hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Kitaplar'a İman > Kur'an

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 24. April 2012, 10:28 PM   #1
ozaner
Katılımcı Üye
 
Üyelik tarihi: Oct 2011
Mesajlar: 35
Tesekkür: 7
19 Mesajina 40 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
ozaner has much to be proud ofozaner has much to be proud ofozaner has much to be proud ofozaner has much to be proud ofozaner has much to be proud ofozaner has much to be proud ofozaner has much to be proud ofozaner has much to be proud of
Standart Dinlerin dejanerasyonu

Çok ilginçtir ki dinleri en çok bozanlar dejenere edenler ençok onun bağlıları olmuşlardır,??? Acaba bunu neden ve nasıl yapmışlardır . Dini babalarının malı olarak görmeye başladıktan sonra dini Allahın tekelinden çıkarma gayreti içine girerek yukarıdan aşağı doğru yetki paylaşımına gitmişler ve dağıtımıda kendileri yaptıklarından ,kime ne kadar yetki vereceklerinide hesaplamışlardır.Bazen gizli ajanda kulanarak sözde Kullamama şartı ile yetkiyi Allaha vermiş gibi görünerek Açmamak ve kullanmamak üzere yüzlerce görünür ve görünmez kaynak daha eklemlemişlerdir.Haşa Rabbimizi saygıdan rahatsız etmemek ve Kuranı eskitmemek adına temel ve tek olan kaynağı atlayarak diğer kaynaklarla işi bitirmişlerdir.
“Elif lam Ra! Bu, Hakîm ve Habîr olan Allah tarafından ayetleri muhkem ve mufassal olarak indirilmiş bir kitaptır. Allah’tan başkasına kulluk etmeyiniz, ben, onun tarafından görevlendirilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim. Rabbinizden bağışlanma dileyiniz, yaptıklarınızdan ona tevbe ediniz, böylece belli bir zamana kadar güzelce yaşarsınız, her iyilik sahibine de işlediğinin karşılığını o verir. Ama yüz çevirirseniz korkarım büyük bir günün azabına uğrarsınız. Hepiniz Allah’a döneceksiniz. Onun gücü her şeye yeter” (Hûd 11/1-3).

Kabul edenler de bunları toplumlarına bildirmiş, uygulamış ve yol gösterici olmuşlardır. Onun için kadın ve erkek her Müslüman vahyi/Kur’an’ı öğrenmek, yaşamak ve İslam’ın temsilcisi olmakla yükümlüdür. Çünkü hayatta ve ahirette huzur ve kurtuluş buna bağlıdır.
Ancak zaman içinde bu sorumluluk yerine getirilmeyerek Yüce Allahın toplumlara hidayet, rahmet, ışık, mizan, furkan, burhan, öğüt ve sıratı müstakim olarak indirdiği bu vahiylerin onlara inananlar tarafından değişik nedenlerle ihmal edildiği, göz ardı edildiği, oluşan kültürlere feda edildiği, saptırıldığı ve değiştirildiği de bir gerçektir. Geçmiş ümmetlerden Yahudiler ve Hıristiyanlar bunu yaptığı gibi, zamanla oluşan kültürü vahyin önüne geçiren ve din olarak artık onunla hareket eden Müslümanların çok büyük kısmının yaptığı da budur.

“Burada Yahudilerin elleriyle yazdıkları kitap, Tevrat değil, onun ayetleri üzerine yaptıkları tefsirler, şerhler, Tevrat ayetlerini arzuları doğrultusunda yorumlayarak meydana getirdikleri ahkâm kitaplarıdır. Yani Allahın kitabı değil sözde onun açıklaması ve fıkıh kitaplarıdır. Din adamları, yazdıkları şerhleri, kitabın aslında bulunmayan ayrıntılara dair ictihad hükümlerini Allah’ın buyrukları olarak görüyor ve halka bunların da Tanrı buyruğu olduğunu söylüyorlardı. Oysa o adamların kendilerinin ve hâkim sınıfın arzu ve çıkarlarından başka bir şey olmayan bu tür kitaplar, İnsanları, geniş, kolay Hak yoluna iletmek için gelen İlahi Kitabın genel prensiplerine aykırı idi. İşte bundan dolayı dini amacından saptırma pahasına, çıkar sağlayan insanların “durumlarına, kazançlarına yazıklar olsun!” (Bakara 2/79) denmektedir.
Yahudi din adamları, kendi keyiflerine göre böyle hükümler koydukları gibi, müşrik Araplar da kendi kendilerine böyle hükümler koyup, bunları Allah’ın hükmü göstermişlerdir. Onun için yüce Allah, müşriklere hitaben de “Yalandan tasnif yaparak dillerinizle ‘Şu helaldir, şu haramdır’ demeyin, çünkü Allah’a iftira etmiş olursunuz. Uydurdukları yalanı Allah’ın üstüne atanlar iflah olmazlar” (Nahl 16/116) buyurmaktadır.
Kur’an’ın işaret ettiği bu eylem, yalnız Yahudiler veya müşriklerle sınırlı kalmamıştır. Zamanla her dine böyle katmalar olmuş, din adamlarının zanna dayanarak verdikleri hükümler, Allah’ın hükmü kabul edilmiştir. Bazı müslüman fakihler de bu konuda Yahudilerden geri kalmamışlardır. Zaten onların bu dinin ruhundan azak ayrıntı hükümleridir ki, kolay olan dini güçleştirmiş, din hakkında kuşkular uyanmasına sebeb olmuştur”

Aynı şekilde Allahın kitabının yanında ve çok zaman ona aykırı anlatımlar görüldüğü gibi sadece fıkıhta değil, ilk dönem savaşlarından sonra mantar gibi ortaya çıkan fırkaların çatışma ortamında şekillenen hadis, tefsir, fıkıh, kelam, siyer vd. kültürel din anlayışlarına bakmak yeterlidir. Çatışma geriliminin zirveye çıktığı ve mihne (âlimler üzerinde baskı) olaylarının yaşandığı Abbasilerin ikinci dönemine baktığımızda Budist, Şamanist, Maniheist, Zerdüştilik, Şiilik, Karmatilik, Hıristiyanlık, Zındıklık, İrancılık, Turancılık, Emevicilik, (Şuubilik-Irkçılık), Yunan Felsefesi ve bunların toplumda yaydıkları tasavvuf, gnostisizm, enkarnasyon/hulul, reenkarnasyon, tecsim, teşbih, docetizm, ilhad, ibahilik, Deccallik, Mehdilik ve Mesihçilik gibi çevre kültürlerinin İslamı kuşattığını görüyoruz.

Ne zaman dinle ilgili bir mesele gündeme gelse ekol , fırka ve mezheplerin görünmez örtüsü altında toplanmış olan insanlar mektep ve meşreplerine göre önce ulemanın ve özellikle kendi mektep ve meşrep ulemasının ne söylediğine veya kitaplarının ne yazdığına baktı, sonra bu pencereden Kur’anın söylediğine baktı yahut hiç Kur’an’a ulaşmadan orada gördüklerini dinin anlayışı ve görüşü olarak seslendirdi. Toplumun din anlayışında egemen olan bu yöntem hala bu şekilde işlemekte, insanlar bunları dinin kendisi olarak okumakta, okutmakta, öğrenmekte ve öğretmektedir. Kısaca Din bir fırkanın, bir cemaatin, bir tarikatın, bir siyasi grubun anlayışını yansıtan akaid kitabına, ilmihaline veya tarikat vaazlarına indirgendi. Ayetler bunlara malzeme yapıldı, aykırı görülenler ya neshedilmiş ilan edildi yahut tevillerle anlayışlarına uyduruldu.

çoğu zaman bu anlayışlar, vazgeçilemez ve değiştirilemez olarak görüldü ve onları taklit etmek Kur’an’a zorunluluğu gibi zorunlu kabul edildi. Öyle ki bunlara aykırı düşüncelerin ortaya çıkmaması için de sanal olarak içtihat kapısı kapatıldı ve ulemadan yahut mezheplerden biri taklit edilmeden islamın anlaşılamayacağı ve yaşanamayacağı inancı yerleştirildi. Aksini düşünenler de mezhepsiz veya reformcu olarak nitelendi.

Uzlaşmacı guruh genelde ya dini sevmeyen yahut iğdiş edilmiş hıristiyanvari seküler bir din isteyen ve İslam’dan arslan görmüş yaban eşekleri gibi ürken (Müddessir 74/49) muhaliflerin saldırılarına karşı bu tür konularda yapılan açıklamaların devamında “ama bunlar temel değil furuattır, isteyen yapar isteyen yapmaz, yapan da yapmayan da müslümandır” türü sade suya tirit kabilinden yapılan açıklamalarla önce söylenenlerin içini boşaltan söylemlerin arka planında parsellenmiş böyle bir din anlayışının bulunduğunda şüphe yoktur.
Referansını Kur’an’dan almak yerine, fırkaların çatışma ortamında üretilen ve gün geçtikçe dini yozlaştıran geleneksel iman-amel ayırımı tezini seslendirmek yerine, dinde vecibe olan bir hükmü yerine getirmemenin de dine aykırı olup ahirette cezayı gerektirdiğini de belirtmek gerekir. Bu ölçü dinin bütün öğretileri için böyledir.
Bazı sözde alimlerin vahyi anlamak ve onunla insanları aydınlatıp yönlendirmek yerine, kültür bayiliği yaparak dinden sapmaları insanlara din olarak sunduklarının örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.

Gün geldi, içtihad edecek ulema yetişmediğinden müçtehid yetiştirecek okullar açmak ve hayatta karşılaştıkları sorunları içtihatlarla çözmek yerine, ister istemez yüzyıllar önceki toplumun sorunlarını çözmek için üretilen fetvalarla sorunlarını çözmeye çalıştılar. Oysa yüzyıllar önce üretilen bu modern yaşamın sorunlarını çözemez duruma gelmiş toplumun hayatında ya ayak bağı ya da hasta edici olmanın dışında bir işlevi kalmamıştır. Ama ne yazık ki vahyin doğru yoluna, aydınlığına, rehberliğine, ölçüsüne, adaletine, ahlakına, hürriyetine, insanlığına ve dinamizmine sahip olmalarına karşın, gele gele tarikat ve ibadet ilmihaline, saltanat ve teokrasi siyasetine, koca karı ve cincilerin tıbbına, köylünün kara sabanına ve dünya hayatı ile ahiret hayatının çatıştığı inancına dayandılar. Bu çatışmada ahiret hayatını kurtarmak için dünya hayatını kötülemek ve feda etmekten başka yol bulamadılar.İnsan emeğini görmezden geldiler ençok hakkı gözetmesi gerekenler hak yiyenlerin yanında yer aldırlar


Dinlere zarar vermenin(mantığı bozma) birinci yolu onu aşarı sahiplenerek üzerinde tasarruf yetkisi elde ederek işi temel felsefesinden uzaklaştırarak onun devamı imiş gibi güzükerek ona ekler ekelemer yaparak dinleri tam aksi istikamete konuşlandırmaktan geçmektedir.Dün Rabbimizden gelen mesaj nasıl bambaşka atmosferlere çekilirken bu gün aynı sonuçlar yaşanmaktadır.temel sorun hakimiyetin kimin olacağı ile ilgilidir.Yani bir şekilde tek otorite olar alemlerin Rabbinden otoriteyi alarak birşekilde elegeçirerek dine uymayı değil dini kendilerine uydurma gayretlerinden başka bir şey değildir.Bu sefer olmayacak Hicr 9 إ[/color][/color]
ozaner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ozaner Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (26. April 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
dejanerasyonu, dinlerin


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:27 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam