hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TEMİZLİK VE İBADET > İbadet > Namaz

Konu Kapatılmıştır
 
Seçenekler Stil
Alt 24. December 2009, 12:14 AM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Salâtın ortadan kalkmasının sonuçları

SALÂT'IN ORTADAN KALKMASININ KÖTÜ SONUÇLARI

Salât'ın ortadan kalkması; insanların salâtı [zihnî ve mâlî desteği] hayatlarından çıkarıp uygulamadan kaldırmaları ile gerçekleşir. Yüce Allah, salâta yanaşmayanları ve engel olanları, “yüz çevirenler” olarak kınamakta, onlara azgınlıklarının cezasını mutlaka göreceklerini ihtar etmekte ve destek veren, yardım edenlerden olmayanların cehenneme gireceklerini bildirmektedir:

Ve hani bir vakitler İsrâîloğulları'ndan misak [kesin bir söz] almıştık: “Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyiniz salâtı ikâme ediniz ve zekâtı veriniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sırt çevirdiniz. Ve siz yüz çevirenlersiniz. (Bakara/83)

Sonra onların ardından half [kötü bir nesil] geldi ki, salâtı [sosyal desteği] kaybettiler [hayatlarından çıkarıp attılar]. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte bunlar [tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler] cennete; Rahman'ın kullarına görmedikleri hâlde vaadettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şeyce haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O'nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır. (Meryem/59)

Salât ettiği [eğitim-öğretim verdiği, sosyal destek sağladığı] zaman bir kulu engelleyen kişiyi gördün mü? Gördün mü, eğer o kul doğru yol üzerinde idiyse ya da takvâyı emrettiyse! Gördün mü, eğer o yalanlamış ve yüz çevirmiş ise! (Alak/9-13)

Sağın yâranı hariç. Bahçelerdedirler. Soruşur dururlar, suçlulardan. “Sizi Sekar'a sürükleyen nedir?” Dediler ki: “Biz musallînden [sosyal destek sağlayanlardan] değildik, miskini de yiyeceklendirmiyorduk. Ve biz dalanlarla birlikte dalar idik [boşa uğraşanlarla beraber boşa uğraşırdık]. Ve Din Günü'nü yalanlıyorduk. Tartışılmaz ve karşı çıkılmaz olan bize gelene kadar.” (Müddessir/39-47)

Rabbimizin, Meryem/59'daki “salâtı kaybedenlerin, azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklarına” ve Kehf/59'daki “zulme sapan kentlerin helâk edildiğine” dair sözlerinin nasıl gerçekleştiğini görmek için İslâm dünyasının bugünkü durumuna bakmak yeterlidir. Bu dünya içinde yer alan ülkelerin bilimde, teknolojide, ekonomide, sanatta ve ahlâkta… kısaca insan hayatının standartlarını belirleyen her alanda geri olmalarının en önde gelen sebebi bizce, halklarının 1500 seneden beri salâtı dışlamış olmalarından başka bir şey değildir.
13. âyetteki Allah'ın devesi ve onun su içmesi ifadeleri tahzirdir, yani
uyarı için bir sesleniştir. Burada Elçi'nin, Allah'ın devesi ve onun su SÂLİH PEYGAMBER ve SEMÛD KAVMİ KISSASINDA KONU EDİLEN “ALLAH'IN DEVESİ” DE SALÂTTIR

Kur’ân'da, Sâlih peygamber ile Semûd kavminin kıssası anlatılırken “Allah'ın devesi” ve onun “su payı”ndan bahsedilir. Burada “deve” ile sembolize edilen de salâttır. Semûd kavmi devenin payını vermeyerek onun ayaklarını budamışlar ve bu yüzden helak olmuşlardır. Yani, bu kavim, sosyal yardım ve destek kurumlarını yaşatmak için zekât vermemişler, infakta bulunmamışlar ve bu durum onların helakine sebep olmuştur.

Bu konu ile ilgili, Tebyînu'l-Kur’ân'ın Şems sûresi tahlilinde yaptığımız açıklamaları burada da sunuyoruz:

Semûd azgınlığı sebebiyle yalanladı; en zorlu bedbahtları bunun sonucundan korkmayarak görevi kabul edip gittiği zaman, Allah'ın elçisi onlara demişti ki: “Allah'ın devesi!” ve “onun su içmesi!” Fakat onlar, onu yalanladılar ve deveyi de inciklerini kesip öldürdüler. Rabb'leri de günahları dolayısıyla onları yerle bir etti, kırıp geçirdi. (Şems/11-16)
Sûrenin ilk bölümünde iyi ve kötü her şeyi yapabilecek fiziksel ve zihinsel güçlerle donatıldığı ve dilediğini yapabilmek için kendisine irade özgürlüğü verildiği bildirilen insan, 8-9. âyetlerde verilen yargıya göre, nefsini arındırdığı takdirde kendini kurtarabilecek, güçlerini kötüye kullandığı takdirde ise perişan olacaktır. 11-15. âyetler, gerek yaşamları gerekse sonları itibariyle o günkü halk tarafından iyi bilinen Semûd kavminin bu yargının örneği olduğunu bildirmektedir. Semûd kavminin öyküsü daha önce özet olarak Fecr ve Necm sûrelerinin tahlilinde de verilmişti. Ancak önemine binaen orada değinilmeyen yönleriyle tekrar ele alınmasının yararlı olacağı düşünülmüştür.

SEMÛD KAVMİ: Semûd kavmi, Hicaz ile Sûriye arasında Vadi'l-Kura'da yaşamış eski bir Arap kabilesidir. Kur’ân'da bu kabilenin ismi 26 yerde geçmektedir. Ayrıca Sâlih peygamberden bahseden âyetler de o'nun kavmi olan Semûd ile ilgilidir.

Arap kaynaklı olmayan târihi belgelerde de Semûd kavminden bahsedilmektedir:

M.Ö. 715 târihli Sargon kitabesinde Semûd kavmi, Asurluların hâkimiyet altına aldıkları Şarkî ve Merkezî Arabistan kavimleri arasında zikredilmektedir. Aristo, Batlamyus ve Plinus, Semûd kavminden “Thamudaei” olarak belirtilen isim ile bahsetmişlerdir. Plinus'un Semûd kavminin oturduğu yer olarak zikrettiği Domatha ve Hegra'nın, İslâmî kaynaklarda bu kavmin oturduğu yer olarak kaydedilen Hicr ile aynı yer olduğu kabul edilebilir. (H. N. Brau, İslam Ans, “Semûd” mad.)

Bu kavme peygamber olarak Sâlih gönderilmiştir. Semûd kavmi de Âd kavmi gibi Kur’ân'da ibret tablosu olarak sunulmuştur. Semûd kavmi ile Sâlih peygamber arasındaki mücadele hakkında Taberî'nin, İbnü'l-Esir'in ve İbn-i Kesir'in eserlerinde rivâyetlere dayanılarak hazırlanmış detaylar bulunmaktadır. Biz, bizi ilgilendirecek bilgileri Kur’ân'dan izleyelim:
Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka tanrı yoktur. O, sizi yeryüzünden yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O hâlde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim çok yakındır, kabul edendir.” Dediler ki: “Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde aranan birisiydin. Babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine çağırdığın şeyden ciddî bir şüphe içindeyiz.” (Hûd/61-62)

Dediler: “Sen ve beraberindekiler yüzünden başımıza uğursuzluk geldi/sen ve beraberindekileri uğursuzluk belirtisi sayıyoruz.” Dedi: “Uğursuzluk kuşunuz Allah katındadır. Daha doğrusu siz, imtihana çekilen bir topluluksunuz.” (Neml/47)
Bir imtihan aracı olarak kendilerine dişi deveyi göndereceğiz. Artık gözetle onları ve sabret. Suyun, aralarında bölüştürüleceğini onlara bildir. Her su alış, içiş nöbetlidir/içilecek her miktar hazırlanmıştır. (Kamer/27-28)
Kibre sapanlar şöyle konuştu: “Biz sizin inandığınızı inkâr edenleriz.” Bu arada dişi deveyi boğazladılar. Ve Rabb'lerinin emrinden dışarı çıkıp şöyle dediler: “Ey Sâlih! Eğer Allah tarafından gönderilenlerdensen, bizi tehdit ettiğin şeyi önümüze getiriver.” (A‘râf/76-77)
Biz, onlar üzerine bir tek korkunç ses gönderdik de ağılcının topladığı çalı çırpı gibi oluverdiler. (Kamer/31)

Ve zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar. Sanki orada hiç kalmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rabb'lerini inkâr ettiler. Biliniz ki, uzak Semûd içindir. (Hûd 67-68)
İşte sana onların, işledikleri zulümler yüzünden çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç kuşkusuz bunda, ilmi kullanan bir topluluk için kesin bir ibret vardır. (Neml/52)

11-15. âyetleri anlayabilmemiz için âyetlerde geçen ipuçlarını iyi değerlendirmek gerekmektedir. Bize göre bu ipucu ifadeler:

• Semûd'un yalanlamalarına neden olan inançları,
• Dişi deve,
• Bu dişi devenin Allah'ın dişi devesi olması gibi olgulardır.

YALANLAMALARINA SEBEP: TUĞYAN: Tuğyan ile ilgili geniş açıklama Alak sûresi'nin tahlilinde verilmiştir. Özetleyerek tekrar etmek gerekirse tuğyan, “insanın çok para-pul, mal-mülk, köle-kul sahibi olarak kendini her türlü ihtiyacın üstünde görmesi, bu yeterlilik duygusuna kapılarak baronlaşması, lordlaşması, rableşmesi”dir. Kur’ân bu sözcüğü Firavun ve Mekke yöneticileri için kullanmıştır. Âyetlerden anlaşıldığına göre Semûd kavmi de aynı dalâlet içine düşmüştür.

DİŞİ DEVE: Bu dişi deve hakkında, “halkının Sâlih'ten bir mucize istemesi üzerine o'nun da kayalardan bir dişi deve çıkarması” gibi bir çok efsane uydurulmuş ve bu efsaneler ekseninde ortaya atılan rivâyetler [söylentiler] ile olur olmaz açıklamalar yapılmıştır.
Âyette geçen النّاقة [en-nâkah] sözcüğü “dişi deve” demektir. Ancak Araplar her dişi deveye değil, sadece beş yaşına basan dişi develere en-nâkah derlerdi. Âyetin mesajının doğru anlaşılması için bu ayrıntının daima göz önünde bulundurulması gerekir.
Beş yaşına girmiş dişi deve, eti, sütü ve gücü itibariyle göçebe ve hayvancılıkla geçinenler için çok önemli bir ekonomik değeri ifade etmektedir.

ALLAH'IN DEVESİ: Rivâyetlere dayalı anlatımlarda “Sâlih'in Devesi” olarak geçen dişi deve, âyette doğrudan Allah'a izafe edilerek ناقةاللّه [Allah'ın Devesi] olarak adlandırılmıştır. Devenin Allah'a izafe edilişi, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir husustur. Devenin Allah'a izafe edilmesinden maksat, onun Allah tarafından yaratılması veya devenin Allah'ın varlık ve birliğine kanıt olması değildir. Zaten evrendeki her şeyin yaratıcısı Allah'tır ve evrendeki tüm varlıklar da Allah'ın varlığına ve birliğine kanıttır. Bu nedenle, kasdedilenin bundan daha başka bir şey olduğu iyi anlaşılmalıdır.

Bilindiği gibi, Kur’ân'da Ka‘be'ye بيت اللّه [Beytullâh=Allah'ın evi] denilmekte ve o da Allah'a izafe edilmektedir (İbrâhîm/37, Bakara/125, Hacc/26, Kureyş/3). Bundan dolayıdır ki, “Allah'ın Dişi Devesi” ifadesini doğru anlamak için önce Ka‘be'ye neden “Allah'ın evi” dendiğinin anlaşılması gerekmektedir.

Beytullâh [Allah'ın evi], “Allah'tan başka hiç kimsenin olmayan, kimsenin sahiplenemeyeceği ev” demektir. Bu özellik onun tüm insanlığa, kamuya ait olduğunu göstermektedir. Allah'ın evi, kamuya açık, kamu yararlarının konuşulduğu, kamu haklarının gözetildiği, herkesin hür ve eşit olduğu bir yerdir. Bu anlamda bütün camiler/mescidler de “beytullâh”tır. Ne var ki, cami ve mescidlerin takvâ üzere inşa edilmeleri, Allah'ın dinine uygun olmayan işlevlerle kullanılmamaları gerekir.

Bir varlığın Allah'a izafe edilmesinin ne anlama geldiği anlaşıldığına göre, âyetteki ناقةاللّه [Allah'ın Devesi] tamlamasından ne anlaşılması gerektiği de anlaşılmış olmalıdır. en-Nâqah, sözcük anlamıyla o dönemde toplumun fakirlerinin, yetimlerinin, miskinlerinin, kısaca ihtiyacı olan herkesin ortaklaşa sahip olduğu, serbestçe sütünden, gücünden ve yavrusundan istifade edeceği, kamu malı olan beş yaşında güçlü bir dişi devedir. Günümüzde bu deyim hayır kurumlarına, sosyal yardım vakıflarına, sosyal güvenlik sigortalarına karşılık gelmektedir.

Aç ve yoksul insanların bu kurum [en-nâkah] sayesinde açlıktan, sefaletten, kula kulluktan kurtulmaları o günkü Semûd kavmi ileri gelenlerinin hoşuna gitmemiştir. Çünkü kendilerine kulluk edenlerin kulluktan kurtulması, kendilerini bütün ihtiyaçların üzerinde gören bu tağutların işine gelmemiştir. Kur’ân tağutların bu tutumuna ve sonrasına değişik sûrelerde tekrar tekrar dikkat çekmektedir:

Semûd'a da kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın dişi devesi, size bir mucizedir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir. Ve düşünün [hatırlayın] ki, Âd'dan sonra sizi halifeler yaptı. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın.” Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen inanmış kimselere dediler ki: “Siz, Sâlih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu biliyor musunuz?” (Onlar da,) “Doğrusu biz o'nunla gönderilene inananlarız!” dediler. O büyüklük taslayan kimseler, “Biz, sizin inandığınızı gerçekten inkâr edenleriz!” dediler. Hemencecik de o dişi deveyi inciklerini kesip öldürdüler ve büyüklenerek Rabb'lerinin buyruğundan dışarı çıktılar; “Ey Sâlih! Eğer hakikaten gönderilen elçilerden isen, bizi tehdit ettiğini bize getir!” dediler. Bunun üzerine hemen onları, şiddetli sarsıntı yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çökekaldılar. (Sâlih de) o zaman onlardan yüz çevirdi ve “Ey kavmim! And olsun ki, ben size Rabbimin gönderilerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz” dedi. (A‘râf/73-79)
Semûd da o uyarıları/uyarıcıları yalanladı: “Bizden bir tek insana mı, o'na mı uyacağız? O takdirde biz kesinlikle bir sapıklık ve çılgınlık içinde oluruz” dediler. “Zikir/öğüt, aramızdan o'na mı bırakıldı? Hayır, aksine o, çok yalancı, küstahtır.” Yarın onlar, çok yalancı, küstahın kim olduğunu bileceklerdir. Biz onlara, kendilerine fitne olmak üzere dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözetle ve sabırlı ol. Ve onlara suyun, aralarında pay edilmiş olduğunu haber ver; her içiş hazır kılınmıştır. Bunun üzerine arkadaşlarına seslendiler. O da alacağını alıp inciklerini keserek öldürüverdi. Peki, azabım ve uyarılar nasılmış? Biz onların üzerine tek sayha [korkunç bir ses] gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı gibi oluverdiler. And olsun ki biz Kur’ân'ı öğüt için kolaylaştırdık. O halde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer/23-32)

Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka tanrı yoktur. O sizi yeryüzünden yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O hâlde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim çok yakındır, kabul edendir.” Dediler ki: “Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde aranan birisiydin. Babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine çağırdığın şeyden ciddî bir şüphe içindeyiz.” (Sâlih) dedi ki: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na asi olursam beni Allah'tan kim korur? O zaman sizin de bana zarardan başka katkınız olmaz. Ey kavmim! İşte size âyet olarak Allah'ın dişi devesi. Artık onu bırakın, Allah'ın yeryüzünde yesin. Ve ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalayıverir.” Fakat (Semûd kavmi) onu, inciklerini keserek öldürdüler. Bunun üzerine (Sâlih) dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yararlanın! İşte bu, yalanlanmamış bir tehdittir.” Emrimiz gelince, Sâlih'i ve o'nunla beraber iman edenleri, bir rahmet ile Bizden ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin çok kuvvetlidir, galip gelendir. Ve zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar. Sanki orada hiç kalmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rabb'lerini inkâr ettiler. Biliniz ki, uzak Semûd içindir. (Hûd/61-68)

Semûd gönderilmişleri yalanladı: Hani kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: “Sakınmaz mısınız? Gerçekten, ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum da. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabbine aittir. Siz burada, güven içinde bırakılacak mısınız? Bahçelerde ve pınarlarda? Ve ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında? Ve siz dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Ve yeryüzünde bozgunculuk yapıp ıslah etmeyen o aşırı gidenlerin emrine uymayın.” Dediler ki: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerdensin! Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet getir.” (Sâlih,) “İşte bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir” dedi. Buna rağmen onlar deveyi inciklerini kesip öldürdüler; ama pişman da oldular. Bunun üzerine onları azap yakalayıverdi. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama onların çoğu iman etmediler. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhametlidir. (Şu‘arâ/141-159)

ALLAH'IN ELÇİSİ: Âyette رسوا اللّه [Allah'ın Elçisi] ifadesi ile kasdedilen Sâlih peygamberdir. Burada adı anılmamış olsa da, bu olayın anlatıldığı Hûd, Kamer, A‘râf, Şu‘arâ sûrelerinde olaydaki elçinin Sâlih peygamber olduğu bildirilmiştir.

içmesi demesi, yaşamasında herkes için yararlar olan bu deveye özen gösterilmesini, onun ihmal edilmemesini hatırlatmak anlamındadır. Bu durum, örnek vermek gerekirse, yanındaki çocuğun tehlikede olduğunun farkında olmayan birine tehlikeyi kısa yoldan bildirmek için “Çocuk! Çocuk!” diye seslenilmesine benzemektedir.
15. âyette Ve o bunun sonucundan korkmayarak şeklinde geçen ifadenin en uygun anlamı, bu ifadenin “en zorlu bedbahtları kalkıp gittiği zaman” sözlerinin yer aldığı 12. âyete durum bildiren “hâl zarfı” olması durumunda ortaya çıkmaktadır. 15. âyetteki o zamirinin, hemen hemen bütün meallerde yapıldığı gibi, 14. âyetteki Rabb'e irca edilmesi dil tekniği bakımından mümkün olsa bile anlam bakımından uygun değildir. Çünkü Allah'ın korkması söz konusu edilemez. Anlatılan olay dikkatle izlenirse, korkması gerekirken yaptığı işin sonucundan korkmayan kişi herhangi biri değil, 12. âyette zikredilen bedbaht kişidir. Dolayısıyla 15. âyetteki o zamirinin merciinin 12. âyetteki bedbaht olması gerekir.
Âyetlerde geçen bazı sözcüklerin anlamlarına bir tek sözcükle karşılık bulmak maalesef her zaman mümkün olamamaktadır. Genellikle yanlış olarak “kalkıp gitmek” şeklinde çevrilen inbe‘ase sözcüğü de bunlardan birisidir.
Üç harfli kökü بعث [be‘ase] olan انبعث [inbe‘ase] sözcüğü, bulunduğu kalıp itibariyle mutavaat [dönüşlülük] anlamı kazanmakta ve “göndermek” olan kök anlamı da “gönderilmeyi kabul edip gitmek” şeklinde değişmektedir.
İnbe‘ase sözcüğü doğru anlamıyla değerlendirildiğinde Semûd'un en azgını olan kişinin Allah'ın devesini kendi iradesiyle yok etmediği, bu görevin ona başkalarınca verildiği, onun da bu görevi kabul ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim yukarıda verilen Kamer sûresinin 29. âyetindeki, Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da alacağını alıp inciklerini kesip öldürüverdi şeklindeki açıklama, deveyi öldürme kararının ortak alındığını, infaz işinin ise bu karar doğrultusunda içlerinden biri tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Bu durumda Semûd'un bir kişinin işlediği bir suç yüzünden değil, kavmin tağutlarınca ortak alınan bir infaz kararından dolayı cezalandırıldığı net olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece inbe‘ase sözcüğünün yanlış anlamlandırılması nedeniyle ortaya çıkan ve bir kişinin işlediği suçtan dolayı bütün bir toplumun cezalandırıldığı yönünde adalet ilkelerine ters bir izlenim veren yanlış algı da ortadan kalkmış olmaktadır.

DEVENİN KESİLİŞ TARZI: Semûd kavmi ve Sâlih peygamberin konu edildiği pasajlarda devenin öldürülüşü عقر [‘akara] fiili ile ifade edilmiştir. Bu sözcük de önemli ayrıntılar içermektedir.
Lisânü'l-Arab adlı eserde aşağıdaki bilgilere ulaşılmaktadır:
‘Akara fiilinin türediği ‘akr, ‘ukr köklerinin esas anlamı, “kadının hamile kalmaması için önlem alması, doğum kontrolü” demektir. Doğum kontrolü yapmak üzere içilen nesnelere de ‘ukr denilmiştir. Bu bağlamda sözcüğün “bir şeyin doğasını değiştirmek, orijinalliğini bozmak” gibi anlamlara geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim ‘akr sözcüğü bu anlam ekseninde “yaralamak” manasında kullanılır olmuştur. Zira yaralama da doğallığı, orijinalliği bozmaktır.
‘Akr sözcüğü daha sonraları genel anlamda “yaralama” anlamını kaybederek özellikle deve, at, koyun gibi hayvanların ayaklarının [inciklerinin, diz ile topuk aralarının] kesilmesi anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Araplar deve, at, sığır ve koyun gibi hayvanları keserken önce kılıçla hayvanın inciklerini kesip sonra da yere yıkılan hayvanı boğazladıklarından, bu sözcük de hayvan kesim işinin birinci aşamasını anlatmak için kullanılır olmuştur.

‘Akr sözcüğünün anlamı için bugünkü Türkçe'de bir karşılık aranacak olursa, bizce en uygun karşılık “tırpanlamak” sözcüğüdür.

Bütün bu bilgiler ışığında, kamu yararına çalışan bir hayvan olduğunu düşündüğümüz “Allah'ın devesi”nin Semûd kavmi tarafından ayakta durmasını sağlayan organları kesilerek ortadan kaldırıldığı anlaşılmaktadır. “Allah'ın devesi” ifadesinin işaret ettiği anlam bugüne taşındığında, bu devenin işlev bakımından kamu yararına çalışan bugünkü kamu kurumları niteliğinde olduğu izlenimi ortaya çıkmaktadır. Devenin yok edilmesi ise bu kurumları ayakta tutan vergi, aidat, bağış gibi gelir kaynaklarının kesilmesini, ödenmemesini ya da yolsuzluklarla zayi edilmesini düşündürmektedir.
A‘râf sûresi'nde daha ayrıntılı olarak görülecektir ki, Semûd kavmi Allah'ın devesini ortadan kaldırdığı için topyekûn yok edilmemiş ama perişan hâle getirilmiştir. Dolayısıyla açgözlülükleri yüzünden sosyal adaleti sağlamakta ihmalkâr davranan günümüzün tağutlaşmış toplumlarını da böyle bir perişanlık beklemektedir.

kaynak:İşte Kur'an(Hakkı Yılmaz)

Devamı
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Konu Kapatılmıştır

Bookmarks

Etiketler
ahlak, islam, kalkmasının, ortadan, salat, salatın, sonuçları


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:10 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam