hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TEMİZLİK VE İBADET > İbadet > Namaz

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 31. May 2010, 05:58 AM   #111
Miralay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
Miralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud of
Standart

Selam

Allah hepinizden razı olsun. Böylelikle tartışarak doğruyu bulabileceğimize inanıyorum.

Ben acizane hadisler ve namaz hususunda şunu diyeceğim:

Kuran Allah kelamıdır ve kıyamete kadar Cenab-ı Allah'ın koruması altındadır.
Hadisler veya diğer sözler ve yazılanlar ise hepsinin doğru olduğunu kabul etsek bile kul kelamıdır.
Allah kelamının yanında kul kealmının yeri olur mu? En doğrusunu her halukarda Cenab-ı Allah bilir. Demek ki bizim alacağımız tek referans Kuran-ı Kerim'dir; yani Allah kelamıdır. Resulullah Aleyhisselam veya sahabe-i kiram (Allah onlardan razı olsun) zamanından günümüze gelmiş bir hadis kitabının var olduğuna dair bir veriye rastlamadım. Hiçbir hadis kitabında da (kütüb-i sitte'nin tamamını okudum) açıkça yapılmış bir namaz tarifi bulamadım. Kuran'da öyle yorum farkları olur,herkes anladığı gibi yourmlar, vs. gibi düşüncelere katılmıyorum. Kuran tam,noksansız ve her akıl sahibine indirilmiştir. Aklın yolu da birdir. Kuran'ı bir bütün olarak algılarsak, eğer ard niyetimiz yoksa her ayetini doğru olarak algılar ve hayatımıza tatbik ederiz.

Namaz konusuna gelince...

Evet Kuran'da namaz "Salat" olarak geçer heryerde. Ve çok çeşitli anlamları vardır. Nasıl ki "YÜZ" kelimesinin sesteşleri ne kadar çoksa salat'ın da öyledir. Yüz deyince, "insanın vechi, denizde yüzmek, hayvan derisi yüzmek,sayı olarak 100 sayısı" anlamlarını o anki kullanılış biçimine göre yükleriz.

"Şekilsel namaz yoktur" fikrine şimdiye kadar ben de katılıyordum. Fakat değerli Ali Rıza Borazan abimizin yazdıkları ve söylediklerinden kendime bir uyarı mesajı algıladım ve fikrim değişti.
Nasıl ki askerde ictima varsa, namazın ritüel (şekilsel) biçiminin de öyle bir anlamı vardır.
Günde üç (veya beş) vakit Allah'ın huzurunda ictimaya çıkarız,tekmil verir; "Ben burdayım" deriz.
Bu bir nevi disipline sokulmadır. Yoksa haşa Cenab-ı Allah'ın namazımıza da ihtiyacı yoktur. "Ben burdayım" demesek te "burda" olduğumuzu külli ilmi ve iradesiyle bilir.

"Kuran'da rekat sayısı yoktur" derseniz eğer; Cenab-ı Allah savaş durumunda 2 rekatlik bir namaz (salat) tarif buyurmuştur. Lakin ben acizane Cenab-ı Allah'ın bizden rekat sayısı gözetmemizi istediğini hiç saymıyorum. Bence ister 1 rekat, isterse bin rekat kılalım. Yeter ki huzurda olalım ve "ben burdayım Allah'ım" diyelim.
Pekala namazı (salatı) Türkçe mi yoksa Arapça mı kılacağız. Benim acizane fikrim; nasıl ki tıbbi terimler Latincedir. Dünyanın neresine gidersek gidelim Latince bir tıbbi terim söylediğimizde o yörenin tüm doktorları o hastalığın, ve ilacın ne olduğunu anlar. Namazı da herkes kendi dilinde kılarsa (evde kılınana sözüm yok) memlekete gelen yabancı birisi ne yaptığımızı,ne dediğimizi anlamaz. Tabii ki tüm dilleri ve ırkları yaratan Cenab-ı Allah'tır. Yalnız başımıza istediğiniz dilde okuyun (yeter ki gönülden niyaz eyleyin), ama cemaat olduğunda, hele de yabancı bir memleketteyseniz tüm müslümanların birlik ve beraberliği adına orjinal terimleri kullanmamız daha sağlıklı olur kanaatindeyim.

Selam,saygı ve muhabbetlerimle

Konu Miralay tarafından (31. May 2010 Saat 06:26 AM ) değiştirilmiştir.
Miralay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 31. May 2010, 06:43 AM   #112
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

Teşekkür Ediyorum Miralay kardeşim. Hislerime söylediklerime ve söyleyeceklerime tercüman oldunuz.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (31. May 2010)
Alt 31. May 2010, 02:16 PM   #113
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Miralay Kardeşim!

Alıntı:
Miralay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selam

Allah hepinizden razı olsun. Böylelikle tartışarak doğruyu bulabileceğimize inanıyorum.
Allah sizlerden de razı olsun. Bizler Allah'ın kulları olarak kendisinden razı olursak Allah da bizlerden razı olur.

Alıntı:
Miralay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Ben acizane hadisler ve namaz hususunda şunu diyeceğim:

Kuran Allah kelamıdır ve kıyamete kadar Cenab-ı Allah'ın koruması altındadır.
Hadisler veya diğer sözler ve yazılanlar ise hepsinin doğru olduğunu kabul etsek bile kul kelamıdır.
Allah kelamının yanında kul kealmının yeri olur mu? En doğrusunu her halukarda Cenab-ı Allah bilir. Demek ki bizim alacağımız tek referans Kuran-ı Kerim'dir; yani Allah kelamıdır. Resulullah Aleyhisselam veya sahabe-i kiram (Allah onlardan razı olsun) zamanından günümüze gelmiş bir hadis kitabının var olduğuna dair bir veriye rastlamadım. Hiçbir hadis kitabında da (kütüb-i sitte'nin tamamını okudum) açıkça yapılmış bir namaz tarifi bulamadım. Kuran'da öyle yorum farkları olur,herkes anladığı gibi yourmlar, vs. gibi düşüncelere katılmıyorum. Kuran tam,noksansız ve her akıl sahibine indirilmiştir. Aklın yolu da birdir. Kuran'ı bir bütün olarak algılarsak, eğer ard niyetimiz yoksa her ayetini doğru olarak algılar ve hayatımıza tatbik ederiz.
Kur'an'da yorum olmaz. Cenabı Allah Kur'an'ı kendisi tefsir etmiştir. Kur'an'da sadece tevil olur. Tevil ise yorum değil birbirine benzer olanların önceliklemesidir. Yapılan tevil, Kur'an'ın bütünlüü içerisinde çelişki ve tutarsızlık örneği oluşturmamalıdır. Tevil,Ali İmran Suresinin 7 ayeti ve Zümer Suresinin 23. ayetinde belirtilen müteşabih ayetler için sözkonusu olur.

Alıntı:
Miralay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Namaz konusuna gelince...

Evet Kuran'da namaz "Salat" olarak geçer heryerde. Ve çok çeşitli anlamları vardır. Nasıl ki "YÜZ" kelimesinin sesteşleri ne kadar çoksa salat'ın da öyledir. Yüz deyince, "insanın vechi, denizde yüzmek, hayvan derisi yüzmek,sayı olarak 100 sayısı" anlamlarını o anki kullanılış biçimine göre yükleriz.
Kur'an'da namaz, "salat" olarak geçmez, tazarrulu/ zillet üzerine zillet/alçala alçala niyaz olarak geçer. (A'raf;55)

"Salatı" ise “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “mâlî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır.

Salat namazlaşmıştır.
Yukarıda, namazın [tazarrulu niyazın] da Allah'ın emri olduğunu ifade etmiştik. Rabbinize alçala alçala ve gizlice/açıkça göstererek dua edin (A‘râf/55) âyetindeki ifadelerin çoğul olmasından, namazın; samimiyeti, heyecanı, galeyanı artırması açısından topluca uyum içerisinde icra edilmesi gerektiğini de anlıyoruz.
Bununla birlikte yukarıda salât konusunu işlerken, salâtın da huşû ile icra edilmesi gerektiğini, riya bulaşmış salâtın işe yaramayacağını detaylı olarak izah etmiştik. Anlaşılıyor ki Kur’ân'da huşû ile icra edilecek bir salât ile hudû ve tazarru ile icra edilecek bir niyaz vardır ki makul ve makbul olan, bu iki ödevi birlikte icra etmektir. Böylece salât, riyadan arındırılıp kişiye de yararlı hale gelecektir. Nitekim Rasûlullah da böyle yapmış ve yaptırmıştır. Eldeki nakillere göre Rasûlullah her toplantıda topluca “tazarrulu niyaz” icra etmiş [namaz kıldırmış], sonra da “salât”ı [zihnî ve mâlî destek programını] icra etmiştir.
Ne var ki yukarıda “Musalla” bölümünde açıkladığımız gibi Mervan ve benzerlerinin baskısı sayesinde Rasûlullah'ın uygulamaları değişmiş, “salât” kavramının içini boşaltmış, musallâ ve mescidlerde salât yok olmuş, sadece “namaz” icra edilmiştir. Böylece salât sözcüğü, literatüre “namaz” diye geçmiştir.

Bilindiği gibi musallâ ve mescidler, “beytullâh” [Allah'ın evi] kabul edilir. Yukarıda Cum‘a konusunda açıkladığımız gibi, beytullâh'da toplananlar, özgürce, kovuşturmaya maruz kalmadan orada İslâmî sınırlar dâhilinde her türlü siyâsî ve idarî eleştiri ve öneride bulunabilirler. İslâm'dan sapıp da eleştiriden rahatsız olan zorba iktidar sahipleri mescid ve musallâlarda salâtın icrasını yasakladılar, sadece tazarrulu namaza izin verdiler. Gündüz kılınan namazlarda kıraatin gizli okunması da, o baskı dönemlerinden intikal eden bir uygulamadır.
Sonraları “salât” denildiğinde sadece “namaz” [tazarrulu dua/niyaz] anlaşılır olmuştur. Saray beslemeleri de kitaplarına, “Salât, duadır, namazdır” diye yazmışlar, Râgıb gibi nisbeten dürüst olanlar ise, “Ehl-i lugat, ‘salât, duadır, tebriktir, temcidddir’ demiştir” diyerek vebali başkasına atmıştır.

Şurası hiç unutulmamalı ki, İslâmî kuralların yeryüzüne hâkim olmasıyla pek çok kesimin [Ümeyyeoğulları ve Hâşimoğulları'ndan bir çoğunun, inkârcıların, münâfıkların] menfaatleri baltalanmıştı. Bunlar, doğrudan İslâm'a karşı çıkmak yerine, İslâm'ı yozlaştırarak çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırma cihetine gittiler. Saray ulemasının marifeti [Din'in kaynağının çoğaltılması ve hadis uydurmacılığı] ile Din'in temel kavramları saptırıldı, “salât” örneğinde olduğu gibi kavramlara yeni anlamlar yüklendi, böylece İslâm dini tersyüz edildi. Kurdukları baskıcı yönetimlerle de, oluşturulan bu “sahte din” toplumlara dayatıldı. Daha sonra da Emevî anlayışını sürdüren yönetimler [Abbâsîler, Memlukîler ve Yavuz Selim'den sonra Osmanlılar] bu yanlış anlayış ve uygulamayı sürdürdüler. İslâm'a ve Kur’ân'a sarılmak isteyenlere (ki bir çoğu Rasûlullah'ın akrabası ve arkadaşlarıdır) her türlü zulmü reva gördüler. Öyle ki, Mekke'yi kuşatarak Ka‘be'yi yıkıp binlerce müslümanı katlettiler. Bu sebebledir ki, dönemin vâlileri târihe, “zalim” olarak geçtiler. Böylece, sahte din sistemleşti, bugün hâlâ çok geniş bir coğrafyada varlığını sürdürmektedir.
Kaynak:İşte Kur'an(Hakkı Yılmaz)


Alıntı:
Miralay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
"Şekilsel namaz yoktur" fikrine şimdiye kadar ben de katılıyordum. Fakat değerli Ali Rıza Borazan abimizin yazdıkları ve söylediklerinden kendime bir uyarı mesajı algıladım ve fikrim değişti.
Nasıl ki askerde ictima varsa, namazın ritüel (şekilsel) biçiminin de öyle bir anlamı vardır.
Günde üç (veya beş) vakit Allah'ın huzurunda ictimaya çıkarız,tekmil verir; "Ben burdayım" deriz.
Bu bir nevi disipline sokulmadır. Yoksa haşa Cenab-ı Allah'ın namazımıza da ihtiyacı yoktur. "Ben burdayım" demesek te "burda" olduğumuzu külli ilmi ve iradesiyle bilir.
Kulun, Efendisi,Rabbisi olan Yüce Allah karşısında, haşyet halinde tam bir acziyet içerisinde zillete düşmesinin, alçalmasının , alçaldıkça alçalmasının bedene yansıması sırasında açığa çıkan beden dili tazarrulu yakarışın/namazın şeklini oluşturur. Bu anlamda şekilsel namaz vardır. Tam olarak şeklini kişinin Allah'tan haşyeti belirler.

Toplu yakarışlarda/namazlarda ise topluluğun başında bulunduğu liderin haşyeti sonucu oluşan beden diline ona uyanların beden dili de aynen yansır/yansımalıdır.
Okuduğunuzu belirttiğiniz kütübi sitte adıyla meşhurlaşmış hadis kitaplarında namazın /tazarrulu yakarışın tam bir örneğini göremeyişinizin nedeni de budur.
Allah Resulunun içerisinde bulunduğu ruh haline haşyetine bağlı olarak farklı beden dili ortaya çıkmış ve arkasında bulunanlar da buna aynen uymuştur.

Eldeki nakillere göre Rasûlullah her toplantıda topluca “tazarrulu niyaz” icra etmiş [namaz kıldırmış], sonra da “salât”ı [zihnî ve mâlî destek programını] icra etmiştir.


Müslümanların cemaat olmalarının en güzel örneklerinden biri topluca namaz kılmalarıdır. Cemaatle namaz, İslâm cemaati olmanın temelini atar, cemaat olma bilincini kazandırır. Seferberlik halindeki uygulama, hudû ve tazarruyu da artırır. Toplu uygulamalarda, insanlar, düşüncelerini Allah'a doğru yükselterek adale ve uzuvlarını dinlendirme, zihinlerinin gerginliğini giderme, fikirlerini billurlaştırma ve medeniyetin ezici bir yük haline getirdiği çetin hayata tahammül kuvvetini kazanma imkânını bulabilmektedir.

Cemaat düzeni, bir eşitlik ve kardeşlik düzenidir. İslâm toplumunda soylular, seçkinler sınıfı yoktur; hiç kimse diğerinden üstün değildir.

Mescidde toplanan müslümanlar, Kur’ân'ı en iyi okuma, dini en iyi şekilde yaşama, takvâ, yaş gibi özellikleri göz önüne alarak aralarında, en uygun olan kişiyi “namaz imamı” olarak seçer ve onun arkasında saf tutarlar. İmamın işaretleriyle (bir nevi komut ki tekbir ile yapılır) tazarru aşamalarını gerçekleştirirler.

Cemaatle namazdaki imaj, müslümanların oluşturması gereken toplum düzenine bir işarettir. Seçtikleri imam bile onlardan biridir. Sadece görevi gereği diğerlerinden bir adım önde durmaktadır.


Alıntı:
Miralay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
""Kuran'da rekat sayısı yoktur" derseniz eğer; Cenab-ı Allah savaş durumunda 2 rekatlik bir namaz (salat) tarif buyurmuştur. Lakin ben acizane Cenab-ı Allah'ın bizden rekat sayısı gözetmemizi istediğini hiç saymıyorum. Bence ister 1 rekat, isterse bin rekat kılalım. Yeter ki huzurda olalım ve "ben burdayım Allah'ım" diyelim..
Kur’ân'da namazın kaç rekât olduğu yer almaz. Bunu, niyazda bulunan kişiler, psikolojik durumlarına göre yaparlar. Namaz, tekbirden oturuşa hudû ve tazarru ile uzun süreli olabileceği gibi, şekilciliğe düşmemek şartıyla arzu edildiği kadar uzatabilir.

Ayrıca bu niyazda, konu ettiğimiz aşamaların hepsini yapmak da gerekmez. İmkân ölçüsünde ortama göre birkaçı yapıldığı zaman da tazarru yerine gelmiş olur.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere dua; hudû [eğilmek, bükülmek, küçülmek ve tam teslim olup itaat etmek, sözü yumuşatmak, kibar, tatlı söylemek; tevazu göstermek] ile namaz da tazarru [sürekli alçalma] ile yapılmalıdır.

Bunlar, en önemli özelliklerdir. Hudû ve tazarru, şekilciliğin bilince ermesidir.

Yukarıda tekrar tekrar açıklamıştık ki namaz, “tazarrulu duâ” demektir. Duâ da, “kulun, ihtiyacını, gönlünden gelen düşünce ve isteği Allah'a arzetmesi”dir. Onun için duâ, kulluk görevlerinin en hasıdır. Hiç şüphesiz Allah, kalplerden geçeni, dertleri, sıkıntıları, istek ve ihtiyaçları bilir. Onun için insan onu, saygı ve edep çerçevesinde Allah'a arz edip O'ndan istekte bulunmalıdır. Bunu yaparken en fazla dikkat edilecek husus, samimiyet ve saygıdır.

Namazın mahiyeti ve nasıl kılınacağı, hudû ve tazarru yönünden bilinmediğinden, namaz kılanların sayısı azalmıştır. Profesyonel namaz kılanlar ve imamlar türemiştir. Ruhsuz kılınması sebebiyle namaz anlamsız hareketlere dönüşmüş, kılanların da namazı niçin kıldıkları tartışılır ve merak edilir olmuştur.

Bu âyet indiği zamanlarda da şimdiki gibi riyakâr, ısmarlama duâ yapan, süslü sözlerle emir verir gibi bağırıp çağırarak duâ yapan duâcılar vardı. Bu âyetle Cenâb-ı Hakk, duânın nasıl yapılması gerektiğini bildirmektedir. Dolayısıyla, bağırarak, çağırarak, emreder gibi, hele hele ne denildiği bilinmeden yapılan duâlar duâ olmadığı gibi Allah'a karşı da saygısızlık, edepsizlik ve haddi aşmaktır. Allah ise haddi aşanları, saygısızları ve edepsizleri sevmez. Burada, Kütüb-i Sitte'de yer alan sahih bir rivâyeti nakletmek istiyorum:
Ebû Mûsa el-Eş‘ari şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın maiyyetinde bir gazvede bulunduk. Yolda ilerlerken yüksek bir mevkie çıktıkça, bir yüksek yola yükseldikçe, bir vâdi içine indikçe buralarda tekbir getirerek seslerimizi yükseltmeye başladık. Rasûlullah bizim yanımıza yaklaştı ve dedi ki:

-- Ey insanlar! Nefislerinize yumuşak davranın [seslerinizi çok yükseltmeyin]! Şüphesiz ki, sizler bir sağırı ve bir gâibi çağırmıyorsunuz. Sizler şüphesiz semî‘ ve basîr olan Allah'a duâ ediyorsunuz.

Evet, kulluğun özü ve göstergesi duâdır. Duânın özü ve göstergesi de hudû ve tazarrudur. Namaz, yapılabilecek duâların en üstünü olduğundan [hem gönül hem beden hem de dil ile yapılan komple bir duâ olduğundan], hudû ve tazarrusuz olmamalıdır. Hudû ve tazarru namazın ruhudur. Hudû ve tazarrusuz namazın yararı olmak şöyle dursun, insana yük bile olur.

Gösteriş olarak yapılan hudû ve tazarru hiçbir işe yaramaz.


Cenabı Allah savaş durumunda iki rekatlik bir namaz tarifi buyurmamıştır. Sözkonusu seferde salatın nasıl yapılması gerektiği ile ilgilidir.

SALÂT, EN ZOR KOŞULLARDA BİLE İHMAL EDİLMEZ

Salâtları ve en hayırlı salâtı muhafaza edin. Ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın (işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin). Ama, eğer korktuysanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken işe koyulun. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen zikredin []. (Bakara/238-239)

Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfir kimselerin sizi fitnelendirmesinden [size bir kötülük yapacağından] korkarsanız, salâttan kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin için apaçık düşmandırlar. Ve sen onların içinde bulunup da onlar için salât ikâme ettiğin [eğitim-öğretim verdiğin] zaman içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler [eğitime katılsınlar], silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar boyun eğdiklerine [ikna olduklarında] arka tarafınıza geçsinler. Sonra salâta katılmamış [eğitim-öğretim almamış] diğer bir kısmı gelsin seninle beraber salât etsinler [eğitim-öğretim yapsınlar] ve tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. Kâfirler, silahlarınızdan ve eşyanızdan gâfil olsanız da size ani bir baskın yapsınlar isterler. Eğer size yağmurdan bir eziyet erişir veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Tedbirinizi de alın. Şüphesiz Allah, kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. Sonra (korku halindeki) salâtı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/güvene erdiğinizde, salâtı ikâme edin. Hiç şüphesiz ki salât, mü’minler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır. (Nisâ/101-103)
Kaynak:İşte Kur'an(Hakkı Yılmaz)




Alıntı:
Miralay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Pekala namazı (salatı) Türkçe mi yoksa Arapça mı kılacağız. Benim acizane fikrim; nasıl ki tıbbi terimler Latincedir. Dünyanın neresine gidersek gidelim Latince bir tıbbi terim söylediğimizde o yörenin tüm doktorları o hastalığın, ve ilacın ne olduğunu anlar. Namazı da herkes kendi dilinde kılarsa (evde kılınana sözüm yok) memlekete gelen yabancı birisi ne yaptığımızı,ne dediğimizi anlamaz. Tabii ki tüm dilleri ve ırkları yaratan Cenab-ı Allah'tır. Yalnız başımıza istediğiniz dilde okuyun (yeter ki gönülden niyaz eyleyin), ama cemaat olduğunda, hele de yabancı bir memleketteyseniz tüm müslümanların birlik ve beraberliği adına orjinal terimleri kullanmamız daha sağlıklı olur kanaatindeyim.

Selam,saygı ve muhabbetlerimle
Salat ve namaz aynı şey değildir. "Salat", “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. İnsanlar bulunduğu vatandaşı olduğu ülkede salat için çağrıldığında koşarlar ve devletininin kendisine verdiği salat görevini eksiksiz yerine getirmeye çalışırlar. Bunun olabilmesi için kendisine yöneltilen salat görevinin kendi dilinde olması gerekir.

Sözkonusu namaz/tazarrlu yakarış ise ,insanlar içten yakarışlarını haşyet halinde ancak kendi dilleri ile yapabilirler.


NAMAZDA NELER OKUNMALIDIR?

Bu sorunun cevabı, yapacağımız ibadetin adında, yani namaz/niyaz sözcüğünün içinde mevcuttur. Namaz'ın anlamı, “sürekli alçalarak Allah'a yakarış” olduğuna göre, namazda Rabbimize hitabımız, yakarışımız, kulluğumuzu arz edişimiz duâ ve niyaz ölçüleri içerisinde olmak durumundadır.

Namazda duâ içerikli âyetleri okumalıyız (bu âyetleri ‘Dua’ başlığında ve ‘Örnek Dualar’ bölümünde naklettik); çünkü duâ ve niyazda, tüm gönlümüz, dilimiz ve bedenimiz ile yakarıştayız. O zaman kıssa anlatan veya hukuki hükümlerden ya da hayız-nifas ve cinsel ilişkiden bahseden âyetler, bulunduğumuz konuma uygun düşmez. Bu durumda namaz, dua ve niyaz olma esprisini kaybeder, târih, hukuk ve sosyoloji dersine dönüşür, dikkat dağılır, hudû ve huşû kalmaz. Onların okunacağı ortamlar ve zamanlar başkadır. Rasûlullah'ın mescid ve musallâlarda okuduğu Kur’ân âyetleri, namaz kapsamında olmayıp salât kapsamındadır ve toplumu eğitip aydınlatmaya yöneliktir.

RÜKÛ [EĞİLMEK]
Bu şart, “rükû, eğilmek demektir. Namazların her rekâtında en az eller dizlere ulaşacak kadar eğilmek farzdır. Rükû, mükemmel şekliyle baş ile göğüs yere paralel oluncaya kadar eğilmekle olur. Yalnız bu, erkek içindir. Kadın ise sadece elleri dizlerine ulaşacak kadar eğilir” diye açıklanır.
Aslında Kur’ânda geçen “rükû”, sözcüğünün namazdaki eğilmek ile alakası yoktur. Namazdaki eğilme, normal duayı, namaz şekline sokan tazarru ifadesinin bir başka aşamasıdır. İnsanoğlu zaman zaman sapıtmış, putlara, ceberrut yöneticilere, tağutlara ya da çıkar sağlamak için birilerine boyun eğmiş, bel bükmüştür. Kısacası Allah'ın astlarının önünde eğilmiştir. Halbuki akıllı insan, sadece Allah'ın karşısında bunu yapar, ki bu, Allah'ı büyük tanımanın bir göstergesidir.

Namazda eğilmek, saygı ve alçak gönüllülüğü yansıtır. Mü’min kulun Rabbine hürmetinin, O'nun karşısında küçülüşünün bir ifadesidir. Saygısından dolayı Rabbinin önünde eğilerek iki büklüm olur, böylece O'nun büyüklüğünü kabul eder. Allah'tan başka hiç kimsenin, hiçbir makam ve çıkarın önünde eğilmek mü’mine yakışmaz. Çünkü böylesine bir hürmet, ancak Allah'a yapılır. İnsanın böylesine küçülmesi, acizleşmesi ancak Allah'a karşı olabilir. Rükû yapmak, şüphesiz ki mü’minler için son derece önemli bir iman borcu olup mü’min olmanın nişanesidir.
Namaz kılan mü’min, kıyamda Allah'a hamd ettikten sonra, Allah'tan dilediği şeyleri ister, niyazda bulunur. Sonra, Allah sanki kendisine, “Hep istek olmaz. Biraz da içini-dışına vur. Geçen namaz vaktinden bu ana kadarki sürede yaptıklarını göz önüne getir hesap ver” der. Kul, olan-biteni, yaptıklarını bir bir düşünür. Bunca nimet ve lütfa karşı yaptığı nankörlükler gelir aklına. Mahcup olur, utanır. Huzurda durmaya bunca nimetleri verenin yüzüne bakmaya yüzü olmaz ve beli bükülür.

Hemen, tekbir: Allahu Ekber [Allahım! Sen her şeyden... daha büyüksün]
Beli bükükken de niyazını sürdürür. Terkedilmemeyi, yardım edilmeyi diler, Sübhane rabbiye'l-azîm [her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbim Sen çok büyüksün] der.
Peygamber Efendimizin rükûda çeşitli tesbîh duaları okuduğu nakledilir. Bunların hemen tamamı Allah'ı büyüklemek, O'nun azametini dile getirmeye yönelik ifadelerdir ki biz bunu bugün, Sübhane rabbiye'l-azîm [her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbim Sen çok büyüksün] diyerek ifade ediyoruz. Bu tesbîhi kaç kez söyleyeceğimize gelince, içinde bulunduğumuz halet-i ruhiyeye göre bu değişebilir; 3, 5, 500, 5.000... Bu, sevdiğimiz, hayran olduğumuz bir kimseyle ne kadar süreyle kalmak istediğimize bağlıdır.
Kul rükûda bu halet-i ruhiye içerisinde iken sanki, Allah, “Kalk, başını kaldır, karşımda dik dur!” der.
Kul başını kaldırır ve şöyle der: Semiallahu limen hamideh [Allah, Kendine hamd eden kuluna kulak verir/dikkate alır/onun isteklerini kabul eder].
Fakat kul, Allah'ın istediği gibi yaşamadığından, öyle bir Rabb'e yaraşır bir kul olamadığından daha da çok utanır. Ayakta duramaz. Bu defa yüz üstü düşer, yere kapanır: Allahu Ekber!

SECDE (!) YERE KAPANMA
Bu şart şöyle açıklanmıştır: “Namazın ana bölümlerinden biri de secdedir. Secde, Allah'ı ululayarak alnı yere koymaktır. Bu kadarı farzdır. Alınla beraber burnun da yere değmesi, ellerin de yere konması vâcibdir, yani secdenin tam ve mükemmel olması için gereklidır. Secde edilen yerin temiz ve katı olması gerekir; pamuk, kar, saman gibi yumuşak olup yerin sertliğini duyurmayan şeyler üzerine secde yapılmaz. Ayrıca secde yeri, ayakların basıldığı yerden yarım zira'dan [20- 30 cm.'den] yüksek olmamalıdır.”
Halbuki secde, “kişinin bilinçli olarak bir başkasına –kendisinden daha güçlü olduğunu kabul ederek– teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına çıkmaması” demektir. Namazda yere kapanılması, tazarrunun bir başka aşamasıdır. Allah'ı tazim ve O'na itaat etmenin en iyi göstergesidir. Allah'tan başkasının önünde kesinlikle yere kapanılmaz. Allah'tan başkasının huzurunda yere kapananlar, önünde yere kapandıkları varlığı tanrı edinmiş olurlar. Birinin karşısında yere kapanan kişi, ona karşı sınırsız bir saygı duyuyor, onu en yüce olarak tanıyor ve ona derin sevgi duyuyor demektir. Çünkü yere kapanma, insanın kendisini en aşağı, en küçük, en güçsüz gördüğü bir hiçlik halidir.

Tarihte birçok zorba, insanları kendlerine ya da makamlarına karşı yere kapanmaya zorlamış; onların kendilerine teslimiyetlerinden ve boyun büküşlerinden zevk almışlardır.
Allah'a samimiyetle inananlar, Allah'ın dışında hiçbir varlığın, makamın, çıkarın, gücün önünde boyun eğmez ve yere kapanmazlar. Başlarını dik tutarlar, haysiyet ve şereflerini koruyup, zorbalar karşısında onurlarını rencide etmezler. Allah'ın karşısında yere kapanmayanlar ise kibirli, burnu havada olan kimselerdir. Onlar Allah'a karşı yere kapanmayı gururlarına yediremezler, ama çıkarın, makamın ve zorba yönetimin önünde eğilirler; küçücük bir menfeat için süklüm-püklüm olurlar.

Secdenin toprağa yapılması daha anlamlıdır. Çünkü toprakla insanın birleşmesi tazarru ve tevazuun, hiçliğin en güzel göstergesidir. İnsan, toprak misali kendini Rabbinin karşısında küçültürse, en büyük makama: Allah'a yakınlaşır.
Yere kapanmış halde iken kul, Sübhane Rabbiye'l-a‘lâ [Ey, her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbim! Sen yüceler yücesisin, Sen, en yüce olansın] der.
Secdenin süresi ve bu tesbîhin kaç defa söyleneceği kişinin takdirine kalmıştır.

SON OTURUŞ
Bu şart da İlmihal kitaplarında, “Kıldığı namaza göre son rekâtın bitiminde tahiyyât okuyacak kadar oturmak da farzdır. Tahiyyâtı okumak ise vâcibdir” şeklinde zikredilir.
Halbuki Kur’ân'da, namazda oturmayı ve tahiyyât okumayı emreden bir âyet yoktur.
Kul yere kapanıştan sonra oturur, bir müddet de oturarak, boynunu bükerek Rabbine niyazda bulunur. Bu da Allah'ın huzurunda sürekli alçalmanın bir başka şeklidir. Bu niyazında da arzu ettiği yakarışı yapar, Allah'tan dilediğini ister.
Son oturuş ile ilgili olarak konulan kuralların tahlili:

TEŞEHHÜD/TAHİYYAT

Teşehhüd, sözlükte “şehadet getirmek” demektir. Bundan maksat, Kelime-i Şehadet denilen, Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasûluhu cümlesini söylemektir.
Terim olarak ise, namaz kılarken ‘ka’de’ denilen oturmada, içerisinde Kelime-i Şehadet'in de bulunduğu et-Tahıyyatu lillahi ve's-salâvâtu ve't-tayyibatu... cümlelerini okumaktır.
Biz, içerisinde Kelime-i Şehâdet bulunan, et-Tahiyyâtu lillahi ve's-salâvâtu... diye devam eden sözcüklerin tahlili üzerinde duracağız.
Önce tahiyyât'ın metnini aktaralım:
et-Tahıyyâtu lillahi ve's-salevâtu ve't-tayyibâtu es-selâmu aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtuhu es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasuluh.
Tahiyyâtın anlamı:
Tahiyyât [dil ile yapılan karşılama övgüleri], salâvât [yapılan maddî ve manevî destekler] ve tayyibât [temiz mallar ile yapılan kulluklar] Allah içindir. Ey Peygamber! Selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm, bizim ve Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilâh/tanrı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın rasûlüdür.
Şâfii mezhebine göre bu tahiyyâtın giriş bölümü farklıdır. Onlar şöyle okurlar:
et-Tahıyyâtü'l-mübârekâtü's-salavâtü't-tayyibâtü lillâh [tüm mübarek dil ile yapılan karşılama övgüleri, tüm temiz hoş destekler, Allah içindir].
Yukarıda, genel olarak dua'nın ne olup olmadığını, Allah'tan başkasına dua edilemeyeceğini, namazın da Allah'ın huzurunda sürekli alçalarak niyazda bulunmak olduğunu ve namazda iken muhatabın sadece Allah olduğunu ve olması gerektiğini açıklamıştık.
İşin gerçeği ve olması lazım geleni bu olmasına rağmen, tahiyyât metninde de görüldüğü üzere müslümanlar, es-selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü [sana selâm olsun ey Peygamber] diye namazda Peygamber'i de muhatap almakta ve o'na da seslenmektedirler.
Arapça bilenimiz de bilmeyenimiz de namaz kılarken ağzından çıkanı kulağı duymuyor; ne dediğini ne okuduğunu bilmiyor.
Bugünkü kitaplarda yer alan Tahiyyât metni, İbn Mes‘ûd kanalıyla rivâyet edilenidir. Daha başka rivâyetler de vardır. Ama hepsinde de, es-Selâmü aleyke... [Selâm sana ey peygamber...] ibaresi mevcuttur.
Bu ravilerin, konuya tevhid ve namazın esprisi açısından bakmadıkları anlaşılıyor.
Bir de ‘et-Tahiyyatü’ metnine daha bir kutsallık verenler var. Onlara göre güya bu, Mirac'ta Allah ile Muhammed arasında geçen diyalogmuş. Şöyle ki:
Hz. Muhammed Allah'ın karşısına varınca selâm verir:
-- et-Tahıyyâtü lillahi vesalâvâtü ve't-tayyibâtü.
Allah da Hz. Muhammed'e karşılık verir:
-- es-Selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetüllahi ve berekâtuhu.
Hz. Muhammed sadece kendisinin esenlikte olmasına pek râzı olmayarak şöyle der:
-- es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdillahi's-sâlihîn.

Bu manzarayı izleyen Cebrâîl ve melekler de şöyle derler:

Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasûluhu.
İlk dönemde hiçbir kaynakta ciddi bir nakil olmamasına rağmen daha sonraları, –başta tarikatlar tarafından olmak üzere– malumat adı altında dilden dile dolaşan yakıştırmalar üretilmiş, bu yakıştırmalar son dönemdeki belirli eserlerde de yer almıştır. Örneğin: Said Nursî, Şualar, 6. Şua; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi; İsmâîl Hakkı Bursevî, Ruhu'l-Beyan, c. 5, s. 121.

Teşehhüd/tahiyyât konusunda en doğru yaklaşımı İmam Mâlik göstermiştir. Meşhur hadis kitabı Muvatta'da İbn Ömer'den şu rivâyeti görüyoruz:

Nafi der ki: İbn Ömer (r.a) şöyle teşehhüt okurdu:

Bismillahi, et-tahıyyâtu lillahi ve's-salâvâtu lillahi. ez-Zakiyatü lillahi es-selâmü ale'n-nebiyyi ve rahmetullahi ve berekâtuhu es-selâmü aleynâ ve alâ ibadillahi's-sâlihîn. Şehidtü enlâ ilâhe illallahu ve şehidtü enne muhammeden rasûlillahi.

Bunu ilk iki rekâtın ka’desinde okur ve teşehhüdünü tamamlayınca duâ ederdi. Namazın sonunda oturunca da yine böyle teşehhüd de bulunur ve teşehhüdü öne alırdı. Sonra dilediği duâyı yapardı. Teşehhüdü tamamlayıp selâm vermek isteyince şöyle derdi:
es-Selâmü ale'n-nebiyyi ve rahmetullahi ve berekâtuhu. es-Selâmü aleynâ ve alâ ıbâdillahi's-sâlihîn.
Sonra sağına, ‘es-selâmü aleyküm’ derdi. Sonra karşılık olarak imama selâm verirdi. Solundan biri kendisine selâm verirse karşılık olarak ona da selâm verirdi.
Rezin şunu ilave etti. “Ve dedi ki: “Rasûlullah (s.a) böyle yapılmasını emretti.”
Bazı sözcük farklılıkları da olsa, (duâ olduğu için hiçbir şey fark etmez) es-selâmü ale'n-nebiyyi [Peygamber'e selâm olsun] diye gramerde muhatap/ikinci şahıs olarak değil, ğaib/üçüncü şahıs ibaresiyle aktarılır. Yine muteber hadis kitaplarından Sünen-i Ebû Dâvûd'da da böyle yer alır.

Ayrıca hadis kitaplarını şerh edenler de kitaplarında İbn Mes‘ûd'un rivâyetindeki hitabın Peygamber öldükten sonra değiştirildiğini, artık ‘Selâm sana’ diye Peygamber'e yönelmediklerini, ‘Allah Peygamber'e selâmet versin’ tarzında okuduklarını yazarlar. Ama bu da özrün kabahatten büyük olmasından başka bir şey değildir.

Namaz, Peygamber'e de farzdı. O da namaz kılardı. Peki o nasıl okurdu?
Kaynaklardaki bilgilere göre, Rasûlullah teşehhüdü gizli okurmuş, hiç kimse Peygamber'in namazda teşehhüdü nasıl okuduğunu duymamış. Bugün okunan teşehhüd, rivâyet edenlerin namaz dışında öğrendikleri teşehhüdmüş.

Yapılan hatalar, sadece namazdaki tahiyyâtla sınırlı değildir. Cum‘a günleri öğleyin, kandil gecelerinde yatsı vakitleri ve cenazelerde minarelerden okunan salâda da aynı hatalar yapılmakta; es-Salâtü ve's-selâmü aleyke yâ rasûlallah [salât ve selâm senin üzerine olun ey Allah'ın Elçisi] diye seslenilmektedir. Asırlar evvel dünyadan irtihal etmiş olan Peygamber'e, sağmış ve yanımızda hazırmış gibi seslenilmektedir. Böylece Peygamber Efendimize, beşer üstü bir sıfat yakıştırılmaktadır ki bu da şirke sürükler. Salâda da salât ve selâmı, tahiyyâttaki gibi gaybî olarak ifade etmek gerekir. Meselâ, es-Salâtü ves-selâmü alâ rasûlillah veya Allahümme salli ve sellim alâ muhahammed veya Eyyühe'l-mü’minûn sallû ve sellimû alâ Muhammed gibi.
Bugünkü kitaplarda yer aldığı gibi teşehhüd/tahiyyât okumak, yanlış ve günahtır. O nedenle, es-Selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü bölümünü, es-Selâmü ale'n-nebiyyi diye değiştirerek okunmalı veya herkes gönlünden geldiği gibi Allah'a niyazda bulunmalıdır.
Kaynak:İşte Kur'an(Hakkı Yılmaz)


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Barış (31. May 2010), hasanöktem (31. May 2010), hiiic (31. May 2010), Miralay (31. May 2010)
Alt 4. June 2010, 09:07 PM   #114
myro
Katılımcı Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 34
Tesekkür: 1
14 Mesajina 15 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
myro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud of
Standart Salat tabii ki Namaz'dır - dost1'e

Kuran'da salat tam olarak bizim bildiğimiz namazdır. Her yerde bu manasıyla geçer. Zorlama tevile gerek yoktur.

" "Salatı" ise “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” diyorsunuz. "

Ali İmran 39 : "Mihrapta durmuş, namaz kılıyordu ki melekler, gerçekten de Allah, sana Yahya'yı müjdelemededir. O, Tanrıdan gelen sözü tasdik eden bir erdir, uludur, kötülüklerden tamamıyla çekinmiştir, iyilerden ve doğrulardan bir peygamberdir o diye nida etmişti." (Fenâdet-hu-lmelâ-iketu vehuve kâ-imun yusallî fî-lmihrâbi enna(A)llâhe yubeşşiruke biyahyâ musaddikan bikelimetin mina(A)llâhi veseyyiden vehasûran venebiyyen mine-ssâlihîn(e))


Ayetini; lütfen arapça metnini okuyarak düşünür müsünüz. Mihrapta Hz. Zekeriyya kime destek oluyordu? Kime yardım ediyordu?

Nisa 43 : Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. (Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ takrabû-ssalâte veentum sukârâ hattâ ta’lemû mâ tekûlûne velâ cunuben illâ ‘âbirî sebîlin hattâ taġtesilû(c) ve-in kuntum merdâ ev ‘alâ seferin ev câe ehadun minkum mine-lġâ-iti ev lâmestumu-nnisâe felem tecidû mâen feteyemmemû sa’îden tayyiben femsehû bivucûhikum veeydîkum(k) inna(A)llâhe kâne ‘afuvven ġafûrâ(n))


Niye cünüpken yardım etmeye yaklaşmayalım? Niye tuvaletten çıkınca yıkanmadan yardıma yaklaşmayalım.

İsra 110 : De ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.

Yardım ederken sesini kıs mı diyor? Bu aynı zamanda gündüz namazında sesi kısmananın sonradan çıkarılmış bir adet olduğuna cevaptır. Nerden biliyorsunuz sonradan çıkarıldığını.

Ümeyyeoğulları ile Haşimoğullarına yaptığınız iftiranın vebalini siz bilirsiniz. Ama benim söyleyeceğim bunun apaçık bir iftira olduğudur. Kaldı ki namaz bu haliyle bize sadece ümeyyeoğullarından ve haşimoğullarından değil, pek çok farklı kabile ve insandan gelmiştir. Hepsinin yanlış yaptığını söylemeyin lütfen.

Namazı Allah Resulünün kılıdığını söylüyorsunuz. Onun nasıl kıldığı kaç rekat kıldığı sabittir ve kesin olarak bilinmektedir. Hal böyle iken hangi dayanakla rekat sayısının keyfe keder olduğunu söyleyebiliyorsunuz?
myro isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
myro Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (5. June 2010)
Alt 4. June 2010, 09:13 PM   #115
myro
Katılımcı Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 34
Tesekkür: 1
14 Mesajina 15 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
myro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud ofmyro has much to be proud of
Standart Müşriklere, Kafirlere inen ayetler

Kran'ı kerimde müşrikleri ve kafirleri muhatap alan ayetler pek çoktur. Müslüman bunları okuyarak ders alır ne yapmamsı gerektiğini anlar.

Bu forumda bazı arkadaşların yaptığı ise Müslüman'ı dayanaksız olarak tekfir ederken bu ayetleri kalkan olarak kullanmaktır. Bunu şiddetle red ediyorum. Müslümanım diyen adamı tekfir edemezsiniz. Ayetlerle; sanki kesin bir bilginiz varmış gibi tehdit edemezsiniz.

"Yiğit yarın hak divanında belli olur". Unutmayın! Tüm tartışlan konularda kıyamette Allah hükmünü bildirecektir. Bu açık iken sanki mutlak bilgi sizin katınızdaymış gibi çok kesin konuşmanız ve müminleri tekfir etmeniz anlayışla karşılanacak bir durum değildir.

Allah tabii en iyisini bilir..
myro isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 4. June 2010, 11:19 PM   #116
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

EDİT; Hep sildim, kendi gurumu mu savunuyorum islamı mı, kuranı mı anlamadım rahatsız oldum hep editledim yazdıklarımı
Dediğiniz gibi önemli olan gerçekleri referans ve dayanaklı konuşmaktır, benimkiler hep kendi fikirlerim ama doğru olduklarına adım gibi eminim.

Halil Bey gereği gibi hakikatleri çok güzel yazmış aşağıda, eline yüreğine sağlık, daha ne söylenebilir ki. İnsan okurken yüreği ferahlıyor, Allaha ve kurana olan sevgisi artıyor. Değil üzerine laf söylemek ilave bile eklemekten utanırım. Paylaşımlarınız Allah'ın hoşlandığı amel olsun inşallah.








------------------------------------------------------------------------------------
Ama şunu söylemek istiyorum;

Bu cümle devrik kendi içerisinde tutarsızlık var, ayetleri kalkan olarak kullanan kişi dayanaksız konuşmamıştır, demekki dayanağı ayetmiş;

Alıntı:
myro
Bu forumda bazı arkadaşların yaptığı ise Müslüman'ı dayanaksız olarak tekfir ederken bu ayetleri kalkan olarak kullanmaktır.

Konu hiiic tarafından (5. June 2010 Saat 01:09 AM ) değiştirilmiştir.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 5. June 2010, 12:01 AM   #117
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Myro Kardeşim!

Cevaplarım biraz uzun olabilir. Zann altında kalmamak ve zanna dayalı yargılanmamak adına bunu yapıyorum.

Alıntı:
myro Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Kuran'da salat tam olarak bizim bildiğimiz namazdır. Her yerde bu manasıyla geçer. Zorlama tevile gerek yoktur.
Bunu söyleyebilmek için Kur’an’daki bütün salat ve türevlerinin geçtiği ayetleri orijinali ile yazarsınız ya da incelersiniz sonra da kararınızı verirsiniz. Yapılan tevil/öncelikleme değil metne sadakattır. Açarsınız Arap lügatlarını “salat” sözcüğünün ne olduğunu görürsünüz.
Salat sözcüğünün kökü olan sa-le-ve nedir görürsünüz.

Alıntı:
myro Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
" "Salatı" ise “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” diyorsunuz. "

Ali İmran 39 : "Mihrapta durmuş, namaz kılıyordu ki melekler, gerçekten de Allah, sana Yahya'yı müjdelemededir. O, Tanrıdan gelen sözü tasdik eden bir erdir, uludur, kötülüklerden tamamıyla çekinmiştir, iyilerden ve doğrulardan bir peygamberdir o diye nida etmişti." (Fenâdet-hu-lmelâ-iketu vehuve kâ-imun yusallî fî-lmihrâbi enna(A)llâhe yubeşşiruke biyahyâ musaddikan bikelimetin mina(A)llâhi veseyyiden vehasûran venebiyyen mine-ssâlihîn(e))


Ayetini; lütfen arapça metnini okuyarak düşünür müsünüz. Mihrapta Hz. Zekeriyya kime destek oluyordu? Kime yardım ediyordu?
Kime olacak? Gönderildiği topluma eğitim öğretim yaptırıyordu.
Buyrun birlikte görelim.

Ali İmran;39: FenadethülMelaiketü ve huve kaimun yusalliy fiyl mıhrabi, ennAllahe yübeşşiruke Bi Yahya musaddikan bi Kelimetin minAllahi ve seyyiden ve hasuran ve Nebîyyen minas salihıyn;

Sonra o [Zekeriyyâ] mihrabda dikilmiş destek verirken [eğitim, öğretim yaptırırken] melekler o'na, “Şüphesiz Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi [bir önder], iffetli bir peygamber olarak, sâlihlerden Yahya’yı müjdeliyor” diye seslendiler. (Âl-i İmrân/39)
Zihnî yönüyle salâtın amacı; ikna etmek sûretiyle insanı aydınlatmak, rüşde erdirmek ve Allah ile kul arasındaki ilişkiyi canlı tutmaktır:

Rüşd sözcüğü, “doğru ve eğriyi ayırt etme bilinci, zihinsel olgunluk, doğru yolu bulup ona girmek, iyi ve doğru olan şeyleri yapabilme olgunluğuna ulaşmak” demektir. Nitekim Rabbimiz, Kur’ân'ın insanları, “rüşd”e (Cinn/2) ve “en doğru ve en sağlam şeye” (İsrâ/9) kılavuzladığını ifade etmek sûretiyle rüşd'ün, “en doğru ve en sağlam şey” olduğunu bildirmiştir. Buna göre rüşd sözcüğünün Kur’ân açısından manasını; “İslâm'ın öngördüğü olgunluğa ulaşmak ve yaşamak” diye tarif etmek mümkündür. Ancak, insanın rüşde kılavuzlanması Kur’ân'da, “beyin yıkama veya büyüleme” şeklinde değil, “aklı kullandırmak sûretiyle bilinçlendirme”, yani “ikna etme” şeklinde gerçekleştirilmektedir. O hâlde, Kur’ân tebyini ile yapılan salâtın [zihnî desteğin] amacı da, insanları ikna ederek rüşde erdirmekten başka birşey değildir. Bu hususu Rabbimiz, Kendisinin ve meleklerinin ettiği salâtın [sağladığı desteğin] amacının, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak olduğunu bildirerek teyit etmiştir:

Ahzab;41: Ya eyyühelleziyne amenüzkürullahe zikran kesiyra;
Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin!.
Ahzab;42: Ve sebbihuHU bükraten ve asıyla;
Sabah-akşam O’nu tesbih edin!.
Ahzab;43: HUvelleziy yusalliy aleyküm ve melaiketüHU li yuhriceküm minez zulümati ilenNur ve kâne Bil mu’miniyne Rahıyma;
O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun melekleri de destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir.

Görülmesi için sizin sorduğunuz ayeti tekrar veriyorum.

Ali İmran;39: FenadethülMelaiketü ve huve kaimun yusalliy fiyl mıhrabi, ennAllahe yübeşşiruke bi Yahya musaddikan bi Kelimetin minAllahi ve seyyiden ve hasuran ve Nebîyyen minas salihıyn;

Sonra o [Zekeriyyâ] mihrabda dikilmiş destek verirken [eğitim, öğretim yaptırırken] melekler o'na, “Şüphesiz Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi [bir önder], iffetli bir peygamber olarak, sâlihlerden Yahya’yı müjdeliyor” diye seslendiler.

Lütfen Arapça metne dikkat edin ” yusalliy” her iki ayette de aynı kelime Haşa Cenabı Allah ve melekleri bizleri aydınlığa çıkarmak için “namaz “ mı kılıyorlar?

Ahzab;56: İnnAllahe ve MelaiketeHU yusallune alen Nebîyy* ya eyyühelleziyne amenu sallu aleyhi ve sellimu tesliyma
Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'i destekliyorlar. Ey iman etmiş kişiler! Siz de o'na destek olun ve o'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın!

Lütfen kelimeye dikkat edin. Allah ve melekleri haşa Peygamber için “namaz” mı kılıyorlar?

Oluşturulmuş eğitim-öğretim kurumlarında, insanlar reşit olurlarken, bir taraftan da kendileri ile Allah arasındaki ilişkileri sorgularlar ve böylece de, toplumun özlemini duyduğu “ideal insan” oluşur.

Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikâme et. (Tâ-Hâ/14)

Zikrullâh [Allah'ın anılması], “Allah'ın bizler üzerindeki haklarını, bize sunduğu nimetleri düşünmek, kul olarak O'na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizin kontrolünü yapmak ve verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemektir. Daima bu bilinç içerisinde olmak”tır.

Değerli Kardeşim!

Kur’ân'daki, “salât'ın ikâmesi” ile ilgili emir ve haber cümlesi niteliğindeki ifadeler genellikle “namazı doğru kılın, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim, sözcüklerin anlamları üzerinden yaptığımız tahlil ise bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtması bakımından yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir.
Görüldüğü gibi ifade إقام[iqâm] ve الصّلوة [es-salât] sözcüklerinden oluşmaktadır. Salât sözcüğünün ne anlama geldiği yukarıda açıklandığı için, burada إقام[iqâm] sözcüğünü tahlil edeceğiz.

ق و م [q-v-m] harflerinden oluşan إقام[iqâm] sözcüğü, “oturmak” fiilinin karşıtı olan qıyâm sözcüğünün if‘âl babından mastarıdır ve lügatlerde bu kalıbın anlamı; “ayağa kaldırmak, dikmek, ayakta tutmak” olarak belirtilmiştir.

Buna göre إقام الصّلوة [iqâmi's-salât] tamlamasının anlamı da; “zihnî ve mâlî yönlerden yapılan yardım ve destekle sorunların üstlenilerek giderilmesi işlerinin gerçekleştirilmesi ve bunun sürdürülmesi, yani ayakta tutulması” demektir. Bunu somutlaştırarak ifade etmek gerekirse “salâtın iqâmesi”;

• Zihnî yönü ile, eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması,
• Mâlî yönü ile, iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması demektir.



Alıntı:
myro Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Nisa 43 : Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. (Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ takrabû-ssalâte veentum sukârâ hattâ ta’lemû mâ tekûlûne velâ cunuben illâ ‘âbirî sebîlin hattâ taġtesilû(c) ve-in kuntum merdâ ev ‘alâ seferin ev câe ehadun minkum mine-lġâ-iti ev lâmestumu-nnisâe felem tecidû mâen feteyemmemû sa’îden tayyiben femsehû bivucûhikum veeydîkum(k) inna(A)llâhe kâne ‘afuvven ġafûrâ(n)) [/i]

Niye cünüpken yardım etmeye yaklaşmayalım? Niye tuvaletten çıkınca yıkanmadan yardıma yaklaşmayalım.
Salât'ı, “namaz” olarak kabul eden anlayış sahipleri, Mâide/6'daki yıkanmayı, namazın olmazsa olmazı görmüş ve Mâide/6 âyetini de “abdest âyeti” ilan etmişlerdir:

Ey iman etmiş kişiler! Salâta [eğitime-öğretime, sosyal yardım çalışmasına] doğru kalktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünüb [kopuk; şehveti kabarık] iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye girin, sükûnete erin ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz, yahut sizden birisi çukurdan [tuvaletten] gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız [cinsel ilişkiye girdiyseniz], sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da ondan [temiz topraktan] yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. (Mâide/6)

Oysa, Kur’ân'daki Hucurât, Mücâdele ve Nûr sûreleri ile târih kitaplarının verdiği bilgilere göre, Kur’ân'ın indiği dönemdeki Arap toplumu; kapı çalmasını ve başkasının evine nasıl girileceğini bilmeyen, konuşup görüşme saygısından bihaber, topluca yemek yeme adabından yoksun, toplum içi ilişkileri yok denecek kadar zayıf ve en kötüsü de temizlik kültürü olmayan bir kitledir. Nitekim bu, üstü-başı kirli, ayağı çamurlu, eli hamurlu, ağzı soğan-sarımsak kokan insanların mescide de bu hâlleriyle geldikleri, hatta hacetlerini bile mescidin ortasına yaptıkları hakkında birçok belge mevcuttur. İşte “abdest âyeti” denen Mâide/6 âyeti, aslında o günkü Araplara, toplum içine temiz olarak çıkmalarını öğretmeye yönelik bir âyettir. Bu durum ayrıca şu âyetle de vurgulanmıştır:

Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında süslerinizi alın, yiyin-için fakat savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah savurganları sevmez. De ki: “Allah'ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti hayatta inananlar içindir, –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. (A‘râf/31-32)

Bu âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre, insanların temizlenmeleri, temiz elbise giymeleri ve ziynetlerini takınmaları kendi aralarındaki ilişkilere yöneliktir. Birbirlerini sevip sayabilmeleri için bunlar da gereklidir.

Bazılarının, Allah'ı da vâliye, kaymakama kıyas ederek bunların huzuruna çıkıldığı sıradaki giyim, kuşam ve temizlik olgusunu Allah'a da uyarlamaları, Allah'ı hakkıyla takdir edememekten kaynaklanmaktadır. Hâlbuki Allah insanların dış görünümünü dikkate almaz, aksine kalplere nazar eder. Ve insan, her an, her yerde ve her durumda O'nun huzurundadır. Allah, huzuruna kabul için herhangi bir işlem talep etmez.

Diğer taraftan, yine aynı anlayış sahipleri, gerek Mâide/6 ve Nisâ/43'de geçen “cünüblük”, gerekse Nisâ/43'de geçen “sarhoşluk” hâlleri ile ilgili olarak yanlış tanımlar vermek sûretiyle müslümanları yanlış yönlendirmişlerdir. İşin doğrusu ise aşağıdaki tahlililerimizde yer almaktadır:

Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüb [kopuk; şehveti kabarık] iken de –yolcu olanlar müstesna– yıkandırılıncaya kadar salâta yaklaşmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz çukurdan [tuvaletten[ geldiyse veya kadınlarla dokunuştuysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. (Nisâ/43)

CÜNÜBLÜK ve CENÂBET

Fıkıh ve İlmihal kitaplarında cünüblük “boy abdesti almayı gerektiren durum; büyük abdestsizlik hâli”; cenâbet de, “bu durumda olup da henüz gusletmemiş olan kimse” olarak tanımlanmış ve “Cinsel ilişkide bulunmuş yahut rüyada ihtilâm olmuş veya birine bakmakla ya da dokunmakla kendisinden şehvetle inzal vaki olmuş kimseye cünüb, bu durumuna da cenâbet denir” şeklinde açıklamalar getirilmiştir.

Bu tanım ve açıklamalardan hareketle; meni gelmese bile cinsel ilişkiye giren erkek ve kadının cünüb olacakları, erkeğin menisinin gelmesiyle, kadının da oynaşma, bakma, düşünme veya benzeri sebeplerle iğtilâm/ihtilâm olmasıyla cünüb sayılacakları, rüya veya başka bir yolla tatmin sonucu meydana gelen boşalmanın cünüblüğe yol açacağı hükme bağlanmıştır.

Bu hükümlerden yola çıkarak da cünübün; mescide girmesi, namaz kılması, namaz kıldırması, oruç tutması, Kur’ân okuması, Kur’ân'a el sürmesi, kendisine Kur’ân okunması, Ka‘be'yi tavaf etmesi haram sayılmıştır.
Bu yasaklamaların yanısıra, cünüblüğün kötülüğü hakkında da; “Cünübün bulunduğu yere melek girmez”, “Cünübün bastığı toprakta ot bitmez”, “Yıkanıncaya kadar bastığı toprak, yattığı yatak cünübe lânet eder” gibi tehditler –hem de Peygamberimize isnad edilerek– savrulmuştur.

Hâlbuki Kur’ân'da zikredilen cünüblük, yukarıda tanımlanan cünüblük-cenâbetlik değildir. Bize göre bunlar, insanları dinden ve eğitimden uzak tutabilmek için uydurulmuştur ve ne acıdır ki Peygamberimizin adı buna alet edilmiştir.
Bu yanlışlık öyle yaygın bir hâle gelmiştir ki, cünüb sözcüğüne, sözlüklerde de –sanki İslâm'dan evvel bu sözcük Arap dilinde yokmuş gibi– yukarıda naklettiğimiz terimsel anlam çerçevesinde karşılıklar verilmiş, dolayısıyla klasik kaynaklarda da aynı minvalde bilgiler yer almıştır:

Cünüb lafzının müennesi de yoktur, tesniye ve çoğulu da yoktur. Çünkü bu kelime, buud ve kurb [uzaklık ve yakınlık] kelimesi gibi mastar veznindedir. Bazan bu kelimeyi hafifleterek, cenb derler. Kelimeyi bu şekilde okuyanlar da olmuştur.

el-Ferrâ der ki: Kişi cünüb oldu ifadesi, cenâbet'ten gelmektedir. Bir şivede cünüb kelimesinin, tıpkı unk ve a’nâk, tunub ve etnab [boyun, boyunlar, çadır kazığı ve kazıklar] gibi çoğul yapıldığı da söylenmiştir. Tekili kasdederek cânib diye bu kelimeyi kullanmak halinde, çoğul için cünnab tabiri kullanılır. Binici ve biniciler için râkib ve rukkâb demek gibi. Kelime asıl itibariyle “uzaklık” demektir. Âdeta cünüb, şehvetle çıkardığı su dolayısıyla namaz halinden uzaklaşmış gibi olduğundan bu ismi alır. Şair der ki:
Beni (yanında esir bulunan) kardeşimden uzak tutarak mahrum etme!
Çünkü ben, çadırlar ortasında garip kalmış bir kimseyim.

Cünüb adam, “yabancı adam” anlamına da kullanılır. Aynı şekilde cenâbet [mücânebet], “erkeğin kadın ile içli-dışlı olması” demektir.

SÖZCÜĞÜN ESAS ANLAMI

جنب[cenb] sözcüğünün türevlerinden olan جُنُبْ [cünüb] sözcüğü ile ilgili olarak klasik eserlerde şu bilgiler görülmektedir:
Cenb sözcüğü ise, “bir şeyin parçası, küçük-büyük bir şeyden koparılan parça” demektir. Canib ve cünüb sözcükleri, “ğarîb” [çok uzak olan] demektir. Cenebe'r-raculü ifadesi, “kişi onu defetti, uzaklaştırdı” demektir. Ezherî şöyle demiştir: “Salât mevzilerine yaklaşması yasaklandığı için ‘cünüb’ denmiştir.” İbn Esîr dedi ki: “Cünüb, ‘cima ve meninin çıkışı ile üzerine yıkanmak vacib olan kişi’; cenâbet, ‘meni’ demektir.”
Ancak, Lisân'da zikredilen Ezherî ve İbn Esîr'e ait görüşleri kabul etmek mümkün değildir; zira bu sözcük, Kur’ân'dan evvel de Arap dilinde mevcuttu. Cünüb olarak salât mevzilerine [musallâya; eğitim-öğretim ve sosyal yardım, destek yerlerine] yaklaşılması, Kur’ân ile yasaklanmıştır.

CÜNÜBLÜK ve KUR’ÂN

Cünüb sözcüğü Kur’ân'da 2 âyette aynen olmak üzere, farklı türevleriyle toplam 33 kez yer alır. Sözcüğün türevlerinin hepsi de “ana maddeden uzak parça” anlamı ekseninde olup, bunların Nisâ/36, 43; Kasas/11 ve Mâide/6 âyetlerindekileri cünüb kalıbında, diğerleri farklı kalıplardadır. Meselâ, farklı kalıplarda olanlardan Zümer/17, Nisâ/31, Şûrâ/37, Necm/53, Nahl/36, Hacc/30, Hucurât/12, Mâide/90 ve İbrâhîm/35 âyetlerindeki sözcükler, Türkçe'ye de aynen Arapça'daki anlamıyla girmiş olan, “uzak durma, kaçınma” anlamındaki “ictinab” formuyla yer almıştır:

Ve hani bir zaman İbrâhîm, “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!” (İbrâhîm/35)

Bu sözcüğün türevlerinden, cânib, ecnebi, cenâb formaları da aynı anlamda Türkçeleşmiş olup, cânib; “yan, kenar”, ecnebi; “yurdundan kopmuş; yabancı” demektir. Cenâb sözcüğü ise “eksikliklerden uzaklaşmış” anlamındadır ki bu sözcük başta Allah için “Cenâb-ı Hakk, Cenâb-ı Allah” diye kullanılmakta, bazen saygın kimselere, “… cenâbları” denmektedir.
Özetlersek cünüb sözcüğü kısaca; “uzak olan, kopuk olan” anlamına gelir. Nisâ/43 ve Mâide/6 âyetleri ışığında değerlendirilecek olursa bu sözcüğün; “şehvetin kabarması, nefsin uyanması sebebiyle hayattan kopuk olan, dengesini yitirmiş, sağduyulu davranamayan” demek olduğu anlaşılır. Zira herkesin bildiği gibi, bu hâldeki insan hayattan, dünyadan kopuk olur, sağduyusunu yitirir. Nitekim böyle kişilere halk arasında, “Aklı bilmem neyinde” denir ve insanın bu duruma gelmesine sebep olan fizikî hazların tatmin aracı olan organlar için de “dini-imanı olmaz” tabiri kullanılır.

Buradan anlaşılan odur ki cünüblük, “meninin gelmesi ile yıkanma arasındaki hâl” değil, “şehvetin kabarması ile meninin inmesi arasındaki gergin hâl”dir.
İşte Rabbimiz, hem Nisâ/43 hem de Mâide/6 âyetlerinde, kişilerin bu gergin hâlde iken salâta çıkmamalarını, yani eğitim-öğretim ve sosyal destek mahallerine gelmemelerini öngörmüştür. Bir başka ifade ile, şehvet kabarması sebebiyle hayattan kopuk olan ve sağduyulu davranamayan insanların bu gibi sosyal faaliyetlere katılmalarını yasaklamış, gergin olanların önce nefislerini söndürmelerini, sonra da yıkanıp toplum huzuruna çıkmalarını emretmiştir. Çünkü sükûnete eren insanın zihninde cünüblük hâlinin yol açtığı dikkat toplama sorunu olmayacak; aksine sakin ve anlayışlı olarak salâtın gereğini yerine getirebilecektir. Zaten sükûnete ererek dinginleşmiş insanın kimseye zararı dokunmayacağından, onun toplumdan uzak tutulmasının da bir anlamı yoktur, lanetlenmeleri anlamsızdır.

SARHOŞLUK
Âyette geçen سكارى [sükârâ] sözcüğü, سكر [sekr] sözcüğünün türevlerindendir ve sekr sözcüğü Lisânu'l-Arab'da sahv'ın karşıtı olarak gösterilmiştir. Bu durumda sekr sözcüğünü daha iyi anlamak için, sahv sözcüğünün de ne anlama geldiğini bilmek gerekmektedir.
Allâme İbn Manzur صحو [sahv] sözcüğünü şöyle açıklamıştır:
Sahv; “bulutun gitmesi, gökyüzünün berraklığı, sarhoşluğun gitmesi, bâtılın, kontrolsüzlüğün bırakılması” demektir.

Buradan anlaşıldığına göre, sözcüğün ilk vazı, doğadaki olaylar ile olmuş; günün aydınlığı, yani gökyüzünün buluttan, sisten, tozdan, dumandan arınıklığı sahv olarak, bunun tersi, yani gökyüzünün bulutlu, sisli, tozlu, dumanlı olması da sekr olarak isimlendirilmiştir.

Görüldüğü gibi, sükârâ sözcüğü, sadece alkol türü nesnelerin etkisiyle meydana gelen sarhoşluğu, kafanın dumanlı oluşunu kapsamaz. Sukr terimi geniş anlamıyla, insanın zihinsel melekelerini tam olarak kullanmasını engelleyen bütün zihinsel bulanıklığı, kirliliği ifade eder. Çünkü akıl bulanıklığı, herhangi bir uyuşturucu etkisiyle meydana gelebileceği gibi; uyku, şehvet, korku, acı, panik, stres gibi şeylerle de meydana gelebilir. Nitekim Kur’ân'da, alkol türü nesnelerin etkisi dışında oluşan sarhoşlukla ilgili birçok âyet mevcuttur:

Ölümün sarhoşluğu gerçekten hakk ile gelmiştir de, –“(Ey insan!) İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir.”– (Kaf/19)
Ve Biz onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile, mutlaka “Gözlerimiz döndürüldü/bulandırıldı. Aslında biz büyülenmiş bir topluluğuz” diyeceklerdir. (Hicr/14-15)

–Ömrüne kasem olsun ki, gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı [Sen ömründe bunlar gibi şehvet çılgınlığı içinde bocalayıp duran rezilleri hiç görmedin].– (Hicr/72)
Ey insanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o Saat'ın sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer. Ve her hamile kadın taşıdığını düşürür. Ve sen insanları sarhoş olmadıkları halde hep sarhoş görürsün. Ama Allah'ın azabı çok şiddetlidir. (Hacc/1-2)

Sonuç olarak insanlar; içki veya uyuşturucunun etkisindeyken, uykulu, korkulu, acılı, ağrılı ve stresli iken salâta katılmamalıdırlar.
Nisâ/43 ve Mâide/6 âyetlerinden başka Kur’ân'da, salâta katılma şartı niteliğinde (salâtın; sadece Allah için, Allah'a yönelen bir kalp ve huşû ile gösterişten uzak, ne açık ne gizli olarak, bilinçli ve vakitli olarak, eğlence edinmeden, üşenmeden ve devamlı yapılmasını bildiren) pek çok âyet vardır:

De ki: “Benim salâtım [sosyal desteğim], ibadetim, hayatım ve ölümüm sadece Kendisinin ortağı olmayan âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ve ben böyle emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.” (En‘âm/162-163)
Kalben O'na yönelenler olarak, O'na takvâlı davranın, salâtı ikâme edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. –Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.– (Rûm/31-32)

Onlar, salâtlarında huşûlu olan kimselerdir. (Mü’minûn/2)
Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak anarlar. (Nisâ/142)

Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. Bu nedenle, şu salâtı ikâme edenlerin [destekçilerin] vay haline! Onlar salâtlarından [destek verişlerinden] gâfildirler, onlar, gösteriş yaparlar ve mâûnu vermezler. (Mâûn/1-7)
Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir kavim olmalarındandır. (Mâide/58)

Ve onların Beyt'in [Ka‘be'nin] yanındaki salâtları, sadece, ıslık çalmak ve el çırpmaktır. –Öyleyse küfretmiş olduğunuzdan dolayı bu azabı tadınız!– (Enfâl/35)
Ve onların infaklarının kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların Allah'a ve O'nun Elçisi'ne küfretmeleri ve salâta sadece tembel tembel gitmeleri, bağışlarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu. (Tevbe/54)

De ki: “Allah diye çağırın veyahut Rahmân diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O'nundur. Salâtını açıkça yapma, gizli de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara.” (İsrâ/110)
İşte bu da Bizim kentlerin anasını [Anakent'i] ve yanı başındaki kişileri uyarman için indirdiğimiz, kendinden öncekini doğrulayıcı, mübarek [bolluk dolu] bir Kitaptır. Âhirete inananlar ona da inanırlar ve onlar salâtlarında da koruyucudurlar [desteklerini de sürdürürler]. (En‘âm/92)

Ve onlar, salâtlarını koruyan kimselerdir. (Mü’minûn/9)
Ancak destekçiler bunun dışındadır. Onlar [destekçiler] ki salâtlarını sürdürenlerdir. Ve onlar [o musalliler, yani destekçiler], kendi mallarında, isteyen ve mahrumlar (istemekten utanan yoksullar) için belli bir hak olan kimselerdir. Ve onlar ceza gününü tasdik ederler. Ve onlar Rabb'lerinin azabından korkanlardır. –Şüphesiz Rabb'lerinin azabından emîn olunmaz.– Ve onlar ırzlarını koruyanlardır, –ancak eşleri ve sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar haddi aşanların ta kendileridir.– Ve onlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. Ve onlar, şâhidliklerini yerine getirirler. Ve onlar, salâtları üzerine korumacıdırlar. İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar. (Me‘âric/22-35)

Salâta katılmanın şartlarını böyle belirten Rabbimiz, salâtın vakitli olduğunu ve alış-verişin salâta tercih edilmemesi gerektiğini de şu âyetlerle bildirmiştir:
Sonra (korku hâlindeki) salâtı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/güvene erdiğinizde, salâtı ikâme edin. Hiç şüphesiz ki salât, mü’minler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır. (Nisâ/103)
Güneşin dülûkundan [batmasından, kaybolmasından] gecenin kararmasına kadar salâtı ikâme et ve sabah Kur’ân'ını da. Çünkü sabah Kur’ân'ı görülecek şeydir. Ve geceden de. Ayrıca, sana özgü bir fazlalık olarak sen, onu [gece salâtını] teheccüd et [uyanıp ikâme et]! Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur. (İsrâ/78-79)

Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı ikâme et; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara/Allah'ı unutmayanlara bir öğüttür. (Hûd/114)
Öyle kimseler ki, ticaret ve alış-veriş Allah'ı anmaktan, salâtı ikâme etmekten ve zekât vermekten onları alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar. (Nûr/37)

Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için en hayırlıdır. Sonra da salât gerçekleştirildiğinde yeryüzünde dağılın ve Allah'ın lütfundan arayın. Ve felah bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için Allah'ı çok anın. (Cum‘a/9-10)
Kaynak:İşte Kur'an(Hakkı Yılmaz)


Alıntı:
myro Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
İsra 110 : De ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.

Yardım ederken sesini kıs mı diyor? Bu aynı zamanda gündüz namazında sesi kısmananın sonradan çıkarılmış bir adet olduğuna cevaptır. Nerden biliyorsunuz sonradan çıkarıldığını.
Sözünü ettiğiniz ayeti daha iyi anlayabilmek için öncesine de bakalım.
İsra;105: Ve bil Hakkı enzelnahu ve bil Hakkı nezel* ve ma erselnake illâ mübeşşiran ve neziyra;
Biz O’nu Hakk olarak inzal ettik, O da Hakk olarak nüzül etti... Seni de ancak mübeşşir/ müjdeleyici ve neziyr/uyarıcı olarak irsal ettik.
İsra;106: Ve Kur’ânen feraknahu li takraehu alen Nasi alâ müksin ve nezzelnahu tenziyla;
Ve bir Kur’an O’nu biz farkettik /birbirinin tamamlayıcısı bölümlere ayırdık, farkları açıklayarak farkettiren bir okuma metni kıldık ki, insanlara O’nu acele etmeden/ağır ağır/hazmetmelerine imkan tanıyarak/kabiliyyetlerini dikkate alarak kıraat edesin... Biz O’nu tenziyl ettik.
İsra;107: Kul aminu bihi ev la tu'minu* innelleziyne utül ılme min kablihi iza yütla aleyhim yehırrune lil ezkani sücceda;
De ki: “İster iman edin Ona (Kur’an’a), ister inanmayın... Ondan önce kendilerine ilim verilmiş olanlara gelince, (Kur’an) onlara tilavet edildiği vakit, secde halinde çeneleri üzere düşerler ”.
İsra;108: Ve yekulune subhane Rabbina in kâne va'dü Rabbina le mef'ula;
Ve derler ki: “Subhan’dır Rabbimiz!.. Muhakkak ki Rabbimizin va’di elbette mef’ul’dur”.
İsra;109: Ve yehırrune lil ezkani yebkûne ve yeziyduhüm huşua;
Ve ağlayarak çeneleri üzere düşerler... Ve onların huşu’unu artırır.
İsra;110: Kulid'ullahe evid'ur Rahman* eyyen ma ted'u feleHUl Esmaül Hüsna* ve la techer bi Salatike ve la tühafit biha vebteğı beyne zâlike sebiyla;
De ki: "Allah" diye çağırın veyahut "Rahmân" diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O'nundur. Salâtını açıkça yapma, gizli de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara.
Âyetin son cümlesinde –her konuda olduğu gibi– "sosyal destek" konusunda da orta yolun tutulması emredilmekte; salâtın riyakârca yapılması da, korku sebebiyle terk edilmesi de istenmemektedir.

Alıntı:
myro Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Ümeyyeoğulları ile Haşimoğullarına yaptığınız iftiranın vebalini siz bilirsiniz. Ama benim söyleyeceğim bunun apaçık bir iftira olduğudur. Kaldı ki namaz bu haliyle bize sadece ümeyyeoğullarından ve haşimoğullarından değil, pek çok farklı kabile ve insandan gelmiştir. Hepsinin yanlış yaptığını söylemeyin lütfen. ?
Târihî belgelere bakıldığında Mekke döneminde serbest bir musallâ edinilemediği, muhasara döneminde değişik yerlerin; evlerin, bahçelerin, ağılların musallâ, mescid olarak kullanıldığı, mü’minlerin buluşma ve toplantılarını, eğitim ve öğretimlerini buralarda yaptıkları, sosyal sorunlarını buralarda çözdükleri görülür. Medîne'de ise mescide yaklaşık 650 metre uzaklıkta, mescidin batısında, bugünkü مسجد الغمامة [Mescid-i Ğamâme/Bulut Mescidi] denilen câminin olduğu alan “musallâ” olarak tayin edilmiş ve salât [tüm sosyal destek faaliyetleri] burada icra edilmiştir.

Bu konuya, dinin yozlaştırılmasına ve kavramların içinin boşaltılmasına kanıt olarak Buhârî'den şu bilgiyi naklediyoruz:
Ebû Sa‘îd Hudrî (r.a) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a) Ramazân bayramı günü ile Kurbân bayramı gününde musallâya çıkardı. İlk başladığı şey salât olurdu. Sonra salâttan döner, cemâat saflarında otururlarken ayağa kalkar, onlara yönelerek kendilerine va‘zeder, tavsiyelerde bulunur ve emirler verirdi. Hattâ o esnada bir askerî birlik göndermek isterse gönderir, yahud başka bir şeyin yapılmasını emredecek olursa emreder ve ondan sonra musallâdan Medîne'ye dönerdi.”
Ebû Sa‘îd şöyle dedi: “İnsanlar (sünnete uygun olarak) hep böyle yapıp dururlarken, nihayet ya bir Kurbân bayramında veya bir Ramazân bayramı gününde Mervân ibn Hakem ile birlikte musallâya çıktım. O zaman Mervân, Medîne Emîri idi. Musallâya geldiğimizde bir de baktım ki, orada Kesîr ibnu's-Salt'ın yaptığı bir minber var. Bir de gördüm ki, Mervân salât etmeden evvel o minberin üzerine yükselmeye davranıyor! Ben hemen (engel olmak için) elbisesinden yakalayıp çektim. O da beni çekti. Nihâyet o minbere çıktı ve salâttan evvel hutbe îrâd etti. Ben ona dedim ki:
• Vallahi siz (Rasûl'ün sünnetini) değiştirmiş oldunuz.
O da şöyle karşılık verdi:
— Yâ Ebâ Sa‘îd! Senin o bildiğin şey gitmiştir (yani, onun hükmü kalmamıştır).
Ben de dedim ki:
• Benim bildiğim şey, (dediğine göre) bilmediğim şeyden vallâhi daha hayırlıdır.
Bunun üzerine Mervân şöyle dedi:
— Salâttan sonra insanlar bizim için oturmayacakları için, ben onu [hutbeyi] salâttan önceye aldım.
Ümeyye oğulları/emevilerin bu dine yaptıklarını öğrenmek istiyorsanız İslam tarihini iyi okuyun lütfen. Önyargısız okuduğunuzda dinin nasıl biçimlendirildiğini görürsünüz.
Bir canım var bin canım da olsa Allah ve resulunun yolunda feda olsun. Allah ve Resulunun getirdiklerini yıkanları emanetine ihanet edenleri saygı ile anacak halim yok. Emevi yöneticilerinden bir tek Ömer Abdülaziz var Allah ondan razı olsun.

Alıntı:
myro Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Namazı Allah Resulünün kılıdığını söylüyorsunuz. Onun nasıl kıldığı kaç rekat kıldığı sabittir ve kesin olarak bilinmektedir. Hal böyle iken hangi dayanakla rekat sayısının keyfe keder olduğunu söyleyebiliyorsunuz?
Allah Resulunun mescidlerde ne yaptığı tabi ki bellidir. Salat öncesinde tazarrulu niyaz/namazı gerçekleştirmiştir.Bunu görmek için camilerde kılınan namazlarda imamın sesli olarak okuduğu vakit ve rekatlara baktığınızda anlarsınız. Bugüne kalan,Allah Resulunun namazdan sonra salata başlamak için yüzünü cemaate dönmesidir.
Günümüzde imamlar da yüzlerini cemaate dönerler -bunda bile dönüşleri mezheblerinin görüşüne göredir- salatı başlatacaklarına doksandokuzluk tesbih çektirir dua eder dağılırlar. Kaynaklarda Allah resulunun böyle yaptığı ile ilgili rivayetler var mıdır?
Bizim yazımızda sözünü ettiğimiz bireysel olarak cemaat halinde olmayanlar içindir.
Lütfen yazımızı dikkatle okukuyunuz. Hamdolsun Rabbimize şükrümüzden aciziz. Dinde takliden yaptıklarımızı yakın çevremizden öğrendiklerimizi kırkbeşyılı aşkın bir süredir Kur'an'dan orijinal Arapçasından öğrenmeye çabalıyoruz.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Barış (6. August 2010), bob (5. June 2010), hiiic (5. June 2010), Miralay (5. June 2010)
Alt 19. July 2010, 03:37 PM   #118
RemotE
Yeni Üye
 
Üyelik tarihi: Jul 2010
Mesajlar: 3
Tesekkür: 0
2 Mesajina 2 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
RemotE has much to be proud ofRemotE has much to be proud ofRemotE has much to be proud ofRemotE has much to be proud ofRemotE has much to be proud ofRemotE has much to be proud ofRemotE has much to be proud ofRemotE has much to be proud of
Standart

Namaz 3 vakittir hocam YATSI NAMAZI:50/40- Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O'nu tesbih et.

Tesbih ile namazı karıştırmayalım Rum süresindeki 17 ve 18 ayetindede salat yoktur. tesbih vardır allahı anmak.

Ve Öğle Orta namaz Akşam namazından başka bir isimde kuran-ı kerimin hiç bi yerinde bulunmaz.

Salat yoksa emir yoktur hocam. mehsepcilerin yaptığı gibi yine içtihatlarına göre kuranı yorumlamaya kalkışıyor gibi bir düşünce sezdim ben hanifler arasındada. Namaz vakitleri ap açık bildirilmiştir. Nur süresi 31.. Hud 114

Salat-el Fecr-SABAH NAMAZI

Salat-el Vusta- ORTA NAMAZ

Salat-el İşa-AKŞAM NAMAZI

Bu isimler dışında kuran-ı kerimin hiç bir yerinde namaz vakit isimleri verilmez.

tesbih ayetlerinde kiminin ikindi diye cevirdiği meallerdede arapçasında ikindi diye bir kelime yoktur.

Tesbih farklı şey salat farklı şey. Eğer Allah salat emretseydi o ayetlerindede aynen salat derdi tesbih demezdi.

Rabbimizin kelime oyunlarına ihtiyaçı yok neyse onu söyler

Selam selam
RemotE isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
RemotE Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (20. July 2010)
Alt 6. August 2010, 09:46 AM   #119
aşık74
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 297
Tesekkür: 328
166 Mesajina 472 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
aşık74 will become famous soon enoughaşık74 will become famous soon enough
Standart

Selamlar remote kardeşim. Acaba orta namaz hususundaki bu yoruma ne dersiniz ?

http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1360
aşık74 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
aşık74 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (6. August 2010), Miralay (2. September 2010)
Alt 7. August 2010, 03:20 PM   #120
Altimuray
Guest
 
Mesajlar: n/a
Standart

Selam. Acaba namaz rekatları hakkında konuşadurmamızın nedeni geleneksel İslam'dan bilinçaltımıza işlemiş olması olabilir mi? Savaştaki kısaltma süre olarak da olabilir mi?
  Alıntı ile Cevapla
Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Barış (7. August 2010), hiiic (7. August 2010), Miralay (7. August 2010)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
namaz, rekatları


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 06:03 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam