hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE NECM NECM KUR'AN'IN TÜRKÇE MEALİ Hakkı YILMAZ > MEAL HAKKINDAKİ AÇIKLAMALAR

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 31. January 2013, 05:59 AM   #1
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart Bu kitap "tefsîr" değil, "tebyîn" dir.

Bu kitap "tefsîr" değil, "tebyîn" dir.


Tefsîr
sözcüğü, terim olarak "Kur'ân'ı, Yüce Allah'ın muradına delâlet etmesi yönünden beşerî takat oranında açıklamak" demektir. تفسير - tefsîr sözcüğünün kökü فسر - fesr sözcüğüdür. "Açıklamak, örtülü şeyi açmak" anlamına gelen bu sözcük, ilk defa tıp alanında "doktorun suya bakması" anlamında kullanılmıştır. Nitekim bu kökün başka bir türevi olan تفسرة- tefsîra sözcüğü, "hastalığın tespiti için üzerinde araştırma yapılan sidik" demektir. [0-1]
Hekimler getirilen "tefsîra"ya bakarak hastalıkların sebeplerini bulup açıkladıkları için fesr sözcüğü de zamanla yukarıda verilen "açıklamak, örtülü şeyi açmak" anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Fesr sözcüğünün tef'il babından mastarı olan tefsîr sözcüğü de bu anlama paralel olarak "iyice araştırmak, çok açıklamak" anlamında kullanılmaktadır.
Bütün bunlar, tefsîr sözcüğünün filolojik olarak şu anlamlara delalet ettiğini göstermektedir: "Anlaşılamamış, kapalı, müşkül, müphem bir sözü, konuyu, ya da meseleyi anlaşılır hâle getirmek." Böyle bir tarif, sözcüğün terim anlamı için verdiğimiz tanımla da uyumludur. Ragıp da el-Müfredât adlı eserinde tefsîr sözcüğünü Lisânü'l-Arab'a uyumlu olarak açıklamıştır. [0-2]
Bu bilgilere göre "Kur'ân tefsîri" diye yazılan eserler, müellifleri böyle düşünmeseler de, Kur'ân'ın kapalı, müphem ve örtülü olduğunu peşinen kabul etmiş olmaktadırlar.
Bu nedenle, elinizdeki bu çalışmanın bir Kur'ân tefsiri olmadığını özellikle belirtmek gerekir. Bizim anlayışımıza göre Kur'ân'ın insanlar tarafından tefsirine ihtiyaç yoktur. Çünkü Kur'ân'ın bizzat kendisi yüceler yücesi Rabbimiz tarafından yapılmış en güzel tefsirdir. Nitekim Furkan Sûresinin 33. Âyetinde, Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, sana hakkı [doğrusunu] ve en güzel açıklamayı getirmeyelim denilerek Kur'ân'ın en iyi tefsir olduğu, ele aldığı meseleleri en güzel şekilde açıkladığı ve problemleri tamamen çözdüğü bildirilmektedir. Ayrıca Kur'ân'da ايات بيّنات - âyâtün beyyinâtün, كتاب مبين- kitâbün mübîn, بيّنه - beyyenehü, مبيّنات - mübeyyinât, تبيان - tibyân ve بيان - beyân gibi aynı kökten türetilmiş kavramlarla Kur'ân Âyetlerinin apaçık olduğu bildirilmiş, Kur'ân'ın kapalı, müşkül, anlaşılmaz olmadığı yüzlerce kez vurgulanmıştır. Yüce Allah kitabındaki mesajlarının açıkça anlaşılabilmesini sağlamak için her türlü anlatım tekniğini kullanmış, bir anlatım aracı olarak sivrisinek gibi en basit şeyleri bile örnek vermekten çekinmemiştir. Böylece ilâhi mesajlar üniversitedeki akademisyenden dağdaki çobana kadar herkes tarafından anlaşılabilecek bir açıklığa kavuşturulmuştur.
Kur'ân'ın herhangi bir tefsire gerek duyulmayacak kadar açık ve anlaşılır olduğunu gösteren bu gerçekler ortada iken Kur'ân'ı tefsir etme iddiasıyla yola çıkmak, en hafifinden cüretkârlık olarak nitelendirilecek bir yaklaşım olsa gerektir.
تبيين - tebyîn sözcüğü, iki zıt anlam için de kullanılan بين - beyn sözcüğünün türevlerinden olup tef'il babından mastardır. Saklama anlamına gelen كتم - ketm sözcüğünün zıt anlamlısı olan tebyîn, "açığa koyma" demektir. Ancak bu, iyi anlaşılmamış bir şeyi açıklama anlamında değil, var olan bir şeyi ortaya koyma, gözler önüne serme anlamında bir açığa koymadır. Meselâ Araplar بيّنالصّبح لذى العينين - beyyene's - subhu li zi'l – ayneyni = Sabah, gözü olanlara her şeyi ortaya koyduşeklinde bir deyim kullanmaktadırlar. Bir benzetme yaparak anlatmak gerekirse; Tebyîn buzdolabında, kilerde veya herhangi bir yerde durmakta olan yiyeceklerin yenmek üzere masanın üzerinde hazır duruma getirilmesi, "yani zaten var olan yiyeceklerin bulundukları yerden alınıp ortaya Konulması"dır. Ketm ise tam tersine, "ortada durması gereken bir şeyin ortadan kaldırılıp bir yerlere Saklanması"dır.

Tebyîn sözcüğünün bu anlamı Kur'ân'da net olarak vurgulanmıştır:
(Bakara; 159-160.) İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti Biz, insanlara apaçık gösterdikten sonra gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve [açık delilleri ve hidayeti] açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira Ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.
(Al-i Imrân; 187.) Ve hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir bedel karşılığı sattılar. Yaptıkları alış- veriş ne kadar kötü!
Tebyîn sözcüğünün ism-i mef'ul kalıbına konulmuş bazı türevleri Kur'ân'da فاحشة مبيّنة- fâhişetün mübeyyinetün (Nisa Sûresinin 19; Ahzab Sûresinin 30; Talâk Sûresinin 1. Âyetleri) ve ايات مبيّنات - âyâtün mübeyyinâtün, (Nûr Sûresinin 34-46; Talâk Sûresinin 11. Âyetleri) şeklindeki ifadelerle yer almıştır. Beyân sözcüğünün türevlerinden olup "apaçık" anlamına gelen sözcükler ile "açığa koyma" anlamındaki tebyîn sözcüğü ve onun ism-i mef'ul kalıbındaki türevleri bazıları tarafından anlamdaş olarak kabul edilse bile, her bir sözcüğün anlamı bulunduğu kalıp itibariyle bir diğerinden farklıdır.
Kur'ân konteksti içinde تبيين - tebyîn, "her biri gayet açık ve seçik olan Kur'ân Âyetlerinin ortaya konularak gözler önüne serilmesi" anlamına gelmektedir. Bu ortaya koyuş, Kur'ân'ı vahyeden ve onu açıklamayı kendi üzerine borç alan Rabbimizin yaptığı bir iştir. Peygamberlerin Allah'tan aldıkları vahyi kendi toplumlarına aktarmalarına "tebliğ" denmekle birlikte, sonraki yinelemeleri de mahiyeti bakımından birer "tebyîn" faaliyetine dönüşmektedir. (Nahl Sûresinin 39. 44.64; Zuhruf Sûresinin 63; Mâide Sûresinin 19, 15; İbrahîm Sûresinin 4. Âyetlerine bkz.) Kavram bu bağlamda ele alındığında, müminlerin görevinin sadece tebyîn olduğu anlaşılmaktadır.
Bizim yapmaya çalıştığımız da budur. Kur'ân'ı kapalı, anlaşılmaz olmaktan tenzih eder, "onu tefsîr ettik" deme cüretinden Rabbimize sığınırız.
Görevi sadece tebyîn olması gereken müminlerin Kur'ân'ın apaçık olma özelliğine gölge düşürme ihtimalleri bulunan diğer bir önemli konu da müteşâbih Âyetlerin te'vîli konusudur.
Zümer Sûresinin 23. ve Al-i İmran Sûresinin 7. Âyetleri, Kur'ân'ın محكم - muhkem ve متشابه - müteşâbih Âyetlerden oluştuğunu açıkça belirtmektedir. Mekke'de inen ve iniş sırasına göre 59. sırada yer alan Zümer Sûresinin 23. Âyeti bir ipucu olarak değerlendirildiğinde, o ana kadar inmiş olan bütün Âyetlerin müteşâbih oldukları öne sürülebilir. Muhkem ve müteşâbih kavramlarının ne anlama geldiklerini açıklama gereği duyan sözlük, ansiklopedi ve terim kitaplarının neredeyse tümünde muhkem sözcüğünün açık, anlaşılan, sağlam; müteşâbih sözcüğünün ise kapalı ve anlaşılmaz anlamlarına geldiği belirtilmektedir. Söz konusu lügat ve ansiklopedilerin işlediği ortak yanlış, bu iki sözcüğün birbirinin karşıt anlamlısı olarak gösterilmesidir.
Bu satırları yazan, söz konusu kavramların zıt anlamlı iki sözcük olduğu şeklindeki yerleşik kanaati paylaşmamaktadır. Ayrıntıları yeri geldiğinde verilecek olmakla birlikte, Kur'ân Âyetleri hakkında yerleşmiş bulunan bu yanlış ön kabulü düzeltmek üzere her iki kavramın özü hakkında kısaca bilgi vermeyi yararlı görmekteyiz.
محكم - muhkem sözcüğü "hüküm içeren" demektir. Dolayısıylamuhkem Âyetler, "içerisinde insanları kargaşa ve zulme düşmekten engelleyen ilkelerin bulunduğu Âyetler" anlamına gelir. Bu Âyetler açıktır, nettir ve tek bir anlam ifade ederler. Bu Âyetlerden, ifade ettikleri birincil anlamlardan başka anlamlar çıkarılmaz.
Müteşâbih Âyetler ise "birden çok, birbirine benzer, birbirinden güzel anlamlar içeren ve her bir anlamı da açık olarak anlaşılan Âyetler" demektir. Bu Âyetler mecaz, kinaye ve diğer edebî sanatların da kullanıldığı ama yapılan benzetme ve örneklemelerden dolayı kültür seviyesi en alt düzeyde olanların bile anlayabilecekleri Âyetlerdir. Onlar da tıpkı muhkem Âyetler gibi açık, seçik, anlaşılır Âyetler olup kesinlikle kapalı, müşkül ve anlaşılmaz değildirler. Müteşabih Âyetler kapalı, müşkül ve anlaşılmaz Âyetler olarak kabul edildiği takdirde Zümer Sûresinin 23. Âyetinde Sözün en güzeli olarak nitelenen Kur'ân, aynı zamanda kapalı, anlaşılmaz Âyetler de içeriyor olacaktır. Bu ise kapalı, anlaşılmaz Âyetlerin "sözün en güzeli" olması anlamına gelir ki, Kur'ân ile böyle bir tuhaflığın bağdaşması mümkün değildir.
İşin doğrusu, müteşâbih Âyetler anlaşılır, birden çok ve birbirinden güzel anlamlar içeren, kim hangisini anlarsa anlasın bu anlamların hepsinin de doğru olduğu Âyetlerdir.
Kur'ân, Al-i Imrân Sûresinin 7. Âyetinde bu Âyetlerin tevilinin mümkün olduğu bildirilmektedir. Belirtmek gerekir ki, تأويل - te'vîl sözcüğü kimilerinin "yorumlama", kimilerinin de "tefsîr etme" anlamında kullandığı, dolayısıyla anlamı çarpıtılmış sözcüklerden biridir. Aslında sözcük الرّجوع – rücû = geriye dönüş anlamındaki اول - evl sözcüğünün tef'il babından mastarıdır. Türkçedeki "evvel, ilk" sözcükleri de bu sözcükten gelmektedir.
Te'vîl sözcüğü, geriye dönüş şeklindeki kök anlamından değişerek tedbir [arkalaştırma] yani birinci, ikinci, üçüncü şeklinde ardı ardına dizmek, sıralamak, öncelik sırasına koymak anlamlarında kullanılır.
Bu anlamlara göre müteşâbih Âyetlerin te'vîli demek, "o Âyetlerin birbirinden güzel, birbirine benzeyen açık seçik anlamlarının arka arkaya sıralanması, bu anlamların öncelikli bir sıraya tabi tutulması" demektir. Yoksa anlamları sadece Allah tarafından bilinen kapalı ve anlaşılmaz Âyetlerin ancak "râsihûn" denen ehil kimselerce yorumlanabilmesi değildir.
Karşıt anlamlı oldukları iddia edilen muhkem ve müteşâbih ile müteşâbih Âyetlerin te'vîli konularındaki daha ayrıntılı bilgiye bu kelimelerin geçtiği Kur'ân Âyetleri incelenirken değinilecektir. Yine de unutulmamalıdır ki, Âyetteki muhkem ve müteşâbih kelimeleri birer terim olmayıp sözlük anlamlarında kullanılmış normal sözcüklerdir.






HAKKI YILMAZ
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (31. January 2013), Miralay (31. January 2013)
Alt 4. June 2014, 02:05 PM   #2
ebumaruf
Katılımcı Üye
 
Üyelik tarihi: May 2014
Mesajlar: 38
Tesekkür: 0
2 Mesajina 2 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
ebumaruf has much to be proud ofebumaruf has much to be proud ofebumaruf has much to be proud ofebumaruf has much to be proud ofebumaruf has much to be proud ofebumaruf has much to be proud ofebumaruf has much to be proud ofebumaruf has much to be proud of
Standart

es-Selamun Aleykum ey ehli İman
Arkadaşım dağdaki çobanda üniversitedeki akademisyende aynı derecede anlayacak kadar
Kuran açıktır buyuruyorsunda neden bir şeyleri açıklamak ihtiyacında bulunuyorsun. Bu durumda sende tefsir yapmış olmuyormusun.
Ben Kuranın tamamının değilde bazı ayetlerinin yüzeysel olarak herkes tarafından açık olarak anlaşılabileceğine inanıyorum.
Sende tamamının açık ve tartışılmaz şekilde anlaşılacağını beyan ediyorsun diyelim. Şimdi ben Kuran mealinin başta sona defalarca okudum sanırım sende okumuşundur.
Diyelimki ben çobanım sende akademisyen. Bu durumda senin iddia ettiğin şey yanlıştır. Zira Kuran dan benim anladığım ile senin anladığın arasında fark vardır.
Zaten insanlar arasında Kuran anlayışı farkı olmasaydı o kadar yorumlar yapılmazdı, o kadar
kitaplar yazılmazdı. Her şeyden çok bu konu ile alakalı sen de yazmazdın bende yazmazdım. Forumlarında manası olmazdı. Ayeti Kerime orjinal haliyle yazılır bırakılırdı sende bende yorum yapmazdık.
Bırakalım tefsirini meallerinde bile farklılıklar oluyor.
Zuhruf
(29) Doğrusu onları (Mekke müşriklerini) ve atalarını kendilerine hak olan Kur'an ve onu açıklayan bir peygamber gelinceye kadar (dünya nimetlerinden) yararlandırırım.
Bu ayet bile Kuranı açıklayan bir peygamber geldiğini belirtmiştir. Yani tefsir eden.
Bu durumda senin vermiş olduğun furkan süresinin 33. ayeti nin manası bu değildir.
Belki şu olabilir. ALLAH ın c.c verdiği misaller en güzel misallerdir.
Bakın
Bakara
(118) Bilmeyenler, "Allah bizimle konuşsa, ya da bize bir mucize gelse ya!" derler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişti. Onların kalpleri (anlayışları) birbirine benziyor. Biz âyetleri, kesin olarak inanacak bir toplum için açıkladık.,
Buradaki açıkladık ifadesi gibi bir çok ayet vardır. ALLAH ın açıklaması ayrı bir şeydir insanın anlaması ayrı bir şeydir.
ALLAH dileseydi herkes anlardı o zaman hidayetinde sınavında ALLAH a yakınlığında uzaklığında şeytanında Peygamberinde anlamı olmazdı. Demekki Rabbim Kuranı Kerimi
düşünerek okunması istemiş. Ona ehemmiyet veren kişininde kendince onu anlayacağını bildirmiştir. Bu herkesin aynı şekilde anlayacağı anlamına gelmez.
Kuran ı bir ayet olarak ele alırsak yanılırız bir bütündür. Bütününe baktığımızda ise hepimiz için her seferinde başka bir boyut açılır. Kuran okudukça vede okudukça daha iyi anlaşılır.
Her seferinde başka bir bakış açısından bakmaya başlarız. Eğer ki herkes aynı anlasaydı ilk okuyan ile yüzlerce okuyan arsında bir fark olmazdı. Okumanında anlamı kalmazdı.
Ankebut
(43) İşte bu temsilleri biz insanlar için getiriyoruz. Onları ancak bilginler düşünüp anlarlar.
Sadece bilginlerin anlayacağı belirtiliyor. Kısacası Kuran ın herkes tarafından aynı şekilde anlaşılmaması Kuranı küçültmez. Eksik halede getirmez. Kafirin anlaması hatta inanmaması
Kuranın eksikliği değildir. Hatta inanmamasıda Kuranın eksikliği değildir.
Eğer senin yorumun doğru olsaydı o zaman Kuran eksik ve hatalı olurdu. Zira müslüman olmayanların Kuranı okuyup anlamaması ve inanmamaları onların değil Kuranın suçu olurdu. Bu durumda iman etmeyenlerin cehenneme gitmesini beyan eden Kuran suçlu olurdu. Zira herkesin düşünüp anlamaya çalışması ve iman etmesi onun iradesine bırakılmıştır.
Selametle
ebumaruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
değil, dir, kitap, tebyîn, tefsir


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:38 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam