hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 36.Tarık Suresi

 
 
Seçenekler Stil
Alt 27. September 2008, 10:51 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart Tarık Suresine giriş

Adını 1. âyetteki الطّارق [et-Târık] sözcüğünden almış olan sûreyi, konuları itibariyle üç ayrı bölüm olarak değerlendirmek mümkündür. Birinci bölümde insanın yaratılış ve yapısı delil gösterilerek âhiret ispat edilmiş; ikinci bölümde Kur’ân’ın tartışılmazlığı bildirilmiş; üçüncü bölümde ise inananlar desteklenerek maneviyatları arttırılmış, inançsızlar da açık tehditlerle uyarılmıştır.


Hakkı Yılmaz'ın Târık Sûresi-1. Bölüm.
19 Ekim 2017 tarihinde yayınlandı.

1. Târık sûresi 3 gruptan oluşmaktadır.a)İnsanın yaratılışı ve yapısı, b)Kur’ânın tartışılmazlığı, c)İnananların maneviyatı arttırılması ve İnançsızların tehdit edilmesi.
2. Semâ ve Târık’a kasem, vav edatı ile başlamaktadır.
3. Semâ: (Yüksek yer) (Bilginler)
4. Târık sözcüğünün anlamı.( Ses işitilecek şekilde, tokmak gibi çarpmak.)
5. Târık: (Delip geçen yıldız, Kur’ân âyetleri grubu) (Mürselât 1-7, Şuâra 200-201)
6. Vuruşlu yıldız kaseme kanıt olamaz.
7. Hâfız: (Koruyucular)
8. Bağışıklılık sistemi hakkında. kısa bilgi.
9. İnsan kendi bünyesini incelemelidir. Bu FARZDIR.
10. Bilim konusunda Müslümanların acınacak durumu Hk. Özeleştiri.
11. Mâ-i Dâfik:Atıcı, atan su. (Atılmış su değil)
12. Sulb ve Terâib ne demek? (Adrenalin)
13. Hormonlar ve Yaşam hakkında kısa bilgi.
14. Bağışıklılık sisteminin temel öğeleri. (Akyuvarlar, Lenf düğümleri, Endokrin sistem.)
15. Sırların meydana çıkarıldığı gün. (Bakara 28, En-Âm 36)
16. Rac’ :Geri döndürme.
17. Protein deyip geçmeyin!


Hakkı Yılmaz'ın Târık Sûresi-2 Bölüm
26 Ekim 2017 tarihinde yayınlandı.

1. Yalanlamaya devam edene ne denir?
2. Kuvvetin ve Nasr sözcüklerinin nekre (belirteçsiz) olmalarının sebebi.
3. Âhirette kurtaracak hiçbir güç ve yardımcı yoktur.(Bakara 123, Hacc 56, Şuâra 88-89)
4. Dönüş sahibi semâ. (Bilginler)
5. Kavl-i fasl. (Ayırıcı söz.) KUR’ÂN. (Hak ile bâtılı ayırır) Şaka, folklor malzemesi değildir.
6. Arz. (Yeryüzü) Seviyesiz. (Cahil adamlar)
7. Keyd. (Tuzak-Hile-Düzenbazlık)
8. Müşriklerin tuzakları. (Çürümüş kemikler misali ve benzerleri)
9. Allah tuzak kurar mı? Müşâkele (şekillendirme) san’atı hakkında kısa bir bilgi.
10. Müşâkele sanatına örnekler.(Şûra 40, Âl-i İmran 14, Haşr 19, Nisâ 142, Câsiye 34, Neml 50, Enfal 30, Tevbe 79)
11. Allah unutur mu?. (Tâ-Hâ 124-126) Cezalandırma.
12. Kâfirlere süre tanınması. (İslâm dininin tanıtılmasında metod) Mesafelenmek.
13. Earz: Yüz çevirmek değil.
14. Allah’ın plânına riayet edilmelidir.
15. Târık sûresinin güncel mesajı.
16. Kur’ân’ın anlaşılması faaliyetine karşı çıkanlar, yalan ve iftira atanlar.
17. Müslüman çeşitleri: a) Mü’min, b)Müşrik, c)Münâfık. (Hucurat 6 ve Nahl 105 deki öğütler.)
18. Sıyam da işteşlik nasıl sağlanır? (Kefaret oruçlarında. Suçlunun oruç esnasında düşünmesi)
19. Kadının özgürlüğü konusu. (Rahman 56)
20. Âhirette cinsiyet var mıdır?
21. Âhiretteki eş nasıldır? (Yeni bir yaratılış)


RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1-4.Bilginler ve Târık; delip geçen Kur’ân âyetleri grubu tanıktır ki, kesinlikle her benliğini tamamlamış varlığın üzerinde birtakım koruyucular vardır.

5.Onun için insan neden oluşturulmuş olduğuna bir baksın; 6,7omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkan, atıcı bir sudan; “östrojen” ve “testosteron”dan başlanarak oluşturuldu.

8,9.Şüphe yok ki o Yaratıcı, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün, onun geri döndürülmesine güç yetirendir. 10.Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı.

11-14.Öldükten sonra dirileceğine inanan bilginler, cahil, inançsız kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin durumu kanıttır ki kuşkusuz o, ayırıcı bir karardır. Ve o bir şaka değildir.

15.Şüphesiz onlar, oldukça tuzak kuruyorlar. 16Ben de onları cezalandırırım.

17.Bu yüzden sen kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere mühlet ver, onlara azıcık zaman tanı.

TAHLİL:

1-4.Bilginler ve Târık; delip geçen Kur’ân âyetleri grubu tanıktır ki, kesinlikle her benliğini tamamlamış varlığın üzerinde birtakım koruyucular vardır.

Ayetlerin Hakikat anlamı, “Semâ’ya ve Târık’a kasem olsun ki, –Târık’ın ne olduğunu ne bildirdi sana? (O) delip geçen necmdir. – Hiçbir nefis yoktur ki, üzerinde bir takım koruyucular bulunmasın. [mutlaka her insanın üzerinde bir takım koruyucular vardır].” Şeklindedir. Biz mealde Mecaz anlamlarını sunduk.

1-4. âyetler bir kasem cümlesidir. Ancak, kasem cümlesinin içindeki 2-3. âyetler, “Târık”ın ne anlama geldiğini bildiren bir parantez içi cümledir. Bu sebeple parantez içi cümle, kasem ve kaseme cevap bölümünden ayrı olarak tahlil edilecektir.

Semâ’ya ve Târık’a kasem olsun ki, hiçbir nefis yoktur ki, üzerinde bir takım koruyucular bulunmasın [mutlaka her insanın üzerinde bir takım koruyucular vardır].

Kasem cümlesinin yapısı ve anlamı hakkında daha önce verdiğimiz ayrıntılı açıklamalara uygun olarak, burada da semâ ve târık kanıt gösterilerek her insanın üzerinde bir takım koruyucuların var olduğu tezi ileri sürülmektedir.

SEMÂ: Burûc sûresi’nde de açıkladığımız gibi, السّماء [semâ] sözcüğü sadece –dilimize geçmiş– “gökyüzü” anlamıyla kabul edilirse, sözcüğün kullanıldığı bu cümlenin anlaşılması zorlaşmaktadır.

Dolayısıyla sözcüğün ne anlamlara geldiğini açıklayan Lisânü’l-Arab’ın semâ ile ilgili maddesini hatırlamakta yarar görüyoruz:

السّماء [semâ] sözcüğü, “yükseklik, yücelik” anlamındaki السّمو [es-sümüvv] sözcüğünün türevlerindendir. Her yüksek ve yüce şeye, es-semâ denilir. Gökyüzüne semâ denilmesinin sebebi, yeryüzünden yukarıda oluşundandır. Her bir şeyin üstüne ve üstününe semâ denilir. Meselâ matematiğe de semâ denir. Çünkü matematik üstün bir ilimdir. Herhangi bir şeyin üst kısmına da semâ denir. Ayakkabının üstü semâ’dır; evin tavanı da semâ’dır. Hatta bulutlara ve yağmura da semâ denmiştir. es-Semâ’nın fiili olan semâ, حسيب [hasîb=ince hesap bilen, muhasebeci] ve şerîf [onurlu, erdemli] kimselerin işleri için kullanılır. Bu demektir ki, iyi hesap [matematik] bilen kimseler de semâ’dır.[1]

Bize göre sözcüğün buradaki en uygun anlamı, “bilenler, âlim kişiler” anlamıdır.

TÂRIK: الطّارق [târık] sözcüğü, “bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmak” anlamına gelen tark kökünden türemiş bir ism-i faildir. “Çekiç” ve “tokmak” anlamındaki مطرقة [mıtraka] sözcüğü de bu kökten türemiştir. Târık sözcüğü zaman içinde bu asıl anlamı genişletilerek başka manalarda da kullanılır olmuştur. Meselâ, طريق [tarîk] sözcüğü, üzerinde yürüyen yolcuların ayak vurması sebebiyle “yol” anlamında kullanılmıştır. Târık sözcüğü de esasen “tokmak vurur gibi şiddetle vuran” demek olmasına rağmen, “ayak vurmak, yol tepmek” manasıyla lügat örfünde [dilbilgisi geleneğinde] “yola giden yolcu”ya isim olmuş ve bu anlamda yaygın şekilde kullanılır olmuştur. Daha sonra geceleyin kapıyı çalarak yürek hoplatan ziyaretçi manasında özelleştirilerek, “gece gelen” anlamında kullanılan târık sözcüğü, bu manasının genişletilmesi sonucu, “geceleyin ortaya çıkıp yürek çarptıran maddî veya hayalî her şey” için kullanılır olmuştur.[2]

HÂFIZ: Günlük hayatımızda, “Kur’ân’ı ezberlemiş kişi” anlamında kullandığımız حافظ [hâfız] sözcüğü, “koruyucu” demektir. Sözcüğün Kur’ân’ı ezberleyen kişiler için kullanılıyor olması da aslında o kişilerin ezberlemek sûretiyle Kur’ân’ı korumalarındandır. Âyetteki حافظ [hâfız] sözcüğü, nefy edatından sonra kullanılmış olup nekredir ve bu şekilde kullanıldığı için “genellik” ifade eder. Bundan dolayı da “bir koruyucu” değil, “bir takım koruyucular” anlamına gelmektedir.

Kasem cümlesi, sözcüğün bu “genellik” ifadesi dikkate alınarak okunduğunda, târık vesemâ‘nın kanıt gösterilmesi sûretiyle, her insanda bir takım koruyucuların bulunduğunun iddia edildiği görülmektedir.

Biyoloji biliminin gelişmesi sonucu, bilim adamları tarafından teşhis edilmiş ve ortaya konmuştur ki; bu bir takım koruyucular, “bağışıklık sistemi, endokrin sistem [iç salgı sistemi] ve beyindeki dikkat fonksiyonu gibi zihinsel fonksiyonlar”dır.

Her insanın üzerinde var olan bu koruyucular hakkında sûrenin sonuna, “Hormonlar ve Yaşam” ile “Bağışıklık Sistemi” adlı iki bilimsel yazı alıntılanmıştır. Rabbimizin insanların gözlerine sokarcasına yarattığı mucizeleri biraz daha yakından tanımak isteyenlerin bu yazıları dikkatlice okumalarını öneriyoruz. Ayrıca insanın biyolojik ve psikolojik yapısını inceleyen bilim adamlarının da, insanın yapısında “koruyucular” olduğunu bildiren ilk bilginin Kur’ân’da yer aldığı gerçeğini herkese ilân etmelerini bekliyoruz.

Buradaki hâfız sözcüğü, Ra‘d/11, En‘âm/61 ve İnfitâr/10-11′deki sözcükleri aynı olan ifadeler ile karıştırılmamalı ve kesinlikle “melek” olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü hâfızsözcüğünü burada “melek” olarak anlamak ve çevirmek, Kur’ân’ın asıl mesajının anlaşılmasına engel teşkil ettiği gibi, dinde de hurafelerin oluşmasına yol açmaktadır.

–Târık’ın ne olduğunu ne bildirdi sana? (O) delip geçen necmdir.–

Târık sözcüğünün, “tokmak gibi şiddetle vuran” anlamına geldiği yukarıda açıklanmıştı. Burada ise târık‘ın bir “necm” olduğu bildirilmektedir. Necm sözcüğünün “yıldız” manası dikkate alınırsa, birçok eserde yer aldığı gibi, târık‘ı “vuruşlu yıldız” olarak kabul etmek mümkündür. Ancak bu “vuruşlu yıldız”ın her insan üzerinde bulunan bir takım koruyucuların varlığına nasıl kanıt teşkil ettiği [delil gösterildiği], düşünülmesi gereken bir durumdur. Yüce Rabbimizin kasem cümlesinin içinde bir parantez açarak târık‘ın “delip geçen necm” olduğunu belirtmesi, târık‘ın hangi açıdan delil olduğu konusundaki bu müşkülü ortadan kaldırmaktadır.

Kur’ân’ı iniş sırasına göre okuyup anlayanlar, necm sözcüğünün, “Kur’ân’ın inen her bir pasajı”nı ifade ettiğini iyi bilmektedirler. Kur’ân’ın inen her pasajı öyle sert ve etkili bir vuruş yapmaktadır ki, âdeta tokat gibi inen bu vuruşlar kâfirlerin yüreklerini hoplatmakta, kalplerini paramparça etmekte ve toplumdaki küfür ve şirk bloklarını delip geçmektedir. Câhiller güruhunun bütünlüğünü bozan “necm”lerin etkileri, hatırlanacak olursa Mürselât sûresi’nde şöyle sıralanmıştı:

1-7.Küme küme/necm necm gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren, toplumları canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı bâtılı ayıran, özür veya uyarı olarak öğüt bırakan Kur’ân âyetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz, korkutulduğunuz şey, kesinlikle meydana gelecektir.

(Mürselât/1-7)

Bununla beraber târık‘ı sözcük anlamıyla “vuruşlu yıldız” olarak değerlendirildiğinde Kur’ân’ın mucize bir beyanda bulunmuş olduğu ortaya çıkar. “Vuruşlu yıldız” ile ilgili bilim teknik kitaplarından araştırma yapılabilir.

Bu açıklamalara göre, her insanın üzerinde yaratılıştan birtakım koruyucular olduğu iddiasının kanıtı ve tanığı olarak Kur’ân [târık] ve bilginler [semâ] gösterilmiş olmaktadır. Yani, Kur’ân’da ileri sürülen “herkesin üzerinde bir takım koruyucuların bulunduğu” yolundaki tezin doğruluğunun kanıtı olarak bilim adamları, dolayısıyla da bilim adamlarının yapacakları araştırmalar sonucunda elde edecekleri bulgular gösterilmiştir. Bu da, şu demektir: İnanmıyorlarsa, buyursunlar bilim adamları kendileri araştırsınlar.

5.Onun için insan neden oluşturulmuş olduğuna bir baksın; 6,7omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkan, atıcı bir sudan; “östrojen” ve “testosteron”dan başlanarak oluşturuldu.

İnkârcıların “Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu uzak bir dönüştür” sözleriyle âhireti inkâr etmelerine karşılık Rabbimiz Kaf sûresinde onlara kendi çevrelerinden örnekler vererek âhiretin olacağına dair kanıtlar göstermişti:

4.Biz, yerin onlardan neyi eksilttiğini elbette bilmişizdir. Yanımızda da çok iyi kaydedip koruyan bir kitap vardır.

5.Aksine, gerçek kendilerine geldiği zaman onu yalanladılar, onun için onlar karmakarışık bir iş içindedirler.

6.Peki, onlar üstlerindeki göğe bakmadılar mı ki, onu Biz hiç yarığı olmadan nasıl bina etmişiz ve süslemişiz! 7,8.Ve Biz, Allah’a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona öğüt olarak yeri yayıp döşedik ve ona sabit dağlar bıraktık. Orada görünüşü iç açıcı-göz alıcı her çiftten bitkiler bitirdik, 9-11.Biz, gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilecek taneler, kullara rızık olmak üzere tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş büyük ve yüksek hurma ağaçları bitirdik. Ve Biz, onunla ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte diriliş böyledir.

(Kaf/4-11)

5-7. âyetlerden oluşan pasajda ise Rabbimiz, rahmeti gereği, inançsızlara bu kez kendi bünyelerinden kanıtlar göstermektedir.

MÂ-İ DÂFİK [ATAN SU]: دافق [dâfik] sözcüğü ism-i fail olup “atan” demektir. “Su” demek olan ماء [mâ] sözcüğü ile birlikte oluşan ماء دافق [mâ-i dâfik] tamlaması ise “atan su” anlamına gelir. Böyle olmasına rağmen mâ-i dâfik ifadesi bugüne kadar, dâfik sözcüğü sanki ismi mef‘ul imiş gibi kabul edilip “atılan su” olarak çevrilmiştir. Sözcüğün yanlış çevrildiğini bilenler, kendilerini, deyimi neden gerçek anlamıyla çevirmediklerine ilişkin bir açıklama yapmak zorunda hissetmişler ve bir takım zorlama yorumlar yapmışlardır. Netice olarak deyim hep gerçek anlamı dışında kullanılmış ve mâ-i dâfik deyimi ile “atılan su” anlamına uygun gelen “meni”nin ve “nutfe”nin kasdedildiği ileri sürülmüştür. Ne var ki, bu zorlama kabul, ortaya başka bir sorun çıkarmıştır. Allah’ın bildirdiği mâ-i dâfik‘in [atan su'yun] صلب [sulb] ile ترائب [terâib] arasından çıkmasına karşılık, zorlama yorumcuların ifadesiyle “atılan su”, vücudun bu bölgesinden çıkmamaktadır. Dolayısıyla zorlama yorumcuların, deyimin gerçek anlamına ters düşen açıklamaları, Allah’ın bildirdiğine ve dolayısıyla bilime ters düşmüştür.

Bize göre mâ-i dâfik‘in [atan, atıcı su'yun] ne olduğunu anlamaya çalışırken iki noktaya dikkat edilmelidir: A) 5. âyetin başındaki ف [fe] edatının bu âyeti hangi cümleye bağladığı, B) Mâ-i dâfik‘in [atan, atıcı su'yun] vücudun neresinden çıktığıdır.

5. âyetin başında bulunan ve “onun için” diye çevirdiğimiz ف [fe] edatı, 5. âyeti kendisinden evvelki 4. âyete bağlamaktadır. Dolayısıyla 5. âyeti, 4. âyetle birlikte değerlendirerek anlamaya çalışmak gerekmektedir:

kesinlikle her benliğini tamamlamış varlığın üzerinde birtakım koruyucular vardır.Onun için insan neden oluşturulmuş olduğuna bir baksın

Bu âyetlerde insanın kendi üzerindeki koruyucuları görmesi için insanın yaratılış aşamalarına, yaratılış özelliklerine bakması, bu özellikleri incelemesi istenmekte; insanın bu koruyucu sistemlerden biri olan atan su koruyucusundan başlanarak yaratıldığı bildirilmektedir. Gerçekten de insan, burada belirtilen atan su koruyucularından olan “östrojen”, “testosteron” ve meninin atılması için gerekli kalp atım sayısının artmasını, kan basıncının yükselmesni, heyecanı, kaslarda enerji oluşumu için faaliyetleri hızlandırma ve gerekli kasılmaları sağlayan, böbreküstü bezlerde üretilen “adrenalin”den başlanarak yaratılmıştır. Üstelik bu koruyucuların salgı merkezleri kol, bacak, boyun, baş bölgesinde değil, tam âyette belirtildiği gibi sulb ve terâib arasında bulunmaktadır.

SULB: الصّلب [sulb] sözcüğünün esas anlamı, “sertlik, katılık, taş gibi katılaşmak” demektir. Daha sonra “asmak, haç, haça germek” gibi anlamlara da uzanmıştır. Meselâ, Hıristiyanlara “Ehl-i Salîb” denir. Genelde insanın dik durmasını sağladığı, sert, sağlam ve katı olduğu için, başın arka dibinden kuyruk sokumuna kadar uzanan omurgaya da sulbdenmiştir.[3]

Türkçe’ye “sert, katı” ve “bel kemiği, omurga” anlamlarıyla geçmiş olan sözcük, spermleri ve erkeklik hormonlarını üreten er bezlerinin kuyruk sokumu bölgesinde yer alması bakımından “döl, nesil, zürriyet” anlamına da gelmekte, “bir kimsenin sulbünden gelmek” ifadesi o kimsenin öz evlâdı olmak anlamında kullanılmaktadır.

TERÂİB: التّربة [teribe] sözcüğünün çoğulu olan ترائب [terâib] sözcüğü Lisânü’l-Arab‘a göre, “göğüs tahtası” tabir edilen, iki meme ile boyun halkası kemiklerinin arasında kalan göğsün sağ ve sol tarafındaki üstten dört kaburgaya, özellikle de göğüste gerdanlık takılan yere denir. Teribe de, göğüs kemiğinin sağ ve sol kaburgaları oluşturan her boğumudur.[4]

Arapça’da من [min] edatı, içinde bulunduğu cümleden, teb’iz [kısımlama, bazısını alıp bazısını almama], cinsin beyanı, ta’lil [sebep gösterme], mukâbele [karşılık], bedel ve ibtida-i gâye [amacın başlangıcı, ilk amaç] gibi bir takım anlamların elde edilmesi için kullanılır. Ama asıl olarak cümledeki “ibtida-i gâyeyi” [amacın başlangıcını, ilk amacı] belirler. Yani, bu edat, cümledeki olayın zaman veya mekân yönünden ilk hareket noktasını belirtmektedir. Meselâ, “İstanbul’dan İzmir’e geldim” cümlesinde kullanılan من [min=den] edatı, yolculuğun İstanbul’dan başladığını anlatır. Âyetteki dâfik sözcüğünün “atan, atıcı” şeklindeki asıl anlamı dikkate alındığında, من [min] edatı da yaratılışın atan veya atıcı bir sudan başlatıldığını belirtmiş olmaktadır. Eğer dâfik sözcüğü ism-i mef‘ul kabul edilip esas anlamı dışında “atılan” olarak anlaşılırsa, bu takdirde de min edatı ile asıl olan ibtida-i gâye anlamının değil, تبعيض [teb’iz=kısımlama, bazısını alıp bazısını almama] anlamının elde edilmesi uygun düşmektedir.

Sonuç olarak, dâfik sözcüğünün ve min edatının esas anlamları ile Kur’ân’ın büyük mucizelerinden biri daha ortaya çıkmaktadır. İnsanlık kendi yaratılış şeklini inceleyip öğrenebilecek düzeye geldikçe, Kur’ân’ın asırlar önce verdiği bilgilerin bilimsel gerçeklerle örtüştüğünü görebilmekte ve Kur’ân mucizelerinden biri ile daha yüz yüze geldiğine tanık olmaktadır. Buradaki mucize, kasem cümlesinin tezi olan “her insanda bir takım koruyucuların bulunduğu” ve “atan, atıcı” olan bu koruyucuların insan yaşamının ilk başından itibaren devrede olduğu iddiasının bilimsel gerçeklerle tam bir uyum içinde olduğudur:

Tüm canlılar, dokularının kimyasal yapısına bağlı olarak … doğuştan bir bağışıklık taşır. … Bağışıklığın oluşmasını sağlayan mekanizmalar henüz tam olarak anlaşılamamıştır.[5]

Taşıyıcı kanalları olmayan bu bezlerden salgılanan hormonlar hedef doku ve organlara kan dolaşımı yoluyla taşınır. … Hormonlar büyüme ve üreme etkinliklerinin yanı sıra canlının iç dengesinin korunmasıyla ilgili birçok fizyolojik etkinliği düzenler. … Progesteron, gebeliğin kesintiye uğramadan sürmesini sağlar.[6]

8,9.Şüphe yok ki o Yaratıcı, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün, onun geri döndürülmesine güç yetirendir.

Bu âyetlerin anlaşılması için öncelikle aşağıdaki sözcük ve kavramların iyi anlaşılması gerekmektedir:

الرّجع [RAC‘]: الرّجع [rac‘] sözcüğü, “geri dönmek” demektir.[7] Bu anlamıyla Kur’ân’ın birçok âyetinde yer alan sözcüğün “râci, merci, irtica, ricat, müracaat” gibi Türkçeleşmiş türevleri de bulunmaktadır.

الرّجع [rac‘] sözcüğü, bu anlamı ekseninde olan başka anlamlar da kazanmıştır: “Doğum ânında ana rahminden bebekle birlikte çıkan ince deri, hayvan gübresi, ter, adım, yağmur, bulut, göl, menfaat, ilk bahar bitkileri, göçmen kuşlar.[8] Dikkat edilirse, bu anlamların hepsinde de bir geri dönüşüm, devr-i daim, devirli bir hareketlilik söz konusudur.

Bu âyette الرّجع [rac‘=geri dönüş] sözcüğüyle, “Allah’a dönüş” kasdedilmiştir. Rac‘, insanın öldükten sonra haşr olup hesap vermek ve yaptıklarının karşılığını almak üzere kıyâmet gününde Allah tarafından diriltilmesidir.

Nitekim الرّجع [rac‘] sözcüğü, Kur’ân’da birçok âyette “Allah’a dönüş” anlamında kullanılmıştır:

6-8.Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendisini yeterli gördüğünde, kesinlikle azar.

(Alak/8)

83.O hâlde her şeyin mülkiyet ve yönetimi Kendi elinde olan Allah, her türlü noksanlıklardan arınıktır. Siz de yalnız O’na döndürüleceksiniz.”

(Yâ-Sîn/83)

155,156.Ve de kesinlikle Biz, korkudan, açlıktan bir şeylerle ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile sizi zayıf düşüreceğiz/ imtihan edeceğiz. Kendilerine bir musibet geldiği zaman, “Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve yalnız O’na döneceğiz” diyen şu sabredenlere de müjdele!

(Bakara/156)

245.Kimdir o kişi ki Allah’a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını katlayıversin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Ve yalnız O’na döndürüleceksiniz.

(Bakara/245)

115.Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere oluşturduğumuzu ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?

(Müminûn/115)

Sözcüğün bu anlamda kullanıldığı diğer âyetler de şunlardır: Fecr/28; Fussılet/21, 50; Zuhruf/85; Câsiye/15; Bakara/28, 46, 281; Yûnus/4, 23, 46, 56, 70; Hûd/4, 34; Enbiyâ/35, 93; Kasas/70, 88; Ankebût/8, 17, 57; Rûm/11; Secde/11; Yâ-Sîn/22; Zümer/7, 44; Âl-i İmrân/55; Mâide/48, 105; En‘âm/60, 108, 164; Lokmân/15, 23.

SIRLARIN MEYDANA ÇIKARILDIĞI GÜN: Âyette geçen تبلى [tüblâ] sözcüğü, “imtihan etmek” demektir. İmtihan ise, “saflaştırma, açığa çıkarma” anlamına gelir.[9] Çünkü imtihan ile kişinin ne bilip bilmediği veya kim olup olmadığı açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla Allah’ın kişiyi imtihan etmesi, Allah’ın bilmediklerini öğrenmesi anlamına değil, o kişinin Allah tarafından zaten ayrıntılı olarak bilinen fiillerinin yine Allah tarafından ifşa edilmesi anlamına gelir. Tıpkı bir öğretmenin öğrencisini, ondan bir şey öğrenmek için değil de, neyi ne kadar bildiğini açığa çıkarmak için imtihan etmesi gibi.

سرائر [serâir] sözcüğü, سررة [serire] sözcüğünün çoğulu olup “her türlü sırlar” anlamına gelir. Sözcüğün anlamı, iyi ya da kötü, eyleme geçmiş ya da düşüncede kalmış bütün sırları kapsasa da, sözcüğün başında bulunan harf-i tarif [belirteç], bu sırların sadece gizli yapılmış, Allah’tan başka kimsenin görmediği, bilmediği eylemler olduğunu belirtmektedir. Çünkü –Kaf sûresi’nde de söylediğimiz gibi– Rabbimiz insanın zihninde oluşan her dürtüyü bilmesine rağmen, eyleme geçmeyip düşüncede kalmış sırları kayda aldırtmaz, bu sırların kötülerine ceza, iyilerine de ödül vermez.

İşte, kıyâmet gününde bu sırlar ortaya çıkacak ve her kişiden yaptıklarının hesabı sorulacaktır. Bazı insanlar bir takım davranışlarının kimlerde ne gibi etkiler meydana getirdiğinden habersizdirler. Kıyâmet gününde bütün bunlar ilân edilecek, ekilmiş olan tohumların meyveleri insanın önüne gelecek ve insan buna göre ceza ya da mükâfaat görecektir.

DÖNEN KİM YA DA NE: Hem pasajdaki söz akışı, hem de verilen mesajdaki anlam, âyette geçen onun geri döndürülmesine ifadesindeki o zamirinin, tereddütsüz 5. âyetteki “insan”a dönük olduğunu göstermektedir. Buna göre mana, “İnsanı yaratmaya kadir olanın, ölümünden sonra da onu [o insanı] yeniden canlı olarak iade etmeye, yeniden yaratmaya güç yetirmesi gerekir” şeklinde olmaktadır.

Eski tefsircilerden Mücâhid bu ifadeye, “O, erkeğin cinsiyet uzvuna meniyi, suyu yeniden döndürmeye kadirdir” manasını verirken; İkrime ve Dahhâk, “O, suyu, sulbe (yani, bel kemiğine) döndürmeye kadirdir” manasını vermişlerdir. Dahhâk’ın bu ifadeye, “O, insanı, başlangıçtaki gibi bir su hâline döndürmeye kadirdir” şeklinde bir mana verdiği de rivâyet edilmiştir. Mukâtil b. Hayyân ise ifadeye, “İstersem, onu, yaşlılıktan gençliğe, gençlikten çocukluğa, çocukluktan da nutfe hâline dönüştürebilirim” manasını vermiştir.

YARATAN DİRİLTMEYE DE KADİRDİR: Yüce Allah insanın yaratılış sürecinin başlangıcına ilişkin delilleri açıklamış ve bunu âhiret hayatının gerçekleşeceğine kanıt göstererek,Şüphe yok ki, O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç yetirendirbuyurmuştur.

Gerçekten de, Allah’ın insanı ilk hormon salgısı ile başlayarak ölümüne kadar koruma altına almış olması, onu ölümünden sonra yeniden diriltmeye güç yetiren olduğunun apaçık delilidir. Şâyet Allah ilk kez yaratmaya kadir ise, ikinci kez yaratamayacağına dair hiçbir tutarlı delil öne sürülemez. Bu gerçeğin inkâr edilebilmesi, ancak ilk yaratanın da Allah olmadığının kabulü ile mümkündür. Bu kabul ise insanın tesadüfler sonucu, kendi kendine, bir program olmadan oluştuğu anlamına gelmektedir ki, insanın zihinsel fonksiyonları bir yana, sırf fizyolojik yapısındaki özellikler bile bu kabulü akıl ve bilim dışı bırakmaktadır:

Çok sayıda aminoasidin bir araya gelmesi ile oluşan ve canlıların tümünde yaşam süreçlerinde vazgeçilmez rol üstlenen … proteinin yapısında … 20 kadar farklı doğal aminoasit vardır. … Her protein molekülü farklı sayıda aminoasidin özgün bir kombinasyon ve sırayla art arda gelmesiyle oluşur.[10]

Bir hemoglobin proteini ise 574 aminoasidin belli bir sırayla arka arkaya gelmesiyle oluşur. … Bu proteinin birinci sırasındaki aminoasidin tesadüfen oluşma olasılığı 1/20′dir. İkinci sıradaki aminoasidin oluşma olasılığı 1/20×1/20′dir. Proteinin bir bütün olarak oluşma olasılığı ise 1/20′tür. Matematikten anlayanlar bu sayının imkânsız demek olduğunu hemen anlayacaklardır.[11]

Bu örneği insan vücudundaki başka özellikleri dikkate alarak çoğaltmak mümkündür. Ne var ki, sadece bir adet protein molekülünün tesadüfen oluşma ihtimalinin matematik anlamda “imkânsız” bir sayı ile ifade edildiğini gösteren yukarıdaki bir örnek bile insanın tesadüfen, programsız, kendi kendine oluştuğunu ileri süren zihniyeti akıl ve bilim dışı, hatta “kara câhil” ilân etmek için yeterlidir.

10.Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı.

Daha önce Necm sûresi’nde yapıldığı gibi bu âyette de âhiretteki şefaat anlayışı reddedilmekte ve Allah’a döndürülmüş olan kulun herhangi bir gücünün ve yardımcısının olmayacağı belirtilmektedir.

Bilindiği üzere, insanın dünyadaki gücü ya kendisinin sahip olduklarından ya da oğul, uşak, arkadaş, akraba, dost gibi yardımcılarından kaynaklanır. 10. âyet, insanın âhirette bu güçlerden yoksun olacağını, başına gelecekleri kendisinden uzaklaştırabilecek bir güç veya yardımcı bulamayacağını ifade etmektedir.

Âyetteki من قوّة [min kuvvetin] ifadesinin başına olumsuz bir siyakta من [min] harf-i cerrinin gelmesi, kuvvetin azının da çoğunun da bulunmayacağını göstermekte ve ifadenin, “İnsan için o günde hiçbir kuvvet, hiçbir yardımcı yoktur” anlamına gelmesini sağlamaktadır.

10. âyetteki bu mesaj, başka âyetlerde de ayrıntı verilerek tekrarlanmıştır:

123.Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden kurtulmalık kabul edilmeyeceği, yardımın, iltimasın hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve suçluların yardım olunmadığı güne karşı Allah’ın koruması altına girin.

(Bakara/123)

56.O gün hükümranlık Allah’ındır. Aralarında O, hüküm verir. Artık iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler, nimet cennetlerindedirler.

(Hacc/56)

….. 87-91.Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple/gerçek imanla gelenlerden başkasına yarar sağlamadığı ve cennetin Allah’ın koruması altına girenlere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi.

(Şu‘arâ/88-89)

Sûrenin 5. âyetinden başlayan ve bu âyeti de içine alan pasajda verilen mesajdan alınması gereken ders, bir cümle ile şöyle özetlenebilir: “İnsan neden yaratıldığına bir baksın, yaratıcının kendisine verdiği kuvveti kötüye kullanmasın ve nefsini dünya zevklerinin insana yakışmayan âdî ve iğrenç olanlarına kaptırmasın. Aksine, dünyanın geçici sıkıntılarına göğüs gererek [onlarla mücâdele ederek] lekesiz, selim bir kalple hareket etsin ve sırların ortaya döküleceği günde, kendisini koruyucularla, gözeticilerle ölüme kadar koruyan Allah’ın huzuruna temiz sırlar ile varmak için güzel ve düzeltici işler yapsın.”

11-14.Öldükten sonra dirileceğine inanan bilginler, cahil, inançsız kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin durumu kanıttır ki kuşkusuz o, ayırıcı bir karardır. Ve o bir şaka değildir.

Âyetteki sözcüklerin hakikat manaları, “Dönüş sahibi semâya, yarılıp çatlayan arza kasem olsun ki, kuşkusuz o, ayırıcı bir karardır. Ve o bir şaka değildir” şeklindedir. Mealde ise mecâz anlamları verilmiştir.

Bu âyetler, 11-14. âyetlerden oluşan kasem cümlesinin kasem bölümünü oluşturmaktadır. Bir başka ifade ile bu âyetler, 13-14. âyetlerde ileri sürülen tezin kanıtlarını içermektedir.

والسّماء ذات الرّجع [DÖNÜŞ SAHİBİ SEMÂ]:

Buradaki semâ sözcüğü yine 1. âyetteki gibi “bilenler, âlim kişiler” anlamı ile ele alınmalıdır. Buna göre “dönüş sahibi semâ” ifadesi, “dönüş sahibi bilgin, yani öldükten sonra dirileceğine, Allah’a döneceğine inanan bilgin” demek olur. İşte bu bilginler, sûrenin 13-14. âyetlerinde ileri sürüldüğü üzere, Kur’ân’ın toplumlar üzerindeki etkisini görebilen ve bu etkinin kanıtı olan kimselerdir.

Klâsik anlayıştaki eserlerde semâ sözcüğü, “gökyüzü” anlamında, rac‘ sözcüğü de “yağmur” anlamında kabul edilmiştir. Normal bir metin içinde semâ ve “rac’ “ sözcüklerinin bu şekilde anlaşılmasında bir sakınca olmaz. Nitekim rac‘ sözcüğünün yukarıda sıraladığımız anlamları arasında “yağmur” da yer almaktadır. Nitekim bilim teknik kitaplarında, “göğün geri çevirdikleri” ile ilgili birçok bilimsel makale bulunmaktadır. Bunlar da Kur’an’ın mucizeliğini göstermektedir.

Ancak buradaki durum farklıdır. Zira bu sözcükler, kasem cümlesinin kasem bölümünde yer almaları sebebiyle, Kur’ân’ın قول فصل [kavl-i fasl=ayırıcı söz] olmasına kanıt olmak durumundadırlar. Oysa ne “gökyüzü” ne de “yağmur”, Kur’ân’ın “kavl-i fasl” [ayırıcı söz] olması konusunda bir delil olarak sayılamazlar. Dolayısıyla burada sözcüklerin mecâz anlamlarına yönelmek gerekmektedir.

ARZ: Tüm meal ve tefsirlerde الارض [arz] sözcüğü hep “yeryüzü” olarak çevrilmiştir. Bu sözcük için de yukarıdaki durum söz konusu olup 14. âyette geçen arz, Kur’ân’ın “ayırıcı söz” oluşuna kanıt teşkil etmelidir. Eğer arz sözcüğü “yeryüzü” anlamında kabul edilirse, Kur’ân’ın “ayırıcı söz” oluşunun kanıtı olarak “yeryüzü” gösterilmiş olmakta, fakat gösterilen bu kanıt, ileri sürülen tezi isbatlayamamaktadır. Çünkü “yeryüzü” ile Kur’ân’ın “ayırıcı söz” oluşu arasında mantıkî bir bağ bulunmamaktadır.

Bu sebeple burada yapılması gereken, önce arz sözcüğünün kadim Arapça’daki anlamlarına bakmak ve bu anlamlar içinden pasaja uygun olanını tercih etmektir. Arz sözcüğü aşağıdaki anlamlara gelmektedir:

* Üzerinde insanların bulunduğu yer.

* Her aşağı olan, aşağıda bulunan şey.

* Devenin ayakları.

* Yere yakın yaratıklar.

* Hayvanların ayaklarının yere yakın kısımları.

* İnsanın topuğundan aşağıdaki kısmı.

* Ayakkabının tabanı.

* Kuru ağaç yiyen böcek.

* İlk bahar günleri ortaya çıkan karıncaya benzer beyaz kurtçuk.

* Kum içinde yaşayan solucan, keme cinsinden yaratıklar.[12]

Dikkat edilirse, yukarıdaki anlamların ortak noktası, hepsinin de “aşağı olmayı, sefilliği, yere yakınlığı” ifade etmekte oluşlarıdır. Zaten “dünya”ya arz denilmesinin sebebi de, herkesin ayakları altında olmasından dolayıdır.

Âyette arz sözcüğü yalın olarak değil, “yarılma, çatlama sahibi olan” nitelemesiyle birlikte zikredilmiştir. Bu durum, burada ifade edilen arz‘ın, normal “arz” olmadığına işaret etmektedir. Bu durum dikkate alındığında ortaya yarılıp çatlayan, aşağılık bir “arz” çıkmaktadır ki, bu arz bizim bildiğimiz “yeryüzü” olmadığı gibi, Kur’ân’ın “ayırıcı söz” olduğuna kanıt teşkil edecek bir şey de değildir. Dolayısıyla yapılması gereken iş, sözcüğün mecâz anlamına gitmektir.

Bize göre bu âyetteki arz‘dan maksat, “câhil, inançsız, yalanlayıcı kâfirler”dir. Bu insanların çatlamaları, yarılmaları ise akıllarının karışmasını, bütünlüklerinin bozulmasını ifade etmektedir. Kur’ân karşısında kâfirlerin kafaları karışmakta, bütünlükleri bozulmaktadır. Bu karışıklık ve dağılma, bazılarının İslâm’a girmelerini sağlayacaktır. Câhil kâfirlerinçatlama, yarılma kelimeleriyle ifade edilen bu hâlleri, hatırlanacak olursa Kaf/2-3′deşaşkınlık olarak dile getirilmişti.

Sonuç olarak denebilir ki, bu darmadağın olmuş, bunalıma düşmüş aşağılık kâfirler, Kur’ân’ın قول فصل [kavl-i fasl=ayırıcı söz] olduğunun canlı kanıtlarını teşkil etmektedirler. Kur’ân’a sırt çevirdikleri için bu hâle düşmüşler, içlerinde binbir zihinsel çatlak oluşmuştur.

الفصل [el-fasl] sözcüğü –Mürselât sûresi’nde de belirttiğimiz gibi– isim olarak “iki şey arasındaki mesafe”, fiil olarak da “iki şey arasına mesafe koymak, bitişik hâle gelmiş iki ayrı şeyi birbirinden ayırmak” demektir. Sözcük, âyetteki gibi kavl sözcüğüne sıfat olduğunda, ism-i fail anlamıyla “ayırıcı” demektir. Hakk ile bâtılı, mümin ile kâfiri, iyi ile kötüyü birbirinden ayırdığı için Kur’ân da bu sıfatla nitelenmiştir.

Diğer taraftan Kur’ân’da yer alan şeylerin tümü ciddî ve gerçektir. Onda şaka veya mizah türü şeyler asla yer almamıştır. Bu yüzden Kur’ân’ı hakk kulağıyla dinlemeli, aydınlatıcı hükümlerinden yararlanıp sırların açıklandığı o günde gerçek mutluluğa erişmelidir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 

Bookmarks

Etiketler
giriş, suresine, tarık


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:35 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam