hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HUKUK > Vasiyet ve Miras

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 1. November 2010, 08:26 PM   #1
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Kurana göre ölenlerin geride bıraktıkları mirasın paylaştırılması

KURANDA MİRAS HUKUNDA ÇELİŞKİ ARAYANLARA CEVAP

KURANA GÖRE ÖLENLERİN GERİDE BIRAKTIKLARI MİRASIN PAYLAŞTIRILMASI


4/11- Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder.


Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır.
Kadın (veya kız) bir tek ise, bu durumda yarısı onundur.


(Ölenin) Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir,


Çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçı ise, bu durumda annesi için üçte bir vardır.


Onun kardeşleri varsa o zaman annesi için altıda bir'dir.
(Ancak bu hükümler, ölenin) Ettiği vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır.


Babalarınız, oğullarınız, siz onların hangilerinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar) Allah'tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.



4/12- Eşlerinizin, eğer çocukları yoksa geride bıraktıklarının yarısı sizindir.


Şayet çocukları varsa, -onunla yapacakları vasiyetten ya da (ayıracakları)

Borçtan sonra- bu durumda bıraktıklarının dörtte biri sizindir.


Sizin çocuğunuz yoksa, geriye bıraktıklarınızdan dörtte biri onların (kadınlarınızın)dır.


Eğer sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların (kadınlarınızın)dır.


(Yine bu hükümler,) Edeceğiniz vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır.


Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olup erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan her biri için altıda bir vardır.
Eğer bundan fazla iseler, bu durumda -kendisiyle yapılan vasiyette ya da (varsa) borçtan sonra- üçte bir'de -zarara uğratılmaksızın onlara ortaktırlar.
(Bu size) Allah'tan bir vasiyettir, Allah, bilendir, (kullara) yumuşak olandır.

4/176- Senden fetva isterler. De ki:


"Allah, 'çocuksuz ve babasız olanın (kelle’nin)' mirasına ilişkin hükmü açıklar.
Ölen kişinin çocuğu yok da kız kardeşi varsa, geride bıraktıklarının yarısı kız kardeşinindir.


Ama (ölen) kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi (erkek kardeşi) ona mirasçı olur.


Eğer kız kardeşi iki ise, geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır.
Ama (mirasçılar) erkekler ve kız kardeşler ise, bu durumda erkek için dişinin iki payı vardır.


Allah, -şaşırıp sapmayasınız diye- açıklar. Allah, her şeyi bilendir

Kuranda dikkatinizi de çektiği gibi Miras hukuku ile ilgili nasıl paylaşılacağına ait, üç tane ayet var. Bu ayetlerde miras kimlere ne kadar hangi şartlarda ne kadar düşeceği açıklanmaktadır. Kuran okuyucularının da bildiği gibi, kuranda bir meseleyi anlayabilmek için o meselenin kuranın onunla ilgili konularda serpiştirilmiş olan ayetleri bir araya getirerek, çelişkisiz bir anlamı yakalamak gerekir. Kuranda geçen bu üç ayete göre Miras hakkına sahip olanları yakınlık derecesine göre sıralayalım.

1- Koca,2-karıları, 3- Çocukları.4- babaları, 5-anaları, 6- kardeşleri, 7- kardeşlerinin çocukları varsa mirastan fazlalaştırılarak verilmesidir.

ŞİMDİ BU MİRASÇILARIN NASIL PAY SAHİBİ OLACAKLARINI ANLATMAYA ÇALIŞALIM

1- KOCA ÖLÜRSE GERİDE KALANLARA ŞARTLARA GÖRE PAYLAŞTIRILMASI.

a)- soru -1 koca öldü. Geriye. Bir karısı, bir annesi, bir babası bir kız çocuğu bir erkek çocuğu mirasa hak sahibidirler. Borcun düşülmesi ve vasiyetin ödenmesinden sonra kalan miras 10.000 teledir. Nasıl pay edilir.

Önce Kuran mirasta erkeğe iki dişinin hakkı kadar verilmesinden yanadır. Bu paylaşımda değişmez bir kuraldır.” Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder.”

Birinci soruda ölen bir kocanın mirasından söz edilmektedir. Kadın veya erkek mirasçı olurken, çocukları varsa aldıkları miras payı değişmemektedir. Değişme kurallardan erkek ölürse ve erkek geriye çocuk bırakmazsa kadın mirasın yarısını alır. Kadı ölürse de geride çocuk bırakmamışsa erkek mirasın yarısını alırlar.”

4/12- Eşlerinizin, eğer çocukları yoksa geride bıraktıklarının yarısı sizindir.” Eşlerden her hangi birinin çocuğu varsa erkek için” Borçtan sonra- bu durumda bıraktıklarının dörtte biri sizindir.”

Erkek kadının mirasının dörte birin alır. Kadın ise erkeğin çocukları varsa sekizde birini alır. “Erkeğin çocukları varsa kadın erkekten kalan mirasın sekizde birini alır.” Eğer sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların (kadınlarınızın)dır.”

Burada kuran önemli bir konuya dikkat çekmek istiyor. Kuran çocukların sorumluluklarını babaya vermektedir. Bu sebeple çocuğu doğuran anne olduğu halde erkelerin çocukları ve kadının çocukları ayırımı nereden kaynaklanmaktadır? İşte kuran ile ilgili detaylı bir bilgisi olmayanlar bu sorunun yanıtını vermekte zorlanırlar. Kuranda erkekler, dul kadınlarla evlendikleri gibi bakir kadınlarla da evlenmektedirler. Eğer bir erkek başka birinin nikâhından boşanmış bir kadın olduğu halde onun başka kocasından çocukları varsa o çocukların hakkını korumak için bu hükmü getirmiştir. Ve ya kocaya ait başka bir kadından olan çocuklar da söz konusudur. Ama şu bir gerçek ki, her kadın kendi çocuklarına ait miras bırakabilir. Ama çocukların velayeti babaya aittir.

33/ 5- Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah Katında daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt gözeterek (taammüden) yaptıklarınızda vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

2/ 233- Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak, çocuk kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez. Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın; mirasçı üzerinde(ki sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir.


Boşanmış olan kadınlar, eğer çocukları olup da kendi ayakları üzerinde duramayacak bir konumda ise bir başka deyişle anne sütüne ihtiyacı olup da anne yanında kalıyorsa günün şartlarına göre baba o çocuğun riskini yüklenmek zorundadır. Bunlar anlatırken miras konusunda akıllarına çarpık anlayışlar sokanları aydınlatmak anlamında anlatmaya çalıştım.

Yani Erkeğin kendisine ait malları olduğu gibi kadınların da kendisine ait malları vardır Az. veya çok kadına kendi yakınlarından miras düştüğü gibi, kadının kendi alın teriyle kazandığı mal da olmaktadır. Burada dikkat çekilmesi gereken husus kadının kendi alın teri dışında, yakınlarından kalan miras konusunda erkeğe iki dişinin hissesi verilir diye ondan kaynaklanmaktadır.

Bu kısa bilgilerden sonra tekrar konumuzun anasını oluşturan kalan mirasın paylaşımına gelecek olursak

Miras konusunda oluşabilecek şartları sıralayamaya çalışalım

1- Koca Öldüğü zaman oluşan şartlar

2- karısı öldüğü zaman oluşan durumlar.

a)- soru -1 koca öldü. Geriye. Bir karısı, bir annesi, bir babası bir kız çocuğu bir erkek çocuğu mirasa hak sahibidirler. Borcun düşülmesi ve vasiyetin ödenmesinden sonra kalan miras 10.000 Tl. dir. Nasıl pay edilir.”

Koca ölürse yine iki seçenek var. Seçeneklerden birisi kadın tek ise kocadan kalan mirasın yarısına hak sahibidirler. İkinci seçenek koca ölürse ölen kocanın karısı bir den çok olursa kadınlar kalan mirasın üçte ikisi oranına pay sahibi olurlar. bu mirası da her kadın eşit miktarda alır. Çünkü Erkek birden fazla değişik zamanlarda oluşan şartlardan dolayı dörde kadar evlenebilirler onun nedenlerini burada açıklayacak değiliz.

4/ 3- Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda, (onlarla değil) size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Şayet adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu, sapmamanıza daha yakındır.

İşte bu sebepten dolayı ölen kişinin mirası kalan kadınlarının durumlarına göre farklılık oluşturmaktadır. Şimdi problemleri kalan mirasın yakınlarının bulunuş seyrine göre çözmeye çalışalım.

KOCALARI ÖLENLERDE MİRAS TAKSİMİ

1- Koca ölürse karısı tek ise, kalan mirasın, yarısını alır.

2- kadınlar iki veya dörde kadarsa hepsi kalan mirasın üçte ikisine ortaktırlar eşit olarak alırlar.

3- Ölen erkeğin çocuğu varsa kadın sekizde birini alır.

4-Ölen erkeğin çocuğu varsa, kadını da bir den çok ise kalan mirasın altıda birini alırlar.

EŞLERDEN HERHANGİ BİRİLERİ ÖLÜNCE MİRAS TAKSİMİ

3- ölen kişi kadın olsun erkek olsu hangisi iseler çocukları varsa, babası için altıda bir annesi için de altıda bir hisse vardır.

4- Eşlerden hangisi ölürse çocukları yoksa anne baba ona mirasçı ise mirasın anne üçte birini baba ise üçte ikisini alır.

ÖLEN KADIN İSE GERİDE KALANLARA MAL TAKSİMİ

5- Ölen kadın olup da kadının çocuğu yoksa erkek malın yarısını alır. Eğer çocuğu varsa, erkek mirasın dörtte birini alır.

6- Ölen erkeğin çocuğu varsa kadın sekizde birini alır.

ÇOCUĞU VE BABASI OLMAYANLARDA MİRAS TAKSİMİ

8- Kadın veya erkekten herhangi biri ölüp de babası ve çocuğu yoksa geriye erkek kardeşleri varsa, altıda bir

9- Kız kardeşleri varsa kalan mirasın yine altıda bir vardır.

10- kardeşler birden fazla iseler. Kalan mirasın, üçte biri onlarındır.

11- Ölen kişinin babası yok çocuğu da yok sadece kız kardeşi varsa iki de biri kız kardeşinindir.

12-kız kardeşinin çocuğu yoksa kız kardeşinin kendisi ona mirasçı olur.

13- Ölen kişinin babası yoksa kız kardeşi iki ise kalan mirasın üçte ikisi kız kardeşlerinindir.

14- erkekler ve kızlar karışık ise üçte ikisi kalan mirasa sahiptirler kardeşlerden kız olanlar erkeğin yarısını alarak bölüşürler.

a)- soru -1 koca öldü. Geriye. Bir karısı, bir annesi, bir babası bir kız çocuğu bir erkek çocuğu mirasa hak sahibidirler. Borcun düşülmesi ve vasiyetin ödenmesinden sonra kalan miras 10.000 teledir. Nasıl pay edilir.”

Miras 10.000 tl.


Cevap-
Karısı=1/8=(çünkü kocanın çocukları var) 1.250
Baba1/6-= 1.667
Ana1/6 = 1.667
Toplam = 4.584


Diğer kalan miktar 10.000–4584=5.416 üç kız olunca üç eşit parçaya bölünür 1805,34 her bir kız için düşen paydır.


Eğer 2iki erkek bir kız olmuş olsaydı bir erkek iki kız hissesi alacağından kalan miktar beşe bölünür. Beş kız hissesi ortaya çıkar.
Kız= 1.083.20 TL. Alır
Erkek=1083.20X2= 2.166.40
Erkek 2.166.40

KIZ= 1.083.20
Toplam= 5.416.00
__________________________________________________ __________________________________________________ ____________________________


b) soru 2-Erkek öldü geriye mirasçı olarak 4 karısı +2 kız 2 erkek+anne ve baba mirasçı
Miktar. 10.000 Tl.dir.


Kadınlar başka bu saydıklarımız mirasçılar olmadığı zaman mirasın üçte ikimsini alıyorlardı.


Ayetler böyle çok kadın ve anne baba ve çocuk örneği vermemiş ama bir kadın olduğu zaman bir bölü iki alan miktar bir bölü sekize düşmüş Burada bir oran mantığı ve matematiği yapmak gerekiyor.


10.000 Tle Çocuklar ve babaanne olmadığında bir kadın 5.000 tl. alıyordu
Ama çocuklar ve anne baba olunca bu miktar bir bölü sekize düştü.

O zaman
10.000 liranın 1/8 zi 1.250 Tl. Tutar.
Yani beş bin liranın bir bölü dördü kadar hisse alıyor.
O zaman Kadınların normalde aldıkları hisse 10.000=2/3=6667 Tl.
Bu oranın da bir bölü dördü oranda alıyorlarsa uğrarsa
Çocuğu babası anası olan ölenin kadınların toplamının aldığı Aldığı miktar, 1/6 Olur o da 1.667= dört kadına düşen pay onu da dörde bölersek 416.67 Oran kadardır.
Kadınların tamamı 1/6=1667
Baba 1/6=1667
Ana 1/6=1667
Toplam =5.000
Geriye kalan miktar iki kız hissesi bir erkek kadar olunca altı kız hissesi olur.
5.000 Bölü altı 833,34 Her bir kızın aldıkları
1.667 de her bir erkeğin aldıkları miktardır
Kadın416.67
KadınX 4= 416.67= 1667 Kadınların aldığı miktar
Baba 1667.00
ANA 1667.00

Toplam 5.000
Kız 833.34
Kız 833.34
Erkek1.667.00
Erkek 1667.00


T0p= 10.000, Anne baba ve kadınların aldığı toplam miktar beş bin geriye kalan iki kız ve iki erkek çocuğu da toplam beş bin lira alıyorlar ve toplam miras

on bin tl. Çıkıyor

__________________________________________________ __________________________________________________ ____________________________

c) soru 3- Koca öldü geriye anne baba ve tek bir kadın ona mirasçı ise

10.000 tl. Yarısı kadına aittir on bin lirayı ikiye bölersek 5.000 tl kadına aittir. Geri kalan miktarın üçte biri annesi içindir üçte ikisi de babasına aittir. Kalan beş bini üçe böleriz biri anneye iki hisse de babaya ait olur.

Karısı ölen kocaya ait paylaşıma örnek:

d) soru 4- Kadın öldü geriye koca kadının annesi babası ve iki kızı var.

10.000. tl. Vasiyet ve borcun düşülmesinden sonra Kadının çocukları olunca koca kalan miktarın dörtte birine hak sahibi oluyordu.

10.000/ 4= 2.500. Tl Kocanın hissesi baba altıda bir ana altıda bir idi baba ve anaya her biri için 1.667. tl. düşer

2500

1667

1667

*_____

5.834 TL Hissesine sahip olurlar.10.000 – 5.834= kalan 4.166 lira iki kız arasında eşit miktarda bölüşülür. Oda her bir kız için 2.083 TL. Olur.

Çocuklar iki erkek ve bir kız olmuş olsaydı erkeğe düşen pey kızın iki katına eşit olacaktı. Yani 4.166.T. Miktar beş eşit parçaya bölünüp biri kıza düşen miktar kız hissesini de ikiyle çarparsak erkeğin hissesi ortaya çıkar.

__________________________________________________ ______________

e) soru 5 – Kadın ölüp de kadının çocuklar yoksa bir koca ve anne babası varsa,

10.000/ 2= 5.000 TL. Koca malın yarasını alır. Geriye kalan miktar anne bir bölü üçünü babası da iki bölü üçüne hak sahibidir.

Eşlerden babası ve çocuğu olamayanlarda paylaşım Nasıldır?

f) soru–6- Koca öldü geriye bir erkek kardeşi varsa mirasın vasiyet ve borcun düşülmesinden sonra bir erkek kardeş olunca altıda birine hak sahibidir.

10.000 / 6= 1667 Miktar kardeşe ait geriye soruda babası yok çocuğu da yok diyor mirasçılardan sayılmayan kim var annedir. Annenin hissesi de belli idi o çocuğu olmayan baba ve ana sadece ona mirasçı olunca mirasın üçte birini alıyordu.10.000/3 = o da 3.333. Ti. Dır kardeşine düşen payla toplanınca onların toplamı, 5.000 tl. Ediyor. geriye kalan 5.000 .tl. de bir tek karınsa kalıyor. Sağlamasını yaptığımız zaman kocası ölen kadın bir tek ise kalan mirasın yarısına hak sahibidir ilkesiyle örtüşüyor.

g) soru -7- kadın öldü. Koca ve ona erkek kardeşi ona mirasçı ise yine zikredilmeyen asıl hak sahibi olan anne burada mirasın f şıkkında olduğu gibi hak payına eşittir sonuç aynıdır.

ğ- Soru 8-) baba ve çocuk yok. Bir erkek kardeş bir kız kardeş ona mirasçıdırlar. Bu hem erkek kardeşler hem de kız kardeşler bir den fazla olunca kalan mirasın üçte ikisine kardeşler hak sahibidirler. Geriye anılmayan mirasa hak sahibi anne vardı. Malın kardeşler üçte ikisini geriye kalan üçte birini olunca kardeşler erkek ve kız olduğu zaman iki kız hissesi bir erkek hissesi olacağı şekilde pay ederler.


AHİRET HAYATINDA ERKEK VE KADIN


Ahret hakkındaki insanların söyledikleri zan ve tahmine dayanmaktadır. Dünya hayatında, kadın, erkek, topal kör, sağır, hasta, beyaz, siyah, uzun, kısa, vs. Bunların hepsi bir denenmeydi. Ahret âleminde ise bunların hepsi kalkacak yeni bir yaratılışla yaratılan insanlar iki kısımda işlem göreceklerdir.

İman eden ve Salih amel işleyeyenleri dünya hayatında gösterdiği başarıya göre, cennette derecelerle ödüllendirilecekler. Bunlar erkek ve kadın diye ayrılmadan, diğerleri de iman etmeyen ve insanlara ve kendisine zulmedenlerin yeri de zulümlerindeki derecelere göre cehennemdeki yerlerini alacaklardır.


56/35- Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık

56/.61- (Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda.

56/62- Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi?

29/20- De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.


İşte bu ayetlere göre Allah yeni bir yaratma tarzıyla insanları orada yaratacak ve bu dünyadaki anlamda kadın ve erkek değil, sınavlarını başarılı bir şekilde vermiş olanların cennette yeni bir yaratılış tarzıyla yaratılıp onlara eşler verilecektir. Kuranda eşlerden bahsederken onların özelliklerini sayarken

55/56- Orada bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş kadınlar vardır ki, bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.

55/58- Sanki onlar yakut ve mercan gibidirler.

56/22- Ve iri gözlü huriler,

56/23- Sanki saklı inciler gibi;

56/24- Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur);

Hurilerin ayetlerde erkeklere verileceğine dair hiçbir ayet yoktur. Oradaki eşler buradaki kadınılar gibi değil oradaki erkekler de buradaki erkekler gibi değildirler.


Dünya hayatında sadece insan olarak rol farklılığı ile rol alan insanların Ahret hayatında rollerini güzel oynayanlar tek tip yaratılışla yaratılıp onlar ya cennetle ödüllendirilecekler. Ya da rollerini kurallara göre oynayamayanlar da cehennemle cezalandırılacaklardır.

Hiç Kuranda cehennemde ve cennette kadın ve erkeklerin ayırım yaparak bahsettiğini görmüyoruz. İşte bu anlamda Ahiret âleminde Allah bir hurma çekirdeğinin lifleri kadar haksızlık yapmadan insanlara ceza ve mükâfatlarını verecektir.

33/35- Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.

Öyleyse kalplerinde maraz olanların, Allah ahret âleminde erkeklere huriler verilecek kadınlara ne verilecek? Sorusu mantıksızdır. Onlara cevap olarak huriler. Kadınlara da kılmanlar verilecek diyen din adamlarının verdikleri cevap da mantıksızdır.


Öyleyse Allah erkekleri kayırıyor mu? Sorusu olayların iç yüzünü kavrayamayan insanların sorusudur. Olayın iç yüzünü kavrayan insanların iman edenlere, layık olan anlayış onun cinsiyette güçte hastalıkta ki farklılıklar değildir.

Önemli olan her akleden insan bulunmuş olduğu konumu dünya hayatında tespit edip kendi üzerine düşen görevi yapıp yapmadığının muhasebesini yapmasıdır.


Cehenneme giden insanlar kadın ve erkek ayırt edilmeden orada ceza çekerlerken kuranın aktardığı tabloya bakınız.

56/41- "Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdur o) "Ashab-ı Şimal."


42- Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su,


43- Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler.


44- Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim).


45- Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde şımartılmış olanlardı.


46- Onlar, büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı.


47- Ve derlerdi ki: "Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı?gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?"


48- "Önceden gelip-geçmiş atalarımız da mı?"


49- De ki: "Şüphesiz, öncekiler de ve sonrakiler de."


50- "Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır."


51- Sonra gerçekten siz, ey sapık olan yalanlayıcılar,


52- Şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz.


53- Böylece karınları(nızı) ondan dolduracaksınız.


54- Onun üzerine de alabildiğine kaynar sudan içeceksiniz.


55- Üstelik 'içtikçe susayan hasta develerin' içişi gibi içeceksiniz.


56- İşte bu, onların din (hesap ve ceza) gününde şölenleridir.


57- Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz?
Eğer dünyadaki gibi bir konumda olmuş olsalardı yanan ateşe nasıl ölmeden dayanabileceklerdi. İşte onların derileri dökülür tekrar yenilenerek yanmaya devam edecektir.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 1. November 2010, 08:33 PM   #2
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Vahyin aydınlığında gidilen yolların tahlili

3/79- Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine kitabı, hükmü ve peygamberliği verdikten, sonra insanlara: "Allah'ı bırakıp bana kulluk edin" deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat o, "Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz kitaba göre Rabbaniler olunuz. (deme görevindedir.)

Dünya üzerinde İnsanların dinlerini veya yaşam biçimlerini temel olarak iki kısma ayırmak mümkündür.

a)- Allahın peygamberler aracılığı ile gönderdiği yol.(Rabbani Yol Budur)

b)- Tağut’i yol Yani peygamberlerin getirdiği dinin dışındaki yoldur.( Gayri Rabbani yoldur.)

RABBANİ YOL PEYGAMBERLERİN GETİRDİKLERİ YOL

Dünya üzerindeki insanlardan büyük bir kısmı bu yolu kabul etmiyor. Yani Allah Dünyada insanlara kitap peygamber göndermez. Dünya hayatında yaşar ve ölürüz. Toprak bizi yok eder. yeniden diriltilecek de değiliz derler.

40/37'O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.'


45/24 Dediler ki: '(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi 'kesintisi olmayan zaman' (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor.' Oysa onların bununla ilgili hiç bir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.

Kuran insanların kendisine iman edenlere ancak bir şeyler anlatır. Allah kitap peygamber göndermez diyen insanlara kuranda hitap bile yoktur. Allah onları gale almaz onlarla konuşmaz çünkü onlar gerçeği, fıtrattan gelen ve yaratılışta vermiş olduğu rabbim Allah’tır. Sözünü bozmuşlar inkâr etmişlerdir.

7/172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.

"Evet, (Rabbimiz' sensin), şahit olduk" Yaratılırken Allah’ı tanımaya Allahın rabliği altında yaşamaya söz veren bu insanlar nefislerinin onlara verdiği vesveseler nedeniyle ya da bozulmuş olan insanların onlara yanlış yolu teklifi suma telkinleriyle bu sözlerinden caymışlardır. Allahın rabliğini terbiye ediciliğini inkâr etmişlerdir.

3/91Şüphesiz küfredip kâfir olarak ölenler, bunların hiç birisinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır. ve onların yardımcıları yoktur.

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Allahın rabliğini kabul edip o yolda yürüyenler olduğu gibi, Allahın rabliğini kabul etmeyip, yaratıkların rabliği altında hayatlarını düzenleyen insanlar da olmaktadır.

Vahiy orijinli dinlerin asıl getirdikleri mesajları bozan yozlaştıran insanlardır. Dünya hayatı; bir imtihan gözetleme yeridir. İnsanların yaptıkları her yanlış davranışı, takvadan gelen bir ses yanlış yapıyorsun yanlış yaptın diye uyarır.

Ama insan fısk yolunda ilerledikçe yanlışlar ona süslü gösterildikçe bu yanlışları yaptığında uyaran ses kısılmaya hatta gittikçe duyulmamaya başlar. O zaman o insana ne anlatsan ne söylesen fark etmez. Çünkü tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanmıştır.

2/170- Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?

2/171- İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.

İşte Kuranın anlattığı bu hastalık; toplumlarda yaygınlaşarak Toplumu istila ederse kuran bu olaya helak ifadesi kullanıyor. Yoksa dünya üzerinde yapılan suçlardan dolayı insanlar birbirlerine müdahalede bulunmadığı sürece hangi toplum helak olmuştur? Olmaz da, Kuranda mecazi anlamda kullandığı tarihi kıssalarda anlatılan Nuh, Ad, Sem ut, Salih, vs. kavimlerin helaki gerçekten bu günkü insanların anlattığı ve anladığı gibi anlaşılmış olsaydı Neden Musa kavminden bu tarafa helak görülmemiştir? Helak toplumların dünya hayatında yaratılış gayesine uygun olan yoldan saparak doğru olan yolu kaybetmek demektir.

Şu Gün dünya yolunu kaybetmiş. Ve Nuh kavminden daha büyük felaketlere yakalanıp helak olmuştur. Her gün, her saat, her dakika dünya üzerinde ülkemizde ilimizde ilçemizde, mahallemizde aynı apartmanda insanın tüylerini ürpertecek nahoş hadiseler olmaktadır. Basında televizyon kanallarında, radyo kanallarında sık sık bu nahoş haberlere rastlamaktayız rastlamaktasınız.

İşte size tüyler ürperten bir manzara
Onu daha az önce öldürdüm"
İşlediği cinayeti haber vermek için polisi arayan sapık katilin anlattıkları tüyler ürpertti...

Güncelleme:05 Ekim 2010 12:16

38 yaşındaki John Maden, polisi arayarak bir cinayet işlediğini söyledi. Hattın diğer ucundaki operatörün tüylerini ürperten bu konuşma, şu şekilde gerçekleşti:

"ONU DAHA ŞİMDİ ÖLDÜRDÜM"

John Maden: "Merhaba, bir cinayeti haber vermek istiyorum"
Operatör, adres bilgilerini ve ismini sorunca "John Nigel Maden" yanıtını aldı.
Operatör: "Ne oldu?"


Maden: "Yeğenim benim tarafımdan öldürüldü."


Operatör: "Ne zaman oldu bu?"


Maden: "Onu daha şimdi öldürdüm"


Operatör: "Bunu neden yaptınız?"


Maden: "Çünkü canım öyle istedi"


Maden: "Eminim ki evime gelecek olan polisler, ihtiyacınız olan tüm detayları toplayacaktır."
Operatör: "Olay nasıl gerçekleşti?"


Maden: "Bir bıçak kullandım ve... onu boğdum... ve hepsi bu kadar, hoşçakal."

İki dakika içerisinde eve gelen polis, Maden'ı yakaladı ve tutukladı.

Kafasında oluşturduğu korkunç planı 3 Nisan'da gerçekleştirmeye karar veren Maden, kız kardeşini arayarak, 12 yaşındaki yeğenini 10 yaşındaki kızına bakması bahanesiyle evine çağırdı.


Eve gelen yeğeni Tia'yı ilaçla uyuşturan Maden, ona tecavüz edip işkence yaptıktan sonra bıçaklayıp, ardından da gitar teliyle boğarak öldürdü.

Cani amca Maden, bugün çıkarıldığı mahkemede tecavüz, işkence ve cinayet suçlamalarını kabul ederek, şartlı tahliye imkânı olmaksızın ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Bunun gibi ve değişik olan insan ahlakının iflas ettiği ve dünya üzerinde Hakkın hâkimiyetinin zayıfladığı hatta yok denecek kadar azaldığı bir ortamda bunlar oluşmaktadır.

İnsanlığın asıl eğitiminin, fiziksel, sosyolojik ve psikolojik olarak yanlış yönlendirilmesi Toplumun sağlıklı yetişmesini engelleyen temel etkenlerdendir. Anne babanın yanlış davranışları, gelecek olan yeni neslin hareketlerini şekillendiren onların yollarının belirlenmesinde büyük etki oluşturduğu bilinmektedir. Gelecek olan toplumların temiz olması ancak temiz bir toplum tarafından temellerinin atılmasıyla başlar.

İşte İnsanlığın aile yapısının sağlam bir temele oturtturulmasını kuran temel şart olarak görmektedir. Yaşayan ve gören gözlerin gözünden kaçmayan Allahın insanların bozulmasının temel nedenini oluşturan pis ve murdar olan kötü yiyecekleri ve yapılması kötü olan davranışları temel olarak yasaklayarak toplumun ancak temizleneceğini vurgulamaktadır.

5/90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.

5/91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?

İçki ve kumar, toplumların normal düşünmesini engelleyerek birbirlerine karşı saygıyı sevgiyi yok ederek insanın özgürce davranışını ortadan kaldırarak insanı bağımlılaştıran köleleştiren en büyük düşmandır. Zinanın adam öldürmenin savaşların aileler ve toplumlar arasındaki nifak tohumlarının atılarak toplumun helak olmasının baş nedenini oluşturmaktadır.

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

Peygamberlerin temel özellikleri direk vahye muhatap olmalarıdır. Bu sebeple onlar yanıldıkları zaman düzeltilirler. Onlar ölünce ya da öldürülünce Allah daha güzelini ya da benzerini yenileyerek sapma imkânı olmayan bir yola Allah yeni bir peygamberle kendi nurunu devam ettirmektedir. Düşünen her insan bilir ki Gelen vahiyler belgelenmeyince vahyin muhatabı olan elçi de ortada olmayınca bir takım yozlaşmalara sapmalara sebep olmaktadır. Son peygamber olan Muhammet peygambere kadar bu olay devam edip gelmiştir. Her yeni gelen peygamber toplumlarda oluşan sapmalara yeni düzenlemeler meydana getirerek yanlış olan yerlerini kaldırmış doğru olan yerleri de tasdik etmiştir.

PEYGAMBERLER ARASINDA ŞERİAT FARKLILIĞI YOKTUR.

İslam toplumlarında skandal denecek kadar, Yapılan en büyük yanlışlıkların başını çeken anlayış. Peygamberler arasındaki şeriat farklılığı anlayışıdır. Bütün peygamberler inananlar için vahyin gözetiminde hareket ederler. Eğer Onlardaki bazı Allahın haram dedikleri bazılarında helal bazı haram dedikleri de bazılarında helal oluyorsa. Hâşâ Allah ya söylediğini bilmiyor. Ya da Allah söylediklerinde tutarlı olmuyor. Allaha hiçbir şey gizli kalmaz. İnsanların kendileri Allah bir şeye haram dediyse onlar helalleştirmişse insanlar yanlış yapıyorlar demektir.

Kuran bütünlüğü içerisinde olayları değerlendirdiğimiz zaman, Önce Allah’ın insanlara Dünya hayatında sadece göndermiş olduğu peygamberlere iman edenlere kendi vahyini duyurmakta onlarla konuşmakta onların veliliğini üstlenmektedir. Halife olarak yaratılmış olan insanın dünya hayatında insanların birbirlerine müdahale etmediği sürece Allah onlara özel bir müdahalede bulunmayacağını sadece Allah onların yapmış oldukları iyi ve kötü amelleri bir belge olarak kendilerine ait bir kitapta toplanarak ahret âleminde hesabının sorulacağını bildirmektedir.

17/13- Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.

Dünya hayatı sadece Akıllı olan ne yaptığının bilincinde olan insanların imtihana tabi tutulduğu yerdir. Her insan gerek kendisine gelen uyarıcılarla gerekse kendi içlerinde Allahın onların fıtratlarına yerleştirdiği bilgi kotlamasıyla yaptığı her yanlışın farkındadırlar. İnsanın asıl olarak diğer varlıklardan farklı olması bu insanların hem yanlışı hem de doğru olanı yapma eğiliminde oluşudur. Her insan içerisinde insanın hem yanlış olan eylemin tetikleyicisi hem de o yanlış eylemin engellemesi gerektiğini tetikleyici bir özelliği vardır. Ama insan yanlışı yapmamakla ve doğru olan vahyin kontrolünde kendisini doğru bir istikamette tutturmak ve götürmekle görevlidir.

İnsanın dışında olan bütün varlıklar kendilerine kotlanmış olan bilgiler görevler çerçevesinde hareket ederler buna iblis de dâhil edilmektedir. Görevi ise insanı saptırmaktır.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Öyleyse Allah insana aklını takvasını fıs kını veriyor. Doğru yolu ve doğru yola gidecek malzemeleri de veriyor. Sonucunda doğru yolda yürüyebildiği zaman ulaştığı cenneti de bildiriyor. Yanlış yola gidebilecek eğilimi ve yanlış yolda yürüdüğü zaman onunla ilgili malzemeleri de veriyor sonucunda cehenneme gideceğini ve dünyada başına birtakım belalar da geleceğini bildirmektedir

Her iki yola gidişte insanı kendi özgür iradesiyle sonuçlarına katlanmak koşulu ile baş başa bırakıyor. Dileyen Aklını kullanır. Dünya hayatını hem vahyin kontrolünde kurallara gereği gibi uyar. Ve hem dünyasını mamur hale getirir. Hem de netice olan ebedi cenneti de kazanır.

Dileyen de nefsin azgın tutkularına kendisini kaptırarak yaratılış biçimine muhalefet ederek hem dünya hayatını bozar mutsuz huzursuz bir hayatı kendisine tercih eder. ahret hayatını da berbat ederek ebedi bir cehenneme aday olur.

Dünya hayatında Allah insanların birbirlerine müdahale etmelerini, bozmayı ve düzeltmeyi yaratıyor. Ama insanlardan yeryüzünü bozmamalarını kelimeleri konuldukları yerden kaldırmamalarını ekini ve nesli yok etmemelerini istemektedir.

22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Allah sapmayı, hidayete gelmeyi bağışlamayı, yaratmış. İnsanlardan bunlardan hangisini tercih ederse tercihi yönünde yolları kolaylaştırmış. Ve insanlar hangi yönde ilerlerse ilerledikçe onun yolunu güçlendirerek her iki yöne gidişte olgunlaştırarak Kendi yolunu dosdoğru kabul edip ölmeye doğru gidecek kadar kendi yolunda yürümeyi kararlı kılmıştır.

Rabbani yolda yürüyenler tek bir ümmet tek bir şeraittedirler. İnsanların, yanlış anlamaları ve nefsin istikametinde yol almaları sebebiyle rabbani yolun dışında olanlar. Temel olarak iki guruba ayrılmaktadırlar.

PUTA TAPICILAR (MÜŞRİKLER)

Kuran; Vahiy Orijinli dinlerin getirdikleri mesajları Kabul etmeyen Yukarda da belirttiğim gibi dünya hayatındaki yaşam kurallarının belirleyicisi olarak atalarını temel aldıklarını söyleyen insanlardır. Kuran insanların dünya hayatında peygamberler ve kitaplar göndererek Onların yaşam kurallarını ortaya koyanın Allah olduğu Halde Bunu kabul etmeyenler. Dünya hayatında bir takım zan ve tahminler yoluyla ideolojiler uydurarak onları kıble haline getirmişlerdir. Bunların felsefede temel adı pozitivizmimdir. Bir adı materyalizmdir. Ve insanların kendi kafalarından çıkardıkları ideolojilerle toplumlarda hâkimiyetlerini kurmaya çalışmışlardır.

Dünya düzeni kendi akıllarından çıkardıkları kanunlarla yönetmek isteyenleri temel olarak iki kısma ayırmak mümkündür. Sosyalizm ve kapitalizmdir.

SEKÜLERİZİM ÖZGÜR ANSİKLOPEDİDEN ALINTI

Sekülarizm, sekülerlik, dünyacılık veya sekülerizm (zaman zaman sekülârizm) Latince'de "nesil", "periyod" (zaman dilimi) anlamına gelen zamanla Hristiyan Latincesi'nde "dünya" anlamında kullanılmaya başlanan sæculum’dan[1] türemiştir. Din merkezli veyahut dinî öğeleri hukukî ve siyasî anlamda tayin edici kılan bir yaklaşımın tersine, bunları hukukî ve siyasî kümeden ayıran bir yaklaşımı tanımlar. Çok geniş bir terim olan sekülerizm, içinde birçok akım, farklı çeşit ve teori barındırır. Seküler kelimesi, dünyevi olanı belirtir ve dünyanın nesnel halinin göz önünde tutulması demektir. Türk Dil Kurumu sözlüğü sekülarizmi "Dünyacılık" olarak tanımlamakta ve Türkçe'ye Fransızca sécularisme sözcüğünden türeyerek geçtiğini belirtmektedir[2]. Aynı Türk Dil Kurumu sözlüğü ise dünyacılığı ise şu şekilde tarif etmektedir: "Bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti, sekülarizm"[3].

*

Seküler ve Sekülerlik [değiştir]

Seküler, sekülerlik ve sekülerizm sözcüklerinin hepsi Latince saeculum sözcüğünden türemiştir. Saeculum ise bir "nesil" veya "yüzyıl" gibi bir anlama da sahip zaman belirten bir sözcüktür. Bu anlamda seküler yaklaşık her yüzyılda bir olan bir olay olarak tanımlanır. Sözcük (saeculum) Hristiyan Latincesi'nde ise "dünya" anlamında kullanılmıştır[1]. Süreç içerisinde seküler sözcüğünün anlamı büyük oranda değişmiştir.

Seküler kelimesi Hristiyanlık doktrininin parçalarından olan Tanrı'nın zaman dışında var olduğu prensibine karşılık zamana (zamansal olmaya) vurgu niteliği taşıyan, genel olarak hayat ve idarenin dini bir merkezden ayrılıp dünyevi bir merkeze ilerlediğini, zamansal, zaman içinde var olan bir tarafa kaydığını belirten bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu fikir diğer tüm dini ve spiritüel inançları kapsayacak şekilde genişlemiştir. Dini biçimde algılanabilecek veya dini kaynaklara dayandırılmış çeşitli müessese, konu ve kavramlara dini olmayan, bunlarla dini ayıran bir bağlamda, yaklaşır. Örnek vermek gerekirse: seküler etik, seküler devlet vb.

Sekülerizm kelimesini ilk defa kullanan George Jacob Holyoake, sekülerliği, inançtan kaynaklanan bütün düşüncelerin dışlanmasını esas alan doktrindir diye tarif etmişti[kaynak belirtilmeli]. Holyoake başlangıçta netheism, limitationism gibi isimler vermeyi düşündüğü felsefesine sonra sekülarizm adını verdi. Hareketin içinde ateistler bulunmasına rağmen Holyoake felsefesinin ateizme sürüklenmesine karşıydı. Sosyal sekülarizm, dini dünyevi işlerden ayırarak ferdin içine hapsedilmesini öngörüyordu. Samuel Johnson'un 1755 tarihli Dictionary 'sinde secularity, dikkatleri yalnızca bu dünyaya yoğunlaştırma; secularize, dini ve uhrevi olanı günlük hayattan uzaklaştırma; secularization, dinin etkisini sınırlama, azaltma anlamlarına geliyordu[kaynak belirtilmeli].
Sekülerizm Tanımları [değiştir]

Siyasi anlamda, sekülerizm kilise ve devletin ayrılmasıdır ki bu kilise ve devletin birleşmesi olan teokrasinin zıttıdır.

Felsefi bir açıdan, sekülerizm devletlerin dogmatik bir inanç değil de nedensellik ve deneysellik üzerine kurulu olduğu, somut ve bilimsel temellere dayandığı kavramı ve düzenidir.

Modern zamanlarda, genel kanı insanların özgürlük ve eşitlik ideallerinin yasa ile korunduğu bir siyasi sistemin kralın veya ruhban sınıfının dini dogma, istek ve kuralları merkez alan ilahi hak ve yargılarından oluşan bir siyasi sistemden daha üstün olduğu yönündedir.

Sekülerizmin bir başka tanımı da; dinin bir toplumun kamusal mesele ve işlerine karışmaması ve bunlarla bütünleşmemesini savunan ve belirten düşüncedir.

Sıklıkla Avrupa'daki Aydınlanma hareketiyle ilişkilendirilen sekülerizm, Batı toplumu ve siyasi gelişimi açısından çok önemli bir yere sahiptir. ABD'deki kilise ve devletin ayrımı ve Fransa'daki laiklik (laïcité), pratik anlamda olmasa da prensip bakımından büyük oranda sekülerizm kaynaklıdır.

Ayrıca, sekülerizm din ve doğaüstü inançların dünyayı anlamak ve günlük hayat için temel teşkil etmediğini savunan sosyal ideoloji olarak da tanımlanmıştır. Seküler kavramının diğer kullanımları ve sekülerizmin barındırdığı terminoloji hakkında daha detaylı bilgi için sekülerlik maddesine bakabilirsiniz.

Sekülerizm, seküler formların (siyasi, toplumsal veya felsefi) savunulması ve ortaya konmasına verilen isim olarak da kullanılmıştır. Sekülerizm hakkındaki genel bir yargı da ateizme denk tutulmasıdır ki bu yanlıştır. Aslında birçok seküler birey, bireysel anlamda kendilerini dindar saymaktadırlar. Ateizm tanrının varlığını sorgularken, sekülerizm dini otoritenin dünyevi işlerde yargıç olup olamayacağını sorgular.

Sekülerizm siyasi, felsefi ve toplumsal alanlara nüfuz ettiği için birçok farklı olgu ve kavramda bulunmaktadır. Sekülerizmin özü nedeniyle nüfuz ettiği farklı kavramların bir kısmı bu maddede incelenmiştir. Etik hukuk ve haklar bunlara örnek olarak verilebilir.
Seküler Etik [değiştir]

Seküler sözcüğünün kullanımı sekülerizmin bir parçası veya sekülerizmin temellerine bağlı olarak tanımlanırsa, seküler etik kavramı, etik konusunun dinden ayrıştırılmış bir anlayışı olarak tanımlanabilir. Dini temellere dayanmayan birçok etik anlayışı mevcuttur, bunların büyük çoğunluğu seküler etik başlığı altında incelenebilir. Bu da seküler etik teriminin fazlasıyla genişlemesi ve değişkenlik göstermesine yol açar. Örneğin hem dini veya tanrıyı reddeden etik kuramlar hem de dini veya tanrıyı kabul edip sadece etiğin tek kaynağı görmeyen kuramlar seküler etik başlığı altında incelenebilir. Tüm bu çoğulluk da seküler etiğin tanımını güçleştirdiği gibi toplumsal boyutta algılanış biçimini de etkilemiştir.

En yalın ve kaba tanımla, seküler etik, dini, doğaüstü veya ilahi temeller yerine pozitif, bilimsel ve rasyonel temellere dayanan etik anlayışları için kullanılan bir terimdir.
Seküler Toplum [değiştir]

Din bilimleri açısında yapılan incelemelerde Batı toplumları genellikle seküler olarak tanımlanmaktadır. Genel olarak Batı toplumlarında resmi din dayatması mevcut değildir ve din özgürlüğü, yani bireyin istediği dine inanma veya herhangi bir dine inanmama özgürlüğü, mevcuttur. Her ne kadar bazı Batı ülkelerinde politik anlamda dinin karar verme mekanizmasında herhangi bir rolü yoktur din kaynaklı geleneksel ahlaki perspektifler tartışmalı konularda rol oynasa da. Çoğu ülkede dinin bu tür karar mekanizma ve durumlarında kaynak veya delil gösterilmesi de mümkün değildir. Tarihi bakımdan da, bugünün toplumları gerek günlük hayatta gerekse hayat görüşü açısından dinin emir ve yasaklarına ve dini etiğe eskiden olduğu kadar bağlı değildir. Ayrıca din merkezli toplumsal ve bireysel yaşamın genel anlamda yaygın olduğu söylenemez, özellikle de Batı ülkelerinde.

Genel kanıya göre Aydınlanma hareketinin en büyük sonucu, dini ve doğaüstü değer, kaynak ve delillerden çok bilimsel ve akılcı değer, kaynak ve delillerin önemsenmesi, temel alınmasıdır. Bu doğrultuda, Aydınlanma döneminin sonlarındaki ve Aydınlanma dönemi sonrası yaşamış sekülerizm savunucuları ve düşünürleri dinin sadece siyasi alandan değil, toplumsal alandan da en azından bir yargı, etik ve değerler kaynağı olarak ayrılması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Her ne kadar bu tartışmalı bir konu olsa da, genel kanı bu tür bir değişimin geçen yüzyılda yaşandığı, en azından Batı ülkeleri temelinde yaşandığı yönündedir. Bu tür bir toplumsal yapının var olduğu ülkelere bazıları 'seküler' ülkeler ismini vermiştir.

Modern sosyoloji sekülerizm, seküler otorite ve sekülerizasyonu sosyolojik ve tarihi süreç ve kavramlar olarak incelemektedir. Bu konuda katkıda bulunmuş bazı önemli isimler şunlardır: Max Weber, Carl L. Becker, Karl Löwith, Hans Blumenberg, M.H. Abrams, Peter L. Berger ve Paul Bénichou.
Seküler Devlet [değiştir]

Seküler devlet tanımı, sekülerizmin siyasi boyutuyla ilgilidir ve seküler esaslara dayalı devleti tanımlar. Devlet biçimi olarak Sekülerizm, teokrasi yerine seküler bir devlet biçiminin tercih edilmesi, savunulmasıdır. Aslında dinlerin büyük bir kısmının, devlet kavramı açısından siyasi nitelikleri yoktur. Yine büyük bir kısmı ise, siyasi nitelikleri, devlet kavramı açısından olsun olmasın, seküler ve demokratik devlet ve toplum anlayışları ile uzlaşmış durumdadırlar. Birçok din ise temelde seküler bir devlet idaresini (idareten) onaylamakta ve tarihsel süreçte bunun örneklerini göstermektedir. Her ne kadar teokratiklik olarak tanımlanamasa da sekülerizminden, yasa ve hukuk konularında ayrılan çeşitli dini inanç ve mezhepler bulunmaktadır. Bunlar devlet idaresinin sekülerliğini benimserken, yargısal ve hukuki temeller açısından dinin de bir kaynak teşkil etmesini savunurlar. Yani bir çeşit yarı-dini toplum biçimi modelidir de.

Toplumsal ve bireysel bazda incelendiğinde, dindar toplum ve bireyler de dahil olmak üzere çoğunluk dini anlamda seküler bir idarenin mümkün ve meşru olacağını savunmaktadır. Hatta bazı dinlerin temelde bunu savunduğu veya bu tür bir devlet tanım ve idaresine dair destekleyici unsurlar içerdiği ortaya konmuştur. Örnek vermek gerekirse, Hristiyanların çoğunluğu seküler bir devlet anlayışını benimsemekte ve bu fikrin Hristiyan kaynaklarında da mevcut olduğunu öne sürmektedirler.
Hristiyanlık ve Seküler Devlet [değiştir]

Özellikle modern zamanlarda, seküler devlet anlayışını savunan Hristiyan birey ve topluluklar Hristiyanlığın esasta seküler devlet anlayışını benimsediğini öne sürmektedirler. Bu konuda İncil öğretilerinden çeşitli destekleyici unsurlar ortaya korlar ki bunların en belirgini Luka İncili, 20. bölüm, 25. ayettir. Bu ayette vergiler üzerine bir soruya İsa'nın verdiği cevap yer alır, ayetin Türkçe karşılığı şöyledir:

O da, "Öyleyse Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin" dedi.[4]

Bu sözün kabaca bir tür sekülerizmi önerdiği ve desteklediği düşünülmüştür. Yine de Hristiyan fundamentalist gruplar bu ayeti farklı yorumlarlar ve devlet hususunda sekülerizmin dini anlamda meşru olmadığını savunurlar. Fundamentalist Hristiyan grup ve düşüncelerin çoğu teokratik devleti ve düşünceyi savunmaktadırlar. Yine de Hristiyanlık odaklı farklı devlet biçimlerini veya devletsizliği savunun fundamentalist gruplar da mevcuttur. Bunların belki de en radikal örneklerinden biri Hristiyan anarşistlerdir.

Bu konuda daha fazla bilgi için fundamentalist Hristiyanlık maddesine bakabilirsiniz.
İslam ve Seküler Devlet [değiştir]

İslam'da genel kanı, İslam dininin ön gördüğü siyasi sistem mevcut olmasa da bu sistemin kabul edilmesi, ancak ahlaki meselelerde toplumun idareye sözlü müdahale ve nasihatte bulunması yönündedir. Yani seküler devletin ideal görülmese de meşru görüldüğü söylenebilir, en azından seküler toplum kavramından ayrıldığı durumda. Tarihsel süreçte kurulmuş İslami devletler, genellikle İslam'ın siyasi anlayışına tam uymayan bir biçimde olsa da toplum ve dini otoriteler tarafından kabul görmüştür. Yine bu sistemlerin çoğu İslam'ı yargı ve hukuk meselelerinde kaynak olarak kullanmıştır ki bu ne tam anlamıyla dini ne tam anlamıyla seküler olan bir hukuk ve dolayısıyla devlet anlayışı ortaya koymuştur.

Tarih boyunca, İslam esaslara uygun olmayan biçim ve işleyişe sahip devletlerin meşru olmadığını öne süren düşünce ve gruplar ortaya çıksa da çoğunlukla azınlıkta kalmış ve pek ses getirememiştir. Yine de özellikle 20. yüzyılda, İslami temellere sahip devlet anlayışının İslam dini açısından tek meşru devlet anlayışı olduğunu öne süren grup ve akımlar oluşmuştur. Bu grupların ifade ettiği tam anlamıyla bir teokrasi sayılamasa da, özellikle hukuki anlamda tamamen İslami bilgileri kaynak alan bir devlet anlayışıdır. Bu gruplar düşüncelerini savunmak için sık sık İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an'ın Maide suresi, 44. ayetinin son kısmını delil gösterirler, bu kısım şöyledir:

... Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.[5]
Seküler Örgütler [değiştir]

National Secular Society (Ulusal Seküler Topluluğu) gibi gruplar sekülerizm kampanyaları yaparlar ve genellikle seküler hümanizm taraftarları tarafından desteklenirler. Hümanist olmayan bireylerden de destek görürler. 2005 yılında National Secular Society "Yılın Seküler(ist)i" ödül töreni düzenledi. Bir ilk olan bu ödülün ilk sahibi de İran İşçi-Komünist Partisi'nden Meryem Namazie oldu.

SOSYALİZİM

BYDİGİ.NET SİTESİNDEN ALINTI

Sosyalizm Nedir?



Sosyalizme inananlar, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kamu mülkiyetine geçmesi ile tüm sorunların çözümleneceğini iddia etmiyorlar. Sosyalizm, ne şeytanları meleğe dönüştürecek, ne de cenneti yeryüzüne indirecektir. iddia edilen şey, sosyalizmin kapitalizmin büyük kötülüklerine çare bulacağı, sömürüyü, sefaleti, güvensizliği, savaşı ortadan kaldıracağı ve insanlar için daha büyük bir refah ve mutluluğun kapılarını açacağıdır.



Sosyalizm, kapitalizmin yırtıklarınını yamanarak düzeltilmesi değildir. Sosyalizm, devrimci bir değişme, toplumun büsbütün farklı bir çizgide yeniden kurulması demektir.



Bireysel kar için bireysel çaba yerine, ortaklaşa yarar için ortaklaşa çaba olacaktır.



Kumaş, para kazanmak için değil, insanlara giysi sağlamak için yapılacaktır, bütün öteki mallar da öyle.



Kullanım için yapılacak planlı üretimin, herkese, her zaman iş sağlayacağı bilinmesi ile insanların içindeki ekonomik depresyon, işsizlik, yoksulluk ve güvensizlik duygusu kaybolacak, bunun yerini beşikten mezara kadar ekonomik güvenlik duygusu alacaktır.

Kar peşinde koşanların, fazla mallarını satabilecek ve fazla sermayelerini yatırabilecek dış pazar avcılığından doğan emperyalist savaşlar son bulacaktır, çünkü artık ne fazla mal ne de fazla sermaye olacak, ne de gözünü kar hırsı bürümüş sermayeciler. Gerçi ben "dış" kelimesine tamamen karşıyım zaten. Dünyada ülkelerden değil de tek bir ülkeden bahsetmek gerektiğine inanıyorum.




Üretim araçları özel ellerde olmadığı için toplum, artık işverenler ve işçiler diye sınıflara bölünmeyecektir. Bir insan başkasını sömürmeyecek, onun emeğinden kar sağlamayacaktır.

Kısacası, ülke bir avuç insanın malı olmaktan çıkacak ve bütün halkın malı olacaktır ve %100 halk tarafından yönetilecektir.

Şimdiye kadar Sosyalizmin ancak bir yanını, ülkenin halkın malı oluşunu yani üretim araçlarının kamunun mülkiyetinde bulunmasını ele aldık. Şimdi tanımın ikinci kısmına gelelim; ülkenin yâda üretim araçlarının "halk yararına halk tarafından yönetilmesi" kısmına. Bu nasıl başarılacaktır. Bu sorunun karşılığı, merkezi planlama iledir. Üretim araçlarının kamu mülkiyetinde olması, sosyalizmin nasıl bir temel özelliği ise merkezi planlama da öyledir.



Bütün ülke için merkezi planlamanın güç bir iş olduğu besbellidir. Bu, o denli güç bir iştir ki, kapitalist ülkelerdeki pek çok kimse [özellikle üretim araçlarını ellerinde bulunduranlar ve kapitalizmi mümkün olan düzenlerin en iyisi sayanlar] bu merkezi planlamanın yürümeyeceğinden çok emindirler. Onlara göre, "bir avuç insan, bütün halkın faaliyetlerini başarılı bir biçimde planlamak, yönetmek ve hızlandırmak için gerekli bilgiye, görüş gücüne ve kavrayışa sahip olamaz.."

Pekâlâ, merkezi planlama mümkün değil midir gerçekten? 1928 yılında öyle bir şey oldu ki, planlama sorunu bir tahmin işi olmaktan çıktı ve ayağı yerde bir konu halini aldı. 1928 yılında SSCB ilk 5 yıllık planını yaptı ve ardından ikincisi ve üçüncüsü geldi, hem de başarıyla tamamlandı. Daha sonraki yıllarda II. Dünya Savaşı ve SSCB'nin yanlış politika izlemesi ve başka nedenlerden dolayı Sovyet Sosyalizmi pek başarılı bir yol izleyemedi. ABD ile rekabete girmeye çalışması, bütçenin yarısının askeriyeye ve savunmaya harcanması, fabrikalarda eski teknolojilerin kullanılmaya devam edilmesi, tarıma yeteri önem verilmemesi, ağır sanayiye çok önem verilirken tüketim maddeleri sanayisine fazla önem verilmemesi, ve hepsinden önemlisi kendi kendine yetme politikasını izlemek istemesi sebebiyle Sovyet Sosyalizmi başarılı olamadı ve 90larda yıkıldı. SSCB'nin yıkılmasında yukarıda söylediğim faktörlerin hepsinin etkisi olmuştur ama dediğim gibi en önemlisi kendi kendine yetme politikasını izlemesi olmuştur. Böylece kendini dışarıya kapamış, teknoloji ve bilgiyi içeriye transfer edememiş, gerekli hammaddeleri temin edememiştir. Benim her zaman dediğim gibi, Sosyalizm ülke çapında gerçekleştirilecek bir iş değildir, gerçekleşse bile bu gerçekten çok zor olacaktır. Ancak ABD gibi zengin topraklara sahip bir ülke tek başına Sosyalizme geçerse belki başarılı olabilir. Ama yine de dünya çapında bir Sosyalizm büyük insan kitlelerinin mutluluğunu getirecektir. Kapitalizm nasıl dünya çapında bir sistemse ve " sözde başarılıysa (sermaye sahiplerine göre) " Sosyalizm de Dünya çapında gerçekleşirse başarıya ulaşılacaktır.

Sovyetlerin bu işi yaptığını söyledik, kalabalık bir ülkede 1928lerin teknolojisiyle bu işi gerçekleştirdiler. Peki bunu nasıl yaptılar? Öncelikle planın bir amacı olmalıdır. Kapitalist toplumda tüm teşebbüslerin amacı, sahiplerine ya da ortaklarına maddi kar ve kazanç sağlamaktır. Sosyalizmde ise amaç tamamen farklıdır. Kar sağlayacak ne mal sahibi, ne de ortak vardır. Maddi kar ve kazanç düşüncesi diye bir şey yoktur. Hedef alınan tek amaç, uzun vadede, bütün toplumun azami refahı ve güvenliğidir. Tabi aslında amaçtan daha önemli olan şey amaca ulaşmanın yöntemidir. Bilmek istediğimiz şey, istenilen hedefe ulaşmak için ne gibi bir politikanın benimsenmesidir. Bu iş SSCB'de Devlet Planlama Teşkilatının (Gosplan) işidir. kimin, neyin, nerede ve nasıl olduğu, yani her şey bu kurul tarafından saptanır. Ülkenin doğal kaynakları nedir? Ne kadar çalışabilir işçi vardır? Ne türde kaç fabrika, maden ocağı, iş yeri, çiftlik vardır ve bunlar nerelerdedir? Geçen yılki üretimleri nedir? Ek malzeme, hammadde ve işçi verilirse üretimleri ne olur? Daha fazla demiryoluna ve limana ihtiyaç var mıdır? Bunlar nerelerde yapılmalıdır? eldeki olanaklar nelerdir? Nelere gereksinme vardır? SSCB'nin geniş toprakları üzerindeki her kurumdan ve her kuruluştan, her fabrikadan, çiftlikten, okuldan, tiyatro ve sanat merkezlerinden v.s'den şu sorulara yanıtlar istenir. Geçen yıl ne yaptınız, bu yıl ne yapıyorsunuz, önümüzdeki yılki tahmininiz nedir? Ne gibi yardıma ihtiyacınız var, ve başka yüzlerce soru. Bütün bu bilgiler, Gosplan'ın bürolarına akar ve orada uzmanlarca toplanır, düzene sokulur, yoğrulur. O zamanki haliyle, dünyanın en iyi donatılmış ve en geniş daimi istatiksi araştırma merkezidir. Şimdi internet denen bir olay da var, Network ağları var, verilerin akması ve planlama işi çok daha kolaylaşacak, üstelik kaliteli bilgisayarlarla ülkenin/dünyanın dört bir yanından gelen veriler çok hızlı şekilde işlenebilir.



Planlama süreci kısaca şöyledir;



Gosplan'a bilgi akar



Taslak plan yapılır



Bu plan hükümete sunulur



Beğenilirse onaylanır, beğenilmezse öneriler yapılır ve Gosplan'a geri gönderilerek değiştirmeler yapılır.



Daha sonra bu plan halka sunulur. [işte size gerçek demokrasi, plan halk tarafından da onaylanmalı, onaylanmazsa düzeltiliyor, giriş bölümünde dediğim gibi, herkes Internete sahip olursa, bu planın halk tarafından onaylanması çok daha kolaylaşır.]



Halk da önerilerini sunar ve plana son hali verilir.



Son olarak tekrar hükümete gider, beğenilirse SSCB yüksek Sovyet'ine gider ve uygulanmaya konur.



Görüldüğü gibi, erişelecek hedefin planı, tepeden inme değildir. planda işçiler ve köylüler de dahil tüm halkın da sesi yer alır.



Bu arada şunu belirteyim ki, 1929 yılındaki ekonomik bunalımına çoğu zaman bir dünya ekonomik bunalımı denir. Üretim felce uğraması ve onunla birlikte gelen işsizlik ve halk kitlelerinin sefaları, tek bir ülke dışında dünyanın her tarafına bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldı. SSCB'nin sınırlarına dayandığı halde burada durmak zorunda kaldı. Ruslar, Sosyalist planlı ekonominin ördüğü setlerin arkasından güvenlik içindeydiler. Çünkü her şeyi planlamışlardı ve benim eleştirdiğim dışa kapanması nedeniyle dıştan gelen bu etkiye karşı koymuştu. Gerçi dışa açık olsaydı da fazla etkilenmeyeceğinden eminim.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/genel-kultur/1...ml#post1434740
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=1434740


Sosyalizmin hayatımızdaki etkisi ne olacaktır?



Sosyalizm, her şeyi, en yetkin, en olgun hale getirmeyecektir. Hemen bir cennet yaratmayacaktır. İnsanlığın yüz yüze olduğu bütün sorunları çözümlemeyecektir.



Sosyalistler, sosyalizmin, sadece, insanlığın belirli gelişme aşamasındaki belirli sorunları çözümleyeceğini bilirler. Bundan daha fazlasını iddia etmezler. Ama bu kadarının bile hayat düzenimizi geniş ölçüde düzelteceğine inanırlar. Ortaklaşa sahip olunan üretici güçlerin bilinçli ve planlı bir şekilde geliştirilmesiyle sosyalist toplum, kapitalist düzende ulaşılabileceğinden çok daha yüksek düzeyde bir üretime ulaşacaktır. Sosyalizm, kapitalist yetersizliği ve israfı ortadan kaldıracaktır, özellikle gereksiz depresyonlarda görülen para israfını, işsiz adam israfını ve boş duran makine israfını. Uluslararası barışın kurulması yoluyla, kapitalist savaşlardaki büyük insan kaybını da ortadan kaldırır. Teknik gelişmeyi hızlandırır ve kar sağlamayı ilk ve en önemli amaç sayan kapitalizmin önüne çıkardığı engellerden arınan sosyalist bilim, büyük atılımlar yapar. Üretimdeki artış, mal miktarını çoğalttıkça, herkesin hayat düzeyinde bir yükselme olur.

Kapitalizmin propagandacıları, bizi, Sosyalizmin, özgürlüklerin sonu demek olduğuna inandırmaya çalışırlar. Oysa gerçek tam tersidir. Sosyalizm, özgürlüğün başlangıcıdır. Sosyalizm, insanlığa en büyük acıları veren kötülüklerden kurtulmak demektir; ücret köleliğinden, sefaletten, toplumsal eşitsizlikten, güvensizlikten, ırk ayrımından, savaştan kurtuluş demektir.



Sosyalizm, gerçekleşmeyecek bir düş değildir, toplumsal evrim sürecinde ileri bir adımdır ve gerçekleşme zamanı çok yaklaşmıştır..

alıntı...........

KAPİTALİZM
Kapitalizm

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Git ve: kullan, ara

Kapitalizm ya da Anamalcılık, özel mülkiyetin üretim araçlarının ağırlıklı bir bölümüne sahip olduğu ve işlettiği; yatırım, dağılım, gelir, üretim, mal ve hizmet fiyatlarının piyasa ekonomisinin belirlediği sosyal ve ekonomik sistemdir. Bu sistemde genellikle bireylerin ya da grupların oluşturduğu tüzel kişiliklerin ya da şirketlerin emek, yer, üretim aracı ve para (bkz: finans ve kredi) ticareti yapabilmeye hakkı vardır.

Kapitalist ekonomi pratiği Avrupa'da 16. ve 19. yüzyıllar arasında kurumsallaşmıştır, ama bazı niteliklerine ilk çağda da rastlanabilir, Orta Çağ döneminde de tüccar kapitalizminin erken biçimleri ortaya çıkmıştır. Feodalizm sona erdiğinden beri kapitalizm Batı dünyasındaki hakim sistemdir, bütün dünyaya da İngiltere başta olmak üzere Avrupa'dan yayılmıştır.

Kapitalizm kavramı, tek başına ele alınırsa sınırlı bir analitik anlama sahiptir. Ama uygulandığı ülkelerde önemli farklılıklar olması, coğrafya, politika, zaman ve kültür öğelerleriyle birlikte değişmesi yüzünden kimi iktisatçılar karma ekonomi tanımının günümüzdeki iktisadi sistem(ler)i belirtmek için daha doğru olduğunu söylemektedir. Kapitalizme 19. ve 20. yüzyıllarda önemli eleştiriler getirilmiştir, bu çeşitli eleştirilerin ortak yönü kapitalizmin ciddi anlamda insanlar arasında sosyal ve ekonomik eşitsizliğe yol açtığıdır.

o

Kapitalizmin niteliklerine bakış açıları [değiştir]
Klasik politik ekonomi [değiştir]

Ekonomik düşüncedeki "klasik" gelenek Britanya'da 18. yüzyıl sonunda ortaya çıkmıştır. Adam Smith, David Ricardo ve John Stuart Mill gibi klasik politik ekonomistler kapitalist ekonomide üretim, dağılım ve malların değişimi gibi konuların analinizi yaparak yayımlamışlardır ve bu çalışmalar günümüzdeki çoğu iktisadi çalışmanın da halen temelini oluşturmaktadır.

Adam Smith

Adam Smith'in Merkantalizmi eleştiren ve "doğal özgürlüğün sistemi" mantığını açıkladığı Milletlerin Zenginliği kitabı klasik politik ekonominin başlangıcı sayılır. Smith, bu ünlü kitabında geliştirdiği çeşitli kavramları açıklar ve bu kavramlar bugün de kapitalizmle ciddi anlamda ilişkilendirilmektedir. Bu kavramların başında da piyasanın görünmez el metaforu gelmektedir, kişisel çıkar isteğinin istemsiz olarak toplum için de en üst düzeyde ortak bir yarar sağlayacağını söylemektedir. Kendi zamanının tekellerini, gümrüklerini ve devletin getirdiği sınırlamaları eleştirmiştir ve piyasanın en adil ve etkili hakem olacağını söylemiştir.

Bu görüş, klasik politik ekonominin en önemli ikinci ve modern çağı etkileyen en önemli ekonomistlerden biri olan David Ricardo tarafından da paylaşılmıştır. Ekonomi Politik ve Vergi Prensipleri (1817) isimli kitabında, bir grubun bir malı göreceli olarak daha az maliyetle üretebildiği bir durumda ticaretin ticaret yapan her iki taraf için de nasıl faydalı olacağına dayanan Karşılaştırmalı üstünlükler kuramını açıklar. Bu ilke serbest ticaret anlayışını destekler. Ricardo, enflasyonun paranın ve kredinin niceliğindeki değişmeyle yakından ilgili olduğunu da söylemiş, azalan verim kuramının da savunuculuğunu yapmıştır.

Klasik politik ekonomi anlayışı, hükümetin ekonomiye müdahalesini en aza indirgemeyi savunan geleneksel liberalizm doktriniyle yakından ilişkilidir.
Marksist politik ekonomi [değiştir]

Karl Marx

Karl Marx, üretici güçler ve üretim ilişkilerinin belirli bir tarihsel andaki ilişkileriyle üretim biçimini belirlediğini söyler, kapitalizm de üretim araçlarına ve sermayeye sahip olan burjuva sınıfının çıkarına işleyen, onu meşru kılan bir sistemdir.

Marx, metaların kullanım değeri ve piyasa içindeki değişim değerini birbirinden ayırır. Marx'a göre sermaye, yeni bir meta üretmek amacıyla satın alınan metanın yarattığı ekstra değişim değerinden oluşur. Emek gücünün kendisi kapitalizmde bir meta haline gelir, emek gücünün değişim değeri ücret olarak yansır, fakat bu da kapitalist için ürettiği değerden daha azdır. Bu farklılık artı değer yaratır ve kapitalistin sermaye birikimini ve kârını oluşturur. Kapital isimli kitabında Marx, kapitalist üretim biçiminin işçilerin yarattığı artı değere el koyma biçimiyle farklılaştığını yazar -- bundan önceki toplumlarda da artı değere el konulurdu, fakat kapitalizm buna üretilen metaların satış değeri aracılığıyla el koyduğu için bir ilktir. Sermaye sahibi veya burjuvanın çıkarına çalışan bu döngü de sınıf savaşının temelini oluşturur.

Vladimir Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (1916) çalışmasında Marxçı bakış açısını yenileyerek, kapitalizmin yeni kaynaklar ve piyasalar bulmak amacıyla zorunlu olarak tekelci kapitalizme - Lenin bu durumu emperyalizm olarak da tanımlıyordu - sebep olacağını, bunun da kapitalizmin son ve en yüksek aşamasını temsil ettiğini söyledi.
Weberci politik sosyoloji [değiştir]

Max Weber, 1917

Alman sosyolog Max Weber, kapitalizmin tanımlayıcı niteliklerinin anlaşılmasında büyük bir etki yaratmıştır. Weber`e göre piyasa değişimi, üretime göre kapitalizmin daha belirleyici bir özelliğidir. Kapitalist girişimler, önceki ekonomik sistemlerdeki faaliyetlerin aksine üretimi rasyonelleştirmişler, bu da verimlilik ve üretkenliğin en üst seviyeye çıkarılması isteğidir. Weber, henüz kapitalist ekonomiye geçilmediği zamandaki çalışanların, loncadaki usta ile çırak gibi, kişisel ilişkilere dayanan çalışmayı anladıklarını söyler.

Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu (1904-1905) isimli kitabında kapitalizmin, geleneksel ekonomik hareketleri nasıl değiştirdiğinin izini arar. Rasyonel aktivitenin ruhu, kapitalist değişimi önleyen geleneksel kısıtlamaları ortadan kaldırmış ve modern kapitalizmin gelişmesini sağlamıştır. Bu ruh giderek tedavinin edilmiş bir hukuka dayandırılmıştır, bunların arasında ücretli işçilerin emeğini yasal olarak satabilme "özgürlüğü", teknolojinin rasyonel ilkelere dayanan bir üretimin organizasyonunu sağlayabilmesi için desteklenmesi, işçilerin ev ve işyeri arasındaki hayatının kamusal ve özel yaşam olarak ayrımının net olarak belirlenmesi sayılabilir. Bu yüzden Weber kapitalizmi, Marx`ın aksine, üretim araçlarının değişmesinin birincil sonucu olarak görmez. Onun yerine kapitalizmin kökeni, politik ve kültürel dünyada ortaya çıkan yeni girişimcilik ruhunun yükselmesinde yatar. Protestan Ahlakı`nda, bu ruhun doğuşunun da Protestanlığın, özellikle Kalvinizmin yükselişiyle ilgili olduğunu söyler.

Weber'e göre kapitalizm, insanlık tarihinin en gelişmiş ve karmaşık ekonomik sistemidir. İlerlemiş iş ortaklıkları, kamu kredisi ve modern dünya bürokrasisi kapitalizmle yakından ilişkilidir. Gene de Weber kapitalizmin rasyonelleşmiş eğilimlerinin, kültürel değerler ve kurumlar için potansiyel bir tehdit oluşturduğunu ve insan özgürlüğünü bir "demir kafes (stahlhartes Gehäuse)" içine sıkıştırabileceğini söyler.
Alman Tarihçi Okulu ve Avusturya Okulu [değiştir]

Alman Tarihçi Okulu`na göre, kapitalizm esas olarak piyasalar için var olan üretim teşkilatlarına dayanarak tanımlanır. Bu görüş Weber`le benzer bir kuramsal temeli paylaşır fakat para ve markete yaptığı vurguyla ondan farklı bir yere konur. Alman Tarihçi Okulu takipçilerine göre, geleneksel iktisadi hareket biçimlerinden kapitalizme geçiş, kredi ve para üzerindeki orta çağ kısıtlamalarının yerini kar güdüsüyle yakından ilişkili para ekonomisinin almasıyla ortaya çıkar.

Ludwig von Mises

19. yy sonlarına doğru Alman Tarihçi Okulu`ndan daha farklı bir yere oturtulan Carl Menger ile ortaya çıkan Avusturya Okulu, sonraki jenerasyon takipçileriyle birlikte 20. yy`da da etkili olmuştur. Avusturya Okulu`nun öncülerinden Joseph Schumpeter kapitalizmin "ister istemez her kapitalist teşebbüsün ergeç bu gelişime uymak zorunda olacağı" yaratıcı yıkımına vurgu yapmıştır. Piyasa ekonomilerinin sürekli değişim geçireceği gerçeğine dayanan bu düşünce, sürekli yükselen ve düşen sanayilerin olacağını söyler. Schumpeter`in popülerleştirdiği bu düşünce, çağdaş ekonomistleri etkilemiştir ve ekonominin büyümesi için kaynağın küçülen sanayilerden gelişmiş sanayilere doğru akması gerektiği sonucu çıkmıştır. Ama kaynağın düşen sanayilerden çekilmesinin, kurumsal direnmenin değişik biçimlerinden dolayı, güç ve yavaş olacağını gerçeğini de belirtmişlerdir.

Avusturyalı ekonomistler Ludwig von Mises ve Friedrich Hayek piyasa ekonomisini 20. yüzyıldaki planlı ekonomi düşüncesine karşı savunmuşlardır. Sadece piyasa kapitalizminin kompleks ve modern bir ekonomi yaratacağını söylemişlerdir. Çünkü modern ekonomi, birbirinden çok ayrı ve geniş bir mal ve hizmetler düzeni, oldukça fazla tüketici ve şirket pozisyonu yaratır ve piyasa kapitalizmi dışındaki herhangi bir ekonomik düzende bilgi, o düzenin bilgiyi elinde tutabilme kapasitesini aşar ve bu da bilgi ve haberleşme sorunu yaratır. Arz ekonomisi düşünürleri Avusturya Okulu çalışmaları üzerine kurar ve "her arz kendi talebini yaratır" diyen Say Kanunu`nu özellikle vurgular.

Avusturya Okulu, laissez-faire kapitalizminin ideal ekonomik sistem olduğunu söyleyen özgürlükçülük ideolojisi üstünde büyük bir etki bırakmışlardır.

İSLÂM

Dünya üzerinde genelleme olarak saydığımızda Sosyalsizim kapitalizm ve İslam’ın ortaya koyduğu ekonomik model vardır. Dünya üzerinde ne Hıristiyan ne Yahudi ne de İslam dünyasında İslam’ın tanımladığı vahiy orijinli din ortada yoktur. Yukarda sosyalizmim ve kapitalizm hakkında görüşleri ortaya aktarmaya çalıştık. Şimdide İslam’ın bir başka Deyişle kuranın ortaya koyduğu yaşam biçimini ortaya koymaya çalışalım.

Dikkat ederseniz sosyalsizimde ve kapitalsizimde insana verilen bir değer yok. hepsinde ortak özellik para servet ortak paylaştırma daha doğrusu maldır. Sosyalsizim kapitalin eşit dağıtılarak insanlar arasında denge kurmaktan adalet kelimesinden söz ederken çalışmayı rekabeti insana değer vermeyi unutmuş ve başarılı olamamıştır. Çünkü insan benliğinde üretmek üretmek vardır. İşte kapitalsizimdeki öne çıkan üretme ve rekabet anlayışı ortadan kalkınca küresel dünyada yarış edememiş işte Sovyet Rusya bunun en somut örneğidir. Diğer taraftan kapitalist dünyası kapitali insanlar arasında tamamen rekabet haline getirince üretme hırsı alabildiğine o kadar ileri gitmiş ki insanın ahlaki değerleri insanda aile sosyal dayanışma tamamen ortadan kalkarak anne ile babanın baba ile ananın anne baba ile çocukların iletişimi tamamen ortadan kalkarak ilişki sevgi tamamen ortadan kalkmıştır.

Kurana göre İnsan yeryüzünde en mükemmel bir varlık olarak yaratılmıştır. 95/4- Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” Yani dünya üzerinde yaratılmış olan bütün varlıklara hükmedebilecek onlardaki esrarı keşfedebilecek bir şekilde yaratılan insana da Allah bir yükümlülük ve sorumluluk yüklemiştir. İşte beşeri sistemlerde unutulan asıl önemli olay budur. Temel olarak insan Allaha ibadet ve kulluk için yaratıldığı halde bu yaratılış gayesinden insanları uzaklaştırarak insanlara en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Zaten bunun bedelini hem dünyada ahlaki çöküntüye uğrayarak belalarını gördükleri Gibi hem de ahret hayatında daha çok belalarla karşı karşıya kalacaklardır.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

İnsanlar bu dünya hayatına başıboş olarak gelmediler. Denenmekteler. Deneniyorlar. ama insanların dışındaki varlıklarda denenme olayı yok onların görevleri sadece insanoğlunun emrine boyun eğerek insana hizmet etmektir.

33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Ayette anlatılmak istenen dağların taşların ve evrenin yapmış oldukları eylemlerden dolayı sorumlu olmadığını onlar zaten verilmiş olan kendilerine bilgi ile insanlara ve Allaha secde etmekle görevli olduklarını görevlerinin dışına çıkmadıkları gibi Allahın kendilerine verilmiş olan görevleri yerine getirirken bıkkınlık da duymamaktadırlar.

Biz bunları neden anlatıyoruz? diyeceksiniz ki bunların ekonomi ile ne alakası var? Evet, tevhit birliği insanlarda görev bilinci ve şuuru olmadan o Ahenk sağlanmadan nasıl ahenkli bir dünya kurulabilir. Çobanına itaat etmeyen bir koyun sürüsü nasıl güdülmesi imkânsız hale gelirse yaratıcısına itaat etmeyen topluluklarda idare edilmesi yönetilmesi zor olandır.

İslam’ın en büyük malzemesi elbette insanlardır. İnsanlardan Allahın tanımladığı bir dine insanlar gelirse yapacak olduğu işleri gerçekleştirilebilir insan inanmazsa da yapılacak bir iş yoktur. Dünya hayatı Allahın insanları kendi özgür iradeleriyle istediği şekilde hareket etme yetkisini dünyada verdiği için insanlardan Allahtan elçi olarak gelen peygamberler aracılığı ile insanlara kendi vahyini duyuruyor. Kim Allahtan elçi olarak gönderilmiş peygamberlere tabi olur ve ona yaşadığı hayatta destek verirse hem bu dünyada hem de ahret yurdunda asla yalnız olmadığını Allah onun velisi olduğunu yardım edeceğini vaat etmiştir.

Burada hem dünya hayatı bir imtihan Allahın hem insanları özgür iradelerine bırakarak denemeye tabi tuttuğu söyleniyor. Hem de yardım edileceği konusunda vaade bulunuyor. diye bir soru akıla gelebilir. Allahın yardımı kişileri vahiy yolunda sağlamlaştırması Allah yolunda ölmesi bile onun yardımı anlamında kullanılan anlatılan yardımdır. Yoksa peygamberler toplum tarafından destek görmedikleri zaman öldürülmüşler kovulmuşlar dövülmüşlerdir. Ne zaman toplumun bir kısmı peygamberlerine destek verdiği zaman peygamberler toplum içerisinde toplamalara seslerini duyurarak onlarla mücadele edebilme gücüne kavuşmuşlardır. Yoksa kendilerine insanlardan inanarak destek vermeyen peygamberler bir kıssa oluşturmadan tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.

40/78- Andolsun, Biz senden önce elçiler gönderdik; onlardan kimini sana aktarıp-anlattık ve kimini anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah'ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir. ve işte burada (hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır.

İslam toplumunda temel olarak ilahi mesajın ya muhatabı olan nebilerin önderliğinde ya da İslam toplumların ya da ilahi mesaja bağlı kaldığını söyleyen ulul emir önderliğinde tek bir ümmet ve tek bir şeriat ile tevhide giden bir yaşam biçimi ancak oluşmaktadır.

PEYGAMBERLER ÖRNEK BİR DEVLET BAŞKANIDIR.

Global dünyanın kavrayamadığı ve toplumlarda ilahi mesajın hem getiren hem de o mesajı örnek bir insan olarak yaşayan nebiler aracılığı ile kendi dinini toplumlara aktarmasıdır.

Vahiy orijinli din inanan herkesi dünya hayatında bir fabrikadaki fabrikayı oluşturan her bir parçanın kendi üzerine düşen görevi hiç aksatmadan yerine getirdiği gibi görev ve sorumluluğa davet eder.

Her Müslüman’ım diyenler önce şunun bilincinde olmalıdırlar. Mal mülk Allah’ındır. Mal üretmek sosyalizm gibi herkese çalıştığı malı eşit olarak bölüştürme yerine herkes istediği kadar rekabet yaparak çalışır. Devlete çalıştığının kazancında devletin belirlediği anlamda zekâtı bir başka deyişle vergiyi canı gönülden öder. ödemezse zaten caydırıcı güç kullanarak zorla almasını bilir. Kapital izimde ki gibi rekabet vardır. Ama mal edinme özgürlüğü var ama yığma biriktirme yok. Kendi seviyeleri altında olanlara destek vererek dünya hayatında ahrete azık hazırlamanın en önemli nüvesini oluşturan infak etmeyi bir görev ve ibadet olarak bilir.

16/ 71- Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?

2/ 219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;

Sosyalizmde ilah devlettir. Her kazanan şahısın kazandığı mallar devlete aittir. Kapitalizmde ise ilah olan kapitaldir. Para kazanmak için her şey mubahtır. Kadın satmak faizle para kazanmak insanların zayıf olanları köleleştirerek onların mallarını güç ve kuvvet kullanarak gasp etmek hep helal olan davranışlardandır.

Ama Müslüman olanlarda, ilah Allah olarak kabul edilir. Yerlerin ve göklerin yaratıcısı onların hayatı ölümü dirimi ona aittir. Onlar için Allah onlara neyi haram etmişse onlara onlar haramdır. Allah onlara neyi helal etmişse onlara o helaldir. Müslüman olanların haram ve helallerini nerde ne yapacaklarını peygamberler aracılığı ile onlara yaşam koşullarını önlerine sunmuştur. Onun için peygamberler, Müslüman olanların tam bir teslimiyetle telsim olacakları bir önder ve liderdir.

33/36- Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

Kadın olsun erkek olsun zengin olsun fakir olsun beyaz olsun siyah olsun yaşlı olsun genç olsun Türk Kürt olsun İngiliz Arap olsun inananları bir araya getirerek onları kardeş yapmıştır. Bunlar sadece kendilerine verilen rol farklılığı ile biri birinden ayrılmaktadırlar. Hem ben Müslüman’ım diyen Allah için ne yapmış ise kendisi için yapmıştır. Kendi aleyhine de ne yapmışsa o yine kendisi için yapmıştır. Devletleri devlet yapan liderleri lider yapan halktır toplumlardır peygamberlerin ve devlet başkanlarını ellerinde temel kaynak onları destekleyen insanlardır. Halk destekli olmayan devletler yıkılmaya çökmeye mahkûmdur.

Bu sebeple İslam her ferdin kendisini eğitmesiyle ona insan olma kul olma bilincini vererek önce yanlış yaptığı zaman kendi kendisini denetleyen kolluk güçlerini kendi içerisine yerleştirir. Her insanın içerisinde hem yanlışın tetikleyicisi hem de doğrunun hakkın tetikleyicisi bir olgu içerisinde vardır. Eğer insan hem çevre hem de takvanın sesi kendisi üzerinde kişilik ve kimliğini oluşturmuşsa O insanlar söz dinler söylenenleri yerine getirmeye hazırlanmış potansiyel insan olma konumuna gelmiş demektir.

İşte Kuranın veya kuranın emirlerini bayraklaştıran peygamberler bu tip insanların kendilerini canı gönülden destek verdikleri zaman toplumlarda hakkı hâkim kılma noktasında başarılı olabilmişlerdir. Hangi toplum kendilerine bir lider ortaya çıkarmışlarsa onlar mutlaka kendilerine değer veren ve halkı için kendisini her an ve her zaman gözünü bile kırpmadan canını malını her şeyini feda etme riskini göze alabilenler ve pervasızca dik duruşunu zalimin zulmü altında sürdürebilenler ancak toplumların gözlerinde büyümüş insanlardır.

İşte tarih boyunca genelde bir iki peygamber hariç bütün peygamberler çile ve işkenceler içerisinde yoğrulmuşlardır. Yusuf peygamberin kavminin yanlış bir işi yaptırmak için baskı yapanlara boyun eğmediği için zindana atılması, Musa peygamberin mustazaf olan halka firavunun zulmünden kurtarması için onlar adına ölümü göze alarak diğer insanların göze alamadığı hak uğruna mücadelesini başlatması Muhammet peygamberin Mekke müşrik toplumlarında kölelere fakirlere mazlum olanlara karşı onların haklarını koruma onların üzerinden zalim olanların zulmünü üzerlerinden çektirmek için verdiği mücadelesi onları halkın gözünde büyüterek onları iktidara devlet başkanlığı sıfatına taşımıştır.

9/128- Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz Onun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.

Dünya hayatında İster inanan isterse de inanamayan toplumlar nezdinde bu ve buna benzer insanlar toplumların gönüllerinde taht kurarak onları iktidara taşımışlardır. İşte ihsan eli açık susunca başlıklı bir makaleden onlar şöyle anlatılmaktadır.
İhsan Eliaçık Susunca…

3

“Onbeş gündür kuru ekmek yiyorum. Odamda ateş yok. Kitabımın kopya masraflarını karşılamak için elbiselerimi sattım. İnsanlığı mutluluğa kavuşturma arzusu beni bu hale düşürdü. Niçin yüzüm kızarsın, eserimi tamamlamak için yardım istiyorum.”

Bu satırlar Sosyalizm’in kurucusu Saint Simon’a ait. Emile Faguet’in “Asır ağaç. Saint Simon o ağacın tohumu” diye tarif ettigi koca çınar, zengin dostlarına gönderdiği kitabın ilk sayfasına düşürmüştü yardım çığlığını. Yazan, düşünen veya sanatla iştigal edenlerin ortak kaderidir yoksulluk, kimse yadırgamaz ancak “açım!” diye feryat eden adam bir Malta şövalyesi, bir aristokrat, kont, dolayısı ile atadan zengin bir asilzadeyse ve bütün mal varlığını davası uğruna harcadığı için sefalete sürüklenmiş ise durup düşünmek gerekir.

Saint Simon sadece sahip olduklarını harcamakla yetinmez. 1789 yılında kendisini seçim kurulu başkanı seçen köylülerin huzurunda kont unvanından feragat eder ve “vatandaş olmak, kont olmaktan çok daha şereflidir” der. Fedakârlıkları bu kadarla da bitmez. Borçlanarak satın aldığı geniş milli emlak topraklarını parçalayarak köylülere devreder. Alacaklılar kapıya dayanınca bir emanetçide kâtip olarak iş bulur. Günde dokuz saat çalışır ve ayda bin frankla borçlarını ödemeye ve hayatta kalmaya gayret eder. Malta şövalyesi bir köylü gibi yaşar, bir köylü gibi ölür.

Michelet’in, yüz ifadesi ve burnuyla Don Quichotte’a benzettiği efsane isim, tıpkı Don Quichotte gibi savaştı, bir köylü gibi yaşadı ve ebediyete intikal etti. Bugün hatırası saygıyla ve sevgiyle yâd ediliyorsa, nedeni feragat ve fedakârlıktır.

Saint Simon gibi kendini davasına adamış soylu yüreklerin gönül titreten hayat hikâyeleriyle doludur Avrupa tarihi. Sadece “Intelijansiya“ nın doğuşunu anlamak üzere Rus tarihine şöyle bir bakacak olsanız; zengin isimlerin, burjuvalı kimliklerin verdiği insanlık mücadeleleri ile karşılaşırsınız. Avrupa tarihinde haksızlığa, eşitsizliğe, zülme karşı isyanı mağdurlar degil, mağrur soylular başlatmıştır. Rusya‘ da ilk olarak ezilen sınıfların sesi olan “Dekabristler“ in tamamı soylu ve zengin insanlardı. Dekabristler’den bayrağı alan Nihilistler de burjuvalı aydınlardan oluşuyordu. Nihilistlerin bir devamı sayılabilecek anarşistlerin birçoğu Çarlık’a yakın ailelerin çocuklarıydılar.

İşte bu isimlerden birkaç örnek;

Tolstoy Rusya’nın ileri gelen soylu ailelerinden birinin çocuğuydu. Asalet unvanını hiç kullanmadı ve bir köylü gibi yaşadı. Hayatını köylülere, kölelere, yoksul ve çaresiz insanlara vakfetti. Malikânesini okula çevirerek köyündeki çocukların eğitim almalarını sağladı. Bir tren istasyonunda vefat eden büyük insan, arkasında dev eserleri dışında hiçbir şey bırakmamıştı.

Dostoyevsky doktor bir babanın oğluydu ve sonradan yoksulluğa düşmüş soylu bir aileye mensuptu. Çar’ın çelikten kontrolünü dele dele toplantılar düzenlemeye devam eden intelijansiya üyelerine düzenlenen bir baskında tutuklandı ve kurşuna dizilecekken affedilerek Sibirya’ya sürüldü. Davası için yaşadı, borç ve sefalet içinde öldü.

Kropotkin bir prensti. Askeri okuldan mezun olduktan sonra yaşadığı çağda bir sürgün yeri olan Sibirya’ya tayinini istedi ve burada on yıl görev yaptı. “Çevremdeki her şey sefaletten ve bir parça ekmek mücadelesinden ibaretse, mutlu olmaya ne hakım var? Beni neşelendirecek şeyler, buğday yetiştiren ama çocuklarına götürecek ekmek bulamayan insanların sofralarından abartılmışlarsa, keyiflenme hakkını kendimde bulabilir miyim?” diyerek bütün asalet unvanlarını yakmış, kendini ve sahip olduğu her şeyi davasına vakfetmiştir. “Biz ki caniyiz! Herkes için ekmek, iş ve her türlü bağımsızlık ve adaleti istiyoruz” sözleriyle tarihe geçen muhalif prens çok mütevazı yaşadı ve bir köylü gibi öldü.

Ezilenleri; zorbalığa, sömürüye karşı ayaklanmaya teşvik ederek isyanın kitabını yazan Bakunin de zengin ve soylu bir ailenin çocuğuydu. Bütün mal varlığını; her türlü tahakkümün ve köleliğin ortadan kaldırılması için harcadı. Çağdaşı olan bütün diğer çilekeş öncüler gibi Bakunin de ömrünün büyük bir kısmını zindanlarda ve sürgünlerde geçirdi.

Turgenyev, Herzen, Lavrov ve diğerleri… İpek kundaklar içinde, altın beşiklerde kuğuların şarkılarını dinleyerek büyüdüler. Servetlerinin rehavetine kapılmadıkları için, çevrelerinde olup bitene bigâne kalmadıkları için, tarih kadar insanlar da vefa duygularıyla bağlandılar onlara ve isimlerini unutmadılar.

İnsanlık tarihinde kısacık bir şerit sayılabilecek Rus devrim tarihindeki büyük fedailerin hayatlarını okurken, içimde bir yerlerin ince ince sızladığını hissediyorum. Dünümüzü, bugünümüzü yokluyorum. Konforlu bir hayatı elinin tersiyle iterek ömrünü kâh parmaklıklar ardında, kâh karanlıklarda geçiren; fani tahtından inip mağdurların, mazlumların gönül tahtına gömülmeyi tercih eden bir isim getirmeye çalışıyorum aklıma. Hayır, bulamıyorum. Varidatını idealinin hizmetine vermiş, yoksullar için tüketmiş bir gönül adamı, bir rehber, bir mücahit yok aramızda.

Biz miydik sahi kuşların refahını bile düşünen ve tarihin en görkemli kuş saraylarını inşaa eden? Fukara insan bulamadığı için zekatını ağaca asan bir milletin, sadaka taşlarını icat eden bir milletin torunları mıydık gerçekten? Böyle bir geçmişe sahip insan yığınlarının, İhsan Eliaçık’ın “infak“ konusundaki ısrarlı tebliğleri karşısında öfkeye kapılıp, hezeyan içinde saldırmalarını, kaybettikleri hangi hikmetle veya hikmetlerle izah edebiliriz? Nelerimizi kaybettik biz, kaç hazinemizi hangi kara deliklere gönderdik?

İhsan Eliaçık “infak farzdır“ diye haykırıyor bir televizyon programında. Aynı saatlerde yayın yapan bir başka programda İslam’ı fıtri bir imtiyaz gibi kendi irfanıyla sınırlandıran zengin ve sarıklı bir Müslüman “yerim, içerim, şişerim ve helal olan her şeye de binerim” pervasızlığıyla küf tutmuş vicdanları eğlendiriyor. Yine aynı saatlerde bir başka zengin Müslüman efendimiz saten şilteler içinde uykunun sıcacık kollarına yuvarlanıyor. Onun sadece birkaç metre ötesindeki bir gecekondudan aç bir bebeğin ateşli çığlıkları soğuğu tutmayan pencere pervazlarını yara yara sokaklara dağılıyor; bir sokak çocuğu, kulağında bebeğin çığlıkları, elinde tiner torbası küçük bedenini donmadan sabaha ulaştırabilecek bir çatı altı arıyor.

İhsan Eli açık susuyor, akıl susuyor, vicdan susuyor ama kalem susmuyor ve kaybettiğimiz değerlerden yalnızca birini hatırlatan rahmani fısıltılardan birini daha iliştiriyorum beyaz cama;

“Hani su küçüğündü bu ülkede? Dedim

Kaldırımdaki mendilci çocuğun çatlak dudaklarına değince gözlerim”

Evet, ihsan eli açık susunca makalesinden bir alıntı sunduk. Devleti başına geçenlerin gökten oraya zembille gelmediklerini halk kendi içlerinden çile çeken kendileri uğruna riskini halk için harcamaya cesaret edenler olmuşlardır.

Eğer bir ideoloji bir yaşam biçimi varsa ortada mutlaka o yaşam biçimini ortaya koyabilecek yaptırımlar uygulayabilecek mutlaka bir otoriteye ihtiyaç olmaktadır. İşte kuranda anlatılan islamın devlet haline gelmesi şöyledir.
KUR’ANDA DEVLET ANLAYIŞI

Devlet: Sınırları belirlenmiş toprak üzerinde bulunan toplumların çoğunluğunun siyasi görüşü etrafında teşkilatlanmış olanıdır.


Kurana Göre devlet: Allahın Peygamberler aracılığı ile getirmiş oldukları kitaplarda ön görülen, kanunlar çerçevesinde devlet başkanı ve onun gurubunun hem o kanunlara kendilerinin uyması hem de halka o kanunlara uymaya çağırmasıdır.


Biz burada Allahın insanlara sunduğu bir devlet modelinden söz edeceğiz. Şuna inanıyoruz ki, Allah İnsanları ve kâinatı yaratandır. Kâinatı yaratılmış olanlardan çok daha iyi bilen olduğunu kabullenmekteyiz. Bu sebeple de Dünya hayatındaki Allahın insanlar için çizdiği bir projeyi, kabullenenlerin iktidar olduğu bir toplumda uygulamayı pratik hayata götüren devlet modelinden söz edeceğiz.


Allah yeryüzünde ve kâinatta var olan varlıkların en mükemmel olarak yaratılanları âdemoğlu şemsiyesi altında olan insanlar olarak tanımlamıştır. Bu sebeple Her insan başlı başına bir devlettir. O kendisine nasıl değişik iki yerden gelen seslerden herhangi birisini tercih ederek yol seçmede yetkili ve sorumlu ise, Devlet de iki temel düşünce etrafında toplanmış olan insanlardan ya takva yönünün ya da fısk yönünün iktidarı olmaktadır.


Bir başka deyişle Ya Allaha teslim olmuş rab olarak Allah’ı Kabul edenlerin iktidarı vardır. Ya da şeytan’a teslim olanların iktidarı vardır. Dünya üzerinde Bulunan ve aklı olan her insan dünya hayatında istediği yolda yürümek, Allah tarafından kendisine verilmiş bir haktır. Bütün dünyada olan insanlar bir araya gelseler bir kişi herhangi bir yola gitmeyi seçmişse, onu kimse seçmiş olduğu yoldan alıkoyamaz buna gücü yetmez. Sonucuna Katlanmak koşulu ile istediği yolda yürümeyi kendi özgür iradesine bırakmıştır.


76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.


Ama Allah Kendisine iman edenleri, Tiyatrodaki bir suflör gibi, yanlış yaptıkları zaman uyarmış onlara veli olmuştur. İşte Allahın veliliği altına girerek yaşayanlar hem bu dünyada hem de ahret hayatında asla mutsuz olmamışlar ve olmayacaklardır.
20/123- Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz oradan inin. Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir; kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz."


Allah İnsanlara öyle bir hayat biçimi önermiş ki, Hiçbir zaman aklı olan insanın kaçamayacağı yaşadığı hayatın her bölümünde yapması gerekenleri gücü yettiği oranda yapmakla mükellef olduğu hayat biçimidir. Hiçbir zaman Allah insanlara gücü üzerinde yük yüklememiştir.


6/152- "Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (Emir) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz."


Şimdi İnsanın nasıl bir yapıya sahip olduğunu neleri yapıp neleri yapmamakla görevli olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışalım. Şimdiye kadar dünya üzerindeki bilginler ve filozoflar insanı tanımlarken, Bazıları insan düşünen bir hayvandır demişler, bazıları insanları diğer yaratıklardan ayıran özellik akıldır demişlerdir.


Kuran Bakınız İnsanı nasıl tanımlamaktadır.


91/7- Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',


91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (Andolsun).


91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.


91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.


Bu Ayetler İnsanın nasıl bir varlık olduğunu tanımlarken, her Akleden insanların hissettiği gibi, biri birlerine zıt iki sesin gelmesidir. Kuran bu sesin birisine fısk ve fücur diğerine ise takva kelimesi kullanmıştır. Aklını takva yolunda yürümeye kullanıp nefsin azgın tutkularından kendisini arındırmış olan insana muttaki ismini vermiştir. Hani vicdan dedikleri şeydir. Her insan yanlış yaptığında ve yapmak istediğinde kendisini uyaran bir sestir.
O zaman İnsanı tanımlamaya çalışalım.


İnsan: Dünya hayatında yaratılmış olan varlıkların en üstünü olması hasebiyle aklı olan ibadet ve kullukla sorumlu fakat iblis olgusunun insanın yaratılışında var olan hem doğru yola hem de yanlış yola gidebilecek nötr bir varlıktır.

İnsanın almış olduğu iyi yönde ve kötü yönde eğilimleri ve yaşam tarzları onun sıfatlarıdır. İnsan dışındaki bütün varlıklarda böyle bir haslet yoktur. Bu sebeple Allahın halife diye isimlendirdiği diğer yaratılan insanların dışındaki varlıklar insana hizmet etmek onun emirlerine boyun eğmekle görevidirler.


95/4- Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.


Dünya üzerinde bulunan hiçbir varlık insan gibi mükemmel yaratılmamıştır. Kâinatta bulunan bütün varlıklar insanoğlunun emrine amade olarak yaratılmıştır. İnsan Var oluşuyla beraber eşyanın esrarını çözerek bu günkü bilgisayar ve uzay çağına ulaştığı halde diğer varlıklarda böyle bir ilerleme yoktur. Onlar insanoğlunun kendilerini hizmete davet edenlerine cevap vermektedirler


2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."


2/33- (Allah "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."


2/34- Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.


Burada insanın dışında olan bütün varlıkların insana hizmet etmek için yaratıldığını ve hizmet ettiklerini vurgularken, insanların da cinlerin de kendisine ibadet ve kullukla görevli olduklarını söylemektedir.


51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Buraya kadar insan Allah ve kâinat hakkında biraz da olsa bilgi verdikten sonra, şimdi devletin temelini oluşturan insandan başlayarak nasıl devlet haline gelir onun kurandan profilini çizmeye çalışalım.


Kuranda geçen Halife temel olarak iki Anlam taşımaktadır.

İNSAN OLAN HALİFE


2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.”


Burada bahsedilen halife Allah adına Dünyada en mükemmel yaratılış nedeni ile kâinata hükmedebilen insandır. Daha önce bahsettiğimiz gibi meleklerin âdeme secdesi onun emrine girmesi anlamındaki secdedir. Yani Allah Kâinatta yaratmış olduğu bütün varlıkları insanlar için yaratmıştır. İnsanlar kâinat var oldukça kâinattaki gizli sırları bilinmeyenleri gün yüzüne çıkarıncaya kadar, kıyamet kopmayacaktır.

İnsanoğlunun ömrüne eşdeğer olan kâinat insan ömrü bitiği zaman kâinat da yok olacaktır. Ve kıyamet kopmuş olacaktır. Yeniden bir yaratılışla tekrar yaratılan insanlar ceza ve mükâfat görmek için ayrılmış olan yerlerine gidecekler. Asıl bizim konumuz İman edenlere Allahın proje olarak sunduğu dini ayakta tutmak için var olan halifeliktir.


DİN ADINA GÖNDERİLEN HALİFE


5/92- Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.
Kendilerini Allaha yöneltmiş ve takva iktidarını kurmuş olanların, Yol Göstericisi Allah tır. İnsanlar kendi akıllarına göre dünyada yaşamak için kanun vazetme insanları kendi akıllarından çıkarmış oldukları kanunlarla yönetme hakkı, Allaha göre yoktur.


Dünya hayatında kendisine iman edenlerin kesinlikle itiraz hakkı olmayan yanıldıkları zaman düzeltilen ölçü örnek alacakları peygamberler göndermiştir. Her peygamber kendisine gelen vahiyleri önce kendisi kabullenmek ve yaşamak daha sonra da diğer İnsanlara tebliğ etmektir. Peygamberlerin getirdikleri Allahtan vahiy olması sebebiyle yanılma payları yoktur.

Bu sebeple peygamberin getirdikleri konusunda sıkıntıya düşme ve itaatsizlik doğrudan doğruya Allaha itaatsizlik demektir. Bu sebeple her peygamber, Başlı başına itaat edilmesi gereken örnek olan bir halifedir.


33/36- Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.


Bu itaat tabii ki peygamber ve Allaha iman edenler içindir. Allah ve resulüne iman ettim diyenler, artık Allahtan gelen bütün hükümler kendi aklına ters düşse bile Hatta onun söylediği bir söz, kendi ve yakınlarının aleyhine olsa bile ona muhalefet etme hakkı yoktur. Kabullenmek zorundadır. Hatta kalbinden bile verilen emre itaat konusunda rahatsızlık duyma hakkı da yoktur.


4/65- Hayır öyle değil; Rabbine Andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.


Allah iman edenleri kadın olsun erkek olsun tek bir ümmet olmasını istemektedir. Nasıl bir fabrikada her bir görev için yerleştirilmiş parçalar ve parçacıklar biri birlerine hiçbir muhalefet yapmadan bir bütünlük içerisinde kendi görevlerini yapıyorlarsa. Müslüman’ım diyenler de kendi bulunmuş oldukları konumda kendi üzerlerine düşen bir reise bir peygambere bir lidere bağlı kalarak, görevlerini sürdürmektedirler.


Organizmaların tümüne baktığımız zaman da öyle değil mi? Aynen bir insanın organizmasının işleyişi gibi, İnsanda bir beyin vardır. O beyinin haberi olmadan deyim yerinde ise kuş bile uçmaz. Vücudun bir yerinde bir arıza olsa bütün vücut rahatsızlık çeker. Onu tedavi etmek için bütün vücut seferber olur. O acıyı önce beyin hisseder daha sonra da diğer yakınlık derecesine göre vücudun diğer organları hisseder. İşte İslam toplumları da öyle olması gerekir.


9/128- Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz Onun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.
O elçi, çiftlikte bir horozun diğer dıştan gelecek tehlikelere karışı tavukları koruması, Hayvanların yavrularına karşı duydukları hassasiyet gibi müminlere karşı hassasiyet duymaktadır.


Allah, peygamber ve ona bağlı olduğunu kabul eden Müslümanların nasıl dünyada yaşamaları gerektiğini örnek olarak kuradan göstermiş ve peygamberlik olayını kaldırarak, kendisinden sonra gelecek olan toplumların nerde nasıl davranacaklarının örnek bir yaşam çizgisinden bize bir kesit sunarak bizim de öyle davranmamızı öyle yaşamamızı bozulmayan kuranı hayatımıza ölçü almamızı emretmiştir.


2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.


İşte Örnek bir lider, örnek bir toplum budur. Bir taraftan insanlar önlerindeki hayatın nasıl olacağını bilmezken onların önlerinde Allah ile irtibatlı bir önderleri var. O lider. Bir mesele hakkında sıkışıp kaldığında ona vahyeden o problemleri tek tek çözen Allah’ı vardı. Ve ona suflörlük yapıyordu.


75/16- Onu (Kur'an'ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.


75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.


75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.


75/9- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.


İşte Peygamberin peygamber oluşuyla başlayan, problemler peygamberlik tarihi sona erinceye kadar, karşısına çıkan problemleri Allah tek tek nerde ne yapacağını izah ederek hayatı Allahın yol göstericiliğinde okuyarak, peygamberini yönlendirmiştir.

Ve peygamberlere Allah kılavuzluk yapmıştır.


İnsan yaratılış olarak eksik ve hatalıdır. Peygamberler de Hayatlarında yer yer yanlışlıklar yapmışlardır. Kuran’da Bu peygamberlerin yapmış oldukları yanlışlıklardan söz ederek, onlar düzeltilmişlerdir.


22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.


İşte peygamberlerle diğer insanları ayıran özellik budur. Bu sebeple peygamberlere kesin bir itaat vardır. O ne söylemişse kendisinden değil Allahın emirlerini iletmiştir. Ama peygamberler dışındaki devlet başkanlarına veya ulul emre itaat ince bir ayrım farkıyla ayrılmaktadır.


4/59- Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahret gününe iman ediyorsanız, Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.


Ayette geçen,” Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün” peki Allah ve resulü hayatta iken bu anlaşmazlığı Allaha ve resulüne götüreceğiz de öldükten sonra kime götüreceğiz?
Bu Allah da resulü de gönderilmiş olan kurandır. İnsanoğlunun var oluşu ile başlayan peygamberlik ayeti insanoğlunun olgunlaşması ve yazı kültürünün de gelişmesi ile nesih edilerek yerini kuran ayeti almıştır.


33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.


Kuran hakkında detaylı bir bilgiye sahip olmayanlar veya kalplerinde maraz olanlar. Peygamberliğin devam ettiğini, her peygamber gönderilen topluluğun, kendi peygamberlerinin son peygamber olduğunu söyledikleri gibi İslam toplumları da son peygamber olduğunu söylediklerini söylemişlerdir diyorlar.
Vahiy orijinli dinlerin dışında insanların söylemleri hakkı örtemez.


61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrail oğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmet" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler.


Kurandan önce gelmiş geçmiş ve kıssaları oluşmuş her peygamber, mutlaka kendilerinden önce gelmiş olanları tasdik edip doğrulamış ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemiştir. Bu Büyük bir mucizedir. En son gelen peygamber de kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyeceğini peygamberlik hayatının noktalandığını vurgulayarak yeni bir dönemin başladığının işaretini vermiştir. Bir başka deyişle yeni bir çağın başlangıcını oluşturmuştur. Her şeyin bir başlangıcı bir gelişmesi ve bir bitişi olduğu gibi peygamberlik de bitmiştir.


2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.


Bazılarının söylediği gibi, nesh etmek ayetin hükümlerini kaldırmak anlamında değil, daha güzeli varken öncekinin kullanılmaya gerek kalmamasından kaynaklanmaktadır. Bu Güne kadar yazılan kitaplar kalemlerle defterlerle bir sürü masraf ve zaman harcanarak yapılıyor ve basılıyordu. Elektronik ortama gelinince artık matbaa dönemi kapanacak bilgisayar dönemi ile insanlar iletişimini daha kolay sağlayacaktır.

İşte Allah matbaa ayetini silerek veya feshederek bilgisayar ayetini göndermesi gibidir.


Aklını kullanan insanılar için de öyle olması gerekmez mi? Her örnekten bir örnek verildiği ve hiçbir eksiğin bırakılmadığı insanlar için yeterli açıklamanın yapıldığı kuran gibi bozulmamış ve kıyametin sonuna kadar da bozulmayacak olan kitap varken başka söze gerek var mı?


Bütün dünyadaki her insan isterse bu kitaba ulaşması mümkündür. Peygamberler aracılığı ile gönderilen dinin her meselesi onda mevcuttur bu daha güzel değil mi? İşte Kuran Bütün Peygamberlerdeki Hayat kısalarını özetleyerek nerde ne yapılması gerekenleri içerisinde toplamış ve kendisine sahip olanlara dosdoğru yolda götürmüştür.

Ve insanlar eğer önyargısız ve kalpleri marazlanmadan okuyup anlayanların hepsini kendisine büyüleyerek evrensel bir din olduğunu kanıtlamıştır. Öyle olması da gerekirdi. Kuran Allah tarafından gönderilmiş çarpıklığı olmayan bir kitaptır. Elbette insanı insanlardan daha iyi bilen, onlara nerde hangi hastalıkta nasıl bir ilaç vereceğini en güzel bilen Allah’tır.


O zaman bu ilahi mektubun ilahi reçetenin ne demek istediğini anlamak ve oradaki hangi hastalığa nasıl ilaç verileceğini tespit ederek onu kendimiz için kendimize uygulamamız gerekmektedir. Bugün dünyanın hastalığı budur.

İnsanlar kuranı keşfedememişler. Onun için kuranın dışındaki tarif edilen verilen ilaçlar onların hastalığını iyileştirmeye gücü yetmiyor. Bu Hastalığın ilacının kuran olduğunu bilenler çıksa da, onların sesi kesilmeye, insanoğlunun var oluşuyla beraber başlamış ve yok oluşuna Kadar da devam edip gidecektir. Ne zaman hakkı hâkim kılma mücadelesinde ortaya çıkan peygamberler ve elçiler ortaya çıktığı zaman onu destekleyenler olursa o hak yeşermiş toplumda iktidar olmuş ve rahat bir nefes almışlardır.



2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.


Allah son peygamberi, gelecekteki, devlet başkanı sıfatıyla devlet başkanlarına model olarak seçmiştir. Kurandan onun insanlarla iletişimini gerek Müslüman halk ile gerek gayri Müslimlerle iletişimini nasıl kuracağını tanımlamıştır.
Allah inananlara devlet kurmayı emretmemiş. Çünkü devlet kurmak aynı tevhit akidesi etrafında insanlar toplanırsa oluşması gereken bir olaydır. Kuranın da belirttiği gibi İnsanoğlunun var oluşundan buyana kuranda bahsedilen yirmi beş peygamber geçmektedir. Binlerce peygamber gelip geçtiği halde onlar tarih sahnesine çıkamamışlardır. Bunun sebebi onlar görevlerini düzgün yapmadıklarından mı? Elbette hayır. Onlar Allahtan gelen emirleri toplumlara ulaştırmışlar. fakat dinleyenler olmamıştır. Ve öldürülmüşler dövülmüşler ve sürülmüşlerdir.


O peygamberlerin, bu gün İslam ve ehli kitap toplumlarının anladığı gibi ellerinde sihirli bir değnek veya olağan üstü harikulade vahyin dışında bir mucizeleri yoktu. Onların ellerindeki malzeme sadece vahye karşı duyarlılık antenleri açık olup kendilerini destekleyen hanif Müslümanlardı.


3/52- Nitekim İsa, onlarda inkârı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler.


Kurandaki ayetleri, yalın olarak ele alıp bu ayet şöyle diyor demek yanlıştır. O Ayet orada bütün kurandaki ayetlerin içerisinden süzülerek gelen hiçbir ayetin sınırını ihlal etmeden bir yorum çıkararak bütünlüğün zedelenmeden bir yere oturtturulması gerekir. Allah isterse Kendisi Hz. İsa peygamberi destekleyemez mi idi? elbette ona gücü yeterdi. Ama Allah dünyayı düzenlerken böyle düzenlemiş, biz Allahın dünyayı ve kâinatı neden böyle düzenledi diye Allah’ı sorgulamak yerine düzenleme şeklindeki hikmetleri kavrayarak anlamak için yol almamız gerekmektedir.


Allah Akleden kendisine teslim olan insanlara dünyada yaşarken, İman edenlere velilik ettiğini, Allahın peygamberler aracılığı ile ulaştırdığı insanların iman edenlerine şöyle söylemektedir.


Ey İman eden Kullarım. Sizi dünya hayatında birçok imtihanlar zorluklar beklemektedir. Ben sadece dünya hayatında elçilerle nerde ne yapacağınıza suflörlük yaparım. Siz eğer dünya hayatında gerekli gayreti göstermezseniz karşıda sizin iman etmenize düşmanlık eden kâfirler ve şeytanlar var. Onlar eğer güçlü olurlarsa sizi sizin dininizden güç kullanarak alıkoymak isteyecekler. Eğer onlara karşı size saldırdıklarında gerekli savaş hazırlıkları yapmazsanız o kâfir ve şeytanlar sizi mağlup ederler.


Size elçi olarak gönderdiğim o resule bağlılığınızı gösterin. Ve sabırla çalışın yılmayın üzülmeyin her zorluğun arkasında bir kolaylık vardır. Sabredenler ancak kurtuluşa ererler. Belki siz size verilen mallardan fakirlere öksüzlere yolda kalmışa dilenenlere vermekle mallarınızdan eksilebilir.

Bu eksilme sizi hayra doğru yolda yürümede karalı kılacaktır. Cimrilik ederek kedisi yığdıkça yığarak ihtiyaçlı olanlarla da alay ederek şımaranlar asla hidayet onlara ulaşmaz. onların bu tutum ve davranışları kendilerini helake götürecektir. Onlara imrenmeyin Onların sadece bu dünyada yaşarız ölürüz. Demelerinden dolayı böyle cimrileşerek mallarından vermek istemezler. Eğer İman edenler, Kâfir olanlara imrenecek olmasalardı Onlara dünyada malı yığdıkça yığardım. Ama ben öyle yapmadım kim bu dünyada gerekli gayreti gösterirse ona veriyorum siz durmadan çalışın üzülmeyin gevşemeyin İmtihan olduğunuz şu dünya hayatında ne kadar ömrünüz var ki? O zaman zarfında çekmiş olduğunuz sıkıntılar ve sabrınız size ebedi bir cennet kazandıracaktır.


Örnek bir peygamberin devlet otorite haline geldiği zaman kuranda tanımlanan görevleri incelemeye çalışalım.


1-Peygamberin Müslüman olan halkla münasebetleri


2-peygamberin gayri Müslim halkla münasebetleri


3-peygamberin devletin dışında bulunan devletlerle münasebetleri


PEYGAMBERİN MÜSLÜMAN OLAN HALKLA MÜNASEBETLERİ


Asıl İslam toplumunun ana çatısını oluşturan Müslümanlardır. Peygamber kendisine bağlı Müslümanlarla ancak Allahın tanımladığı yaşam biçimlerini pratik hayata götürebilir. Bu toplumda direksiyon peygambere aittir o Allahın haram kıldığı bir şeyi helal kılamaz Allahın helal kıldığı bir şeyi de haram kılamaz o Allahın ona yüklediği görevler çerçevesinde hareket etmek zorundadır.


53/3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.


53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.


İşte bu ayetler bir peygamberin profilini çizerek diğer insanlardan ayrı bir konuma taşıdığını göstermektedir. Onun yaptığı her davranış Allahın gözetimi altındadır. Yanıldığı zaman düzeltilen bir konuma gelmektedir.


22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.


İşte kuran peygamberin yerini ve konumunu böyle tanımlamaktadır. Onun İçin peygamberin peygamberliğini kabul edip ona iman ettim diyenler bazı kuralları Bilmeleri gerekir. Her ne şartta olursa olsun peygamber herhangi bir konuda bir hüküm verdiği zaman ona itaat etmesi ve hatta kalbinde bile isteksizlik bir sıkıntı duymaması gerekmektedir.


4/65- Hayır öyle değil; Rabbine Andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.


33/36- Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.


İşte Allah ve resulüne böyle bağlılık gerekiyor. Onun söyledikleri vahiy ise o söylerken vahiy çizgisinden sapamaz ise Ona itaat Allaha itaat ona itaatsizlik de Allaha itaatsizliktir. Zaten o Kurana uymayan bir hal ve harekette bulunamadığını ve bulunamayacağını Allah söylüyor.


69/43- Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.


69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.


69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.


Peygamberi tutup da Allahın tanımladığı yerden kaldırıp sanki kuran yetmiyormuş gibi veya kuran eksik de peygamber onun eksiklerini tamamlayan bir konuma götürmek zalimliktir. Peygamberler Gönderilen vahyi hem insanlara bildirir hem de onun nasıl hayata uygulanacağını örnek olarak örnek bir yaşamı ile ortaya koyar. Yoksa peygamber kendi kafasından kanunlar çıkarıp yaşam ortaya koyamaz.


29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.


Allah Emri verir peygamberde insanlardan olan kendisine iman edenlere o emri uygulayarak nasıl yaşanacağını gösterir.


İnsanlar güllük gülistanlık ortamda iman ettim diyerek amellerini süslü gösterebilirler. İnsanların asıl denenmelerine sebep olan Hayatın zorluk anlarındaki tutum ve davranışlarındaki tutarlılık ihlâs ve samimiyettir. Peygambere iman ettiğini Allah savaş anlarında deneyerek kimin samimi kimin samimi olmadığını denemektedir.


2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.


İşte Allah Dünya hayatında böyle bir düzen kurmuş. Bir kimsenin peygamber olması evliya olması sahabe olması veli olması onun dünya hayatında kurallara uyma dışında bir ayrıcalığı yok. Ancak onlar Allahın emirlerine uyduğu zaman evrenin yasalarına uyarak kendilerine vahyin yol göstericiliği vardır. Allahın onlara yaptığı sadece suflörlüktür. Kâfirler gerekli gayreti gösterip teknolojik yönden saldırdıkları zaman onlara özel bir yardımı olmamış sadece onlara psikolojik destek vermiştir.


Peygamberler kendisine iman edenleri devamlı eğiterek sıkıntılı ve zor zamanlarda, onların sağlıklı düşünmelerini, sabır göstermelerini gevşek durdukları zaman başlarına bir sürü felaketler geleceğini bildirerek. Onları olgunlaştırmaya çalışmıştır. En zorlu deneme savaş zamanlarında geçmiştir. İman edenleri samimi olanlarıyla samimi olmayanları savaş ayırmaktadır.


2/216- Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.


Bakıldığı zaman savaşa gitmek kesin olarak ölmek değil ama Ölmekle kalmak arasında bir çizgide bulunmak demektir. Yani Kabullendiğin din ve kişilik uğruna namusunu şerefini vatanını milletini korumak adına canını riske atmak demektir. İman edenler için ölüm yok olup gitme değildir. Onlar için dünya hayatında Allahın insanlar için, emrettiği kurallara gereği gibi uyanlara bir de ebedi cennet vardır.

İşte Ölüm Müslüman’ım diyenler için dünya hayatından daha cazibeli ve daha güzel bir yere gitmenin adıdır. Müslüman Bu sebeple Ya zalim olanın sana dayattığı hayat tarzını, sana yaptığı zulmü ortadan kaldıracak, ya da onun vahşice zulmüne boyun eğip çarpışmayacak onun sultası altında şerefsizce yaşamayı kabul edecektir. Savaşı kazanırsa dünyada güzellik kaybedip ölürse de ahrette güzellik ortaya çıkacaktır.


9/52- De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.


Ayette; ceza, ya Allah katından derken Ahret âleminde zulmedenler için cehennem, ya da bizim elimizle derken dünyada iken Müslüman olanlar galip geldiklerinde onların aşağılanır bir konuma düşmesi savaşı kaybetmeleri anlamındadır.


8/70- Ey peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."


Allahın İnsanlara verdiği her emir, inansın ya da inanmasın insanların hayrınadır. İnsanlar bazı bilmedikleri şeyleri başlarına nusubet geldiği zaman anlamaktadır.” Bir nusubet bin nasihat “ demeleri ondan kaynaklanmaktadır. İşte kâfir olanlar Rabbim Allah’tır diyenlere zulmettikleri zaman onlarla savaşıp kaybettikleri zaman kendileri zayıf düştüklerinde zayıf düşenlerin hallerini ancak anlayabilmektedirler.

Bu sebeple dünyada iken savaşı kaybedip esir olduklarında görmeyen gözler görür. İşitmeyen kulaklar iştir hale gelerek ahret âlemini görürler de ebedi hayatları belki kurtulur.


İslam’ın otorite olduğu Medine de Müslüman olanlar ganimetler içerisinde olunca, Yahudilerden Hıristiyanlardan, müşriklerden ve diğer din mensuplarından goraf goraf Müslüman olmuşlardır. İşte Münafıklık burada türemişti. Allah da Elbette onları denemeye tabi tutmadan öldürmez.


3/166- İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) müminleri ayırt etmesi;


3/167- Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.


3/168- Onlar, kendileri oturup kardeşleri için: "Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi" diyenlerdir. De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz, ölümü kendinizden savın öyleyse."


İman ettim diyenler mutlaka denenecek iman edip etmediği yaşadığı hayatına inancını uygulamasıyla ortaya çıkacaktır. İşte yürekten iman etmediği halde münafık olanlar. İster bu ehli kitap anlayışında olanlar olsun isterse puta tapıcılardan olsun iman etmediği halde inadım dediğinde onun bedelini ödeyecek bir davranış ortaya çıktığı zaman kıvırtmaya ve bahaneler aramaya başladığı görülür. İşte kendilerine uydurdukları bahaneler.


Müslüman’ım diyenlerin iman edip etmediği sadece savaş anında değil hayatın her Alanında deneniyor ve denenmeye devam edecektir. Anne ve babanın çocukları ile denenmesi, Çocukların anne babasıyla denenmesi Komşunun komşularıyla denenmesi Devletin toplumla toplumun devletle denenmesi, işçinin patronlarıyla patronların işçilerle denenmesi, yoksulun zenginle zenginin yoksulla denenmesi devam edip gitmektedir. İşte Burada, Her alanda insanlar Bulunmuş oldukları konumda yapabilecekleri kadar kendi üzerlerine düşen görevleri yapmak zorundadırlar.


Bir Örnekle Bunların hepsini anlatmış olalım diğerlerinde hep bu örnekteki duruma benzer. Anne Baba çocuklarını, Küçük iken doğurup yedirip içirip giydirerek, eğitimlerini de kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar. Sağlamak zorundadırlar. Genelde Toplumlarda bazı istisnalar hariç bu kurallara uyulmaktadır. Ama Anne baba ihtiyarlık ve bunaklık dönemine geldikleri zaman çocuklarda aynı duyarlılık bulunmamaktadır.

Normalde Bir Anne babanın Bir tane evladı varsa, onlar bunaklık ve ihtiyarlık dönemine geldiklerinde o bir çocuk onlara şefkat kanatlarını gererek öf bile demeden Bakmakla yükümlüdür. Eğer Bunlar birden çok evlat iseler o anne ve babalarına ait yükümlülüğü paylaşarak yapmak zorundadırlar. Eğer bunlardan herhangi birisi bu kendisini eften püften bahanelerle kendi üzerindeki sorumluluktan kaçıyorsa Bunun Savaştan kaçması ile ne farkı vardır?


Bizim beldede, Kocası ölmüş birkaç tane evladı olan bir kadın vardı. Evladının birinin yanında kaldığı sırada, Başka bir evladına telefon ediyor. Oğlum ben sizi özledim biraz da sizin yanınızda kalmak istiyorum diyor. Oğlu cevap veriyor. Ana Ben eşime bir danışayım izin verirse, tamam olur kabul edeyim diyor. Eşine danışıyor. Bu İşin çokluğunda başına bela mı arıyorsun getirme diye kocasına bağırıyor.

Ve Annesi tekrar telefon açıyor. Ne oldu oğlum eşin izin verdi mi diyor. İzin vermedi ana seni getiremeyeceğim diyor.


Her insan olanları vicdanının sesini dinlemeye davet ediyorum sizce bu nasıl bir tablo. Bu davranış sizce doğru mu? Elbette insan yaratılırken Allaha sen bizim rabbimizsin dediği sözle bu yaptıkları uyuşmaz. Allah da Böyle olan insanlara asla hidayet vermez. İşte Allah İman edenlerle, İman etmeyenlerin arasını böyle ayırmaktadır. İman edenler. Her bir güzel amel işlediklerinde onları Allah kalplerini daha da yumuşatarak onlara şefkat rahmetini daha da güçlendirerek, ebedi bir mutluluğa doğru götürmektedir.

İman etmeyenleri de her yanlış bir davranmış yaptıklarında onların yanlışlarını şeytan süsleyerek kurtuluşu mümkün olmayan bir bataklığa doğru götürmektedir.


Huzur evi yapan ve ona destek verenleri kutluyor ve tebrik ediyorum. Bu Toplumda kimsesiz kalmış duyarlılığını yitirmiş olan evlatların bulunduğu bir toplumda olmazsa olmazlardandır. İşte burada kınanacak birisi varsa o da huzur evine anne ve babalarını gönderenlerdir. O Allahın Kendilerine yüklemiş olduğu sorumlulukları yerine getirmeyenlerdir.


46/15- Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve Senin razı olacağın Salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tövbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım."



Her İnsan önce kendi evinin önünü temizlemekle yükümlüdür. Her insan başlı başına kendi yükünü gücü yettiği zaman kendisi taşımakla görevlidir. İşte asıl sorun Gücü yettiği halde başkalarına hangi konuda olursa olsun yük olmaması gerekir. Ama güçsüz ve başkalarının desteğine ihtiyacı olma durumu başka, işte İlk önce ona destek olması gereken en yakın olanlardan bu yükü yüklenmek en yakınlarından başlamaktadır.

Bu Konuda Aile başlı başına kendileri arasında birbirleriyle kenetleşerek aile içerisinde herhangi birinin sıkıntıları diğerlerini kuranın tarif ettiği miras hukukundaki anlattığı gibi yakınlık derecesine göre sorumludurlar. Eğer bunu aile içerisinde çözülemeyecek bir sorun oluşursa bu sorun en yakın akraba ve yakınlarından başlayarak komşulardan uzak komşulara kadar genişleyerek devam etmesi gerekir. Çözüm bitmiş değil bu köye beldeye ve devlet yönetimine aktarılarak devam eder.


Böyle bir toplum bu ölçüler içerisinde hareket ederse Allah o topluluğa Kendi ellerinden olan davranışlar yüzünden Rahmet kanatlarını germez mi? İşte devlet başkanı Bu sorunların çözümünde hem yetkilisi hem de sorumlusudur. Kendi
Tebaasından aldığı destekle toplumuna eşit uzaklıktadır. Devlet başkanı Allahın koyduğu sınırlar içerisinde Topluma adalet dağıtarak yönetmesi gerekmektedir.
Dünya hayatı Allahın Dünyada adalet dağıttığı yer değil, Dünya hayatı Allahın kendi dinini temsil edenlere Adaletle Davranmayı emrettiği yerdir.

Eğer devlet başkanı Müslüman değilse Nasıl nerden kurallarını alıp halka adalet dağıtacak?


4/59- Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.



Müslüman olmayanlar iş başına geçtikleri zaman ekini ve nesli yok ederler Onun için Devlet adil bir davranış sergileyebilmesi için Allahtan korkan ona ibadet ve kulluğu ilke edinenler tarafından yönetilmesi gerekir.
Eğer Bir devlet Takva iktidarının oluşturduğu güç ile iktidarsa Toplumda bozgunculuk çıkaran hakkı ihlal etmek isteyen kötülüğü yaygınlaştırmak isteyenlerle nasıl mücadele etsin?


3/159- Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

Allah O İktidar sahiplerinin önce kendi kendilerini takva yönünde eğitmiş olanlardan olmasını istemektedir. Allah Müslüman olanların güç kuvvet olansını o güçleri ile başkalarına zayıf bırakılmış olanlara zulmetsin diye değil onlara zulmedenleri ortadan kaldırmak onların zulümlerini engelleyerek toplumda refahı huzuru sağlamak için vardır.


Devlet Başkanı Adil olarak yaşayacak önce kendisi bu yaşayışın öncülüğünü yapacak daha sonra bu adil yaşayışın güzelliğinin tebaasına emredecek. İşte Peygamber ve onun yaşam biçimini devam ettiren Allah dostları hariç iş başına geçtiklerinde Mal yığmaya nüfuslarını kullanmayla çalışmışlardır.


Kuranı inceleyenler iyi bilirler. bütün peygamberler gelirlerken önce kendileri taşın altına ellerini koymuşlardır. Açlık çektilerse önce kendileri açlık çekmişler. ve iman edenlere merhamet kanatlarını germişler ölürlerken de servet bırakıp geride kalanlara mal kavgası yaptırmamışlardır. Normal bir vatandaşın yiyip içtiğinden fazla yiyip içmemişlerdir. Vasat bir yol izlemişlerdir. Kuranda ensara muhacirin durumu anlatılırken bize ibret olacak sahnelerden bahsetmektedir.


9/100- Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur.



Devletin içerisinde bulunan iki tip topluluk vardı


1-MÜSLÜMAN TOPLULUK


2-GAYRI MÜSLÜMAN OLANLAR.


Devletin ayakta durmasını ve gelirlerini bu iki topluluktan karşılıyordu


MÜSLÜMAN OLANLAR


İslam toplumunda vergi Müslüman olan halkta zekât diye geçmektedir. Eğer Müslüman tebaa zekâtını vermezse Onlardan zorla alınır. Zaten dikkat ederseniz zekât kavramı namazla beraber anılmaktadır. Eğer kişi ben Müslüman’ım diyorsa Devletin kendisine vergi olarak belirlediği zekâtı vermek zorunda eğer ben Müslüman değilim deyip de kendisini başka dinden olduğunu söylemişse onlar da devletin bir takım işlevleri yapmaları için onlardan cizye ve haraç almaktadır.


ZEKÂT


İslam toplumlarında bu gün zekât kavramı yanlış anlaşılmaktadır. İnfakla karıştırılmaktadır. Zekât. İslam toplumunda Ben Müslüman’ım diyenlerin devletin kendisinin maddi durumuna göre günün şartlarına uygun belirlediği verginin adıdır. Bunun Oranını devlet yönetimi belirler. Ve değişken olandır.

Günün koşullarına göre şartlara göre değişken olan bir vergidir. Kendi devleti ayakta kalamazsa kendi güvenliği de tehlikeye düşmektedir. Onun İçin takva sahibi her Müslüman’ım diyen kişilerin namazını nasıl kılıyorsa mallardan eksilen zekâtının verilmesinde yüzü ekşimez bozgunculuk çıkarmaz.
Belirtildiği gibi zekât 1/40 diye bir sınırlama yoktur. Onun için kuranda böyle bir oran belirlenmemiştir. Onu devlet yönetimi beliler.


İslam toplumunda bulunan gayri Müslimler O toplumun içerisinde bulundukları sürece O devletin nimetlerinden istifade etmektedirler. bu sebeple Allah onları diğer Müslüman toplumdan ayırarak onlar İslam devini ortadan kaldırmak için biri bilerine destek verip çeteleşmedikçe onlarla güzel geçinmeyi onlar cizye ve haraçlarını ödedikleri sürece onlarla savaşmayı yasaklamıştır.


9/7- Mescidi-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin

Allah Katında ve Resulünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.



Müslüman Olduğunu söyleyip de İslam’da devlet yok diyenlere soruyorum Müslüman olanları Müslüman olanlar yönetir. Devletin başındaki kişi ya Müslüman’dır. Ya da garı Müslüman’dır. Bir kişi hem Müslüman hem de gayri Müslüman olabilir mi? İslam’ı öyle yozlaştırmışlar ki dinin ve devletin birebirinden ayrılması diyerek Kurandaki muttaki olanların iktidar olmasını söz sahibi olmasını kelime oyunları ile o saygın değerler kuranın emirleri örtbas edilmeye çalış ılımıştır.

Bu toplumu Müteşabih ayetlere çekilmeye çalışarak laik kelimesi ile en büyük Kuran anlayışını darbelemeye çalışılmıştır. Bu sebeple Laiklik ve laikliğe karı olan kelimeler üzerinde durmadan geçemeyeceğim.


LAİKLİK


Laiklik kelimesi bize Avrupa Hıristiyan dünyasından ithal edilen bir kelimedir. Hıristiyan dünyası 1789 Fransız İhtilalı’na kadar devleti din adamları papazlar yönetiyordu. Ama ihtilal ile birlikte din adamlarıyla devlet yönetimi birbirinden ayrılarak Devlet işlerine dinin karışmaması ve din işlerine de devletin karışmaması anlamında laikliği getirdiler.


Hıristiyanlık dini ile İslam dini birebirlerinden tamamen farklıdır. Zaten kuran anlayışının ortadan kaldırılması İslam’ı İslam toplumlarını Hıristiyan dinin anlayışı ve yaşamı etkileyerek yozlaştırmayı başarmışlardır.


İslam da kurana göre devlet Bedenle ruh nasıl biri birinden ayrıldığı, zaman hiçbir anlam taşımıyorsa veya iman eden bir kişi yaşam biçimini imanının yaşam biçimini şekillendiren kurandan almıyorsa onun inançlı olmasının bir anlamı yoksa. Devletin başındaki kişiler de toplumu yönetirken Allahtan aldığı emirleri toplumuna uygulamıyorsa bir anlamı yoktur.


İnsan hayatını yaşamını şekillendirmeyen bir inancın ne önemi var ki? Senin inandığın yasalar seni hayata bağlar yoksa bir anlam taşımaz. İslami devletlerin idarecileri genelde topluma uyguladıkları yasaları eğip büktükleri için gizleyip ve kendi menfaatleri uğruna sattıkları için inanan ve inanmayan toplumlarda haklı olarak İslami devlete karşı çıkılmıştır.


İslami devlet: Bütün Halka eşit uzaklıktadır. Allah insanları kendi dininde dünyada özgür iradesine bırakmışsa, İslami devlet de bunu pratik hayata uygularken kişilerin inançlarına bakmadan onlara adil ölçüde davranmayı emreder. İşte Bu Anlamda Kişilerin inancı Allah ile kendisi arasındadır. O dünya hayatında kendisine ait olan davranışlarda devlete ait yükümlülükleri hariç istediği gibi yaşama hakkına sahiptir.


2/256- Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağut’u tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulp’a yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir
İslam devletleri sanılıp da kuranın ön gördüğü yaşam biçiminden uzaklaşarak Allahın tanımladığı yönetim biçiminden uzaklaşmışlardır. Bir taraftan Allah Bir insanı öldürmek bütün dünyadaki insanlar öldürmek. Derken


5/32- Bu nedenle, İsrail Oğulları’na şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.



Devletin bekası için kardeşini öldüren devlet başkanları bir taraftan normal halkın yiyeceğinden içeceğinden fazla yemeyi yasaklayan kuran Saraylarını köşklerini altın musluklar altın banyolar yaparak lüks hayat yaşamışlardır.
Bir köyde bir mahallede bir beldede bir ihtiyar inliyorsa, O ihtiyarın iniltisinden o ihtiyarın derdinden o devlet başkanı sorumludur. Doğru Olanı Devlete ait malları kendi özel bir mülkiyetine geçiremediği gibi özel mülkiyetinde olan devlet başkanları ellerinde bulundurduğu daha önceki mal varlığını ihtiyaçlı olanlara dağıtması lazım ki. Şaibe oluşmasın.




PEYGAMBERİN VEYA DEVLET BAŞKANININ DİĞER GAYRİMÜSLİM OLANLALA İLİŞKİLERİ


Herkesin bildiği gibi Medine’de Müslüman olanlar iktidar sahibi olduklarında Yahudi ve Hıristiyanlardan Müslüman olan olduğu gibi, Yahudi ve Hıristiyanlardan hatta müşrik olanlardan Müslüman olmadığı halde İslam toplumu içerisinde bulunuyordu.


Kuran Peygamber ve devlet başkanı sıfatında olan bütün iman eden emir sahiplerine Müslüman olan toplumlarla anlattığımız diyalog gibi. Gayri Müslim olanlarla da nasıl iletişim kurulacağını belirtmiştir.


60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.



Daha önce de belirttiğim gibi, İslam toplumunda bulunan gayrı Müslimler aslında o topluluğa yabancıdırlar. Kendi dinlerinde serbest kalmak koşulu ile Otoritenin kendileri üzerinde koyduğu kurallara uymak zorundadırlar. Ama bunlar içerisinde uyanlar olduğu gibi uymayanlarda bulunmaktadır. Bunları kuran iki kısma ayırmaktadır.


a)- Anlaşmalı olanlar


BU tip gayri Müslimler, cizye ve haraçlarını verip de otoritenin kendilerine kendi dinlerinde yaşama özgürlüğü vererek, İslam toplumlarında bulunmalarıdır. Bunlar bu tutum ve davranışlarını değiştirmediği takdirde onlara bir zorlama yoktur.


9/7- Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah Katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.

b)- İslam otoritesini yıkmak için çeteleşenler.


Bütün Vicdanının sesini dinleyenler de iyi bilirler ki; Yabancı olarak senin yanında bulunan birisi senin iktidarını, ortadan kaldıracak davranışta bulunsun Kurana göre bu bir zulümdür. İşte İslam devletinin mücadelesi bunlarladır. Ya İslam otoritesine teslim olacak onlara itaat edecek. kendi dininde kalmak koşulu ile,ya da İslam otoritesini ortadan kaldırmaya çalışırsa da o zaman Allah onlara karşı caydırıcı olan tedbirin alınmasını bildirmektedir.(Ayet)


İSLAM OTORİTESİNİN DİĞER DEVLETLERLE MÜNASEBETLERİ


İslam devletinin, Temel amacı hem kendi sınırları içerisindeki halkın güvenliğini sağlamak, hem de İnsanlar arasında Güzelliği ve hayrı yaygınlaştırmak, helal ve temiz olan şeyleri emretmek murdar ve pis olan şeyleri de yasaklamak yaygınlaşmasına vesile olmamaktır. Fakir olanları ihtiyaç sahiplerini zor ve güç durumda olanlar İslam otoritesinin koruması altındadır.


8/60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

Dış devletlerde Olanlar da halkına zulmeden ve kendisi içerisinde yardım bekleyen onların zulümlerinden kurtulmak isteyenleri de yardım ellerini uzatarak onlar kurtarmaktır.


4/75- Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?



Bu Yardım Halkı Müslüman olan bir devletin, halkının o devlet başkanına verdiği bağlılık ile doğru orantılıdır. Bir memleketi ayakta tutan adalet ilkeleridir. Adalet mekanizması çökmüş bir devlet ayakta duramaz.
Kuran bir toplumun dinini İslam etmek için savaşmayı emretmez. Bir toplumun dini kendisine verdirmek için savaş yapmayı emreder. İşte ayette din Allahın oluncaya kadar savaş edin dediği budur.


2/193- (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.


Dünya üzerinde eğer lider olan ülke Allahın tanımladığı gibi, Müslüman olan bir devlet olmuş olsaydı, Dünyada savaş ortadan kalkar, insanlara zulüm işkence kalkar. Herkes zulüm yapmadığı sürece kendi dininde istediği gibi yaşama hakkına sahip olacaktı.

Bellerine Bombalar dolayarak mazlum günahsız insanların üzerine intihar bombaları atmak Allahın tanımladığı İslam değildir. Dünya üzerinde Kuranın anlayışı ve anlatışı yaygınlaştırılarak, İslam ülkeleri Kafasını iki elinin arasına alarak, biz nerde yanlışlık yaptık diye düşünmeleri gerekir.

Kuranianlamametodu.blogspot.com

[email protected]

Mersin-Anamur
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (2. November 2010)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bıraktıkları, geride, göre, kurana, mirasın, paylaştırılması, ölenlerin


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:20 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam