..." [153]buyurmuştur.

İşte Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde bu sevgi ruhunu taşıyan bazı kıssîslerin ve rahiplerin de teşvik ve telkinleriyle Hıristiyanlar, müslüman -lara dostça davranmışlardır. İçlerinden hey'etler gelip Allah'ın Elçisi ile görüşmüş, Kur'ân dinlemiş, kimileri müslüman olmuş, kimileri Hıristiyan kalmakla beraber Allah Elçisi'nin peygamberliğini kabul etmişlerdir. Nec-rân hey'eti böyledir. Bu âyetlerde anlatılanlardan da kendi dinlerini bırak*tıkları izlenimi doğmamaktadır. Ancak bunlar Hz. Muhammed'e gelen sözlerin vahiy olduğunu kabul etmişlerdir. Eğer müslüman olsalardı, Kur'ân onlara Hıristiyanlar demezdi.

Kur'ân, İlâhî Kitâbları ve onların samimi bağlılarını övgü ile anar. Onlardan istenen, hiçir Hak söze karşı çıkmamaları, Hakk'a çağırana engel olmamalarıdır. İslâm'a karşı olmadıkları takdirde, kendi şerîatlerinin hükümleriyle de amel etseler, yine cennete giderler. Yeter ki tevhîd çizgi*sinden ayrılmasın ve Hak sözüne, Allah'ın yoluna engel olmasınlar.

Bu, yalnız Kitâb ehli için söylenecek söz değildir. Her hak din sahibinin, daha genel ifade ile tevhîd dini mensuplarının birbirlerine kar*şılıklı sevgi ve saygı beslemeleri gerekir. Tevhîd çizgisinde Allah'a ibâdet eden Hıristiyan lan cehennem ehli, İncîl'i uydurma kabul eden müslüman da Kur'ân'ın düşünce çizgisinden ayrılmış, dinî egoizm içinde hareket eden sapık düşünceli insandır. Peygamberler birbirinin misyonunu tamam*larken, onların mensuplarının birbirlerine düşmanca bakmaları, Hakk'ın muradına uygun olamaz. Kur'ân tevhîd ehlini birliğe çağırmaktadır.

Burada bir anımı kaydetmek istiyorum: Almanya'nın Dortmund ken-

tinde birkaç Diyanet Din görevlisi ile sohpet ediyorduk. Çeşitli sorunlar üzerinde görüşlerimi öğrenmeğe çalışan genç görevlilerden biri, mevcut Kitap ehlinin cennete girip giremeyeceğini ortaya attı. Önüne konulmuş meyvaları ha bire yutan şişman bir din görevlisi de tutarsız sözlerle itiraz ediyordu. Hayli sabrettikten sonra dedim ki:

Yahu siz imamsınız. İmam önder olur, toplumun önünde bulunur. Siz neden hep toplumun gerisindesiniz? Bu nasıl düşüncedir sizde? Dü*şünün bir kere Peygamber'in zamanında Amerika'da, Japonya'da, Hindis*tan'da yaşayan insanların, onun davetinden, haberi oldu mu? Değil o zaman, aradan 14 asır geçtikten sonra bugün bile bu davet, onların dikkatini çekecek biçimde oralara götürülmüş değildir.

Hz. Muhammed, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Dünyada altı milyar insan var. Ona inananların sayısı takriben bir milyar. Eğer Hz. Muhammed, kendisine inanıp tâbi olmayan beş milyar insanın sonsuzca cehenneme gitmesine neden oluyorsa nerede kaldı onun rahmetliği? Bu takdirde gönderilmese daha iyi olurdu. Bir milletin, öyle topluca kimliğini oluşturan dinini bırakıp Hz. Muhammed'e tâbi olması kolay mı? Onlardan istenen, dinlerini bırakmaları değil, tevhîd çizgisine gelmeleridir. Bırakın şu bağnazlığı...

O gece yeğenim Muhammed'e, rü'yasında, sağ tarafından kendisine verilen Kur'ân'dan, Bakara Sûresinin 2'nci sayfasıyla, Âl-i İmrân Sûresinin 52'nci sayfasının yarısına kadar olan kısımlarını okuması emrediliyor ve delikanlı o sayfaları yarısına kadar okuyor. Bize itiraz eden din görev*lilerinin tutumunun, Hz. Muhammed(s.a.v.)e itiraz eden bağnaz insanların tutumunun aynısı olduğuna işaret eden bu âyetlerde şöyle buyuruluyor:

"İnkâr edenlere gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir; inanmazlar. Allah, onların kalblerini ve kulaklarını mühür-lemiştir, gözlerine de perde inmiştir. Onlar için büyük bir azâb vardır. İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde 'Allah 'a ve âhiret gününe inandık' derler. Allah'ı ve mü'minleri aldatmağa çalışırlar, halbuki yalnız kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar. Onların kablerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemelerinden ötürü onlara acı bir azâb vardır. Onlara: 'Yeryüzünde bozgunculuk yap*mayın,' dendiği zaman: 'Biz sadece düzelticileriz,' derler. İyi bilin ki, onlar bozgunculardır; fakat anlamazlar. [154]

"Baksana Kitâbdan kendilerine bir pay verilmiş olanlar, aralarında hüküm versin diye Allah'ın Kitabına çağırılıyorlar da sonra onlardan bir topluluk yüz çevirerek dönüyorlar. Bu hareketleri, onların: "Bize, ateş sayılı birkaç günden başka dokunmayacak" demelerinden ileri gelmektedir. Uydurdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır. Peki, ya kendilerini, hiç şüphe olmayan bir gün için topladığımız ve herkesin kazandığı, kendisine tastamam verilip hiç kimseye haksızlık edilmeyeceği zaman (durumları) nasıl (olacak)?'[155]

İnananlar, hangi dinden olursa olsun, Allah'a inanıp O'na tapanları, Allah'a inanmayanlara tercih ederler. İnananların, Allah'ı tanımayanları, Allah'a inananlara tercih etmesi, gerçek imanla bağdaşır şey değildir (Mâide: 110/81).

Allah'ın, bütün peygamberler aracılığı ile insanlara gönderdiği din İslâm, yani sadece Allah'a tapma dinidir. Allah, İslâm'dan başka bir dine razı olmaz. İslâm Allah'ın nurudur. Allah, nurunu tamamlamayı üzerine almıştır: "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâ*firler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nurunu tamamlamak ister. O Elçisi'ni, hidâyet ve hak dinle gönderdi ki ortakkoşanlar hoşlanmasa da Hakk'ın dinini bütün dinlerin üstüne çıkarsın (yalnız kendisine tapılmayı egemen kılsın)." (Tevbe: 113/32-33, Saf: 108/9 ve Fetih: 109/28)

Ra'd: 87/23 de belirtildiği üzere Kitâb ehli, kendi Kitâblarını doğru*layan Kur'ân'ın inmesinden sevinç duymuşlardır. Çünkü yeni vahyin, Ki*tâblarını doğrulaması, kendi durumlarını güçlendirir. Tevhide bağlı olan Kitâb ehli, ibâdetin yalnız Allah'a yapılacağını, yalnız O'nun yasalarına uyulacağını söylüyorlardı. Ancak onların Kitabı İbrânîce olduğu için Arap*lar onu anlamıyorlardı. Şimdi o Kitabın içeriği, son derece vecîz bir üslûb ile Hz. Muhammed'e vahyedilmekte, böylece Araplar da şirki bırakıp yalnız Allah'a kulluk etmeğe çağırtmaktadır.

Kendilerinin inandıkları temel prensipleri Araplara ve bütün puta-taparlara inandırmak üzere indirilen ve İlâhî Kitabı doğrulayan; onları reddetmeyen, tersine koruyan, gereğinin yapılmasını isteyen Kur'ân'ın in*mesinden, insaflı her Kitâb sahibinin elbette sevinç duyması gerekir.

İlâhî dinlerin özü birdir. Bu dinler, insanları birbirine düşürüp düşman etmek, kırdırmak için değil, aynı ülkü ve idealde birleştirip kaynaştırmak için gönderilmiştir. Dinlerdeki ayrılık, insan egoizminin ürünüdür.

A'râf: 39/59-93'ncü âyetlerde bir dizi peygamberin da'vet kıssaların-daki ortak noktalar anlatılır:

Bütün peygamberler insanları bir tek Allah'a kul olmağa, Allah'tan başka tanrılaştırdıkları şeyleri bırakmağa da'vet etmişler; kavimlerinin, özellikle servet ve mevkî ile şımarmış zengin takımı onları engellemeğe çalışmışlar. Peygamber ne kadar öğüt vermiş, ne kadar uyarmış ise uyarıları kâr etmemiş, nihayet azabı hak eden inkarcı kavim İlâhî azâb ile yıkılıp gitmiştir. [156]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:42 PM   #34
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Kur'ân'm, İhtilaflı Konuların Gerçeğini Açıklaması:


Bu Kur'ân, İsrâîloğullarına, kendilerinin ayrılığa düştükleri şeylerin birçoğunu anlatıyor. (Nemi: 48/76)

Bu âyette de Kur'ân'ın, İsrâîloğullarımn ayrılığa düştükleri birçok konunun doğrusunu onlara açıkladığı belirtilmektedir. Birçok âyette Kur'*ân'ın, daha önceki Kitâblarda söylenenleri doğruladığı, onlara uygun şeyler söylediği vurgulanır ve bu, Kur'ân'ın vahiy olduğunun kanıtı gösterilir. Oysa âhiret hususunda Kur'ân'ın söyledikleri, tam olarak ne Tevrat'ta, ne de İndilerde vardır. Muhtemeldir ki o zaman bazı Tevrat nüshalarında Kur'ân'ın anlattıklarına benzer âhiret bilgileri vardı. Bundan dolayı Yahûdî mezhepleri arasında görüş ayrılıkları bulunuyordu. Kimi Kur'ân'ın anlat*tığına benzer biçimde bir âhiret inancına sahipti, kimi de âhirete belirsiz biçimde inanıyordu. Âhireti asıl anlamından çıkarıp son zamanda Yahû-dîlerin dünyâya hakim olacakları ve bütün dünyânın kendi yönetimlerine gireceği şekline sokanlar da olmuştur.

Ayrıca Kur'ân'ın anlattığı Yahûdî kıssaları, ana çizgileriyle Tevrat'ta varken, bunların bazı parçalan bugünkü Tevrat'ta yoktur. Bundan o za*manki Yahûdîlerin ellerinde farklı nüshalar bulunduğu, bazı nüshalarda, bazı kıssa parçalarının eksik olduğu; bazılarında ise peygamberlerin ahlâ*kına aykırı şeylerin yer aldığı; Kur'ân'ın, bu nüshalardan, tevhide ve pey*gamberlerin ahlâkına en uygun parçaları seçip anlattığı ve kendi anlat*tıklarının da gerçeğe en uygun olduğunu söylediği sonucuna varılabilir. Kur'ân'ın anlattıklarına tıpa tıp uyan Tevrat nüshası, bizim bilgimize göre bugün mevcut değildir.

Bakara: 92/79, Mâide: 110/41 'nci âyetlerinden, Yahûdîlerin, müslü-manları kandırmak için bazı sözleri yerlerinden kaydırdıkları, müslüman-ların kullandıkları sözleri de kurnazca başka anlamlara gelebilecek biçimde

çarpıtarak söyledikleri anlaşılmaktadır.

M. Ö. 6. yüzyıla kadar süren uzun zaman içinde çeşitli yazımlarla tamamlanmış olan Tevrat'a zaman içinde pek çok katma ve çıkarmanın yani tahrifin girdiğinde kuşku yoktur.

Tevrat'taki katmalardan biri de Tekvin Kitabının 36. bâbındaki 31. âyettir. Bu âyette: "İsrail Oğulları üzerine bir kral, krallık etmeden önce Edom diyarında krallık eden krallar şunlardır.." deniliyor. Bu âyet, Hz. Mûsâ tarafından söylenmektedir. Oysa bu âyetin, Musa'nın sözü olması mümkün değildir. Çünkü Hz. Mûsâ zamanındaki Edom'da İsrâiloğulla-rından bir kral olmamıştır. İsrâiloğullarından ilk kral, Musa'dan üç asır sonra gelmiş olan Saul'dur.

Tevrat müfessirlerinden Adam Clark da "Tekvîn 36/32-39. âyetlerin, Tevrat'ın doğru bir nüshasına haşiye olarak yazıldığını, sonra onu istinsah eden birinin, bunları Tevrat metninden sanıp Tevrat'a soktuğunu kesinliğe yakın bir biçimde kuvvetle zannediyorum" diyor.

Daha bunun gibi örnekler çoktur. Tevrat müfessirleri, Tevrat'ı yazan Azrâ'nın, Tevrat'a bazı şeyler kattığını, bazı ibareleri ilâve edenin kim olduğunu bilmediklerini, ancak bunları Musa'nın yazmadığını açıklamış*lardır. Bâbil'e âit sözlerin çokluğu da Tevrat'ın, İsrâiloğullarının Bâbil esaretinden sonra yazılmış olduğunu kanıtlar. [157]

Hz. Musa'dan asırlar sonra derlenebilmiş bir Kitabın, aynen korun*muş olması mümkün değildir. Tevrat, çeşitli asırlardaki Yahûdî peygam*berlerinin, din adamlarının söz ve yazılarının derlenmesinden oluşmuş ve ancak Bâbil esaretinden sonra derlenmiştir. Bundan dolayı Tevrat'ta Bâbil sözlerine çok raslanmaktadır.

Ama Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber döneminde Yahudilerin ellerin*de bulunan Kitabı -temeli İlâhî olduğu için- İlâhî Kitâb kabul etmektedir. Çünkü çeşitli dönemlerdeki peygamberler tarafından derlenmiş olsa da yine esas itibarıyla ilhama dayalı İlâhî bir Kitaptır. Bundan dolayı Kur'ân Yahudilere ehlu'l-Kitâb (İlâhî Kitap sahibi) demekte ve kendisinin de o Kitabı doğrulayıcı olarak geldiğini çeşitli âyetlerinde vurgulamaktadır.

Bunun içindir ki Kur'ân'ın: "Kelimeleri yerlerinden tahrif ettikleri" ifadesiyle kasdı, Yahudilerin, kendi Kitaplarını tahrîf ettiklerini söylemek değildir. Çünkü âyetin devamında: "Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı

olarak indirdiğimiz bu(Kur'â)n'a inanın..." denmesi, Kur'ân'ın, Yahudi*lerin ellerinde bulunan Kitabın doğruluğunu onayladığını kanıtlar. Eğer onların yanlarında bulunan Kitâb bozulmuş, tahrif edilmiş ise Kur'ân nasıl o Kitabı doğrulayıcı olur? Bu çelişkidir? Kur'ân'da çelişki yoktur.

Kur'ân'a göre Hz. Peygamber dönemindeki Yahudilerin ellerinde bulunan Kitâb, Allah'ın hükümlerini içeren İlâhî bir Kitaptır. Onu lâyıkıyla uygulamayan, işlerine geleni uygulayıp çıkarlarına uymayanı uygulamayan Yahudiler, Allah'a karşı nankörlük etmiş, doğru yoldan çıkmışlardır.

Kur'ân'ın, kesin gerçeği içerdiğini, Kitap ehlinin ayrılığa düştükleri konuların en doğrusunu onlara açıkladığını bildiren başka âyetler için: Mâide: 110/15,19 ve 48'nci âyetlere de bakınız.

Diğer âyetler: Zuhruf: 63/59; Duhân: 64/30; Câsiye: 65/16; Ahkâf: 66/10; Bakara: 92/40, 47, 83, 85, 122, 211, 246; Âl-i İmrân: 94/49, 93; Saf: 108/6, 14; Mâide: 110/12,32,70,72,78, 110. [158]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:43 PM   #35
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Ölmüş Olan Bir İsrâîloğlu Topluluğunun Diriltilmesi:


243- Şu, binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara, "Ölün!" dedi de sonra kendilerini diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler. 244- Allah yolunda savaşın ve Allah'ın semi' (işiten), alîm (bilen) olduğunu bilin! (Bakara: 92/243-244)

243'ncü âyet, savaştan kaçmanın bir yarar sağlamayacağını, aksine insanı ölüme, ölümden de beter olan bir zillete düşüreceğini anlatmaktadır.

Bu âyette anlatılan olayın, hangi toplumun başına geldiği anılma-makla beraber tefsirlerde olay, genelde İsrâîloğullarıyla ilgili bir olay olarak değerlendirilir. İbn Abbâs'tan gelen rivayete göre: İsrâîloğullarının bulunduğu bir bölgede veba salgını olmuştu. Kent halkı ölümden korkarak kentten kaçtılar. Allah da iki melek gönderdi. Onların saldığı bir gürültü ile bu adamların hepsi öldü (yani vebaya yakalanmış olanlar, gittikleri yerde öldüler). Aradan çok zaman geçtikten sonra bir gün bunların ke*miklerinin yığıldığı vadiden, Hezekiel adında bir İsrâîloğlu peygamberi geçti. Hezekiel, Allah'tan, bunları diriltmesini niyaz etti. Allah da onun du'âsını kabul buyurdu. Kemiklere, bir araya toplanmaları için emir ver*mesini istedi. Hezekiel'in emriyle her bedenin kemikleri, bir araya top*landılar. Toplanan bu kemiklere et giydirildi. Sonra rüzgâra emretti, rüzgâr bu cesetlere soluk verdi.

Başka bir rivayete göre de Peygamber Hezekiel, İsrâîloğullarından bir grupu savaşa teşvik etmiş. Onlar korkup isteksizlik göstermişler. Allah da onların üzerine ölüm göndermiş. Sonra Hezekiel'in, yani Zülkifl'in du'âsıyla Allah onları hayata döndürmüştür. [159]

Kitâb-ı Mukaddes'te Hezekiel'in ağzından şöyle deniliyor:

"Beni vadinin ortasına koydu; vadi kemiklerle dolu idi. Onların üzerinden her yandan beni geçirdi. Ve işte ovanın yüzünde kemikler pek çoktu. Ve işte çok kurumuşlardı. Ve bana dedi, Âdem oğlu, bu kemikler dirilebilir mi? Ve ben: Ya Rab Yehova, sen bilirsin, dedim. Ve bana dedi: Bu kemikler üzerine peygamberlik et ve onlara de: Kuru kemikler, Rabbin sözünü dinleyin; Rab Yehova bu kemiklere şöyle diyor: İşte sizin içinize soluk sokacağım ve dirileceksiniz. Ve üzerinize adaleler koyacağım ve üzerinizde et bitireceğim ve sizi deri ile kaplayacağım ve içinize soluk koyacağım ve dirileceksiniz ve bileceksiniz ki ben Rabbim." [160]

Hezekiel'in, Rabbin emriyle peygamberlik ettiğini, bir gürültü koptuğunu, kemikler birbirine yaklaşıp üzerine adaleler giydirildiğini ve üstten bunları deriler kapladığını, nihayet yele de peygamberlik etmesiyle bu cesetlerin içine soluk dolduğunu ve bunların dirilerek ayaklan üzerine dikildiklerini ve büyük bir ordu olduğunu Kitâb-ı Mukaddes anlatır ve bunun, Allah'ın kudretinin delîli olduğunu söyler. Kur'ân-ı Kerîm, müslümanları cihâda teşvîke başlarken bu kıssayı anlatıyor ki müslümanlar korkaklık göstermesinler. Yaşatanın da, öldürenin de Allah olduğunu bilsinler. Herhalde Medine döneminin başlangıcında ilk cihâd emri geldiği sırada bazı müslümanlar tereddüd göstermişlerdi. Nitekim: "Kendilerine: 'Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekâtı verin!' denilenleri görmedin mi? Kendilerine savaş yazılınca hemen içle*rinden bir grup, insanlardan, Allah'tan korkar gibi hattâ daha fazla kork*maya başladılar: 'Rabbimiz, niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (savaş emrini bir süre geciktir sen) olmaz mıydı?' dediler. De ki: 'Dünya geçimi azdır, korunan için âhiret daha iyidir. Size kıl kadar haksızlık edilmez.' Nerede olsanız, sağlam kaleler içinde de bulun*sanız yine ölüm sizi bulur. [161]

Bu kıssada anlatılan ölümün, mecazî ölüm olması da muhtemeldir. Belki de İsrâîloğullarından bir grup, çalışmadan, cihaddan uzak durdukları için geri kalmışlar, düşmanlarının istilâsına uğrayıp esaret ve zillet içine düşmüşlerdir. Bu, onlardan birçok kimsenin ölmesine, birçoğunun da ölümden de kötü bir hakaret içinde kalmasına sebebolmuştur. Yıllarca böyle esaret içinde kaldıktan sonra nihayet içlerinden çıkan bir peygam*berin, karizmatik bir kurtarıcının uyarılarıyla uyanmışlar, kölelik zincirini kırıp bağımsızlığa kavuşmak suretiyle yeniden hayat bulmuşlardır. Ba*ğımsızlık ve özgürlük, bir ulus için hayat; esaret ise ölüm demektir. Ger*çekten yılgınlık gösterenler, ölümden korkanlar, millet olarak varlıklarını sürdüremezler. Özgürlük uğrunda ölmesini bilenlerdir ki yaşamağa lâyık*tırlar.

Benzeri Bir Kıssa da Bakara: 92/259'ncu âyette anlatılmaktadır:jm gibisini (görmedin mi) ki, duvarları, çatıları üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ıssız bir kasabaya uğramıştı; "Allah, bunu böyle öldükten sonra nasıl diriltecek?" demişti. Allah da kendisini yüz sene öldürüp sonra diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Bir gün, ya da bir günün birazı kadar kaldım." dedi. (Allah) "Hayır, dedi, yüz yıl kaldın. Yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için bir ibret kılalım diye (bunları böyle yaptık). Kemiklere bak, nasıl onlara et giydiriyoruz!" Bu işler ona açıkça belli olunca: "Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum." dedi. (Bakara: 92/259)

92/259'ncu âyette, harabe bir kentin yanından geçerken ölmüş in*sanların nasıl diriltileceğim merak eden kimseyi Allah'ın öldürüp, yüz yıl sonra dirilttiği anlatılmakta ve O'nun her şeye kadir olduğu vurgulan*maktadır.

Bu adam kimdir? Bunun, ölmüşlerin diriltilmesinden adetâ umutsuz*luk ifade eden sözünü söylediği zaman mü'min mi, kâfir mi olduğu hakkında çeşitli rivayetler vardır. Fakat âyetin içeriğinden bu kimsenin mü'min olduğu anlaşılmaktadır. Müfessirlerin çoğunun kanısına göre bu adam, bir İsrâîloğlu peygamberidir. Kimine göre bu adam Uzeyr, kimine göre İmrân oğlu Harun'un torunlarından Hilkiya oğlu Yeremyâ (İrmiyâ), kimine göre de Hızır'dır[162].

Kitâb-ı Mukaddes'te anlatıldığına göre Fars Kralı Nabukadnesar (Buhtenasar) Kudüs'ü yağmalamış, Yahudileri esir alıp Babil 'e götürmüş*tür. Babil'e götürülenler arasında Yeremya ve Hezekiel de vardır.

Önemli olan, bu adamın, ya da gördüğü yıkık kentin ismi değildir. Çünkü verilen isimlerin, mutlaka Kur'ân'ın anlattığı kişi veya yer olduğu hakkında kesin bilgiye sahip değiliz.

Burada virane bir ülkeyi görünce bunun yeniden dirileceği hakkında umutsuzluğa düşen, fakat Allah'ın diriltici kudretini görünce de bütün içtenliğiyle Allah'a yönelen, O'nun kudretine hayranlığını belirtip O'na teslîm olan imanlı bir kimsenin durumu anlatılmaktadır.

Abdullah ibn Abbâs'tan gelen bir aktarıma göre bu kıssanın kah*ramanı Uzeyr'dir. Buhtenasar Yahudiler mağlûb edip ülkelerini yağma*lamış, halkın çoğunu tutsak edip Babil'e götürmüştü. Bunlar arasında İsrâîfoğfu bıfgınferinden Cfzeyr efe vâfdi. âyette anılan kasabaya geldi, orada dolaştı, kimseyi göremeyince: "Allah bunları nasıl diriltir?" diye umutsuzluğunu belirtti. Bir ağacın altında oturdu, üzüm, incir yedi, şıra içti, uyuyakaldı. Allah onu uykuda iken yüz yıl öldürdü. Fakat ne insanlar, ne yırtıcı hayvanlar, ne de kuşlar onun öldüğünün farkında idiler. Sonra Allah onu diriltti ve Uzeyr, gözleri önünde merkebinin nasıl diriltildiğini görünce Allah'ın kudreti karşısında secdeye kapanıp "Allah her şeye kadirdir!" dedi.

Daha sonra Uzeyr kasabaya girdi, kasabada kimse onu tanımadı. Çünkü Uzeyr'in, yüzyıl önce esir edilip öldürüldüğü söyleniyordu. Yüzyıl sonra çıkagelen Uzeyr, Tevrat'ı onlara ezberinden yazdırdı. Sonra bir yerde gömülü bulunan Tevrat'ı çıkarıp Uzeyr'in yazdırdığı ile karşılaş*tırdılar, bir harfin bile değişik olmadığını gördüler. [163]

Bu öykünün, Tevrat'a sağlamlık kazandırmak için bazı Yahûdî hikayeci ve vaizleri tarafından uydurulduğunda kuşku yoktur.

Olayın tarihini, kahramanlarını ve mahiyetini bilemeyiz. Kur'ân'ın söylediğine inanır, ayrıntıyı Allah'ın ilmine havale ederiz.

Modern yorumculardan kimi de ölümlerinden sonra dirilenler öyküsü ile, ölümünden yüzyıl sonra dirilen kişi öyküsünü, ölmüş olan canların, bir süre sonra yeniden bedenlenerek dünyaya gelmiş olmaları şeklinde değerlendirmekte ve bu olayları yeniden bedenlenmeğe (reenkarnasyona) işaret saymaktadırlar. Ancak bizim kanâatimize göre bunlar, Peygamber devrinde Kitâb-ı Mukaddes'te ve tefsirlerinde anlatılan ve İsrâîloğulları arasında bilinen olayların, ibret için, Kur'ân'ın öğüt üslubuyla naklinden ibarettir. Gerçeği Allah bilir. [164]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:43 PM   #36
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İsrâîl Peygamber'inin Atadığı Kralın Zaferi:


246- Mûsâ'dan sonra hrâîloğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? Peygam*berlerine: "Bize bir hükümdar gönder, (onun önderliğinde) Allah yolunda savaşalım." demişlerdi. "Ya size savaş yazılınca savaşmazsanız?" dedi. Dediler: "Bizler neden Allah yolunda savaşmayalım ki; oysa biz yurtla*rımızdan ve oğullarımızın arasından çıkarılıp sürüldük?" Fakat kendilerine savaş yazılınca (farz kılınınca), içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir. 247- Peygamberleri onlara dedi ki: "Allah Tâlût'u size hükümdar gönderdi." Dediler ki: "O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha layıkız, ona geniş mal da veril*memiştir." Dedi: "Allah onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı." Allah mülkünü dilediğine verir. Allah(ın lütfü) geniştir, (O, her şeyi) bilendir, 248- Ve peygamberleri onlara dedi ki: "Onun hükümdarlığının alâmeti, içinde Rabbinizden bir huzur ve Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin geriye bıraktığından bir kalıntı bulunan, meleklerin taşıdığı (Allah'ın Ahid sandığı) Tâbut'un size gelmesidir. Eğer inanıyorsanız bunda sizin için (Tâlût'un hükümdarlığına) kesin bir alâmet vardır." 249- Tâlût, askerlerini) yürütüp (ordugâhtan) çıkarınca dedi ki: "Allah sizi bir ırmakla deneyecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Ondan (kana kana) tadmayıp sadece eliyle bir avuç alan bendendir." İçlerinden pek azı hariç, hepsi ondan içtiler. Nihayet Tâlût ve kendisiyle beraber inananlar, ırmağı geçince: "Bugün Câlût'a ve askerlerine karşı bizim gücümüz yok." dediler. Allah 'a kavuşacaklarına kanaat getirenler ise: "Nice az bir topluluk var ki, Allah'ın izniyle çok topluluğa gâlib gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir." dediler. 250- (Tâlût'un askerleri) Câlût ve askerlerinin kar*şısına çıktıklarında şöyle dediler: "Rabbimiz, üzerimize sabır dök! Ayak*larımızı sağlam tut ve o kâfir millete karşı bize yardım et!" 251- Derken, Allah'ın izniyle onları bozdular, Dâvûd Câlût'u öldürdü; Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmıyla diğerlerini savmasaydı, dünya bozulurdu. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir. (Bakara: 92/246-251)

Bu âyetlerde de İsrâîloğlu Peygamber(Nun oğlu Yûşa')ın kral olarak atadığı Tâlût(Saul)'un, kendilerinden çok daha güçlü olan Câlût(Golyat)'ın ordusunu yenerek İsrâîloğullarını zafere kavuşturması, Allah'ın, inanan az toplumu, kendilerinden çok daha üstün inançsız toplumlara galip getireceğinin kanıtı olarak ibret için anlatılmaktadır.

Câlût, İsrâîl ordusuyla çarpışan, sonunda yenilgiye uğrayan Filistin komutanıdır. Kur'ân-ı Kerîm'de sadece, İsrâîl ordusunun az, Câlût'un ordu*sunun ise sayıca çok olduğu, fakat İsrâîl komutanlarından Davud'un, Câlût(Golyat)'ı öldürdüğü ve sonunda İsrâîl ordusunun galip geldiği anla*tılır. Kitâb-ı Mukaddes'te daha çok ayrıntı vardır. Ayrıntı için Câlût ve Tâlût maddelerine bakınız. [165]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:44 PM   #37
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Yahudilere Uyarı:


Ey Kitâb verilenler, biz bazı yüzleri, silip arkalarına döndürmeden, ya da Cumartesi adamlarını la'netlediğimiz gibi onları da la'netlemeden önce, yanınızdakini doğrulayıcı olarak indirdiğimizi Kur'ân )a inanın. Allah'ın buyruğu yapılır. (Nisa: 98/47)

98/47'nci âyette Yahudilere hitaben, Allah'ın, birtakım yüzleri tams edip geriye döndürmesinden, ya da Cumartesi yasağını çiğneyenleri la'net-leyip azaba uğrattığı gibi kendilerini de la'netlemesinden önce, yanlarında bulunan Kitabı doğrulayıcı olarak indirdiği Kur'ân'a inanmaları buyurul-maktadır.

Tams, bir şeyin izini silmek, gidermek anlamına gelir. Yüzlerin tams edilmesi, kılığından çıkıp yüz denecek hallerinin kalmaması demektir. Müfessirlerden bir kesimi bu kelime ile, Yahudilerin yüzlerinin meshedilip deve tabanı, hayvan tırnağı şekline, ya da maymun suratına sokulacağını anlamışlardır. Kanâatimize göre bu ifade, inanmayan Yahudilerin, bir gün yurtlarını, evlerini barklarını bırakıp giderken üzüntüden yüzlerinin yüz olmaktan çıkacak derecede perişan olacağına, hasretle gözlerinin arkada kalacağına, dönüp dönüp geride bıraktıkları yurtlarına bakacaklarına işa*rettir. Râzî de bu noktaya işaret ederek Abdu'r-Rahmân ibn Zeyd'in şu tefsirini yazmıştır: "Bu tehdîd, Yahudilerin başına gelmiştir. Kaynuka ve Nadir Oğulları yurtlarından sürülüp Şam diyarında Erihâ ve Ezri'ât'a giderlerken Allah, yüzlerini arkaya döndürmüş, yurtlarına bakakalmış-lardır. [166]

Bilindiği gibi Medine'de üç Yahûdî kabilesi vardı: Kaynuka, Nadîr ve Kurayza Oğulları. Kaynuka Oğulları, Hicretin ikinci, Nadîr Oğulları üçüncü yılında Medine'den sürülmüş; Kurayza Oğulları da beşinci Hicret yılında ihanetleri yüzünden cezalandırılmışlardır. [167]


Yahûdî Kalelerinin Fethi:


A- Kaynuka Oğullarının Sürgünü ve Topraklarının, Müslüman*ların Eline Geçmesi:

55- Allah'a göre canlıların en kötüsü, kâfirlerdir; artık onlar inanmazlar. 56- Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde onlar, hiç çekinmeden, her defa andlaşmalarını bozarlar. 57- Savaşta onları yakalarsan, onlar(a vereceğin ceza) ile arkalarında bulunan kimseleri de dağıt ki ibret alsınlar. 58- Bir kavmin, (andlaşmaya) hiyanet etmesinden korkarsan, sen de(onların seninle yaptıkları andlaşmayı) aynı şekilde onlara at; çünkü Allah; hainleri sevmez. 59- İnkâr edenler (bizim elimizden kurtulup) geçtiklerini san-masınlar. Onlar (bizi) âciz bırakmazlar. 60-Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihâd için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah 'in düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğra*tılmazsınız. 61- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş e Allah'a dayan, çünkü O işitendir, bilendir. 62- Eğer sana hîle yapmak isterlerse (korkma) Allah sana yeter. O ki, kendi yardımıyla ve inananlarla seni destekledi. 63- Ve onların kalblerinin arasını uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalblerinin arasını uzlaştıramaz-dın; fakat Allah, onların arasını uzlaştırdı. Çünkü O, dâima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Enfâl: 93/55-63)

57- £y inananlar, Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, birbir*lerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost tutarsa, o onlardandır. Şüphesiz Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez. 52- Kalblerinde hastalık bulu*nanların: "Bize bir felâket gelmesinden korkuyoruz!" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Belki Allah fetih, ya da kendi katından bir iş getirir de onlar, içlerinde gizlediklerine pişman olurlar. 53- (O zaman) İnananlar, "Bunlar mı o, bütün güçleriyle sizinle beraber olduk*larına yemîn edenler?" derler. Bütün çabaları boşa çıkmış, kaybedenlerden olmuşlardır. (Mâide: 110/51 -53)

Bu âyetlerde de müslümanlara, Yahûdî ve Hıristiyan lan veli edinme*meleri, onların birbirlerinin velîsi oldukları; onları koruyucu dost bilip onların ardınca gidenlerin onlardan olacakları; Allah'ın, haksızları doğru yola iletmeyeceği; yüreklerinde hastalık bulunanların, başlarına bir felâket geleceğinden korkarak onların peşinde gittikleri; o düşmanlarla dostluk*larını sürdürdükleri, ama Allah müslümanlan bir fetihle üstün getirince içlerinde taşıdıkları bu düşünceden ötürü pişman olacakları belirtilmektedir.

İslâm düşmanı olan Yahûdî ve Hıristiyanlar! velî yapmamayı emreden bu âyetler, müslümanlara saldırmayan, kendi halinde, barışçı gayri müslim-lerle, hattâ müşriklerle dostluk kurmalarına ve ittifak yapmalarına engel değildir. Çünkü ittifak başka, velî edinmek başkadır. Nitekim Hz. Peygam*ber Medine'ye geldikleri zaman, Medîne'de bulunan üç Yahûdî kabilesi: Kaynuka Oğulları, Nadîr Oğulları ve Kurayza Oğullarıyla şu şekilde ittifak yapmışlardır:

"Müzminlere tâbi olan Yahudilere yardım edilir, haksızlık edilmez, onlara karşı savaşılmaz. Onların dostları (müttefikleri) de aynen kendileri gibidir. Onlar kendi dinlerinde, müslümanlar da kendi dinlerinde serbesttir.

Zulüm, günâh yapanın, adam öldürenin sorumluluğu, bunları yapana ve ailesine aittir.

"Yahudiler de müzminlerle savaşanlara karşı müzminlere yardım ede*cekler, mü'minlerle birlikte savaş giderlerine katılacaklardır. Bu and-laşmada taraf olan müslümanlar ve Yahudiler, aralarında iyiliği öğütle-yecekler, günâh işlere girmeyecekler, birbirlerine iyi davranacaklardır. [168]

Bu andlaşmaya göre Yahudiler kendi dinlerinde serbest olacaklar; Evs ve Hazrec kabileleriyie yapmış oldukları andlaşmalar yürürlükte ka*lacak; müslümanlara bir saldırı durumunda Yahûdîler, müslümanların ya*nında yer alacak, müslümanlara karşı düşmanca bir tutum izlemedikleri takdirde de müslümanlar, bir saldırıya ma'ruz kalan Yahûdîlere yardım edeceklerdi.

Bu söz ve andlaşmalarına rağmen Yahûdîler, Bedir zaferinden sonra, bölgedeki siyasal ve ekonomik üstünlüklerini elden kaçıracakları endişe*siyle, müslümanlara karşı gittikçe artan bir kin ve düşmanlık beslemeğe başladılar. Zaman zaman andlaşmanın şartlarına aykırı davranmaktan çe*kinmediler. Bedir Savaşından sonra Allah'ın Elçisi, Kaynuka Oğulları çarşısına gidip onlara öğüt verdi; Allah'tan korkmalarını, Kureyşin başına gelen sonucun kendi başlarına da gelebileceğini söyleyerek onları uyardı. Yahûdî kabilelerinin en güçlüsü ve cesuru olan Kaynuka Oğulları:

Ey Muhammed, galiba sen bizi senin kavmin gibi sanıyorsun. Savaşmasını bilmeyen bir topluluğu savaşta yenmiş olman, seni aldatmasın! Vallahi eğer bizimle savaşırsan, ne yaman kahramanlar olduğumuzu anlar*sın! dediler.

Bir gün, hayvanını satmak üzere Kaynuka Oğulları pazarına giden ve orada bir Yahûdî kuyumcunun dükkânında oturan müslüman bir kadının eteğini, Yahûdî kuyumcu, arkadan gizlice kadının beline iliştirmiş ve kadın ayağa kalkınca edep yeri görünmüş. Kadının feryadını duyan bir müslüman, saldırıp kuyumcuyu öldürmüş. Yahûdîler de onu öldürmüşler. Bu olay, müslümanlarla Yahudilerin arasını iyice açmış.

Kaynuka Oğullarından, müslümanlara karşı hiyânet, gizli tertipler, andlaşmaya aykırı davranışlar birbirini izlemeğe başlayınca, yüce Allah, Enfâl Sûresinin kaydettiğimiz âyetlerini indirerek antlaşmayı bozanlara, andlaşmalarını geri vermeyi ve onları, geride kalanlara ibret olacak biçimde cezalandırmayı emretmiştir. Burada antlaşmalarını bozanlar ile, Kaynuka Oğulları kasdedilmiştir. Geride kalanlar da diğer Yahûdî kabileleri olan Nadîr, Kurayza Oğulları ve Hayber Yahûdîleridir.

Hz. Peygamber, İslâm ve müslümanlar için büyük tehlike oluşturan ve müslümanlara hiyanet eden Kaynuka Oğullarını, Hicretlerinin yirminci ayında kuşattı. Sonunda Yahudiler, Allah Elçisi'nin vereceği hükme razı oldular. Bu Yahudiler, Hazrec kabilesinin antlısı (müttefiki) idiler. Haz-rec'in liderlerinden olan Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl:

Yâ Muhammed, dostlarıma iyi davran! dedi.

Allah'ın Elçisi bu söze pek aldırmadı ise de Abdullah, Allah Elçisi'nin zırhının yırtmacından tuttu, dostlarına iyi davranmasını söyledi. Allah'ın Elçisi kızdı:

Yazık sana, beni bırak, dedi. Abdullah:

Vallahi dostlarım hakkında iyi hüküm vermedikçe seni bırakmam! Beni kırmızıdan, siyahtan korumuş olan şu dörtyüz hasir(zırhsız)i, üçyüz dâri'(zırhlıy)ı bir günde biçecek misin? Ben başıma bir felâket gelmesinden korkarım, dedi.

Allah'ın Elçisi de:

Peki, onları sana bağışladım, dedi.

Peygamber'in sürgün ettiği Kaynuka Oğullan Yahudileri, Şam'da Ezri'ât'a gittiler. Malları müslümanlara kaldı. [169]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:45 PM   #38
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

B- Nadîr Oğulları Yurdunun Fethi:


2- Kitâb sahiplerin*den inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtlarından O çıkardı. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Allah onlara ummadıkları yerden geldi, yürek*lerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve müzminlerin elleriyle harab ediyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın. 3- Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, mutlaka onlara dünyada azabederdi. Ahir ette de onlar için ateş azabı vardır. 4- Bunun sebebi şudur: Onlar Allah'a ve Elçisi'ne karşı geldiler; kim Allah'a karşı gelirse (bilsin ki) Allah'ın azabı çetindir. 5- Hurma ağaçlarından herhangi bir şeyi kesmeniz, yahut kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve (O'nun) yoldan çıkanları cezalandırması iç indir. (Haşr: 95/2-5)

95/2-5'nci âyetlerde: her şeyin, sânının yüceliğini haykırdığı yüce Allah'ın, Kitap ehli kâfirlerini, kaleleri önünde toplanan müslümanlarla korkutup yurtlarından çıkardığı; müslümanların, müstahkem kalelerinin kendilerini koruyacağına güvenen o kimselerin, kendi yurtlarını böyle kolay biçimde bırakacaklarını sanmadıkları; oysa Allah'ın, ummadıkları yerden üstlerine gelip gönüllerine korku saldığı; bir yandan müslümanların yıkmağa çalıştığı evlerini, bir yandan da müslümanlara kalmaması için kendi elleriyle yıkmaları; ibret alınacak bir olay olarak anlatılmakta; bu sürgün olayının Allah tarafından onlara verilen bir ceza olduğu; böyle sürülmeseler, Allah'ın onlara daha ağır bir ceza vereceği gibi, âhirette de onları şiddetli azaba çarptıracağı belirtilmekte ve Allah'ın, kendisine karşı koyanları şiddetle cezalandırdığı vurgulanmaktadır.

95/5'nci âyette de müslümanların kestikleri veya kesmeyip kökleri üzerinde bıraktıkları her ağacın, onlara yaptıkları her şeyin Allah'ın izniyle olduğu; Allah'ın, hak yoldan çıkmış olanları perişan etmek için müslümanlara bu imkânı verdiği bildirilmek*tedir. 3'ncü âyette geçen celâ': açmak, açığa çıkarmak ve çıkarılmak anlamına gelen celv kökünden gelir. Bir kimsenin yerinden, yurdundan uzaklaştırılması anlamındadır ki böyle bir kimsenin yurdu da kendisi de açıkta kalmış olur. Biz bunu "sürgün" sözüyle anlatırız.

Ayetlerin amacı, tarihi olayı ayrıntılarıyla anlatmak değil, müslüman*lara, yaşadıkları olayı anımsatarak öğüt vermek ve ele geçirilen ganimetlerin hükümlerini açıklamaktır. Bundan dolayı işaret edilen sürgün olayının ayrıntılarına girilmemiş, sadece ana çizgilerine işaret edilmiştir. Sîret yazar*larının ayrıntılarını verdiği bu olay şöyle geçmiştir:

Medine'nin el-öars denilen bir bucağında oturmakta olan Yahûdî Nadîr Oğulları,' Amir Oğullarının antlısı idiler. Liderleri Huyey ibn Ahtab idi. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiklerinde bunlarla, birbirlerinin leh ve aleyhlerinde bulunmamak (iç işlerine karışmamak, fakat dış düşmana karşı birbirlerine yardım etmek) üzere bir antlaşma yapmıştı.

Bir gün, Ebû Berâ isimli bir zâtın ricası üzerine Peygamber (s.a.v.), İslâm'ı anlatıp yaymak üzere Necd tarafına, Münzir ibn 'Amr başkanlığında bir hey'et gönderdi. Bu hey'et, Bi'r-i Ma'ûne denilen yere gelince 'Âmir ibn Tufeyl ve adamlarının saldırısına uğrayıp öldürüldü. Onların arkasından gelen Amr ibn Ümeyye ile Ensârlı bir arkadaşı, önden giden arkadaşlarının öldürüldüğünü görünce Ensârlı da dövüşerek öldürüldü.Tutsak edilen Amr ibn Ümeyye ise perçemi kesilerek salıverildi.

Bu halde Medîne'ye dönerken arkadaşlarını öldüren 'Âmir Oğulla*rından iki kişi, bilmeden kendisine yol arkadaşı oldular. Arkadaşlarının öcünü almak isteyen Amr, o iki kişiyi, uyudukları sırada öldürdü. Oysa Medîne tarafından gelen bu iki kişiye Allah'ın Elçisi can güvencesi vermişti. Verilmiş olan bu güvenceden dolayı 'Âmir Oğullarına hatâ ile öldürme diyeti vermek gerekti. 'Âmir Oğulları, Nadîr Oğullarının müttefiki idiler.

İşte Peygamber (s.a.v.), Medîne Andlaşmasına dayanarak bu iki kişinin diyetine katkıda bulunmalarını istemek için Nadîr Oğulları mahalle*sine gitti. Nadîr Oğulları:

"- Ey Ebû'I-Kasim, hay hay, olur, istediğini yaparız" diyerek yardım sözü verdiler. Fakat kendi aralarında fısıldaşarak Peygamber'e karşı bir suikasta yeltendiler:

Tam fırsat işte, adamı bir daha böyle uygun bir pozisyonda bulamazsınız. Biri çıkıp bacadan, üstüne taş yuvarlayarak bizi ondan kur*tarsın, dediler.

Görevlendirdikleri kimse bunu yapmak üzere bacaya çıkmıştı. Fakat durumu sezen Peygamber, bir işi varmış gibi acele ile oradan ayrıldı, ardından da arkadaşları döndüler:

Ya Resûlallah, bizim haberimiz olmadan sen kalkmışsın? dediler.

Yahudilerin suikasta yeltendiklerini Allah bana bildirdi, ben de kalktım, buyurdu.

Muhammed ibn Mesleme ile Nadîr Oğullarına haber salıp, on gün içinde Medine'yi terk etmelerini; on gün sonra orada kalanın öldürüleceğini bildirdi. Yahûdîler gitmeğe hazırlanırken Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl onlara haber gönderip:

Yurtlarınızdan çıkmayınız, kalelerinizde kalınız, benim kavmim*den iki bin adamım ve başka kabilelerden yardımcılarım var. Onlar da sizin kalelerinize gelip, son bireylerine kadar sizin yanınızda çarpışacaklar. Kurayzalılar ve Gatafanlı müttefikleriniz de size yardım edeceklerdir, dedi.

Nadîr Oğullarının lideri Huyey ibn Ahtab, Abdullah ibn Übeyy'in sözüne güvenerek, Allah'ın Elçisi'ne: "Biz yurdumuzdan çıkmayacağız, elinden geleni yap!" diye haber gönderdi.

Bunun üzerine Allah'ın Elçisi, Medine'de, yerine Abdullah ibn Ümm-i Mektûm'u vekil bırakarak Nadîr Oğulları üzerine yürüdü. Bayrağı Hz. Alî taşıyordu, müslümanlarin geldiklerini gören Nadîr Oğulları, kalele*rinin üstüne çıktılar. Kurayzalılardan bir yardım gelmediği gibi, Abdullah ibn Übeyy de sözünde durmadı. Gatafanlılardan da yardım görmeyen Nadîr Oğulları, kalelerinde umutsuz kaldılar. Allah'ın Elçisi (s.a.v.), mahal*leyi kuşattı, korkutmak için de "Buveyre" denilen bir hurmalıklarını kestirip yaktırdı. Yahûdîler:

Sen bozgunculuğu meneder ve bunu yapanları kınarken niçin hurmaları kestirip yaktırıyorsun? diye bağırdılar.

İşte Hurma ağaçlarından herhangi bir şeyi kesmeniz yahut bırakmanız..." âyetinde bunun Allah'ın izniyle olduğu belirtilerek bu duruma işaret edilmektedir.

Onbeş gün kuşatma altında yüreklerine korku düşen Nadîr Oğulları, sonunda kentten çıkıp gitmeğe razı oldular. Arada bir savaş olmadı. Allah'ın Elçisi (s.a.v.), her ailenin, silâh hariç, bir deveye yükleyebileceği kadar malı yükleyip götürmesine müsaade etti.

Yahûdîler, hoşlarına giden kapı, pervaz, tahta ve saireyi söküp alıyorlar; müslümanlara kalmasın diye evlerini tahribediyorlardı.

Allah'ın Elçisi (s.a.v.), Yahûdîleri sürgün görevini Muhammed ibn Mesleme'ye verdi. Yahudilere üç gün süre tanımasını, bu üç gün içinde işlerini bitirip gitmelerini emretti'. [170] Yahudiler karılarını, çocuklarını ve altıyüz deveye yükleyebildikleri kadar eşyayı yükleyip götürdüler. Rivayet*lere göre Nadîr Oğulları, çalım satmak, gururlarını göstermek istediler. Bunun için cariyeleri şarkı söylüyor, tefciler ve zurnacılar tef ve zurna çalıyorlardı. Yalnız bunlardan iki kişi: Yamin ibn 'Amr ile, Ebû Sa'd ibn Vehb müslüman olduğu için sürgün edilmedi, malları olduğu gibi ken*dilerine kaldı. [171]

Bunların bir kısmı Şam diyarında Erîha ve Ezri'ât'a gitti. Bir kısmı da Hayber'e gidip oradaki Yahudilerin lideri oldular. Hayber'e gidenler Ebû'l-Hukayk ailesiyle Huyey ibn Ahtab âilesidir. Hayber halkına göre daha kültürlü olan bu insanlar oranın lideri oldular.

2'nci âyetteki ": İlk haşir için" ta'bîri, birkaç şekilde tefsir edilmiştir ki hiçbirisi bizce doyurucu değildir. Haşr toplantı, yığınak demektir. Âyette Yahudilerin, müslüman ların, kaleleri önünde silâhlı olarak toplandıklarını görür görmez korkuya kapılıp, hiç direnç göster-meden yurtlarını teslîm edip gitmeğe razı oldukları anlatılmaktadır. Burada haşr, sürgün değil, müslüman ların, silâhlı olarak Nadîr Oğulları yurdunda, savaş için yığınak yapmaları anlamında kullanılmıştır. İşte bu durum, derhal Yahudileri korkutmuş, dirençlerini kırmıştır.

4'ncü âyet, Yahudilerin, Allah'a ve Elçisi'ne karşı geldiklerini, Allah ve Elçisi'ni incitici davranışlar içine girdikleri için böyle cezalan*dırıldıklarını söylüyor. Gerçekten Yahudiler, Allah'ın Elçisi'ne inanmamak ve ona destek olmamakla kalmamışlar, onun dâvasının yayılmasını önlemek için ellerinden gelen çabayı göstermişler, inananların gönüllerine de kuşku düşürmeğe, hattâ müslümanları birbirine düşürüp, birliklerini bozmağa çalışmışlardır. O kadar ki bunların yandaşı olan Arap şâiri Ka'b ibn el-Eşref, Allah'ın Elçisi'ni hicveden kasideler yazmış ve Allah'ın Elçisi, şerrini def için onu öldürtmüştür. [172]

Biraz önce belirttiğimiz gibi Allah'ın Elçisi (s.a.v.), kuşatma sırasında Yahudileri korkutmak için Buveyre adlı hurma bahçelerinin kesilip yakıl*masını emretmişti. Bazı fakîhler, bunun, Allah'ın izniyle olduğunu bildiren 5'nci âyete dayanarak savaşta müşriklerin ağaçlarını kesmeyi, yurtlarını yıkmayı caiz görmüşlerdir. Fakat bazı fakîhlere göre düşmanın ağacını kesmek, evlerini yıkmak mekruhtur (doğru değildir). Çünkü Hz. Ebûbekir, Şam'a gönderdiği orduya, meyvalı ağaç kesmemelerini tavsiye etmiştir. [173]

11- İkiyüzlülük edenleri görmedin mi? Kitâb ehlinden inkâr eden kardeşlerine: "Eğer siz (yur*dunuzdan) çıkar ılır sanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız, sizin aleyhinize hiç kimseye itaat etmeyiz. Şayet sizinle savaşırlarsa mutlaka size yardım ederiz." derler. Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder. 12- Andolsun eğer onlar, çıkarılsalar, (bunlar) onlarla beraber çıkmazlar; eğer onlarla savaşılsa onlara yardım etmezler, yardım etseler bile arkalar(ın)a dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez.

13- Onların kalblerinde sizin korkunuz, Allah'ınkinden fazladır. (Allah'tan çok sizden korkarlar). Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.

14- Onlar toplu olarak sizinle sav aşamazlar, ancak müstahkem şehirlerde yahut duvarların ardından (sizinle savaşmak isterler). Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, ama onların kalbleri dağınıktır. Böyledir, çünkü onlar düşünmez bir topluluktur. 15- (Onların durumu,) Kendilerinden az önce, yaptıklarının vebalini tadmış olan, âhirette de kendileri için acı bir azâb bulunan kimselerin durumu gibidir. 16- (Onların durumu,) Tıpkı şeytânın durumuna benzer ki insana "İnkâr et" dedi. (İnsan) İnkâr edince de: "Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım!" dedi. 17- Nihayet ikisinin de sonu, ebedi olarak ateşte kalmaları oldu. Zalimlerin cezası budur. (Haşr: 95/11-17)

95/11-12'nci âyetlerde Yahûdîlere haber gönderip kendilerine yardım edeceklerini, onların aleyhinde kimseye boyun eğmeyeceklerini, şayet onlar Medine'den çıkarılırsa ken*dilerinin de onlarla beraber çıkacaklarını söyleyen Abdullah ibn Übey ve Abdullah ibn Nebtel gibi münafıkların yalan söyledikleri; Yahudiler çıka*rılmış olsa bunların onlarla beraber çıkmayacakları; onlara yardım da etmeyecekleri; yardım etseler dahi geriye dönüp kaçacakları ve perişan olacakları bildirilmektedir.

13-14'ncü âyetlerde onların, anlamaz bir topluluk olduklarından dolayı Allah'tan çok müslümanlardan korktukları; müslümanlarla göğüs göğüse çarpışmağa cesaret edemeyecekleri; ancak müstahkem kalelerin içinde ve duvarların arkasına sığınarak savaşacakları; birlik içinde bir toplum görünmelerine rağmen aralarında çok ayrılık, düşmanlık bulunduğu; çünkü onların, düşüncesiz, anlamaz bir topluluk oldukları belirtilmektedir.

15-17'nci âyetlerde de onların durumunun da, yakın geçmişte kötü davranışlarının cezasını çekip âhirette de acı azaba uğrayacak olan kimselerin durumuna benzediği anlatılmakta, daha sonra Yahûdîlere yardım va'deden münafıklar ile, onla*rın yardımına güvenen Yahudilerin durumu, tıpkı insanı kandırıp inkâra yönelten, insan inkâr edince de âhirette ondan el çekip "Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım!" diyen şeytânın duru*muna benzetilmektedir. Nasıl ki şeytân da, ayarttığı insan da cehennem âteşinde sürekli kalmaya mahkûm ise bu münafıklarla, ayarttıkları Yahû-dîler de aynı şekilde perişan olmağa mahkûmdurlar.

13-17'nci âyetler, münafıkların durumunu anlatabileceği gibi Yahu*dilerin durumunu da anlatabilir. Gerçi söz münafıklar hakkında görünse de iki topluluğun birbiriyle ilişkisinden söz edildiği için 13-14'ncü âyetler münafıkların, 15-17'nci âyetler de Yahudilerin davranışlarına daha uygun düşmektedir. Yani Yahudilerin, anlayışsız insanlar oldukları için Allah'tan çok üstlerine gelen müslümanlardan korktukları, müslümanlara karşı savaş*mağa cesaret edemeyecekleri, ancak kale surlarının, duvarlarının ardına gizlenerek savaşacakları, fakat yaptıklarının cezasını çekecekleri anlatıl*maktadır.

Taberî'nin dediği gibi son üç âyetin içeriği, münafıklardan çok Yahudilerin durumuna uymaktadır. Çünkü kalelerin içinde duvarların ardına çekilip savaş düzenine girmiş olanlar Yahûdîlerdi. Münafıklarla böyle bir karşılaşma olmadığı gibi, münafıklar içinde cezalandırılan bir grup da olmamıştır.

Ayrıca kendi aralarında birbirlerine düşman olanlar da Yahûdîlerdi. Aralarında çok anlaşmazlıklar, görüş ayrılıkları vardı. Nadîr ve Kurayza Oğulları, sürgün edilen Kaynuka Oğullarına yardım etmedikleri gibi, Kuray*za Oğulları da Nadîr Oğullarına yardım etmemişlerdi. Çünkü bu Yahûdî kabîleleri birbirlerine tutkun, dayanışma içinde bulunan bir ulus görünü*münde değillerdi.

15'nci âyette: ' Yakın zamanda yaptıklarının cezasını çekmiş olanlar" şeklinde nitelendirilenlerin, kimler olduğu hakkında iki ihtimal vardır: Birine göre bunlar, bir süre önce Bedir'de yenilip öldürülmüş olan Kureyş müşrikleridir. Onlar şirklerinin ve Peygamber'e yaptıkları kötülüklerin cezasını çekmişlerdir. Ancak bu, zayıf bir olasılıktır. Çünkü Haşr Sûresi, Uhud Savaşından sonra inmiştir. Uhud Savaşında ise Müslü*manlar galip gelmemişlerdi.

İbn Abbâs'a göre de bunlar, Hz. Peygamber'in daha önce sürgün ettiği Kaynuka Oğulları Yahûdîleridir. [174]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:46 PM   #39
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

C- Kurayza Oğulları Yurdunun Fethi:


26- Kitâb ehlinden onlara yardım eden(Kurayza Yahûdî)lerini de kalelerinden indirdi ve kalblerine korku düşürdü. (Onlar*dan) bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. 27- Onların topraklarını, evlerini, mallarını ve henüz ayak basmadığınız bir toprağı size miras verdi. Allah, her şeye kadirdir. (Ahzâb: 97/26-27)

97/26-27'nci âyetlerde, müslümanları imha için gelen müşrik Arap ordularını (Ahzâbı), hiçbir yarar sağlayamadan öfke ile geri döndüren Allah'ın, onlara yardım eden Kitâb sâhiblerini de kalelerinden indirdiği, kalblerine korku düşürdüğü ve müslumanların, onların bir kısmını öldürüp, bir kısmını tutsak ettikleri, arazilerini ve yurtlarını ve henüz ayak basma*dıkları bir toprağı da müslümanlara verdiği; O'nun her şeyi yapabileceği

belirtiliyor.

Âyetlerde sözkonusu edilen Kitâb ehli, andlaşmalarını bozarak Müs*lümanlara hiyânet eden Kurayza Yahûdîleridir.

Müşrikler çekip gittikten sonra müslümanlar da evlerine dönmüş*lerdi. Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin evinde, seferin toz ve top*rağından henüz yıkanmış iken Cebrail Aleyhisselâm göründü, başındaki toprağı silkeleyen Cebrâîl:

Sen silâhı bıraktın mı? Fakat biz (melekler) silâhımızı bırakmadık. Şunların üstüne yürü! dedi ve Kurayza tarafını gösterdi. [175]

Başka rivayette Cebrâîl, ipek sarık sarmış ve atlas eğerli bir katıra binmiş olarak Peygamber'e görünmüş: "Melekler silâhlarını bırakmadılar, şimdi ben o kavmi takipten geliyorum. Allah sana kalkıp Kurayza Oğulları üzerine yürümeni emrediyor!" demiştir.

Hz. Peygamber, sahâbîlerine, derhal Medine'den birkaç mil uzakta bulunan Kurayza Oğulları üstüne yürümeyi emretti. Vakit ikindi idi:

İkindi namazını Kurayza Oğulları yurdunda kılacağız! dedi.

Medine'de, Abdullah ibn Ümmi Mektûm'u yerine vekil bırakarak yürüdü. Bayrağı Alî ibn EbîTâlib'e verdi.

Kurayza Oğullarını kuşattı. Kuşatma yirmibeş gün sürdü. Kayıtsız, şartsız teslîm olmalarını istedi. Barış isteklerini de reddetti. Yalnız seçecek*leri bir hakemin vereceği hükme razı olacağını bildirdi.

Kuşatma altında bir kurtuluş umudu kalmadığını anlayan Kurayza Oğulları, müttefikleri olan Evs'in lideri Sa'd ibn Mu'âz'ın hükmüne razı olacaklarını bildirdiler. Bu arada Peygamber'e haber gönderip, istişarede bulunmak üzere Ebû Lübâbe'yi göndermesini istediler. Sa'd'in vereceği hüküm hakkında düşüncesini sormak istedikleri Ebû Lübâbe gelince er*kekler ayağa kalktılar, kadınlar ve çocuklar başına toplanıp ağlaştılar:

Ne dersin Ebû Lübâbe, Muhammed 'in hükmüne boyun eğip teslîm olalım mı? dediler.

Durumlarına acıyan Ebû Lübâbe:

Evet, dedi ama elini de boğazına götürerek teslîm oldukları takdirde kesileceklerini imâ etti.

Bu tutumuyla Allah'ın Elçisi'ne hiyânet ettiğinin farkına varan Ebû Lübâbe, hemen Peygamber'in mescidine gidip kendisini direğe bağladı ve: "Allah bu yaptığım günâhı affedinceye dek yerimden kalkmayacağım! " dedi. Peygamber (s.a.v.) haberi duyunca: "Bana gelseydi ben onun için mağfiret dilerdim. Madem ki böyle yapmış, artık Allah affetmedikçe ben onun bağını çözmem " dedi.

Yedi gün yemeden, içmeden o halde kalan Ebû Lübâbe bayılmış, hakkında inen Enfâl: 93/27'nci âyet, Allah tarafından affedildiğini bildirin*ce Allah'ın Elçisi gidip onun bağlarını çözmüştür. [176]

Hendek'te düşmanın attığı ok ile kol damarı kesilmiş bulunan Sa'd ibn Mu'âz,Rufeyde isimli bir hanımın çadırında tedavi görüyordu. Rufeyde, yaralıları tedâvî eden, bakıma muhtaç müslümanların hizmetine koşan Eşlemi i bir kadın idi. Allah'ın Elçisi, kendi mescidinin yanında, bu hanım için bir çadır yaptırmıştı. İşte İslâm tarihinde ilk müslüman hemşire ve doktor kadın olan Rufeyde, ilk hastane sayılabilecek olan bu çadırda, yaralıları ve hastaları tedavi ederdi. [177]

Kurayzalılar Sa'd'ı hakem yapmak isteyince Peygamber (s.a.v.), onun Medine'den getirilmesini emretti. Sa'd'ı götürmek üzere bir eşeğe bindirdiler. Evsli bazı kişiler, Sa'd'dan, Kurayza Oğullarına acımasını, onlara iyilik etmesini rica ettiler. Hiç sesini çıkarmayan Sa'd, fazla ısrar karşısında:

Şimdi Sa'd için Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeden doğru hüküm verme zamanı geldi! dedi.

Hz. Peygamber, Sa'd çadırına doğru yaklaşınca ashabına:

Efendinizin önünde ayağa kalkınız! dedi.

Müslümanlar da ayağa kalkarak Sa'd'a saygı gösterdiler, böylece verdiği hükmün uygulanacağına işaret etmiş oldular. Sonra Allah'ın Elçisi Sa'd'a:

Şunlar senin vereceğin hükme razı oldular. Onlar hakkında istediğin hükmü ver! buyurdu.

Vereceği hükmün geçerli olup olmayacağını Peygamber'e ve orada bulunanlara sorup, olumlu yanıt alan Sa'd:

Savaşçılarının öldürülmesine, çocuklarının ve kadınlarının tutsak edilmesine hükmediyorum! dedi.

Peygamber (s.a.v.):

Sen kral hükmüyle (başka bir rivayete göre: Allah'ın hükmüyle) hükmettin! dedi.

Savaşta kolunun atardamarı kesilmiş olan Sa'd, daha sonra yarası açıldığı için kan kaybından ölmüştür[178]

Kurayza yurdunun fethi, beşinci Hicret yılının Zu'1-Ka'de ayının sonunda olmuştur. Allah'ın Elçisi, Kurayza Oğullarını önce Haris kızının evinde hapsetmiş, Medine çarşısına çukurlar eştirmiş, sonra bunlar elleri arkadan bağlanarak grup grup götürülüp boyunları vurulmuştur.

Boynu vurulanlar arasında Yahûdî liderlerinden Huyey ibn Ahtab ve Ka'b ibn Esed de vardı. Huyey, üzerine gül rengi bir kaftan giymişti. Fakat düşmanın soyup almaması için kaftanını her yanından parmak parmak kesmişti. Elleri iple boynuna bağlı olarak Allah Elçisi'nin huzuruna getirilen Huyey ona bakıp şöyle dedi:

Vallahi sana düşmanlığımdan dolayı ben nefsimi kınamadım. Fakat ne yapayım, Allah'ın perişan ettiği perişan olur!

Sonra:

Ey insanlar, zararı yok, Allah'ın emridir, bu büyük belâ İsrâîloğul-lannın yazgısıdır, dedi ve oturdu. Boynu vuruldu.

Kadınlar ve sakalı bitmemiş çocuklar öldürülmemiş, sadece tutsak edilmişlerdir. Yalnız bunlardan Hakem ibn Kurazî'nin karısı Bunâne'nin de boynu vurulmuştur. Hallâd ibn Süveyd'in üzerine el değirmeni taşını düşürüp onu öldüren bu kadın hakkında Hz. Âişe şöyle demiştir:

Vallahi o kadın benim yanımda idi. Allah'ın Elçisi, erkeklerini çarşıda öldürtürken o benimle şen şakrak konuşuyor, güle güle katılıyordu. Sonra birisi: "- Falan kadın nerede?" diye bağırınca:

O benim, dedi.

Senin neyin var? dedim.

Öldürüleceğim, dedi.

Niçin? dedim.

Yaptığım bir iş için, dedi.

Götürülüp boynu vuruldu. Vallahi onun, öldürüleceğini bildiği halde cana yakınlığını, soğukkanlılığını, gülüşünü hiç unutmam." [179]

Ünlü tabiî ve hadîs râvîsi Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'nin babası olan Ka'b ibn Süleym el-Kurazî ve Atıyye el-Kurazî henüz sakalları bit*mediğinden öldürülmeyip serbest bırakılmışlardır ki sahâbî olmak şerefine ermiş olan bu zâtlardan ikincisi hadîs de rivayet etmiştir. [180]Bulûğa ermiş olan Rifâ'a el-Kurazî ise Hz. Peygamber'in teyzelerinden Selmâ binti Kays'a sığınmış ve Selmâ'nın ricasıyla, Peygamber tarafından bağışlanmış, müslüman ve sahâbî olmuştur.

Allah'ın Elçisi, Sabit ibn Kays ibn Şemmâs'ın hatırına, Zibeyr ibn Bâtâ'yı ve ailesini bağışlamıştır. Rivayete göre Sabit ibn Kays, Bu'âs savaşında kendisini tutsak edip alnını çizerek serbest bırakmış olan Zibeyr ibn Bâtâ'ya borcunu ödemek için Allah'ın Elçisi'nden, onun bağışlan*masını, ailesinin ve malının kendisine geri verilmesini rica etmiş; Allah'ın Elçisi de Sabit'in ricasını kabul etmiştir. Fakat daha sonra Sâbit'ten kavmi*nin durumunu soran ve adamlarının hep öldürüldüğünü öğrenen İbn Bâtâ, Sâbit'e:

- Artık senin zimmetin kalmadı. Şu hurmalığa bir tek kova su dahi dökmem. Beni kardeşlerime kat! demiş.

Sabit onu öldürmek istemeyince bir başkası öldürmüştür. Rivayetten anlaşılıyor ki İbn Bâtâ'nın kendisi öldürülmekle beraber çocukları sağ bırakılmıştır. Abdu'r-Rahmân ibn ez-Zibeyr de bunlardandır ki bu da sahâbî olmuştur.

Boynu vurulanların, altıyüz, yediyüz kişi oldukları rivayet edilir. [181]

İşte 26'ncı âyette: Onlardan bir bölümünü öldürüyor, bir bölümünü de tutsak ediyordunuz" cümlesiyle bu duruma işaret edilmektedir.

Peygamber (s.a.v.) bu esirleri Necd'e gönderip sattırmış, paralarıyla at ve silâh aldırmıştır. Kadınlardan 'Amr ibn Cunâfe(ÜLr) kızı Reyhâne'yi kendisine câriye olarak almıştır. Hz. Peygamber'in evlenme önerisini kabul etmeyen, Allah Elçisi'nin vefatına kadar onun cariyesi olarak kalan ve ilk sıralarda İslâm'ı kabul etmeyip Yahûdî dininde kalmayı yeğlemiş bulunan bu hanım, bir süre sonra müslüman olmuştur. [182]

Esasen Hz. Peygamber, bunun müslüman olmasını arzu ediyordu. Bir gün ashâbıyla yürürken arkadan bir ayak sesi geldi. Peygamber:

Gelen, Sa'lebe ibn Şa'ya'dır. Bana Reyhâne'nin müslüman oldu*ğunu müjdeleyecek, dedi.

Gerçekten Sa'lebe geldi:

Yâ Resûlallah, Reyhâne müslüman oldu! dedi.

Peygamber buna sevindi. [183]

Durumu bütün yönleriyle değerlendirmeyenler, Kurayza Oğullarına uygulanan bu hükmü ağır bulabilirler. Ancak mes'ele iyice düşünülünce kararın yerinde olduğu anlaşılır. Çünkü bu Yahûdî kabileleri, müslüman-ların müttefiki idiler. Saldırgan yabancı güçlere karşı müslümanlarla birlikte Medine'yi savunacakları hususunda müslümanlarla ittifak yapmışlardı. Kendilerinden önce sözlerinde durmayan Kaynuka ve Nadîr Oğullarının sürgün edilmiş olmalarından da ibret almamış, onlardan çok daha büyük bir hiyânet içine girerek, müslüman lan tamamen imha etmek üzere gelen birleşik müşrik ordusuyla birleşmişlerdi. Eğer savaşta öteki taraf galip gelseydi, müslüman erkekler kesin olarak öldürülecek, çocukları ve kadın*ları esir edilecekti. Hiyânetin cezası ölümdür. Yapılan suçu dengiyle ceza*landırmak adalete uygundur.

Kaldı ki uygulanan bu karar, Tevrat'ın hükmüdür. Herhalde bu kararı veren Sa'd, Tevrat'ın bu konudaki hükmünü biliyordu. Peygamber'in ona: "Sen Allah'ın hükmüyle hükmettin!" demesi de Sa'd 'in hükmünün, Tevrat'a dayandığını gösterir. Şimdi bu konuda Tevrat'ın hükmünü gözden geçire*lim:

"Bir şehre karşı cenk etmek için ona yaklaştığın zaman, onu barı*şıklığa çağıracaksın. Ve vaki olacak ki eğer sana sulh cevâbı verirse ve kapılarını sana açarsa, içinde bulunan bütün kavm sana angaryacı (esîr, köle) olacaklar ve sana kulluk edecekler. Ve eğer seninle barış yapmayıp cenk etmek isterlerse o zaman onu kuşatacaksın ve Allah'ın Rab onu senin eline verdiği zaman, onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin; ancak kadınları ve çocukları ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi, bütün malını kendin için çapul edeceksin (ganimet alacaksın)! [184]

İşte Kurayza Oğullarına, kendi Kitâblarının bu hükmü uygulanmıştır. Bir kavme kendi yasalarını uygulamak zulüm değil, adalettir.

Onların topraklarını, evlerini, malla*rını size miras verdi." âyeti de onların arazilerinin ve evlerinin müslü-manlara ganîmet olarak verildiğini belirtmektedir, ": ve henüz ayak basmadığınız bir toprağı da size verdi" cümlesinde işaret edilen toprak, müfessirlerin çoğunluğunun kanısına göre müslümanların ileride fethedecekleri Hayber toprağıdır. Âyet, ilerideki fetihleri müjdelemektedir. Bunun Mekke, îrân, Anadolu toprağı olduğunu söyleyenler de vardır. [185] Muhammed İzzet Derveze'ye göre bu cümlede işaret edilen toprak, Kuray-zalıların, kent dışında kalan topraklarıdır[186]

Rivayete göre Allah'ın Elçisi, Kurayza Oğullarından 1500 (binbeş-yüz) kılıç, 300 (üçyüz) zırh, 2000 (ikibin) mızrak, 1500 (binbeşyüz) kalkan ve birçok deve ve koyun ganîmet almıştır. [187]

Kuıtubî'nin kaydına göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Kurayza Oğulla*rından kalan malları ashabı arasında üleştirmiş, atlıya üç hisse, piyadeye bir hisse; başka rivayete göre atlıya iki, piyadeye bir hisse vermiştir. O gün müslümanların sadece otuzaltı atı vardı. Rivayete göre Peygamber'in atlı ve yayaya ayrı ayrı hisse verdiği ve humus (beşte bir) hisseyi kendisi ve kamu harcamaları için aldığı ilk ganîmet malı, Kurayza ganîmetleridir. Fakat bu üleştirmenin, ilk defa Abdullah ibn Cahş seriyyesinde uygulandığı da söylenir. Ebû Amr'e göre Peygamber, Abdullah ibn Cahş Seriyyesinde kendi içtihadıyla humus almış, daha sonra Enfâl Sûresinin: "İyi biliniz ki aldığınız ganimetin beşte biri Allah'a, Elçiye, akrabaya, yetimlere, yoksul*lara, yolcuya mahsustur"[188]mealindeki âyet inmiştir. Bu âyet indikten sonra humus'un ilk uygulandığı ganîmet malı Kurayza ganimetleri olmuş-tur. [189]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:48 PM   #40
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

D- Hayber'in Fethi:


18- Allah şu müzminlerden razı olmuştur ki onlar, ağacın altında sana biat ediyorlardı, Allah onların gönüllerinden geçeni bildiği için onların üzerine huzur ve güven indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi. 19- Yine onlara alacakları birçok ganimetler bahşeyledi. Allah üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir. 20- Allah size elde edeceğiniz birçok ganimetler va'detti. Şimdilik size bu(Hudeybiye barışı)nı verdi. İnsanlara, bir ibret olsun ve (Allah), sizi dosdoğru bir yola iletsin. 21-(Size) Başka (ganimetler) de söz vermiştir ki henüz onları ele geçiremediniz, fakat Allah onları kuşatmıştır (ileride bunları size verecektir. Allah, ilerde sizlere birçok fetihler ve ganimetler verecektir.) Allah her şeye kadirdir. (Fetih: 109/18-21)

109/18-2l'nci âyetlerde Allah'ın, Hudeybiye'de Peygamber'e bey'at eden mü'minlerden razı olduğu, onların kalblerinde olanı, yani o güç durumda içlerinden geçen düşünceleri, kuşkuları bildiği, indirdiği huzur ile gönüllerini yatıştırdığı ve kendilerine yakın bir Fetih nasîbettiği, şimdilik elde ettikleri bu Fetih'ten ayrı olarak, daha birçok fetih ve ganîmet vereceği buyurulmaktadır.

18'nci âyette anılan feth-i karîb ile 19'ncu âyette müslümanların ele geçirecekleri bildirilen ganimetler hakkında iki tefsîr vardır: Birine göre feth-i karîb (yakın fetih) Hudeybiye Barışıdır. Alacakları ganimetler de ilerideki fetihlerde ellerine geçecek olan ganimetlerdir. Diğerine göre feth-i karîb, Hayber'in fethi, alacakları ganimetler de Hayber ganimetleridir.

Âyetlerin sözgeliminden anlaşıldığı üzere Allah'ın acilen, yani şim*dilik müslümanlara verdiği yakın fetih, Hudeybiye Barışıdır. Allah, inançsızların yüreklerine kuşku düşürerek onların müslümanlara saldırmalarını önlemiştir. Ayetlerde kâfirler saldırmış olsalardı dahi yenilmiş olacakları ve artık müslümanlara zafer yollarının açıldığı, bundan böyle çok zafere ulaşıp ganimetler alacakları müjdelenmektedir. Hudeybiye Barışından son*ra müslümanların elde ettikleri ilk zafer, Hayber zaferidir. Müslümanlar bu zaferde çok ganimet almışlar, verimli topraklar kazanmışlardır. Bu olayın geçişi şöyledir:

Hayber Seferi, sırt müslümanlara ganimet sağlamak için sebepsiz yere düzenlenmiş bir sefer değildir. Medine'den sürülmüş olan Yahûdî Nadîr Oğulları, Hayber'e gidip yerleştiler ve o bölge Yahudilerinin lideri olup onlara İslâm düşmanlığı aşıladılar. Bu adamlar, yalnız oradaki Yahû-dîleri kışkırtmakla kalmadılar. Gidip Mekke müşriklerini, Esed ve Gatafan kabilelerini de kışkırttılar ve Kureyşin bu kabilelerle birleşip büyük bir ordu ile müslümanların üzerine yürümesine sebeboldular. Sonuçta vuku-bulan Hendek Savaşında Medine'deki Yahûdî kabilesi Kurayza Oğullarını da kandırıp, onların, vaktiyle müslümanlarla yaptıkları ittifaklarını bozarak müşrik ordusunun yanında yer almalarına neden oldular. Müşriklerin bir sonuç alamadıkları bu savaştan sonra Medine, ittifaklarını bozarak müs*lümanlara hiyanet eden Kurayza Oğullarından temizlenmişti. Fakat Şam yolu üzerinde verimli toprakları olan Hayber, hâlâ müslümanların başına gaileler açmış bulunan Nadîr Oğulları Yahûdîlerinin barınağı idi. Onlar oralarda egemen oldukça da müslümanların güvenliği tehlikede bulunu*yordu.

İşte bu mıntıkayı güven altına almak için Allah'ın Elçisi (s.a.v.), Hayber'e bir sefer yapmayı düşünüyordu. Fakat tehlikeyi o kadar vahim görmediği için sadece müfreze gönderip liderleri Râfi' ibn Ebî'l-Hukayk'ı, daha sonra onun yerine geçen Useyr ibn Zârim'i öldürtmekle yetinmişti. Böylece onları, hareketlerine dikkat etmeleri için uyarmış, cezalandırma işini Ka'be'yi ziyaretten sonraya ertelemişti. Hudeybiye barışı ile Kureyşin herhangi bir saldırısı önlenmiş, sıra Hayber bölgesinin güvenlik altına alınmasına gelmişti.

Ashabına Hayber seferine hazırlanmalarını emretti. Medîne yöresinde oturan kabilelerden sadece gönüllü olanların gazaya katılmalarını istedi. Sibâğ ibn Arfaz el-Ğifârî'yi, Medîne'de yerine vekil bırakarak ve zevcesi Ümmü Seleme'yi de beraberine alarak Hayber üzerine yürüdü. Hudeybi-ye'ye giderken de yine bu zevcesini yanına almıştı. Bundan Ümmü Sele-me'nin, müşkil durumlarda Allah'ın Elçisi'ne danışmanlık yaptığı kanısı doğmaktadır.

Hudeybiye'den Zu'1-hicce ayında dönmüştü. Ondan bir ay sonra, Muharrem'in sonlarında, bir rivayete göre de beş ay sonra Cumâdâ el-Ûlâ ayında Hayber üzerine yürüdü.

Sabahleyin erkenden belleriyle, kürekleriyle tarlalarında çalışmak üzere evlerinden çıkan Hayberliler, birden bire karşılarında müslümanları görünce:

Muhammed ve ordusu! deyip kalelerine kaçtılar. Allah'ın Elçisi (s.a.v.):

Allahu ekber, Hayber yıkıldı! Biz bir kavmin alanına inersek "Uyarılanların sabahı kötü olur!" dedi.

Sonra Recî' denen yere vardı. Gatafanlılarla Hayber arasında karar*gâhını kurdu ki Gatafân'dan Haybere'e gelebilecek yardıma engel olsun. Gatafanlılar Hayber'e yardım için yola çıktılar, bir konaklık mesafe yürü-dülerse de korkup geriye döndüler.

Hayber nüfusça kalabalık bir yerdi. Kaleleri sağlam, ekonomileri iyi, silâhları çok idi. Müslümanlar Hayber'in fethinde hayli güçlük çektiler. Hayberlilerden birçok kimse öldüğü gibi müslümanlar da birkaç şehîd verdiler.

Birkaç kaleden oluşan Hayber'de önce Nâim, sonra Ebû'l-Hukayk Oğullarının kalesi olan el-Kamûs fethedildi. Birçok esîre alındı. Huyey ibn Ahtab'ın kızı ve Kinâne ibn er-Rabî' ibn Ebî'l-Hukayk'ın karısı olan Safıyye de esîreler arasında idi.

O günlerde Safıyye ru'yâsında Ayın, kendi koynuna girdiğini görmüş ve bunu kocası Kinâne'ye anlatmıştı. Kinâne:

Bu demektir ki sen, Hicaz kralı Muhammed'i istiyorsun, deyip yüzüne bir tokat vurmuş ve Safıyye'nin gözünü morartmış idi. İşte Allah'ın Elçisi'ne getirildiği zaman Safıyye'nin gözünün çevresindeki morartı duru*yordu. Allah'ın Elçisi ona, kendi ridâsını verip örttürünce herkes, onu kendisine seçtiğini anlamıştı.

Bir rivayete göre Dihye, alınan esîrelerden bir tanesini kendisine vermesini Allah'ın Elçisi'nden istemiş, o da esîrelerden bir tanesini almasını söylemiş. Dihye Safıyye'yi seçince bir adam:

Ey Allah'ın Peygamberi, sen Kurayza ve Nadîr Oğullarının başka*nının kızını Dihye'ye mi veriyorsun? O yalnız sana yaraşır, dedi.

Peygamber (s.a.v.), Safıyye'yi çağırttı, yüzüne bakınca Dihye'ye:

Sen başka bir câriye al, dedi ve Safiyye'yi âzâd edip onunla nikah*landı.

Daha sonra Allah'ın Elçisi, Hayber dönüşünde, yolda Enes'in anne*sinin bezediği Safıyye ile zifaf olmuştur.

Safıyye'nin kocası Kinâne ibn er-Rebî' getirildi. Nadîr Oğulları hazînesi bu adamın yanında idi. Hz. Peygamber ondan hazineyi istedi. Kinâne inkâr etti. Başka bir Yahûdî:

Ben Kinâne'nin, her sabah şu harabede dolaştığını görürdüm, deyince Peygamber (s.a.v.) Kinâne'ye:

Eğer hazîneyi bulursak seni öldüreyim mi? dedi. O da:

Evet, dedi.

Peygamber(s.a.v.)in emriyle harabe eşildi ve hazinenin bir kısmı ortaya çıkarıldı. Peygamber, Kinâne'ye, geri kalan hazineyi vermesini emretti. Kinâne yine vermeyince öldürüldü. [190]

Daha sonra müslümanlar, en son ve güçlü kaleler olan Vatîh ve Sülâlim kalelerine geldiler. Peygamber (s.a.v.) bu savaşta komutanlara bayrak verdi. Bayrak, ilk defa bu savaşta kullanılmıştır. Komuta bayrağını ilk önce Ebûbekir'e verdi, fetih nasib olmadı. Sonra Ömer'e verdi, yine fetih nasib olmadı. Sonra:

Yarın bayrağı öyle birine vereceğim ki o Allah'ı ve Elçisi'ni sever, Allah ve Elçisi de onu sever, Allah onun eliyle fetih nasibedecektir dedi ve bayrağı Alî'ye verdi. Alî'nin gözleri ağrıyordu. Gözüne tükürüp:

Bu bayrağı al, Allah fetih nasibedinceye kadar bayrağı taşı! dedi. Alî'nin eliyle bu kaleler de fethedildi.

Vatîh ve Sülâlim'dekiler, kuşatmanın kalkmayacağını anlayınca can*larına dokunulmaması, mallarını bırakıp gitmeleri şartıyla kaleyi teslîm etmeyi önerdiler. Peygamber (s.a.v.) bu öneriyi kabul etti. Silâhlan, malları, tarlaları, kadınları ve çocukları hep müslümanlara ganimet oldu. Allah'ın Elçisi, ganîmetin beşte birini Beytu'l-mâle ayırdıktan sonra gerisini Müslü*manlara paylaştırdı.

Hayberliler, kaleden indikten sonra: "Biz toprağı işlemesini, onar*masını biliriz" deyip yarıcılıkla toprağı işlemeyi önerdiler. Peygamber (s.a.v.) bunu: "Dilediğimiz zaman sizi çıkartmak" kaydıyla kabul etti, fakat tehlikeli olanları sürdü. Böylece barış yapıldı.

Hz. Ömer devrine kadar o toprakları Yahudiler işlediler. Ömer döne*minde artık müslümanlar, toprağı işleyecek insan gücüne ve beceriye ula*şınca Hz. Ömer Yahudileri Şam'a sürdü.

Peygamber (s.a.v.), daha sonra Hayber'den Vâdî'l-Kurâ'ya geldi. Çeşitli kalelerin bulunduğu Vâdî'l-Kurâ'da biraz dirençle karşılaştı ise de sonunda fetih nasib oldu. Halkından teslim olanların bir kısmını sürdü, kalmasında sakınca bulunmayanları da toprağı yarıya işlemek üzere orada bıraktı.

Olayları duyan Fedek Yahudileri korktular. Bahçeleri, tarlaları yarıya işlemek üzere anlaşmak için Peygamber(s.a.v.)e elçi gönderdiler. Böylece Fedek, savaş olmadan müslümanların eline geçtiği için burası sadece Allah'ın Elçisi'nin özel mülkü oldu.

Savaştan sonra Hayber'de Sellâm ibn Mişkem'in karısı Zeyneb, Al*lah'ın Elçisi'ne ikram etmek üzere pişirdiği koyunu zehirledi. Allah'ın Elçisi, koyundan bir lokma alıp çiğnedi ve yutmadan hemen tükürdü:

Bu kemik, bana zehirli olduğunu söylüyor! dedi. Fakat çiğnediği lokmayı yutmuş olan Bişr ibn Ma'rûr öldü. Sonra bu kadın suçunu itiraf ederek kendisini şöyle savundu:

Kavmime yaptıklarını görünce düşündüm ki eğer sen kral isen, senden kurtulurum. Peygamber isen zaten bu durum sana bildirilir.

Peygamber(s.a.v.)in, bu kadının suçunu bağışladığı rivayeti varsa da daha sağlam rivayete göre bu kadını öldürtmüştür. Peygamber (s.a.v.) ölüm hastalığı sırasında:

'Âişe, Hayber'de yediğim yemeğin acısını hâlâ duyuyorum! Şimdi o tehirin etkisiyle boyun damarımın kesildiğini hissediyorum!" dediği rivayet edilir. [191]

Peygamber (s.a.v.) ya Hayber'de veya yolda Safıyye ile zifaf olmuştur. Zifaf gecesi Ebû Eyyûb el-Ensârî, Peygamberin çadırının çevresinde dolaşarak onu beklemiş, sabahleyin Peygamber (s.a.v.), Ebû Eyyûb'a neden öyle yaptığını sorunca:

Yâ Resûlallah, bu kadının sana bir şey yapmasından korktum.

Babasını, kocasını, kavmini öldürdün. Henüz küfürden yeni ayrıldı. Sana bir şey yapmasından korktum, demiş. Allah'ın Elçisi de ona du'â ederek:

Allahım, Ebû Eyyûb nasıl geceleyin beni korudu ise sen de onu koru, dedi.

Hâlâ Habeşistan'da bulunan ilk muhacirler de Hayber'in fethi sırasında geldiler. Bir rivayete göre Peygamber (s.a.v.) 'Amr ibn Ümeyye ed-Da-mrî'yi Necâşî'ye gönderip oradaki miislümanları istetmiş, Necâşî de onları iki gemiye bindirerek göndermiş, Hz. Peygamber henüz Hayber'de iken Habeşistan'dakiler gelmişler. Peygamber (s.a.v.) Ca'fer'i görünce gözlerin*den öpmüş:

Hangisine sevineyim, Hayber'in fethine mi, Ca'fer'in gelmesine mi?! demiş. [192]

Hiç kuşkusuz Peygamber'in, Habeşistan'dakileri istemesi de, Hudey-biye Barışının yararlı sonuçlarındandır. Çünkü müslümanlar yeterli dere*cede güçlendikleri için artık uzun süreden beri vatanlarından ayrı yaşayan ilk muhacirlerin, daha fazla gurbette durmalarına gerek kalmamış ve Peygamber onların geri dönmelerini istemiştir.

Hz. Peygamber Hayber günü şöyle demiştir: "Allah'a ve âhir et gününe inanan, suyunu başkasının ekinine dökmesin (başkasının gebe karısıyla yatmasın). Allah'a ve âhiret gününe inanan, gebe olmadığı anlaşılıncaya kadar tutsak kadınla yatmasın. Allah'a ve âhiret gününe inanan, bölüş*türülmemiş ganimet malını satmasın. Allah'a ve âhiret gününe inanan, müslümanlann ganimet hayvanına binip de onu zayıflatıp müslümanların fey'ine (ganimetine) iade etmesin." [193]




--------------------------------------------------------------------------------

[1] En'âm: 55/92

[2] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/330

[3] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 3 ve 4. ciltler, Beyrut, 1356/1937; İbn Sa'd, et-Tabakatu'1-kubrâ: 3/135

[4] et-Tabakatu'1-kubrâ: 2/91, Dâru Sâdir, Beyrut

[5] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/331-333

[6] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/333

[7] Çıkış: 19/7-9

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/333-335

[8] Buhârîjcâre: 16

[9] Buhârî, Bed'u'1-halk: 10; Müslim, Zühd: 51; İbn Hanbel, Müsned: 5/205-209

[10] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/335-337

[11] Çıkış: 1/8-22

[12] Çıkış: 12/37

[13] Şu'arâ: 47/63

[14] A'râf: 39/140

[15] Kurtubî, el-Câmi': 1/386

[16] Buhârî, Savm: bâbu Sıyâmi Yevmi 'âşûrâ, h. 111; Müslim, Sıyâm: 127-130; Ebû Dâvûd, Savm: 63; Dârimî, Savm: 46; İbn Hanbel, Müsned: 1/291

[17] Buhârî, Savm: h. 109; Müslim, Sıyâm: Yevmu 'Âşûrâ

[18] Müslim, Sıyâm: 134; İbn Mâce, Sıyâm: 41; İbn Hanbel, Müsned: 1/225,236,345

[19] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/337-347

[20] Tâhâ: 45/78

[21] Kasas: 49/40

[22] Tefsîru'l-Kur'âni'l-hakîm: 9/98-99

[23] Mâide: 110/21

[24] Al-iîmrân:94/112

[25] A'râf: 39/167

[26] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/348-351

[27] Çıkış: 11/2-3

[28] İbn Kesîr,Tefsir: 3/164

[29] et-Tefsîru'1-hadîs: 3/84-85

[30] Mefâtîhu'l-ğayb:22/lll

[31] Çıkış: 32/1-4,7-8, 19-24

[32] İbnKesîr,Tefsîr: 1/92

[33] Çıkış: 33/27-28

[34] Letaifu’ I-işarat: 1/104

[35] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/351-361

[36] Mefâtîhu'1-ğayb: 15/17

[37] Mefâtîhu'1-ğayb: 15/21

[38] Mefâtîhu'1-ğayb: 15/18

[39] Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakîm: 1/321

[40] Sayılar: 16/1-35'nci âyetlerin özeti.

[41] Bakara: 92/19

[42] Fussilet: 61/17

[43] Nisa: 98/153. âyette de Musa'dan, "Allah'ı bize açıkça göster" diyen Yahudileri, bu saygısızlıklarından ötürü sâ'ika'nın yakaladığı belirtilmektedir.

[44] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/361-364

[45] Kitabı Mukaddes, s. 197-198, İst. 1972

[46] el-Fethu'r-Rabbânî: 15/191

[47] Kurtubî,el-Câmi': 1/456

[48] Aynı eser: 1/457

[49] Aynı eser: 1/460

[50] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/365-368

[51] Âl-iİmrân: 94/187

[52] Bakara: 92/174

[53] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/368-370

[54] Çıkış Kitabının 19'ncu babında Allah'ın, İsrâiloğullarının gözü önünde, bulutlar arasında Sina Dağının tepesine inip Musa'ya konuştuğu anlatılıyor: "... Ve vaki oldu ki üçüncü günde sabah olunca gök gürlemesi ve şimşekler ve Dağ üzerinde koyu bir bulut ve çok kuvvetli boru sesi oldu. Ve ordugâhta olan bütün kavim titredi. Ve Sina Dağı hep titriyordu. Çünkü Rab, onun üzerine ateş içinde inmişti. Ve onun dumanı, ocak dumanı gibi çıkıyordu. Ve bütün Dağ titredi. Ve boru sesi git gide kuvvetlenince Mûsâ söyledi ve Allah ona sesle cevap verdi. Ve Rab Sina Dağı üzerine, Dağın tepesine indi ve Rab Musa'yı Dağın tepesine çağırdı, Mûsâ da çıktı..." (Çıkış: 19/16-20) Çıkış: 24/9-11, 13-14, 18. âyetler de şöyledir: "Ve Mûsâ ile Hârûn, Nadab ve Abihu ve İsrail'in ihtiyarlarından yetmiş kişi çıktılar ve İsrail'in Allah'ını gördüler; ve onun ayakları altında gök, yakuttan tuğla döşeme gibi, aydınlıkça asıl göke benzer bir şey vardı... Ve Mûsâ, Allah'ın dağına çıktı ve ihtiyarlara dedi: Size geri dönünceye kadar bizi burada bekleyin... Ve Mûsâ dağa çıktı ve bulut dağı örttü. Ve Rabbin izzeti Sina Dağı üzerinde durdu ve bulut onu altı gün örttü ve yedinci günde bulutun içinden Musa'yı çağırdı... Ve Mûsâ, bulutun içine girip dağa çıktı ve Mûsâ, kırk gün kırk gece dağda kaldı..."

[55] Nisa: 98/153

[56] Bakara: 92/55

[57] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/370-372

[58] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/372-374

[59] Kitabı Mukaddes,Çıkış: 16/13-14,31

[60] Buhârî,Tefsîr: 4; Müslim,Tefsîr: 1; Fethu'1-Bârî: 8/164,304

[61] Bkz. Oniki İmam ve Velî maddeleri

[62] Tirmizî,Tıbb:22

[63] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/374378

[64] el-Mu'cemu'l-Vasît: 2/715

[65] Aynı eser: 2/278,748,805

[66] el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân: 1/414-415

[67] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/378-381

[68] Kitabı Mukaddes, Levililer: bab: 26, s. 127-128

[69] Yahûd Kutsal Kitabında İşaya olarak geçer. Dört büyük İsrail peygamberinden biridir. M. Ö. 8. asırda yaşamış, Kral Ahaz'a karşı koymuştur. Hizkiyâ'nın danışmanlarından idi. M. Ö. 701 tarihinde şehîdedildiği rivayet edilir (Müncid). Kitabı Mukaddes'in 673-723'ncü sayfaları onun öyküsünü ve sözlerini anlatır. Bakirenin çocuk doğuracağını haber vermiştir (İşaya: 7/14).

[70] M. Ö. 650-585 yılları arasında yaşamış bir İsrâîl peygamberidir. Kudüs'ün düşeceğini, Babil Kralına teslim olmayı önermiş, Kudüs'ün düşmesinden sonra Mısır'a kaçıp orada ölmüştür. Kutsal Kitapta adı Yeremya olarak geçer (Müncid).

[71] Luka İncîli: 3/18-20

[72] Fethu'l-Kadîr: 3/209-210

[73] et-Tefsîru'1-hadîs: 3/220

[74] İbn Kesir, Tevsir: 3/464

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/381-389



[75] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/389-391

[76] Allah ile meşgul olan, yani Allah'a ibâdet eden

[77] Tekvîn: 32/22-31

[78] Tirmizî, Libâs: 6; İbn Mâce, Afime: 60

[79] Tekvîn: 12/21-31

[80] Tesniye: 14/3-8

[81] Levililer: 11/9-12

[82] Tesniye: 14/1-19, Levililer: 11/9,13-19

[83] Levililer: 11/41-42

[84] Solam, hargol ve hagob İbrânîce çekirge türleridir.

[85] Levililer: 11/20-21

[86] Levililer: 11/26-31

[87] Mefâtîhu'1-ğayb: 13/223

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/391-395



[88] Tesniye: 23/19-20

[89] Çıkış: 23/9

[90] Mezmurlar: 15/5

[91] Hezekiel: 18/8

[92] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/395-397

[93] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/397-398

[94] Fâtır: 43/43; Ahzâb: 97/62; Fetih: 109/23

[95] İhyâ'uUlûmi'd-dîn: 3/499; Tefsîru'l-Kur'âni'l-hakîm: 1/341-342

[96] Tâhâ: 45/132

[97] Buhârî, Nefekat: 1, Edeb: 25, 26; Müslim, Zühd: 41; Tirmizî, Birr: 44; Nesâ'î, Zekât: 78; İbn Mâce, Ticârât: 1; İbn Hanbel, MUsned: 2/361,4/382

[98] Tâhâ: 45/44

[99] Kurtubî,el-Câmi':2/16

[100] İsrâ: 50/4-6

[101] İsrâ:50/7

[102] Mefâtîhu'1-ğayb: 12/57-58

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/398408

[103] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/408-409

[104] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/409-410

[105] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/410-411

[106] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/411-413

[107] Bakara: 92/111

[108] Bakara: 92/81-82

[109] İbnKesîr.Tefsîr: 1/378

[110] R. Rıza,Tefsîru'l-Kur'âni'l-hakîm: 3/32

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/413-418

[111] R. Rıza,Tefsîru'l-Kur'âni'l-hakîm: 3/32

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 10/418-420

[112] Tevbe: 113/6

[113] Buhârî, Edeb: 35, 38, Cihâd: 98; Müslim, Selâm: 10, 11, 13; Tirmizî, Siyer: 40, İsti'zân: 12,143; Dârimî, İsti'zân: 7; İbn Hanbel, Müsned: 2/114

[114] Râzî, Mefâtîhu'1-ğayb: 8/107; Reşîd Rızâ,Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakîm:, 3/344

[115] Tefsîru'l-Kur'âni'l-hakîm: 1/360-361

[116] Kurtubî,el-Câmi': 2/6; Fethu'l-Kadîr: 1/104

[117] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/420-426

[118] Tefsîr: 2/261

[119] İbn Kesîr,Tefsîr: 2/261-262

[120] İbnKesîr,Tefsîr: 1/106

[121] Mefatihu’I-ğayb: 15/40; İbn Kesir, Tevsir: 1/105-106

[122] Cum'a: 96/5

[123] Mefâtîhu'l-ğayb: 12/36

[124] Enbiyâ: 73/105

[125] Mefâtîhu'1-ğayb: 12/39-40

[126] İbn Kesîr, Tefsîr: 2/74

[127] Ebû Dâvûd. Mclâhim: 17

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/426-434

[128] Tefsîru'l-Kur'âni'l-hakîm: 3/339-340

[129] Kurtubî, el-Câmi': 4/119-120

[130] Müslim, İmân: b. 46, h. 171; İbn Kesîr, Tcfsîr: 1/375

[131] Buhârî, Şürb: 4, Husûmât: 4, Rehn: 6, Şehâdât: 19, 20, 23, Tefsîr, sûre: 3, Eymân: 11,17, Ahkâm: 30, Tcvhîd: 24; Müslim, İmân: b. 61, h. 220-222, 224; Ebû Dâvûd, îmân: 1; Tirmizî, Büyü': 42,Tefsîr, sûre: 3; İbn Mâce, Ahkâm: 8; İbn Hanbel, Müsned: 1/377, 379,432,442,460,2/118,4/192,317,5/25,211-212; İbn Kesîr, Tefsîr: 1/375

[132] Müslim, İmân: b. 46, h. 173; Ebû Dâvûd, Buyu': 6'da benzeri bir hadîs vardır. Ayrıca hadîsi İbn Kesîr, tefsîrinin 1/376. sayfasında zikretmiştir.

[133] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/434-440

[134] Sayılar: 13-14. bablann özeti

[135] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/440-443

[136] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/443

[137] Tehzîbu Sîreti İbn Hişâm: 1/129

[138] Birinci Krallar: bab: 18, sayfa: 361

[139] Haşr: 95/14

[140] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/443-451

[141] Vâkı'a: 46/8-11

[142] Vâkra: 46/8-10

[143] Cum'a: 99/5

[144] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/451-458

[145] Kurtubî, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân: 13/296; İbn Kesîr, Tefsîr: 3/395

[146] Anılan eserler.

[147] Cum'a: 99/5

[148] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/458-468

[149] Tehzîbu Sîreti İbn Hişâm: 1/196

[150] Luka: 6/27-36

[151] Matta: 5/38-42

[152] Matta: 5/43-48

[153] Hadîd: 112/27



[154] Bakara: 92/6-12

[155] Âl-Ümrân: 94/23-25

[156] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/462-468

[157] Tefsîru'l-Kur'âni'l-hakîm: 5/141

[158] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/468-470

[159] Câmi'u'l-beyân: 2/286-288; Hâzin: 1/250-251; İbn Kesîr, Tefsîr: 1/298

[160] Kitabı Mukaddes: s. 825-826

[161] Nisa: 98/77-78

[162] Câmi'u'l-beyân: 3/28-29

[163] Mefâtîhu'1-ğayb: 2/486

[164] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/470-474

[165] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/474-476

[166] Mefâtîhu'l-ğayb: 3/341

[167] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/476-477

[168] îbnHişâm,Sîret: 2/119-123

[169] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/477-480

[170] İbn Kesîr.Tefsîr: 4/334

[171] İbn Kesîr, Tefsir: 4/333

[172] İbn Sa'd. Tabakat: 3/70-72; İbn Hişâm, Sîret: 2/231; Taberî, Târîhu'l-umemi ve'l-mulûk: 2/495

[173] et-Teshîl: 4/107

[174] Câmiu’l-beyân: 28/48

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/480-487

[175] Tehzîbu Sîreti İbn Hişâm: 1/196-206; öazavâtu'r-Rasûl ve Serâyâhu, s. 65-74; et-Tefsîru'l-hadîs: 8/252

[176] Sîretu İbn Hişâm: 2/5-6

[177] Sîretu İbn Hişâm: 2/6

[178] Müslim, Cihâd: b. 22, h. 64-67; Ahkâmu'l-Kur'ân: 3/1502; İbn Kesîr, Tefsir: 3/478-479

[179] Tehzîbu Sîreti İbn Hişâm: 2/8

[180] Usdu'l-ğâbe: 4/242

[181] Tehzîbu Sîreti İbn Hişâm: 2/7-8; Kurtubî, el-Câmi': 14/140-141

[182] Tehzîbu Sîreti İbn Hişâm: 2/8; Kurtubî, el-Câmi':14/140-141

[183] İbn Hişâm, Sîret, 3/264-265

[184] Tesniye:20/10-14

[185] İbn Kesîr, Tefsîr: 3/479-480

[186] et-Tefsîru'1-hadîs: 8/256

[187] et-Tefsîru'1-hadîs: 8/256

[188] Enfâl: 93/41

[189] Kurtubî.el-Câmi': 14/142

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/487-494



[190] Buhârî, Meğâzî: 64; Sîretu İbn Hişâm: 3/388-389

[191] Buhârî, Mağâzî: 83; Dârimî. Mukaddime: 11; İbn Hanbel, Müsned: 6/18

[192] Tehzîbu Sîreti İbn Hişâm: 2/36-42; Ğazavâtu'r-Rasûl: 106-117; et-Tefsîru'l-hadîs: 10/203-204

[193] Ğazavâtu'r-Rasûl: 115

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları :10/494-499
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
oğulları, İsrail


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:43 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam