hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > MAKALELER(DİNİ ve SİYASİ) > Başlıklara Uymayan Konular

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 11. February 2010, 09:18 PM   #1
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart Küçük Hikayelerden Güzel Hisseler

Cami imamı Abdullah hoca , bir iş için resmi dairelerden birine gider.
Kendisinden TC kimlik numarası istenince, en yakın internet- cafenin yolunu tutmak zorunda kalır.

Cafenin kapısından girerken levhada yazılı isim 'fesubhânallah' lar,estagfirullah'lar çektirir hoca efendiye, hem de peşpeşe:
CEN.NET CAFE

Cafe işleten delikanlıya:
- Evlâdım T.C. kimlik numarası istediler benden, yardımcı olabilir misin?
- Tabi amcacım, siz şuraya oturun, şu işimi hemen bitirip sizinle ilgilenirim.

Abdullah hoca başlar beklemeye. Böylelikle bulundugu mekânı inceleme fırsatı da geçer eline.
Demek ki gençlerin girip bir türlü çıkmak bilmedikleri, internet-cafe denilen yer burasıdır.
Gözüne takılan her detaydan rahatsız olarak, huzursuz bakışlarla etrafını süzer durur.
Evin bodrumunda kurduğu fare tuzakları gelir aklına. Küçücük bir peynire tutsak olan fareler
nasıl kapandan çıkamıyorlarsa, ayrı telden, ayrı telden oyunlara yakalanan gençlerin de
buradan çıkamadıklarını düşünür. Bir 'fesubhanallah'
Bir 'fesubhânallah' daha çeker ve:
- Ähir zaman fitneleri işte canım, der kendi kendine.

Hoca efendinin huzursuz olduğunu fark eden delikanlı hemen bir çay söyleyince, kendisine ikram edilmesinden memnun olur.
En azından bu da bir hürmet ifadesidir. 'Aferin' derken içinden, hayıflanır, istemeden:
- Yazık oluyor bu gençlere, hayatlarını heder ediyorlar.
Boşa hayıflanmanın, vah vah demenin, bir faydası olmayacağını bildiği için, delikanlıyla hasbihal etmeye karar verir:

- Delikanlı sana bir şey soracağım ama bilmem ne düşünürsün?
- Buyurun amca, ne soracaktınız?
- Sen Allah'ı bilir misin?

Birbirine girmiş, hiçbir şekle benzetemediği jöleli saçları,
her baktığında bir 'fesubhanallah' daha çektiği sakal şekliyle bu delikanlıdan aldığı cevap, hoca efendiyi pek şaşırtır.

Cafeyi işleten delikanlı gülümseyen gözlerle bakarak:
- Kul, kendisini yoktan var edip hayat bahşeden, düşünecek akıl, görecek göz veren Rabbini nasıl bilmez amca?

Hayretle sormaktan alamaz kendisini:
- Biliyor musun? Peki neyle biliyorsun Allah'ı, bana bir anlatır mısın?

Delikanlı eliyle cafedeki bilgisayarları göstererek cevap verir:
- Bu bilgisayar ile biliyorum amca.

- Bunlarla mı? Pek anlayamadım.

- Bu bilgisayarların varlığı benim nazarımda Allah'ın varlığının en açık delillerinden biridir.
Bilgisayar kullananlar gayet iyi bilirler amca,böyle bir makine, ancak bir mühendis ve üstün bir teknoloji ile var olabilir.
Ateistin en önde gidenine sorsan, bu zımbırtının tesadüf eseri oluşmayacağını,
mutlaka birisi tarafindan yapılmış olduğunu söyler sana.
Meselâ Darwin kalkıp dirilse, şu laptopu göstersen, desen ki:
'Bu Älet, şu hesap makinesinin tesadüfler zinciriyle evrimleşmiş hâlidir.' Darwin bile 'çüş lan deve' der.

Abdullah Hoca delikanlının anlattıklarından hoşlanmıştır. Keyiflenir:
- Bilgisayarın kendiliğinden yapıldığını kabul etmeyen adam, onu yapan insanın yaratılmış olduğuna gelince kıvırıveriyor değil mi evlâdım?

- Bak amca, burada 20 tane bilgisayar var, bunlar bir sistemle birbirine bağlı, hepsi bir program tarafından idare ediliyor.
Bu sistemi ben kurdum, burayı ben çekip çeviriyorum. Buradaki düzen benden sorulur;
Yani bir anlamda da farzi muhal buranın sahibi benim.
Bazen oyun oynayıp, interneti kullanıp para ödemeden sıvışmaya kalkanlar oluyor.
Hemen yakaliyorum onları. 'Gel bakalım! Nereye gidiyorsunuz böyle?
Buranın nimetlerinden faydalanıp başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz?
'Paramız yok abi! ' derlerse; 'Yok öyle yağma! ' deyip cezalandırıyorum.
İnternet-cafeyi temizletiyorum: paspas yapıyorlar, camları silip tuvaleti temizlettiriyorum.
Bir saat oyunun, internetin bedeli olur, bunun hesabı sorulur da, sayısız nimetlerle dolu koca bir ömrün hesabını sormazlar mı insana?
Bir cafenin bile işlerini düzenleyen, tertip eden biri varken, koca kâinatı kusursuz işleyen bu sisteminin bir kurucusu olmaz mı?
Olmaz diyenin ahmaklığını bütün noterler tasdik etmez mi?

- Vallahi evlâdım pek takdir ettim seni. Peki Allah'ı nasıl bilirsin, neye benzetirsin?

-Ben Allah'ı hiçbir şeye benzetmeden bilirim amca.

- Bunun böyle olacağını nasıl bildin evlâdım?

Delikanlı eliyle bilgisayarları işaret etti:
- Yine bunlar sağ olsun. Bu bilgisayarları yapan mühendisler başka, bilgisayarlar başkadır.
Birbirlerine benzemezler.
Programı yazan insan başkadır, ortaya konulan program ise bambaşka.
Bilgisayarda yüklenmiş bilgiler vardır, fakat benim bilmem yine başkadır.
Kamerası vardır, ses düzeni vardiır, ama benim gözlerim ve duyup konuşmam farklıdır.

Abdullah amca çocuğun feraset ve anlayışını çok beğenmişti.
Sorduğu sorulara aldığı cevaplar, gayet mantıklıydı ve berrak bir imana işaret ediyordu.
Aslında buradaki işi bitmiş, kimlik numarasını çoktan almıştı; ama muhabbete devam etmek istedi.

- Peki varlığına inandığın Rabbin için ne yapman gerektiğine dair ne biliyorsun?

- Ne yapmam gerektiğini biliyorum amca, fakat ne kadarını yapabildiğim hususunda
kendimi yeterli görmüyorum.

- Ne bildiğini söylersen, neler yapabileceğine dair yardımcı olabilirim belki evlâdım.

- Neler yapmam gerektiğine dair şuradan biliyorum amca:
Öncelikle, Rabbim bana bir gönül vermiş. Kendisini bilmeyi nasip edip muhabbetini gönlüme yerleştirmiş.
Ben de gönlümde sadece O'na ve sevdiklerine yer vermeliyim,
O'nun istemeyeceği şeyleri gönlümden uzak tutmalıyım.
İkinci olarak bana verdiği dili razı olmayacağı sözlerden korumalıyım. Her zaman O'nu soylemeli, O'nu anlatmalıyım.
Son olarak bana verdiği bu bedeni onun razı olacağı şekilde kullanmalı, bir gün toprak olacak vücudumu
O'nun yolunda eskitmeliyim. Benim bildigim bundan ibaret.

- Ee evlâdım daha ne yapacaksın, başka bir şey kalmadı ki!

- Efendim yapmalıyım, etmeliyim diyorum ama, bal demekle ağız tatlanmıyor ki!
Gidilecek yolu bilmek ayrı, usuluyle yolda yürüyebilmek apayrı bir şey
Yine bilgisayar tabirleriyle söylemek gerekirse,
Şeytan denilen melun HACKER, benim sistemimde ki NEFS virusunu aktif hale getiriyor.
Üstesinden gelebilene aşk olsun. Etkili bir antivirus programı bulmam lazım belki de..

- Ben biliyorum, dedi Abdullah Hoca ve ekledi: ""NAMAZ""
- Eveeet amca, ""NAMAZ"" anti-virus programlarından birisidir.
Hayat sistemine kurup, günde beş kere de bağlanırız
Böylece sürekli güncellenir.
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.

Konu Barış tarafından (11. February 2010 Saat 09:40 PM ) değiştirilmiştir.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 7 Kisi:
aşık74 (23. February 2010), Bilgi (27. February 2013), dost1 (22. February 2010), FEDAKARADAM (13. April 2011), kamer (26. February 2010), merdem (26. February 2013), Miralay (31. May 2010)
Alt 11. February 2010, 09:21 PM   #2
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak,yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi.

Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?"

"Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam. " Hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

"Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır.

Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."
__________________
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 7 Kisi:
ahmet karapınar (23. July 2013), aşık74 (23. February 2010), Bilgi (27. February 2013), dost1 (22. February 2010), kamer (26. February 2010), merdem (26. February 2013), Miralay (31. May 2010)
Alt 11. February 2010, 09:22 PM   #3
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

Efsane Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi..

Hayranlarından biri sordu.. 'Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?'

Arthur Ashe cevap verdi.. 'Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl 'Niye ben?' derim?.
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 7 Kisi:
ahmet karapınar (23. July 2013), aşık74 (23. February 2010), dost1 (22. February 2010), kamer (26. February 2010), merdem (26. February 2013), message (16. July 2010), Miralay (31. May 2010)
Alt 11. February 2010, 09:35 PM   #4
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

Okulda birinci sınıf öğrencileri, bir aile resmi hakkında tartışıyorlardı.

Resimdeki küçük erkek çocuğunun saç rengi ailenin diğer aile üyelerinin saç renklerinden farklıydı.

Öğrencilerden biri o küçük erkek çocuğunun evlat edinilmiş olduğunu ileri sürdü ve bunun üzerine Jocelynn Jay adındaki bir kız öğrenci şunları söyledi :

“Ben evlat edinme konusunda her şeyi bilirim, çünkü ben de evlatlığım.”

Bir başka çocuk, “Evlat edinilmek ne demektir ?” diye sordu.

Jocelynn söyle yanıtladı onu:

“Annenin karnında değil, yüreğinde büyümen demektir.”
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 6 Kisi:
ahmet karapınar (23. July 2013), aşık74 (23. February 2010), dost1 (22. February 2010), kamer (26. February 2010), merdem (26. February 2013), Miralay (31. May 2010)
Alt 11. February 2010, 09:36 PM   #5
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

Yoksul Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta kibirli bir zenginle karşılaştı.

İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildi.

Kibirli zengin, hor gördüğü filozofa, “Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem!” dedi.

Diyojen, hemen kenara çekilerek, gayet sakin bir şekilde şu karşılığı verdi:
“Ben çekilirim!”
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 7 Kisi:
ahmet karapınar (23. July 2013), aşık74 (23. February 2010), dost1 (22. February 2010), kamer (26. February 2010), merdem (26. February 2013), message (16. July 2010), Miralay (31. May 2010)
Alt 19. February 2010, 11:49 PM   #6
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir.....Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş..."Aşk denizi"nden geçmişler önce...”"Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar..”."Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar..”.Kuşların kimi aşk denizi’ne dalmış, kimi ayrılık vadisi’nde kopmuş sürüden...Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış;Baykuş yıkıntılarını özlemiş;Balıkçıl kuşu bataklığını.Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş...



Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş:Farsça "si", "otuz" demektir....murg" ise "kuş"...Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki;"Simurg - otuz kuş" demekmiş.Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. 30 kuş", anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır...
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 5 Kisi:
aşık74 (23. February 2010), dost1 (22. February 2010), kamer (26. February 2010), merdem (26. February 2013), Miralay (31. May 2010)
Alt 19. February 2010, 11:52 PM   #7
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

KIRMIZI İBİKLİ KÜÇÜK TAVUK

Zamanın birinde bir çiftlikte kırmızı ibikli küçük bir tavuk yaşarmış. Tavuk kendi yiyeceğini kendisi bulur ve bu güzel çiftlikte çok mutlu bir hayat yaşarmış. Bir gün buğday taneleri bulmuş ve bunları ekerek daha çok yiyecek elde edeceğini düşünmüş. Ancak nasıl ekeceğini bilmediği için arkadaşlarından yardım istemiş:

'- Bu buğday tanelerini ekmek için kim bana yardım edecek ?'

Ördek cevaplamış:
'- Ben yardım edemem, ancak istersen sana kahve tohumu satabilirim. Buğday yerine kahve ekersen, çok para kazanır ve istediğin kadar buğday alırsın .'


Domuz oradan seslenmiş:
'- Ben de yardım edemem, ancak kahve ekersen ürünlerini ben satın alırım.'

Fare hemen atlamış:
'- Ben buğday ekiminden anlamam ancak kahve ekmek için gereken parayı sana borç verebilirim, sonra ödersin.'

Ticaretten ve tarımdan anlamayan kırmızı ibikli şirin tavuk, bu sözler sonrasında kahve ekmeye karar vermiş ve buğdaydan vazgeçmiş.

Ancak kahve nasıl ekilir bilmediğinden yine yardım istemiş: '- Kahve ekmek için kim bana yardım edecek?'

Ördek:
'- Ben yardım edemem, ancak kahvenin çabuk büyümesi için gereken gübreyi sana satabilirim' demiş.

Domuz:
'- Ben kahve yetiştirmekten anlamam ancak kahveleri zararlı böceklerden korumak için ilaca ihtiyacın var, istersen sana satarım' demiş.

Fare de:
'- Gübre ve ilaç için gereken parayı istersen sana borç olarak veririm ' demiş.


Sonunda kırmızı ibikli tavuk çalışmaya başlamış, çalışmıııııış çalışmış.


Kahve yetiştirmek buğday yetiştirmekten daha zormuş ve daha çok gübre ve il aç gerekiyormuş. Ama tavuğumuz sonunda çok zengin olacağını hayal ederek sabretmiş. Ve sonunda hasat zamanı gelmiş ve gerçekten de tavuk çok miktarda ürün elde etmiş, kendisine yol gösteren arkadaşlarına seslenmiş:

Kahve yetiştirmek buğday yetiştirmekten daha zormuş ve daha çok gübre ve il aç gerekiyormuş. Ama tavuğumuz sonunda çok zengin olacağını hayal ederek sabretmiş. Ve sonunda hasat zamanı gelmiş ve gerçekten de tavuk çok miktarda ürün elde etmiş, kendisine yol gösteren arkadaşlarına seslenmiş:
'- Kahveleri satmama kim yardım edecek?'


Ördek:
'- Ben yardım edemem, ancak kahveleri işlemek ve paketlemek için benim fabrikama getirmelisin.'

Domuz:
'- Ben de yardım edemem, zaten her önüne gelen kahve ektiği için kahve fiyatları çok düştü, senin kahven beş para etmez.'

Fare:
'- Ben bu işlerden anlamam, ayrıca artık sana verdiğim borçları ödemen lazım.'

Sonunda kırmızı ibikli küçük tavuk gerçeğin farkına varmış ve buğday yerine kahve ekmenin büyük bir hata olduğunu anlamış, çünkü borç içinde imiş ve yiyecek tek bir lokması yokmuş. Açl ıktan ölmemek için yine yardım
istemiş:
'- Yiyecek bir kaç lokma bulmama kim yardım edecek?'

Ördek:
- Ben yardım edemem, senin hiç paran yok.'

Domuz:
'- Ben de yardım edemem, zaten herkes kahve ektiği için buğday eken de kalmadı, yiyecek yok.'


Fare:
'- Ben yiyecek bulamam. Ancak bana borçlarını ödemediğin için para yerine senin tarlanı almak zorundayım, iyi bir tavuk olursan, belki senin o tarlada
boğaz tokluğuna çalışıp, benim için buğday yetiştirmene izin verebilirim.

Şimdilerde bizim kırmızı ibikli küçük tavuğumuz, artık farenin olan eski tarlasında buğday yetiştiriyor ve karnını doyurmaya çalışıyor.


Kaynak : İngiltere de ilkokullarda okuma kitabı olarak okutulan 'The Little Red Hen' kitabı.
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
bartsimpson (19. April 2013), dost1 (22. February 2010), kamer (26. February 2010), Miralay (31. May 2010)
Alt 22. February 2010, 10:38 PM   #8
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleyküm! Değerli Kardeşlerim.
Sizlerle paylaşmak istedim.

HIRSIZLAR KASABASI

Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş. Fakat, gün doğarken geri döndükleri her seferinde kendi evlerini desoyulmuş durumda bulurlarmış. Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış. Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat durum böyle sürünce, ahali ona kızmaya başlamış:

"Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok" demişler.

Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiç bir şeyi kalmamış ve memleketini terketmek zorunda kalmış. Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar.
Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar.
Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler!
Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş!
Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü, yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terketip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar. Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terkeden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler.Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kağıt görmüşler. Kağıtta şunlar yazıyormuş:

"Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir..."

Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır. Ama uyumuyor da uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız.

Indra Ghandi
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 6 Kisi:
Barış (25. February 2010), hasanöktem (21. April 2010), kamer (26. February 2010), merdem (26. February 2013), Miralay (31. May 2010), sabaha_dogru (1. April 2010)
Alt 26. February 2010, 12:00 AM   #9
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

Bir zamanlar Afrika’ daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral daha
çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç
yanından ayırmazdı.Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu
arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.İster kendi başına gelsin ister
başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi
söylerdi:

-Bunda da bir hayır var!

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri
dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu.Arkadaşı muhtemelen
tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken
tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.Durumu gören
arkadaşı her zamanki sözünü söyledi:

-Bunda da bir hayır var!

Kral acı ve öf***le bağırdı:
-Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun,parmağım koptu?

Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak
durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu.Yamyamlar
onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler.Ellerini, ayaklarını
bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da onları odunların
ortasına diktikleri direklere bağladılar.

Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını
farkettiler.Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik
olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü
olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve
salıverdiler.Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini
anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman
oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından
geçenleri bir bir anlattı.

-Haklıymışsın!! dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de hayır varmış.İşte
bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.
Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.

-Hayır, diye karşılık verdi arkadaşı.
-Bunda da bir hayır var.
-Ne diyorsun Allah aşkına? diye hayretle bağırdı kral. Bir arkadaşımı bir
yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?
-Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil
mi? Ve sonrasını düşünsene ordan sadece sen kurtulabildin…
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 6 Kisi:
dost1 (10. March 2010), hasanöktem (21. April 2010), kamer (26. February 2010), merdem (26. February 2013), Miralay (31. May 2010), sabaha_dogru (1. April 2010)
Alt 4. March 2010, 07:53 AM   #10
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

ÇELİMSİZ küçük bir kız çocuğu sokağın köşesine oturmuş yiyecek,para veya işe yarar herhangi birşey için dileniyordu. Üzerindeki yırtık pırtık giysiler giysiden çok paçavraya benziyordu...Yüzü gözü ise kir içindeydi. Küçük kız çocuğu gerçekten perişan bir haldeydi.

Kız dilenirken sokaktan,genç sağlıklı zengin görünümlü bir adam geçti,kızı farketmişti ama belli etmemek için dönüp bir daha bakmadı. Geniş ve lüks evine, konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu.Fakat az sonra gördüğü o dilenci kız aklına takıldı yeniden,duyguları birşeylere itiraz ediyordu.

Sonra kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah'a yöneltti.Böyle durumların var olmasına izin veren O değilmiydi?

"Böyle bir şeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için birşeyler yapmıyorsun?" diye yakınmaya başladı.

Biraz sonra ruhunun derinliklerşinden gelen şu sesi işitti:

"YAPTIM.SENİ YARATTIM!".
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 6 Kisi:
bartsimpson (27. February 2013), dost1 (10. March 2010), hasanöktem (21. April 2010), merdem (26. February 2013), Miralay (31. May 2010), sabaha_dogru (1. April 2010)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
güzel, hikayelerden, hisseler, küçük


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:30 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam