hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TARİH > Ehli Kitap > İsrail oğulları

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 14. January 2009, 12:25 PM   #11
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Hz. Muhammed'den Mu'cize İstekleri:


53- /STifâfc ehli, senden, kendilerine gökten bir Kitâb indirmeni istiyorlar. Mûsâ 'dan bundan daha büyüğünü istemişler: "Allah'ı bize açıkça göster!" demişlerdi. Haksızlıklarından dolayı derhal onları yıldırım yakalamıştı. Sonra kendilerine açık deliller gelmişken buzağıyı (tanrı) tutmuşlardı. Bundan da vazgeçtik ve Mûsâ 'ya açık bir yetki verdik. 154- Söz vermeleri için Tûr'u üzerlerine kaldırdık ve onlara: "Secde ederek kapıdan girin!" dedik. Ve onlara: "Cumartesi(yasakları)nı çiğnemeyin!" dedik. Ve onlardan sağlam bir söz aldık. 155- Sözlerini bozmalarından, Allah'ın âyetlerini inkâr etmelerinden, haksız yere peygamberleri öldürmelerinden ve "Kalblerimiz kılıflı" deme*lerinden ötürü (başlarına belâlar getirdik). Hayır (kalbleri kılıflı değil), fakat inkârlarından ötürü Allah o kalblerin üzerini mühürlemiştir. Artık pek az inanırlar. 156- Küfürlerinden ve Meryem'e büyük bir iftira atmala*rından; 157- "Biz Allah 'in elçisi, Meryem oğlu îsâ Mesîh 'i öldürdük!" demelerinden ötürü (kendilerini yıldırım çarptı.) Oysa onu öldürmediler ve asmadılar; fakat (bu iş) onlara benzer (kuşkulu) yapıldı. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu yakînen (kesin biçimde) öldürmediler (onu öldürdüklerini kesinlikle bilemediler). 158- Hayır, Allah onu kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir. 159- Andolsun, Kitâb ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü de O (îsâ), onların aleyhine şahit ola*caktır. 160- Yahudilerin yaptıkları zulümlerden, çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden dolayı kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara yasakladık. 161- Menedildikleri halde faiz almalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden ötürü (böyle yaptık). İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azâb hazırladık. 162- Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indiriline ve senden önce indirilene inanırlar. O namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah'a ve âhiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz. (Nisa: 98/153-162)

Bu âyetlerde Peygamber dönemindeki İsrâîloğullarının, sırf inat ve demagoji için Hz. Muhammed'den, kendilerine gökten bir Kitâb indirme*sini istedikleri belirtildikten sonra Peygamber'i teselli için onların, Musa'ya ve ondan sonra gelen peygamberlere karşı olumsuz davranışları anımsa*tılmaktadır:

Onlar, Musa'dan, Allah'ı kendilerine açıkça göstermesini istemişler, bu haksız isteklerinden dolayı gürültüye yakalanmış, korkudan bayılıp düşmüşlerdi. Allah'ın affıyla bu durumdan kurtulduktan sonra altun bu*zağıya tapmışlar, peygamberler aracılığı ile Allah'a verdikleri kulluk, itaat sözünde durmadıklarından dolayı üstlerine Sînâ Dağı veya herhangi bir dağ kaldırılmış, belki deprem veya yer kaymasıyla dağ üstlerine düşecek gibi bir duruma getirilmiş, felâketi görünce pişman olup tevbe etmişler, ama sonunda yine tevbelerini unutup isyana dalmışlar, "Beyt-i Makdis'in kapısından Allah'a secde ederek girin", "Cumartesi günü avlanma yasağını

çiğnemeyin" gibi Tanrı buyruklarını dinlememişler; Allah'a verdikleri sözde durmadıklarından, Allah'ın âyetlerine karşı nankörlük ettiklerinden ve haksız yere peygamberleri öldürdüklerinden, Hz. Muhammed(s.a.v.)e dedikleri gibi daha önceki peygamberlere de "Bizim kalblerimiz, senin söylediklerine kapalı, kılıflıdır, boş yere uğraşma" deyip alay ettiklerinden ve Hz. Meryem'e de iftira ederek onu zina ile suçlamalarından, "Meryem oğlu îsâ'yı öldürdük" demelerinden, kendileri Allah'ın yolundan ayrıldık*ları gibi başkalarını da hak yoldan çevirdiklerinden, Kitâblarında kendi*lerine menedildiği halde tefecilik yapmalarından ve bâtıl (uygunsuz) yol*larla insanların mallarını yemelerinden dolayı İsrâîloğullarının başlarına felâketler geldiği gibi ayrıca onlara acı bir azâb da hazırlanmıştır. Yahûdî lerin başlarına gelecek alçaltıcı azabın, hiyânetleri yüzünden Kurayza ku*şatmasından sonra savaşçılarının idamı, kadın ve çocuklarının köle olarak satılması olduğu anlaşılıyor. Çünkü bu, onlar için cidden alçaltıcı bir azâb idi.

Fakat son âyette, İsrâîloğullarının hepsinin böyle kötü işler yapma*dığı, onlar içerisinde gerçek bilim adamları olan râsih âlimler ile mü'min-lerin, gerek Hz. Muhammed'e, gerek ondan önce gönderilmiş bulunan peygamberlere indirilene inananların; namazlarını kılıp zekâtlarını veren*lerin büyük ödüllere erecekleri vurgulanmaktadır. [58]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:26 PM   #12
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İsrâîloğullannın oniki kabileye ayrılması:


760- fiiz onları oniki torun kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa'ya: "Asanla taşa vur!" diye vahyettik. Taştan oniki göze fışkırdı. Her kabile içeceği yeri bildi. (Ayrıca) Üzerlerine bulutla gölge yaptık ve onlara kudret helvasıyla bıldırcın eti indirdik: "Size ver*diğimiz güzel rızıklardan yeyin!" (dedik). Ama onlar (saptılar, haksızlık ettiler. Böylece onlar) bize zulmetmediler, fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı. 161- Onlara: "Şu kentte oturun. Orada dilediğiniz yerden yeyin, (Allah 'a niyaz edip bizi) affet deyin ve secde ederek kapıdan girin ki hatâlarınızı bağışlayalım; biz iyilik edenlere daha fazlasını da vere*ceğiz." denildi. 162- İçlerinden zulmedenler, (söylediğimiz) sözü, kendile*rine söylenmeyen bir sözle değiştirdiler. Biz de haksızlık ettiklerinden dolayı üzerlerine gökten bir azâb gönderdik. (A'râf: 39/160-162)

Bu âyetlerde İsrâîloğullannin hayâtından başka bir sahne sergilen*mektedir: İsrâîloğulları, oniki şıpta (boya) ayrılmıştı. Bu olaylar, Ya'kûb'un oniki oğlundan türeyen nesillerdi. Bunlar çölde susuzluk çekince Musa'dan su istediler. Hz. Mûsâ, Allah'ın adıyla vurduğu zaman birçok mu'cize meydana getiren değneğini bir kayaya vurdu, kayadan her boy için bir kaynak olmak üzere oniki kaynak fışkırdı. Allah kızgın çölde yaşayan İsrâîloğullarının üzerine bulutla gölge yaptı, menn ve selva indirdi.

İbn Kesîr'in tefsirine göre menn, zahmetsiz olarak verilen bütün besinlerin adıdır. Fakat Tevrat'ın Çıkış Kitabının onaltıncı babından anlaşıldığına göre menn (man) "çölün yüzünde, toprağın üzerine kırağı gibi düşen, kişniş tohumu gibi beyaz, ballı yufka gibi lezzetli bir gıda" idi. Selva ise, ordugâhın üzerini kaplayan bıldırcınların etidir. [59]

İsrâîloğulları, Mısır'dan kurtulduktan sonra kendilerine, ataları Ya'*kûb'un yurdu olan Arz-ı Mukaddes'e girmeleri, orada oturan kâfir Amalika kavmiyle savaşmaları emredilmişti. Yılgınlık gösterdiler, savaşmadılar. Bu yüzden ceza olarak Allah, onları Tîh(çöl)e düşürdü. Kırk yıl Tîh'te kaldıktan sonra Nun oğlu Yûşa' komutası altında Beyt-i Mukaddes'e yürüdüler ve orayı fethettiler. Allah, onlara fethettikleri kentin kapısından secde ederek, yani böbürlenmeden, alçakgönüllülükle, Allah'a karşı boynu eğik bir vaziyette girmelerini ve girerken de "hitta (yani ya Rabbi bizi affet)" demelerini, kentte yani Kudüs'te oturmalarını, o münbit, bereketli topraklarda, diledikleri yerden yeyip Allah'a şükretmelerini emretti. Fakat onlar, söylemeleri emredilen sözü değiştirdiler hitta (bizi affet) yerine hinta (buğday, başağında dâne ver) dediler. Af ve merhamet dileyecekleri yerde maddî çıkar istediler. Kudüs'ün kapısından da uygun olmayan bir biçimde (kıçları üzerine emekleyerek, gururla) girdiler.

Hz. Peygamber'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İsrâîloğullarına: 'Beyti Mukaddes'in kapısından eğilerek giriniz ve hitta deyiniz' buyuruldu. Onlar ise kıçları üzerine emekleyerek girdiler ve (emrolundukları kelimeyi değiştirip) hinta, habbe fîşa'ara (bize buğday, başağında dâne ver) dediler." [60]

İbn Kuteybe'nin nakline göre Yahudilerin, hitta yerine koydukları kelimenin İbrânîcesi, kırmızı buğday anlamına gelen hittâ sum hâsa Esasen bunların, kendilerine emredilen sözü değiştirmeleri, mutlaka bir kelime yerine başka bir kelime söylemeleri anlamına gelmez. Kendilerine emredilenin tersine davranmaları da, Allah'ın buyruğunu değiştirmeleri demektir.

İşte Allah'ın buyruğuna karşı gelmeleri yüzünden başlarına Allah'ın azabı indi, hastalıklara, güçlük ve sıkıntılara uğradılar.

Burada anlatılanların büyük bir kısmı Kitâb-ı Mukaddes'in Çıkış, Sayılar, Tesniye Kitâblarında çok ayrıntılı olarak anlatılır. Bunlar, ibret üslubuyla orada anlatılanların özetidir. Ancak orada geçen, peygamberlere yakışmayacak iş ve sıfatlar, Kur'ân-ı Kerîm'de yer almamıştır.

: Allah, Isrâîl oğullarından söz almıştı ve içlerinden on iki başkan göndermiştik... (Mâide: 110/12)

Mâide: 110/12'nci âyette Allah'ın, İsrâîloğullarına oniki nakîb gön*derdiği bildirilmektedir. Nakîb bir şeyi araştıran kimse demektir. Toplumun haliyle ilgilendiği için lidere de nakîb denilir. Tevrat'ın Sayılar Kitabının birinci ve ikinci bablarında Yahûdî kabileleri ve bunların başkanları anlatılmaktadır. Allah'ın hikmetine bakınız ki İsrâîloğullarının başına oniki nakîb tayin edilmişti. Akabe gecesinde de Allah'ın Elçisi'ne, Medîneli oniki nakîb bey'at etmiştir.

Bu âyet, tasavvufta velîler hiyerarşisine mesned yapılmış; şî'îler de âyeti oniki imam inançlarına temel yapmışlardır. [61]

80- Ey İsrâîloğulları, biz sizi düşmanınızdan kurtardık ve Tûr'un sağ yanında, (Mûsâ ile konuşmayı) size vahdettik; üzerinize kudret helvasıyle bıldırcın indirdik. 81- "Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yeyin, ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner, kimin üstüne gazabım inerse artık o, düşmüş(mahvolmuş)tûr. 82- "Ve Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı çok bağışlayıcıyimdir." (Tâhâ: 45/80-82)

Bu âyetlerde Allah'ın, İsrâîloğullarına verdiği ni'metler anımsatıl*maktadır: Buradaki hitab, kuvvetli olasılığa göre Firavun'un zul-münden kurtulmuş olan İsrâîloğullarına söylenen sözlerin hikâyesi(nakli)dir. İsrâîl*oğullarına hitaben, Allah'ın, kendilerini düşmanlarından kurtardığı, Tûr'un, yani Dağın sağ yanında onlar için Mûsâ ile konuşmaya söz verdiği, üzer*lerine menn ve selva indirdiği, kendilerine verdiği güzel rızıklardan yeme*lerini, fakat rızık hususunda taşkınlık yapmamalarını, kendilerine verilenin dışına çıkmamalarını, hakları olmayan rızıklara saldırmamalarını, aksi takdirde gazabının, taşkınlık yapanları mahvedeceğini, tevbe edip inanan ve güzel işler yapan, doğru yola gelenlere karşı da çok bağışlayıcı olduğunu buyurduğu anlatılmaktadır.

Bulutu üstünüze gölgelik çektik, size kudret helvası ve bıldırcın indirdik: "Size verdiğimiz güzel rızıklardan yeyin," (dedik). Ama onlar bize değil, kendi kendilerine zulmediyorlardı. (Bakara: 92/57)

Bu âyette belirtildiğine göre de tîh(çöl)de İsrâîloğullarının üzerine bir bulutla gölge yapılmış ve ağaçlardan kendilerine bol bol reçineler verilmişti. Alî ibn EbîTalha'nın Abdullah ibn Abbâs'tan aktardığı tefsîre göre el-menn, ağaçlara inen, İsrâîloğullarının beslendiği gıda idi. Türkçe ye kudret helvası diye çevirdiğimiz el-menn't çeşitli anlamlar verilmiştir. Katâde'ye göre bulundukları yerde İsrâîloğullarının üzerine inen kardan beyaz, baldan tatlı bir şey yağardı. Tan yerinin ağarmasıyla güneşin doğması arasında yağan bu gıdaya el-menn denmiştir. Sabahleyin herkes, bir günlük yiyeceğini alır, onunla ertesi güne kadar geçinirdi.

Müfessirlerin kimi el-menn'i yenecek, kimi de içilecek şey diye tefsîr etmiştir. Âyetin ruhundan anlaşılıyor ki el-menn, İsrâîloğullarına, çalışmadan, zahmet çekmeden verilen yiyecek ve içeceklerdir. Yalnız bir tek çeşit besin değildir. Zahmetsiz olarak kendilerine verilen bütün besin*lerin adıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.): "cj*U Kem'e (mantar) menn'dendir, suyu göze şifâdır." [62]

Demek ki Cenabı Hak, İsrâîloğullarına gökten bolluklar vermiş, ağaçlardan akan reçineleri, üstlerinden uçan bıldırcınları kendilerine nzık olarak ihsan etmiş, onlara daha başka bereketler vermişti. Fakat onlar bu ni'metlerin de kadrini bilmemiş, haksızlık etmiş, yoldan çıkmışlardır. Ama doğru yoldan çıkmalarının zararı yine kendilerine dokunmuş, haksızlıkları kendi toplumlarını perişan etmiştir. Zira insanların yaptıkları kötülükler Allah'a zarar vermez, kendilerini mahveder. İnsan taşkınlık yapmak, edep sınırını aşmakla hem dünyada, hem de âhirette kendi geleceğini berbad eder. Yaptığı kötülükler kendi ayağına dolanır.

Aynı şeyler biraz üslûp farkıyla Bakara: 58-61'nci âyetlerde de anlatılmaktadır: [63]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:27 PM   #13
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Kendilerine Söylenen Sözü Değiştirmeleri:


58- Demiştik ki: "Şu kente girin,oradan dilediğiniz yerde bol bol yeyin; secde ederek kapıdan girin ve "hitta (ya Rabbi, bizi affet)" deyin ki, biz de sizin hatâlarınızı bağışlayalım, biz güzel davrananlara daha fazlasını da veririz. 59- Derken o zalimler, onu, kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Biz de yaptıkları kötülüklerden dolayı o zulmedenlerin üzerine gökten bir azâb indirdik. 60- Bir zaman da Mûsâ, kavmi için su (yağmur) istemişti: "Asanla taşa vur," demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkırmıştı. Her bölük,

kendi içecekleri pınarı bilmişti: "Allah'ın rızkından yeyin, için ve yer*yüzünde bozgunculuk yaparak (şuna buna) saldırmayın." (demiştik.) 61-Hani siz demiştiniz ki: "Ey Mûsâ, biz bir yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbi'ne duâ et de bize yerin bitirdiği sebzesinden, acurundan, sa*rımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın." (Mûsâ): "İyi olanı, daha aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada size istediğiniz var," demişti. Üzerlerine alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu; Allah'ın gazabına uğradılar. Öyle oldu, çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. İsyana dal*dıkları, sınırı aştıkları için bunu hak ettiler. (Bakara: 92/58-61)

58-61: "Karye": küçük, büyük yerleşim merkezine denilir. Kur'ân'da kent anlamında kullanılmıştır. Havuzda toplanan suya kıra " havuzun kendisine mikrât " su kanalına kariyy " konuklara ziyafet vermeğe de kıra denilir.

:60'ncı âyette yine İsrâîloğullarına lütfe*dilen ni'metlere: çölde susuzluk çeken İsrâîloğullarına, Musa'nın mu'cizevî değneğini kayaya vurmasıyla, oniki İsrâîloğlu kabilesinden her birine ayrı ayrı su sağlamak üzere, kayadan oniki gözenin fışkırdığına işaret edil*mektedir.

İsrâîloğulları bu çölde Allah'ın lütfettiği kudret helvası, bıldırcın eti gibi külfetsiz rızıklara, kayalardan fışkıran mu'cizevî sulara rağmen tek tip yiyeceğe dayanamadılar, sebze, acur, soğan, sarmısak, mercimek gibi besinler istediler. Oysa istedikleri, kendilerine lütfedilenin altında olan şeylerdi. Bundan dolayı Hz. Mûsâ onlara: "Siz, daha üstün olanı, daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise şehre inin." dedi.

Gerçi İsrâîloğullarının, orada yedikleri, tek tip gıda idi ama, onda Allah'ın lütfü ve o hayatta Allah'ın feyzi vardı. Onun ma'nevî değeri çok büyüktü. Öteki besinler her yerde bulunabilirdi fakat o İlâhî feyiz ve ni'metler başka yerde bulunamazdı. Elbette tek tip gıda, insana yeterli değildir. Fakat bu gıda bir İlâhî lütuf olarak, külfetsiz veriliyor ve onunla insan ruhuna feyiz ve huzur doluyorsa ondan hayırlı bir rızık olamaz, öylesine geçirilen bir hayattan daha üstün bir hayat bulunamaz. Ama onlar, içinde yaşadıkları bu mutluluğun kadrini bilemediler. İsrâîloğul*larına, gitmeleri emredilen mısr, burada nekire (belirsiz) olduğu için Filistin kentlerinden herhangi bir kent demektir. Meşhur Mısır anlamına gelmez.

Oradan ayrıldılar, fakat saptılar, Allah'ın gazabına uğradılar. Üzer*lerine alçaklık ve meskenet binası kuruldu. Yenilgiye uğradılar, ağır vergiler altında kaldılar. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar, haksız yere peygamberleri öldürüyorlar, isyan ediyorlar, haddi aşıyorlardı. Sınırı aşan, haktan sapan her toplumun uğrayacağı sonuç da yenilgidir, zillettir.

61'nci âyette geçen kıssa kelimesi, bizim Anadolu'da küte dediğimiz hiyar türünden bir sebzedir. [64] Bunu Türkçeye kabak diye çevir*mişlerdir. Halbuki yanlıştır, çünkü kabağın Arapçası "Ca"dır[65] Sanıyorum ki küte kelimesi, Arapça kıssa'mn Türkçe söylenişidir. Genelde buna acur denilir.

Derken o zalimler, onu, kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Biz de yaptıkları kötülüklerden dolayı o zulme*denlerin üzerine gökten bir azâb indirdik. (Bakara: 92/59)

Bazı müfessirler, bu âyetten, Hadîs nakli konusunda şu sonucu çıkarıyorlar: İbâdet, dinde aktarılan sözlerin ya kendisiyle veya anla*mıyla yapılır. O sözü başka bir anlam verecek biçimde değiştirmek caiz değildir. Mâlik, Şâfi'î ve Ebû Hanîfe gibi bilginlere göre: hadîsi anlam olarak aktarmak caizdir, bazılarına göre de caiz değildir. Bunun caiz olmadığını söyleyen hadîsçilerden bir grup, hadîsin lafzında bir değişiklik yapmayı caiz görmezler. Hattâ onlar, melodili (melhûn) olarak duydukları sözü yine melhûn olarak öğretmişlerdir. Onlara göre hadîsin sözlerini anlam olarak nakil doğru olmadığı gibi, kelime düzeninde takdim ve te'hîr yapmak veya kelime ilâve etmek veya çıkarmak suretiyle nakil de caiz değildir. Tabii pratikte bunun müm*kün olmadığını bilen bilginlerin çoğunluğu, hadîsi anlam olarak aktar*mayı caiz görmüşlerdir. Bu görüşte olan Kurtubî şöyle diyor:

Sahâbîler, aynı olayı değişik sözlerle aktarmışlardır. Onlara göre önemli olan hadîsin kalıbı değil, anlamıdır. Onlar hadîsleri yinelemeğe ve bunları yazmağa değer vermemişlerdi. Vasile ibn el-Eska: "Biz Allah'ın Elçisi'nin bize söylediği her şeyi size nakletmiş değiliz. Bun*ların anlamı size yeter." demiştir. Katâde 'nin rivayetine göre de Zürâre ibn Evfa şöyle demiştir: " Peygamber (s.a.v.)in birkaç sahâbîsine rastladım, hepsi de bana aynı mânâyı değişik sözlerle anlattılar". Hasan-ı Basrîve Şa'bî,hadîsi anlamıyle naklederlerdi. Hasan: "Anlamı alırsan sana yeter." demiştir. Süfyân-i Sevrî de: "Size, 'hadîsi duyduğum gibi size aktarıyorum' dersem, bana inanmayın. Ben anlamı aktarıyorum" demiştir.

Esasen Allah dahi böyle yapmış, Kitabında geçmişlerin haberle*rini çeşitli yerlerde değişik sözlerle anlatmıştır ama hepsinin anlamı birdir. Ayrıca bu kıssaları, kendi dillerinden (yani Kitâb-ı Mukad*des'teki İbranî dilinden) Arapçaya geçirmiş, te'hîr, ilâve ve noksan ile aktarmıştır. Yabancı sözleri Arapça sözlerle değiştirmek caiz ol*duğuna göre Arapça sözleri de yine Arapça aynı anlamı veren sözlerle değiştirmek de caizdir.

Kurtubî: "Peki ama ilk rivayet eden şahsa, Peygamber'in sözünü kendi sözleriyle değiştirmek caiz olursa, ikinci râvî için de birincinin sözlerini kendi sözleriyle değiştirmek caiz olur. Bu ise hadîsin anla*mının değişmesine, ortadan kalkmasına yol açar. Zira aradaki farklar çok ince ve gizlidir. Fark edilmeyen bu nüanslar, hadîsin anlamının değişmesine yol açmaz mı?" sorusuna: değiştirmenin, ancak aynı anla*mı verecek biçimde yapılabileceği, aksi takdirde caiz olmadığı şeklinde yanıt veriyor." [66]

Gerçekte bu itirazın gayet yerinde olduğu ve mânâ ile aktarılan hadîslerde mânâların, râvîlerin yaşadıkları çağın ve ortamın şartlarına göre biçimlendiği ve o çağın düşünce yapısını yansıttığı gayet açıktır. Bunun binlerce örneği ve kanıtı vardır.

İsrâîloğulları, kendilerine böylesine lütuflarda bulunan Allah'a karşı nankörlük etmişler, Hz. Musa'nın sağlığında dahi altından yapılan bu*zağıya tapınışlardır. Yani içlerini dünyâ tutkusu sarmıştır. [67]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:27 PM   #14
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Musa'nın Peygamberliği ve Kendisine verilen Kitap ve mu'ci-zeler:


Haydi, varın ona deyin ki: "Biz senin Rabbinin elçileriyiz; İsrâîloğutlarını bizimle gönder, onlara azâbetme. Biz Rabbin-den sana bir âyet getirdik. Esenlik, hidâyete uyanlaradır." (Tâhâ: 45/47) 2- Biz Mûsâ'ya Kitâb verdik ve onu İsrâîloğullarına "Benden başka bir vekil tutmayın!" diye bir kılavuz yaptık. 3- Ey Nuh ile beraber (gemide) taşıdıklarımızın çocukları, doğrusu o (Nûh), çok şükreden bir kuldu. (Siz de atanız gibi olun.) 4- Kitâb'da İsrâîloğullarına şu hükmü verdik: "Siz o ülkede iki kere fesat çıkaracaksınız ve büyük bir yükselişle yükseleceksiniz (çok kabarıp kibredeceksiniz). 5-Birincisinin zamanı gelince üzerinize güçlü, kuvvetli kullarımızı gönderdik, evlerin aralarına girip (sizi) araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir va'd idi. 6- Sonra tekrar size, onları yenme imkânı verdik ve sizi mallarla, oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı çoğalttık. 7- İyilik ederseniz, kendi*nize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, o da kendi aleyhinizedir. Son taşkınlığınızın zamanı gelince (yine öyle kullar göndeririz) ki, yüzle*rinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebeb olsunlar) ve ilk kez girdikleri gibi yine Mesdd'e (Kudüs'e) girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler. 8- (Bundan sonra) Belki Rabbiniz size acır, ama siz (bozgunculuk yapmaya) dönerseniz, biz de (sizi cezalandırmağa) döneriz. Cehennemi, kâfirler için kuşatıcı (bir zindan) yapmışızdır! (İsrâ: 50/2-8)

Bu âyetlerde yüce Allah'ın, Musa'ya verdiği Kitabı İsrâîloğullarına rehber kıldığı ve Kitapta onlara: Ey Nûh ile beraber gemide taşıdıklarımızın çocukları, benden başka kimseyi koruyucu tutmayın!" dediği anlatılmaktadır.

Musa'ya verilen Kitâb Tevrat'tır. 2'nci ve 4'ncü âyetlerde geçen el-Kitâb, Yahudilerin ellerinde bulunan Kutsal Kitâbtır. Yüce Allah, o Kitâb'da Yahudilere olan buyruklarını ve uyarılarını anımsatmaktadır.

Kutsal Kitâb'da onlara yeryüzünde iki kere bozgunculuk ve zorbalık yapıp yükseleceklerinin yani böbürleneceklerinin bildirildiği; birincisinin zamanı geldiğinde yani birinci bozgunculuk ve zorbalıklarında Allah'ın, onların üzerine çok güçlü kullarını gönderdiği ve onların, İsrâîloğullarının evlerine girip yurtlarına hakim olduğu; sonra İsrâîloğullarına yine fırsat verdiği; mal ve evlât verip onları güçlendirdiği; son bozgunculuklarının zamanı gelince de yine Allah'ın gönderdiği kulların, ma'bedlerine girip yurtlarını tahrîbettikleri; Allah'ın, yine de onlara acıyacağı, ama kötü eylemlere döndükleri takdirde onları tekrar cezalandıracağı bildirilmiştir.

7'nci âyet üzerinde iki ihtimal vardır:

Güze/ hareket ederseniz kendi yarar imzadır, kötülük ederseniz, o da kendi zar ar imzadır. Son taşkınlığınızın zamanı gelince Allah, yine öyle kullar gönderdi ki yüzlerinizi kötü yapsınlar (yani sizi üzüntüden somurtur duruma soksunlar), birinci kez girdikleri gibi yine Mescid'e (Kudüs'e) girsinler ve üzerine çıktıkları şeyleri tahrîbetsinler." Bu mânâya göre âyet, geçmişte olan bir olayı nakletmektedir.

İkinci ihtimale göre âyetin anlamı şöyledir: "Güzel hareket ederseniz kendi yarar imzadır, kötülük yaparsanız kendi zararınızadır. Son taşkın*lığınızın zamanı gelince (üzerinize yine düşmanlar göndeririz) ki yüzlerinizi kötü yapsınlar ve birinci kez girdikleri gibi yine Mescid'e girsinler ve üzerine çıktıkları şeyi tahrîbetsinler." Bu ihtimâle göre âyet, ileride vukubulacak bir olayı haber vermektedir.

Bu âyetlerdeki hitâb, Tevrat'ın hitabının naklidir. Peygamber (s.a.v.) devrindeki Yahudilere âit değildir. Buna göre ileride vukubulacağı söylenen olay, Kur'ân'ın indiği zaman için değil, Tevrat'taki bu âyetlerin veya sözlerin geldiği zaman içindir. Yani Allah, İsrâîloğullarına, birinci zorba*lıkları sırasındaki cezalandırmasından ibret alıp uslandıkları, güzel davran*dıkları takdirde kendileri için iyi olacağını, aksi takdirde tekrar kötülük, zorbalık yaparlarsa yine üzerlerine düşmanlar saldırtıp yurtlarını tahrîbet-tireceğini ve kendilerini üzüntü içinde bırakacağını bildirmek suretiyle on)an uyarmaktadır. Daha doğrusu İsrâîloğullarını, kendi Kitâbla-nnda böyle uyardığı hatırlatılmaktadır.

Bu âyetler, yine ibret olmak için İsrâîloğullarının Kitabı Tevrat'tan. İsrâîloğullan tarihiyle ilgili parçaları, öğütleri özetlemektedir. Bu âyetlen. Kur'ân indikten sonraki olaylara işaret sayıp bunlardan birtakım rumuzlu.

kehanetli anlamlar çıkarmak, gerçeğe uygun değildir. Zaten 4'ncü âyette, bunların Kitâb'ta yani Tevrat'ta kaza edildiği, yani yazıldığı buyurulmak-tadır.

Bu âyetlerde özetlenen durum, Levililer Kitâbı'nın 26'ncı babında çok daha ayrıntılı olarak anlatılmaktadır ki özeti, Kur'ân'in anlattıklarıdır. Orada şöyle deniyor:

"Kendinize putlar yapmayacaksınız ve kendiniz için oyma put ve dikili taş dikmeyeceksiniz ve önünde secde etmek için memleketinizde resimli taş kurmayacaksınız; çünkü ben Allanınız Rabbim...

"Eğer kanunlarımda yürürseniz ve emirlerimi tutarsanız ve onları yaparsanız; o zaman yağmurlarınızı vakitlerinde göndereceğim ve yer mahsulünü verecek ve kırın ağaçları meyvalarını verecekler... Ve mem*lekete selâmet vereceğim ve yatacaksınız ve sizi korkutan olmayacak ve kötü hayvanları memleketinizden kaldıracağım ve memleketinizde kılıç geçmeyecek(savaş olmayacaktır. Ve düşmanlarınızı kovalayacaksınız ve önünüzde kılıçla düşecekler. Ve sizden beş kişi, yüz kişiyi kovalayacak ve sizden yüz kişi, on bin kişiyi kovalayacak ve düşmanlarınız önünüzde kılıçla (vurulup) düşecekler. Ve yüzümü size çevireceğim, sizi semereli edeceğim ve sizi çoğaltacağım...

"Fakat beni dinlemez ve bütün bu emirlerimi yapmazsanız;... ben de size şunu edeceğim: Dehşeti gözleri söndüren ve canı yıprandıran veremi ve sıtmayı üzerinize koyacağım ve tohumunuzu boş yere ekecek*siniz ve o(ektiğiniz)i düşmanlarınız yiyecek. Yüzümü size karşı koyacağım ve düşmanlarınızın önünde vurulacaksınız, sizden nefret edenler, üzerinize hükümdar olacaklar; ve sizi kovalayan yokken kaçacaksınız. Ve eğer bunlarla da beni dinlemezseniz, o zaman suçlularınız için sizi yedi kat daha tedib edeceğim (cezalandıracağım). Ve kuvvetiniz gururunu kıra*cağım; ve göklerinizi demir gibi (yağmursuz) edeceğim...

"Ve eğer bana karşı yürür ve beni dinlemeğe razı olmazsanız, suçlarınıza göre üzerinize yedi kat daha belâ getireceğim...Ve benim tarafımdan bunlarla da ıslâh edilmezseniz, ben de size karşı yürüyeceğim ve ben de suçlarınız için sizi yedi kat vuracağım. Ve üzerinize ahdin öcünü alan kılıcı getireceğim (düşmanlarınızı size saldırtacağım). Ve şehirlerinize toplanacaksınız ve aranıza veba göndereceğim ve (sizi) düşman eline vereceğim.

"Ve eğer bununla da beni dinlemezseniz ve bana karşı yürürseniz; o zaman ben size karşı öfke ile yürüyeceğim; ben de suçlarınız için sizi yedi kat tedib edeceğim. Ve oğullarınızın etini ve kızlarınızın etini yiyecek*siniz. Ve yüksek yerlerinizi yıkacağım ve güneş putlarınızı devireceğim ve leşlerinizi putlarınızın leşleri üzerine koyacağım ve canım sizden nefret edecek... Ve sizi milletler arasında dağıtacağım ve ardınızdan kılıç çeke*ceğim ve diyarınız ıssız olacak ve şehirleriniz çöl olacaklar.

"Ve siz düşmanlarınızın diyarında iken bütün ıssızlık günlerinde, diyar o zaman Sebtlerinin tadını alacak; o zaman diyar rahat edecek ve Sebtlerinin tadını alacak; bütün ıssızlık günlerinde siz orada otururken Sebtlerinizde görmediği rahatı görecekler. Ve sizden artakalanlara gelince düşman memleketlerinde onların yüreklerine korkaklık vereceğim. Ve yelin sürüklediği yaprağın sesi onları kovalayacak ve kılıçtan kaçar gibi kaçacaklar ve kovalayan yokken düşecekler. Ve düşmanlarınız önünde durmağa kudretiniz olmayacak. Ve millet arasında helak olacaksınız ve düşmanlarınızın diyarı sizi yiyecek ve sizden artakalanlar, düşman mem*leketlerinde fesatlarında yıpranacaklar...

"Ve bana karşı ettikleri suçlarındaki fesatlarını ve babalarının fesa*dını, bana karşı yürüdüklerinden ötürü benim de onlara karşı yürüdüğümü ve onları düşmanlarının memleketine getirdiğimi ikrar edecekler. Eğer o zaman sünnetsiz yürekleri alçalırsa, o zaman fesatlarının cezalarına razı olurlarsa; ben de Ya'kûb'la olan ahdimi hatırlayacağım... Ve diyarı hatır*layacağım. Diyar da onlar tarafından bırakılacak... Ve fesatlarının cezasına razı olacaklar; çünkü hükümlerimi reddettiler ve canları kanunlarımdan nefret etti. Ve bununla beraber düşman memleketlerinde oldukları zaman, onları tamamen yok etmek ve kendileriyle olan ahdimi kırmak üzere kendilerini reddetmeyeceğim ve onlardan nefret etmeyeceğim; çünkü ben onların Rabbiyim; ve onların Allah'ı olmak için kendilerini Mısır diya*rından milletlerin gözü önünde çıkarmış olduğum atalarının ahdini onlar uğruna hatırlayacağım; ben Rabbim." [68]

Açıkça görüldüğü üzere bu âyetler, Hz. Peygamber dönemindeki Yahudilere değil, eski Yahûdîlere âit olayları anlatmaktadır ve hitab da, Tevrat'taki hitabın naklidir. Daha doğrusu âyetler, Tevrat'taki bazı parçaları, ibret için özetlemektedir. Bundan dolayı âyetlerin, Hz. Peygamber döne-mindeki Yahudilerle bir ilgisi yoktur. Bu âyetlerden, Peygamber döne-mindeki ve daha sonraki Yahûdîlerin geleceği hakkında anlamlar çıkarmak, kesin bir mânâ ifade etmez.

Âyetlerin ifadesine göre İsrâîloğulları, güçlerince zorbalığa, haksız*lığa başlamışlar; Allah da güçlü kullarını onların üzerine saldırtmış; yurt*larını istîlâ ettirmiş; İsrâîloğullarının birinci zorbalığı böyle cezalandırıl*mıştır.

Tefsirlere göre İsrâîloğullarının birinci zorbalığı, Eş'iyâ[69]yı öldürme*leri, yahut Ermiyâ[70]ı hapsetmeleri, yahut da Tevrat'ın hükümlerine ters düşmeleridir. Bunun üzerine yüce Allah, Buhtenasar (Nabukodnesar) ve askerlerini, ya da Câlût'u onların üzerine saldırtmak suretiyle onları ceza*landırmıştır. İsrâîloğullarının ikinci bozgunculuğu da Zekeriyya oğlu Yah-yâyı öldürmeleridir ki Yahûdî krallarından Hirodes'in, Yahya'yı zindana attırdığı, İndilerin baş taraflarında yer almıştır. Sebebi de Yahya'nın, Hirodes'in kötülüklerine karşı koyması ve bu kötülük ve günâhlarından ötürü kendisini kınaması idi. [71] Bunun üzerine Allah, onlara yurtlarını yıkıp harabeden düşmanları saldırtmıştır. [72]

Âyetler, İsrâîloğullarının iki kere güçlenip zorbalık ettiklerini, bunun üzerine Allah'ın, onlara düşmanlar saldırtarak onları cezalandırdığını söy*lüyor. Herhalde âyetlerde işaret edilen, İsrâîloğulları tarihinde çok önemli iki olaydır. Yoksa İsrâîloğulları tarihinde güçlenmeler, yenilmeler çok olmuştur. İsrâîloğulları tarihinde iki olay özellikle çok önemlidir:

1) Milattan önce sekizinci yüzyıl sonlarında Asur Kralları, İsrâîl*oğulları yurdunu istîlâ edip Filistin'in büyük kısmına hükmeden İsrâîl devletini yıkmış, halkını sürmüş, yerlerine ülkelerinden getirdikleri toplu*lukları yerleştirmişlerdir.

2) İkincisi de Milâttan önce altıncı yüzyılın ilk yarısında Babil Kralı Nabukodnesar tarafından, "Yahûdâ Devleti"nin yıkılması, başkenti Orşelim'in yıkılıp halkının Bâbil'e sürülmesidir.

Yine tarihin kaydına göre bu olaydan sonra İsrâîl devleti, Şam Bölgesine hakim olan Yunanlılar tarafından iki kez istilâya uğramış, Yahu*dilere işkence edilmiştir. Bu da Milâttan önce üçüncü yüzyıl ile birinci yüzyıl arasında olmuştur. Yahûdî devleti, Milâttan önce birinci yüzyıl ortalarında da Romalıların istilâsına uğramıştır. Sonra Babil devletini yıkan Fars Kralı Kuruş, Yahudileri serbest bırakıp Filistin'e göndermiştir. Filis*tin'e dönen Yahudiler, başkentlerini onarmış, ma'bedlerini yenilemişlerdir. Fakat yine şımarıp taşkınlıklara başlamışlar, bu kez de Sulukiler Devleti tarafından yenilip ezilmişlerdir. Tekrar güçlenmişler, bu kez de Milâttan sonra birinci yüzyılda Romalıların saldırısına uğramışlar, başkentleri yı*kılmış, ma'bedleri harabedilmiş, birçok insanları öldürülmüştür. Böylece şansları ters dönen Yahûdîler dağılmışlar, ma'bedleri haram kalmıştır. Kur'ân indiği zaman Yahûdîler bu durumda idiler[73]

707- Andolsun biz Mûsâ 'ya açık açık dokuz âyet (mu'cize) vermiştik. İşte İsrâîloğullarına sor: Mûsâ onlara gelmiş Firavun ona: "Ey Mûsâ, ben seni büyülenmiş sanıyorum" demişti. 102- Mûsâ dedi ki: "Bunları, ancak göklerin ve yerin Rabbinin, (benim doğruluğumu gösteren) deliller olarak insanlara indirdiğini pekala bildin. Ey Firavun, ben de seni mahvolmuş görüyorum. 103- Firavun onları o ülkeden sürüp çıkarmak istedi, biz de onu, yanındakilerle birlikte toptan boğduk. 104- Onun ardından İsrâîloğullarına: "O ülkede oturun, âhiret zamanı gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz," dedik. (İsrâ: 50/101-104)

55- Andolsun biz Mûsâ ya hidâyet verdik ve İsrâîloğullarına Kitabı mîrâs kıldık. 54- (O,) Sağduyu sahiplerine bir yol gösterici ve öğüttür. (Mü'min: 61/53-54) âyetlerinde de Allah'ın Musa'ya hidâyet verdiği, sağ*duyu sahipleri için rehber ve öğüt olan Kitabı İsrâîloğullarına mîras bıraktığı vurgulanır.

16- Andolsun biz, İsrâîloğullarına Kitâb, hüküm (hikmet ve hükümranlık) ve peygamberlik verdik, onları güzel rızıklarla besledik ve onfarı âlemlere üstün kıldık. 17- Ve onlara bu (din) iş(in)de açık deliller verdik. Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra sadece aralarındaki aşırılık (ve kıskançlık) yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz, Rabbin Kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şey*lerde onlar arasında hüküm verecektir. (CâSiyö: 65/16-17)

Bu âyetlerde Allah'ın, İsrâîloğullarına Kitap, hükümranlık ve pey*gamberlik verdiği; onları Mısırlılara tutsaklıktan kurtarıp (doğu) Mısır topraklarına egemen kıldığı, çeşitli ni'metlerle Beslediği ve o zaman kendi çevrelerinde yaşayan kavimlere üstün kıldığı; din konusunda onlara açık kanıtlar verdiği; tevhîd dinini onlara vahiy yoluyla açık açık bildirdiği anlatılmaktadır. Fakat İsrâîloğulları, kendilerine gerçek geldikten sonra aşırılık ve kıskançlık yüzünden kendi aralarında ayrılığa düşmüşler, çeşitli inançlara sapmışlardır. Allah, Kıyamette onlar arasında hüküm verecek, haklıyı ve haksızı ortaya çıkaracaktır.

Burada, 16'ncı âyette de Allah'ın, İsrâîloğullarını "âlemlere üstün kıldığı" belirtilmektedir. Daha önce de belirttiğimiz üzere bu ifade, Mûsâ dönemindeki İsrâîloğullarının, çevredeki kavimlere galip geldiğini anlatır. Bu, o zamana özgüdür. İsrâîloğullarının her zaman diğer uluslardan üstün olduğunu belirtmez. Çünkü Kur'ân, üstün ırk kabul etmez. Kur'ân'a göre insanların en üstünü ve en değerlisi, Allah'tan en çok korkanlardır.

" 23- Andolsun biz, Mûsâ 'ya Kitâb vermiştik. Sakın onun kavuşmasından kuşkuya düşme. Onu isrâîloğullarına yol gösterici yaptık. 24- Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik. (Secde: 75/23-24)

Bu âyetlerde fâsıkların inkârına üzülen Hz. Muhammed (s.a.v.) teselli edilerek, Allah'ın, daha önce Musa'ya Kitabı verdiğini, o Kitabın Musa'ya ulaşmasından veya ondaki hikmetlerin kendisine ulaşmasından kuşku etmemesini; Allah'ın, o Kitabı İsrâîloğullarına yol gösterici kıldığını;

İsrâîloğullarından sabreden ve Allah'ın âyetlerine inananları, yol gösterici önderler yaptığını bildirmektedir.

Demek ki İsrâîloğullarından, Kitabın âyetlerine uyup bu yolda sab*redenler nasıl doğru yola götüren liderler yapılmış iseler, Allah'ın indirdiği bu âyetlere inanıp bunların hakim olması için sabredenler de öyle liderler olacaklardır. Böylece bu âyetlerle önceki âyetler arasındaki bağlantı ortaya çıkmaktadır.

24'ncü âyet, sabrettikleri zaman İsrâîloğulları içinden Allah'ın buyruğuyla doğru yola ileten önderler yetiş*tirildiğini bildirmektedir. Onlar, Allah'ın buyruklarını yapmağa azmet*tikleri ve bu yolda sabrettikleri zaman önder ve hâkim olmuşlardır. Ama dinin ruhundan ayrılmağa başlayınca liderlik vasfını kaybetmişlerdir.

Bu âyetten sabrın önemi de anlaşılmaktadır. Bazı bilginler: "Sabır ve yakîn (kesin îmân) ile dinde imamlık derecesine erişilir" demişlerdir. [74]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:28 PM   #15
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Çeşitli Olumsuz Davranışları:


87- Andolsun, Musa'ya Kitabı verdik, arkasından peygamber gönderdik. Meryem oğlu îsâ 'ya da açık deliller verdik ve onu Rûhü'l-Kudüs ile destekledik. Ne zaman ki, bir peygamber, size canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız mı? Kimini yalanla*dınız, kimini de öldürüyordunuz? 88- "Kalblerimiz, perdelidir," dediler. Hayır, ama inkârlarından dolayı Allah onları lanetlemiştir, artık çok az inanırlar. 89- Ne zaman ki, onlara Allah katından, yanlarında bulu-nan(Tevrât)ı doğrulayıcı bir Kitâb(Kur'ân) geldi, daha önce inkâr edenlere karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri (Kur'ân) kendilerine gelince onu inkâr ettiler; artık Allah'ın laneti, inkarcıların üzerine olsun! 90-Allah'ın, kullarından dilediğine lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek, Allah 'in indirdiğini inkâr etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenler için alçaltıcı bir azâb vardır. 91- Onlara: "Allah'ın indirdiğine inanın!" denilse, "Bize indirilene ina*nırız." derler, ötesini kabul etmezler. Halbuki o, kendi yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir. De ki: "Gerçekten inanıyor idiyseniz neden daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz? 92- Andolsun Mûsâ, size açık deliller getirmişti, sonra onun ardından tuttunuz buzağıya taptınız; siz öyle zalimlersiniz işte!" 93- Bir zaman üzerinize Tûr(Dağı'n)ı kaldırıp sizden kesin söz almıştık: "Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun, dinleyin!" (demiştik). "Dinledik ve isyan ettik." dediler. İnkârlarıyla kalblerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: "Eğer inanan kimseler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor." (Bakara: 92/87-93)

742- İnsanlardan bazı beyinsizler: "Onları üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola iletir."... 145- Sen Kitâb verilenlere her türlü âyeti (mucizeyi, delili) getirsen yine onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zalimlerden olursun. (Bakara: 92/142,145) âyetlerinde 4e, bir süre kendilerinin döndüğü Kudüs tarafına dönüp namaz kılan Peygamber'in, Allah'ın emri uyarınca Ka'be tarafına yönelmesinden rahatsızlık duyduklarına ve bu olayı müslümanlar aleyhine kullanmaya çalıştıklarına işaret edilmektedir. Ayrıntı için Kıble maddesine bakılabilir.

92'nci sûre olan Bakara Sûresinde açıkça İsrâîloğularının anıldığı âyetler: 40,47,83,122,211,246'ncı âyetlerdir.

Âl-i İmrân: 94/49'ncu âyette Hz. îsâ'nın, İsrâîloğullarına mu'cizeler gösteren bir elçi olarak gönderildiği belirtilmektedir. [75]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:29 PM   #16
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İsrâiloğlu Din Adamlarının, İctihâdlanyla Dini Daraltmaları:


: Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in kendisine haram kıldığı şeyler dışında, İsrâîloğullarına bütün yiyecekler helaldi. De ki: "Doğru iseniz, Tevrat'ı getirip okuyun." (Âl-i İmrân: 94/93)

İsrâîl,Ya'kûb'un unvanıdır. Tevrat'ın Tekvîn Sifrinin 32'nci babında Ya'kûb'a İsrâîl adının verildiği belirtilmektedir. Bu âyette, Hz. Ya'kûb'un, kendi kendisine haram kıldığı şeyler dışında bütün yiyeceklerin İsrâîl*oğullarına helâl olduğu belirtilmektedir. Bunun aksini iddia edenlerin, Tevrat'ı getirip okumaları buyurulmakta ve Allah'a yalan uyduranlar, zâlim yani haksız insanlar olarak nitelendirilmektedir. Tevrat, Hz. Ya'kû-b'dan çok sonra inmiştir. Tevrat'ta haram olan her şeyin Ya'kûb zamanında haram olması gerekmez. İbrâhîm ise Allah'ı birleyen bir kimse olarak tavsif edilmekte, onun, Allah'a ortak koşanlardan olmadığı açıklanmak*tadır.

Kur'ân'ın, İsrâîl (Ya kûb)un kendisine haram kıldığı yiyecek hak*kında işaret ettiği olayın, Tekvin Sifrinin 32'nci babında anlatılan olay olduğu anlaşılmaktadır.

Harran'da Paddan-aram 'da oturan dayısı Laban 'm yanından anayur*duna dönen Ya'kûb, "Gece kalkıp iki karısını ve iki cariyesini ve onbir çocuğunu aldı ve Yabbok geçidini geçti... Ve Ya'kûb yalnız başına kaldı ve seher sökünceye kadar bir adam onunla güreşti. Ve onu yenmediğini görünce, uyluk başı incindi. Ve dedi: Bırak gideyim, çünkü seher vakti oluyor. Ve dedi: Beni mübarek kılmadıkça seni bırakmam. Ve ona dedi: Adın nedir? Ve o dedi: Yakup. Ve dedi: Artık sana Ya'kûb değil, ancak İsrâîl[76] denilecek. Çünkü Allah ile ve insanlarla uğraşıp yendin. Ve Ya'kûb sorup dedi: Rica ederim, adını bildir. Ve dedi: Adımı niçin soruyorsun? Ve orada onu mübarek kıldı. Ve Ya'kûb o yerin adını Peniel koydu. Çünkü Allah'ı yüz yüze gördüm ve canım sağ kaldı, dedi. Ve Penuel'i geçtiği zaman güneş üzerine doğdu ve uyluğu üzerinde aksıyordu. Bunun için bugüne kadar İsrâîloğulları uyluk başı üzerindeki kalça adalesini yemezler; çünkü Ya'kûb'un uyluk başına kalça adalesine dokundu." [77]

Yahudilere bütün tırnaklı(hayvan)lan haram ettik. Sığır ve koyunun da, yağlarını onlara haram kıldık, yalnız(hayvanların) sırtlarının, yahut bağırsaklarının taşıdığı, ya da kemiğe karışan yağlarını haram etmedik. Aşırılıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık. Biz elbette (söyledikle*rimizi) doğru söyleyenleriz. (En'âm: 55/146)

: 160- Yahudilerin yaptıkları zulümlerden, çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden dolayı kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara yasakladık. 161- Menedildikleri halde ribâ almalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden ötürü (böyle yaptık). İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azâb hazırladık. (Nisa: 98/160-161)

Bu âyetlerde Yahûdîlere de bütün güzel yiyeceklerin helâl olduğu, fakat onların dinde aşırılığa kaçmaları, haksızlık ve taşkınlık yapmaları yüzünden onlara helâl olan birçok şeyin haram kılındığı; bu cümleden olarak tırnaklı hayvanların etlerinin; sığır ve koyunun kemiğe sırt ve barsaklarındaki ile kemiğe karışan yağları dışındaki bütün iç yağlarının haram kılındığı; dinde aşırı gitmeleri yüzünden haramlar genişletilerek onların böyle cezalandırıldığı belirtilmektedir.

İşte Kur'ân'da gerek müşriklerin, gerek Yahûdî yorumcularının çoğallıtkları bütün haramlar kaldırılmış ve âyetlerde belirtilen dört et çeşit ürünü dışında bütün etlerin helâl olduğu vurgulanmıştır. Yüce Allah, insan*ların eliyle dinlere sokulan aşırılıkları kaldırmak, insanları orijinal tevhîd yasalarına iletmek üzere gönderdiği Elçisi'ni: Onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar. Üstlerine binen yükleri, kendilerini bağlayan (bâtıl inançlardan oluşmuş) zincirleri kaldırıp atar."(Afraf: 39/157) şeklin*de nitelendirmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), yağ, peynir ve yaban eşeğinin helâl olup olmadığı sorusunu şöyle yanıtlamıştır: "Helâl, Allah'ın, Kitabında helâl kıldıklarıdır. Haram da O'nun, Kitabında haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey söylemeyip sustuğu şeyler de affettiklerindendir (mübâh kıldığı şeylerdir)." buyurmuştur. [78]

Aslında Âl-i İmrân: 94/93, En'âm: 55/146, Nisa: 98/160'ncı âyetlerin belirttiği üzere İsrâîloğullarına da bütün yiyecekler ve güzel şeyler helâldi. Sonra Ya'kûb, bir ru'yâ üzerine kendisine bir yasak koydu: "Oyluk ke-miğindeki eti yememeyi" adadı. [79]İşte ondan sonra gelenler onun sadece kendi durumu ile ilgili bir adağı genel bir hüküm yaptıkları gibi, daha birçok yasaklar da koydular. Bu yanlış davranışları, dinin zorlaşmasına neden oldu. İnsanların koydukları yasaklar Tanrı buyruğu diye din Kitâblarına geçti ve topluma yerleşti, kolay din zorlaştı. İşte En'âm: 55/146, Nisa: 98/160'ncı âyetlerde Yahudilere haram kılınan bu hayvanların, aslında haram olmadığı, fakat onların dinde aşırı gitmelerinin cezası olarak bunların haram kılındığı belirtilmektedir. Yani aslında bunlar haram değildi, fakat din adamları, kendi kıyâs ve ictihâdlarıyla bunların haram olduğunu söylediler. Din Kitâblarına öyle yazıldı ve böylece insan mantalitesinden çıkan bu hükümler, sosyolojik olarak Allah'ın hükmü imiş gibi dine yerleşti. İşte âyetlerde bu sosyolojik kamuoyunun, Tanrı buyruğu haline geldiğini belirtmek için, Allah'ın, onları cezalandırmak üzere bunları onlara haram kıldığı belirtilmektedir. Bunları Allah haram kılmamıştı, ama onlar bunların haram olmasını istediler. Böylece bunlar haram haline geldi, demektir.

Şimdi Tevrat'a bir göz atalım:

"Hiçbir mekruh şey yemeyeceksin. Yiyebileceğiniz hayvanlar şunlar*dır: Sığır, koyun ve keçi, geyik ve ceylan ve sığır ve dağ keçisi ve karaca ve ahu ve dağ koyunu ve hayvanlar arasında tırnağı yarık ve tırnağı

çatlak olan ve geviş getiren her hayvanı yiyebilirsiniz- Fakat deve, ve tavşan ve kaya porsuğu, çünkü geviş getirirler fakat çatal tırnaklı değildirler; onlar size murdardır; ve domuz, çünkü çatal tırnaklıdır, fakat geviş getirmez- O size murdardır. Bunların etinden yemiyeceksiniz ve leşlerine dokunmıyacaksınız-"[80]

"Sularda olanların hepsinden şunları yiyebilirsiniz: Bütün kanatlı ve pullu olanları yiyebilirsiniz ve bütün kanatsız ve pulsuz olanları yeme*yeceksiniz, bunlar size murdardır." [81]

"Bütün temiz kuşları yiyebilirsiniz. Fakat onlardan yemiyeceğiniz şunlardır: Kartal ve tavşancıl ve karakuş ve toy ve şahin ve cinsine göre çaylak ve cinslerine göre bütün kargalar ve devekuşu ve buhu ve kukuma ve cinsine göre (her türlü) atmaca, küçük baykuş ve büyük baykuş ve saka kuşu ve akbaba ve karabatak ve leylek ve cinsine göre balıkçıl ve hüdhüd ve yarasa ve bütün kanatlı haşerat size murdardır; yenilmeyeceklerdir [82]

"Ve yer üzerinde sürünen bütün haşerat mekruhtur, yenilmiyecektir. Yerde sürünen haşeratın hiçbirini, karnı üzerinde sürünenlerin ve dört ayak üzerinde yürüyenlerin ve çok ayağı olanların hiçbirini yemiyeceksiniz, çünkü onlar mekruhtur (haramdır)." [83]

"Ancak bunlardan ayakları üzerinde sıçrayabilecek bacakları bulu*nanlar yenilebilir: Cinsine göre (her türlü) çekirge, ve cinsine göre solam ve cinsine göre hargal ve cinsine göre hagob[84] yenilebilir. Fakat dört ayağı olan kanatlı haşeratın hepsi sizin için mekruhtur." [85]

Çatal tırnağı olan ve tırnağı yarık olmayıp geviş getirmeyen hayvanlar murdardır. Onlara dokunan adamlar da murdar olur. Dört ayaklı hayvanlar arasında pençeleri üzerinde yürüyen her hayvan murdar olduğu gibi, bun*ların leşine dokunan insanlar da murdar olur. Sürüngen haşerat arasında gelincik, fare, her türlü kertenkele, bukalemun murdardır. [86]

Özellikle Tevrat'a dayanılarak yazılmış olan Mişnâ'yı okuyunca insan, bizim fıkıh kitaplarını okuyor hissine kapılmaktadır. Bundan da Kur'ân'ın söylemediği şeyleri dine sokan ulemâ ve fukahânın nerelerden esinlen-dikleri; aslında bu tür rivayetlerin, müslüman olmuş Kitap ehlinden bazı kimselerin akıllarındaki inanç ve görüşlerinin nasıl hadîs haline ge*tirildiği ortaya çıkmaktadır.

Yahudilere tırnaklı hayvanların haram kılındığını söyleyen En'âm 55/146'ncı âyetin tefsirinde Abdullah ibn Abbâs: "Tırnaklıdan kasıt, yalnız devedir, başka bir rivayete göre de deve ve devekuşudur." demiştir. Abdul*lah ibn Müslim'e göre tırnaklılar, gagalı kuşlar, pençeli hayvanlardır.

Tırnaklı hayvanların tefsiri ne olursa olsun Kur'ân, bunların yahû-dîlere haram kılındığını söylüyor ama, müslümanlara da haram kılındığını söylemiyor. Müslümanlara haram kılınanların, sadece dört cins et olduğunu, ayrı ayrı zamanlarda inmiş olan dört âyette vurguluyor. Böyle iken fakîh-lerimizin Tevrat, Mişnâ ve Talmud'da anlatılanları ya doğrudan veya dolaylı yoldan alıp Kur'ân hükmü gibi şerîat kitaplarına geçirmeleri, Kur'ân'ın açtığı geniş yolu daraltmaktan başka nedir?

Fahre'd-dîn Râzî şöyle diyor: "Âyette anılan zufur genel anlamda tırnak değil, gagalı ve vahşî hayvanların yırtıcı, paralayıcı pençeleridir. Çünkü gaga yırtıcı kuşların, canavarların, köpeklerin, kedilerin paralayıcı âletleridir. Yırtıcı hayvanlar ve gagalı kuşlar, Yahudilere haram idi. Onlara haram olan bu şeyler müslümanlara haram değildir. Yırtıcı hayvanlar içinde paralayıcı dişleri olanların ve gagalı kuşların haram olduğu hakkında rivayet edilen haber zayıftır. Çünkü bu haber, Allah'ın Kitabına aykırı, tek kişi yoluyla gelen bir haberdir. Mâlik de bu görüştedir. Bu görüşte olan Mâlik'in düşüncesi güçlüdür. [87]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:30 PM   #17
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Tefecilikleri:


Nisa: 98/161. âyette, kendilerine yasaklanmış olan ribâ almaları ve haksız olarak halkın malını yemeleri yüzünden Allah'ın, Yahudilerin nankörlerine acı bir azâb hazırladığı vur*gulanmaktadır. Âl-i İmrân: 94/75. âyetinde de belirtildiği üzere Yahudiler, özellikle yabancıların mallarını hileli yollarla yemekte bir sakınca gör*müyorlar: Ümmîlere karşı bize bir sorumluluk yoktur" diyorlardı. Tevrat'ta aynen şöyle deniyor:

"Para faizi olsun, zahire faizi olsun, yahut ödünç verilen her şeyin faizi olsun, faizle kardeşine ödünç vermeyeceksin. Yabancıya faizle ödünç verebilirsin." [88]

Kur'ân-ı Kerîm, Yahudilerin, men'edildikleri halde ribâ almalarını kınamaktadır. Kur'ân'ın bu ifadesinden iki anlam çıkar: Ya Yahûdîler Tevrat'ın hükmünü çiğneyip yalnız yabancılardan değil, kendi kardeşle*rinden de faiz almaya başlamışlar; ya da Tevrat faizi kesinlikle yasakladığı halde, faiz alabilmek için zaman içinde Tevrat'a "Yabancıya faizle ödünç verebilirsin" hükmünü sokmuşlardır.

Gerçek Yahûdî dininde faizin kesinlikle yasak olduğu anlaşılmak*tadır. Çünkü faiz insanlara haksızlıktır, zenginin fakiri ezmesi demektir. Peygamberler ne kendi kardeşlerine, ne de yabancıya zulmedilmesine müsâade etmezler. Tevrat'ın başka bir yerinde "Garibe gadretmeyeceksin, çünkü sen de Mısır'da garîb idin"[89] deniyor. Dâvûd: "Parasını faize vermez ve suçsuza karşı rüşvet almaz" diyor. [90]Hezekiel de şöyle demiş: "Faizle para vermez ve murabaha kârı almaz. Elini kötülükten alıkor." [91] Görülüyor ki Yahûdî peygamberleri, mutlak olarak faizi yasaklamışlardır. Burada yabancıdan faiz alınacağına dair bir işaret yoktur. Ama Tevrat, tam olarak orijinalini koruyamadığı ve Hz. Musa'dan çok sonra derlenebildiği için, yabancılardan faiz alınabileceği hükmü zamanla Tevrat'a girmiş olabilir.

Demek ki asıl Tevrat'ta herkese karşı haksızlık, gadr yasaklanmıştır ama onlar, Tevrat'ın kesin faiz yasağını çiğneyip yabancılara haksızlık etmeyi, yabancılardan faiz almayı helâl saymışlardır.

Kur'ân-ı Kerîm, yabancılardan faiz almayı da kınadığına göre İs*lâm'da her türlü faiz işlemi haramdır. Bazı kimseler, "İslâm ülkesi olmayan yerlerde faiz almanın helâl olduğu"nu söylemişlerdir. Bu görüş, İslâm'ın ruhuna aykırıdır. Çünkü böyle bir düşünce, "Ümmîlere (yabancılara) karşı bize bir sorumluluk yoktur (onlardan faiz almamız helâldir)." diyerek yaban-cıdan faiz almayı sakıncalı görmeyen Yahûdî düşüncesinden fark*sızdır.

105- "Allah'a karşı gerçekten başkasını söylememek, benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık deliller getirdim, artık İsrâîloğ ullarını benimle gönder!" 134- ... Üzerlerine azâb çökünce: "Ey Mûsâ, dediler, sana verdiği söz hakkına bizim için Rabbine duâ et; eğer bizden azabı kaldınrsan, muhakkak sana inanacağız ve mutlaka İsrâîloğ ullarını seninle beraber göndereceğiz!"

137- Hor görülüp ezilmekte olan milleti de içini bereketlerle donattığımız yerin, doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrâîloğ utlarına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Firavun'un ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları (ve bahçeleri) de yıktık.

138- İsrâîloğ ullarını denizden geçirdik, kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar: "Ey Mûsâ, dediler, (bak) bunların tanrıları gibi, bize de bir tanrı yap!" (Mûsâ) dedi: "Siz, gerçekten cahil bir toplumsunuz." (A'râf: 39/105,134,137-138) [92]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:30 PM   #18
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Musa'nın Kırk Gece İbâdeti ve Allah'tan Tevrat'ı Alması:


742- Mûsâ ile otuz gece (bana ibâdet etmesi için) sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Harun'a dedi ki: "Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et, bozguncuların yoluna uyma." 143- Mûsâ, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmağa gelip de Rabbi ona konuşunca: "Rabbim, bana (kendini) göster, sana bakayım!" dedi. (Rabbi) buyurdu ki: "Sen beni göremezsin; fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de beni göreceksin!" Rabbi dağa görününce onu darmadağın etti ve Mûsâ da baygın düştü. Aydınca: "Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim!" dedi. 144- (Allah) Buyurdu ki: "Ey Mûsâ, Ben mesajımla (verdiğim vahiylerle) ve konuşmamla seni insanların başına seçtim; sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol!" 145- Öğüte ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Mûsâ için levhalara yazdık: "Bunları kuvvetle tut, kavmine de emret, bunların en güzelini tutsunlar (bu buyrukları uygulasınlar); size, yoldan çıkmışların yurdunu (nasıl tarumar ettiğimi) göstereceğim!" (A'râf: 39/142-145)

A'râf. 39/142-143'ncü âyetlerde Musa'nın, kırk gece ibâdetten sonra yerine kardeşi Harun'u kavminin başına koyup Allah ile buluşmaya gittiği, fakat Musa'nın, Allah'ın konuşmasını duymakla yetinmeyip bizzat O'nu görmek istediği, yüce Allah'ın da: "Sen beni göremezsin; fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de beni göreceksin!" dediği, Allah'ın tecellîsi karşısında dağın savrulup un ufak olduğu, Musa'nın da bu dehşet karşısında kendinden geçtiği, ayılınca tevbe edip: "Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim!" dediği anlatılmaktadır. [93]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:31 PM   #19
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İsrâîloğullarından Mîsâk Alınması:


3- inanan bir kavim için Mûsâ ile Firavun'un haberlerinden bir parçayı, doğru olarak sana okuyacağız: 4- Firavun, o yerde ululandı (zorbalığa kalktı), halkını çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi (İsrâîloğullarını) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınlarını sağ bırakıyordu, çünkü o, bozgunculardan idi. (Kasas: 49/3-4)

63- Bir zaman da sizin sözünüzü almış, üzerinize dağı kaldırmıştık: "Size verdiğimizi kuvvetle tutun, içinde olanı hatırlayın ki (azabımızdan) korunasınız," (demiştik). 64- Ardından yine dönmüştünüz; eğer Allah'ın size iyiliği ve merhameti olmasaydı, elbette ziyana uğrayan*lardan olurdunuz. (Bakara: 92/63-64)

Bu âyetlerde Allah'ın, İsrâîloğullarından söz aldığı ve kendilerine verdiği Kitâb'ı düşünüp uygulamaları için dağı üstlerine kaldırdığı, o durumda buyruklara uyacaklarına söz veren İsrâîloğullarının, daha sonra döndükleri, yine de Allah'ın, acıyarak onları cezalandırmadığı bildiril*mektedir.

Allah'ın, İsrâîloğullarından aldığı ahid, hitâbedilen toplumca bilindiği için izah edilmemiş, sadece adından söz edilmiştir. Hitâbedilen toplum, Hz. Peygamber devrindeki Yahûdîlerdir. Onlar bu olayları kendi Kitâbla-rında okur ve halka anlatırlardı. İşte Kur'ân onları uyanmağa davet için kendi din tarihleriyle ilgili bu olayları ana çizgileriyle kendilerine anım*satmaktadır. Kitâb-ı Mukaddes'te Allah'ın İsrâîloğullarından, peygam*berleri vasıtasıyla çeşitli zamanlarda aldığı söz anlatılmaktadır.

Dağın, kavim üzerine kaldırılması olayına elde bulunan Tevrat'ta rastlayamadım ama Allah'ın Musa'ya bulut direği içinde indiği, bu iniş sırasında orada bulunanların büyük sarsıntılar geçirdikleri çeşitli yerlerde anlatılır. Olay Tevrat'ta, Kur'ân'in işaret ettiği biçimde muhakkak vardı ama zamanla bu parçalar Kitâb'dan düşmüş olabilir. Yahut Hz. Peygamber devrindeki nüsha zamanla kaybolmuştur.

Burada Allah'ın Dağı üstlerine kaldırdığı, A'râf Sûresinde ise Dağın bir gölge gibi üstlerine kaldırıldığı, o kimselerin, dağın üstlerine düşeceğini sandıkları anlatılmaktadır. Allah dilerse bir mu'cize olarak Dağı insanların üstüne kaldırır. Ama Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah'ın yasasında bir değişiklik bulamazsın"[94] buyurulduğu üzere Allah, genel yasasını değiştirmez. Dağı da genel yasası uyarınca bir deprem olayı ile İsrâîloğullarının üstüne kaldırabilir. Dağın eteğinde bulunan insanlar, Dağın üstlerine düşeceğini sanırlar ve bunun, kendi hatâ ve günâhları yüzünden ileri geldiğini anlayarak

Allah'a tevbe edip O'ndan mağfiret dilerler. Nitekim bazı bölgelerde dağ*ların kaydığı, eteğindeki evlerin yıkıldığı, insanların paniğe kapıldığı bilinen olaylardandır. Genellikle halk böyle durumlarda Allah'a yönelir, hatâ ve günâhlarından tevbe ederler. İşte bu âyetlerde, İsrâîloğullarının başına gelmiş böyle bir olay anlatılmaktadır.

Yalnız burada olay, bir mu'cize olarak anlatıldığına göre mutlaka olağan üstü bir tarzda cereyan etmiştir. Birçok olağanüstü şey vardır ki insanlar bunun farkına varmaz, tabii olay deyip geçerler. Gerçeği Allah bilir. Her şeyin bir dış sebebi vardır ama sebepleri yaratan Allah'tır. Bir olayın meydana gelmesini istediği zaman onun sebebini yaratır. Görünürde normal bir olay da olsa o, gerçek mu'cizedir.

63'ncü âyetin sonunda İsrâîloğullarına hitaben: "O Kitâb'da bulunan*ları düşünün ki korunasınız." buyurulmaktadır. Bu cümle üzerinde duran Reşîd Rızâ, şöyle diyor: "Bu cümle, Kur'ân'ı okurken gönülleri, akılları Kur'ân'dan hiç etkilenmeyen, sadece Kur'ân'ın kalıplarına, müziğine önem veren; davranışları Kur'ân'ın getirdiklerine aykırı olan kimselerin aleyhine bir kanıt taşımaktadır." Ve sözlerine kanıt olarak Gazalinin bir örnekle*mesini anıyor:

"Kimi tedebbürsüz (anlamını düşünmeden) çok Kur'ân okumakla aldanır.Fâtiha'nın ve diğer zikirlerin (âyetlerin) harflerini mahreçlerinden çıkarma vesvesesine kapılır. Şeddelere bastırır (ğunneler yapar), dât ile sâd'ın arasını ayırmağa, hasılı bütün namazında harflerin mahreçlerine özen göstermeğe çalışır. Bunun dışında bir amacı yoktur. Kur'ân'ın anla*mını, ondan öğüt almayı, esrarını anlamağa çalışmayı düşünmez. Gurur çeşitlerinin en çirkini budur. Çünkü halk, Kur'ân okurken harfleri mahreç*lerinden çıkarmakla yükümlü değildir. Kur'ân'ı, normal konuşma diliyle okurlar. (Ashâb-ı kiram da konuşma lehçesiyle Kur'ân okurlar, harfleri mahreçlerinden çıkarma gibi bir yapmacığa asla kaç-mazlardı). Bu mağ*rurların durumu, sultanın meclisine bir mektup götürüp orada okumakla görevlendirilen adamın durumuna benzer. Şimdi bu adam, mektubun ama*cını ve meclisin saygınlığını düşünmeden mektubun harflerini güzel çıkar*mağa ve mektubu tekrar tekrar okumağa kalkarsa aklını yitirmiş kabul edip onu deliler hastanesine gönderirler.

Başka bir grup da Kur'ân okumakla aldanmıştır. Öyle sür'atli Kur'ân okurlar ki gündüz ve gecede bir hatim yaparlar. Dillerinden Kur'ân sözleri geçer ama kalbleri başka vadilerde dolaşır. Kur'ân'ın anlamlarını düşün*mezler ki tehdidinden çekinsin, öğütünden öğüt alsınlar. Zannederler ki

Kur'ân'ın indirilmesindeki gaye, gaflet ile hemheme(paldır küldür okuma)-dır. Bunların durumu da bir köleye benzer ki efendisi ona bir mektup yazarak bazı şeyleri yapmasını, bazı şeyleri yapmamasını emretmiştir. Bu köle, mektubun içeriğini anlamağa çalışmaz da sadece sözlerini ezberler ve efendisinin emir ve yasaklarına aykırı gitmeğe devam eder. Ancak ezberlediği mektubu da her gün sesle, nağmeli olarak yüz kere okur. Bu köle cezaya müstahak olur. Çünkü mektuptan maksadın, onun içeriğini uygulamak değil, sözlerini okuyup tekrar etmek olduğunu zannederek aldanmıştır. [95]

Allah, İsrâîloğullarına amel ile yerleşecek olan zikri emretmiş ve

ardından da " Tâ ki korunasınız." buyurarak bunun yararını bildirmiştir ki bu yarar da kişinin, ruhunu Allah'tan korunmaya hazırla-masıdır. Çünkü eyleme devam, ruha daima Allah'ı düşünme yeteneğini yerleştirir. Böylece nefis temizlenir, râdıye ve mardıyye olur: "Sonuç korunmanındır. "[96]

83- fî/z İsrâîloğullarından şöyle söz almıştık: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, anaya-babaya, yakınlara, yetimlere, yok*sullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin!" Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz; hâlâ da yüz çevirip duru*yorsunuz. 84- "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtları*nızdan çıkar-mayacaksınız?" diye sizden kesin söz almıştık; göre göre bunu kabul etmiştiniz. 85- Ama siz yine birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz; onlara karşı günâh ve düşmanlık yapmakta birleşiyorsunuz, onları çıkarmak size yasaklanmış iken (çıkarı*yorsunuz, sonra da) esir olarak geldiklerinde fidyelerini veriyor(kurtarı*yor )sunuz. Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir? Kıyamet gününde de (onlar) azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptık-larınızı bilmez değildir. (Bakara: 92/83-85)

92/83-84'ncü âyette Yahûdîlere verilmiş olan on emir ve Hz. Mûsâ aracılığı ile bu buyruklara uyacakları hakkında onlardan alınan kesin söz anlatılmaktadır. Bu buyruklar şunlardır:

1) Allah'tan başkasına tapmayın, 2) Anaya-babaya iyilik edin, 3) Akrabaya iyilik edin, 4) Yetîmlere iyilik edin, 5) Yoksullara iyilik edin, 6) İnsanlara güzel söz söyleyin, 7) Namazı kılın, 8) Zekâtı verin, 9) Birbirinizin kanını dökmeyin, 10) Birbirinizi yurdunuzdan çıkarmayın.

Ana babaya iyilik, Allah'a ibâdetle birlikte anılmıştır. Çünkü insanı yaratan Allah, özenle büyüten, eğitip yetiştiren de ana-babadır. Bundan dolayı Allah hakkından sonra ana-baba hakkı gelir.

"el-Kurbâ": yakınlık anlamında masdardır. Zî'l-kurbâ, yakınlık sahi*bi, yani akraba olan insandır. Akrabaya iyilik de gerek Tevrat'ın, gerek Kur'ân'ın ortak buyruğudur.

"el-Yetâmâ": Yetîm'in çoğuludur. Babası ölmüş çocuğa yetîm deni*lir. Yetîme iyilik de İlâhî Kitâbların ortak emirlerindendir.

"el-Mesâkîn": Miskin'in çoğulu olan mesâkîn, yoksulluğun kendi*lerini hareketsiz bıraktığı, çok fakîr, zavallı kimselerdir. Peygamber (s.a.v.): "Dul ve miskin 'in yardımına koşan kimse, Allah yolunda cihâdeden, sürekli namaz kılan ve hiç ara vermeden oruç tutan gibidir"[97] buyurmuştur.

"İnsanlara güzel söz söylemek" de Tanrısal dinin temel buyruk-larındandır. Çünkü ancak böylece gönüller fethedilir, toplum ilişkileri düzelir. "İnsanın gerek iyilere, gerek kötülere karşı güzel sözlü, güler yüzlü olması; fakat dalkavukluktan, kötünün işlediği günâhlardan razı olma zannını uyandıracak sözler söylemekten kaçınmak gerekir. Yüce Allah, Mûsâ 'ya ve Hârûn 'a: "Firavun 'a yumuşak söz söylemelerini" emret*miştir. [98] Şimdi konuşacak hiç kimse Musa'dan ve Harun'dan üstün olmadığı gibi, hiçbir fâcir de Firavun'dan daha kötü değildir. Allah, fâcirlerin en kötüsü Firavun 'a dahi yumuşak söz söylenmesini emretmiş iken başkalarına nasıl kaba ve katı söz söylenir? Talha ibn Ömer şöyle demiştir: "Atâ'ya dedim ki:

Senin yanına çeşitli arzular taşıyan kimseler gelip toplanıyor. Ben ise sert bir adamım, onlara kaba söz söylüyorum.

Şöyle dedi:

Yapma, yüce Allah, insanlara güzel söz söylemeyi emrediyor. Güzel söz söylenecekler arasına Yahudiler, Hıristiyanlar da dahildir. Böyle iken müslümana karşı kaba konuşmak olur mu? [99]

"Namaz kılmak, zekât vermek" de İlâhî dinlerin ortak buyrukla-rındandır. 92/84-86'ncı âyetlerde Allah'ın, Yahudilerden birbirlerine destek olmaları, birbirlerini öldürmemeleri, birbirlerini yurtlarından sürmeyecek*leri konusunda mîsâk (söz) aldığı, bunu açıkça kabul ettikleri halde yine birbirlerini öldürmeğe ve yurtlarından sürmeğe devam ettikleri; kendi soydaşlarına karşı yabancılarla işbirliği yaparak haram işledikleri belirtil*mekte ve"Siz, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyor*sunuz?" şeklindeki inkâr sorusunun ardından, böyle yapanların dünyâda perişan olacakları gibi âhirettte de azabın en şiddetlisine çarpılacakları; Allah'ın, onların yaptığından gafil olmadığı; âhireti verip dünyâyı almış olan o insanlardan azabın hiç hafifletilmeyeceği ve onlara hiç yardım edilmeyeceği vurgulanmaktadır.

Yesrib Yahûdîlerinden Nadîr Oğullarıyla Kaynuka Oğulları, Hazrec-lilerin; Kurayza Oğulları da Evs kabilesinin müttefiki olmuşlardı. Medi*ne'deki iki Arap kabilesi Evs ile Hazrec arasında zaman zaman, savaşa dönüşen anlaşmazlıklar olurdu. Bu savaşlarda her Yahûdî kabilesi de müttefiki olan Arap kabilesinin yanında savaşa katılırdı. Böylece karşı tarafla birleşmiş olan soydaşlarına karşı savaşır, onları öldürür veya esir alırlardı. Savaş bitip barış yapılacağı zaman her iki taraftaki Yahûdî kabi*leleri, aralarında yardım toplayıp Arap kabilelerine tutsak olan Yahudileri fidye ile kurtarırlardı.

Bu durum da Yahudilerin, kendi aralarında birleşik, dayanışma içinde bir kütle değil, birbirlerinedüşman bir kütle olduğunu gösterir. Yahudiler de bölge Araplarının sosyal karakterine uymuşlardı. Böyle soydaşlarına karşı dövüşüp onları yurtlarından sürgün eden, soydaşlarına karşı yaban*cılarla işbirliği yapan toplumların sonu dünyâda yenilgidir. Bu haram işleri yapanlar âhirette de azabın en çetinine atılırlar. Ahiret karşılığında dünyâyı satın almış olan bu çıkarcı insanların âhiret azabı hafifletilmez ve kendilerine yardım eden de olmaz!

Bir zaman üzerinize Tûr(dağın)ı kaldırıp sizden kesin söz almıştık:

"Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun, dinleyin!" (demiştik). "Dinledik ve isyan ettik." dediler, tnkârlanyla kalblerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: "Eğer inanan kimseler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor!" (Bakara: 92/93)

Bu âyette de Allah'ın, İsrâîloğullarından mîsak aldığı, Dağı başlarının üstüne kaldırıp "Size verdiklerimi kuvvetle tutun (uygulayın), sözlerimi dinleyin (buyruklarıma itaat edin)" dediği, fakat onların "İşittik, isyan ettik" dedikleri, küfürleri yüzünden kalblerine buzağı sevgisi içirilmiş (içlerine putperestlik sinmiş) bulunan İsrâîloğullarının, itaate söz verdikleri halde sanki "İşittik isyan ettik" demişçesine ters davrandıkları belirtilmekte ve şayet inanıyorlarsa -ki böyle iman olmaz- bu imanlarının, kendilerine ne kötü şeyler emrettiği sorulmaktadır. Yani sor onlara: Bu ne biçim imandır ki sizi kötü yollara yöneltiyor. İmanın iyiye yöneltmesi gerekir, davranışlarıyla sanki Dağın kaldırılması olayına sebebolduklarına işaret edilmektedir.

Bu âyetteki " kalblerine buzağı (sevgisi) içirildi" cümlesi, Kur'ân'ın eşsiz isti'ârelerinden biridir. (işrâb),

bir şeyin başka bir şeye karışması, ya da içirmek anlamına gelir. Âyette, buzağı sevgisinin, suyun bedene karışması gibi tapanlarının gönüllerine akıp canlarının her zerresine karıştığı ifade edilmektedir.

100- Ne zaman bir ahit (andlaşma) yaptılarsa, onlardan bir grup o ahdi bozup atmadı mı? Zaten çokları inanmazlar. 101- Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir elçi gelince, Kitâb verilenlerden bir grup, Allah'ın Kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi, sırtlarının arkasına attılar. (Bakara: 92/100-101) âyetlerinde de İsrâîl-oğullarının verdikleri sözde durmadıkları; Allah tarafından, kendilerine, yanlarında bulunan Kitabı doğrulayan Elçi geldikçe, Elçiye destek olmaları gerekirken, içlerinden bir grupun, bilmiyormuş gibi Allah'ın Kitabının hükümlerini arkalarına atıp o Elçi'ye engel olmağa çalıştığı anlatılmaktadır.

Allah, kendilerine Kitâb verilenlerden:

"Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!" diye söz almıştı. Fakat onlar, verdikleri sözü sırtlarının ardına attılar ve ona karşılık birkaç para aldılar. Ne kötü şey satın alıyorlar. (Al-i İmrân: 94/187)

Bu âyette de Allah'ın, Kitap ehlinden, Kitabın içeriğini insanlara açıklayacakları, onu gizlemeyecekleri hususunda söz aldığı, fakat onların, verdikleri sözü, değersiz dünyâ çıkarı karşılığında satıp gerçekleri gizle*dikleri bildirilmektedir.

İsrâîloğulların-dan söz almıştı. İçlerinden oniki başkan göndermiştik. Allah demişti ki: "Ben sizinle beraberim, eğer namazı kılar, zekâtı verirseniz; elçilerime inanır ve onlara yardım eder ve Allah'a güzel borç verirseniz, (Allah için yoksullara sadaka verirseniz, yahut ihtiyacı olanlara Allah için ödünç para verirseniz) elbette sizin günâhlarınızı örterim ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim nankörlük ederse, düz yoldan sapmış olur. 13- Sözlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık. Kelimeleri yerlerinden kaydı*rıyorlar. Uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. İçlerinden pek azı hariç, daima onlardan hainlik görürsün. Yine de onları affet, aldırma, çünkü Allah güzel davrananları sever. (Mâide: 110/12-13) İsrâîloğullarından sağlam söz alan yüce Allah, onların içinde oniki nakîb (lider) yaratmış, namazı kıldıkları, zekâtı verdikleri, elçilerine inanıp destek oldukları, Allah'a güzel borç verdikleri takdirde kendileriyle beraber olacağını; günâhlarını örtüp kendilerini, alt taraflarından ırmaklar akan cennetlere sokacağını, fakat buna rağmen nankörlük edenin, düz yoldan şaşmış olacağını bildirmiştir. İsrâîloğutları verdikleri sözde durmadık*larından dolayı Allah'ın la'netine uğramışlar, kalbleri katılaştı. Artık söy*lenen sözler, verilen öğütleF kendilerini etkilemez oldu. Dünyâ tutkusu ruhlarını sardığından, keyiflerince hareket edebilmek için Allah'ın kelime*lerini değiştirmeğe, ya da Allah'ın sözlerini işlerine geldiği biçimde yo*rumlamağa başladılar. O kelimelerle kendilerine hatırlatılan hazzı, yani o kelimelerle emredilen eylemleri yapmayı unuttular, dinî görevlerinden yüz çevirdiler. Onların bu dünyâ tutkusu, acımasız davranışları, asırlarca sürüp gitti. "İşte ey Muham-med, sen de hâlâ onlardan hıyanet görüyor*sun!" Sen peygambersin. Seni görünce ibret alıp uslanacakları yerde, kendi içlerinde yetişen peygam-berlere yaptıkları gibi sana da hiyânet yapmakta, sana ve arkadaşlarına tuzak kurmaktadırlar. Ama sen yine de onları affet, onların kaprislerine aldırma, onlara hoşgörülü davran. Çünkü Allah, güzel davrananları, iyilik edenleri sever.

70- Andolsun, biz İsrâîloğullarından söz almış ve onlara elçiler gönder*miştik. Ne zaman bir elçi onlara canlarının istemediği bir şey getirdiyse (gelen elçilerin) bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürüyorlardı.

71- Bir fitne kopmayacak sandılar, kör oldular, sağır kesildiler. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra yine çokları kör, sağır kesildiler. Allah yaptıklarını görüyor.(Mâide: 110/70-71)

Yahudilerin, peygamberlerine karşı olumsuz davranışlarını anlatan bu âyetlerde de Allah'ın, İsrâîloğullarından sağlam söz aldığı ve onlara elçiler gönderdiği; fakat gelen her elçi, onlara, keyiflerine uymayan bir şey emredince ya onu yalanladıkları veya öldürdükleri; bu davranışlarının cezasız kalacağını sanıp gerçekleri görmedikleri, hak sözü dinlemedikleri; Allah onları her ne kadar affetmiş ise yine sonunda gerçeklere karşı kör ve sağır kesildikleri belirtilmekte ve Allah'ın, yaptıklarını gördüğü bildi*rilerek bu davranışlarının cezasız kalmayacağı vurgulanmaktadır.

Yüce Allah, bu âyetlerle Elçisi'ni tesellî etmekte, kendisini inkâr eden, müslümanların arasını bozmağa çalışan Yahudilerin tutumlarına üzülmemesini bildirmekte; daha önceki peygamberlere saygısızlık edenler nasıl Allah'ın cezasına çarpılmışlarsa bunların da bir gün Allah'ın hışmına uğrayacaklarını anlatmaktadır. Bu âyetlerde Peygamber'e hiyânet eden Medîne Yahudilerinin, ileride cezalandırılacaklarına işaret vardır.

110/71'nci âyet, İsrâîloğullarının, hakkı görmez, hidâyete karşı sağır olmalarının, iki kez vukubulduğunu gösterir. Müfessirlere göre İsrâîloğullarının bu davranışlarının ilki Zekeriy-yâ Aleyhisselâm zamanındadır. Ona karşı kör ve sağır olmuşlar, onun gösterdiği yolu görmemiş, öğütlerini dinlememişlerdir. Sonra bazılarının inanmasıyla yüce Allah, tevbelerini kabul edip onları affetmiştir. İkincisi de Hz. Muhammed Aleyhisselâm zamanındadır. Onun peygamberliğini kabul etmemekle kör ve sağır kesilmişlerdir. Kaffâl 'e göre de İsrâ Süre*sindeki: "

4- Kitâb 'da İsrâîloğullarına şu hükmü verdik: 'Siz o ülkede iki kere fesat çıkaracaksınız ve büyük bir yükselişle yükseleceksiniz (çok kabarıp kibredeceksiniz.).' 5- Birincisinin zamanı gelince üzerinize güçlü kulla*rımızı gönderdik, evlerin aralarına girip (sizi) araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir va'd idi. 6- Sonra tekrar size, onları yenme imkânı verdik ve sizi mallarla, oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı çoğalttık." [100] âyetleri, bu âyeti tefsîr niteliğindedir. İsrâîloğullarının böbürlenip taşkınlık yapma*larını anlatan bu âyetler, buradaki : Kör ve sağır kesildiler" cümlesinin anlamını açıklamaktadır. O âyetlerin devamı olan "

7- İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, o da kendi aleyhinizedir. Son taşkın*lığınızın zamanı gelince (yine öyle kullar göndeririz) ki, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebeb olsunlar) ve ilk kez girdikleri gibi yine Mescid(Kudüs) 'e) girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler." [101]âyeti de Sonra onlardan çoğu, yine kör ve sağır oldular" âyetini tefsir etmektedir. [102]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Alt 14. January 2009, 12:32 PM   #20
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Allah'ın Ni'metlerine Nankörlükleri:


87- Andolsun, Mûsâ 'ya Kitabı verdik, arkasından peygamber gönderdik. Meryem oğlu îsâ 'ya da açık deliller verdik ve onu Rûhu'l-Kudüs ile destekledik. Ne zaman ki, bir peygamber, size canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız mı? Kimini yalan*ladınız, kimini de öldürüyordunuz? 88- "Kalblerimiz,perdelidir," dediler. Hayır, ama inkârlarından dolayı Allah onları lanetlemiştir, artık çok az inanırlar. 89- Ne zaman ki, onlara Allah katından, yanlarında bulunan(Tev-rât)ı doğrulayıcı bir Kitâb (Kur'ân) geldi, daha önce inkâr edenlere karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri (Kur'ân) kendilerine gelince onu inkâr ettiler; artık Allah'ın laneti, inkarcıların üzerine olsun! 90- Allah'ın, kullarından dilediğine lütfuyla (vahiy) indirmesini çekeme-yerek, Allah'ın indirdiğini inkâr etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenler için alçaltıcı bir azâb vardır. 91-Onlara: "Allah'ın indirdiğine inanın!" denilse, "Bize indirilene inanırız." derler, ötesini kabul etmezler. Halbuki o, kendi yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir. De ki: "Gerçekten inanıyor' idiyseniz neden daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?" (Bakara: 92/87-91)

92/87'nci âyette de İsrâîloğullarına Allah'ın nimetleri sayılmakta; Musa'ya Kitâb'ı verdiği, onun ardından peygamberler gönderdiği, Meryem oğlu îsâ'ya da, peygamberliğini kanıtlayan mu'cizeler verdiği ve onu Rûhu'l-Kudüsle desteklediği belirtilmektedir. Sonra İsrâîloğullarına hita*ben, "Ne zaman ki, bir peygamber, size canınızın istemediği bir şey getir*diyse büyüklük taslamadınız mı? Kimini yalanladınız, kimini de öldü*rüyordunuz?" buyurulmaktadır.

92/88-91 'nci âyetlerden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber (s.a.v.), İsrâîloğullarına Kur'ân'ı okuyup düşünmeğe da'vet ettikçe onlar inat ve küfürlerinde ısrar etmişler "Senin dediklerini aklımız almaz, bizim bildiği*miz bize yeter; senin anlattığın şeylere bizim kalblerimiz kapalı(karnımız tok)dur" demişlerdi. Oysa onlar daha önce, yakında çıkacak bir peygam*berin öncülüğünde Araplara galip geleceklerini söyleyip duruyorlardı. Bu peygamberin getirdikleri, kendi yanlarında bulunan Kitabın hükümlerine uygun olduğu halde sırf kıskançlıklarından dolayı bile bile onu kabul etmediler. Böylece onlar, imanı verip küfür ve nankörlüğü satın alarak kötü bir alışveriş yapmış oldular. Çünkü bu alışverişi yapanlar, Allah'ın gazabına uğrarlar. Allah'ın la'neti, öylelerini kuşatıp mahveder.

Onlara: "Allah'ın indirdiğine inanın" dendikçe onlar: "Yalnız bize indirilene inanırız" derler ve bunun ötesinde vahiy olacağını kabul etmez*ler. Oysa vahiy, herhangi bir ulusun tekelinde değildir. Allah, dilediği ulustan, dilediği kuluna vahiy indirebilir. Aslında kendileri, daha önce kendi aralarından çıkmış peygamberlere de doğru dürüst inanmamışlar, onlara çeşitli kötülükler yapmışlardı. Onların bir kısmını yalanlamış, bir kısmını ise yalanlamakla kalmayıp öldürmüşlerdi. Hz. Mûsâ, kendilerine mu'cizelerle Kitabı getirdiği halde putçuluğu içlerinden söküp atamamışlar, onun gıyabında altun buzağıya tapınışlardı. [103]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
oğulları, İsrail


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:16 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam