4. January 2011, 10:41 PM | #11 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
Genel olarak yukarda yaptığım açıklamaların dışında şunu izah edeyimki. İnsanın mana olarak ne algıladığı önemlidir. Yani bir kişi evliyayı velinin çoğulu değilde ALLAH dostu olarak algılayıp o şekilde izahat etmesi şirk değildir. Buna belki lehçe farklılığı olarak bakmak gereklidir. Zira mana verenlerle sizin manalarınız arasındada tutarsızlıklar vardır.Bu durumda sizin doğru bildiğiniz yada başkalarının doğru bildiğinden çok insanın nasıl algılayıp inandığıdır. Zaten sorunda ordan kaynaklanıyor. Siz veliliği velayet olarak algıladığınız için karşı çıkıyorsunuz.başkası ise dost olarak algıladığı için öyle kabul ediyor. Kelimelerin tekel meallerinden çok şahıslar tarafından kabulunu ele alırsak o zaman tearuzlar azalır. Konu ebu Maruf tarafından (5. January 2011 Saat 12:43 PM ) değiştirilmiştir. |
|
5. January 2011, 02:00 AM | #12 | |||
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!
Alıntı:
yazımıza Alıntı:
Örnek verdiğiniz bu ayet: Açın gözünüzü! Allah'ın velîlerine –ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir– kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de. ayrı bir necmdir. Yunus;62–63: Açın gözünüzü! Allah'ın velilerine -ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir- kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de. Yunus;64: Onlara dünya hayatında ve âhiret hayatında müjde vardır. Allah'ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ayrı bir necm olan bu Âyet grubunda da yine çok önemli ve çok özel bir konu açıklanmaktadır. Bu konu, - اولياء اللّه evliyâullâh = Allah'ın velileri / yakınları, yardımcıları konusudur. Çarpıtılması sebebiyle dinî hayatta bir takım hurafelerin ve sapık akımların oluşmasına yol açmış olan bu konu, önemli olduğundan incelemeye tâbi tutulacak, bunun sonucunda da Kur'ân terminolojisine ait olan "Allah'ın Evliyası" ifadesinin gerçek anlamı ortaya konacaktır. Şimdiye kadar hep Allah'ın kullarına yakınlığı, yardımcılığı ile ilgili olarak kullanılmış olan veli [yakın, yardımcı] sözcüğü, ilk kez Yûnus Sûresinin 62. Âyetindeki evliyâullâh ifadesi dolayısıyla "kulların Allah'a yakınlığı, yardımcılığı" şeklinde gündeme gelmektedir. Çünkü bir izafet terkibi [isim tamlaması] olan اولياء اللّه - evliyâullâh ifadesi, sözcük anlamı itibariyle Allah'a yakın olanlar demektir. اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ifadesi Kur'ân'da geçtiğine göre, Rabbimizin kendisine yakın, yardımcı olarak gördüğü bazı kimselerin varlığı tartışmasızdır. Önemli olan, bu "yakın, yardımcı" insanların kimler olduğudur. Ne var ki, bu insanların kimler olduğu konusu tamamen çarpıtılmış, kimler olduğunu öğrenmek için Kur'ân'a başvurulacağı yerde, yalan yanlış söylentiler dikkate alınarak Kur'ân dışı acayip bir terminoloji üretilmiştir. Dîne Kur'ân dışında kaynak aramak anlamına gelen bu davranışlar, tevhit dininin dışına çıkılmasına yol açarak İslâm'a ters yabancı inanç ve kültürlerdeki bazı kabullerin İslâm'a sokulması neticesini doğurmuştur. Bu kabullerin kendilerini nasıl bir pisliğin içine sürüklediğini fark edemeyen zavallılar ise, İslâm'a Kur'ân dışı kaynak icat eden müşriklerle birlikte boğazlarına kadar bu pisliğin içine batmışlardır: (Tövbe: 28) Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. … Oysa evliyâullâh' ın kimler olduğunu anlamak için şirke batmaya hiç gerek yoktur. Çünkü Rabbimiz bunların kimler olduğunu Kur'ân'da açıklamıştır: (Enfâl: 34) Onlar Mescid-i Haram'dan geri çevirip dururken, Allah onlara neden azap etmeyecekmiş? Onlar O'nun evliyâsı [yakını, yardımcısı] da değiller. O'nun evliyâsı [yakınları, yardımcıları] sadece takva sahipleridir. Velâkin onların ekserisi bilmiyorlar. Zihinlerindeki sorulara Kur'ân yerine uydurma rivayetlerde cevap arayanlar, bu konuda da Kur'ân'ı dikkate almamışlar ve evliyâullâh terkibine kendilerince, uydurmalar arasından cevap hazırlamışlardır: Peygamber Efendimize "Evliyâullah kimdir?" diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: "Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir. [51–21] (İbn-i Mace Zühd-4) Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadiste de "Kendileri şehit veya nebi olmadıkları halde nebilerin ve şehitlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık bağı olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden" bahsedilmektedir. [51–22] (Müsned, 5/343) Evliyâullah, Allah için severler, birbirlerine dost, yârân, ahbâb olurlar. [51–23] (Ebû Davûd; Sünen/2, 4596. rivâyet) Yüce Allah, Yûnus ve Enfâl Sûrelerinin yukarıda verdiğimiz Âyetlerinde اولياء اللّه - evliyâullah = Allah'a yakın olanlar, "mütteki müminler'dir" buyurarak evliyâullah terkibini açıklamışken; uydurma rivayetlerle Evliyâullah' a Allah'ın beyanına uymayan başka açıklamalar getirmek, bize göre ancak haddini bilmez İslâm düşmanlarının işi olabilir. Müslümanların ömürlerinin boşa geçmesini sağlamak isteyen art niyetli, şeytan tıynetli bu kimseler, zehirli görüşlerinin cilâsı olarak "hadis" kavramını kullanmışlar ve kendi uydurduklarını peygamberimize isnat etmişlerdir. Biz burada, peygamberimizi bu iftiralardan tenzih etmeyi bir borç olarak görmekteyiz. Buraya kadarki açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: اولياء اللّه - evliyâullah sözcüğünün esas anlamı Allah'a yakın olanlar demektir. "Allah'a yakın olanlar" ise, Rabbimizin ifadesiyle "muttaki müminler'dir." Bu noktada sorulması gereken soru şudur: " Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir: (Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır. (Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız." (Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler. Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır. Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır: (İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] ! O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir: • Allah insanları ne için yaratmış, onlara neden kitaplar ve peygamberler göndermiş ve onlardan neler istemiştir? • Allah'ın insanlardan istedikleri kimler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir, Sünnetullah nasıl cereyan etmektedir? • Allah'ın düşmanları kimlerdir, bunlar neler isterler, nasıl davranırlar? Bu soruların cevapları hem belli hem de kolaydır: Allah, dünya yaşamında adaletin sağlanmasını, küfrün, şirkin, nifakın yok edilmesini, dinin tümüyle Allah'a özgü kılınmasını istemekte ve O'nun bu istekleri de biz kullarının ortaya koyduğu mücadele [cihad] nispetinde gerçekleşmektedir. Allah'ın kurulmasını istediği düzeni kendisi kurmayıp kullarına bırakması ise kullarını sınamak istemesinden ötürüdür: (Muhammed: 4) Öyleyse, inkârcılarla karşı karşıya geldiğinizde, boyunları vurun. Sonra, onları iyice sindirince, bağı sıkıca bağlayın; sonra, savaş sona erince, ya karşılıksız ya da kurtarmalıkla salıverin. –İşte eğer dileseydi, onların hakkından bizzat gelirdi; ama bu, sizi birbirinizle sınamak içindir.– Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların işlerini saptırmayacaktır. Demek oluyor ki, Allah'ın istediklerinin gerçekleşmesi için çaba harcayanlar [yani peygamberimiz hayatta iken ona yardım edenler ve Allah'ın dinini ayakta tutmaya çalışanlar, kelimenin tam anlamıyla Allah'a yardım etmiş olmaktadırlar. Başka bir ifade ile اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ve انصار اللّه - ensârullâh = Allah'a yardım edenler Allah'ın koyduğu emir ve yasakları benimseyerek O'nun dinine sarılıp o dinin yayılması için canla başla çaba harcayanlardır. Bu kimseler Kur'ân tarafından "muttaki müminler" olarak nitelenmektedir. Evliyâullâh ve ensârullâh ifadelerinin asıl anlamları bu olmasına rağmen, velî sözcüğünün ve türevlerinin gerçek anlamlarından saptırılıp gayet sığ olarak "dost" anlamında ifade edilmesi sonucu iş çığırından çıkmış ve basit gibi görünen bu yanlışla Allah ile kulun, kul ile Allah'ın arasında "gönül bağı" anlamında bir dostluktan söz edilir olmuştur. Zaten dinî alanlardaki sapmaların çoğu da metinde sözcük anlamıyla kullanılmış sözcüklerin sanki birer kavrammış gibi dayatılmasından kaynaklanmıştır. Türkçede doğru anlamı dışında da kullanılan "dost" sözcüğünün gerçek anlamı tespit edilmeli ve bu konuda nasıl bir sapmaya yol açtığı açıkça gösterilmelidir. Aslı dust ve çoğulu da dostân olan dost sözcüğünün anlamı Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş demek olup dilimize Farsçadan girmiştir. Allah'ın sıfatları hakkında az çok bilgisi olan herkesin kabul edeceği gibi, bu sözcüğün anlamı, herhangi bir kimsenin Allah'la dostluk ilişkisi içerisinde gösterilmesine engeldir. Bu nedenle, "bir kimsenin Allah'a dost olması" veya "Allah'ın bir kimseyi dost edinmesi", dost sözcüğünün anlamı itibariyle yanlış ifadelerdir. Diğer taraftan, anlam olarak birbirinden farklı olmaları sebebiyle, dost sözcüğü ile Arapçadaki velî sözcüğünün aynı anlamda kullanılması da son derece büyük bir hatadır. Yanlış anlamlı sözcük kullanma hatası Allah ile ilgili bir konuda yapıldığında, bunu "hata" sözcüğüyle açıklamak da mümkün değildir. İnsanların basit dünya işlerindeki iyi ilişkilerini, yakınlıklarını anlatmak için kullanılan dost sözcüğünün Allah ile O'nun her konuda astı olan insanlar arasındaki mecazî yakınlığı ifade etmek için kullanılması, bu fahiş hatayı yapanların maksatlı olabileceklerini düşündürmektedir. Çünkü bu fahiş hata, yapanların ne Arapçadaki yetersizliklerinden, ne de Allah hakkındaki bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu kimseler, böyle bir hatayı yapmayacak kadar Arapçaya vâkıftırlar ve Allah'ı da gayet iyi tanıdıkları iddiasındadırlar. Sonuç olarak, Allah'ın insanlara yakınlığı mecazidir ve bu yakınlık Allah'ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması, onlara yol göstererek yardım etmesi ve onları koruması şeklinde tezahür etmektedir. Muttaki müminlerin Allah'a yakınlığı ve yardımcılığı ise Allah'ın dininin yayılması ve yaşanması için çaba göstermeleridir. Asıl konumuz olan "velî" sözcüğüne dönecek olursak; bu sözcük üzerinde uzunca durmamızın sebebi, sözcüğün kavramlaştırılarak tevhide aykırı biçimde kullanılıyor olmasıdır. Çünkü çok eskilerden beri "velî" veya "evliyâ" diye bir üst sınıf din adamı tipi oluşturulmuş, bu sınıfa mensup sahte "velî"ler tıpkı Hıristiyanlıktaki ruhbanlar gibi birçok din dışı işleri yapar olmuşlardır. Kendilerine has tevîl yöntemleriyle her türlü İslâm dışı düşünceyi üretmiş olan bu sahte "velî'lerin" tuzağına düşen zavallıların sayısı ise, ne yazık ki pek çoktur. Dolayısıyla, bu sahtekârlar kandırdıkları akılsızların "velîsi", şeytanlar da bu sahtekârların velîsi", durumundadır. Böyle bir felâkete uğramamak için dini sadece Allah'a özgülemeyi ve bizi bu doğru yoldan ayırmaması için O'na yönelmeyi öneriyoruz: "Allah, dini kendisine has kılmak için gayret sarf edenlere velâyetini [yakınlığını, yardımcılığını, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcılığını, şefaatini, mürşitliğini ve koruyuculuğunu] esirgemesin! Bu gayret içerisinde olan mümin muttaki kullarını da "evliyâullâh" ve "ensârullâh" olarak kabul etsin! Bu yolda yürürken O'nun çizdiği rotadan, koyduğu kurallardan çıkmamaya çalıştığımız ve başka bir rehber arkasına düşmediğimiz için de bizleri "halîl" sıfatıyla şereflendirsin!" Alıntı:
Diğer cevaplarınıza da cevap vereceğim . İnşaallah. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
|||
5. January 2011, 07:25 AM | #13 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
O halde burdaki bütün kardeşler güvensiz mealleri kaynak olarak veriyorlar.O halde ya siz bir meal yazın burdaki kardeşlerimiz diğer mealleri bırakıp sizin mealinize göre kaynak versinler. Kaldıkı yakınlıkla dostluk arasında mana olarakda çok fark yoktur. Bana yakın olan birisinin akrabalık bağı yoksa o zaten benim dostumdur. Yani kelimelerin kök ve mastarlarına inilecek olursa zaten hiç bir mealin doğruluğu söz konusu olamaz. Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değildir.Buna ne sizin nede meal yazan insanların ilmi yetmez.Size sizin yazılarınızdan küçük ve büyük sesli uyumuna uymayacak bir çok kelime bulabilirim.Buda ne olur bunların türkçe olmadığı manasına gelir o durumda buna mealde denemez sizin iddianıza göre. Meal kelimesi bile başlı başına türkçe değildir. O halde sizin vereceğiniz her Ayet mealine ben kelimeler eş anlamlı olduğu halde itiraz ederek konuyu başka yerlere taşıyabilirim. Şimdi böyle yaparsam bu müzakeremi olur elinizi vicdanınıza koyun ve kendi kendinize cevabını verin. selametle Konu ebu Maruf tarafından (5. January 2011 Saat 12:47 PM ) değiştirilmiştir. |
|
5. January 2011, 06:17 PM | #14 | |||||||
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!
Alıntı:
Sorularınızı ve yazdıklarınızı görünce yazıların yeterince tefekkür edilip irdelenmediğini düşünüyorum. Alıntı:
Alıntı:
Ben yine de bu sorunuzun cevabını yazımdan alıntı yaparak vereyim. "... Buraya kadarki açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: اولياء اللّه - evliyâullah sözcüğünün esas anlamı Allah'a yakın olanlar demektir. "Allah'a yakın olanlar" ise, Rabbimizin ifadesiyle "muttaki müminler'dir." Bu noktada sorulması gereken soru şudur: " Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir: (Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır. (Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız." (Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler. Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır. Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır: (İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] ! O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir: • Allah insanları ne için yaratmış, onlara neden kitaplar ve peygamberler göndermiş ve onlardan neler istemiştir? • Allah'ın insanlardan istedikleri kimler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir, Sünnetullah nasıl cereyan etmektedir? • Allah'ın düşmanları kimlerdir, bunlar neler isterler, nasıl davranırlar? Bu soruların cevapları hem belli hem de kolaydır: ..." Cevabın geri kalan kısmını yazımızdan inceleyebilirsiniz. Değerli Kardeşim! Kur'an Arabiyyen gelmiştir. Meallendirilmesi de Arabiyyenin kurallarına göre olur. Sizin ya da benim görüşlerimize göre değil. Sizin örnek verdiğiniz mealleri yazan insanlar metne ve dile sadakat göstermedilerse bu onların sorunudur. Arap bir tanıdığınız varsa sorun bakalım "veli,evliya,vela,mevla" kelimelerine ne diyecekler. Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Türkçe olmayan bir sözcük "Türkçeye" geçmiş olan bir sözcük ise ve bu sözcük ile ilgili bir araştırma yapılacaksa o sözcüğün "geçtiği dildeki" kök yapısına bakılır. Evet Türkçe değildir. Alıntı:
Kur'an Arabiyyendir (Arapçanın gramer yapısına göredir.) eğer Kur'an'da geçen bir sözcüğü(Allah vahyinde Çelişki ve tutarsızlık yoktur ilkesi vardır.) Arapça gramer yapısına uygun olmayan bir sözcük konulursa gerekçeleriyle birlikte bunun böyle olmayacağını göstererek karşı görüşte bulunabilirsiniz. Söz konusu olan Kur'an ayetleridir. Allah'ın ayetlerinde asla çelişki ve tutarsızlık yoktur.Yazdığım meallerde çelişki görürseniz buyrun gerekçeleriyle birlikte ortaya koyun hatamız varsa bizim ilmimizin yetersizliğindendir deriz ve hatamızı düzeltmeye çalışırız. Değerli Kardeşim! Yazdığınız yazılar ile ilgili görüşlerimi gerekçeleri ile belirtiyorum. Müzakerede bulunacaksınız siz de aynısını yapınız. Müzakeremiz "Dam başında saksağan kaz beline vurmayı" örneğindeki gibi olmasın. Dinin bana göresi sana göresi olmaz. Din Allah'a göre olur. Ayetler hakkında -Müteşabih olan ayetlerin önceliklemesi dışında-bu benim görüşüm şu senin görüşün olmaz sadece Allah'ın görüşü olur. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
|||||||
5. January 2011, 08:07 PM | #15 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
Yani Şeyhin Himmeti Şeyhin ALLAH Dostu olmasıyla yada ALLAH a yakın olmasıyla nasıl bir farklılık arz eder. selametle |
|
5. January 2011, 09:41 PM | #16 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!
Yazdıklarınız ve yazdıklarımız ortada. Sorularınız ve cevaplarımız da ortada. Sizin anlayışınız size benim anlayışım da bana olsun. Okuyanların büyük çoğunluğu Arapça bilmediklerinden sorunuzu sure adı ve ayet olarak belirterek sormanız okuyuculara saygı yönünden daha şık olurdu. إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ "İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun" Sorduğunuz bu ayet MAide suresinde olup 54,55,56,57,58 ayetleri ile birlikte bir necm oluşturur. 54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir. 55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir. 56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir. 57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın. 58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır. Bu âyet grubunda, dinden dönenler ve İslâm düşmanları hakkında kurallar konulmaktadır: • Dinlerinden dönecek olurlarsa –ki bunun kendilerinden başka kimseye zararı olmaz– mü’minler bilmelidirler ki, Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir, Allah, onları sever, onlar da Allah'ı severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. • Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir. • Mü’minin velîsi Allah, O'nun Elçisi ve rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir. • Allah'ı, Elçisi'ni ve iman edenleri velî edinenler bilsinler ki, Allah'ın taraftarları kesinlikle gâlip olacaklardır. • Mü’minler, kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dinlerini alay ve eğlence edinenleri velîler edinmemeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar. • Mü’minler tarafından salâta çağırılanlar, –akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayı– onu alay ve eğlence edinirler. Akıllı bir toplum olsalar bunu yapmazlar. Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah bunları söylüyor. Biz bunları anlayamayız açılıma ihtiyacımız vardır diyenlere de bakın neleri söylüyorlar. 55. âyetteki, “rükû hâlinde zekât vermek” –rükû sözcüğünün yanlış anlaşılmasından dolayı– ifadesi çarpıtılarak birtakım masallar üretilmiştir. İbret-i âlem için bunları teşhir ediyoruz: Dilencinin biri, Peygamber'in (s.a) mescidinde bir şeyler dilendiği hâlde kimse ona bir şey vermemişti. O sırada Hz. Ali namazda ve rükû hâlinde bulunuyordu. Sağ elinde de bir yüzük vardı. Dilenciye eliyle işaret etti ve nihâyet dilenci de o yüzüğü aldı el-Kiya et-Taberî der ki: “İşte bu, az amelin namazı iptal etmediğine delalet etmektedir. Çünkü, rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermek, namazda yapılan bir iş olup, bundan dolayı namazım iptal etmedi.” Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu ise, nafile sadakaya da zekât adının verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. Ali rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermişti. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: Fakat, kendisi ile Allah'ın rızasını istemek kastıyla verdiğiniz zekât ise, işte onlar kat kat artırılanlardır (Rûm/39). İşte burada farz ve nafile de zekâtın kapsamına girmektedir. Buna göre zekât adı, hem farzı hem de nafile sadakayı kapsayan bir isim olmaktadır. Tıpkı,sadaka ve salât isimlerinin her ikisini de [farz olanı da nafile olanı da] kapsaması gibi. Derim ki: Buna göre, burada zekâttan kasıt, yüzüğünü sadaka olarak vermektir. Zekât lafzının, yüzüğü sadaka olarak vermek şeklinde yorumlanması ise uzak bir ihtimaldir. Çünkü zekât, ancak kendisi için has olan lafzı ile kullanılır. Bu da, daha önce Bakara sûresi'nin baş taraflarında geçtiği gibi, farz olan zekâttır Aynı şekilde bundan önce geçen, Namazını kılan ifadesinin anlamı da böyledir. Namazın ikâmeedilmesinin anlamı ise, namazı vakitlerinde ve bütün hukukuna riâyet ederek kılmaktır. Bundan kasıt da farz olan namazdır. Daha sonra yüce Allah, Ve rükû hâlinde iken buyurmaktadır. Bundan maksat ise, nafile namazdır. Şöyle de denilmiştir: Rükû'un tek başına zikredilmesi, onun şerefline dikkat çekmek içindir.Yine denildiğine göre mü’minler, bu âyetin nüzûlü esnasında kimileri namazını tamamlamış, kimileri ise rükû hâlinde bulunuyordu. İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu, namaz esnasında amel-i yesir diye bilinen az miktardaki amelîn caiz olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Çünkü, burada bu ifade övgü sadedindedir. Övgü ile ilgili asgari hüküm ise, övülen şeyin mübah oluşudur. Ali b. Ebî Tâlib'in (r.a) dilenciye kendisi namazda iken bir şeyler verdiği rivâyet edilmektedir. Bunun, nafile namazda iken yapılmış olması da mümkündür. Zira, farz namazda böyle bir şey yapmak mekruh görülmüştür. Övgünün, her iki hâlin bir arada olmasına yönelik olma ihtimali de vardır. Adeta namaz ve zekâtın vücubuna inanan kimseyi nitelendirerek, namazdan rükû diye söz etmiş, bunların farz oluşuna inanmayı da bunların fiilen yapılması diye ifade etmiştir. Nitekim, “Müslümanlar namaz kılanlardır” derken, onların bu hâlde iken namaz kılan kimseler olduklarını kastetmediğin gibi, yalnızca namaz hâlinde iken onlar övülmüş olmuyor. Bu ifade ile, bu davranışı yapıp, onun farziyetine inanan kimseler kastedilmektedir. "rükû", “şirk koşmadan kulluk etmek”tir. Burada ise, “tam, mükemmel bir imana sahip olarak zekâtını verenler” demek olup münâfıklara karşılık gerçek mü’minler övülmektedir. Mealde Arapça olarak bıraktığımız sözlerle ilgili olarak sitemizin namaz başlığı altındaki "salat" kısmına bakılabilir. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
5. January 2011, 10:17 PM | #17 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
selametle |
|
5. January 2011, 10:26 PM | #18 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
Şeyhin Himmeti Şeyhin ALLAH Dostu olmasıyla yada ALLAH a yakın olmasıyla nasıl bir farklılık arz eder bu sorunun cevabını beklediğimi tekrar hatırlatmak istemiştim.Bir dahada hatırlatma yapmayacağım.Zira hiç kimseye rahatsızlık vermek gibi bir niyetim yok belki unutmuşunuzdur diye hatırlatmak istedim. selametle |
|
5. January 2011, 10:55 PM | #19 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli KArdeşim!
Allah'ın görüşünün belli olmadığı yerde Allah'ın dini de olmaz. Dolayısıyla da dinine bağlı kullar olmaz. Allah görüşünü Resulune tebliğ ettirdiği vahyi ile belirtmiştir. Kur'an anlaşılır mı Kur'an yaşam kitabıdır (Mâide: 15–16) Ey kitap ehli! Kesinlikle Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah'tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. Allah onunla [Kitap'la] kendi rızasına uyanları selamet yollarına kılavuzlar. Onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar. (Bakara: 257) Allah, inananların Veli'sidir [Yakın Kimsesidir]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tâğûttur ki, kendilerini nûrdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem ashabıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar. (Hadîd: 9) O [Allah], Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık Âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir. (Talâk: 10–11) Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey kavrama yeteneği olan iman etmiş kimseler! Allah'a karşı takvalı olun. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve sâlihatı işlemiş kimseleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah'ın açık açık Âyetlerini [mucizelerini] okuyan bir Elçi indirdi. Ve Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere girdirir. Allah onun için rızkı güzelleştirmiştir. (Nûr: 55) Allah, sizlerden iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş olan kimselere, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını [başkalarının yerine geçireceğini], onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından sonra, onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim inkâr ederse, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir. (Âl-i İmrân: 110) Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mümindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. (Hac: 41) İşte o kimseler [Allah'a yardım ettikleri için Allah'ın yardımına mazhar olmuş kimseler], eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikame etmişlerdir, zekâtı vermişlerdir, ma'rûfu emretmişlerdir ve münkerden alıkoymuşlardır. İşlerin sonucu sadece Allah'a aittir. (Yâ–Sîn: 2–6) Babaları uyarılmamış bu yüzden de kendileri gafil [duyarsız] bir kavmi kendisiyle uyarasın diye Azîz [çok güçlü], Rahîm'in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur'ân'a andolsun ki sen, o gönderilenlerdensin [Elçilerdensin], hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin. (A'râf: 158) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun." Değerli Kardeşim! Kur'an'ı okudukça Allah'ın görüşlerinin ne olduğunu anlıyor ve ona göre de yaşamımı düzenlemeye çalışıyorum. Bu benim seçimimdir. Şüphesiz her insan seçiminin sonucuna ulaştırılır. Siz Allah'ın görüşünü öğrenmek için O'nun vahyi yerine Şeyhlerin himmetine ihtiyaç duyuyorsanız... Bu da sizin seçiminizdir. Her insan seçimlerinin sonuçlarına ulaşır. Sizin seçiminiz size benim seçimim de bana hayırlı olur inşaAllah. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
6. January 2011, 07:36 AM | #20 | ||||||
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 176
Tesekkür: 627
164 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
Kul »»» Allah arasında aracı yoktur. Okları koydum ki karıştırmayın. Bir kulun Allaha/hidayete ulaşmasına peygamberin dahi bir yardımı olamaz. Kul Allaha ulaşmayı kendisi bulmalıdır. Bu ise ameller ile olur. Kestirme yoldan zengin olmak isteyenleri kandırmak için şeytan nasıl piyangoyu icad etmişse kestirme yoldan hidayeti düşleyenler için de İblis bu tip tarikatler/yollar icad etmiştir. Halbuki Allaha yaklaşmanın yolu takvadır. Nasıl takvalı olunacağı ise Kuran'da detaylıca açıklanmıştır. Zaten takip edilecek taklit edilecek ilme sahip biri bulmak isteseniz önce onun hidayette olup olmadığına emin olmak gerekir. Kuran'da ise Allah kimsenin hidayette olup olmayacağına emin olmaması bunu kendisininden başkasının bilemeyeceğini söyler. Alıntı:
Orada benim anladığım Allahın hoşnut olacağı bir şey yapmak için sürekli "fırsat kollamak" ve bunları yapmak üzere sürekli gözü açık olmaktır. Orada da zaten bir savaş durumu örnek olarak veriliyor yani "Allah yolunda cihadı da Allaha ulaşmak için fırsat olarak kullanabilirsiniz" deniyor gibi geldi bana. Yani bir amel söz konusu bir insan değil. Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
|
||||||
Bookmarks |
Etiketler |
demektir, himmeti, şeyhlerin |
|
|