hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HANİF MÜSLÜMANLIK > Kuran Merkezli ve Allah odaklı iman!

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 21. May 2014, 12:33 PM   #1
ozkanates
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2014
Mesajlar: 299
Tesekkür: 8
56 Mesajina 69 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 20
ozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud of
Standart Kuran'da ruhun tanımı: Adem, melek, cin, iblis, şeytan

.
"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
Yaratılan ve biçimlenenler tekil değil çoğul. Âdem tekil bir ad değil, topluluk adı.

"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." Hicr 29
- Adem, bir bedene üflenecek ruhların topluluk adı.
- Her ruh, Allah’ın ruhundan.

"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler1. Onu insan yüklendi2. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir3." Ahzab 72
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
1- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyenler var (melek).
1- Zorluğuna rağmen tekamülü kabul edenler var (adem).
1- Tekamül, gök, yer, dağ gibi cisimlerin olduğu madde alemde.
2- Tekamülü seçen ruh, madde bedene üflenince insan olur: insan = adem + beden
3- Tekamül, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.

Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi.” Araf 172
- Rabbin (eğiten, daha iyiye güzele klavuzlayan, tekamül ettirenin) tekamülü ruhlara sorması.
- Ademoğulları, bedenlenerek tekamülü kabul edenler.

Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım7." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın4? Oysaki bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz1. Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim5." Bakara 30
Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti3. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz." Bakara 31
Dediler ki:..Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim2…" Bakara 32
Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını." Âdem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: "…ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim6." Bakara 33

1- “bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.
Ruh, Allah’ın kendi öz ruhundan, saf iyilik hali, pozitivite. Bu haldeyken adı melek.

2- “Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim.
Melek, tekamülü seçmeyen ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal/bilgi edinmez.

3- “Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.
Adem, tekamül eden ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal (negativite) ve bilgi edinir.

4- “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?
Tekamülün başlangıcı, negativite

5- “Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.
Melekler, tekamülün başındaki ademin negativite halini bildiler. Bilmedikleri, tekamülden sonra olacağı haldi.

6- “ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim
Melekler ve Adem’in dışarı vurdukları o anki tekamül halleri. Saklayageldikleri ise içlerindeki aynı ruh.

7- “Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.
Her kavram, ancak kendi zıddıyla tanımlanır/bilinir. Pozitivitedeki melek, kendi halini deneyimler ama bilemez, çünkü zıddını deneyimlemez/bilmez. Tekamüle negativiteden başlayan adem, pozitivite aşamasına geldiğinde… kendi zıddını artık bildiğinden, kendi halini de bilir. Yeryüzü halifeliği ve meleklerin ona secdesi, tekamül eden ruhun bu üstünlüğü için.

Bir zaman, cinlerden bir topluluğu, Kuran’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik... Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.” Ahkaf 29
Öğrenen, dolayısıyla tekamül eden bir topluluk daha var, cin.

Cini de ateşin dumansızından yarattı.” Rahman 15
Cin ayetlerinde, insanın tersine madde varlıklara atıf yok. Cin, madde formunda değil, melek gibi ateş/enerji/ruh formunda.

Hani, biz meleklere "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi1. Kendi Rabbinin emrine ters düştü2.” Kehf 50
1- İblis, ayette hem melek hem cin. Çünkü aynı formdaki ruh, tekamül etmeyi seçmediğinde melek, seçtiğinde cin olur.
2- Ayette İblis’in kendi iradesiyle karar vermesi, özgür iradesinden yani tekamül etmekte olmasından.

Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı.” Bakara 36
Kuran, Adem’e secde olayına kadar İblis’e İblis diyor. Kulları azdırmayı iş edinmesinden itibarense şeytan. Çünkü şeytan, İblis’in bu aktivitesinin adı. Tekamülün negatif evresini İblis, pozitif evresini nebiler yönetir.
.
ozkanates isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ozkanates Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Araştıran (23. May 2014), Root (16. June 2015)
Alt 23. May 2014, 06:44 PM   #2
Araştıran
Uzman Üye
 
Araştıran - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2013
Mesajlar: 192
Tesekkür: 83
41 Mesajina 74 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
Araştıran has much to be proud ofAraştıran has much to be proud ofAraştıran has much to be proud ofAraştıran has much to be proud ofAraştıran has much to be proud ofAraştıran has much to be proud ofAraştıran has much to be proud ofAraştıran has much to be proud of
Standart

Gerçekten çok aydınlatıcı bir yazı olmuş teşekkür ederim.Bunları kendinizmi yazdınız yoksa faydalandığınız bir kaynak varmı?
__________________
Karşılarında okunup duran Kitab'ı sana indirmemiz yetmedi mi onlara? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve ilahi bir ihtar vardır..ANKEBÛT - 51
Araştıran isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 27. May 2014, 06:41 AM   #3
ozkanates
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2014
Mesajlar: 299
Tesekkür: 8
56 Mesajina 69 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 20
ozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Araştıran Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Gerçekten çok aydınlatıcı bir yazı olmuş teşekkür ederim.Bunları kendinizmi yazdınız yoksa faydalandığınız bir kaynak varmı?
Kuran lojiği: Tanrı'nın Doğum Günü, Burak Özdemir
Kuran manası: Kalp, Nefs ve Ruh, Robert Frager

Kuran bilgileri: Yaşar Nuri Öztürk

Mistik lojik: Tanrı İle Sohbet, Neale Donald Walsch
Mistik mana: Şimdinin Gücü, Eckhart Tolle
.

Konu ozkanates tarafından (6. June 2014 Saat 09:17 AM ) değiştirilmiştir.
ozkanates isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 27. May 2014, 11:30 AM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm. Değerli ozkanates Kardeşim,

Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
Yaratılan ve biçimlenenler tekil değil çoğul. Âdem tekil bir ad değil, topluluk adı.
Adem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır.

Âdem'e secde eden meleklerin, halk kültürüne yerleşmiş şekli ile sürekli namaz ve niyazda olan melekler olmadığı; insandaki akıl, zekâ, ar, hayâ, hâfıza, dikkat gibi zihinsel fonksiyonlar ile yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ağaç, nebat gibi insan dışında doğada mevcut diğer canlılar ve güçler olduğu hemen anlaşılmaktadır. Çünkü bu sayılanların hepsi Âdem'e [insana] boyun eğmişlerdir [secde etmişlerdir], hâlen de eğmektedirler ve kıyâmete kadar da eğmeye devam edeceklerdir. Şöyle ki:
İnsana rûh/bilgi üfürüldüğü zaman, insan bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir bir güce sahip duruma gelmiş ve bilgilendiği zamandan itibaren bilgisi oranında doğaya hükmetmeye başlamıştır. Hayvanları evcilleştirmiş, onların etinden, sütünden, yumurtasından, gücünden yararlanmış hatta en vahşîlerini bile kafeslerde, hayvanat bahçelerinde seyir amacıyla emri altına almıştır. Rüzgâra değirmen taşlarını döndürtmüş, gemilerini yüzdürmek için yelkenleri şişirtmiştir. Akıp giden ırmakların suyunu barajlarla kontrol altına almış, içmede ve sulamada kullandığı bu sudan elektrik üretmiştir. Doğadaki madenlerden her alanda sayısız yararlar sağlamış, ormandaki ağaçlar ise insanın arzusu doğrultusunda yakacak, mobilya, kâğıt olmuştur. Havadaki oksijen sayesinde yaktığı ateş ile kendisini ısıtmış, yemeğini pişirmiş ve daha pek çok alanda kendine yarar sağlamıştır. İnsanın doğadaki birçok şeyi kontrol edişine dair verilebilecek örnekler saymakla bitmez. İnsanın doğaya hâkim oluşu ile ilgili bütün bu örnekler, doğa varlıklarının ve güçlerinin [meleklerin], Âdem'e [insana] boyun eğip itaat ettiğini [secde ettiğini] gösteren birer delil niteliğindedir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır ki, o da Âdem'in “bilgilendirilmiş insan” olduğudur.
Sonuç olarak, melekler/yönetim güçleri sıradan insana değil, kendisine rûh üfürülmüş [Rabbimizin sonsuz bilgisine nisbetle az bir bilgi ile bilgilendirilmiş], yani Adam/Âdem olmuş insana secde etmektedirler [boyun eğmektedirler].

Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
"Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik." Araf 11
"Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." Hicr 29
- Adem, bir bedene üflenecek ruhların topluluk adı.
- Her ruh, Allah’ın ruhundan.
Âdem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır.

A'raf;11:"Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi oluşturduk, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da evrendeki güçlere, “Âdem'e/bilgilenmiş, vahiy almış insana boyun eğip teslim olun” dedik; İblis/düşünce yetisi hariç onlar hemen boyun eğip teslim oldular; o, boyun eğip teslim olanlardan olmadı."

Sözü edilen olayları yaşamış olanlar insanoğlunun ilk ataları olmasına rağmen, âyette onlar için ikinci çoğul zamiri olan “siz” ifadesi kullanılmıştır. Rabbimiz Kur’ân'ın muhataplarına sanki insanlığın ilk döneminde yaşamış insanlar onlarmış gibi hitap etmektedir. Bu tarz anlatımlar, olayı canlı tutmak ve anlatılan olayı muhataba yaşatmak maksadıyla kullanılmaktadır. Zaten konu da bir haber şeklinde değil, temsilî bir anlatımla işlenmektedir. Böylelikle muhataplara kendilerini Âdem yerine koyarak olayları canlı bir tiyatro sahnesindeymiş gibi hissetmeleri sağlanmaktadır. Bir şeyi yaşayarak veya yaşarmış gibi hissettirerek öğretmek, etkili bir eğitim metodudur. Bu metodun uygulandığı anlatımlara Kur’ân'da sıkça rastlanır:

Bakara;49:" Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.– "


Bakara;63: ""Hani bir zamanlar Biz, sizden, “Allah'ın koruması altına girmeniz için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırınızdan çıkarmayın!” diye sağlam bir söz almıştık ve sizin üstünüzü; seçkininiz Mûsâ'yı Tûr'a/dağa yükseltmiştik/çıkarmıştık.

Bakara;72: "Ve hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır. "

11. âyette dikkat edilmesi gereken bir başka husus da; Biz, sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere, “Âdem'e secde edin” dedik ifadesindeki tekâmül aşamalarıdır. İnsanoğlunun “yaratılış”, sonra “mükemmelleştirme”, sonra da “sorumluluk yükleme” aşamalarından geçtiğini bildiren bu ibarede iki tane ثمّ [sümme=sonra] edatı kullanılmış ve böylece bu aşamaların bir anda olmadığı, birbiri ardına meydana geldiği ifade edilmiştir. Tekâmül aşamaları arasına konan iki adet sümme [sonra] sözcüğünün temsil ettiği zaman dilimi, belki de milyonlarca yılı kapsamaktadır.

Hicr 29'u cümlenin bütünlüğü bozulmasın diye 28 ile birlikte verelim:

28,29"Ve bir zamanlar Rabbin evrendeki güçlere, “Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş/işlenebilen bir çamurdan bir beşer oluşturacağım. Ben, ona biçim verdiğimde ve onu bilgilendirdiğimde, siz hemen onun için teslimiyet gösterenler olarak yere kapanın” demişti."

Aslında olayın anlatımı 28-44 ayetler aralığında yapılmaktadır.

Bu ayet grubunda Rabbimiz, insanın madde ve enerjiden olan yapısını temsilî bir anlatımla ortaya koymaktadır.

İnsan soyunun ilk yaratılış aşamalarına dair bilgiler Kur’an’da ilk kez Sad suresinin 71-85. ayetlerinde verilmişti:

71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun” demişti.
73,74Bunun üzerine İblis/ düşünce yetisi hariç evrendeki güçlerin tümü hep birlikte boyun eğip teslimiyet gösterdiler, İblis büyüklük tasladı ve görmezden gelenlerden oldu.
75Allah, “Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle oluşturduğuma boyun eğip teslim olmana ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” dedi.
76İblis dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni enerjiden oluşturdun, onu ise maddeden oluşturdun.”
77,78Allah, “Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle kovulmuşsun, / katilin, asılsız söz ve düşünce üretenin, karanlığa taş atanın tekisin, “Elbette hayırdan uzak tutmam da karşılık gününe kadar senin üzerindedir” dedi.
79İblis, “Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi.
80,81Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi.
82,83İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım” dedi.
84Allah dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: “85Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.”


Gerek Sad suresinde gerekse konumuz olan pasajda insanın yaratılışıyla ilgili ifadeler temsilîdir. Olayın bir tiyatro sahnesi gibi canlandırılarak anlatılması, evrenin, dünyanın ve canlıların var oluş aşamaları hakkında bilgi sahibi olmayanların konuyu iyi anlamalarını sağlamaya yöneliktir. Konunun Allah, melekler, Âdem ve İblis arasında geçen diyaloglarla anlatılması, olayın tamamen temsilî olduğunu göstermektedir. Çünkü Yüce Allah'ın bir insanla bu tarz konuşması veya Kendi yarattığı bir şeyin O'na isyan etmesi, bizzat Kendisinin Kur’ân'da bildirdiğine göre mümkün değildir.
Ayette ifade edilen “çamurdan yaratılış”, “tesviye”, “ruhun üfürülmesi” ve “meleklerin secdesi” bir anda olup bitmiş olaylar değildir. Kur’an’da verilen ayrıntılara göre, bu olaylar milyarlarca yıllık bir süreçte gerçekleşmiştir. Yani, bu anlatımlardan: “Allah, melekleri ve İblis’i çağırdığı bir toplantıda 2-3 dakika içinde, hemen Âdem’i yaratacağını söyledi ve yaratıverdi. Sonra meleklere secde etmelerini söyledi, onlar da derhal secde ettiler. Ama İblis …” şeklinde, her şeyin çok kısa bir zamanda gerçekleştiği anlamını verecek bir sonuç çıkarılmamalıdır.

Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler1. Onu insan yüklendi2. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir3." Ahzab 72
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
1- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyenler var (melek).
1- Zorluğuna rağmen tekamülü kabul edenler var (adem).
1- Tekamül, gök, yer, dağ gibi cisimlerin olduğu madde alemde.
2- Tekamülü seçen ruh, madde bedene üflenince insan olur: insan = adem + beden
3- Tekamül, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.
Âyette geçen ve meallerde Arapça bırakılan arz ve emanet sözcüklerinin anlamını verdikten sonra Âyetin mealini verelim.


العرض[‘arz], tul'un [uzunluğun] karşıtı olup “en” demektir. Bu sözcüğün fiil olarak anlamı, “enleştirme; yayma, yaygınlaştırma”dır.

الأمانة[emânet], الأمنة [emenet], hıyânet'in karşıtıdır. Hıyânet'in aslı, “noksanlaştırmak, tefrit”tir [kusurlaştırma, zayi etmedir]. Kendine bırakılan bir şeyi noksanlaştıran kişiye, “hâin” denir.

Bu tanıma göre emânet sözcüğünün esas anlamı, “bütünlük, kusursuzluk, mükemmellik”tir. “Korunmak üzere bir yere bırakılan nesne” anlamında kullanılmasının nedeni de, “tevdi edilen şeyin mükemmelliği”dir.
Konumuz olan âyetteki emânet sözcüğü, terim değil, lügat anlamıyla ele alınmalıdır. Bu durumda Allah; göklere, yeryüzüne ve dağlara mükemmelliği, kusursuzluğu, düzen ve intizamı yaymış-yaygınlaştırmıştır. Doğadaki hiç bir varlık bu mükemmelliğe ihânet etmemiş ve bunu bozmamıştır. Ama çok câhil ve çok zâlim insan bunu bozmuş, kusurlu hâle getirmiştir.


72Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya/gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesin korktular. Ve onu insan taşıdı/ gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü [ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.

Bu âyette tüm insanlığa, haber cümlesi ile çok önemli bir uyarı yapılmaktadır: Allah; yeri, gökleri ve dağları bir düzen, bir nizam ve intizam içinde yaratmış; onlar da bu düzenlerini bozamamışlardır. Evrendeki düzeni, çok câhil ve zâlim olduğundan insan bozmuştur.

Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi.” Araf 172
- Rabbin (eğiten, daha iyiye güzele klavuzlayan, tekamül ettirenin) tekamülü ruhlara sorması.
- Ademoğulları, bedenlenerek tekamülü kabul edenler.
Olayın netleşmesi için âyete bakmak gerekir.

A'raf;172,173
"Hâlbuki senin Rabbin, kıyâmet günü, “Biz, bunlardan bilgisizdik” demeyesiniz yahut “Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi değişime/ yıkıma uğratacaksın?” demeyesiniz diye, Âdemoğulları'nın sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.”

Konumuz olan üç ayet, 163–174. ayetlerden oluşan pasajın bitim noktasını oluşturmaktadır. Bu pasajda Rabbimizin insanları bazı şeylerle deneyeceği, insanların bir kısmının sorumluluk sahibi olarak duyarlı davranacağı, diğer kısmının ise vurdumduymazlık sergileyerek görevlerini yapmayacağı, bu durumun kıyamete kadar böyle süreceği, sonuçta da sorumsuzların cezalandırılıp sorumluların ödüllendirileceği; ayrıca kâfirlerin seçmiş oldukları yolu gaflet ve bilgisizlikten değil kesinlikle bilinçli olarak istedikleri, bunu da herhangi bir bahaneye başvurmadan itiraf ederek kendi aleyhlerine tanıklıkta bulunacakları bildirilmektedir.

Meal ve tefsirlerin çoğunda rivayetlerin etkisiyle konumuz olan bu ayetlere birçok ekleme yapılmış, bu nedenle de ayetlerin gerçek anlamından ister istemez uzaklaşılmıştır. Biz söz konusu ayetleri sözcük sözcük tahlil etmek suretiyle güvenli bir yol izleyecek, böylece konuyu mevcut meal ve tefsirlerle karşılaştırarak okumak isteyenlerin yapılan ilâveleri daha rahat görmelerini sağlamaya çalışacağız.

Hâlbuki senin Rabbin,

Metinlerde genellikle “vaktiyle”, “bir zamanlar” diye tercüme edilen “ إذiz” edatı, bu edatın “anlamca zait olduğu, birçok yerde kelâmı süslemek için kullanıldığı” görüşündeki bazı tefsirciler ve bunlara itibar edenler tarafından meallerin çoğunda anlamca ihmal edilmiştir. Oysa “iz” edatı, anî ve beklenmedik bir şeyin meydana gelmesini veya anlatılan konuda birden bire yapılan bir dönüşü, değişikliği ifade etmek için kullanılır ve bu edattan sonra anlatılan konunun yer aldığı pasajın başlangıcı olur. Burada ayet “ve” bağlacı ile başlamaktadır. Bu, “iz” edatı ile başlayan konunun daha önceki ayetlerle bağlantılı olduğunu gösterir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu bölümün “Hâlbuki senin Rabbin” diye çevrilmesi gerekir.

... kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz, yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz/kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye

Bu cümlede Rabbimiz, insanoğlunun yapısına koyduğu üreme sistemi ile her kuşağa, her nesle kendi varlığını en iyi şekilde gösterdiğini belirterek bu sebeple şirk koşanların kıyamet günü mazeret bulamayacaklarını bildirmektedir.

Âdemoğullarının sulbünden onların soylarını alır,

Ayetin orijinalindeki fiillerin tümü geçmiş zaman kipiyle ifade edilmiş olup bu cümlede geçen EHAZE” fiilinin Türkçedeki tam karşılığı “aldı” sözcüğüdür. Ancak insanların yeryüzüne gelişi herhangi bir zaman diliminde olmuş bitmiş bir şey değildir; insanoğlunun yeryüzündeki sorumluluk sınavı son insan nesline kadar devam edecek bir süreçtir. Yüce Allah “Rabb” sıfatıyla insanoğluna bu süreci başarıyla değerlendirebileceği birçok üstün yetenek vermiş, Hakk’ı bulması için kitap indirmiş ve peygamber yollamıştır. Yani, insanoğlunun gerek yetenekleri, gerekse kitaptan ve peygamberden yararlanması süreklidir, daima tekerrür eden bir süreçtir. Dolayısıyla gerek “ehrace” fiilinin gerekse ayette geçen “ اشهدeşhede [tanık etti]”, “ قالواkâlû [dediler]”, “ شهدناşehidnâ [tanık olduk]” fillerinin “şimdiki zaman-geniş zaman” kipiyle meallendirilmeleri gerekir. Söz konusu fiillerin ayette mazi [geçmiş zaman] kipiyle kullanılmış olması, anlatılan olayların gerçekleşeceğinin kesinliğini vurgulamak içindir.
ve onları kendi aleyhlerine tanık eder;

Piyasadaki birçok meal ve tefsirde bu bölüm de eksik olarak “Kendilerine şahit tuttu” gibi ifadelerle meallendirilmiş ve tanıklığın lehte mi yoksa aleyhte mi olduğu belirtilmemiştir. Söz konusu tanıklık, “ala enfüsihim [kendi aleyhlerine]” şeklinde ifade edildiği için aleyhte bir tanıklıktır. Bu husus kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır.

Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

Tahlilini yaptığımız konuyu anlayabilmek, bu soru cümlesinin manasını ve pasaj içindeki yerini bilmeye bağlıdır. Hemen belirtmek gerekir ki, piyasadaki birçok meal ve tefsirde yapılmış olan “dedi”, “demişti” gibi eklemeler, ayetin orijinal ifadesinde yoktur.
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile başlayan “Elestü bi rabbiküm?” Kâlû: “Belâ... Şehidnâ.” [“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Evet, Rabbimizsin. Tanık oluyoruz” cümlesi, ayette kendisinden önce yer alan “Ve eşhedehüm ala enfüsihim [ve onları kendi aleyhlerine tanık eder]” cümlesinin bedelidir; onu açıklar, tefsir eder. Dolayısıyla, bu cümle Allah’ın insanları kendi aleyhlerine nasıl tanık ettiğini açıklamaktadır.
Verilecek cevabı bilmesine rağmen Rabbimizin insanlara soru yöneltmesi, mesajın karşılıklı konuşma yöntemi ile verilmesi sebebiyledir. Bu metod aynı zamanda bir “Belâğat” sanatıdır. Belâğat ilmine göre soru cümleleri, bir şeyi sorup öğrenmekten daha çok, bir şeyi inkâr ya da takrir için veya muhataba iltifat ve minnet için, yahut da muhatabı tekdir ve sorumlu tutmak için kullanılır.
Bu soru cümlesi ile ilgili olarak yanlış anlamalara, yanlış kavram ve inançların oluşmasına yol açan bir husus da “rabb” sözcüğünün toplumda “ilâh”, “yaratan” anlamında kullanılması sebebiyle cümlenin “Ben sizin Allah’ınız, yaratıcınız değil miyim?” şeklinde anlaşılmasıdır. Oysa “rabb” sözcüğü “Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir. Buna göre soru cümlesinin içerdiği gerçek anlam şöyle takdir edilebilir: “Ben, sizin yaratılışınızı, yaşayışınızı, üremenizi plânlayan; sizi terbiye eden, sizi bir hedef için hazırlayan, size akıl fikir veren; size doğruyu bulma, Rabbinizi bilme, hakikati idrak edebilme güç ve istidadını veren; ayrıca size peygamber yollayan, kitap indiren değil miyim?”

Derler ki: Elbette Rabbimizsin,

Burada geçen “ بلىbelâ” sözcüğü, “neam” sözcüğü gibi “Evet” anlamına gelen bir tasdik edatıdır. Fakat “ نعمneam” sözcüğü, olumlu veya olumsuz her söyleneni tasdik ve takrir için kullanılabilirken “belâ” sözcüğü sadece olumsuz soruya cevap olarak kullanılabilir. Meselâ; “Ali geldi mi?” sorusuna verilen “neam” cevabı, “Evet, Ali geldi” anlamına gelir. Ama soru, “Ali gelmedi mi?” şeklinde sorulacak olursa, bu takdirde “neam” cevabı “Evet, Ali gelmedi” demek olur. “Bela” edatı ise sadece olumsuz soruya cevap olarak verilebileceğinden, daima menfinin sübutunu ifade eder. Dolayısıyla, “Ali gelmedi mi?” sorusuna “belâ” cevabı verilecek olursa, bu cevap “Evet, Ali geldi” demek olur.
Konumuz olan ayette de “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık “bela” dendiğinden, cevap da “Evet, Sen bizim Rabbimizsin!” demektir.
Ayetteki bu diyalogdan anlaşılıyor ki, insanlar kıyamet günü kesinlikle inkâra yönelmeyeceklerdir. “Rabb” sözcüğünün anlamı dikkate alınarak, verilen cevap şöyle takdir edilebilir: “Evet, Sen bizim Rabbimizsin; Sen, bizi terbiye ettin, bizi bir hedef için hazırladın; bize akıl fikir verdin, bize doğruyu bulma, Rabbimizi bilme güç ve istidadını verdin, ayrıca bize peygamber yolladın, kitap indirdin. Ama biz bunlara itibar etmeyen suçlular olduk; kendi aleyhimize şahidiz.”
Üreme olayında herkesin tanık olduğu Allah’ın imzasını taşıyan ayetler:
Meninin yapısı, Cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarına asılı olma, Bir çiğnemlik et olma, kemiklerin oluşumu, kemiklerin etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma, sulb teraib, atan su, döllenme şekli, doğum şekli; anne ve bebekte oluşan sevgi bağı vs.

tanıklık ediyoruz

Ayetin bu bölümü de tefsirlerin çoğunda “Senin Rabbimiz olduğuna tanığız” şeklinde yanlış olarak açıklanmıştır. Ayette insanların neye şahit oldukları beyan edilmemiştir. Zaten edebî kurallara uygun olması bakımından da beyan edilmemesi gerekir. Burada, ayetin sibakının delâletiyle “şehidna” fiilinin mef’ulü [tümleci] mahzuf olarak takdir edilen “alâ enfüsina (kendimizin aleyhine)” ifadesidir. Kur’an’ı anlayacak kadar Arapça bilenler, cümlenin siyak ve sibakına [bağlamına] iyi dikkat ettikleri takdirde bu gizli tümlecin “alâ enfüsina” ifadesi olduğunu kolayca anlarlar. Bu nedenle “şehidnâ” ifadesi “Biz kendi aleyhimize tanık oluyoruz” şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim En’âm suresinde de bu ayetin tefsiri mahiyetinde bir ifade mevcuttur:

(En’am/ 130, 131)

130Ey gizli, âşikar, geleceğin, bugünün insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şâhitiz” dediler. Basit dünya yaşamı onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin ta kendisi olduklarına şâhitlik ettiler.
131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.


Yapılan tanıklığın “kendi aleyhlerine” olduğu şeklinde hem bu surenin 37. ayetinde hem de Nahl suresinin 89. ayetinde benzer ifadeler mevcuttur.
Haklarında yeterli ve ikna edici bilgiler bulunmayan kişilerce öne sürülen bazı görüş ve kanaatleri birer akide haline getirmemek, garip rivayetlerin arkasına düşüp yanlışlar içinde kaybolmamak ancak ayetlerin doğru anlaşılmasıyla mümkün olmaktadır. Ayetlerin doğru anlaşılması için Rabbimizin yardımını istemeli, O’ndan ilmimizi, anlayışımızı ve kavrayışımızı arttırmasını talep etmeliyiz. Ankebût/57’de söz verdiği gibi, uğrunda üstün çaba harcayanları Yüce Allah mutlaka kendi yollarına ulaştırır.

174Ve işte Biz, düşünsünler diye âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Gerçekten de Rabbimiz kendi varlığına yönelik kanıtları, uzaklarda aramamıza gerek kalmayacak şekilde çok yakına, kendi bünyemize de yerleştirmiştir. Kendi varlığı hakkında tefekkür eden, biyolojik yapısındaki fiziksel ve zihinsel sistemler, özellikle de üreme sistemi üzerinde düşünen bir insanın “Benim Rabbim Allah’tır!” dememesi mümkün değildir.

Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım7." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın4? Oysaki bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz1. Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim5." Bakara 30
Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti3. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz." Bakara 31
Dediler ki:..Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim2…" Bakara 32
Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını." Âdem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: "…ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim6." Bakara 33

1- “bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.
Ruh, Allah’ın kendi öz ruhundan, saf iyilik hali, pozitivite. Bu haldeyken adı melek.

2- “Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim.
Melek, tekamülü seçmeyen ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal/bilgi edinmez.

3- “Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.
Adem, tekamül eden ruh olduğundan, pozitiviteden başka hal (negativite) ve bilgi edinir.

4- “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?
Tekamülün başlangıcı, negativite

5- “Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.
Melekler, tekamülün başındaki ademin negativite halini bildiler. Bilmedikleri, tekamülden sonra olacağı haldi.

6- “ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim
Melekler ve Adem’in dışarı vurdukları o anki tekamül halleri. Saklayageldikleri ise içlerindeki aynı ruh.

7- “Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.
Her kavram, ancak kendi zıddıyla tanımlanır/bilinir. Pozitivitedeki melek, kendi halini deneyimler ama bilemez, çünkü zıddını deneyimlemez/bilmez. Tekamüle negativiteden başlayan adem, pozitivite aşamasına geldiğinde… kendi zıddını artık bildiğinden, kendi halini de bilir. Yeryüzü halifeliği ve meleklerin ona secdesi, tekamül eden ruhun bu üstünlüğü için.
Çıkarımlarınıza dayanak yapılan Bakara 30-34 . âyetleri birlikte görelim.

30Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, “Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım” demişti. Doğadaki güçler, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz” demişlerdi. Senin Rabbin, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti.
31Ve senin Rabbin, Âdem'e o isimlerin tümünü öğretti. Sonra hepsini doğadaki güçlere sundu ve “Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz” dedi.
32Doğadaki güçler, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan arınıksın! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.”
33Senin Rabbin dedi ki: “Ey Âdem! Haber ver onlara, onların adlarını.” Sonra da Âdem onlara, onların adlarını haber verince, senin Rabbin, “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin görülmeyenini, duyulmayanını, sezilmeyenini, geçmişi, geleceği bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim” dedi.

Bu âyet grubunda, insanların evrendeki konumuna ilişkin temsîlî bir açıklama yapılmakta; insanın ilk yaratılışı değil, dünyadaki bilgilenme ve güçlenme süreci anlatılmaktadır. Bu açıklamalar, temsîlî anlatım tekniğiyle canlı bir piyes sahnesi gibi sunulmuştur. Bir sahne, sahnede de aktörler [Allah, melekler ve Âdem] vardır, aralarında konuşuyorlar.
Bu bölüm iki sahneden oluşuyor:
SAHNE 1
Allah:
-- Ben yeryüzünde bir halîfe kılıcıyım [yapacağım].
Melekler:
-- Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi kılacaksın [yapacaksın]. Oysa biz, Seni överek tesbîh ediyor ve Seni takdîs ediyoruz.
Allah:
-- Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim.
Allah Âdem'i, bilgilenme sürecinden geçirmiş, ona eşyayı ve isimlerini tanıtmıştır. İsim, müsemmayı [adı taşıyan varlığı] ifade eder. Demek oluyor ki Allah, Âdem'in aklını-fikrini, zekasını geliştirmiş, o da varlıkları tanımış ve onların özelliklerine göre birer isim vermiştir. Varlıkların isimleri, anlam ve ses itibariyle varlıkların özelliklerine göre verilir. Meselâ; taş, kaya, demir (aslı, temur'dur), çelik gibi isimler, bir yandan onların sertlik özelliğini ifade ederken, diğer yandan da sert harflerle [seslerle] telaffuz edilmiştir. “Yağ” ise, yumuşak bir varlık olduğundan yumuşak seslerle isimlendirilmiştir. İnsanlığın diline kazandırılan yeni isimlerin tümü, o varlığın özelliğine uygun olarak verilmektedir. Varlığın özelliği bilinmediği takdirde, varlığa verilen isim uygun düşmeyecektir. Artık, insan türü [Âdem] bilgili, bilgilenen bir konumdadır. Bu sürecin ne kadar zaman aldığı Kur’ân'da bildirilmemiştir. Bu süreç belki yüzbinlerce, belki milyonlarca yıl sürmüştür. Bu bilgilenme, daha evvel “Rûh üfürme olarak açıklanmıştı.
SAHNE 2
Allah, Meleklere:
-- Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz.
Melekler:
-- Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.
Allah:
-- Ey Âdem! Haber ver onlara; onların adlarını.
Âdem, hepsinin ismini bildirir.
Allah:
-- Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin gaybını bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim.
Sahne burada kapanır.
Pasajın doğru anlaşılması için öncelikle خليفة [halîfe] sözcüğünün iyi bilinmesi gerekir. Halîfe, “birinin ardından onun yerine gelen, geçen” demektir. Bununla ilgili geniş açıklama Sâd sûresi'nin sonunda mevcuttur. Buradan, insanlardan evvel dünyaya egemen olan bazı varlıklar olduğu anlaşılıyor. Allah onların egemenliğini sona erdirip onların yerine insanı dünyaya egemen kılmıştır.
Âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre insan, bilgilenmezden evvel yeryüzünde kan döken ve fesat çıkaran bir yaratık konumundaymış. Bu demektir ki bilgiden uzaklaştığında insan yine kan döken ve fesat çıkaran bir varlık konumuna dönmektedir.
Âdem'in bilgilenmesi, başka âyetlerde, “Âdem'e rûh üfürülmesi” olarak geçer. Rûhun üfürülmesi hakkında detaylı bilgi daha evvel verilmişti. Meleklerde bilgilenme istidadı yoktur, zira Allah onları robotvari yaratmıştır. Dolayısıyla onlar, yaratılış programı çerçevesinde varlıklarını sürdürürler.
Buradaki meleklerin –ki ملك[milk] kökünden türemiştir– “doğal güçler” olduğunu unutmayalım. Melek kavramı ile ilgili detaylı bilgi birçok yerde verilmişti.


Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
.

Bir zaman, cinlerden bir topluluğu, Kuran’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik... Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.” Ahkaf 29
Öğrenen, dolayısıyla tekamül eden bir topluluk daha var, cin.
Âyetleri bağlamında görelim:

29Hani Biz gizli ajanlardan Kur’ân'ı dinlemek isteyen bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, Kur’ân'a hazır oldukları zaman, “Susun!” dediler. Sonra Kur’ân'ı dinleyince de birer uyarıcı olarak toplumlarına döndüler.
30-32Onlar: “Ey toplumumuz! Şüphesiz biz Mûsâ'dan sonra indirilen ve sadece içinde konu edilenleri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik. Ey toplumumuz! Allah'ın davetçisine karşılık verin ve O'na iman edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan kurtarsın. Her kim Allah'ın davetçisine karşılık vermezsee, bilsin ki, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Onun için Allah'ın astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın kimseler de yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içerisindedirler” dediler.

Cinn suresinde kendi istekleriyle Kur’an dinledikleri bildirilen “yabancılar” konusuna bu ayetlerde de kısaca değinilmiştir. Sözü edilen bu “yabancılar”, dinledikleri Kur’an’dan etkilenmişler ve ülkelerine dönünce de kabul ettikleri hak ve hakikati kendi toplumlarına bildirmişlerdir. Ayetler gayet açık olup herhangi bir izahı gerektirmemektedir.

Burada konu edilen cinler ile ilgili olarak klasik kaynaklarda akıl almaz hikâyeler yer almaktadır. Kısaca hatırlatmak gerekirse, burada konu edilen “cinden bir grup”, Yesrib’den Mekke’ye gelerek gizlice Resulullah ile görüşüp ondan Kur’an dinleyen, sonra da Akabe görüşmelerinin ve hicretin zeminini hazırlayan Yesriblilerdir [Medinelilerdir]. Bu Medineli grubun 30–32. ayetlerde yer alan konuşmasının detayı da yine Cinn suresindedir. Bu nedenle, o konuşmanın mealini vermekle yetiniyor, ayetlerin tahlilinin oradan okunmasını öneriyoruz.

(Cinn/1-15)

1-2De ki: Bana vahyedildi ki, şüphesiz yabancılardan bir grup Kur’ân dinleyip de: “Şüphesiz biz, rüşde kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’ân dinledik. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız. 3Gerçek şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, bir dişi arkadaş ve de bir çocuk edinmemiştir.
4Ve hiç şüphesiz “bizim aklı ermez”, Allah üzerine saçma sapan şeyler söylüyormuş. 5Doğrusu biz, bildik-bilmedik her kişinin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceğine inanıyorduk.
6Gerçekten de insten; çok iyi tanıdığımız kimselerden bazı kimseler, cinden; tanımadığımız yabancı kimselerden bazı kişilere sığınırlar idi. Böylece de, o yabancı kimseler, onların azgınlıklarını, ahmaklıklarını artırırlardı.
7Gerçekten de onlar sizin inandığınız gibi, Allah'ın asla kimseyi peygamber göndermeyeceğine/ diriltmeyeceğine inanmışlardı.
8Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. 9Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki, şimdi her kim duyum almak için uğraşsa, kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. 10Biz de, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz.
11Şüphesiz bizler; bizlerden bir kısmı sâlihlerdendir, bizden bazıları da bunun aşağısındandır. Biz, çeşit çeşit yollarda idik.
12Ve kesinlikle, Allah'ı yeryüzünde asla âciz bırakamayacağımızı, kaçmakla da O'nu asla âciz bırakamayacağımızı iyice anladık. 13Ve biz o kılavuzu/ Kur’ân'ı dinlediğimizde ona iman ettik. Onun için kim Rabbine inanırsa, o hakkının eksik verilmesinden ve haksızlığa uğramaktan/ aptal yerine konmaktan, kendisine aşırı yük yüklenilmesinden korkmaz.
14Ve gerçekten bizim durumumuz ise; Müslümanlar bizdendir, yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da bizdendir. Ama kimler Müslüman olduysa, işte onlar doğruya, güzele, iyiye, gerçeğe gitmeyi arayanlardır. 15Ama inanç konusunda yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır” demişlerdir."


Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
.
Cini de ateşin dumansızından yarattı.” Rahman 15
Cin ayetlerinde, insanın tersine madde varlıklara atıf yok. Cin, madde formunda değil, melek gibi ateş/enerji/ruh formunda.
Lütfen Rahman suresindeki âyetin orijinaline de bakınız. Meallerini konu bütünlüğü içerisinde görelim.
Rahman;14-16

14,15O, görünen, bilinen varlıkları pişmiş çamur gibi kuru balçıktan/değişken bir maddeden oluşturdu. Görünmez varlıkları, güçleri de ateşin dumansızından/enerjiden oluşturdu.
16Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde maddesel ve enerjik varlıkların yaratılışına değinilirken, aynı zamanda insanın maddî yapısı ve enerjik yapısına da işaret edilmektedir. İnsanın madde yapısı; el-ayak, göz-kulak, et-kemik vs. olarak görünen bedensel yapısıdır. Bir de insanın, akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs. gibi enerjik yapısı vardır. Böyle bir varlık, ancak Allah tarafından yaratılabilir ve bu hiç kimse tarafından yalanlanamaz.

Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
.
Hani, biz meleklere "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi1. Kendi Rabbinin emrine ters düştü2.” Kehf 50
1- İblis, ayette hem melek hem cin. Çünkü aynı formdaki ruh, tekamül etmeyi seçmediğinde melek, seçtiğinde cin olur.
2- Ayette İblis’in kendi iradesiyle karar vermesi, özgür iradesinden yani tekamül etmekte olmasından.
Kehf Suresinin 50. âyetini bağlı olduğu Âyetlerin bütünlüğü içerisinde değerlendirelim.

50Ve hani Biz doğal güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/ düşünce yetisi dışında hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdi. İblis, görünmez varlıklardandı/ enerjidendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için ne kötü bir değiştirmedir bu!
51Ben onları, göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşuna ve kendilerinin oluşturuşuna şâhit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim.
52Ve o gün Allah: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.
53Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kesin inanmışlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar.

Bu ayet grubunda kısaca insanın yaratılış özelliği, insanın aldanış noktaları ve Rabbimizin bu konudaki uyarışları nakledilmiştir. 50. ayetin birinci bölümü ile ilgili detay daha evvel Sad ve Ta Ha surelerinde verilmiştir Lütfen sitemizden ilgili surelerin ilgili kısımlarına bakınız.

İnsanı en çok aldatan, sapmasına, şirk koşmasına neden olan İblis’tir. Ona karşı daima tedbirli olunmalıdır. Onun akla getirdiği ham düşünceler, ölçmeden, tartmadan [tefekkür etmeden] kesinlikle uygulamaya konmamalıdır. Hele hele çıkar için şirke bulaşmamalıdır. Şirk koşulan kişi ve nesnelerin Allah ile bir bağı yoktur.
52. ayetteki “Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel kılmışızdır” ifadesiyle müşriklerin ve onların şirk koştuğu şeylerin bir birinden ayrı tutulacakları mesajı verilmektedir.

(Yunus/28, 29)
28,29Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o ortak koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık kesinlikle aralarını iyice açacağız ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Biz sizin kulluğunuzdan kesinlikle bilgisizdik/ duyarsızdık” diyecekler.

(En’am/22-24)
22Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: “Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?” diyeceğiz. 23Sonra, onların ateşlere atılmaları, “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi.”
24Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu.

(En’am/94)
94Ve andolsun ki siz, sizi ilk defa oluşturduğumuz zamanki gibi yapayalnız/ teker teker Bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Ve içinizde kendilerinin ortaklar olduğuna inandığınız sözde destekçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Andolsun aranızda kesilme/kopukluk olmuş ve yanlış inandığınız şeyler kaybolmuştur.

(Ahkaf/5, 6)
5Ve Allah'ın astlarından kıyâmet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışlarından habersizler de.
6İnsanlar bir araya toplandığı zaman da taptıkları kimseler kendilerine düşmanlar oldular. Ve onların kendilerine tapmalarını kabul etmeyenler idiler.

(Meryem/81,82)
81Ve onlar, kendileri için bir güç, şan, şeref olsun diye Allah'ın astlarından ilâhlar edindiler.
82Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! O edindikleri ilâhlar, onların kulluklarını kabul etmeyecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır.



Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
.

Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı.” Bakara 36
Kuran, Adem’e secde olayına kadar İblis’e İblis diyor. Kulları azdırmayı iş edinmesinden itibarense şeytan. Çünkü şeytan, İblis’in bu aktivitesinin adı. Tekamülün negatif evresini İblis, pozitif evresini nebiler yönetir.
.
Bakara suresinin âyetine birlikte bakalım.

35Ve Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân ediniz/burayı yurt tutunuz, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol nasiplenin ve şu girift şeye yaklaşmayın; mal/altın-gümüş tutkunu olmayın, yoksa kendi benliğine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.
36Bunun üzerine şeytân; İblis/düşünce yetisi onları oradan kaydırdı, içinde bulundukları ortamdan çıkardı. Ve Biz, “Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır” dedik.

Bu âyetlerde ise, temsîlî olarak insanın çıkar tutkusu açıklanıp bunun törpülenmesi istenmektedir.
36. âyetteki, Birbirinize düşman olarak inin ifadesinden, “mal, mülk, biriktirme, yağma, yığma tutkunuz yüzünden düşmanlaşarak, seviyesiz bir hayat sürün” neticesi çıkmaktadır. Zira mal düşkünü olanlar, kendi aralarında düşmanlaşırlar ve bulundukları konumu kaybedip kötü duruma düşerler.
Âyetteki, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır ifadesiyle de, insanın yaşamı süresince ve öldükten sonra hücrelerinin yok olmayacağı” bilgisi verilmektedir.
Bu âyetlerin benzerleri, A‘râf (11-27) ve Tâ-Hâ (115-123) sûrelerinde yer almıştır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
han (5. January 2015), mustafabey (28. May 2014)
Alt 30. May 2014, 09:26 AM   #5
ozkanates
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2014
Mesajlar: 299
Tesekkür: 8
56 Mesajina 69 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 20
ozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud of
Standart

Dost1 kardeşim, önce vaktine ve aktardığın değerli bilgilere teşekkür ederim. Paylaşımlarının devam etmesini dilerim.

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun aleyküm. Değerli ozkanates Kardeşim,
Adem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır...
Kavramlarının bir listesini çıkardım:

Ruh = Bilgi
Ruh üfleme = Kısmi bilgi verme
Adem = Kısmen bilgilendirilmiş insan
İnsan = Bilgilendirilmemiş/cahil insan
İblis = Düşünme yetisi
Melek = Tabiat güçleri

Anladığım kadarıyla bu kavramlara verilen anlamlar... bir kelimenin yerine diğeri konduğunda, Kuran boyunca düzgün anlamların oluşması mantığına dayanıyor. Benim düşünceme göre bu, tüm tekamül kademelerinde yapılan uygulama. Hepimiz, kendi kadememizin kelimelerini Kuran boyunca koyuyor ve anlamların tutarlı olduğunu görüyoruz. Bu, Kuran'ın şekilsiz olmasından değil; her tekamül kademesindeki insana aynı anda hitap ve rehberlik etmesinin gereği.

Benim benimsediğim metodoji, bir Kuran kavramını, ancak Kuran içindeki bir tanımdan üretmek. "Bir Allah sözünü tanımlamaya muktedir olanın, sadece yine Allah sözü olabileceği" düşüncesine istinaden.

Sana sorum, verdiğin kavramları verdiğin anlamlara bağlayan/atayan ayetler var mı.

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
A'raf;11:"Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi oluşturduk, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da evrendeki güçlere, “Âdem'e/bilgilenmiş, vahiy almış insana boyun eğip teslim olun” dedik; İblis/düşünce yetisi hariç onlar hemen boyun eğip teslim oldular; o, boyun eğip teslim olanlardan olmadı."

Sözü edilen olayları yaşamış olanlar insanoğlunun ilk ataları olmasına rağmen, âyette onlar için ikinci çoğul zamiri olan “siz” ifadesi kullanılmıştır. Rabbimiz Kur’ân'ın muhataplarına sanki insanlığın ilk döneminde yaşamış insanlar onlarmış gibi hitap etmektedir. Bu tarz anlatımlar, olayı canlı tutmak ve anlatılan olayı muhataba yaşatmak maksadıyla kullanılmaktadır. Zaten konu da bir haber şeklinde değil, temsilî bir anlatımla işlenmektedir. Böylelikle muhataplara kendilerini Âdem yerine koyarak olayları canlı bir tiyatro sahnesindeymiş gibi hissetmeleri sağlanmaktadır. Bir şeyi yaşayarak veya yaşarmış gibi hissettirerek öğretmek, etkili bir eğitim metodudur. Bu metodun uygulandığı anlatımlara Kur’ân'da sıkça rastlanır:
Bu söylenenler pek çok yerde doğru, ama burada şu temel prensiple uyuşmadığından geçerli değil: "Kuran, farklı tekamül kademelerine aynı anda hitap edebilmek için, bilgileri farklı kademelerde örter. Ama bu örtme, asla yanlış bilgi verme şeklinde olmaz. Yani her söylenen mutlaka doğrudur. Uygulanan örtmeler ise, bilgide ileri olanlar için, mutlaka başka ayet/ayetler tarafından açıklanıp kaldırılır."

Bu sistemi açıklayan ayet: "Eğer biz bu Kuran’ı bir dağın üzerine indirseydik, her halde sen onu Allah korkusundan huşû ile boynunu bükmüş, çatlayıp yarılmış görürdün. Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşünebilsinler." Hasr 21. Ayetin ilk cümlesi, bir benzetme kullanımı; ikinci cümle ise benzetme tekniğinin tanımını yaparak, benzer örtmeleri kaldırıyor. Başka bir örnek, Allah'ın yüzü, elleri, sohbetleri benzetmelerinin Bakara 115 ile kaldırılması.

O halde Araf 11 'deki "siz" ya mutlak doğrudur ya da yapılmış bir örtmedir. Eğer örtme ise başka bir ayet tarafından kaldırılması gerekir. Böylece yukarıdaki "Adem = bilgi verilmiş insan tanımını yapan bir ayet var mı" soruma geri dönmüş oluyorum.

Benim görüşümde, "Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik" ayetindeki "siz", (başka bir ayet tarafından kaldırılmadığı sürece) bir örtü değil mutlak doğru ve "insanın yaratılmasına tekil Adem ve tekil Havva örtmesi"ni kaldırmakta, yaratılışı evrime bağlamakta.

Ki zaten bu kısımda hemfikiriz. Anladığım kadarıyla bu hemfikir oluştan, sadece, "Adem = Bilgilendirilmiş insan" tanımından uzaklaşmamak adına ayrılıyorsunuz.


Cevabım devam edecek.
ozkanates isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 30. May 2014, 03:38 PM   #6
ozkanates
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2014
Mesajlar: 299
Tesekkür: 8
56 Mesajina 69 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 20
ozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

Alıntı:
ozkanates Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
.
"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler1. Onu insan yüklendi2. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir3." Ahzab 72
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
1- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyenler var (melek).
1- Zorluğuna rağmen tekamülü kabul edenler var (adem).
1- Tekamül, gök, yer, dağ gibi cisimlerin olduğu madde alemde.
2- Tekamülü seçen ruh, madde bedene üflenince insan olur: insan = adem + beden
3- Tekamül, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.
Âyette geçen ve meallerde Arapça bırakılan arz ve emanet sözcüklerinin anlamını verdikten sonra Âyetin mealini verelim.

العرض[‘arz], tul'un [uzunluğun] karşıtı olup “en” demektir. Bu sözcüğün fiil olarak anlamı, “enleştirme; yayma, yaygınlaştırma”dır.

الأمانة[emânet], الأمنة [emenet], hıyânet'in karşıtıdır. Hıyânet'in aslı, “noksanlaştırmak, tefrit”tir [kusurlaştırma, zayi etmedir]. Kendine bırakılan bir şeyi noksanlaştıran kişiye, “hâin” denir.

Bu tanıma göre emânet sözcüğünün esas anlamı, “bütünlük, kusursuzluk, mükemmellik”tir. “Korunmak üzere bir yere bırakılan nesne” anlamında kullanılmasının nedeni de, “tevdi edilen şeyin mükemmelliği”dir.
Konumuz olan âyetteki emânet sözcüğü, terim değil, lügat anlamıyla ele alınmalıdır. Bu durumda Allah; göklere, yeryüzüne ve dağlara mükemmelliği, kusursuzluğu, düzen ve intizamı yaymış-yaygınlaştırmıştır. Doğadaki hiç bir varlık bu mükemmelliğe ihânet etmemiş ve bunu bozmamıştır. Ama çok câhil ve çok zâlim insan bunu bozmuş, kusurlu hâle getirmiştir.
"Emanet" kelimesi tüm meallerde emanet olarak geçtiğinden, bu kelimenin bir örtme olduğunu düşünmüştüm. Oysa Arapçası açık açık söylüyor: Bütünlüğü/kusursuzluğu/mükemmelliği yayma/yaygınlaştırma yani TEKAMÜL !

Metnimi bu bilgileri ekleyerek düzeltiyorum:

"Şüphesiz biz emaneti1 göklere, yere ve dağlara arz ettik2 de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir." Ahzab 72
1- Arapça “emanet”: Bütünlük, kusursuzluk, mükemmellik.
2- Arapça “arz etmek”: En (uzunluğun zıttı). Fiil hali enleştirme; yayma, yaygınlaştırma.
Emaneti arz ettik = Bütünlüğü/kusursuzluğu/mükemmelliği yaydık/yaygınlaştırdık = Tekamül

"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik4 de onlar onu yüklenmek istemediler1, ondan çekindiler2. Onu insan yüklendi3. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir5." Ahzab 72
1- Tekamül bir seçenek, her ruh isteyip istemediğine kendisi karar verir.
2- Tekamülün zorluğundan çekinerek istemeyen ruhlar var (melek).
3- Zorluğunu göze alarak tekamülü kabul eden ruhlar var (adem).
4- Tekamülü kabul eden ruh… gök, yer, dağın olduğu madde alemde…
4- Madde bedene bağlandığında insan olur: İnsan = Beden + ruh
5- İnsanın tekamülü, zalim ve cahil halden, yani negativiteden başlar.
.

Konu ozkanates tarafından (2. June 2014 Saat 08:54 AM ) değiştirilmiştir.
ozkanates isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 2. June 2014, 08:48 AM   #7
ozkanates
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2014
Mesajlar: 299
Tesekkür: 8
56 Mesajina 69 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 20
ozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
72Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya/gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesin korktular. Ve onu insan taşıdı/ gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü [ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.

Bu âyette tüm insanlığa, haber cümlesi ile çok önemli bir uyarı yapılmaktadır: Allah; yeri, gökleri ve dağları bir düzen, bir nizam ve intizam içinde yaratmış; onlar da bu düzenlerini bozamamışlardır. Evrendeki düzeni, çok câhil ve zâlim olduğundan insan bozmuştur.
Bu yorumunuzu da, "adem/insan" ikiliğini "bilgili/cahil insan" ikiliğine tevil etmek adına, kendi yorumlarınızdan uzaklaşma olarak görüyorum.

Belirttiniz ki, yaratım bir anda değil, milyar yıllarda. O halde mükemmellik de bir anda olan bir yaratım değil, milyarlarca yıl alan bir süreç. Tekamül, daha iyiye, daha güzele, daha karmaşığa giden uzun bir yürüyüş. İnsan yaratıldığında taşınacak/gizlenecek/tanınmaz hale getirilecek/gözden düşürülecek/ihanet edilecek/bozacak bir mükemmellik zaten oluşmamıştı ve halen de oluşmamıştır (milyar yıllar devam ediyor).

"Ruh"dan "bilgili insan"a tevil, ayetin söylemediklerini ayete ekleme ile olmuş. Ayette gizleme/tanınmaz hale getirme/gözden düşürme/ihanet etme/bozma türünden hiç bir kelime yok. Çünkü olay bu değil. Gökler, yer, dağ, melekler "mükemmelliğin yaygınlaşmasına = tekamüle" katılmıyorlar, hepsi bu. Aynı ayette söylendiği gibi. Onlar hep yaratıldıkları şekilde kalıyorlar. Mükemmelliğin yaygınlaşmasına adem katılıyor. O, Allah'ın isim ve sıfatlarına sahip Allah'dan bir ruh olarak, edilgen/insiyatifsiz bir nesne/robot/melek olarak değil, değişim/gelişim/mükemmelleşmenin öznesi olarak tekamülde.

Eğer gelişiyorsa, mükemmelleşiyorsa, o halde ilk yaratıldığı an, onun en az gelişmiş, en az mükemmel hali olacaktır. "Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir" işte bu ilk yaratım halinin, tekamül sürecinin sonraki her bir haline izafen durumudur. Nitekim madde alemindeki tekamül, zalim ve cahil halden, gönül ve akıl sahipliğine (= şeylerin az halinden çok haline) bir yolculuk olduğundan, bu yolculuğun nihai son haline izafen bizlerin (halen madde alemdekilerin) halen zalim ve cahil olmamız da geçerli. Bu yüzden son cümlede zaman kipi, geçmiş zamandan (yaratış anından) geniş zamana çevriliyor.
ozkanates isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 2. June 2014, 12:29 PM   #8
bartsimpson
Super Moderator
 
bartsimpson - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2012
Mesajlar: 963
Tesekkür: 481
200 Mesajina 303 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
bartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun aleyküm. Değerli ozkanates Kardeşim,



Adem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır.

Âdem'e secde eden meleklerin, halk kültürüne yerleşmiş şekli ile sürekli namaz ve niyazda olan melekler olmadığı; insandaki akıl, zekâ, ar, hayâ, hâfıza, dikkat gibi zihinsel fonksiyonlar ile yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ağaç, nebat gibi insan dışında doğada mevcut diğer canlılar ve güçler olduğu hemen anlaşılmaktadır. Çünkü bu sayılanların hepsi Âdem'e [insana] boyun eğmişlerdir [secde etmişlerdir], hâlen de eğmektedirler ve kıyâmete kadar da eğmeye devam edeceklerdir. Şöyle ki:
İnsana rûh/bilgi üfürüldüğü zaman, insan bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir bir güce sahip duruma gelmiş ve bilgilendiği zamandan itibaren bilgisi oranında doğaya hükmetmeye başlamıştır. Hayvanları evcilleştirmiş, onların etinden, sütünden, yumurtasından, gücünden yararlanmış hatta en vahşîlerini bile kafeslerde, hayvanat bahçelerinde seyir amacıyla emri altına almıştır. Rüzgâra değirmen taşlarını döndürtmüş, gemilerini yüzdürmek için yelkenleri şişirtmiştir. Akıp giden ırmakların suyunu barajlarla kontrol altına almış, içmede ve sulamada kullandığı bu sudan elektrik üretmiştir. Doğadaki madenlerden her alanda sayısız yararlar sağlamış, ormandaki ağaçlar ise insanın arzusu doğrultusunda yakacak, mobilya, kâğıt olmuştur. Havadaki oksijen sayesinde yaktığı ateş ile kendisini ısıtmış, yemeğini pişirmiş ve daha pek çok alanda kendine yarar sağlamıştır. İnsanın doğadaki birçok şeyi kontrol edişine dair verilebilecek örnekler saymakla bitmez. İnsanın doğaya hâkim oluşu ile ilgili bütün bu örnekler, doğa varlıklarının ve güçlerinin [meleklerin], Âdem'e [insana] boyun eğip itaat ettiğini [secde ettiğini] gösteren birer delil niteliğindedir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır ki, o da Âdem'in “bilgilendirilmiş insan” olduğudur.
Sonuç olarak, melekler/yönetim güçleri sıradan insana değil, kendisine rûh üfürülmüş [Rabbimizin sonsuz bilgisine nisbetle az bir bilgi ile bilgilendirilmiş], yani Adam/Âdem olmuş insana secde etmektedirler [boyun eğmektedirler].



Âdem, bir topluluk adı değil bilgilendirilmiş insanın adıdır.

A'raf;11:"Ve hiç kuşkusuz Biz, sizi oluşturduk, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da evrendeki güçlere, “Âdem'e/bilgilenmiş, vahiy almış insana boyun eğip teslim olun” dedik; İblis/düşünce yetisi hariç onlar hemen boyun eğip teslim oldular; o, boyun eğip teslim olanlardan olmadı."

Sözü edilen olayları yaşamış olanlar insanoğlunun ilk ataları olmasına rağmen, âyette onlar için ikinci çoğul zamiri olan “siz” ifadesi kullanılmıştır. Rabbimiz Kur’ân'ın muhataplarına sanki insanlığın ilk döneminde yaşamış insanlar onlarmış gibi hitap etmektedir. Bu tarz anlatımlar, olayı canlı tutmak ve anlatılan olayı muhataba yaşatmak maksadıyla kullanılmaktadır. Zaten konu da bir haber şeklinde değil, temsilî bir anlatımla işlenmektedir. Böylelikle muhataplara kendilerini Âdem yerine koyarak olayları canlı bir tiyatro sahnesindeymiş gibi hissetmeleri sağlanmaktadır. Bir şeyi yaşayarak veya yaşarmış gibi hissettirerek öğretmek, etkili bir eğitim metodudur. Bu metodun uygulandığı anlatımlara Kur’ân'da sıkça rastlanır:

Bakara;49:" Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kadınlarınızı sağ bırakan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.– "


Bakara;63: ""Hani bir zamanlar Biz, sizden, “Allah'ın koruması altına girmeniz için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırınızdan çıkarmayın!” diye sağlam bir söz almıştık ve sizin üstünüzü; seçkininiz Mûsâ'yı Tûr'a/dağa yükseltmiştik/çıkarmıştık.

Bakara;72: "Ve hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır. "

11. âyette dikkat edilmesi gereken bir başka husus da; Biz, sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere, “Âdem'e secde edin” dedik ifadesindeki tekâmül aşamalarıdır. İnsanoğlunun “yaratılış”, sonra “mükemmelleştirme”, sonra da “sorumluluk yükleme” aşamalarından geçtiğini bildiren bu ibarede iki tane ثمّ [sümme=sonra] edatı kullanılmış ve böylece bu aşamaların bir anda olmadığı, birbiri ardına meydana geldiği ifade edilmiştir. Tekâmül aşamaları arasına konan iki adet sümme [sonra] sözcüğünün temsil ettiği zaman dilimi, belki de milyonlarca yılı kapsamaktadır.

Hicr 29'u cümlenin bütünlüğü bozulmasın diye 28 ile birlikte verelim:

28,29"Ve bir zamanlar Rabbin evrendeki güçlere, “Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş/işlenebilen bir çamurdan bir beşer oluşturacağım. Ben, ona biçim verdiğimde ve onu bilgilendirdiğimde, siz hemen onun için teslimiyet gösterenler olarak yere kapanın” demişti."

Aslında olayın anlatımı 28-44 ayetler aralığında yapılmaktadır.

Bu ayet grubunda Rabbimiz, insanın madde ve enerjiden olan yapısını temsilî bir anlatımla ortaya koymaktadır.

İnsan soyunun ilk yaratılış aşamalarına dair bilgiler Kur’an’da ilk kez Sad suresinin 71-85. ayetlerinde verilmişti:

71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun” demişti.
73,74Bunun üzerine İblis/ düşünce yetisi hariç evrendeki güçlerin tümü hep birlikte boyun eğip teslimiyet gösterdiler, İblis büyüklük tasladı ve görmezden gelenlerden oldu.
75Allah, “Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle oluşturduğuma boyun eğip teslim olmana ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” dedi.
76İblis dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni enerjiden oluşturdun, onu ise maddeden oluşturdun.”
77,78Allah, “Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle kovulmuşsun, / katilin, asılsız söz ve düşünce üretenin, karanlığa taş atanın tekisin, “Elbette hayırdan uzak tutmam da karşılık gününe kadar senin üzerindedir” dedi.
79İblis, “Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi.
80,81Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi.
82,83İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım” dedi.
84Allah dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: “85Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.”


Gerek Sad suresinde gerekse konumuz olan pasajda insanın yaratılışıyla ilgili ifadeler temsilîdir. Olayın bir tiyatro sahnesi gibi canlandırılarak anlatılması, evrenin, dünyanın ve canlıların var oluş aşamaları hakkında bilgi sahibi olmayanların konuyu iyi anlamalarını sağlamaya yöneliktir. Konunun Allah, melekler, Âdem ve İblis arasında geçen diyaloglarla anlatılması, olayın tamamen temsilî olduğunu göstermektedir. Çünkü Yüce Allah'ın bir insanla bu tarz konuşması veya Kendi yarattığı bir şeyin O'na isyan etmesi, bizzat Kendisinin Kur’ân'da bildirdiğine göre mümkün değildir.
Ayette ifade edilen “çamurdan yaratılış”, “tesviye”, “ruhun üfürülmesi” ve “meleklerin secdesi” bir anda olup bitmiş olaylar değildir. Kur’an’da verilen ayrıntılara göre, bu olaylar milyarlarca yıllık bir süreçte gerçekleşmiştir. Yani, bu anlatımlardan: “Allah, melekleri ve İblis’i çağırdığı bir toplantıda 2-3 dakika içinde, hemen Âdem’i yaratacağını söyledi ve yaratıverdi. Sonra meleklere secde etmelerini söyledi, onlar da derhal secde ettiler. Ama İblis …” şeklinde, her şeyin çok kısa bir zamanda gerçekleştiği anlamını verecek bir sonuç çıkarılmamalıdır.



Âyette geçen ve meallerde Arapça bırakılan arz ve emanet sözcüklerinin anlamını verdikten sonra Âyetin mealini verelim.


العرض[‘arz], tul'un [uzunluğun] karşıtı olup “en” demektir. Bu sözcüğün fiil olarak anlamı, “enleştirme; yayma, yaygınlaştırma”dır.

الأمانة[emânet], الأمنة [emenet], hıyânet'in karşıtıdır. Hıyânet'in aslı, “noksanlaştırmak, tefrit”tir [kusurlaştırma, zayi etmedir]. Kendine bırakılan bir şeyi noksanlaştıran kişiye, “hâin” denir.

Bu tanıma göre emânet sözcüğünün esas anlamı, “bütünlük, kusursuzluk, mükemmellik”tir. “Korunmak üzere bir yere bırakılan nesne” anlamında kullanılmasının nedeni de, “tevdi edilen şeyin mükemmelliği”dir.
Konumuz olan âyetteki emânet sözcüğü, terim değil, lügat anlamıyla ele alınmalıdır. Bu durumda Allah; göklere, yeryüzüne ve dağlara mükemmelliği, kusursuzluğu, düzen ve intizamı yaymış-yaygınlaştırmıştır. Doğadaki hiç bir varlık bu mükemmelliğe ihânet etmemiş ve bunu bozmamıştır. Ama çok câhil ve çok zâlim insan bunu bozmuş, kusurlu hâle getirmiştir.


72Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya/gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesin korktular. Ve onu insan taşıdı/ gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü [ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.

Bu âyette tüm insanlığa, haber cümlesi ile çok önemli bir uyarı yapılmaktadır: Allah; yeri, gökleri ve dağları bir düzen, bir nizam ve intizam içinde yaratmış; onlar da bu düzenlerini bozamamışlardır. Evrendeki düzeni, çok câhil ve zâlim olduğundan insan bozmuştur.



Olayın netleşmesi için âyete bakmak gerekir.

A'raf;172,173
"Hâlbuki senin Rabbin, kıyâmet günü, “Biz, bunlardan bilgisizdik” demeyesiniz yahut “Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi değişime/ yıkıma uğratacaksın?” demeyesiniz diye, Âdemoğulları'nın sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.”

Konumuz olan üç ayet, 163–174. ayetlerden oluşan pasajın bitim noktasını oluşturmaktadır. Bu pasajda Rabbimizin insanları bazı şeylerle deneyeceği, insanların bir kısmının sorumluluk sahibi olarak duyarlı davranacağı, diğer kısmının ise vurdumduymazlık sergileyerek görevlerini yapmayacağı, bu durumun kıyamete kadar böyle süreceği, sonuçta da sorumsuzların cezalandırılıp sorumluların ödüllendirileceği; ayrıca kâfirlerin seçmiş oldukları yolu gaflet ve bilgisizlikten değil kesinlikle bilinçli olarak istedikleri, bunu da herhangi bir bahaneye başvurmadan itiraf ederek kendi aleyhlerine tanıklıkta bulunacakları bildirilmektedir.

Meal ve tefsirlerin çoğunda rivayetlerin etkisiyle konumuz olan bu ayetlere birçok ekleme yapılmış, bu nedenle de ayetlerin gerçek anlamından ister istemez uzaklaşılmıştır. Biz söz konusu ayetleri sözcük sözcük tahlil etmek suretiyle güvenli bir yol izleyecek, böylece konuyu mevcut meal ve tefsirlerle karşılaştırarak okumak isteyenlerin yapılan ilâveleri daha rahat görmelerini sağlamaya çalışacağız.

Hâlbuki senin Rabbin,

Metinlerde genellikle “vaktiyle”, “bir zamanlar” diye tercüme edilen “ إذiz” edatı, bu edatın “anlamca zait olduğu, birçok yerde kelâmı süslemek için kullanıldığı” görüşündeki bazı tefsirciler ve bunlara itibar edenler tarafından meallerin çoğunda anlamca ihmal edilmiştir. Oysa “iz” edatı, anî ve beklenmedik bir şeyin meydana gelmesini veya anlatılan konuda birden bire yapılan bir dönüşü, değişikliği ifade etmek için kullanılır ve bu edattan sonra anlatılan konunun yer aldığı pasajın başlangıcı olur. Burada ayet “ve” bağlacı ile başlamaktadır. Bu, “iz” edatı ile başlayan konunun daha önceki ayetlerle bağlantılı olduğunu gösterir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu bölümün “Hâlbuki senin Rabbin” diye çevrilmesi gerekir.

... kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz, yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz/kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye

Bu cümlede Rabbimiz, insanoğlunun yapısına koyduğu üreme sistemi ile her kuşağa, her nesle kendi varlığını en iyi şekilde gösterdiğini belirterek bu sebeple şirk koşanların kıyamet günü mazeret bulamayacaklarını bildirmektedir.

Âdemoğullarının sulbünden onların soylarını alır,

Ayetin orijinalindeki fiillerin tümü geçmiş zaman kipiyle ifade edilmiş olup bu cümlede geçen EHAZE” fiilinin Türkçedeki tam karşılığı “aldı” sözcüğüdür. Ancak insanların yeryüzüne gelişi herhangi bir zaman diliminde olmuş bitmiş bir şey değildir; insanoğlunun yeryüzündeki sorumluluk sınavı son insan nesline kadar devam edecek bir süreçtir. Yüce Allah “Rabb” sıfatıyla insanoğluna bu süreci başarıyla değerlendirebileceği birçok üstün yetenek vermiş, Hakk’ı bulması için kitap indirmiş ve peygamber yollamıştır. Yani, insanoğlunun gerek yetenekleri, gerekse kitaptan ve peygamberden yararlanması süreklidir, daima tekerrür eden bir süreçtir. Dolayısıyla gerek “ehrace” fiilinin gerekse ayette geçen “ اشهدeşhede [tanık etti]”, “ قالواkâlû [dediler]”, “ شهدناşehidnâ [tanık olduk]” fillerinin “şimdiki zaman-geniş zaman” kipiyle meallendirilmeleri gerekir. Söz konusu fiillerin ayette mazi [geçmiş zaman] kipiyle kullanılmış olması, anlatılan olayların gerçekleşeceğinin kesinliğini vurgulamak içindir.
ve onları kendi aleyhlerine tanık eder;

Piyasadaki birçok meal ve tefsirde bu bölüm de eksik olarak “Kendilerine şahit tuttu” gibi ifadelerle meallendirilmiş ve tanıklığın lehte mi yoksa aleyhte mi olduğu belirtilmemiştir. Söz konusu tanıklık, “ala enfüsihim [kendi aleyhlerine]” şeklinde ifade edildiği için aleyhte bir tanıklıktır. Bu husus kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır.

Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

Tahlilini yaptığımız konuyu anlayabilmek, bu soru cümlesinin manasını ve pasaj içindeki yerini bilmeye bağlıdır. Hemen belirtmek gerekir ki, piyasadaki birçok meal ve tefsirde yapılmış olan “dedi”, “demişti” gibi eklemeler, ayetin orijinal ifadesinde yoktur.
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile başlayan “Elestü bi rabbiküm?” Kâlû: “Belâ... Şehidnâ.” [“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Evet, Rabbimizsin. Tanık oluyoruz” cümlesi, ayette kendisinden önce yer alan “Ve eşhedehüm ala enfüsihim [ve onları kendi aleyhlerine tanık eder]” cümlesinin bedelidir; onu açıklar, tefsir eder. Dolayısıyla, bu cümle Allah’ın insanları kendi aleyhlerine nasıl tanık ettiğini açıklamaktadır.
Verilecek cevabı bilmesine rağmen Rabbimizin insanlara soru yöneltmesi, mesajın karşılıklı konuşma yöntemi ile verilmesi sebebiyledir. Bu metod aynı zamanda bir “Belâğat” sanatıdır. Belâğat ilmine göre soru cümleleri, bir şeyi sorup öğrenmekten daha çok, bir şeyi inkâr ya da takrir için veya muhataba iltifat ve minnet için, yahut da muhatabı tekdir ve sorumlu tutmak için kullanılır.
Bu soru cümlesi ile ilgili olarak yanlış anlamalara, yanlış kavram ve inançların oluşmasına yol açan bir husus da “rabb” sözcüğünün toplumda “ilâh”, “yaratan” anlamında kullanılması sebebiyle cümlenin “Ben sizin Allah’ınız, yaratıcınız değil miyim?” şeklinde anlaşılmasıdır. Oysa “rabb” sözcüğü “Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir. Buna göre soru cümlesinin içerdiği gerçek anlam şöyle takdir edilebilir: “Ben, sizin yaratılışınızı, yaşayışınızı, üremenizi plânlayan; sizi terbiye eden, sizi bir hedef için hazırlayan, size akıl fikir veren; size doğruyu bulma, Rabbinizi bilme, hakikati idrak edebilme güç ve istidadını veren; ayrıca size peygamber yollayan, kitap indiren değil miyim?”

Derler ki: Elbette Rabbimizsin,

Burada geçen “ بلىbelâ” sözcüğü, “neam” sözcüğü gibi “Evet” anlamına gelen bir tasdik edatıdır. Fakat “ نعمneam” sözcüğü, olumlu veya olumsuz her söyleneni tasdik ve takrir için kullanılabilirken “belâ” sözcüğü sadece olumsuz soruya cevap olarak kullanılabilir. Meselâ; “Ali geldi mi?” sorusuna verilen “neam” cevabı, “Evet, Ali geldi” anlamına gelir. Ama soru, “Ali gelmedi mi?” şeklinde sorulacak olursa, bu takdirde “neam” cevabı “Evet, Ali gelmedi” demek olur. “Bela” edatı ise sadece olumsuz soruya cevap olarak verilebileceğinden, daima menfinin sübutunu ifade eder. Dolayısıyla, “Ali gelmedi mi?” sorusuna “belâ” cevabı verilecek olursa, bu cevap “Evet, Ali geldi” demek olur.
Konumuz olan ayette de “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık “bela” dendiğinden, cevap da “Evet, Sen bizim Rabbimizsin!” demektir.
Ayetteki bu diyalogdan anlaşılıyor ki, insanlar kıyamet günü kesinlikle inkâra yönelmeyeceklerdir. “Rabb” sözcüğünün anlamı dikkate alınarak, verilen cevap şöyle takdir edilebilir: “Evet, Sen bizim Rabbimizsin; Sen, bizi terbiye ettin, bizi bir hedef için hazırladın; bize akıl fikir verdin, bize doğruyu bulma, Rabbimizi bilme güç ve istidadını verdin, ayrıca bize peygamber yolladın, kitap indirdin. Ama biz bunlara itibar etmeyen suçlular olduk; kendi aleyhimize şahidiz.”
Üreme olayında herkesin tanık olduğu Allah’ın imzasını taşıyan ayetler:
Meninin yapısı, Cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarına asılı olma, Bir çiğnemlik et olma, kemiklerin oluşumu, kemiklerin etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma, sulb teraib, atan su, döllenme şekli, doğum şekli; anne ve bebekte oluşan sevgi bağı vs.

tanıklık ediyoruz

Ayetin bu bölümü de tefsirlerin çoğunda “Senin Rabbimiz olduğuna tanığız” şeklinde yanlış olarak açıklanmıştır. Ayette insanların neye şahit oldukları beyan edilmemiştir. Zaten edebî kurallara uygun olması bakımından da beyan edilmemesi gerekir. Burada, ayetin sibakının delâletiyle “şehidna” fiilinin mef’ulü [tümleci] mahzuf olarak takdir edilen “alâ enfüsina (kendimizin aleyhine)” ifadesidir. Kur’an’ı anlayacak kadar Arapça bilenler, cümlenin siyak ve sibakına [bağlamına] iyi dikkat ettikleri takdirde bu gizli tümlecin “alâ enfüsina” ifadesi olduğunu kolayca anlarlar. Bu nedenle “şehidnâ” ifadesi “Biz kendi aleyhimize tanık oluyoruz” şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim En’âm suresinde de bu ayetin tefsiri mahiyetinde bir ifade mevcuttur:

(En’am/ 130, 131)

130Ey gizli, âşikar, geleceğin, bugünün insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şâhitiz” dediler. Basit dünya yaşamı onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin ta kendisi olduklarına şâhitlik ettiler.
131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.


Yapılan tanıklığın “kendi aleyhlerine” olduğu şeklinde hem bu surenin 37. ayetinde hem de Nahl suresinin 89. ayetinde benzer ifadeler mevcuttur.
Haklarında yeterli ve ikna edici bilgiler bulunmayan kişilerce öne sürülen bazı görüş ve kanaatleri birer akide haline getirmemek, garip rivayetlerin arkasına düşüp yanlışlar içinde kaybolmamak ancak ayetlerin doğru anlaşılmasıyla mümkün olmaktadır. Ayetlerin doğru anlaşılması için Rabbimizin yardımını istemeli, O’ndan ilmimizi, anlayışımızı ve kavrayışımızı arttırmasını talep etmeliyiz. Ankebût/57’de söz verdiği gibi, uğrunda üstün çaba harcayanları Yüce Allah mutlaka kendi yollarına ulaştırır.

174Ve işte Biz, düşünsünler diye âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Gerçekten de Rabbimiz kendi varlığına yönelik kanıtları, uzaklarda aramamıza gerek kalmayacak şekilde çok yakına, kendi bünyemize de yerleştirmiştir. Kendi varlığı hakkında tefekkür eden, biyolojik yapısındaki fiziksel ve zihinsel sistemler, özellikle de üreme sistemi üzerinde düşünen bir insanın “Benim Rabbim Allah’tır!” dememesi mümkün değildir.



Çıkarımlarınıza dayanak yapılan Bakara 30-34 . âyetleri birlikte görelim.

30Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, “Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım” demişti. Doğadaki güçler, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz” demişlerdi. Senin Rabbin, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti.
31Ve senin Rabbin, Âdem'e o isimlerin tümünü öğretti. Sonra hepsini doğadaki güçlere sundu ve “Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz” dedi.
32Doğadaki güçler, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan arınıksın! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.”
33Senin Rabbin dedi ki: “Ey Âdem! Haber ver onlara, onların adlarını.” Sonra da Âdem onlara, onların adlarını haber verince, senin Rabbin, “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin görülmeyenini, duyulmayanını, sezilmeyenini, geçmişi, geleceği bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim” dedi.

Bu âyet grubunda, insanların evrendeki konumuna ilişkin temsîlî bir açıklama yapılmakta; insanın ilk yaratılışı değil, dünyadaki bilgilenme ve güçlenme süreci anlatılmaktadır. Bu açıklamalar, temsîlî anlatım tekniğiyle canlı bir piyes sahnesi gibi sunulmuştur. Bir sahne, sahnede de aktörler [Allah, melekler ve Âdem] vardır, aralarında konuşuyorlar.
Bu bölüm iki sahneden oluşuyor:
SAHNE 1
Allah:
-- Ben yeryüzünde bir halîfe kılıcıyım [yapacağım].
Melekler:
-- Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi kılacaksın [yapacaksın]. Oysa biz, Seni överek tesbîh ediyor ve Seni takdîs ediyoruz.
Allah:
-- Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim.
Allah Âdem'i, bilgilenme sürecinden geçirmiş, ona eşyayı ve isimlerini tanıtmıştır. İsim, müsemmayı [adı taşıyan varlığı] ifade eder. Demek oluyor ki Allah, Âdem'in aklını-fikrini, zekasını geliştirmiş, o da varlıkları tanımış ve onların özelliklerine göre birer isim vermiştir. Varlıkların isimleri, anlam ve ses itibariyle varlıkların özelliklerine göre verilir. Meselâ; taş, kaya, demir (aslı, temur'dur), çelik gibi isimler, bir yandan onların sertlik özelliğini ifade ederken, diğer yandan da sert harflerle [seslerle] telaffuz edilmiştir. “Yağ” ise, yumuşak bir varlık olduğundan yumuşak seslerle isimlendirilmiştir. İnsanlığın diline kazandırılan yeni isimlerin tümü, o varlığın özelliğine uygun olarak verilmektedir. Varlığın özelliği bilinmediği takdirde, varlığa verilen isim uygun düşmeyecektir. Artık, insan türü [Âdem] bilgili, bilgilenen bir konumdadır. Bu sürecin ne kadar zaman aldığı Kur’ân'da bildirilmemiştir. Bu süreç belki yüzbinlerce, belki milyonlarca yıl sürmüştür. Bu bilgilenme, daha evvel “Rûh üfürme olarak açıklanmıştı.
SAHNE 2
Allah, Meleklere:
-- Hadi, haber verin Bana şunların isimlerini, eğer doğru kimseler iseniz.
Melekler:
-- Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim için bilgi diye bir şey yoktur. Şüphesiz Sen, en iyi bilenin, en iyi yasa koyanın ta kendisisin.
Allah:
-- Ey Âdem! Haber ver onlara; onların adlarını.
Âdem, hepsinin ismini bildirir.
Allah:
-- Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin gaybını bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı ve sakladıklarınızı bilirim.
Sahne burada kapanır.
Pasajın doğru anlaşılması için öncelikle خليفة [halîfe] sözcüğünün iyi bilinmesi gerekir. Halîfe, “birinin ardından onun yerine gelen, geçen” demektir. Bununla ilgili geniş açıklama Sâd sûresi'nin sonunda mevcuttur. Buradan, insanlardan evvel dünyaya egemen olan bazı varlıklar olduğu anlaşılıyor. Allah onların egemenliğini sona erdirip onların yerine insanı dünyaya egemen kılmıştır.
Âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre insan, bilgilenmezden evvel yeryüzünde kan döken ve fesat çıkaran bir yaratık konumundaymış. Bu demektir ki bilgiden uzaklaştığında insan yine kan döken ve fesat çıkaran bir varlık konumuna dönmektedir.
Âdem'in bilgilenmesi, başka âyetlerde, “Âdem'e rûh üfürülmesi” olarak geçer. Rûhun üfürülmesi hakkında detaylı bilgi daha evvel verilmişti. Meleklerde bilgilenme istidadı yoktur, zira Allah onları robotvari yaratmıştır. Dolayısıyla onlar, yaratılış programı çerçevesinde varlıklarını sürdürürler.
Buradaki meleklerin –ki ملك[milk] kökünden türemiştir– “doğal güçler” olduğunu unutmayalım. Melek kavramı ile ilgili detaylı bilgi birçok yerde verilmişti.




Âyetleri bağlamında görelim:

29Hani Biz gizli ajanlardan Kur’ân'ı dinlemek isteyen bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, Kur’ân'a hazır oldukları zaman, “Susun!” dediler. Sonra Kur’ân'ı dinleyince de birer uyarıcı olarak toplumlarına döndüler.
30-32Onlar: “Ey toplumumuz! Şüphesiz biz Mûsâ'dan sonra indirilen ve sadece içinde konu edilenleri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik. Ey toplumumuz! Allah'ın davetçisine karşılık verin ve O'na iman edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan kurtarsın. Her kim Allah'ın davetçisine karşılık vermezsee, bilsin ki, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir. Onun için Allah'ın astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın kimseler de yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içerisindedirler” dediler.

Cinn suresinde kendi istekleriyle Kur’an dinledikleri bildirilen “yabancılar” konusuna bu ayetlerde de kısaca değinilmiştir. Sözü edilen bu “yabancılar”, dinledikleri Kur’an’dan etkilenmişler ve ülkelerine dönünce de kabul ettikleri hak ve hakikati kendi toplumlarına bildirmişlerdir. Ayetler gayet açık olup herhangi bir izahı gerektirmemektedir.

Burada konu edilen cinler ile ilgili olarak klasik kaynaklarda akıl almaz hikâyeler yer almaktadır. Kısaca hatırlatmak gerekirse, burada konu edilen “cinden bir grup”, Yesrib’den Mekke’ye gelerek gizlice Resulullah ile görüşüp ondan Kur’an dinleyen, sonra da Akabe görüşmelerinin ve hicretin zeminini hazırlayan Yesriblilerdir [Medinelilerdir]. Bu Medineli grubun 30–32. ayetlerde yer alan konuşmasının detayı da yine Cinn suresindedir. Bu nedenle, o konuşmanın mealini vermekle yetiniyor, ayetlerin tahlilinin oradan okunmasını öneriyoruz.

(Cinn/1-15)

1-2De ki: Bana vahyedildi ki, şüphesiz yabancılardan bir grup Kur’ân dinleyip de: “Şüphesiz biz, rüşde kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’ân dinledik. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız. 3Gerçek şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, bir dişi arkadaş ve de bir çocuk edinmemiştir.
4Ve hiç şüphesiz “bizim aklı ermez”, Allah üzerine saçma sapan şeyler söylüyormuş. 5Doğrusu biz, bildik-bilmedik her kişinin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceğine inanıyorduk.
6Gerçekten de insten; çok iyi tanıdığımız kimselerden bazı kimseler, cinden; tanımadığımız yabancı kimselerden bazı kişilere sığınırlar idi. Böylece de, o yabancı kimseler, onların azgınlıklarını, ahmaklıklarını artırırlardı.
7Gerçekten de onlar sizin inandığınız gibi, Allah'ın asla kimseyi peygamber göndermeyeceğine/ diriltmeyeceğine inanmışlardı.
8Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. 9Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki, şimdi her kim duyum almak için uğraşsa, kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. 10Biz de, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz.
11Şüphesiz bizler; bizlerden bir kısmı sâlihlerdendir, bizden bazıları da bunun aşağısındandır. Biz, çeşit çeşit yollarda idik.
12Ve kesinlikle, Allah'ı yeryüzünde asla âciz bırakamayacağımızı, kaçmakla da O'nu asla âciz bırakamayacağımızı iyice anladık. 13Ve biz o kılavuzu/ Kur’ân'ı dinlediğimizde ona iman ettik. Onun için kim Rabbine inanırsa, o hakkının eksik verilmesinden ve haksızlığa uğramaktan/ aptal yerine konmaktan, kendisine aşırı yük yüklenilmesinden korkmaz.
14Ve gerçekten bizim durumumuz ise; Müslümanlar bizdendir, yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da bizdendir. Ama kimler Müslüman olduysa, işte onlar doğruya, güzele, iyiye, gerçeğe gitmeyi arayanlardır. 15Ama inanç konusunda yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır” demişlerdir."




Lütfen Rahman suresindeki âyetin orijinaline de bakınız. Meallerini konu bütünlüğü içerisinde görelim.
Rahman;14-16

14,15O, görünen, bilinen varlıkları pişmiş çamur gibi kuru balçıktan/değişken bir maddeden oluşturdu. Görünmez varlıkları, güçleri de ateşin dumansızından/enerjiden oluşturdu.
16Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde maddesel ve enerjik varlıkların yaratılışına değinilirken, aynı zamanda insanın maddî yapısı ve enerjik yapısına da işaret edilmektedir. İnsanın madde yapısı; el-ayak, göz-kulak, et-kemik vs. olarak görünen bedensel yapısıdır. Bir de insanın, akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs. gibi enerjik yapısı vardır. Böyle bir varlık, ancak Allah tarafından yaratılabilir ve bu hiç kimse tarafından yalanlanamaz.



Kehf Suresinin 50. âyetini bağlı olduğu Âyetlerin bütünlüğü içerisinde değerlendirelim.

50Ve hani Biz doğal güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/ düşünce yetisi dışında hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdi. İblis, görünmez varlıklardandı/ enerjidendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için ne kötü bir değiştirmedir bu!
51Ben onları, göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşuna ve kendilerinin oluşturuşuna şâhit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim.
52Ve o gün Allah: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.
53Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kesin inanmışlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar.

Bu ayet grubunda kısaca insanın yaratılış özelliği, insanın aldanış noktaları ve Rabbimizin bu konudaki uyarışları nakledilmiştir. 50. ayetin birinci bölümü ile ilgili detay daha evvel Sad ve Ta Ha surelerinde verilmiştir Lütfen sitemizden ilgili surelerin ilgili kısımlarına bakınız.

İnsanı en çok aldatan, sapmasına, şirk koşmasına neden olan İblis’tir. Ona karşı daima tedbirli olunmalıdır. Onun akla getirdiği ham düşünceler, ölçmeden, tartmadan [tefekkür etmeden] kesinlikle uygulamaya konmamalıdır. Hele hele çıkar için şirke bulaşmamalıdır. Şirk koşulan kişi ve nesnelerin Allah ile bir bağı yoktur.
52. ayetteki “Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel kılmışızdır” ifadesiyle müşriklerin ve onların şirk koştuğu şeylerin bir birinden ayrı tutulacakları mesajı verilmektedir.

(Yunus/28, 29)
28,29Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o ortak koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık kesinlikle aralarını iyice açacağız ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Biz sizin kulluğunuzdan kesinlikle bilgisizdik/ duyarsızdık” diyecekler.

(En’am/22-24)
22Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: “Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?” diyeceğiz. 23Sonra, onların ateşlere atılmaları, “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi.”
24Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu.

(En’am/94)
94Ve andolsun ki siz, sizi ilk defa oluşturduğumuz zamanki gibi yapayalnız/ teker teker Bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Ve içinizde kendilerinin ortaklar olduğuna inandığınız sözde destekçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Andolsun aranızda kesilme/kopukluk olmuş ve yanlış inandığınız şeyler kaybolmuştur.

(Ahkaf/5, 6)
5Ve Allah'ın astlarından kıyâmet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Üstelik tapılan kimseler, o kimselerin yalvarışlarından habersizler de.
6İnsanlar bir araya toplandığı zaman da taptıkları kimseler kendilerine düşmanlar oldular. Ve onların kendilerine tapmalarını kabul etmeyenler idiler.

(Meryem/81,82)
81Ve onlar, kendileri için bir güç, şan, şeref olsun diye Allah'ın astlarından ilâhlar edindiler.
82Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! O edindikleri ilâhlar, onların kulluklarını kabul etmeyecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır.





Bakara suresinin âyetine birlikte bakalım.

35Ve Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân ediniz/burayı yurt tutunuz, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol nasiplenin ve şu girift şeye yaklaşmayın; mal/altın-gümüş tutkunu olmayın, yoksa kendi benliğine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.
36Bunun üzerine şeytân; İblis/düşünce yetisi onları oradan kaydırdı, içinde bulundukları ortamdan çıkardı. Ve Biz, “Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır” dedik.

Bu âyetlerde ise, temsîlî olarak insanın çıkar tutkusu açıklanıp bunun törpülenmesi istenmektedir.
36. âyetteki, Birbirinize düşman olarak inin ifadesinden, “mal, mülk, biriktirme, yağma, yığma tutkunuz yüzünden düşmanlaşarak, seviyesiz bir hayat sürün” neticesi çıkmaktadır. Zira mal düşkünü olanlar, kendi aralarında düşmanlaşırlar ve bulundukları konumu kaybedip kötü duruma düşerler.
Âyetteki, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir yararlanma vardır ifadesiyle de, insanın yaşamı süresince ve öldükten sonra hücrelerinin yok olmayacağı” bilgisi verilmektedir.
Bu âyetlerin benzerleri, A‘râf (11-27) ve Tâ-Hâ (115-123) sûrelerinde yer almıştır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Hail Ağabey Maaşallah Ansiklopedi gibisiniz.

Allah ilminizi arttırsın.

Allah Razı Olsun.
__________________
"Hayat bugündür. Emin olduğun tek hayat. Onu en iyi şekilde yaşa."
bartsimpson isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 2. June 2014, 03:05 PM   #9
ozkanates
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2014
Mesajlar: 299
Tesekkür: 8
56 Mesajina 69 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 20
ozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Olayın netleşmesi için âyete bakmak gerekir.

A'raf;172,173
"Hâlbuki senin Rabbin, kıyâmet günü, “Biz, bunlardan bilgisizdik” demeyesiniz yahut “Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi değişime/ yıkıma uğratacaksın?” demeyesiniz diye, Âdemoğulları'nın sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.”

Konumuz olan üç ayet, 163–174. ayetlerden oluşan pasajın bitim noktasını oluşturmaktadır. Bu pasajda Rabbimizin insanları bazı şeylerle deneyeceği, insanların bir kısmının sorumluluk sahibi olarak duyarlı davranacağı, diğer kısmının ise vurdumduymazlık sergileyerek görevlerini yapmayacağı, bu durumun kıyamete kadar böyle süreceği, sonuçta da sorumsuzların cezalandırılıp sorumluların ödüllendirileceği; ayrıca kâfirlerin seçmiş oldukları yolu gaflet ve bilgisizlikten değil kesinlikle bilinçli olarak istedikleri, bunu da herhangi bir bahaneye başvurmadan itiraf ederek kendi aleyhlerine tanıklıkta bulunacakları bildirilmektedir.

Meal ve tefsirlerin çoğunda rivayetlerin etkisiyle konumuz olan bu ayetlere birçok ekleme yapılmış, bu nedenle de ayetlerin gerçek anlamından ister istemez uzaklaşılmıştır. Biz söz konusu ayetleri sözcük sözcük tahlil etmek suretiyle güvenli bir yol izleyecek, böylece konuyu mevcut meal ve tefsirlerle karşılaştırarak okumak isteyenlerin yapılan ilâveleri daha rahat görmelerini sağlamaya çalışacağız.

Hâlbuki senin Rabbin,

Metinlerde genellikle “vaktiyle”, “bir zamanlar” diye tercüme edilen “ إذiz” edatı, bu edatın “anlamca zait olduğu, birçok yerde kelâmı süslemek için kullanıldığı” görüşündeki bazı tefsirciler ve bunlara itibar edenler tarafından meallerin çoğunda anlamca ihmal edilmiştir. Oysa “iz” edatı, anî ve beklenmedik bir şeyin meydana gelmesini veya anlatılan konuda birden bire yapılan bir dönüşü, değişikliği ifade etmek için kullanılır ve bu edattan sonra anlatılan konunun yer aldığı pasajın başlangıcı olur. Burada ayet “ve” bağlacı ile başlamaktadır. Bu, “iz” edatı ile başlayan konunun daha önceki ayetlerle bağlantılı olduğunu gösterir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu bölümün “Hâlbuki senin Rabbin” diye çevrilmesi gerekir.
Geleneksel görüşe ve Arapça'ya ait bu bilgileri geçiyorum.

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
... kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz, yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz/kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye

Bu cümlede Rabbimiz, insanoğlunun yapısına koyduğu üreme sistemi ile her kuşağa, her nesle kendi varlığını en iyi şekilde gösterdiğini belirterek bu sebeple şirk koşanların kıyamet günü mazeret bulamayacaklarını bildirmektedir.
Çok bilgiyi az kelimeyle anlatmak semboller ile olur. Sembol kelime, kendi anlamı yanında sembolize ettiği fikirler bütününü de aktarır. Bu özlü anlatım, kendi içinde bir ahenk de yaratır. Bunun örneği şiirdir: Sembollerin bir ahenk oluşturarak, geniş bir fikirler bütününü çok kısa şekilde anlatması.

Aynı özelliğe sahip Kuran, zihnin bu şartlanmasını bir örtme tekniği olarak kullanır. Böylece apaçık verilen bilgileri, apaçık bilgi olarak değil, güzel söz söyleme sanatı olarak görür, okur, beğenir, geçeriz. Bu örtmeyi kaldıran ayet ise şudur: "Biz o peygambere şiir öğretmedik. Şiir ona yaraşmaz/layık olamaz da. Ona vahyedilen, bir öğütten ve apaçık bir Kur'an'dan başka şey değildir;" Yasin 69. Bu örtü kaldırma ifade ediyor ki, ayetlerdeki ifadeler şiir/güzel ifade değil; onlar sadece ve sadece apaçık bir vahiy/öğüt/bilgi olarak gerçeğin mutlak ifadesi.

Bu durumda "bellerinden zürriyetlerini almak" da (başka bir ayetin kaldırdığı bir örtme değilse)... mutlak doğrudur:

"O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı.” Araf 22, Taha 121
Vermiş olduğum ayet gruplarında, tekamül etmeyi kabul eden ruh (adem), bir bedene (homo sapiens) bağlanarak insan (ademoğlu) olmuştu. Üreme organlarının kendilerine açılması... cinsiyetsiz ruhun, cinsiyetli bedene bağlanması, çünkü... üreme organları, ruh beden ile madde bedeni ayıran, hiç bir benzetmenin mümkün olmadığı en açık ifade.

Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu...” Araf 172
O halde artık açık... "ademoğlunun belinden üreme organını almak", cinsiyetsiz ruhun cinsiyetli bedenden ayrılması. Yani ölüm.

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Âdemoğullarının sulbünden onların soylarını alır,

Ayetin orijinalindeki fiillerin tümü geçmiş zaman kipiyle ifade edilmiş olup bu cümlede geçen EHAZE” fiilinin Türkçedeki tam karşılığı “aldı” sözcüğüdür. Ancak insanların yeryüzüne gelişi herhangi bir zaman diliminde olmuş bitmiş bir şey değildir; insanoğlunun yeryüzündeki sorumluluk sınavı son insan nesline kadar devam edecek bir süreçtir. Yüce Allah “Rabb” sıfatıyla insanoğluna bu süreci başarıyla değerlendirebileceği birçok üstün yetenek vermiş, Hakk’ı bulması için kitap indirmiş ve peygamber yollamıştır. Yani, insanoğlunun gerek yetenekleri, gerekse kitaptan ve peygamberden yararlanması süreklidir, daima tekerrür eden bir süreçtir. Dolayısıyla gerek “ehrace” fiilinin gerekse ayette geçen “ اشهدeşhede [tanık etti]”, “ قالواkâlû [dediler]”, “ شهدناşehidnâ [tanık olduk]” fillerinin “şimdiki zaman-geniş zaman” kipiyle meallendirilmeleri gerekir. Söz konusu fiillerin ayette mazi [geçmiş zaman] kipiyle kullanılmış olması, anlatılan olayların gerçekleşeceğinin kesinliğini vurgulamak içindir.
Apaçık bir ayeti, şiir/güzel ifade şartlanması ile örtme tekniğine başka bir örnek. Ayeti okuyanı, şiir/güzel ifade algısına yönlendiren açmaza bakalım:
- Ademoğulları bedenlenmiş. Yani bu konuşma ilk yaratımda/cennette değil.
- Ademoğulları ölmüşler ve Rab ile karşılıklı konuşuyorlar.
- Gelecekte/mahşerde olması gereken bu konuşma, geçmiş zaman kipinde.
Böylece olay çıkmaza giriyor.

İlgili ayetleri sırasıyla vereceğim yorumda ise, madde alemdeki tekamül, 70 değil 1.000 yıl sürüyor. Bu süre, ruhun zorlu tekamül yolculuğunda durup dinlendiği, ara dönemler ile bölünmüş. Bu ara dönemlerde... önceki madde alemi döneminin muhasebesi ile, gelecek madde aleminde tekamüle devam edileceğinin teyidi ve ahitleşmesi yapılıyor:

Halbuki Rabbin1, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp2 onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu3: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi4.” Araf 172
1- Tekamül ettiren
2- Ölümlerinden sonra ademoğullarına
3- Nefislerini, tekamüldeki yerlerini sordu.
4- Rabliğin/tekamül ettirmenin, dolayısıyla tekamülün devamı için karşılıklı teyid ve ahitleşme.

Tüm bunlar geçmişte oldu çünkü sonra doğduk (ölüyken dirildik).

Yorumumu bu haliyle sindirmek zor. Ama ayetleri verdiğimde üzerlerinden konuşmayı dilerim. Sözümün şu anki gayesi, ayetleri hiçbir şekilde bozmadan/eklemeden, bire bir oldukları halde yorumlamanın mümkün olduğunu örneklemek.
ozkanates isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 4. June 2014, 11:09 AM   #10
ozkanates
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2014
Mesajlar: 299
Tesekkür: 8
56 Mesajina 69 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 20
ozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud ofozkanates has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
ve onları kendi aleyhlerine tanık eder;

Piyasadaki birçok meal ve tefsirde bu bölüm de eksik olarak “Kendilerine şahit tuttu” gibi ifadelerle meallendirilmiş ve tanıklığın lehte mi yoksa aleyhte mi olduğu belirtilmemiştir. Söz konusu tanıklık, “ala enfüsihim [kendi aleyhlerine]” şeklinde ifade edildiği için aleyhte bir tanıklıktır. Bu husus kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır.

Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

Tahlilini yaptığımız konuyu anlayabilmek, bu soru cümlesinin manasını ve pasaj içindeki yerini bilmeye bağlıdır. Hemen belirtmek gerekir ki, piyasadaki birçok meal ve tefsirde yapılmış olan “dedi”, “demişti” gibi eklemeler, ayetin orijinal ifadesinde yoktur.

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile başlayan “Elestü bi rabbiküm?” Kâlû: “Belâ... Şehidnâ.” [“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Evet, Rabbimizsin. Tanık oluyoruz” cümlesi, ayette kendisinden önce yer alan “Ve eşhedehüm ala enfüsihim [ve onları kendi aleyhlerine tanık eder]” cümlesinin bedelidir; onu açıklar, tefsir eder. Dolayısıyla, bu cümle Allah’ın insanları kendi aleyhlerine nasıl tanık ettiğini açıklamaktadır.
Benim düşüncemde de olumsuz anlamda olması daha doğru. Çünkü burada, Allah'dan olan ruhun pozitivitesi ile onun üzerine örtülmüş olan nefsin negativitesi karşı karşıya. Nefsin negativitedeki durumu, ruhun pozitivitedeki/tekamüldeki yeri demek. Aradaki bu ilişki, "nefsin negativitedeki durumunun, ruhun aleyhine şahitliği/göstergesi" benzetmesi ile anlatılıyor.

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Ben sizin Rabbiniz değil miyim?

Tahlilini yaptığımız konuyu anlayabilmek, bu soru cümlesinin manasını ve pasaj içindeki yerini bilmeye bağlıdır. Hemen belirtmek gerekir ki, piyasadaki birçok meal ve tefsirde yapılmış olan “dedi”, “demişti” gibi eklemeler, ayetin orijinal ifadesinde yoktur.

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile başlayan “Elestü bi rabbiküm?” Kâlû: “Belâ... Şehidnâ.” [“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Evet, Rabbimizsin. Tanık oluyoruz” cümlesi, ayette kendisinden önce yer alan “Ve eşhedehüm ala enfüsihim [ve onları kendi aleyhlerine tanık eder]” cümlesinin bedelidir; onu açıklar, tefsir eder. Dolayısıyla, bu cümle Allah’ın insanları kendi aleyhlerine nasıl tanık ettiğini açıklamaktadır.
Verilecek cevabı bilmesine rağmen Rabbimizin insanlara soru yöneltmesi, mesajın karşılıklı konuşma yöntemi ile verilmesi sebebiyledir. Bu metod aynı zamanda bir “Belâğat” sanatıdır. Belâğat ilmine göre soru cümleleri, bir şeyi sorup öğrenmekten daha çok, bir şeyi inkâr ya da takrir için veya muhataba iltifat ve minnet için, yahut da muhatabı tekdir ve sorumlu tutmak için kullanılır.
Yukarıda tartışıldığı üzere, bir ayetteki söyleyişe "güzel söz sanatı" demenin önü, Yasin 69 ile kapatılı (söyleyişe "ilim" demek ise, savunulan düşünceye kutsallık katarak onu dokunulmaz kılmak için. Bu, her şeyi ilim kapsamına sokarak ilimin gözden kaybolmasına sebep olur).

Benim savım, (başka bir ayet ile kaldırılan bir örtme içersin veya içermesin) her ayetin mutlak doğru olduğu. Araf 172 'deki "bellerinden zürriyetlerini alma" örtmesini Araf 22 ile kaldıralım:
"O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı1." Araf 22
Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp2 onları öz benliklerine şahit tutarak4 sordu3: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." Dediler5.” Araf 172
1- Üreme organlarının kendilerine açılması... cinsiyetsiz ruhun, cinsiyetli bedene bağlanması = Doğum
2- Bellerinden üreme organlarını alma… cinsiyetli madde bedenden cinsiyetsiz ruh bedene dönüş = Ölüm
3- Sor-du, de-diler, geçmiş zaman. Bu sorgu, iki madde alemi dönemi arasındaki öbür alem döneminde yapıl-dı.
4- Öz benliğe şahit tutma: Nefis muhasebesinin = ruhun tekamülde aldığı yolun muhasebe dönemi (hesap günü)
5- Geçmiş tekamülün muhasabesi sonrasında, tekamülünün devamı için teyid ve ahit alınması

Dikkat edilirse Araf 22 ve 172, "üreme organları" örtmesini karşılıklı olarak birbirlerinden kaldırıyorlar. Tek yapılması gereken, aradaki bağlantıyı farkedip iki ayeti peşpeşe yazmak. Bu şekildedir ki, her Kuran ayeti mutlak doğrudur, sadece anlattığını anlatır. Allah sözünü, Allah sözü tefsir eder.

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bu soru cümlesi ile ilgili olarak yanlış anlamalara, yanlış kavram ve inançların oluşmasına yol açan bir husus da “rabb” sözcüğünün toplumda “ilâh”, “yaratan” anlamında kullanılması sebebiyle cümlenin “Ben sizin Allah’ınız, yaratıcınız değil miyim?” şeklinde anlaşılmasıdır. Oysa “rabb” sözcüğü “Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir. Buna göre soru cümlesinin içerdiği gerçek anlam şöyle takdir edilebilir: “Ben, sizin yaratılışınızı, yaşayışınızı, üremenizi plânlayan; sizi terbiye eden, sizi bir hedef için hazırlayan, size akıl fikir veren; size doğruyu bulma, Rabbinizi bilme, hakikati idrak edebilme güç ve istidadını veren; ayrıca size peygamber yollayan, kitap indiren değil miyim?”
Katıldım.

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Derler ki: Elbette Rabbimizsin,

Burada geçen “ بلىbelâ” sözcüğü, “neam” sözcüğü gibi “Evet” anlamına gelen bir tasdik edatıdır. Fakat “ نعمneam” sözcüğü, olumlu veya olumsuz her söyleneni tasdik ve takrir için kullanılabilirken “belâ” sözcüğü sadece olumsuz soruya cevap olarak kullanılabilir. Meselâ; “Ali geldi mi?” sorusuna verilen “neam” cevabı, “Evet, Ali geldi” anlamına gelir. Ama soru, “Ali gelmedi mi?” şeklinde sorulacak olursa, bu takdirde “neam” cevabı “Evet, Ali gelmedi” demek olur. “Bela” edatı ise sadece olumsuz soruya cevap olarak verilebileceğinden, daima menfinin sübutunu ifade eder. Dolayısıyla, “Ali gelmedi mi?” sorusuna “belâ” cevabı verilecek olursa, bu cevap “Evet, Ali geldi” demek olur.
Konumuz olan ayette de “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık “bela” dendiğinden, cevap da “Evet, Sen bizim Rabbimizsin!” demektir.
Ayetteki bu diyalogdan anlaşılıyor ki, insanlar kıyamet günü kesinlikle inkâra yönelmeyeceklerdir. “Rabb” sözcüğünün anlamı dikkate alınarak, verilen cevap şöyle takdir edilebilir: “Evet, Sen bizim Rabbimizsin; Sen, bizi terbiye ettin, bizi bir hedef için hazırladın; bize akıl fikir verdin, bize doğruyu bulma, Rabbimizi bilme güç ve istidadını verdin, ayrıca bize peygamber yolladın, kitap indirdin. Ama biz bunlara itibar etmeyen suçlular olduk; kendi aleyhimize şahidiz.”
Üreme olayında herkesin tanık olduğu Allah’ın imzasını taşıyan ayetler:
Meninin yapısı, Cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarına asılı olma, Bir çiğnemlik et olma, kemiklerin oluşumu, kemiklerin etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma, sulb teraib, atan su, döllenme şekli, doğum şekli; anne ve bebekte oluşan sevgi bağı vs.

tanıklık ediyoruz

Ayetin bu bölümü de tefsirlerin çoğunda “Senin Rabbimiz olduğuna tanığız” şeklinde yanlış olarak açıklanmıştır. Ayette insanların neye şahit oldukları beyan edilmemiştir. Zaten edebî kurallara uygun olması bakımından da beyan edilmemesi gerekir. Burada, ayetin sibakının delâletiyle “şehidna” fiilinin mef’ulü [tümleci] mahzuf olarak takdir edilen “alâ enfüsina (kendimizin aleyhine)” ifadesidir. Kur’an’ı anlayacak kadar Arapça bilenler, cümlenin siyak ve sibakına [bağlamına] iyi dikkat ettikleri takdirde bu gizli tümlecin “alâ enfüsina” ifadesi olduğunu kolayca anlarlar. Bu nedenle “şehidnâ” ifadesi “Biz kendi aleyhimize tanık oluyoruz” şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim En’âm suresinde de bu ayetin tefsiri mahiyetinde bir ifade mevcuttur:

(En’am/ 130, 131)

130Ey gizli, âşikar, geleceğin, bugünün insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şâhitiz” dediler. Basit dünya yaşamı onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin ta kendisi olduklarına şâhitlik ettiler.
131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.

Yapılan tanıklığın “kendi aleyhlerine” olduğu şeklinde hem bu surenin 37. ayetinde hem de Nahl suresinin 89. ayetinde benzer ifadeler mevcuttur.
Haklarında yeterli ve ikna edici bilgiler bulunmayan kişilerce öne sürülen bazı görüş ve kanaatleri birer akide haline getirmemek, garip rivayetlerin arkasına düşüp yanlışlar içinde kaybolmamak ancak ayetlerin doğru anlaşılmasıyla mümkün olmaktadır. Ayetlerin doğru anlaşılması için Rabbimizin yardımını istemeli, O’ndan ilmimizi, anlayışımızı ve kavrayışımızı arttırmasını talep etmeliyiz. Ankebût/57’de söz verdiği gibi, uğrunda üstün çaba harcayanları Yüce Allah mutlaka kendi yollarına ulaştırır.

174Ve işte Biz, düşünsünler diye âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Gerçekten de Rabbimiz kendi varlığına yönelik kanıtları, uzaklarda aramamıza gerek kalmayacak şekilde çok yakına, kendi bünyemize de yerleştirmiştir. Kendi varlığı hakkında tefekkür eden, biyolojik yapısındaki fiziksel ve zihinsel sistemler, özellikle de üreme sistemi üzerinde düşünen bir insanın “Benim Rabbim Allah’tır!” dememesi mümkün değildir.
Altını çizdiğim ayeti tekrar düşünelim. Allah, "ayetleri ayrıntılı olarak açıkladım" diyor. Buradan anlıyoruz ki, Kuran ayetleri zaten ayrıntılı açıklanmış. O halde her tanım, ve bu tanımları birleştiren açıklamalar mutlaka Kuran'dan olmalı. Kişi, Kuran ayetini gösterip "ben bunu böyle anlıyorum" diyebilir. Çünkü farklı tekamül kademeleri farklı gerçekliklere tekabül eder. Ve Allah hiç bir yarattığını dışlamadan, her tekamül kademesine onun dilinde, onun anlayacağı şekilde seslenir. Bizden istenen, Kuran'a ve okuyup araştırdıklarımıza yaslanmak, kimsenin peşinden gitmemek, gönlümüzdeki tanımlara ve açıklamalara Kuran'dan teyid almaya gayret etmek.
.

Konu ozkanates tarafından (5. June 2014 Saat 05:57 AM ) değiştirilmiştir.
ozkanates isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
adem, cin, iblis, kuranda, melek, ruhun, tanımı, şeytan


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:28 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam