hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TASAVVUF > Tasavvuf Araştırmaları

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 14. November 2012, 04:53 AM   #31
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

20.YAHÛDİLER İSYAN SÖZÜ MÜ VERDİLER ?



Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُواْ فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ قُلْ

بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُمْ مُّؤْمِنِينَ

“Bir gün sizden kesin söz almıştık. Tur’u da tepenize kaldırmıştık. “Size verdiğimiz şeye sıkı sarılın; dinleyin!” demiştik. “Dinledik ve sıkı sarıldık” demiştiniz[1]. Oysa kâfirlik etmeniz sebebiyle o buzağı tutkusu içinize işlemişti. De ki: “İmanınız size ne kötü emir veriyor!.. Eğer inanmış kimselerseniz”.(Bakara 2/93)

Ayette geçen سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا= semi’nâ ve aseynâ” cümlesine, “Dinledik ve sıkı sarıldık” şeklinde anlam verdik. Ancak bütün meâl ve tefsirler ona; “Dinledik ve isyan ettik” şeklinde anlam vermişlerdir.

Sahneyi göz önüne getirelim; Allah Tur’u, o koskoca dağı İsrail oğulları’nın üstüne kaldırmış, onlardan kesin söz alıyor; “Size verdiğimiz şeye sıkı sarılın” diyor. Böyle bir anda kim “işittik ve isyan ettik” diyebilir?
Şu âyet, dağın durumunu daha açık olarak bildiriyor:

“Bir gün o dağı yerinden koparıp tepelerine kaldırdık, sanki bir gölgelik gibi oldu. Üstlerine düşecek sandılar. «Size verdiğimize sıkı sarılın, onda olanı aklınızdan çıkarmayın, belki sakınırsınız.» dedik. (A’raf 7/171)

Bir an için "İsyan ettik" dediklerini düşünelim. Böyle söyleyen birinden söz alınmış olur mu? Halbuki Allah, “Bir gün sizden kesin söz aldık” diyor.
Ayetin son bölümü şöyledir: “… Oysa kâfirlik etmeniz sebebiyle o buzağı tutkusu içinize işlemişti. De ki: “İmanınız size ne kötü emir veriyor!.. Eğer inanmış kimselerseniz.” “İşittik ve isyan ettik” diyenler için böyle bir ifade kullanılmaz.

Bütün bunlara göre “سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا cümlesine anlam verirken عَصَيْنَا=aseyna” kelimesine özel önem vermek gerekir. el-Asa (العصا) değnek demektir.عصى = asâ” ise değneği tutar gibi tuttu veya değnekle döver gibi dövdü anlamınadır. Esmaî. , bazı Basralıların şu sözünü nakleder: Değneğe asa denmesi elin ve parmakların, üzerinde birleşmesinden dolayıdır. Ebû Abîd. ’e göre asa’nın kök anlamı, birleşme ve anlaşmadır. (عصى): İsyan etti, emre karşı çıktı anlamına da gelir[2]. Her iki anlam da değnekte saklıdır. Onu bir iş için kullanırsanız, sıkı sarılırsınız. Ama değneği bir başkasının kafasına da indirebilirsiniz. Bu da onun “isyan” anlamı ile ilgilidir.

Buna göre “َعَصَيْنَا و سَمِعْنَا” cümlesi, “işittik ve sıkı sarıldık” anlamına gelebileceği gibi “işittik ve isyan ettik” anlamına da gelebilir. Kötü niyetliler, böyle ifadeleri seçerler ki, her yöne çekebilsinler. Bu tür kullanıma cinas denir. “سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا Nisa 46. âyette bu şekilde kullanılmıştır. Bu sebeple o âyette Yahûdi lerin “سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا=semina ve aseyna”yerine سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا = semi’nâ ve ata’nâ” “Dinledik ve boyun eğdik demelerinin daha iyi olacağı bildirilmiştir. “Daha iyi” “iyi”nin karşılığıdır. Demek ki, Yahûdi lerin “سَمِعْنَا وَعَصَيْنَاا” demeleri de iyidir, ama onu başka tarafa yani “işittik ve isyan ettik” anlamına çekme imkanı olduğu için Allah, ikinci cümleyi söylemelerini tavsiye emiştir. Bu âyetle ilgili açıklama "Kitabı Tahrîf" başlığı altında geçmişti.

Tevrat’ın konu ile ilgili bölümü şöyledir:

“Musa gidip RABB'in bütün buyruklarını, ilkelerini halka anlattı. Herkes bir ağızdan, «RABB'in her söylediğini yapacağız» diye karşılık verdi.
Musa RABB'in bütün buyruklarını yazdı. Sabah erkenden kalkıp dağın eteğinde bir sunak kurdu, İsrail'in on iki oymağını simgeleyen on iki taş sütun dikti.
Sonra İsrailli gençleri gönderdi. Onlar da RABB'e yakmalık sunular sundular, esenlik kurbanları olarak boğalar kestiler.
Musa kanın yarısını leğenlere doldurdu, öbür yarısını sunağın üzerine döktü.
Sonra antlaşma kitabını alıp halka okudu. Halk, «RABB'in her söylediğini yapacağız, O'nu dinleyeceğiz» dedi.” (Tevrat, Çıkış 24/3-7)
Kur’ân’daki bilgi ile Tevrat’taki bilginin birbirini tamamladığı görülmektedir. Bu da Kur’ân’ı açıklamada önceki ilahi kitaplarından yararlanılabileceğini gösterir.



[1] Burada iltifat sanatı vardır; “demiştiniz” yerine “dediler” yazmak gerekir. Ancak Türkçe’de iltifat sanatı olmadığından, böyle yapmak cümlenin güzelliğini ve akışkanlığını bozar. Bu sebeple yukarıdaki anlam tercih edilmiştir.

[2] es-Sıhah, Tacu’l-arus, Lisanu’l-arab.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. November 2012, 04:54 AM   #32
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

21. KUR’ÂN’DAKİ MEŞÎET VE İRÂDE KAVRAMLARI


Kur’ân’da meşiet. (المشيئة) ve irade. (الإرادة) kökünden türemiş kelimeler geçer. Bunlar arasında anlam farkı vardır. İrade bir şeyi istemek, meşiet ise isteyip yapmaktır. Meşiet. , Allah için kullanılırsa bir şeyi isteyip var etmesi anlamına gelir[1]. İnsanın meşieti için şartlar uygun olmalıdır. Uygun şartları yaratacak olan Allah’tır. Bu sebeple hadiste, (ما شاء الله كان وما لم يشأ لم يكن) “Bir şey, Allah’ın meşieti varsa olur, yoksa olmaz[2]” buyrulmuştur. İrade (الإرادة)sadece,isteme anlamında olduğu için gerçekleşmeyebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:



“Allah sizin tevbe ederek affa uğramanızı irade eder; şehvetlerinin peşinde olanlar ise büyük bir yamuklukla yamulmanızı irade ederler.”(Nisa 4/27)
Allah’ın iradesi “ol (كن = kün”emri ile gerçekleşir. Bu, iradenin meşiete dönüşmesidir. Bir ayet şöyledir:“Bir şeyi irade ettiği zaman onun yaptığı "ol" demekten ibarettir; hemen oluverir.” (Yasin 36/82) Bu sebeple Allah’ın iradesi tekvînî (الإرادة التكوينية)ve teşriî irade (الإرادة التشريعية)olmak üzere ikiye ayrılır. Tekvînî irade “ol” emri ile ortaya çıkar. Her şey bu şekilde yaratılır. Teşriî iradede “olemri yoktur. Allah insanların Müslüman olmasını ister ama kimseyi buna zorlamaz. Yani bu konuda iradesi vardır ama meşieti yoktur. Yoksa herkes, zorunlu olarak Müslüman olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أَفَلَمْ يَيْأَسِ الَّذِينَ آمَنُواْأَن لَّوْ يَشَاء اللّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا
“İmân edenler; “Allah’ın meşieti olsa da bütün insanları yola getirse” diye hâlâ ümit mi besliyorlar? (Ra’d 13/31)


Kişinin yola gelme iradesi meşiete dönüşünce Allah onu kabul eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلكِن يُضِلُّ مَنيَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Allah’ın meşieti olsaydı sizi bir tek ümmet yapardı. Ama o, sapma meşietinde olanı sapıklıkta bırakır, yola gelme meşietinde olanı da yola getirir. Yapmış olduğunuz şeyler size elbette sorulacaktır.” (Nahl 16/93)


Sonuç olarak Allah’ın meşieti olmadan hiçbir şey olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hiç bir şey için «ben bunu yarın yaparım» deme; Allahın meşieti olursa yaparım de[3].(Kehf 18/23–24)


Zamanla meşiet ve irade kavramları arasındaki fark kaybolmuştur. Mesela Ehl-i sünnet’in iki büyük kolu olan Maturidî ve Eş’ârîmezhepleri, görüşlerini bu farkın kaybolduğu bir temel üzerine kurmuşlardır. Nuruddin es-Sabûnî(öl. 580 h./1184 m.) bu konuda şöyle der:
و لا فرق بين المشيئة و الإرادة عند أهل السنة
“Ehl-i Sünnet’e göre meşiet ile irade arasında fark yoktur[4].”
Bu anlayış insanları kaderciliğe sürüklemiş ve birçok âyetin yanlış yorumlanmasına yol açmıştır. Kur’ân’da geçen مَن يَشَاء (men yeşâ) ifadelerinin bundan gördüğü zarar oldukça fazladır.



“Yeşâ”nın faili “o” zamiridir. Zamir, men’i gösterir sayılsa anlam “isteyen kişiyi” olur. Allah lafzını gösterir sayılsa “Allah’ın istediği kişiyi” şeklinde olur. Bunlardan hangisinin fail olacağı, karinelere göre belirlenir. Sonradan ortaya çıkan gelişmelerin etkisiyle tefsir ve meallerin çoğu, karinelere bakmadan faili, Allah olarak kabul etmiş ve aşağıda görüleceği gibi birçok âyetin eksik veya yanlış anlaşılmasına yol açmıştır. Hâlbuki bazı ayetlerde fail yalnızca مَن(men), bazılarında yalnızca Allah lafzı, bazılarında da her ikisidir.

21.1. Failin YalnızcaMen Olması


Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَمَا أَرْسَلْنَامِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُمَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.”(İbrahim 14/4)


Tefsir ve meallerin çoğunda âyete şu şekilde anlam verilmiştir:


“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.”



Ayete bu şekilde anlam verenler şunları düşünmeliydiler: Allah dilediğini yola getirecek ve dilediğini saptıracaksa neden elçi gönderir? Bu durumda elçinin, o toplumun dili ile açıklama yapmasının ne anlamı olur? Böyle anlamsız bir iş “doğru karar veren” Allah’a yakıştırılır mı? İçinde ciddi çelişkiler olan ifadeler, Allah’ın sözü olabilir mi?



Çelişkiler yeşânın faili olan “o” zamirinin Allah lafzını gösterir sayılmasından kaynaklanmıştır. Hâlbuki burada zamir, yalnız men= kim”i gösterir. Uzağında olan Allah lafzını göstermesi için karine gerekir. Burada böyle bir karine yoktur. Üstelik konu ile ilgili âyetler, yola gelmeyi ve sapmayı kişinin fiili olarak göstermektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
منِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّعَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَرَسُولاً
“Kim yola gelirse, kendi için gelmiş olur; kim yoldan çıkarsa, kendi aleyhine çıkmış olur. Kimse kimsenin yükünü yüklenmez. Bir elçi gönderinceye kadar da azap etmeyiz.”(İsrâ 17/15)



قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُمُالْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَنضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ

عَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ
“De ki, ey insanlar! Size Rabbinizden bu gerçek geldi. Artık kim yola gelirse kendi için gelmiş olur. Kim de yoldan çıkarsa kendi aleyhine çıkmış olur. Ben sizin vekiliniz değilim.” (Yunus 10/108)

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَنشَاء فَلْيَكْفُرْ
“De ki; bu gerçek sizin Rabbinizdendir; isteyen inansın, isteyen kâfir olsun(Kehf 18/29)


وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ ءَايَةٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ
“Kâfir olanlar derler ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi? De ki: Allah dileyeni saptırır, kendisine yöneleni de yola getirir.”(Ra’d 13/27)


شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ يُنِيبُ
“Allah Nuh'a ne buyurmuşsa onu, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Dini ayakta tutun ve o konuda ayrı düşmeyin. Senin çağırdığın şey müşriklere ağır geldi. Allah isteyen kimseyi kendi tarafına alır ve doğruya yöneleni de kendine yönlendirir.” (Şurâ 42/13)


Elimizdeki mealler içinde Muhammed ESED’in yaptığı doğrudur. Onun meali şöyledir:


Biz her elçiyi, mutlaka kendi halkının diliyle [vahyedilmiş bir mesajla] gönderdik ki, [hakkı] onlara açık (ve dolaysız) bir biçimde ulaştırabilsin; artık bundan sonra Allah [sapmayı] dileyeni sapıklık içinde bırakır, [doğru yolu tutmayı] dileyeni de doğru yola yöneltir, çünkü doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen en yüce iktidar sahibi O'dur.” (İbrahim 14/4)
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. November 2012, 04:55 AM   #33
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

21.2. Failin YalnızcaAllah Lafzı Olması


İçerisinde مَن يَشَاء(men yeşâ) ifadesi geçen ayetlerden bir kısmında “o” zamiri, yalnızca Allah lafzını gösterir. Çünkü men’i göstermesine engel bulunur. Bunun örneği şu ayettir:
إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء
“Allah, kendine ortak koşulmasını bağışlamaz; bunun dışındakini dilediği kimse için bağışlar.”(Nisa 4/48)


Ayette tevbe şartı yoktur. Öyleyse tevbe edilmediği taktirde bağışlanmayacak tek günah şirktir. Bu konudaki kararı verecek olan yalnız Allah olduğu için âyetteki yeşâ’nın faili Allah’tır. Yani ayetin anlamı “…bunun dışındakini dileyen kimse için bağışlar.” şeklinde olamaz. Çünkü günahının bağışlanmasını dileyen tevbe eder. Tevbe edenin bağışlanmayacak günahı yokur.


Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Rahmân’ın kulları Allah ile beraber bir başka tanrı çağırmazlar, Allahın dokunulmaz kıldığı canı haklı bir sebep olmadan öldürmezler. Zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezasını bulur. Kıyâmet günü onun azâbı katlanır ve alçaltılmış bir şekilde ebedi olarak azap içinde kalır. Ama tevbe eder, inanır ve iyi iş yaparsa başka; Allah bu gibilerin kötülüklerini iyilikle değiştirir. Allah bağışlar, ikramı boldur. Kim tevbe eder, iyi iş yaparsa o Allah’a tevbesi onanmış olarak döner. ” (Furkan 25/68-71)
21.3. Failin Hem Allah Lafzı Hem Men Olması



Kur’ân’daki مَن يَشَاء ifadelerinin büyük bir bölümünde “yeşâ”nın faili olan “o” zamirinin, hem Allahlafzını, hem de men’i gösterebileceğinin karineleri vardır. Şu âyet buna örnektir:
إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا


21.3.1. Failin Allah Lafzı Olması

Zamir, Allah lafzını gösterir sayılırsa rızkı verenin Allah olduğu anlaşılır. Bu takdirde âyetin anlamı şöyle olur.
“Senin Rabbin rızkı, istediğine bol, istediğine ölçülü verir…”
Birçok âyet bu anlamı destekler. Onlardan biri şöyledir:
قُلْ مَن يَرْزُقُكُممِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ أَمَّن يَمْلِكُ السَّمْعَ والأَبْصَارَ وَمَن يُخْرِجُالْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَن يُدَبِّرُ الأَمْرَفَسَيَقُولُونَ اللّهُ فَقُلْ أَفَلاَ تَتَّقُونَ
“Desen ki: Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir, diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi çekip çeviren kim? Onlar: “Allah’tır” di*yeceklerdir. De ki; öyleyse hiç sakınmaz mısınız?” (Yunus 10/31)

21.3.2. Failin (مَن) Men Lafzı Olması

Âyettekiمَن يَشَاء ifadesinde yeşâ’nın faili olan o zamiri, مَن(men) lafzını gösterir sayılırsa rızık elde etmek için istekli ve donanımlı olmanın şart olduğu anlaşılır. Bu durumda âyetin anlamı şöyle olur.
Senin Rabbin rızkı, isteyen ve gücü yeten için yayar…”(İsrâ 17/30)
Birçok âyet bu anlamı destekler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاءً لِلسَّائِلِينَ
“Allah yeryüzünde yiyecekleri, dört günde, araştıranlar için eşit olarak belirlemiştir. ”(Fussilet 41/10)





مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لَا يُبْخَسُونَ
“Kim, bu hayatı ve onun süsünü isterse, onlara burada işlerinin karşılığını tam olarak veririz; hiçbir zarara uğratılmazlar.”(Hûd 11/15)

Sabırlı olan fazlasını hak ederler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
قُلْ يَا عِبَادِ الَّذِينَآمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْ لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌوَأَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةٌ إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ
“İman eden kullarıma de ki: Rabbinizden çekinin; bu dünyada iyi davranan iyilikle karşılanır. Allahın toprağı geniştir, sadece sabır gösterenlere hesapsız karşılık verilecektir.” (Zümer 39/10)



Baştaki âyetin her iki anlamına vurgu yapan çok sayıda âyet vardır. Onlardan bazıları şunlardır:
فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا ءَاتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ .َو مِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا ءَاتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّار .ِأُولَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِمَّا كَسَبُوا وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ.
“Kimi insanlar der ki: "Rabbimiz! İsteklerimizi bu dünyada ver!" Onun Ahirette bir alacağı kalmaz. Kimi de; "Rabbimiz! Bu dünyada bize bir güzellik ver, Ahirette de güzellik ver. Bizi o ateşin azabından koru!" derler. Onlardan her birine kazandıklarından pay vardır. Allah hesabı çabuk görür.”(Bakara 2/200–202)


Her birinin payı kazandıkları ile ilişkili olduğuna göre Allah’tan istekte bulunmak yetmez, çalışmak da gerekir.
Sonuç olarak hiç kimse Allah’ın verdiğinden fazlasını elde edemeyeceği için hem bütün gayretini göstermeli hem de Allah’ın yardım ve desteğini almaya çalışmalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ .لِمَن شَاء مِنكُمْ أَنيَسْتَقِيمَ .وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
“Kur’ân, âlemler için sadece bir hatırlatmadır.
İçinizden doğru yaşama meşietinde olanlar için.
Sizin meşietiniz ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’ın meşieti ile gerçekleşir.”(Tekvîr 81/27–29)




[1]er-Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, شيء ve صوب maddeleri.

[2]Ebû Davûd, Edeb 110.

[3]Bu ayetten dolayı Müslümanlar, ilerisine yönelik bir sözü “inşaallah” demeden vermezler.

[4] Nuruddin es-Sabûnî , el-Bidâye fî usûl’id-dîn, Ankara 1995, s. 72. Eş’ârîlerin aynı mealde ibareleri için bkz. İbrahim b. Muhammed el-Beycûrî (öl. 1277 h./1860 m.), Şerhu cevhereti’t-tevhîd, Beyrut 1403/1983, s. 65.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (15. November 2012)
Alt 14. November 2012, 04:56 AM   #34
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

22. ECELİN KISALMASI







Ecel, bir şey için belirlenmiş süredir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz gökleri, yeri ve o ikisi arasında olanları ecel-i müsemmâsı olan gerçek varlıklar olarak yaratmışızdır.”(Ahkaf 46/3)
İnsanlar hakkında da şöyle buyurulur:

Sizi tînden yaratan odur. Sonra bir ecel belirlemiştir. Onun katında bir de ecel-i müsemmâ vardır.” (En’âm 6/2)
Göklerin ve yerin tek bir eceli olduğu halde insan için iki ecelden bahsedilmesi önemlidir. Bunlardan biri, diğer varlıklarda da olan ecel-i müsemmâ olduğuna göre diğeri tabiî ecel olabilir. Tabiî ecel, vücudun dayanma süresidir. Süre bitince insan, dalında kuruyan çiçek gibi olur. Tabipler ömür biçerken ona bakarlar. Ecel-i müsemmâ. ise kişinin yaşayacağı süredir. Bu süre sonunda insan, dalından koparılmış çiçek gibi ölür. Tabii eceli 100 sene olanın ecel-i müsemmâsı 60 sene olabilir. Bu süreyi yalnız Allah bilir.



Tîn, su ile toprağın karışmış halidir[1]. Su toprağa karışmazsa hayat olmaz. İnsan tohumu, topraktan gelen gıdalardan süzülen bir özden oluşur. Ana rahminde, yine topraktan gelen gıdalarla gelişir. İnsan ölünceye kadar topraktan beslenir. Ondan ayrılan her şey toprak olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Sizi önce topraktan sonra meni parçasından, sonra rahime yapışık kan pıhtısından[2] yaratan odur. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarır, sonra kuvvetli çağınıza eresiniz, sonra da ihtiyarlar olasınız diye yaşatır. Bundan önce vefat edeniniz de olur. Bunlar ecel-i müsemmâya ulaşmanız içindir. Belki aklınızı kullanırsınız.(Mümin 40/67)


Sonsuz hayat için yaratılan ve ölümsüz bir ruh taşıyan insanın dünyada geçireceği süre onun ecel-i müsemmâsıdır. Bu süre içinde ruh, vücudu bir ev gibi kullanır. Vücut uykuya dalınca çıkar gider; uyanınca geri döner. Ölen vücut, yıkılan ev gibi olduğundan yeniden yaratılıncaya kadar ruh ona dönmez.
Kıyâmet günü yaratılacak yeni vücut, ihtiyarlamayan, yaşlanmayan, hastalanmayan ve ölmeyen bir vücut olacaktır. Bunu âyetlerdeki (خالدين) = hâlidîn kelimesinden anlıyoruz. Kelimenin kökü olan (الخلود) = el-hulûd; bir şeyin bozulmayacak özellikte olması ve bulunduğu hal üzere kalması anlamınadır[3]. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“İman etmiş ve iyi iş yapmış olanlar cennetin arkadaşlarıdır. Onlar orada hâliddirler.” (Bakara 2/82)


Cehennemlikler de aynıdır. Onlarla ilgili olarak da şöyle buyurulur: “Görmezlik edip kâfir olan ve ayetlerimiz karşısında yalan söyleyenler cehennemin arkadaşlarıdır. Onlar orada hâlidirler.” (Bakara 2/39)


Cehennemliklerin sadece derileri değişir. Bunu şu âyetten öğreniyoruz:Ayetlerimizi görmezlikten gelenleri ateşte kızartacağız; derileri piştikçe başka derilerle değiştireceğiz ki o azabı tatsınlar.(Nisa 4/56)


Ölümsüz bir ruh taşıyan insanın dünyada geçireceği süre, vücudun canlı kaldığı süredir. İnsan bazen kendi eliyle, bazen başkasının eliyle hayatını kaybedebilir. Bu, ona verilen sürenin, yani ecel-i müsemmasının bitmesinden önce olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:“Her ecelin yazıldığı bir belge (bir Kitap) vardır. Allah dilediğini siler (kısaltır), dilediğini sabitleştirir. Ana Kitap onun yanındadır.”(Ra’d 13/38-39)


“Yaşayanın yaşatılması ve ömrünün kısaltılması bir deftere kesin olarak kayıtlıdır. Bu Allah’a kolaydır.”(Fâtır 35/11)


Ayetlere bakılanca iki şeyin eceli kısalttığı görülür; biri yanlış davranışlar, diğeri kendini Allah yolunda feda etmektir.

22.1. Yanlış Davranışlar

Kişi, yanlış davranışlarla kendi ecelini kısalttığı gibi suçsuz birinin ecelinin kısalmasına da yol açabilir.

22.1.1. Kişinin Kendi Ecelini Kısaltması

Yapılan yanlışların eceli kısaltacağı konusunda en iyi örnek, Yunus aleyhisselam ve kavmidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Yunus da elçilerden biridir. Bir gün dolu bir gemiye kaçtı. Diğer yolcularla kur’a çekti ve kaybetti. Sonra onu bir balık yutuverdi, o kendini kınayıp duruyordu. Eğer tesbih etmeseydi yeniden dirilecekleri güne kadar balığın karnında eriyip gidecekti. Tesbih edince onu boş bir yere attık; hasta bir haldeydi. Yanıbaşında kabakgillerden bir bitki bitirdik. Halbuki onu yüz binlere, daha da çok kimselere elçi göndermiştik. Nihayet onlar ona inandılar. Biz de onları bir süreye dek nimetlendirdik.”(Sâffât 37/139-148)
Sonra Yunus aleyhisselam kavmine döndü. Daha önce ona inanmayan kavmi bu defa inandı ve helaktan kurtuldu. Bunu da şu âyetler haber vermektedir:
“Azap gelip çatmadan imana gelip de imanı kendine fayda vermiş bir tek kavim olsaydı keşke; Yunus kavmi başka, onlar iman ettiler; biz de kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp giderdik ve onları bir süre daha yaşattık.”(Yunus 10/98)
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Elçiler, toplumlarına dediler ki: “Allah hakkında şüphe mi olur; göklerin ve yerin yaratıcısı hakkında? O, günahlarınızı bağışlamak ve ecel-i müsemmânıza kadar yaşatmak için size çağrıda bulunmaktadır.” (İbrahim 14/10)
“Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye. Ben onun tarafından bir uyarıcı ve müjdeciyim. Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra ona dönün ki sizi ecel-i müsemmâ gelinceye kadar güzel bir şekilde yaşatsın. Fazlasını yapana, kendi katından daha fazlasını versin. Eğer yüz çevirecek olursanız, o büyük günün azabına uğramanızdan korkarım.”(Hûd 11/1-3)
“Biz Nuh’u kavmine elçi gönderdik; kendilerini acıklı bir azap çarpmadan önce onları uyar diye. Nuh dedi ki: “Kavmim! Ben sizi açıkça uyaran bir kişiyim; Allah’a kul olun; ondan sakının, sözlerimi dinleyin ki Allah günahlarınızı bağışlasın, sizi ecel-i müsemmânıza kadar yaşatsın. Çünkü Allah’ın belirlediği ecel gelince artık geri bırakılmaz. Bunu bir bilseydiniz.”(Nuh 71/1-4)
Tevbe, hem Yunus aleyhisselamın hem de kavminin kurtuluşunu sağlamıştı. Firavun da tevbe etmişti ama boğulmaktan ve kâfir olarak ölmekten kurtulamamıştı. Bu sebeple burada bu konuya değinmek gerekir.

22.1.1.1. Tevbenin Kabul Zamanı

Hem Yunus aleyhisselam hem kavmi, ölümle yüzyüze gelmeden hatalarını anlamış, tevbe etmişlerdi. Allah Teâlâ şöyle buyurur:



“Allah’ın kabul edeceği tevbe, cahilce kötülük işleyen, sonra vakit varken tevbe edenlerin tevbesidir. Allah işte bu gibilerin tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bilir, doğru karar verir. Yoksa kötülük işleyip duran, ölüm gelip çatınca da: “İşte ben şimdi tevbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi tevbe değildir. Onlar için acıklı bir azap hazırlamışızdır.”(Nisa 4/17-18)


Yunus aleyhisselamı balık yutmuştu ama o, karanlık bir yere girdiğini sanıyordu. Balığın yuttuğunu bilseydi ölmek üzere olduğunu anlar, son pişmanlığın fayda vermeyeceğini bilirdi. Çünkü bu, Allah’ın yukarıdaki ayette yer alan kanunudur. Ama o, nerede olduğunu bilmediği için tevbe etmiş, tesbihte bulunuyordu. Bunu şu âyetlerden öğreniyoruz:



“Balığın yuttuğu Yunus’u da an. Bir gün öfkelenmiş, başını alıp gitmişti. Dünyayı başına dar etmeyeceğimizi sanmıştı. Sonra karanlıklar içinden şöyle yakarmıştı: “Senden başka ilah yoktur. Senin kusurun yok, ben yanlış yaptım.” Onun yakarmasına karşılık verdik; onu üzüntü ve kederden kurtardık. İşte inananları böyle kurtarırız.”(Enbiya 21/87-88)


Nuh aleyhisselam da kurtulma ümidi varken, oğlunu tevbeye çağırmıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları çalkalıyordu. Nuh, bir kenarda duran oğluna seslendi: "Yavrucuğum! Bizimle birlikte bin, kafirlerle beraber olma" dedi. "Bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur" diye karşılık verdi: Nuh ise: "İkram ettikleri bir yana, bugün Allah'ın bu işinden koruyacak biri yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, o da boğulanlara karıştı gitti.”(Hûd 11/42-43)


Firavun da tevbe etmiş ama tevbeyi, ölümle yüzyüze geldiği anda yaptığı için kabul edilmemişti. Allah Teâlâ şöyle buyurur:



“İsrail oğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızca ve düşmanca onları takibettiler. Firavun boğulmayla yüzyüze gelince dedi ki, "İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben ona teslim olanlardanım." "Şimdi mi? Az öncesine kadar baş kaldırmış ve bozgunculardandın. Bugün senin cesedini bir tepeye atacağız ki, senden sonrakiler için belge olsun. İnsanların çoğu belgelerimizden gerçekten habersizdir.”(Yunus 10/90-92)
“Bunlar, kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin gelmesinden ya da Rabbinin birkaç işaretinin gelmesinden başka ne bekliyorlar? Rabbinin işaretleri gelince, o zamana kadar iman etmemiş veya imanlı olarak iyi iş yapmamış olanın o anki imanının faydası olmaz. De ki: “Bekleyin; biz de bekliyoruz.” (En’âm 6/158)
Firavun da tıpkı Yunus aleyhisselam gibi kendini kınamıştı. Ama Yunus aleyhisselam bunu, ölüm gelmeden önce, Firavun ise ölüp denizin dibini boyladıktan sonra yapmıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:



“Firavun’u ve ordularını yakaladık, denizin dibine attık. Bu sırada o, kendini kınıyordu.”(Zâriyat 51/40)
Kendini kınama, kafir olarak ölen her ruhun yapacağı iştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Onlardan birine ölüm gelince der ki: «Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terkettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söyleyip duracağı bir sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar bir engel (berzah) vardır.”(Müminun 23/99-100)
Peygamberimiz şöyle demiştir: “Allah kulunun tevbesini, can boğaza gelinceye kadar kabul eder[4].”
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. November 2012, 04:57 AM   #35
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

22.1.1.2. Cezanın Gelişi

Allah, cezayı hemen vermez. Yoksa yer yüzünde kimse kalmazdı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Senden azabı çarçabuk getirmeni isterler. Eğer ecel-i müsemmâ olmasaydı, ne olursa olsun, bu azap gelip onları yakalardı. Yine de bu azap farkında olmadan, onlara birdenbire gelecektir.”(Ankebut 29/53)
“Eğer Allah insanları yaptıkları yanlışlardan dolayı hemen sorumlu tutsaydı, yeryüyüzünde tek bir canlı bırakmazdı. Ama Allah onları ecel-i müsemmâya kadar ertelemektedir. Ecelleri gelince ne bir an geri kalabilirler, ne de bir an ileri geçebilirler.” (Nahl 16/61)
“Her ecelin yazıldığı bir belge (bir Kitap) vardır. Allah dilediğini siler, dilediğini sabitleştirir. Ana Kitap Onun yanındadır.”(Ra’d 13/38-39)
“Yaşayanın yaşatılması ve ömrünün kısaltılması bir deftere kaydedilmesin olmaz. Bu, Allah’a göre kolaydır.”(Fâtır 35/11)


İnsanlar ve toplumlar, yaptıkları davranışlarla ecellerinin kısaltılmasına, ecel-i müsemmâlarının bir kısmının silinmesine sebep olurlar. Mesela bir kişinin veya toplumun ecel-i müsemmâsı 100 yıl olsa, yaptığı davranışlarla bu eceli 80 yıla indirilmiş bulunsa 80 yıl dolduğu an ömür biter. Artık bu anda onlar, ne bunun önüne geçebilir, ne de Firavun gibi kendilerine süre tanınmasını isteme hakkına sahip olabilirler. Ama 80 yıl dolmadan kısa bir süre önce hatalarını anlayıp tevbe etse, ömrü 100 yıla çıkabilir.

22.1.1.3. Musibetlerin Yazılma Zamanı

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yeryüzünde veya kendinizde meydana gelen bir tek olay yoktur ki, onu yaratmamızdan evvel bir deftere yazılmış olmasın. Bu, Allaha göre kolaydır.” (Hadid 57/22)
Olayın olması, bir kararın uygulanması gibidir. Mesela mahkemenin yazılı kararı olmadan bir ceza infaz edilemeyeceği gibi Allah’ın yazılı kararı olmadan da bir olay meydana gelmez. Bunu bir başka şekilde açıklayan âyet şudur:
“Allah'ın izni olmadıkça hiçbir olay meydana gelmez.”(Teğâbün 64/11)
Tevbe ile ilgili âyetlerden, Nuh aleyhisselamın oğlunun ve Firavun’un başına gelenlerden, bir de Yunus aleyhisselam ile kavminin ikrama mazhar olmalarından anlıyoruz ki, bir olayın yazılması, meydana gelmesinin öncesine rastlamaktadır. Yukarıdaki âyette geçen; “onu (yani olayı) yaratmamızdan evvel” ifadesi, bunu desteklemektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah'ın izni olmadan hiç kimseye ölüm yoktur. Onun eceli yazılı olarak belirlenmiştir. Kim dünyalık isterse ona ondan veririz. Kim ahiret nimeti isterse ona da ondan veririz. Biz teşekkür edenleri ödüllendireceğiz.”(Al-i İmran 3/145)
Allah’tan onay çıkar, yazı yazılırsa yapılacak bir şey kalmaz. Şu âyet bunu gösterir.
(Uhud savaşında içine düştüğünüz) o kederden sonra sizi güven duygusu sardı, üzerinize tatlı bir uyku çöktü. İçinizden bir takımı böyleydi. Bir takımı ise kendi derdine düşmüş, Allah hakkında, gerçek dışı kuruntuya, cahiliye kuruntusuna kapılmıştı. Şöyle diyorlardı: "Bu işten elimize ne geçti?" De ki: "Bu iş, tamamıyla Allah rızası içindir". Onlar, sana açmadıkları bir şeyi içlerinde gizliyor "bu işte bir faydamız olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlardı. De ki: "Siz evlerinizde bile olsaydınız, öldürülecekleri yazılmış olanlar çıkar, yatacakları yere kadar giderlerdi". Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalplerinizde olanı iyice temizlemesi içindir. Allah içinizde ne olduğunu bilir.” (Al-i İmran 3/154)

22.2. Toplumların Eceli

Toplumların da eceli vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Her topluluk için bir ecel vardır. Ecelleri gelince, ne bir an geri bırakılmalarını isteyebilirler, ne önüne geçebilirler.”(A’raf 7/34)
“De ki : Allah dilemedikçe benim kendime ne bir zararım ne de bir yararım olabilir. Her topluluk için bir ecel vardır. Ecelleri gelince, ne bir an geri bırakılmalarını isteyebilirler, ne önüne geçebilirler.”(Yunus 10/49)
Yunus. kavmi gibi, ecel gelmeden hatasını anlayıp dönüş yapan toplumlar, kalan süreyi tamamlarlar. Mesela 200 yıllık ömrü 150 yıla düşürülse, süre dolmadan hatasını anlayıp dönüş yapsa 200 yıllı tamamlamayı hak etmiş olur. “Bu şundandır: Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah ona verdiği nimeti değiştirmez. Allah işitir, bilir.”(Enfâl 8/53)
Buraya kadar kişinin ve toplumun kendi ecelini kısaltması ile ilgili âyetleri gördük. Şimdi de kişinin başkasının ecelini nasıl kısaltabileceği ile ilgili âyetleri göreceğiz.

22.1.2. Başkasının Ömrünü Kısaltmak

Musa aleyhisselam ile Hızır, bir erkek çocuğun, arka*daş*larıyla oynadığını görürler. Hızır, çocuğu öldürür. Musa hemen: “Bir cana karşılık ol*madan suçsuz bir canı öldürdün ha? Çok kötü bir şey yaptın” diye çıkışır. Hızır bunun sebebini şöyle açıklar:
“Oğlanın ana babası inanmış kimselerdir. Onun onları azdırmasından ve inkara sürüklemesinden korktuk. İstedik ki Rableri onlara, daha temiz ve daha merhametli birini versin. Bunları kendiliğimden yapmış değilim...”(Bkz. Kehf 18/65-82)
Çocuğun eceli gelmiş olsaydı Musa aleyhisselam Hızır’a karşı çıkamaz, o da böyle bir gerekçe ileri süremezdi.
Bu konuda Peygamberimizden gelen bir nakil vardır. Sahabeden Cabir başından geçen bir olayı şöyle anlatmıştır: “Yolculuktaydık, bir kişiye taş vurdu, başı yarıldı. Sonra ihtilam oldu ve arkadaşlarına “benim teyemmüm etmeme ruhsat var mı” diye sordu. Dediler ki, senin için bir ruhsat göremiyoruz; su kullanabilirsin.” Adam yıkandı ve öldü. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yanına vardık. Durum ona haber verilince dedi ki:
“Allah canlarını alsın, adamı öldürdüler. Bilgisizliğin ilacı sorup öğrenmektir. Teyemmüm etmesi veya yarasına bez bağlayıp meshetmesi ve bedeninin geri kalanını yıkaması yeterdi.”[5]
Adam öldürmelerde de durum aynıdır. Mesela bir mümini kasten öldürene kısas uygulanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Adam öldürmelerde size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Kim öldürülenin kardeşi[6] tarafından bir bedel karşılığı bağışlanırsa, Mârufa[7] uysun ve bedeli güzelce ödesin. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir ikramdır. Kim düşmanlığı bundan sonra da sürdürürse, ona acı bir azap vardır.”(Bakara 2/178)
Kısas, öldüreni öldürme ve yaralayanı yaralama anlamına gelir[8]. O tıpkı kırdığı camı taktırmak gibi, suçlunun verdiği zararı gidermektir. Öleni diriltmek mümkün olmadığından suçluya kısas uygulanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Biz onlara Tevrat'ta şunu yazdık: «Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralar, işte bunların hepsi kısastır. Kim hakkından vazgeçerse, bu onun için keffaret olur. Kimler de Allah Teâlâ'nın indirdiği ile hükmetmezlerse işte onlar yanlış yapmış olurlar.”(Mâide 5/45)
Yaşatan ve öldüren Allah’tır. Onun verdiği hayata kasten son veren kişi suçu Allah’a karşı işlemiş olur. Birinin camını kasten kıran, camı taktırmakla cezadan kurtulamayacağı gibi kasten adam öldüren de kısasla kurtulamaz. Allah, bu suçun asıl cezasını ebedi cehennem olarak belirlemiş ve şöyle buyurmuştur:
“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası Cehennemde sürekli kalmaktır. Allah ona gazap etmiş; onu lanetlemiş ve ona büyük bir azap hazırlamıştır.”(Nisa 4/93)
Öldürülenin ömrü bitmiş olsaydı katili cezalandırmak anlamsız olurdu. O zaman, adam öldürmeyi yasaklamanın da bir anlamı olmazdı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah’ın dokunulmaz kıldığı kimseyi öldürmeyin, hukuka uygunsa başka. Haksız yere kim öldürülürse onun velisine yetki verdik o da öldürme işinde taşkınlık etmesin. Çünkü o, yardım görmüştür.”(İsrâ 17/33)
Bunlar, öldürülen kişinin eceli ile ölmediğini gösterir.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (15. November 2012)
Alt 14. November 2012, 04:58 AM   #36
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

22.2. Allah Yolunda Kendini Feda Etmek

İnsanlar, canlarını Allah yolunda feda ederek de ecel-i müsemmâlarının kısalmasına yol açabilirler. Allah, bunun karşılığını kat kat verir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Hele Allah yolunda öldürülün veya ölün; görürsünüz ki, Allah’ın bağışı ve ikramı dünyada kalıp biriktireceğiniz şeylerden daha iyi olacaktır.”(Al-i İmran 3/157)
Ölen kişi, ecel-i müsemmasının dolmasıyla ölür. Ama Allah yolunda öldürülen, canını Allah için feda ettiğinden canına karşılık Allah ona yeni can verir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ama siz bunu fark edemezsiniz.”(Bakara 2/154)
Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Onlar Rableri katında diridirler; kendilerine rızık verilir. Allah'ın onlara yaptığı ikram ile mutlu olurlar. Henüz aralarına katılmamış olanlara şu müjdeyi vermek isterler: “Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.” Allah'ın nimetini ve ikramını da müjdelemek isterler. Allah, müminlerin alacağı karşılığı azaltmayacaktır.”(Al-i imran 3/169-171)
Allah yolunda öldürülenler, verdikleri ömrün kat kat fazlasını alırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kim bir iyilikle gelirse ona onun on katı vardır.”(En’âm 6/160)
Bu iyilik, Allah yolunda malını harcama şeklinde olursa 700 katına, hatta daha fazlasına çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren bir taneye benzer. Her başakta yüz tane vardır. Allah, dilediğine kat kat verir.”(Bakara 2/261)
Allah yolunda öldürülenin ömrü ise Kıyâmete kadar uzar. Onun ömrü bitmiş olsaydı fedakarlık yapmış ve böyle bir karşılığı hak etmiş olmazdı. Bu da Allah yolunda ölen ile öldürülenin farkıdır.
İbnu Mes'ud’un bildirdiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yere bir dörtgen çizdi. Sonra, onun ortasını boydanboya keserek dışarı çıkan bir hat çizdi. Bu hattın içte kalan kısmına doğru bir çok küçük hatlar çizdi ve dedi ki:Şu hat insandır. Şu onun ecelidir; kendini çepeçevre sarmıştır. Şu dışarı uzanan bölüm onun emelidir. Şu küçük hatlar da başa gelenlerdir. Şu hat onu alt etmezse bu eder. Bu da alt etmezse bu eder[9].

Peygamberimizin çizdiği çizgiyi şu şekilde gösterebiliriz.

Allah Teâlâ, sağdan ve soldan gelen bela oklarına karşı insanları korumaktadır. Bir âyet şöyledir:
“Kişinin önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, onlarda olanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilmesi diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.”(Ra’d 13/11)



[1] Ragıp el-İsfahani, Müfredât طينmad.

[2] Alak (علق) bulaşan ve yapışan nesne anlamına gelir. Bulaşıp yapıştığı için kızıl kana, koyu kana veya pıhtılaşmış kana da alak ya da alaka denir.

[3] Müfredat خلد mad.

[4] Tirmizi, Daavat 98; İbn Mace, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, 2/132, 153.

[5] Ebû Davûd, Taharet, 127.

[6] Mirasçı yakınları.

[7] Maruf; kısaca güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şey şeklinde tarif edilmiştir.

[8] Lisan’ul-arab قصصmad.

[9] Buharî, Rikâk, 4.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (14. November 2012)
Alt 14. November 2012, 08:24 AM   #37
aorskaya
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
aorskaya will become famous soon enoughaorskaya will become famous soon enough
Standart

Alıntı:
sevginur Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
22. ECELİN KISALMASI







Ecel, bir şey için belirlenmiş süredir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz gökleri, yeri ve o ikisi arasında olanları ecel-i müsemmâsı olan gerçek varlıklar olarak yaratmışızdır.”(Ahkaf 46/3)
İnsanlar hakkında da şöyle buyurulur:

Sizi tînden yaratan odur. Sonra bir ecel belirlemiştir. Onun katında bir de ecel-i müsemmâ vardır.” (En’âm 6/2)

Göklerin ve yerin tek bir eceli olduğu halde insan için iki ecelden bahsedilmesi önemlidir. Bunlardan biri, diğer varlıklarda da olan ecel-i müsemmâ olduğuna göre diğeri tabiî ecel olabilir. Tabiî ecel, vücudun dayanma süresidir. Süre bitince insan, dalında kuruyan çiçek gibi olur. Tabipler ömür biçerken ona bakarlar. Ecel-i müsemmâ. ise kişinin yaşayacağı süredir. Bu süre sonunda insan, dalından koparılmış çiçek gibi ölür. Tabii eceli 100 sene olanın ecel-i müsemmâsı 60 sene olabilir. Bu süreyi yalnız Allah bilir.



Tîn, su ile toprağın karışmış halidir[1]. Su toprağa karışmazsa hayat olmaz. İnsan tohumu, topraktan gelen gıdalardan süzülen bir özden oluşur. Ana rahminde, yine topraktan gelen gıdalarla gelişir. İnsan ölünceye kadar topraktan beslenir. Ondan ayrılan her şey toprak olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Sizi önce topraktan sonra meni parçasından, sonra rahime yapışık kan pıhtısından[2] yaratan odur. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarır, sonra kuvvetli çağınıza eresiniz, sonra da ihtiyarlar olasınız diye yaşatır. Bundan önce vefat edeniniz de olur. Bunlar ecel-i müsemmâya ulaşmanız içindir. Belki aklınızı kullanırsınız.(Mümin 40/67)


Sonsuz hayat için yaratılan ve ölümsüz bir ruh taşıyan insanın dünyada geçireceği süre onun ecel-i müsemmâsıdır. Bu süre içinde ruh, vücudu bir ev gibi kullanır. Vücut uykuya dalınca çıkar gider; uyanınca geri döner. Ölen vücut, yıkılan ev gibi olduğundan yeniden yaratılıncaya kadar ruh ona dönmez.
Kıyâmet günü yaratılacak yeni vücut, ihtiyarlamayan, yaşlanmayan, hastalanmayan ve ölmeyen bir vücut olacaktır. Bunu âyetlerdeki (خالدين) = hâlidîn kelimesinden anlıyoruz. Kelimenin kökü olan (الخلود) = el-hulûd; bir şeyin bozulmayacak özellikte olması ve bulunduğu hal üzere kalması anlamınadır[3]. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“İman etmiş ve iyi iş yapmış olanlar cennetin arkadaşlarıdır. Onlar orada hâliddirler.” (Bakara 2/82)


Cehennemlikler de aynıdır. Onlarla ilgili olarak da şöyle buyurulur: “Görmezlik edip kâfir olan ve ayetlerimiz karşısında yalan söyleyenler cehennemin arkadaşlarıdır. Onlar orada hâlidirler.” (Bakara 2/39)


Cehennemliklerin sadece derileri değişir. Bunu şu âyetten öğreniyoruz:Ayetlerimizi görmezlikten gelenleri ateşte kızartacağız; derileri piştikçe başka derilerle değiştireceğiz ki o azabı tatsınlar.(Nisa 4/56)


Ölümsüz bir ruh taşıyan insanın dünyada geçireceği süre, vücudun canlı kaldığı süredir. İnsan bazen kendi eliyle, bazen başkasının eliyle hayatını kaybedebilir. Bu, ona verilen sürenin, yani ecel-i müsemmasının bitmesinden önce olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:“Her ecelin yazıldığı bir belge (bir Kitap) vardır. Allah dilediğini siler (kısaltır), dilediğini sabitleştirir. Ana Kitap onun yanındadır.”(Ra’d 13/38-39)


“Yaşayanın yaşatılması ve ömrünün kısaltılması bir deftere kesin olarak kayıtlıdır. Bu Allah’a kolaydır.”(Fâtır 35/11)


Ayetlere bakılanca iki şeyin eceli kısalttığı görülür; biri yanlış davranışlar, diğeri kendini Allah yolunda feda etmektir.

22.1. Yanlış Davranışlar

Kişi, yanlış davranışlarla kendi ecelini kısalttığı gibi suçsuz birinin ecelinin kısalmasına da yol açabilir.

22.1.1. Kişinin Kendi Ecelini Kısaltması

Yapılan yanlışların eceli kısaltacağı konusunda en iyi örnek, Yunus aleyhisselam ve kavmidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Yunus da elçilerden biridir. Bir gün dolu bir gemiye kaçtı. Diğer yolcularla kur’a çekti ve kaybetti. Sonra onu bir balık yutuverdi, o kendini kınayıp duruyordu. Eğer tesbih etmeseydi yeniden dirilecekleri güne kadar balığın karnında eriyip gidecekti. Tesbih edince onu boş bir yere attık; hasta bir haldeydi. Yanıbaşında kabakgillerden bir bitki bitirdik. Halbuki onu yüz binlere, daha da çok kimselere elçi göndermiştik. Nihayet onlar ona inandılar. Biz de onları bir süreye dek nimetlendirdik.”(Sâffât 37/139-148)
Sonra Yunus aleyhisselam kavmine döndü. Daha önce ona inanmayan kavmi bu defa inandı ve helaktan kurtuldu. Bunu da şu âyetler haber vermektedir:
“Azap gelip çatmadan imana gelip de imanı kendine fayda vermiş bir tek kavim olsaydı keşke; Yunus kavmi başka, onlar iman ettiler; biz de kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp giderdik ve onları bir süre daha yaşattık.”(Yunus 10/98)
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Elçiler, toplumlarına dediler ki: “Allah hakkında şüphe mi olur; göklerin ve yerin yaratıcısı hakkında? O, günahlarınızı bağışlamak ve ecel-i müsemmânıza kadar yaşatmak için size çağrıda bulunmaktadır.” (İbrahim 14/10)
“Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye. Ben onun tarafından bir uyarıcı ve müjdeciyim. Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra ona dönün ki sizi ecel-i müsemmâ gelinceye kadar güzel bir şekilde yaşatsın. Fazlasını yapana, kendi katından daha fazlasını versin. Eğer yüz çevirecek olursanız, o büyük günün azabına uğramanızdan korkarım.”(Hûd 11/1-3)
“Biz Nuh’u kavmine elçi gönderdik; kendilerini acıklı bir azap çarpmadan önce onları uyar diye. Nuh dedi ki: “Kavmim! Ben sizi açıkça uyaran bir kişiyim; Allah’a kul olun; ondan sakının, sözlerimi dinleyin ki Allah günahlarınızı bağışlasın, sizi ecel-i müsemmânıza kadar yaşatsın. Çünkü Allah’ın belirlediği ecel gelince artık geri bırakılmaz. Bunu bir bilseydiniz.”(Nuh 71/1-4)
Tevbe, hem Yunus aleyhisselamın hem de kavminin kurtuluşunu sağlamıştı. Firavun da tevbe etmişti ama boğulmaktan ve kâfir olarak ölmekten kurtulamamıştı. Bu sebeple burada bu konuya değinmek gerekir.

22.1.1.1. Tevbenin Kabul Zamanı

Hem Yunus aleyhisselam hem kavmi, ölümle yüzyüze gelmeden hatalarını anlamış, tevbe etmişlerdi. Allah Teâlâ şöyle buyurur:



“Allah’ın kabul edeceği tevbe, cahilce kötülük işleyen, sonra vakit varken tevbe edenlerin tevbesidir. Allah işte bu gibilerin tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bilir, doğru karar verir. Yoksa kötülük işleyip duran, ölüm gelip çatınca da: “İşte ben şimdi tevbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi tevbe değildir. Onlar için acıklı bir azap hazırlamışızdır.”(Nisa 4/17-18)


Yunus aleyhisselamı balık yutmuştu ama o, karanlık bir yere girdiğini sanıyordu. Balığın yuttuğunu bilseydi ölmek üzere olduğunu anlar, son pişmanlığın fayda vermeyeceğini bilirdi. Çünkü bu, Allah’ın yukarıdaki ayette yer alan kanunudur. Ama o, nerede olduğunu bilmediği için tevbe etmiş, tesbihte bulunuyordu. Bunu şu âyetlerden öğreniyoruz:



“Balığın yuttuğu Yunus’u da an. Bir gün öfkelenmiş, başını alıp gitmişti. Dünyayı başına dar etmeyeceğimizi sanmıştı. Sonra karanlıklar içinden şöyle yakarmıştı: “Senden başka ilah yoktur. Senin kusurun yok, ben yanlış yaptım.” Onun yakarmasına karşılık verdik; onu üzüntü ve kederden kurtardık. İşte inananları böyle kurtarırız.”(Enbiya 21/87-88)


Nuh aleyhisselam da kurtulma ümidi varken, oğlunu tevbeye çağırmıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları çalkalıyordu. Nuh, bir kenarda duran oğluna seslendi: "Yavrucuğum! Bizimle birlikte bin, kafirlerle beraber olma" dedi. "Bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur" diye karşılık verdi: Nuh ise: "İkram ettikleri bir yana, bugün Allah'ın bu işinden koruyacak biri yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, o da boğulanlara karıştı gitti.”(Hûd 11/42-43)


Firavun da tevbe etmiş ama tevbeyi, ölümle yüzyüze geldiği anda yaptığı için kabul edilmemişti. Allah Teâlâ şöyle buyurur:



“İsrail oğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızca ve düşmanca onları takibettiler. Firavun boğulmayla yüzyüze gelince dedi ki, "İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben ona teslim olanlardanım." "Şimdi mi? Az öncesine kadar baş kaldırmış ve bozgunculardandın. Bugün senin cesedini bir tepeye atacağız ki, senden sonrakiler için belge olsun. İnsanların çoğu belgelerimizden gerçekten habersizdir.”(Yunus 10/90-92)
“Bunlar, kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin gelmesinden ya da Rabbinin birkaç işaretinin gelmesinden başka ne bekliyorlar? Rabbinin işaretleri gelince, o zamana kadar iman etmemiş veya imanlı olarak iyi iş yapmamış olanın o anki imanının faydası olmaz. De ki: “Bekleyin; biz de bekliyoruz.” (En’âm 6/158)
Firavun da tıpkı Yunus aleyhisselam gibi kendini kınamıştı. Ama Yunus aleyhisselam bunu, ölüm gelmeden önce, Firavun ise ölüp denizin dibini boyladıktan sonra yapmıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:



“Firavun’u ve ordularını yakaladık, denizin dibine attık. Bu sırada o, kendini kınıyordu.”(Zâriyat 51/40)
Kendini kınama, kafir olarak ölen her ruhun yapacağı iştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Onlardan birine ölüm gelince der ki: «Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terkettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söyleyip duracağı bir sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar bir engel (berzah) vardır.”(Müminun 23/99-100)
Peygamberimiz şöyle demiştir: “Allah kulunun tevbesini, can boğaza gelinceye kadar kabul eder[4].”
Sevgili Sevginur kardeşim,

Bu başlığa alıntıladığınız yazıları, alıntıladığınız yerde buna ilişkin itirazlar varsa onlarıda görüp anlayarak alıntılamanız herkes için çok önemlidir. Alıntıladığınız yeri bilemediğimden, belki, alıntıladığınız yerde bu kısma ilişkin aksi yazılarda olmayabileceğinden, bu kısımdaki anlatımlar size mantıklı geldiği için buraya alıntılamış olabilirsiniz.

Ancak; ecel nedir, müsemma ecel nedir, insan yada toplumların eceli uzayıp kısalırmı, hatta katil maktülün ecelini kılatmışmıdır, katil öldürmeseydi maktül yaşarmıydı, maktül zaten ölecekse katil neden ceza alırdı vb. soruların cevaplarını da kapsayacak şekilde bu yazıdaki kabulün tersine; "ECELİN TEK OLDUĞU, UZAYIP KISALMAYACAĞI VE BU TEK ECELE MÜSEMMA ECEL DENDİĞİ" ni anlatan itiraz yazılarım vardır.

Aslında bu forumda da bu konuyu bir başlık altında ele almıştım. Şimdi, bu yazınızı o başlık altına taşıyarak, sizin ve diğer kardeşlerimin bu yazdıklarınızı oradaki anlatımlarla karşılaştırmasını ve hangisi akıllarına yatıyorsa onu kabul etmelerini öneriyorum.

Not: bu yazınız; "Ecel tekmidir, eceli kaza ve eceli müsemma nedir, maktul öldürülmeseydi yaşarmıydı" başlığına (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2860) alıntılanmıştır.

selamlarımla...
aorskaya
aorskaya isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. November 2012, 04:55 PM   #38
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

ve aleykum degerli kardeşim aorskaya..


Bir süre vaktim oldugunca Süleymaniye vakfının derslerini izledim izleyici olarak internetten merak ettiklerimi sordum verdikleri bilgileri araştırdım.Kimisi kafama yattı kimisi yatmadı..Ecel konusunu tam izlemedim bilgim yok ..Bu kitapı netten araştıranlar için ekledim üzerinde konuşulur diye düşündüm nitekim konuşulmuş..
Alıntı yaptığım yerde sürekli güncelledim katılım hiç yoktu.. Rabıta konusu ve şefaat konusunda bir kaç tartışma yaşandıgsada itiraz edenler elleri boş döndüler yada kafaları karıştı..sizleri çok takdir ediyorum..elinizden geldiğinizce karşı tarafı bilgiye davet ediyorsunuz soruyor ögreniyor öğretiyor bilgiyi sağlamlaştırmaya çalışıyorsunuz..Aslında hepsine katılmak istiyorum şu an yogunum telafi edeceğim inşALLAH

Selametle
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (14. November 2012), hiiic (14. November 2012)
Alt 17. November 2012, 08:18 AM   #39
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

Konu için sudeka kardeşimden Allah razı olsun..
sayfa sayfa kitabı eklemişti..Paylaşmak güzeldir istifade edenlerden olalım duasıyla
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 17. November 2012, 09:15 AM   #40
aorskaya
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
aorskaya will become famous soon enoughaorskaya will become famous soon enough
Standart

Alıntı:
sevginur Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Konu için sudeka kardeşimden Allah razı olsun..
sayfa sayfa kitabı eklemişti..Paylaşmak güzeldir istifade edenlerden olalım duasıyla
Sevgili sevginur,

Sayfa sayfa kitap eklemek, bunlarda katılıp katılmadığınız yerleri belirtmeden olursa, onlardakini doğru bulduğunuz, onayladığınız ve tavsiye ettiğiniz anlamına gelir.

Bu da içeriğini bilmeden yaptığınız şeylerle faydalanan kimseler olabileceği gibi yanlışa düşenleri de doğurabilecektir. Bu durumda, yanlışa düşmesinde sizin de sorumlu olduğunuzu atlamadan, içeriğini anlamadan, bilmeden aktarmaryınız.

Bu yazıları tenzih ederim, ama; "Dine bir şeyler sokmak isteyen kimselerin; önce dinle ilgili bir çok doğruyu konu edinirken, araya yanlış sokup tekrar doğrularla devam ederek, aradaki yanlışında doğru sanılmasını, doğru kabul edilip ona göre yaşanmasını sağlamaya çalıştıklarını" bilmiyor olabilirsiniz.

Ama, bunlar oluyor ve müslüman bunlara karşı uyanık olmalı, aktardığı her cümleyi anlayarak, kabul ederek aktarmalı, yada çekimser, bilmediği notlarıyla aktarmalıdır.

Biraz sert gibi gelen ifadelerim, konunun ciddiyetini anlatabilmek ve daha önceki tecrübelerim nedeniyle yanlışa düşülmesini engellemek adına, konuyu yumuşatmadan katı gerçekler olarak sunulması gerektiğindendir.

Aksi anlamalar olursa üzülürüm, sadece din ciddi iştir, hafife almaya gelmez, beni de bunu bilen ve bu konuda hassasiyetleri olan biri olarak dikkate alın lütfen...

selamlarımla,
aorskaya

Konu aorskaya tarafından (17. November 2012 Saat 10:06 AM ) değiştirilmiştir.
aorskaya isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
aorskaya Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
sevginur (17. November 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bildiğimiz, doğru, işığında, kur’an, yanlışlar


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:31 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam