hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > EKONOMİ > Yasak olan kazanç yolları > Riba(Faiz)

Konu Kapatılmıştır
 
Seçenekler Stil
Alt 12. January 2010, 07:05 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Ferdleri köleleştiren, ülkeleri sömürgeleştiren illet:

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

Riba konusunu tüm yönleriyle değerlendiren bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

FERDLERİ KÖLELEŞTİREN, ÜLKELERİ SÖMÜRGELEŞTİREN İLLET:
RİBA (FAİZ)


“Riba” konusu Kur’an’da, değişik yerlerde bağımsız ayetlerdeki geçişleri dışında, Bakara suresinin 275-281. ayetlerinden oluşan paragrafta yer almaktadır:

275- O ribayı yiyen şu kişiler, şeytanın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, ”Alışveriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki, Allah, alışverişi helal, bu ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte onlar ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
276- Allah, ribayı yok eder, sadakaları da artırır. Allah, tüm aşırı nankör ve günahkar kimseleri sevmez.
277- Şüphesiz iman eden ve salihatı işleyen, salâtı ikame eden ve zekâtı veren kişilerin Rabbleri katında mükâfatları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar üzülmezler de.
278- Ey iman etmiş kimseler! Eğer müminler iseniz, Allah’a takvalı davranın ve ribadan kalanı bırakın.
279- Artık böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve elçisinden size savaşı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.
280- Eğer o (borçlu), darlık içindeyse, kolaylığına kadar mühlet! Eğer biliyorsanız, sadaka olarak vermeniz, sizin için daha hayırlıdır.
281- Ve kendisinde Allah’a döndürüleceğiniz güne takvalı davranın. Sonra da herkes kazancını tastamam alır. Ve onlar zulmedilmezler.

Klasik kaynaklarda, bu ayetlerin iniş gerekçesi ile ilgili olarak aşağıdaki rivayetler mevcuttur:

(Âyet-i kerimenin nüzul sebebi ile ilgili olarak) şöyle denilmiştir: Âyet-i kerime Sakifliler dolayısıyla nazil olmuştur. Bunlar Peygamber (sav) ile insanlardan alacakları olan faizin onlara bağışlanacağı, insanların kendilerinden alacağı faizin de kendilerinden kaldırılacağı şeklinde ahidleşmiş idiler. Alacakları faizlerin vadeleri gelince, bunları tahsil etmek üzere Mekke'ye haber gönderdiler. Alacaklılar, Sakiflilerden olan Amr b. Umeyroğullan olan Abdeoğulları idi. Borçlular ise Mahzumlu Muğireoğulları idiler. Muğireoğullari: Biz birşey ödemeyiz, çünkü faiz kaldırılmıştır, dediler. Bu konudaki davalarını da Attab b. Esid (o zamanın Mekke valisine götürdüler. O da durumu Rasûlullah (sav)'a yazılı olarak bildirdi. Âyet de nazil oldu. Rasûlullah (sav) bu âyeti Attab'a yazılı olarak gönderince Sakif de bu âyeti öğrenmiş oldu ve bundan vazgeçti.
İşte İbn İshak, İbn Cüreyc, es-Süddî ve başkalarının rivayet ettiklerinin kısaca özetine göre âyetin nüzul sebebi budur. KURTUBİ

Yüce Allah, faizli alacaklıların ödeme imkânı bulanlardan mallarını alabi¬lecekleri hükmünü verdikten sonra ödemekte zorluk çeken kimseler hakkında da: "Eğer o darlık içinde ise.." buyruğu ile kolaylıkla ödeyebilecekleri duruma kadar mühlet tanınmasını hükme bağlamaktadır. Çünkü Sakifliler Muğireoğullarındaki alacaklarını isteyince Muğireoğulları sıkıntı içinde olduklarından söz ettiler ve: "Hiçbir şeyimiz yok" dediler. Mahsullerinin alınacağı zamana kadar süre tanınmasını istediler. İşte bunun üzerine bu: "Eğer o darlık içinde ise..." âyeti kerimesi nazil oldu. KURTUBİ

Birinci Rivayet: Bu, ribâ ile alışveriş yapan Mekkelilere hitaptır. Mekke'nin fethi sırasında müslüman olduklarında, Allahu Teâlâ onlara faizi değil de, sermayelerini geri almayı emretmiştir.

İkinci Rivayet: Mukâtil, bu âyetin Sakîf Kabîlesi'nden dört kardeş: Mesûd, Abdi Yâleyl, Hubeyb ve Rebîa hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Bunlar, ftmr İbn Umeyr es Sakâfî'nin oğulları olup, Muğîreoğullan'ndan borç alıp, onlara borç veriyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s) Taîf'i hükmü altına alınca bu kardeşlerin hepsi müslüman oldu. Sonra da Muğîreoğullan'ndaki ribâ'dan elde ettikleri faizlerini istediler. İşte bunun üzerine Allahu Teâlâ bu âyeti indirdi.

Üçüncü Rivayet: Âyet-i kerime, Abbâs ile Osman İbn Affân (r.a) hakkında nazil olmuştur. Onlar, daha sonra almak üzere, parasını peşin vererek hurma alıyorlardı. Hurmaları toplama zamanı geldiğinde, hurmanın bir kısmını alıyor, geriye kalan kısmını da, bilâhere olmak üzere, fazlasıyla alıyorlardı. Bu, Atâ ve İkrime'nin görüşüdür.

Dördüncü Rivayet: Bu âyet-i kerime Abbas ile Hâlid İbn Velîd hakkında nazil olmuştu. Onlar daha sonra fazlasıyla almak üzere, peşin parayla ribâ yapıyorlardı. RAZI

Müfessirler bu âyetin sebeb-i nüzulü hakkında şunu zikretmişlerdir: Allahu Teâlâ'nın, "Allah'a ve Peygamberine karşı harbe (girmiş olduğunuzu) bilin" âyetifcu Sakîfli o dört kardeş, "Hayır aksine, biz Allah'a döner, O'na tevbe ederiz. Çünkü biz, Allah ve Resûlüyle harbedemeyiz" dediler. Böylece de, sadece sermâyelerini almaya razı olarak, Muğîreoğulları'ndan sadece bunu istediler. Bunun üzerine Muğireoğullan, ellerinin darlığından şikâyet ederek, "ücretleri alıncaya kadar bize mühlet tanıyın" dediler. Onlar, mühlet tanımayı kabul etmeyince, Cenâb-ı Hak, "Eğer (borçlu) darlık içinde bulunuyorsa, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin " âyetini indirdi. RAZI

Biz, Rabbimizin mesajını doğru anlayabilmek için, klasik kaynaklardaki rivayetlerin etkisinde kalmadan, doğrudan Kur’an’a yöneliyor ve tahlilimize, yukarıdaki ayetlerde gayet açık ve net bir şekilde bildirilmiş olan ilkelerin tespitiyle başlıyoruz:
- O ribayı yiyen şu kişiler, şeytanın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Yani, o ribayı yiyenler hep “şeytan çarpmış” konumundadırlar.
- Onların bu duruma düşmeleri, “Alışveriş, riba gibidir” demeleri yüzündendir.
- Oysa iş, onların kabul ettiği gibi değildir; Allah, alışverişi helâl, o ribayı ise haram kılmıştır.
- Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’adır. Yani kişi, o ribayı yemekten vazgeçerse Allah onu değerlendirecektir.
- Kim de, bu hükümler kendisine bildirilmesine rağmen o ribayı yemeye devam ederse, işte onlar ateşin dostlarıdır, onlar orada sürekli kalacaklardır.
- Allah, ribayı yok eder, sadakaları da artırır.
- Allah, tüm aşırı nankör ve günahkâr kimseleri sevmez.
- Şüphesiz iman eden ve salihatı işleyen, salâtı ikame eden ve zekâtı veren kişilerin Rabbleri katında mükâfatları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar üzülmezler de. Yani, “o ribayı yeme” ortamına imkân veren koşulların, toplum hayatından kalkması için infak müessesesi ile sosyal yardım ve destek kurumlarını oluşturanlar ödüllendirilecektir.
- İman etmiş kimseler, eğer gerçekten iman ettilerse, Allah’a takvalı davranmalı ve o ribayı yemekten vazgeçmelidirler.
- O ribayı yemekten vazgeçmeyenlere, Allah ve elçisi savaş ilan etmiştir.
- O ribayı yiyenler, bu işten vazgeçerlerse sermayelerini alabilirler, böylece de zarara uğramamış olurlar.
- Eğer o (borçlu) darlık içindeyse, kendisine ana parayı ödeyebilmesi için kolaylığına kadar mühlet verilmelidir. Ama ödeyeceği şeyin sadaka olarak verilmesi daha iyidir.
- Bu hükümlere uyanlar, kazançlı çıkarlar, ahırette hak ettiklerini tastamam alırlar, kesinlikle zarara sokulmazlar.

“Riba” kelimesi; “artma, çoğalma, şişme” demektir. (Lisan; 4/ 54-56, rbv mad.)
Arapçada “riba”, Türkçedeki “faiz” anlamına geldiği gibi, bir hukuk terimi olarak ise, değiş-tokuş sözleşmelerinde taraflardan birinin hakkı kabul edilen ve sözleşme esnasında şart koşulan “karşılıksız fazlalık” anlamında kullanılmaktadır. Yani riba, sadece parasal işlemlerdeki artmaları, çoğalmaları, şişmeleri değil, mal takası işlemlerindeki artmaları, çoğalmaları, şişmeleri de kapsamaktadır.
Nitekim gerek klasik kaynaklarda gerekse tarihî belgelerde; Kur’an’ın indirilmeye başlandığı dönemde Araplar arasında, biri “nesi’e ribası”, diğeri de “fazlalık ribası” olmak üzere iki türlü riba uygulaması olduğu, yani hem ödünç verme işlemlerinde vade karşılığı olarak alınan para veya mal fazlasına (faize), hem de peşin yapılan mal değişiminde oluşturulan fazlaya riba dendiği bildirilmektedir:
a) Nesi’e ribası (vade faizi); cahiliye devrinde daha yaygın olarak uygulanan riba türü olup, belirli bir vade ile verilen ödünç para veya mal karşılığında, vade boyunca her ay ya da vade sonunda, ödünç verilen para veya maldan ayrı olarak alınan fazlaları (faizi) ifade eder.
b) Fazlalık ribası; aynı cinsten olan malların peşin olarak birbiriyle değiştirilmesi sırasında gram, litre, adet gibi miktar cinsinden ortaya çıkan fazlalık kısmı ifade eder.
Bu iki riba arasında; “nesi’e ribası”nın vadeli işlemlerden, “fazlalık ribası”nın ise peşin işlemlerden kaynaklanıyor olması sebebiyle bir fark vardır ama, aslında her iki riba da, taraflardan birinin “karşılıksız fazla” elde etmesi esasına dayanmaktadır.

Kelime anlamının tespitinden sonra, konumuz olan “riba”nın doğru anlaşılması yolunda bize göre atılması gereken ikinci adım, 275. ayetin ilk cümlesinde yer alan iki kavramın (“ribayı yemek” ve “şeytanın çarpması” kavramlarının) tahlili olmalıdır:

Ribayı yemek: 275. ayetteki “O ribayı yiyen şu kişiler” ifadesi, riba doğuran işlemlerle varlıklarını arttıran, çoğaltan, şişiren kimseleri işaret etmektedir. Bu kimselerin ribayı yemeleri de, oluşturdukları fazlalıkları -bu fazlalıklar para veya her çeşit mal olabilir- “madde olarak yemeleri” anlamına değil, “bu fazlalıkların onlara sağladığı imkânlardan faydalanmaları” anlamına gelmektedir.

Şeytanın çarpması: Bu deyim ile ilgili tahlil, Sad suresinin sonunda yer alan “Kur’an’da/İslâm’da Şeytan” başlıklı yazımız içinde yapılmış olduğundan, yazımızın ilgili bölümünü aynen buraya taşıyoruz:

ŞEYTÂNIN ÇARPMASI:

De ki: “Allah’ın astlarından bize yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere mi yakaralım? Ve Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, kendisinin ‘bize gel’ diye doğruya ve güzele çağıran arkadaşları varken şeytanların kendisini ayartıp yeryüzünde şaşkın dolaşır hâle getirdiği kimseler gibi gerisin geri mi döndürülelim? De ki: “Şüphesiz Allah’ın doğru yolu, gerçek doğru yolun ta kendisidir. Ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla ve ‘salatı ikame ediniz ve O’na takvalı olunuz’ diye emrolunduk. Ve O [Allah], sadece Kendisine toplanacağımız kimsedir.” (En‘âm/71, 72)

Görmedin mi? Şüphesiz Biz şeytanları o kâfirler üzerine gönderdik. Onları kışkırttıkça kışkırtıyorlar. (Meryem/83)
O ribayı yiyen şu kişiler, şeytanın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, ”Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki, Allah, alış-verişi helal, bu ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte onlar ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. (Bakara/275)

Âyetin orijinalindeki لايقومون الا كما يقوم الّذى يتخبّطه الشّيطان من المسّ[lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetühü'ş-şeytânü mine'l-messi] ifadesi aslında, “şeytânın dokunuşuyla düşürdüğü, aklını azalttığı, normal durumunu bozduğu kimse gibi” demektir. Ama bu ifade tefsirciler tarafından pratik olarak “şeytânın çarptığı kimse” olarak meallendirilip geçilmiştir. Hâlbuki insanların, “Nedir bu şeytânın aklı azaltması, düşürmesi, normal durumu bozması?” diye düşünmelerini sağlamak için orijinal anlamın aynen verilmesi çok daha iyi olacaktır.
Halk dilinde “şeytân çarpması” diye, kişinin ağzının, yüzünün eğilmesine denmektedir. Meselâ, yüz felci geçiren kişi de bu anlamda, “şeytân çarpmış” olarak nitelenmektedir. Halk arasında yaygınlaşmış olan bu anlamdaki bir çarpılmanın, Kur’ân'da bahsedilen “şeytân çarpması” ile bir alâkası yoktur. Halk arasında “şeytân” sözcüğünün yanlış anlaşılması, doğal olarak “şeytân çarpması”nın da yanlış anlaşılmasına yol açmaktadır.
Kur’ân'ın bildirdiği şeytân çarpması, yukarıdaki âyetlerde tanıtılmış olan şeytânî karakterleri taşıyan şeytânların/insanların bu olumsuzlukları bir kişiye telkin edip onu kontrol altına almasıdır. Yani, şeytânî özellikte olan şeylerin bir kişiyi ele geçirmesidir. İşte o zaman o kişiyi şeytân çarpmış demektir. Şeytânın çarptığı bir kişi ise;
* Allah'a karşı gelir.
* Hayâsızdır, edepsizdir, kötüleşmiştir.
* Hakksız kazanç peşinde koşar.
* Bilmediği şeyleri konuşur.
* Fakirlikten, fakir düşmekten korkar.
* Savurgandır.
* Kuruntuludur, şımarıktır, kışkırtılmıştır.
* Aldanmıştır.
* Azmıştır, çevresiyle arası bozulmuştur.
* Dönektir.
* Bilgilenmeye, aydınlanmaya kapalıdır.
Herhangi bir insanın yukarıdaki özellikleri taşıyor olması, onun bu hâle şeytan tarafından getirildiğini gösteren temel ölçüttür. Bu özellikleri taşıyan kişiler ise, “Onu şeytan çarpmış”, “Onu şeytan oyununa getirmiş, aklını azaltmış, düşürmüş” şeklinde tasvir edilirler.
Geçimlerini faiz yiyerek/tefecilik yaparak kazanan kimseler, aslında varlıklarını şeytânın kontrolüne girerek sürdüren ve bu şekilde ayakta kalan kimselerdir. Bu kişiler, Bakara/279'daki ifade ile, “Allah ve Elçisi'ne savaş açmış” kimselerdir. Bu konuyu iyi anlamak için, 279. âyetin bulunduğu tüm pasajın [261-281. âyetler] bir bütünlük içerisinde okunup düşünülmesi gerekir. Bu pasajda konu, muhtaçlara karşılıksız yardım [sadaka, infak] ile muhtaçları sömürü [ribâ/faiz] arasındaki karşıtlık ilişkisi içinde açıklanmaktadır.
Tefsircilerin pek çoğu 279. âyetin ihtarını kıyâmet gününe hamledip, “Faiz yiyenler kıyâmet günü, saralılar gibi dengeleri bozulmuş/şeytân çarpmış gibi kalkarlar ve bu halleriyle faiz yiyenlerden oldukları belli olur” şeklinde açıklamışlardır. Hâlbuki âyetin zâhirî [sözel] manası, böyle değildir. Olay tamamen dünya ile ilgilidir. Bize göre bu hatalı yorumlar, şeytân ve şeytân çarpması ifadelerinin, Kur’ân dışı kabullerinden kaynaklanmaktadır.

275. ayetin ifadesinden; şeytan çarpmış, yani şeytanın oyununa gelmiş kimselerin bu duruma, “Alışveriş riba gibidir.” demeleri yüzünden düştükleri anlaşılmakta, bir başka ifade ile, Rabbimiz onları, kendilerini bu şekilde kandırdıkları için “şeytan çarpmış” diye nitelemektedir. Ancak, bu kişilerin anlam bakımından birbirinden farklı şeyler olan “alışveriş” ile “riba”yı aynı görmelerinin, kendilerine göre mantıklı bir gerekçesi olması lâzımdır ki bu gerekçe olsa olsa; alışverişte de, riba doğuran işlemlerde olduğu gibi kazanç sağlama amacının güdülmesi ve alışverişle sağlanan kazancın da, varlıklarda bir artış, büyüme, fazlalık (riba) meydana getiriyor olmasıdır. Yani, Rabbimizin “şeytan çarpmış” olarak nitelendirdiği bu kişiler; kendi yaptıkları ödünç verme ve taraflardan birine “karşılıksız fazla” sağlayan mal takası işlemleri sonucu elde ettikleri artışın, büyümenin, fazlalığın (ribanın), alışveriş sonucu elde edilen kazançtan farklı bir şey olmadığını ileri sürmekte, alışveriş ile ribayı aynı görmektedirler.
Rabbimiz ise bu görüşe karşılık önce, “alışveriş”i helâl kılmak suretiyle “alışveriş”in tüm sonuçlarıyla meşru olduğunu ilân etmiş, yani alışveriş yoluyla sağlanan kârları, fazlaları (ribaları) yasak kapsamı dışına taşımıştır. Sonra da, ayette “er riba” şeklinde belirteçli olarak ifade ettiği “o riba”yı haram kılarak, yasaklanan ribanın; “alışveriş riba gibidir” diyenlerin kendi yaptıkları ödünç verme ve peşin mal takası işlemlerinde taraflardan birine sağlanan “karşılıksız fazla” olduğunu belirtmiştir.
Kaynak:İşte Kur'an (Hakkı Yılmaz)

devam edecek (aynı ana başlık altındaki alt başlıklar halinde)

Devamı burada
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Konu Kapatılmıştır

Bookmarks

Etiketler
alışveriş, borçlu, faiz, fazlalık, ferdleri, illet, islam, köleleştiren, nesi'e, riba, sömürgeleştiren, ticaret, ücret, ülkeleri, ödünç, şeytan çarpması


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:10 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam