hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Şirk ve Müşrikler > Şirk

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 29. January 2010, 12:15 PM   #1
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart Dini allah a has kılmak

--------------------------------------------------------------------------------

Dini Allah’a Has Kılmak


Kur’an neden dini Allah’a has kılmak gibi bir kavrama yer vermektedir? Din zaten Allah’ın değil midir? Bunu bir kez daha vurgulamanın mantığı ne olabilir? Bu soruları bu yazının ilerleyen satırlarında cevaplamaya çalışacağız. Hemen burada belirtelim ki, böyle bir vurgu, Kur’an’ın tamamında olduğu gibi bir kez daha şirk-tevhid ayrımına dayanmaktadır. Yani, zaten Allah’ın olan, Allah’a özgü olan dini ‘Allah’a has kılmak’ tevhidin tahakkuku demektir. Şirke karşı biz insanları uyarmaktadır.
Ha-le-sa kelimesi bir şeyi saf/safî kılmak, bir şeyden ayrılmak, bir şeye varmak/yetişmek, gösterişi bırakmak, arı, katışıksız gibi anlamlara gelmektedir. Halis kelimesi de saf, çok beyaz anlamındadır.Yusuf suresinde bu kelime şu şekilde geçmektedir: "felemma’stey’esuu minhü halesû": Yani başkalarından ayrılıp seçildiler (Rağıb), kendilerine özgü oldular, özgeleştiler... Rağıb el-İsfehani’ye göre, ‘Halesa’ kelimesi ‘safî’ kelimesiyle aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir. Aradaki fark şudur: ‘Halesa’, önce kiri vardı, arındı, temizlendi anlamına gelmektedir. Safi ise, baştan beri temizdi, kiri hiç olmadı demektir.

Kur’an dilinde ‘halis’ kelimesi en iyi ‘halis süt’ örneğiyle açıklığa kavuşmaktadır. İlkin, gökten indirilen su (yağmur) ile, ölü durumdaki toprağa can verildiği dikkatlere arz edildikten sonra, ona eş değer bir örnek olarak da, hayvanlardan, kan ile atılacak şeyler arasından çıkan, kolayca boğazdan kayıp giden halis süt örnek verilmektedir. ‘Halis süt’, gerçek süt, yüzde yüz süt demektir. Katkısı olmayan, aykırı madde içermeyen, su katılmamış, hatta kan ile fışkı arasından çıktığı halde ne kan karışmış, ne de fışkı bulaşmış, doğal, fıtrî, insan sağlığı için oldukça yararlı, içilmesi zevk veren bir içecek. Bu özellikteki süt ‘halis’ kelimesiyle nitelendiğine göre, ‘halis’ kelimesinden neyi anlayacağımız az çok tebellür etmiş demektir.
‘Halis’ kelimesi dişil formuyla ‘hâlisa’ şeklinde birkaç ayette kullanılmıştır. Bu yerlerde kelime, ‘özgü. ona ait, yalnızca ona has’ gibi anlamlara gelmektedir. Mesela müşrikler, kafirce hurafelerinden olarak şöyle demektedirler: "Dediler ki, şu hayvanların karınlarında olanlar, yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haramdır..." (6/En’am, 139) Burada bir şeyi şu kimselere değil de, şu diğerlerine tahsis etme durumu söz konusudur. Bir başka İslam dışı iddia da, Yahudiler’in, ahiret yurdunun (cennetin) yalnızca kendilerine has/ait olduğunu iddia etmeleridir. (2/Bakara, 94) Allah’ın çıkardığı süsler (güzellikler) ve güzel/temiz/helal rızık dünyada (kafirler yanında) mü’minler içindir, ahirette ise yalnızca onlarındır. (7/A’raf, 32) Hz. Peygamber’in evliliği ile kurallar çizilirken, kendisini peygamber’e hibe eden, yani onunla evlenmek isteyen kadınların da diğer mü’minlere değil, sadece Peygamber’e helal kılındığı belirtilir. (33/Ahzap, 50). Bu ayetlerin hepsinde ‘halisa’ kelimesi yalnızca felan kimseye ait olmak, başkasına ait olmamak anlamında kullanılmıştır.
İhlas kelimesi de aynı kökten türemiştir. ‘İhlas’ samimiyet, açık sözlülük, gösterişi terk etmek demektir. Terim olarak ihlas’ın özü, Allah’dan gayrı bütün her şeyden teberri etmek (uzaklaşmak, terk etmek)tir. İhlas suresi, içinde ihlas kelimesi hiç geçmediği halde bu isimle anılmıştır, çünkü tam bir tevhidi işlemektedir, kısa ama çok özlü kelimelerle Allah’ı birlediği için ihlas adını almıştır. Müslümanlar, Yahudilerin teşbih davalarından, Hıristiyanların teslis akidesinden beridirler.
‘Halis’ kelimesi ‘Din’ ile birlikte kullanıldığında ‘halis din’ (ed-Dînü’l-Halis)in yalnızca Allah’ın olduğu, Allah’a ait olduğu vurgulanmaktadır. Peki, din zaten Allah’ın değil midir? Dîn’i O’ndan başka vaz eden mi var ki? Din koymada, teşride O’nun ortakları mı var ki? Kısacası, ed-Dîn’in başka sahipleri mi var ki Allah, "Dikkat edin! Halis Din Allah’ındır!" buyuruyor? Bu sorunun cevabı, şirk kavramıyla doğrudan alakalıdır.
Öncelikle ‘halis din’in ne olduğu anlaşılmalıdır. ‘Halis din’ sözü, mefhum-u muhalifini, bir de ‘halis olmayan din’in var olduğunu çağrıştırmaktadır. Evet, kuşkusuz iki tane din vardır, biri Allah’ın dini, bütün Rasullere inzal buyurduğu İslam, diğeri de, İslam’ın dışında, ama İslam’a alternatif olarak uydurulmuş, kotarılmış, insanları heva ve heveslerine taptırmak için icad edilmiş her türlü yaşam biçimi, bütün doktrinler, ideolojiler ve hayat felsefeleridir. Muharref İlahî dinler de sonuç itibariyle bu ikinci kategoriye dahildir. İşte bu ikinciler ‘halis olmayan din’lerdir. Önceki ise Allah’ın dîni, halis dindir. Burada elbette ayetin hedef aldığı şöyle bir anlam da var ve bu anlam kesinlikle, uydurulmuş dinler cümlesindendir: Zümer suresinin takip eden ayetlerinden de açıkça anlaşıldığı gibi, şirk denilen hadise, aslında Allah’ın Dînini, halis dîni inkar etmemektir. Zaten müşrik din sistemleri asla Allah’ı ve Allah’ın dînini inkar etmemişlerdir. Sadece Allah’ın dînini değiştirip dönüştürmüşler, tebdil, tağyir ve tahrif etmişlerdir. Dîni kabul ederek, ona inanarak değiştirmişler, Allah’ın Dînini İlahîlikten beşerilik seviyesine indirmişlerdir. Allah’ın yerine beşeri koşmuşlardır; birtakım azizlerini, efendilerini, şeyhlerini, üstadlarını, siyasi önderlerini, parti başkanlarını, kanaat önderlerini vb.. ikame etmişlerdir. Allah’a ait olan sıfatları bu insanlara yüklemişlerdir. Fakat asla Allah’ı ve Allah’ın dînini inkar ettiklerini, hatta Allah’a ortaklar koştuklarını söylememişlerdir. Yani hak suretinde batıl, tevhid suretinde şirk, İslam suretinde küfür ikame etmişlerdir.
Nitekim Kur’an müşriklerin bu iki yüzlülüklerini şöyle ortaya koymaktadır: "Allah’ı bırakıp da kendilerine birtakım veliler edinenler, ‘biz onlara sadece, bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler..." (39/Zümer, 3). Müşrikliğin bu dayanılmaz hafifliği tevbe suresinin 31. ayetinde de mevzuu bahs edilmiştir. O ayette de, hak suretinde olan Yahudi ve Hıristiyanların, yani bir İlahî dînin sözde mirasçıları olanların Allah’ın halis dînini nasıl da alternatif bir şirk dîni haline getirdikleri anlatılmaktadır.
Şu halde, din Allah’ındır. Fakat müşrikler, Dîni Allah’ın olmaktan çıkartıp, insana has kılmaktadırlar. İlahî olanı beşerileştirmekte, münzel (indirilmiş) olanı muhdes (uydurma) haline getirmektedirler.
Şimdi anlaşıldığı kadarıyla, problem şudur: Evet din (ed-Dînü’l-Halis) Allah’ındır; bunda hiçbir kuşku bulunmamaktadır. Fakat önemli olan, insanlar tarafından bunun böyle bilinmesi ve tanınması, kabul ve iman edilmesi; bu kabul ve imanın gereği olarak da amel edilmesidir. Biraz daha açımlarsak, ‘dîni Allah’a has kılmak’, sanki din Allah’ın değilmiş de, biz Allah’ın sekreteryası olarak, gasp etmiş olanların elinden dîni çekip alarak Allah’a teslim etmemiz isteniyor gibi anlaşılmamalıdır. Ki bu durumda Allah, Kâdir-i Mutlak Allah değil, aciz, güç ve imkanları sınırlı yardıma muhtaç bir tanrı olarak algılanacaktır. Elbette Allah böyle eksik sıfatlardan münezzehtir. Allah’ı tenzih ekmek mü’min olmanın gereğidir. Öyleyse dîni Allah’a has kılmak ne anlama gelmektedir?
Dîni Allah’a has kılmak, biz insanlar açısından geçerli bir tutum, davranış ve iman biçimidir. Pratik sonuçları bulunan bir iman meselesidir. Dîni Allah’a has kılmak, öz olarak, Dîn’i Allah’ın dîni olarak kabul etmektir; dîni Allah’ın indirdiği gibi kabul etmek demektir; dîni tahrif, tağyir ve tebdil etmemek demektir. İlah ve Rab olarak Allah’ı tanımak, ibadeti yalnızca Allah’a yapmak, Allah’dan başkasından yardım talep etmemek, Allah’dan başkasının şefaat edeceğine inanmamak, yani din gününün sahibinin yalnızca ve yalnızca Allah olduğuna inanmaktır. Dîni kendimize değil, kendimizi dîne uydurmaktır. Hayatımızı dîne göre düzenlemektir. Dîn’in sahibi Allah buyurmuyor mu ki: "Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadının işlerinde tercih hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." (33/Ahzap, 36). Demek ki mü’minler, Allah’ın iradesine rağmen kendileri, birtakım sebeplerle, kendi heveslerine uyamazlar.
Şimdi Dînin Allah’a has kılınmasını, yine Kur’an çerçevesinde biraz daha açıklığa kavuşturalım. Bunun için Zümer suresinin ilk üç ayetine yeniden dönmemiz gerekmektedir:
"Bu kitabın indirilmesi, Aziz ve hakim Allah katındandır."
"Elbette Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyleyse sen de, dîni O’na has kılarak yalnızca Allah’a ibadet et."
"Bilmez misin, gerçek din (ed-Dînü’l-Halis) Allah’ındır. Allah’ın dışında birtakım dostlar (evliya) edinenler ise, ‘onlara, yalnızca bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz’ (kanısındadırlar). Oysa Allah, ihtilafta oldukları bu konularda aralarında hüküm verecektir. Elbette Allah, yalancı kafiri hidayete erdirmez." (39/Zümer, 1-3).
İkinci ayet, ‘Dîni Allah’a has kılma’ kavramını tefsir etmektedir. Çünkü, "Dîni O’na has kılarak yalnızca Allah’a ibadet et." buyurulmaktadır. Yani çok net olarak anlaşılmaktadır ki, ‘Dîni Allah’a has kılmak’, ibadeti sadece Allah’a tahsis etmek demektir. Tıpkı Fatiha suresinde "Sadece Sana ibadet ederiz" (İyyake na’büdü) buyurulduğu gibi. Üçüncü ayet, bunu daha da açmaktadır. Allah’ın dışında, Allah’ı bırakıp da başka birtakım varlıkları (kişileri) veliler, dostlar/evliyâ edinenler, kendilerini Allah’a daha da yaklaştırmak gibi görünüşte ‘iyi niyetli’, hatta daha da ‘dindarca’ niyetler(!) taşımakla birlikte, bunlar kesinlikle dîni Allah’a has kılmış olmamaktadırlar. Bu bir yorum değildir, görüldüğü üzere bizzat Kur’an’ın beyanıdır.
Şimdi anlaşılmaktadır ki, ‘dîni Allah’a has kılmak’, tevhid demektir. Allah’ı birlemek, uluhiyyeti, rububiyyeti, din koyma yetkisini, hükmetme yetkisini sadece ve sadece Allah’a tanımak demektir. Allah’ın dışında kendilerine, isimleri yine kendi isimlerine benzeyen, bedenleri kendi bedenlerinin aynısı olan, kendileri gibi yiyip içen varlıkları Allah’ın muadili varlıklar (evliyâ) edinenler müşriklerdir. Allah’a eşler koşmaktadırlar. Bunlar bazen ‘ermiş, evliya, şeyh, mürşid-i kamil’ gibi isimlerle Allah’ın dışında şerîkler edinmekteler, bazen İslam dışı kimi sistemlerin kavram, kurum ve kutsallarını (profan-kutsallarını) Allah’ın dışında şerîkler edinmekteler. Demokrasi dini bu konuda şeriki bol bir dindir. Kendisini ‘evliya’ edinenler için demokrasi, oldukça bol çeşitli, renkli ve kamuflajlı şerikler takdim etme kabiliyetindedir. Bunların işi tıpkı örümceğin evine benzemektedir. Örümceğin evi nasıl ki evlerin en zayıfı ise, hiçbir mukavemet gücüne sahip değilse, bunların Allah’ın dışında evliya edinmeleri de aynı şekilde zayıf, dayanıksız, güçsüz, mesnedsiz ve sonuçsuz bir çabadır.
Dîni Allah’a has kılmayanların hep ‘iyi niyetli’ oldukları gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü Zümer suresinin üçüncü ayeti bunların, "bizi Allah’a daha da yaklaştırmaları için" gerekçelerine yer vermektedir. Bu gerçekten bir ‘iyi niyet’tir! Bakınız, niyetleri Allah’ı inkar etmek, Allah’ı yok saymak, Allah’a sövmek gibi bir amaca yönelik değildir. Allah’a daha yakın olmayı istemeleri oldukça masum, dindarâne değil midir? Hayır, değildir. Çünkü Allah’ın böyle aracılar edinmediğini bilmeleri gerekmektedir. Çünkü bunu Allah bildirmektedir. İşte buradan anlaşılan odur ki, ‘dîni Allah’a has kılma’nın birinci şartı Allah’ın dışında hiçbir ilah edinmemektir. Allah’ın dışındaki bütün tanrısal nitelikli değerleri, Allah’ın rızası önüne geçmeye elverişli bütün hedefleri, faaliyetleri, araç ve amaçları, insan türünden ilahlaştırmaları terk etmektir. Aksi taktirde din Allah’a has kılınmamış olmaktadır. Dîn’e başka varlıklar ortak kılınmaktadır. Allah’ın yetkisi, otoritesi, uluhiyyeti ve rububiyyeti paylaştırılmış olmaktadır.
Zümer suresinin adı ‘dîni Allah’a has kılma suresi’ olsaymış daha isabetli olurmuş. İlk üç ayetinde Peygamber’e dîni Allah’a has kılma emrini ileten bu surenin 11-15. ayetleri bu emre Peygamber’in cevabı niteliğindedir:
"De ki, ben Dînimi O’na has kılıcı olarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum. Yine, müslümanların ilki olmakla da emrolundum. De ki, eğer Rabbime isyan edersem, büyük günün azabından korkarım. De ki, dînimi O’na has kılıcı olarak ben Allah’a ibadet ederim. Siz de O’nun dışında dilediğinize ibadet edin." (39/Zümer, 11-15).
Kur’an, insanların akide haritasını o kadar berrak bir şekilde çizmektedir ki, müşriklerin yalnızca Allah’a davet edildikleri zaman inkar ettiklerini, ama Allah’a şirk koşulduğunda ise inandıklarını bildirmektedir. (40/Mü’min, 12). Hemen akabinden bize dönerek Kur’an buyurmaktadır ki: "Haydi siz, kafirlerin hoşlarına gitmese de, dîni Allah’a has kılıcılar olarak sadece Allah’a dua edin!" (40/Mü’min, 14). Gerçekten Kur’an öyle hikmetli bir kitaptır ki, moda tabirle, Kur’an’ın o günkü toplumu okuma biçimi, bugün de geçerliliğini korumaktadır. İnsanlar ancak Allah’a ortaklar koşarak iman ediyorlar. Sadece, tek başına Allah’a ibadet etmek, sadece Allah’ı mutlak otorite sahibi görmek, Allah’dan başka kimsenin yargılamayacağını ve kimsenin kimseye şefaat edemeyeceğine inanmak insanları mutlu etmemektedir. Bu akideye sahip olan mü’minler aşırı ve tehlikeli görülmekte, kaale alınmamaktadır. Allah’la kullar arasına ne kadar çok ilah girdirilirse, dindarlık o kadar makbul sayılmaktadır. Bu ayetten anladığımıza göre, dîni sadece Allah’a has kılmaktan kafirler hoşlanmamaktadırlar...
Mü’min suresinin 65. ayeti aynı temayı işlemekte, dîni Allah’a has kılmanın nasıllığını biraz daha netleştirmektedir:
"O diridir. O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse Dîni Allah’a has kılıcılar olarak yalnız O’na dua edin. Hamd alemlerin Rabbi Allah’adır." (40/Mü’min, 65).
A’raf suresinin 29. ayetinde, Allah’ın, adaleti emrettiği, her secde anında yüzümüzü sadece O’na döndürmemiz gerektiği ve dîni Allah’a has kılarak yalnızca Allah’a çağrıda bulunmamız gerektiği bildirilmektedir. (7/A’raf, 29). Bu ayet, bir kez daha şirkin her türlüsünden kaçınarak bizi sadece Allah’ı İlah, Rab, Ma’bud ve hüküm koyucu olarak tanımakla ilzam etmektedir. İnsan sadece Allah’a dua etmelidir. Mevdudi’nin yerinde bir benzetişle ifade ettiği gibi insanlar, "Ey Allahım! Bizzat Sana karşı başkaldırışımızda başarılı olmamız için bize yardım et! der gibi" dua edemezler.
Ehli Kitab’ın da dîni tamamen Allah’a has kılmaları emredilmişti. Bunun bir gereği olarak, hanifler olarak Allah’a ibadet etmeleri, namazı kılmaları, zekatı vermeleri emredilmişti. Ama onlar, kendilerine Allah’ın rasulü geldikten sonra tefrikaya ve küfre düşmüşler, dîni Allah’a has kılma ilkesini ihlal etmişlerdir. (98/Beyyine, 1-5).
Kur’an ‘dîni Allah’a has kılma’nın anlamını açıkladığı gibi, ‘dîni Allah’a has kılmama’nın anlamını da açıklamaktadır. Aslında bunu şöyle de ifade etmemiz mümkündür: Kur’an, verdiği bir temsille, genel olarak, dîni Allah’a has kılmayanların karakterlerini, kişiliklerini, seviyelerini ortaya koymaktadır. Bu örnekle sanki, "işte dîni Allah’a has kılmayanlar bu tiynette insanlardır, gerisini siz düşünebilirsiniz" denmektedir. Bu temsil şöyle getirilmektedir:
"O sizi karada ve denizde yürütendir. Öyle ki, siz gemilerde bulunduğunuz ve gemilerin de (içindeki yolcuları) güzel bir rüzgarla alıp götürdüğü ve (yolcuların) bununla sevinç ve ferahlık duydukları bir esnada, gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar; her taraftan dalgalar kuşatır onları ve yolcular anlarlar ki, her taraftan kuşatılmışlardır. İşte (tam o anda), dîni Allah’a has kılarak, ‘eğer bizi bu durumdan kurtarırsan Sana şükredenlerden olacağız’ diye Allah’a yalvarırlar."
"Ne var ki, Allah onları kurtarınca yeryüzünde haksız yere azgınlık yapmaya koyulurlar. Ey insanlar! Sizin azgınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. (Peşinde olduğunuz,) yalnızca dünya hayatının menfaatleridir. Sonunda dönüşünüz yine bizedir. İşte o zaman size, işlediklerinizi haber vereceğiz." (10/Yunus, 22-23).
Bu temsili anlatım Ankebut suresi 65. ayetle, Lokman suresinin 32. ayetinde de, fakat daha muhtasar olarak anlatılmaktadır. Ankebut, 65’te, Yunus Suresi 23’te ifade edilen ‘azgınlık yaparlar’ yerine, gemiden karaya inince ‘şirk koşarlar’ denmektedir. Dolayısıyla ‘azgınlık yapmak’ (bağy) şirkle tefsir olunmaktadır. Lokman, 32. ayette ise, ilk ikisinden farklı olarak, karaya ayak basınca, bir kısım yolcuların orta yolu tuttukları teslim edilmektedir. Diğerlerinin şirk koştukları ise kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Kur’an’ın bu temsili örneği, dîni Allah’a has kılmayan müşriklerin karakteristiklerini çok çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Buradaki gemiyi aynı zamanda bir sembol olarak, dünya hayatında hastalık, tabii afet, savaş ve fakirlik gibi her türlü sıkıntıdan uzakta lüks içinde yaşanılan müreffeh bir yaşam, refah ve zenginlik olarak düşünebiliriz. Kısaca gemi temsili insanın, bedenen ve zihnen rahatlığını, kaygı ve kasavetsizliğini temsil etmektedir. Kur’an örneğinde, böyle bir vasatta insanların Allah’ı anmadıkları anlaşılmaktadır. Çünkü o anda Allah’a ihtiyaç duymamaktadırlar. Allah’a dua etmek, Allah’ı yardıma çağırmak için bir nedenleri yoktur! Dalgaların kuşatması ise, genel anlamda, insanın elindeki zenginlik ve saadet unsurlarının çıkması veya insanın başına ciddi felaketlerin gelmesi olarak anlaşılmalıdır. Bu durumda insan ister istemez Allah’ı hatırlamakta, artık Allah’dan başka hiç kimsenin, içine düştüğü felaketten kendisini kurtaramayacağını bilmektedir. Dolayısıyla Allah’a yalvarmaktan başka yapacağı bir şey yoktur. Bunun adı, yani istimdat edecek yegane merci olarak Allah’ı bilmek ise ‘dîni Allah’a has kılmak’ demektir. Fakat iman kalbine yerleşmemiş olan bu çıkarcı, bencil, kişiliksiz yaratıklar, başındaki felaket Allah’ın izni ile gider gitmez Allah’ı unutmakta, yine eskisi gibi Allah’dan müstağni olduğunu zannetmektedir. İşte insanın bu şirk bataklığında bocalama serüveni, gerçek hesabın görüleceği güne kadar böyle devam edip gidecektir...
Yeryüzünün şimdiki konukları olan bizler bilmeliyiz ki, insan fıtratı bundan binlerce sene de böyleydi, bizden binlerce sene de böyle olacaktır. Kur’an’ın gemi temsili ile anlattığı bu serüveni bizler de pek yakından görüyor, biliyor, tanık oluyoruz, içinde yaşıyoruz. Hatta zaman zaman kendi nefislerimizde de, küçük de olsa benzeri azgınlık duygularını hissediyoruz. Dünyevileşme tehlikesinin sinyallerini ta burnumuzun dibinde hissediyoruz. Yusuf Peygamber’in kadın fitnesi ile imtihan olunduğunda söylediği "Ben nefsimi temize çıkartmıyorum, nefis kötülüğü emreder; Rabbimin merhamet ettiği hariç. Rabbim oldukça bağışlayıcı, merhamet edicidir." (12/Yusuf, 53) sözü, yukarıdaki gibi bir durumda bizler için de ölçüdür. Kaldı ki bizler Yusuf kadar Allah’dan korkanlar olmamaktayız. Kısacası dini Allah’a has kılmama tehlikesi bizim için de geçerlidir. Bu tehlikeye karşı ancak Allah’ın yardımıyla karşı koyabiliriz. Allah’ın yardımı ise O’nun Kitabı Kur’an ile bize ulaşacaktır.
Uzun asırlar boyunca dininden bîhaber yaşamış bir toplumun üyeleri, din açısından acınacak bir sefalet içindedir. Bu toplumun çoğunluğunu ateist olmayan, yani bir Tanrı’nın varlığına inanan (deist) kimselerin oluşturması, fiilî bir kara mizah örneğidir. Bu insanların çoğu ‘dindar’dır. Hatta Allah’a, Peygamber’e, Kitab’a laf söylenmesine de tahammül edemezler. Fakat aynı insanlar ed-Dîn’i, ed-Dînü’l-Halis’i heva ve hevesleriyle, paralarıyla, siyaset ve kanaat önderleriyle, ideolojileriyle, din adamlarıyla (hahamlar ve rahipler = hocaefendiler, şeyh efendiler, mürşidler vb..), eğlence merkezleriyle, tüketim tutkularıyla vb.. paylaşmaktadırlar. Dinden bunlara bir pay, Allah’a da bir pay ayırmaktadırlar. Özellikle üç aylar, bilhassa ramazan ayı, kandil geceleri, Cuma akşamları, dînî bayramlar ve hatta ezan okunurken Allah’a ayırdıkları paylar daha büyük olmaktadır. Anılan bu ‘mübarek’ gün ve gecelerde şarapçıları bile şarap satmaz bunların. Bu ‘kutsal’ ay, gün ve dakikalar geçince ise dîni kendi hevaları ve şeytanlarıyla paylaşmaktadırlar. Şüphesiz bunların hesabını görecek olan Allah’dır.
Dini Allah’a has kılmanın önündeki en büyük engel, Kur’an’a alternatif haline gelmiş olan birtakım rivayetlere isnad edilen kimi geleneksel yorumlardır. Pek çok hadis ve kutsî hadis bu geleneksel yorumları beslemektedir. Allah Rasulü’nden sonra ed-Din’in bir de ‘kültürü’ oluşturulmuştur. Bugün bu ‘din kültürü’ dini Allah’dan başkalarına has kılmanın önemli araçları olarak iş görmektedir.
Dîni Allah’a has kılmamanın daha disipliner ve daha entelektüel bir boyutu da sekülerlik olarak çıkmaktadır karşımıza. Sekülerlik sayesinde insanlar Allah’la diğer saydığımız ilahları arasında daha rahat ortaklıklar kurmakta, daha ‘sağlam’ uzlaştırmalar yapmaktadırlar. Bu uğurda kendini Luther gibi gören kimi ruhban/entelektüeller de önemli rol oynamaktadırlar. Din Allah’ındır ve böyle kalacaktır.

kaynak. islam-tr.net

Konu müslümanlardan tarafından (1. February 2010 Saat 10:10 AM ) değiştirilmiştir.
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. January 2010, 11:27 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan Kardeşim!
İktibas Dergisi, Sayı: 288, Aralık 2002 den yapmış olduğunuz bu alıntı için teşekkür ederiz.
Yazılarınızda alıntı yaptığınız yeri kaynak olarak belirtirseniz mutlu oluruz.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 1. February 2010, 10:13 AM   #3
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart

ve aleykumselam ve rahmetullah,siteye yazdığım ve bana ait olmayan yazıların bazılarına kaynak yazmamamın sebebi ,kişilere takılmadan yaptıklarının doğruluğunu tasdik etmem ve ,önyargılı insanlar tarafından şucu,bucu etiketlerle etiketlenmek ve gurup,fırka,hizipçiliklere meyyal vermek istemememden dolayıdır.

YAZIYININ KAYNAĞI .İSLAM-TR.NET
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 1. February 2010, 09:05 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

Alıntı:
müslümanlardan Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
ve aleykumselam ve rahmetullah,siteye yazdığım ve bana ait olmayan yazıların bazılarına kaynak yazmamamın sebebi ,kişilere takılmadan yaptıklarının doğruluğunu tasdik etmem ve ,önyargılı insanlar tarafından şucu,bucu etiketlerle etiketlenmek ve gurup,fırka,hizipçiliklere meyyal vermek istemememden dolayıdır.

YAZIYININ KAYNAĞI .İSLAM-TR.NET

Yazılarda kaynak belirtmek yazanın emeğine saygı göstermektir. Allah kendilerinden razı olsun Türkiye’de yazan kardeşlerimizin büyük çoğunluğu yazılarının kaynak belirtmek koşuluyla kullanılmasına izin vermektedir.Çok az da olsa bazı yazarlarımız yazılarının izinsiz kullanılmasına karşı çıkmaktadır.(Kullananlar hakkında 5846 sayılı yasa uyarınca para ve hapis cezaları vardır.)Böylesi durumlarda sadece o yazının olduğu siteye link verilebilir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
müslümanlardan (2. February 2010)
Alt 2. February 2010, 11:40 AM   #5
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

TEK DİN İSLÂM
İnsanoğlunun var oluşuyla beraber, ortaya çıkan din anlayışları, düşünen akleden insanları araştırmaya sevk etmiştir. Her toplumda bir taraftan insanların yaşadıkları dinleri ve yaşam biçimlerini sorgulayan insanlar olduğu gibi düşünmeden geleneklere bağlı kalarak taklit yolunu seçenler de olmuştur. Ve olmaktadır.
İnsanların yaratılırken öz yapısına Allahın yerleştirdiği doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme yeteneği, peygamberlerle ve gönderilen kitaplarla da takviye edilerek, dünya hayatında düzgün yaşamalarına Allah zemin, hazırlamıştır.
İnsan nötr bir varlık olarak denemeye tabi tutulmak için diğer varlıklardan iyiye veya kötü yolla gidebilme eğiliminde yaratılıp, hangi yola giderse, O yolda hem verilen akıl hem de melekleri insanlara gittikleri yönde yardımcı olarak gönderip, kişiye özgür iradesini vererek denemeye tabi tutmuştur.
67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Bazılarının aklına Allah bizi neden deniyor? Veya bizim ne yapacağımızı Allah bildiği halde neden denemeye ihtiyaç duyuyor diye bir soru gelebilir. Allah yaptığından dolayı kimseye hesap verici değildir. Evet, Allah insanın daha yaratılmadan önce ne yapacağını bilir ama insana yanlışa gitme veya doğruya gitme özgürlüğünü kendisine vermiş ve denemeye tabi tutmuştur. Allah insanın ne yapacağını bilmesi insan yanlışa gittiği zaman sorumluluktan kurtulması anlamına gelmez.
Allah insanları ardı arkası kesilmeyen peygamberler göndererek, nerde ne yapılması gerektiğini vahiylerle bildirmiş,. Her toplum göndermiş olunan peygamberle kendi çağlarında yaşam biçimlerinin yeterli bir açıklamasını yapmıştır. Ama ne yazık ki, Peygamberlerin büyük çoğunluğu gelmiş oldukları kavimlerde, kendisini dinleyen ve destekleyen iman edenler olmadığı zaman o peygamberler ya sürülmüş ya da dövülüp öldürülmüşlerdir. Son gelen peygambere kadar, kuranda ismi zikredilen peygamber sayısı yirmi beşi geçmemiştir.
40/78- Andolsun, Biz senden önce elçiler gönderdik; onlardan kimini sana aktarıp-anlattık ve kimini anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah'ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır.
Kuranda kıssaları anlatılan peygamberler. Bizim hayatta o konularla ilgili meselelerde nasıl bir yaşam süreceğimizin nerde nasıl davranacağımızın yolunu göstermek içindir. Bu Konuyu ele alışımdaki hikmet. Asırlardır toplumlara peygamber gelmeyince insanlar elde orijinal olan korunmuş bir kitap olduğu halde maalesef o kuran gerek İslam toplumuna giren dış etkenler, gerek insanların kendi içlerindeki yanlış telkinler nedeniyle kuran mahcur bırakılmış ve ortada din olarak Allahın insanlara sunduğu din değildir. İnsanların kendi zan ve tahminlerle uydurduğu din, gündemde tutulmaktadır.
25/30- Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar."
Evet, kuran Allahın indirdiği gibi ayakta dimdik durmaktadır. Ama aradan bin beş yüz yıl geçmiş olan bir kitabın ne söylemek istediğinin anlaşılması için mutlaka onun dili çözülmesi gerekmektedir. Burada günün koşullarına kuran nasıl cevap aktarıyor ve günün hangi şartlarında kuranın çağa hitabeden yönünü nasıl anlamak gerekir? sizinle otuz yıllık çalışmamı paylaşmak istiyorum.
Bunları anlayabilmek için kurandaki bazı kuralların bilinmesi gerekir. Kuranı kurandan anlamak lâzımdır. Zaten kurana iman edenlere ancak bu çalışmalar ve anlatışlar yarar sağlar. Yoksa kurana iman etmeyenlere ne kadar şeyler söylesen onun gözleri kulakları kalbi anlama ferasetine karşı duyarlılığı kapalıdır.
1-KUR’AN ÇELİŞKİSİZ BİR KİTAPTIR
Kuran okuyan ve kalpleri marazlanmamış ise, gerçekten doğruyu yakalamak için ön yargısız olarak çıkmışsa. Bir ayetin ne söylemek istediği mutlaka yakalanması gerekir. Kuranda geçen hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmamıştır. Kuranda bir kelime değişik konu için alınıp bir konunun içerisinde yer almış ama kendi yerine başka bir kelimeyi kullanmamıştır. Kuranı anlarken bu hususun dikkate alınması gerekir. Şimdi kuranın çelişkisiz bir kitap olduğunu kurandan belgelemeye çalışalım.
4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Kuran kendi içerisinde tutarlı ise ve çelişki yoksa ki tutarlı ve çelişki yoktur. Anlayışların da çelişkili olmaması gerekir. Kurandan bu anlayışı yakalayabilmek için de hem kuranın içindeki bütün ayetlerden haberdar olmak hem de kâinat hakkında genel bir bilgiye sahip olmak gerekiyor. Kuran bunu kuranda iki kısım ayetler olduğunu açıklamıştır.
3/7- Sana Kitabı indiren O'dur. Ondan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
Burada muhkem ve müteşabihi uzun uzun anlatmayacağım yalnız herkesin anlayabileceği şekilde tanımlayıp geçeceğim. Muhkem herkesin anlayacağı, müteşabih ise karmaşık olup muhkemlerle açıklanabilen karmaşık inceleme ve tahlil sonucunda zikir ehlinin anlayacağı, ayetler demektir. Müşahhas bir örnek verecek olursak Güneş doğduğu zaman dünya aydınlanır. Nasıl doğar nasıl aydınlatır güneşin dünya ile uzaklığı ne kadardır Konusu müteşabihtir Araştırma inceleme zikirle alakalıdır. Onu O konuda Uzman olanlar bilir.
Bir başka örnek verecek olursak, Dağlarda her türlü insanlığın hizmetinde olan maden çeşitleri vardır. Ama hangi dağda hangi maden vardır ve o nasıl insanların önüne kullanılacak biçimde gelir bu o konunun uzmanları tarafından ancak anlaşılır. Hiç tiren görmemiş birinin tirene bakışını anlatırken öküzün tirene baktığı gibi denmesinin sebebi budur.
Çelişkisiz olan kuranın çelişkisiz bir biçimde anlaşılması için kurandan örnekler vererek anlatmaya çalışacağım.
2-KURANDA KULLANILAN EDEBİ SANATLAR
Her dilde kullanıldığı gibi kuranda da edebi sanatlar kullanılmıştır. Gören gözler işiten kulaklar bunu rahatlıkla anlayabilir. Türkçede de kullanılan kelimelerin büyük bir kısmı sanatsal ve değişmeceli anlamında kullanılmaktadır. Birkaç tane örnek verecek olursak
Orta doğuda sular ısınıyor. Bu Herhalde ateş yakılıp suların gerçek anlamında ısınması anlaşılmaz.
Yunanistan ile Türkiye’nin arasındaki buzlar eridi. Derken herhalde Türkiye ile Yunanistan arasında gerçek anlamda buz olup o eridiğini anlatmaz.
Adamın ağzında dili yok sanki bir melek dendiği zaman gerçek anlamında dili yok anlamında değildir. Dili var ama sessiz saygılı bağırıp çağırmayan oturaklı olgun bir adam tablosu çizmektedir.
Şimdi Kuranda da bu mecazi sanatlar kullanılmıştır. Kuranda geçen surelerde ve konularda geçen bu anlatımlardan örnekler verelim.
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş)
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
Bakınız Burada Kuran Asa kelimesini iki sure ve iki değişik konuda kullanmış. Birisi Dünyalık kazandığı güçler anlamındaki asa, birisi de Allahtan aldığı vahiyler ve güç anlamındaki asadır. Şimdi söylediklerimi kuranda geçen konuda anlamaya çalışalım
Önce dünyalık kazandığı malları asa olarak tanıtan ayetler
20/17- "Sağ elindeki nedir ey Musa?"
20/18- Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var."
20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
20/21- Dedi ki: "Onu al ve korkma, Biz onu ilk durumuna çevireceğiz."
Burada dikkat ederseniz asanın dünya hayatındaki birçok yararlarından söz etmektedir. Ve onu terk ettiği zaman bir an da olsa Musa peygamberde soğuk duş etkisi yaparak korkmağa ve kaçmağa başlıyor. Şimdi Aynı asa kelimesini vahiy anlamında kullandığı konuya bakalım.
7/104- Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben âlemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim."
7/(105- "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrail Oğulları’nı benimle gönder."
7/106- (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
7/109- Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür";
7/110- "Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?"
7/111- Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla";
7/112- "Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler."
7/113- Sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?"
7/114- "Evet" dedi. "(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız."
7/115- Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?"
7/116- (Musa "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.
7/117- Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
Burada kuranın anlattığı Allahtan aldığı vahiyler anlamındaki asadır. Konuda geçen olayı özetleyecek olursak, Dikkatlice incelenirse Hazreti Musa Firavuna gelip, 7/104- Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben âlemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim." Hazreti Musa peygamber ile Firavun arasında geçen tartışma veya diyalog. Asa sihir meselesi değil, Musa Allahtan getirdiği bir belgeden bir olaydan söz etmektedir. Ve kendisinin elçi olduğunu anlatmaktadır.
Kuranın Bütünselliğine baktığımız zaman peygamberler toplumların karşılarına çıktıkları zaman ilk karşı gelenler o toplumun önde gelenleridir. Çünkü önde gelenler ezilmiş olanları kendilerine köle edinerek onları kullanmakta ve tahtını onlarla korumaktadır. Allah Birlik ve beraberlikten söz ederken bunlar toplumu fırka fırka bölerek onları güçsüzleştirip zulüm yapmaktadırlar.
28/4- Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
Hazreti Musa Sosyal içerikli firavuna kesin bir uyarı vermektedir. 7/(105- "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrail Oğulları’nı benimle gönder."
Firavuna Allahtan bir ferman getirdiğini, Bu Ferman kendisine belge ve ayet olduğunu kendisinin üzerindeki yükümlülüğün bu ayeti ona bildirmek artık İsrail oğullarını köleleştirip onları ezmeyi bırakmasını onların kendi dinlerini kendilerine vermesini iletmektedir.
İslam olanlar iş başına geldikleri zaman elleri kolları bağlanmış olan ezilmiş güçsüzleştirilmiş olanları destekleyip onların üzerinde oynanan oyunları çözerek rahatlığa kavuşturmaktır.
4/75- Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
Firavun kıssasında anlatılan bir din kavgası bir yaşam biçimi tartışması bir toplumun doğru bir yolu nasıl olacağı tartışmasıdır. Ama Kuran bilgin büyücü ve Musa’nın asası ile bunları mecazi sanatsal bir üslupla anlatmaktadır. Konu Firavunun insanlara anlattığı dinle Musa peygamberin anlattığı din çatışması olduğu halde bunları sihirbazlık oyunu ile sıvıştırmak ve konuyu böyle anlamak yanlış olur.
Görüldüğü gibi ayetin orijinal olan metnine de bakıldığı zaman Musa peygamberin davarlarına yaprak silktiği asasıyla firavunun büyücülerine karşı attığı asa birebirlerinden farklı olan asalardır. O ayetleri tekrar getirirsek
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
Burada atılan asa yılan olup hazreti Musa ondan kaçıyor. Korkuyor. Bu dünyalık hazreti Musa’nın dayandığı güçler anlamında olan asadır. Diğer asa.7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi. 7/117- Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
Firavunun yandaşları bilginler hazreti Musa peygamberin getirdikleri belge ve deliller karşısında çok zayıf kaldığını bu sebeple gerçekte Musa’nın söyledikleri ilahi bir güç tarafından geldiğini anlayınca biz de Musa’nın ilahına iman ettik itirafında bulunuyorlar.
7/120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.
121- "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.
122- "Musa'nın ve Harun'un Rabbine
Demek ki Bu Konuda anlatılan ve anlatılmak istenen sihir büyü meselesi değil Peygamberlerin getirdiği yaşam biçimi ile insanların ortaya attığı ve anlattığı yaşam biçimlerinin karşılaştırılması imiş.
ALLAH BİR PEYGAMBERE HELAL VE HARAM KILDIĞINI DİĞER PEYGAMBERLEREDE HARAM VE HELAL KILMIŞTIR.
6/146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.
Bazı kuran okuyan kardeşlerimiz bir ayette eğer Allah Yahudi olanlara ayette geçen. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. İfadesini kullanıyorsa o ayeti başka türlü anlamamız doğru olmaz demektedirler. Kuranın bütünselliğine baktığımız zaman Allah insanoğlunun var oluşundan bu tarafa göndermiş olduğu peygamberlere insanlara zarar olan şeyleri haram ve güzel ve temiz olan insanların yararına olan bütün şeyleri de helal kılmıştır.
5/4- Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı." Allah'ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah'ın adını anarak- yiyin. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
Bilindiği gibi peygamberler yazı kültürü ve sanatının gelişmediği dönemlerde. Haram ve helalleri peygamberler vahiyle kendi toplumlarına açıklıyorlardı. Her toplumda haram ve helal olanlar bir önceki ve bir sonraki toplumlarda olanlar ve olmayanlar terk edilmiş gündemini kaybetmiş olabilir. Güzel olan icatlarda daha güzelleri ortadayken eski işlevini kaybetmiş olanlar artık kullanılmaktan uzaklaştırılmıştır. Bu gün insan nakliye işini dev kamyonlar treylerler ve gemi ve kargo uçakları varken eşek ve katırlar develerle yapmaya kalkışırlarsa bu gülünç ve anlamsız olur. Veya öküzü çift koşmaya tarla sürmek için kullanan insanlar kendi bulunmuş oldukları dönemde onu keserlerse et olarak yerlerse büyük bir kayba uğramış olurlar.
Müfessirlerin büyük bir çoğunluğu, Kuranda ismi zikredilen peygamberlerin şeriatlarının farklı farklı olduğunu zikretmişlerdir. Şimdi kuranda geçen ümmet ve şeriat kelimelerini anlatmaya çalışalım.
5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Bakınız Şeriat kelimesi burada bütün peygamberlerde olması yaşanması gereken hayat tarzı yaşam biçimi olarak kullanılmıştır. Allahın tanımladığı dışında insanların ortaya koydukları bütün dinler ve yaşam biçimleri ayrı ayrı şeriatlerdir.” Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık.” Denilmesindeki şeriat Allahın insanlara yol gösterici olarak göndermiş olduğu peygamberlerin getirdiği şeriat değil, peygamberler dışındaki insanların din yol yaşam biçimi olarak kendilerinin uydurdukları zan ve tahminle ortaya koydukları ideolojiler ve yaşam tarzlarıdır. Kapitalsizimden komin izimden, demokrasiden tutun da kur’ani olmayan bütün, dini cemaatler de ayrı ayrı şeriatlerdendir. Ama Allahın Kabul ettiği şeriat ve ümmet kendisi tarafından gönderilmiş olan peygamberler ve onların getirdikleri yaşam tarzlarıdır. Kurana göre bütün peygamberlerin getirdikleri şeriatte toplananlar tek bir ümmettir onun dışındakilerde ayrı ayrı şeriat ve ümmetlerdendirler.
Bu din anlayışı vahiy orijinli peygamberlerin getirdikleri dinlerde hiçbir zaman farklı bir anlayış ve yaşam biçimi oluşturmaz. Hem de peygamberler arasındaki ayırımı ortadan kaldırır.
2/ 136- Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."
10/ 19- İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.
Ümmet kelimesi aynı din ve yaşam biçimine sahip olan, bütün varlıklar için kullanılmıştır. İnsanlar yaratılırken hepsi Allah’ı rap olarak kabul ettikleri halde sonradan iblis ve şeytanların telkinleriyle yaratıklardan rab olarak kabul etmeye başlamaları onları tek ümmetlikten ayrılmalarına sebep olmuşlardır.
16/ 36- Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.
Öyleyse Peygamberlere tabi olan insanlar tek bir din tek bir ümmettir peygamberler dışındakilere tabi olanlar da ayrı ayrı ümmetlerdir. Peygamberlerin getirmiş oldukları din Allahın insanlar arasından elçi olarak seçtiği peygamberler aracılığı ile gönderdiği hayat biçimi ise peygamberler arasında da haram ve helallerde de farklılıklar oluşmaz.
3/ 93- Tevrat indirilmeden evvel, İsrail'in kendine haram kıldıklarından başka, İsrailoğulları�na bütün yiyecekler helal idi. De ki: "Şu halde eğer doğruysanız, Tevrat'ı getirin de onu okuyun".
Bu Ayet eğer onunla ilgili diğer ayetler bilinmezse anlaşılamaz. Bakınız onunla ilgili bir başka ayette.
3/ 50- "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin."
Bu ayet hazreti İsa peygambere gelen bir ayettir. Kuranda geçen konu ile ilgili ayetlere baktığımız zaman öyle olduğu anlaşılıyor. bir önceki ve bir sonra gelen ayetlere baktığımız zaman onu anlatmaktadır.
3/ 49- İsrailoğulları�na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları�na şöyle diyecek "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır."
3/ 51- "Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur."
3/52- Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler.
Şimdi “"Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim” İsrail oğullarına haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak ifadesini kullanırken Allahın onlara haram kılması değil, onların kendi kendilerine haram olmayan şeyleri haram kılması anlamında olması gerekir. Eğer Hazreti Musa peygamberin getirmiş olduğu haram ve helaller nasıl hazreti İsa peygamber tarafından tasdik edilip doğrulanırsa Bunda bir çelişki olmaz mı?
16/116- Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler.
O zaman diyebiliriz ki hiçbir peygamberin haram veya helal dediğine hiçbir peygamber muhalefet etmez. Her peygamberin kendilerinden önce gelen peygamberleri tasdik edip ve kendilerinden sonra gelecek olanları müjdelemesi söylediklerimizin kanıtıdır.
16/118- Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
Bu ayetteki kendi kendilerine zulüm yapmaları Allahın onlara vermiş olduğu temiz ve güzel şeyleri yememeleri nedeniyledir. Yani gönderilmiş olan vahiy orjinli tevratta haram olmadığı halde haram etmeleriydi. Bu Gün aleviyim diyenlerin tavşan etini yemedikleri gibi.
Bir de bazı kuran okuyucu kardeşlerimizin tevratın ve incilin getirdikleri sanki kurandan farklı imiş gibi algıladıkları bir ayet daha var.
5/68- De ki: "Ey Kitap Ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz." Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkarlarını artıracaktır. Sen de kâfirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.
Sonuç Olarak diyebiliriz ki. Rabbim Allah’tır diyenler insanoğlunun var oluşuyla beraber peygamber ve kitaplarla helalleri ve haramları belirlenmiştir. Allah hiçbir peygambere helal ettiğini diğer peygamberlere haram etmemiş. Hiçbir peygambere haram ettiğini diğer peygamberlere helal etmemiştir. Tek din İslam tek ilah Allah’tır. Allahın kabul ettiği din Kendisinin peygamberler aracılığı ile gönderdiği islamdır. İslamı kabul edenlerin adı da müslümandır. Allah İslam’ın dışında hiçbir din kabul etmez. İslam olanların adına da müslüman ismi koymuş müslüman kelimesi dışındaki koyulan isimlerin hiç birisin kabul etmiyor.
5/3- Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
Kuranianlamametodu.blogspot.com
[email protected]
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11. August 2010, 05:27 AM   #6
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Dini yalnız Allaha Has Kılan bir Mümin
İbretilik video için tıklayın, 6 saniye sonra video açılacak

Konu hiiic tarafından (11. August 2010 Saat 05:32 AM ) değiştirilmiştir.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
allah, dini, kılmak


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:18 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam