hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TARİH > Ehli Kitap > Hrıstiyanlar ve Hristiyanlık

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 7. October 2008, 02:00 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Hz. İsa'nın Yolu Nasranilik

Özellikle ilk dört İncilde ki Hz. İsa’nın tebliğlerine ve Havarilerin İşleri’nde ki anlatılanlara baktığımızda Hz. İsa’nın Yahudilikten ayrı bir din getirdiğini söylemem mümkün değildir. Tevrat hakkında ki (Kutsal Yasa) değerlendirmelerinden bu çok açık anlaşılmaktadır;



“17 “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.

18 Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak.

19 Bu nedenle, bu buyrukların en küçüğünden birini kim çiğner ve başkalarına öyle öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde büyük sayılacak » (Matta-5)



Havarilerine verdiği görev ve talimatlarda da bunu görmekteyiz;



“5 İsa Onikiler’i şu buyrukla halkın arasına gönderdi: “Öteki ulusların arasına girmeyin. Samiriyeliler’in kentlerine de uğramayın.

6 Bunun yerine, İsrail halkının yitik koyunlarına gidin.

7 Gittiğiniz her yerde Göklerin Egemenliği’nin yaklaştığını duyurun.” (matta-10)



Hz. İsa daima insanları yanlışları bırakıp Tanrı’ya yönelmeye çağırdığını görüyoruz;



“17 O günden sonra İsa şu çağrıda bulunmaya başladı: “Tövbe edin! Çünkü Göklerin Egemenliği yaklaştı.” (Matta-4)



Belki de tebliğinin en can alıcı yönü sıradan bir iman olmayıp Tanrı’nın istediği şekilde bir hayat sürmektir;



“21 “Bana, ‘Ya Rab, ya Rab!’ diye seslenen herkes Göklerin Egemenliği’ne girmeyecek. Ancak göklerdeki Babam’ın isteğini yerine getiren girecektir.

22 O gün birçokları bana diyecek ki, ‘Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?’

23 O zaman ben de onlara açıkça, ‘Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar!‘ diyeceğim.” (Matta-7)



Yukarıda ki ifadelerde yalnızca iman ederek, Hz. İsa’nın öğretilerinin dışında kendi düşüncelerine göre yaşayıp, O’nun adına hareket ettiklerini iddia edenlere güzel bir cevap vermektedir. Hz. İsa yalnızca kime kulluk edileceğini açıkça bildirmiştir;

“10 İsa ona şöyle karşılık verdi: “Çekil git, Şeytan! ‘Tanrın Rab’be tapacak, yalnız O’na kulluk edeceksin‘ diye yazılmıştır.” (Matta-4)



Hiçte öyle imanla kurtulmaktan söz etmiyor. Hz. İsa’nın ardından geride kalan ve O’nun yolunda yürüyen Havarilerinin de aynı şeyleri insanlara anlattıklarını görmekteyiz.



“22 “Ey İsrailliler, şu sözleri dinleyin: Bildiğiniz gibi Nasıralı İsa, Tanrı’nın, kendisi aracılığıyla aranızda yaptığı mucizeler, harikalar ve belirtilerle kimliği kanıtlanmış bir kişidir. (Elçilerin İşleri-2)

“13 İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı, atalarımızın Tanrısı, Kulu İsa’yı yüceltti…

19-20 Öyleyse, günahlarınızın silinmesi için tövbe edin ve Tanrı’ya dönün. Öyle ki, Rab size yenilenme fırsatları versin ve sizin için önceden belirlenen Mesih’i, yani İsa’yı göndersin.

21 Tanrı’nın eski çağlardan beri kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, her şeyin yeniden düzenleneceği zamana dek İsa’nın gökte kalması gerekiyor.

22 Musa şöyle demişti: ‘Tanrınız Rab size, kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak. O’nun size söyleyeceği her sözü dinleyin.

23 O peygamberi dinlemeyen herkes Tanrı’nın halkından koparılıp yok edilecektir. (Elçilerin İşleri-3)



Dikkat edilirse hep bir insan olan peygamberden bahsedilmekte ve Rab tanımı yoktur. Hz. İsa’nın yeni öğretilerini kabul eden bu yeni cemaat Filistin bölgesinde Nasranî’ler olarak isimlendiriliyorlardı. “5 “Biz şunu anladık ki, bu adam dünyanın her yanında bütün Yahudiler arasında kargaşalık çıkaran bir fesatçı ve Nasranî tarikatının elebaşılarından biridir.” (Elçilerin İşler-24)



Roma toraklarında ve Anadolu’da ise daha çok Pavlus’un öğretilerinden oluşan yeni bir DİN oluşmuştu ve bu yeni dini akım adı, Mesihçiler anlamına gelen Yunanca Hristianos, yani Hıristiyanlardır. Daha sonraki yıllarda Nasranî kelimesini, birçok dini metinde de görmekteyiz. Daha çok Pavlus Hıristiyanlığının dışında kalan ve Hz. İsa’dan sonra, kardeşi Yakup liderliğinde, O’nun doğru öğretilerinin peşinde Kudüs merkezli bir hayat sürüp Tevrat’ın doğru uygulamalarından da58 ayrılmayan toplulukları tanımlamak için kullanılır. Kuran’da Hıristiyanlardan bahsederken aynı kelimeyi NASARA biçiminde kullanır. Çeşitli kilise babaları tarafından aynı gurup Ebonitler (fakirler ) olarak ta tanımlanmışlardır. Hz. İsa’nın vefatından sonra Nasranîlerin lideri Kardeşi Yakup olmuştur. İncil’de ‘Yakup’un Mektubu’ isimli eser, onun eseridir. Zaten İncil’de ki diğer bölümlerle karşılaştırıldığında yukarıda ana hatlarını verdiğimiz Hz. İsa’nın öğretileriyle tam bir uyum içinde olduğu görülmektedir. Pavlus’un kurtuluşumuz için iman yeterlidir öğretisine karşı açık cevap niteliğindedir.59 Yakup’un Mektubunda Pavlus’ta olduğu gibi Hz. İsa’nın şahsiyeti değil, Tanrı’nın yüceliği ön plandadır, Daima bütün yetkinin tek Tanrıda olduğu vurgulanır.



“5 İçinizden birinin bilgelikte eksiği varsa, herkese cömertçe, azarlamadan veren Tanrı’dan istesin; kendisine verilecektir. (Yakup-1)

Her türlü hastalık ve bağışlanmakta yardım Rab İsa ve Kutsal Ruhtan değil Tanrıdan istenmektedir.



“14 İçinizden biri hasta mı, kilisenin ihtiyarlarını çağırtsın; Rab’bin adıyla üzerine yağ sürüp onun için dua etsinler.

15 İmanla edilen dua hastayı iyileştirecek ve Rab onu ayağa kaldıracaktır. Eğer hasta günah işlemişse, günahları bağışlanacaktır.

16 Bu nedenle, şifa bulmak için günahlarınızı birbirinize itiraf edin ve birbiriniz için dua edin. Doğru kişinin yalvarışı çok güçlü ve etkilidir.”(Yakup-5)



Pavlus’un eleştirerek kölelik yasası dediği Tevrat’tan övgü ile, Özgürlük Yasası 60 olarak söz edilir. Pavlus Hristiyanlığının en önemli ibadeti olan ve şu anda kiliselerde Pazar günlerinin en önemli ibadeti olan “Son Akşam Yemeğin” den ve çarmıhta kendini feda eden kurtarıcı İsa’dan hiç bahsetmez. Anlamak isteyen için her şey apaçık ortada. Bütün bunlar her yönüyle Kuran’la da uyuşmaktadır. Zaten Kuran’da Hıristiyanlardan bahsederken bazı guruplar için öğücü tanımlar yaptığı görülür;



“82 ….Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da ‘biz Hıristiyanlarız (Arapça orijinali Nasara ) ‘ diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. “

83 Resule indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: ‘Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz’

84 ‘Rabbimiz bizi iyiler arasına katmasını umup dururken niçin Allah’a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim ?’

85 Söyledikleri bu sözden dolayı Allah onlara; içinde devamlı kalmak üzere, zemininde ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İyi hareket edenlerin mükafatı işte budur.” (Kur’an- Maide-5)



Şu anda mevcut ilk dört İncil ve Pavlus’un Mektuplarında özellikle bir konu dikkati çekmektedir. O da Hz. İsa’nın gerçek inananları olan ilk Havaileri ve ailesinden pek bahsetmemesi. Hatta bunlar için hakarete varıcı sözlerin olması ve annesi ile kardeşlerinin iman bile etmediklerinden bahsedilmektedir.61Tanrı tarafından mucizevî bir doğumla müjdelenen Mesih olacak birine annesi ve kardeşleri nasıl olurda iman etmez. Hz. İsa’dan sonra havarilerin lideri olan kardeşi Yakup bile O’na güya ölümünden sonra iman etmiştir. Hz. İsa’nın ‘Kilisemi senin üzerine kuracağım’ dediği62 ve göğe ayrılışında yücelttiği 63 Petrus’un, Hz. İsa’yı üç defa inkâr ettiğinden bahsedilir. 64 Aynı Petrus’a Hz. İsa İncilde ‘çekil git şeytan’ dediği65 ve hatta annesini bile azarladığı yazılıdır.66 Bu çağda bile 1996 yılında Papa II. John Pul, Hz. Meryem’in tek çocuğu Hz. İsa olduğu ve Yakup’un, Hz. İsa’nın kardeşi olduğunu reddetmiştir. İncillerde açıkça hem de Pavlus’un ağzından söylendiği (Galatyalılar-1:19) halde. Tabi sebebi şu; MS: 431 yılında Efes Konsilinde Kutsal Bakire ve Tanrıça ilan edilmişti. Önemli olan İncillerin ne dediği değil konsillerin dediği. Maalesef Hıristiyanlıktaki sapmaları ve kilisenin yanlış uygulamalarına karşı aydınlanma hareketini başlatan Martin Luther’de kendine Pavlus’u örnek aldığı için o da Nasranî gerçeğini görememiş ve Yakup’un Mektubu için kuru laf satası nitelemesini yapmıştır.67 O zaman dilimi için bunlara göre değerlendirmeler yapabilmek kolay değil. Tamamen dinin temellerini yıkmak gibi algılanırdı. Herhalde bu gerçekleri görebilecek ABD’de ki ‘İsa Okulu’ gibi eleştirel düşünceye açık beyinler için 21. yüzyılı beklemek gerekecekti. Böyle çalışmalarla Hz. İsa’nın ve Havarilerinin yolu olan NASRANÎLİK tüm gerçekliği ile gün yüzüne çıkarılacaktır.



İlk kilise babaları Nasranîlerden bahsederler. Lyons Pikopası İreneus ‘Sapkınlara Cevap’ isimli eserinde ve Justin Marty M.S. 150 yılında yazdığı eserde onlardan bahseder. Her iki kilise babası Nasranîler için, Hz. İsa’yı tanrı değil insan Mesih olarak kabul ettiklerini, Yahudi şeriatına uyduklarını, sünnet olduklarını, Sebt (Cumartesi tatili) gününe uyduklarını, domuz gibi haram yiyeceklerden kaçındıklarını ve Pavlus’çu Hıristiyanlarla düşman olduklarını yazmaktadır.68 4.yüzyıl kilise tarihçisi Evsebus onlar hakkında; Hz. İsa’nın bakire Meryem’den Tanrı’nın bir mucizesi olarak doğduğunu kabul ettiklerini, ama Logos ve Tanrı olarak önceden beri varolduğunu kabul etmediklerini yazar. 69

Demek ki bizim iddialarımızın varlığını, aslında ilk kilise babaları bile doğrulamaktadır. Ama sapkınlık olarak. Nasranî, Nazarenler veya Nasuralar olarak geçen bu kelimenin kökeninin, Hz. İsa’dan önce, merkezi Yahudi anlayışını sapkın bulan bir Yahudi ekolüne ait olduğu bilinir. Yine bu kelimenin, Hz. İsa’nın büyüdüğü kasaba Nasıra ile ilgisi yoktur. Kelimenin İbranice kökü olan NZR ‘adamak veya kendini vakfetmek’ anlamına gelir. Yani ‘kendisini Tanrı’ya adayan’ anlamına gelir. Filip İncili’nde Nasara kelimesi ‘Hakikat’, Nasaralı ise ‘Hakikat Adamı’ anlamında olduğu belirtilir (Filip İncili–47).Bunlar Tevrat’a sıkı bağlı yaşamaları, et yememeleri ve saçlarını kestirmemeleri ile tanınırlardı. Merkezi Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat’ın gerçek olmadığını ve birçok defa değiştirildiğini iddia ediyorlardı.70 Hz. Yahya ile ilişkilerinden dolayı Sabilik de yine bu ekol içinden doğmuş olduğu söylenir. Hz. Yahya’da bu hareketin önemli bir peygamberi idi. Dolayısıyla Yahudiler Hz. İsa’nın hareketini Yahudilik içinde aşırı bir akım olarak değerlendirerek bu hareketi Nasuri akımının devamı saymışlardır. Aynı gurubu ilk dönem kilise babaları, Ebonitler veya Ebionlar (fakirler) olarak ta isimlendirmişlerdir. Çünkü Ebionlar, Hz. İsa’nın peygamber ve Mesih olduğuna inanıyor, fakat Pavlus’un ortaya attığı Tanrılığını kabul etmiyorlardır. Hz. İsa’nın kardeşi Yakup liderliğine bağlı ve kendilerine ait İbraniler İncilini Kabul ediyorlardı. Hıristiyanlar tarafından hazırlanmış bir ‘Hıristiyan Sözlüğü’ konumundaki “A Dictionary of Christian Biography” de II. bölüm sayfa 26–27 de Ebionlar hakkında neler yazmaktadır bir bakalım;



“Ebionlara göre Şeriat herkes için geçerliydi…Bu konuda İsa’nın sözlerinden alıntılar yaparak ‘İsa’nın yolunu aynen izlemeliyiz’ diyorlardı.Çünkü onlara göre İsa Şeriat’a harfiyen uymuştu ve bu nedenle seçkindi..Tahmin edilebileceği gibi Aziz Pavlus’tan özellikle nefret ediyorlardı. Onu Aziz Petrus, Aziz Yakup ve Aziz Yuhanna’ya açıkça karşı gelen bir kişi olarak tanımlıyorlardı. Pavlus’un elçilik yetkisini tanımıyorlar, çünkü onun İsa’yı görmediğini, Kudüs’teki diğer havarilerden de bir eğitim almadığını söylüyorlardı. Pavlus’u ‘aldatıcı ve tanrının sözünü bozan bir saptırıcı’ olarak tanımlıyorlar, onun ‘insanları memnun etmek için şeriatı kaldırdığını’ ve ‘kendisini övdüğünü’ söylüyorlardı. Onlara göre Hıristiyanlık Musa’nın ilkel dini ile aynı şeydi. Eski Ahit yazıları arasında ilk beş kitaba önem veriyorlardı. İsa’yı da; Adem, Nuh, İbrahim, İshak,Yakup,Harun ve Musa ile aynı seviyede ve onların geleneğini izleyen bir Yahudi peygamberi olarak görüyorlardı…Bazı Ebionlar Adem ile İsa arasında bir benzerlik kuruyorlardı.İsa onlara göre Musa’nın halefiydi, daha yüksek bir otorite değil.Kendi İncilleri’nde var olan bir anlatmaya göre İsa şöyle demişti ;”Ben, Musa’nın ‘size rabbiniz olan Tanrı benden sonra içinizden bir peygamber çıkaracak’ diye haber verdiği peygamberim” Ebionlar şarap içmeğe karşıydılar…Öte yandan evliliğe taraftardılar ve hatta erken yaşta evlenmeği tavsiye ediyorlardı.”71



Yine The New Catholic Encyclopedia’nın V.bölüm 29.sayfada Ebionlar hakkında şunları yazar.



“Ebionlar Aziz Pavlus’un teolojisine şiddetle saldırdılar çünkü onun “ İsa’yı gördüm” dediği olayla aslında şeytani bir halüsinasyon gördüğüne inanıyorlar ve onun Kudüs’teki Aziz Yakup tarafından savunulan Yahudi şeriatına bağlılık ilkesine karşı çıkmasına tepki duyuyorlardı…Onların gözünde Mesih bir insan oğlu olarak Yahudi şeriatının büyük bir reformistiydi ve öğretisi , Musa’nın Tevrat’ına sonradan sokulmuş öğeleri ayıklamayı amaçlıyordu…Ebionlar hakkındaki bilgiler genellikle tutarsızlıklarla doludur.Anlatılanlara göre ‘İbranilerin İncili’ adı verilen ve büyük ölçüde Matta İnciline paralel olan bir İncil kullanıyorlardı.72

Rus kökenli gazeteci Nikola Notoviç 1887 yılında, Kuzey Hindistan’da Ladak’ta Khemis Budist manastırında bir İncil bulur. Aynı İncili 1925 yılında Avrupa’lı N.K. Rerich’te görmüştür.73 Herhalde Budist manastırında olması onu resmi kiliselerin imhasından korumuştur. İncilin aslı önce, Hz. İsa’yı Hindistan ve Nepal’de yaşarken tanıyan kişiler tarafından Pali dilince yazılmış, daha sonra Tibetçe’ye çevrilmiştir. Bu İncil Roma topraklarında bulunmadığı için, diğer yazarlar gibi pagan, gnostik felsefelerden etkilenmediğinden son derece önemlidir. Başka dillere çevrilme sırasında veya kilisenin görüşlerine uydurmak için eklemeler olduğu endişesinden uzaktır. Yani bu İncil’de saf Nasranî düşüncesi hâkimdir. Belki Hint düşüncesi etkileri bulunur diye düşünülebilir. Ama Hz. İsa’nı 14-29 yaş arası Kuzey Hindistan’a gelip eğitim gördüğünden bahsedilmesine rağmen, daha sonra onların tanrı anlayışlarını reddederek, Tek ve eşiz Tanrı’yı anlattığından uzunca bir şekilde bahseder. Hindistan’da eğitim görerek böyle fikirleri öğrenmesi biraz zor. Bu İncilde Hint Düşüncesinin etkileride yok. Orada eğitim meselesi belki bir abartıda olabilir. Ama biz bunlardan ziyade bu İncildeki Hz.İsa’nın fikirlerine bakmalıyız. Roma-Yunan etkisinden uzak bir bölgede yazılması, bu İncili çok özel kılmaktadır. Bu zamana kadar bulunan diğer İncillerde Mısır-Roma-Yunan paganizminin etkileri göze çarpar. Dolayısıyla bu İncilde özellikle Pagan inançların etkisinin olmaması, onun orijinal öğretilere korudu ortadadır. Bu İncilde Hz. İsa’nın ismi İSSA, Musa’nın ismi MUSSA olarak geçmektedir. Kitapta Hz. İsa’nın Kutsal Ruh’un (Ebedi Ruh) etkisinde olduğu, Tek ve Eşiz Tanrı’yı anlattığı vurgulanır;



“8.İssa adı verilen çocuk, daha çok genç iken Tek ve Eşiz Tanrı’dan bahsetmeye, yolunu şaşıran kalpleri tövbe etmeye ve işledikleri günahlardan arınmaları için ikna etmeye çalıştı.” (Tibet İncili-IV)



“10.Ebedi kanun koyucu Tek’tir. Ondan başka Tanrı yoktur. O, dünyayı başka kimseyle paylaşmamıştır, kendi niyetlerini kimseye anlatmaz.” (Tibet İncili-VI)

“12.Fakat Eş’i olmayan Tanrı’mız, Tek’tir, Kadir’dir, her şeyi Bilen’dir, Lamekan’dır, Alim-i küldür ve İlimlerin Sahibi’dir.” (Tibet İncili-XI)



Böyle bir Tanrı anlayışı, herhalde Hindistan’da bilinen bir şey değildi. Bunlar tam bir ilahi vahiyle bilgilenen bir peygamber sözleridir. Paganlar gibi, Tanrı’ya “BABA” tanımlanması yoktur. İncilde Hz. İsa’nın, üç yıl irşat faaliyetlerinde bulunduğundan bahsedilir. Yine bu İncilde, işin en önemli ve ilginç yanı Hz. İsa’yı çarmıhta asarak cezalandırmak isteyen Yahudiler olmayıp, Roma Valisi Pilatus’un kendisidir;

“24. Hakimler (Yahudi Sanhedrin üyeleri), aralarında istişare ederek, Plat’a (vali Pilatus) dediler: ‘Biz kanunlarımıza karşı çıkarak, bir masumu yargılayarak ve eşkıyaları af ederek üzerimize büyük bir günah almayacağız.25. ‘Ne istersen onu yap’. Bunu söyleyen din adamları ve ihtiyarlar dışarı çıktılar ve : ‘ Biz bu mü’min insanın ölümünden suçlu değiliz’, diyerek, ellerini mukaddes kapta yıkadılar.” (Tibet İncili-XIV)

Burası çok ilginçtir ve dört İncilde aynı sözleri söyleyip ellerini ‘Mukaddes Kap’ta’ yıkayan Roma Valisi’dir.74 Çarmıhta ölüm cezası Tevrat’ta ve Yahudi hukuk kitabı Talmud’ta bulunmayan bir cezadır.75 Zaten çarmıh cezası Roma’ya baş kaldıranlara verilir ve Hz. İsa içinde Roma’ya karşı halkı ayaklandıran, çarmıhta ‘Yahudilerin Kralı’ diye yazılmıştı. Bütün bunlardan bir de şu gerçeğin olduğu anlaşılmaktadır. Zalim ve işgalci Roma’ya karşı Yahudiler ve Hz. İsa karşıydı. Pavlus ve onun yolundan gidenler her ne kadar Roma ile barışık bir din ve İsa portresi sunsalarda, mevcut İnciller’de bu gerçek gizlenememektedir;



“1 Sonra bütün kurul üyeleri kalkıp İsa’yı Pilatus’a götürdüler.

2 O’nu şöyle suçlamaya başladılar: “Bu adamın ulusumuzu yoldan saptırdığını gördük. Sezar’a vergi ödenmesine engel oluyor, kendisinin de Mesih, yani bir kral olduğunu söylüyor.”

3 Pilatus İsa’ya, “Sen Yahudiler’in Kralı mısın?” diye sordu. İsa, “Söylediğin gibidir” yanıtını verdi.” (Luka-23)



Havariler arasında fanatik Yahudilerin (Yurtsever Simon Zealot) bulunması76 Hz. İsa yakalanmadan önce kılıç satın alınmasını istemesi77 Hz. İsa’nın tutuklanmasında Petrus’un kılıcı ile müdahale etmesi bunun kanıtlarıdır.78 Zaten zalim Roma ile uyuşan bir peygamber düşünülemez. Çünkü peygamberlerin daima zalimlere karşı, mazlumları yardım etmek için gönderildiğini görmekteyiz. Çünkü Tanrı zulmü onaylamaz. Affetmediği tek şey insanlara zulmetmektir. Yine Tibet İncil’inde, Vali Pilatus’un Hz. İsa’nın cesedini mezardan gizlice alıp başka yere naklettiğinden ve mezarı boş bulan insanların O’nu göğe yükseldiğini sandıklarından bahseder (Tibet İncili-XIV). Bu da ölümden sonra dirilmesiyle ilgili SON DERECE ÖNEMLİ başka bir ayrıntıdır. Daha öncede dediğimiz gibi, doğru bilgiler Roma-Yunan etkisinden uzak yerlerde. Ortada bir çarmıh cezası olduğu bir gerçek. Ama sonrası net değil. Tekrar özetlersek; İncilde Hz. İsa bir insan peygamber ve asli günah için değil Roma’ya karşı olduğu için çarmıha Roma valisi tarafından çarptırıldı. Tanrı tek ve Hz. İsa’nın dirilip göğe alınması yok. Bütün bunlar resmi söylemleri sarsacak sonderece önemli iddialar. Sanırım Barnaba İncilinde anlatılanları doğrulayacak en önemli metin. Yani bu İncilde tıpkı Nasranilerin Hz. İsa’dan sonraki lideri Yakup’un İncilinin bir benzeri. Yine bu eser de Batı’da olmadığından gereken önem verilmedi. Yine Ortaçağ uzmanı tarihçi Schlomo Pines, 1960 yılında İstanbul’da ki tarih arşivlerinde 5. yüzyıldan kalma Arapça bir doküman buluyor. Bu doküman bugünkü İran sınırına yakın Kuzistan bölgesindeki bir manastırda bulunmuştu ve Nasranîler hakkında bilgiler vermekteydi. Bu dokümandaki bilgilere göre Nasranîler; Hz. İsa’nın Tanrı değil, bir insan olduğu belirtilmekte ve ona ilahlık atfeden her türlü anlayış eleştirilmektedir. Yahudi Yasasının önemi vurgulanmaktadır. En önemlisi Pavlus şiddetle eleştirilmekte ve onun yolunda gidenlerin ’Mesih’in Dinini terk ettikleri ve Romalıların dini inançlarına kapıldıkları’ söylenmektedir. Mevcut İncillerin güvenilmez, ikinci el kaynaklar olduğu anlatılıyor ve Hz. İsa’nın getirdiği müjdenin ve onun hakkındaki bilgilerin yalnızca bir kısmını aktaran ikinci el bilgiler olduğu iddia edilmektedir.79 Bu belgeye göre demek ki Hz. Muhammed’in gelişine kadar bu gurup varlığını sürdürmüştür. İlerleyen yıllarda çeşitli kilise ve konsil baskılarıyla Nasranîler genelde Roma ve Bizans baskılarından uzak Habeşistan, Suriye, Mezopotamya ve Arabistan bölgelerinde yaşamışlardır. Daha çok doğuda Nasturilik akımında kendini göstermiştir. Nasturilik mezhebinin ayinlerinde bugün bile Tanrı’ya secde etmek vardır.80 Secde etmek ise namazın özüdür. Süryanilikte namazda vardır. Aslında namaz Tevrat’ta da bir çok yerde vardır:

“6-Gelin, secde kılalım ve eğilelim; Bizi yaratan Rabbin önünde diz çökelim” (Mezmur-95

Nehemya-8:6, 2. Tarihler-20:18, 1.Krallar-8:54 vb. Merak edenler Tevrat’a bakabilir . Fakat “Kitabı Mukaddes yayınlarının” 1997 yılındaki Tevrat tercümesine bakılmasını tavsiye ederiz. Çünkü daha sonraki yıllarda basılan Tevrat’ta maalesef yine konuların çarpıtılıp değiştirildiği görülmektedir. Musevi Samirilerin ve Karailerin ibadet yerleri cami gibidir ve tıpkı müslümanlar gibi, abdest alıp namaz kılarlar.Şimdi insan sormadan edemiyor İncillerde birçok yerde Tanrıya tapmaktan bahsediyor. Bu nasıl bir ibadettir kiliselerde neden göremiyoruz? Bütün bunlar Hz. İsa’nın gerçek inancı olan Nasranîlik İnancının nelerden oluştuğunu bizlere anlatmaktadır.

Kaynak:İlhan Akkurt (Hz. İsa Hristiyan mıydı?)
Buradan alındı.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (4. October 2009), Toslunba (5. October 2009)
Alt 4. October 2009, 05:23 AM   #2
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

EHLİ KİTAP VE MÜŞRİKLERİN KURANA GÖRE TANIMLAMASI
Ehli Kitap ne demektir.?
Müşrik ne demektir?
Müşrik davranışına ve yaşamına sahip olan ehli kitap da müşrik olmaktadır.
İbrahim dini hanif dini ne demektir?
1-EHLİ KİTAP NE DEMEK?

Ehli Kitap ne demektir: Allahın varlığına, Allahtan peygamberler ve kitaplar geldiğine, ahret âleminin olduğuna, iman ettim dediği halde, Allahtan peygamberler aracılığı ile gelen, dinin Allahtan geldiği gibi koruyamayan ve yaşayamayan kişilerin ve toplumların adıdır.
5/15- Ey Kitap Ehli, kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve birçoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.
Bilindiği gibi, Allah Toplumlardaki tevhit akidesini,Kuran Gelinceye kadar, göndermiş olduğu peygamberlerle ayakta tutuyordu. Allahın gönderdiği peygamberler ölünce veya öldürülünce. Getirdiği mesajlar halkın arasında ağızdan ağza dolaşıyor, Bu da yeni bir peygamber gelinceye kadar, birçok bozulmalara neden oluyordu. Bunun sebebi ise, din adamlarının ve papazların, kendilerine gelen dini, menfaat karşılığı gizlemeleri veya satmaları neticesinde, dosdoğru olan dinleri bozuyorlardı. Allah da bu yanlışları yeni bir peygamberle düzeltiyor ve tazeliyordu. İşte Allahtan geldiği şekilde korunamayan dini kabul edenlerin adı kuranda ehli kitap diye anılıyor.
2/79- Artık vay hallerine; Kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için "Bu Allah Katındandır" diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına.
5/68- De ki: "Ey Kitap Ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz." Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkârlarını artıracaktır. Sen de kâfirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.
Kuranın ifadesine göre Kitap ehli, Allahtan gelen dinin Allahtan geldiği gibi korunamayıp saptırılmasıdır. Allah da kendilerine, göndermiş olduğu peygamber ve kitaplarına Allahtan geldiği gibi iman edip yaşamadıkça, Doğru olan dinlerini, eğip büktükleri sürece hiçbir anlam taşımadığını anlatmaktadır. Asıl sorun burada yatmaktadır. Bakınız Kuran Kitap ehlinin düşmüş oldukları yanlışlıkları şöyle sıralamaktadır.
1-Allah Hakkında bilgilerinin yanlışlığı 4/171- Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu (‘OL’ kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah'tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa onundur. Vekil olarak Allah yeter
Bütün peygamberler geldiklerinde insanları bir tek Allaha yöneltirler. Fakat inananlar içerisinde aklını kullanmayanlar ve gereği gibi düşünmeyenler. O peygamberleri Allahın koymuş olduğu yerden kaldırarak sevgiyi saygıyı ve ihtiramı Allahın önüne çıkarmaktadırlar. Böylece nimeti vereni değil, nimeti verenden alıp ileteni, ilah olarak tanımaktadırlar. Elbette görünüşte hiçbir insan hiçbir insana sen benim Allahımsın demez. Ama asıl yaratanı geri planda bırakarak o elçilik yapanı ön plana çıkarmaları onları doğru olan yoldan alı koymaktadır. Bakınız Allah mecazi bir şekilde, anlatarak bu olayı şöyle izah etmektedir.
5/116- Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki İlah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen."
5/117- "Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahit olansın.”
Peygamberlerdeki temel amaç, Allahın göstermiş olduğu yolda insanları yönlendirmek doğru ile yanlışı haram ile helali, birebirinden ayırarak doğru bir çizgide insanlara yol göstermektir.
2-Kitap ehli cehennemin ebedi olmadığını belirli bir miktar yandıktan sonra cennete gideceklerine inanmaktadırlar.2/80- Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"
2/81- Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.
Bu Hıristiyanlardaki ve Yahudilerdeki inanç aynen İslam toplumlarına da yansımıştır. Kuranın dışında hikâye masallarla gelen din anlayışlarında iman ettim diyen Müslümanların hayatı boyunca günahların içerisinde yuvarlansalar bile ölüm anındaki son kelimesi kelimeyi tevhit ise cezası miktarınca yanıp daha sonra cennete gideceği inancı, ehli kitap inancının bir devamıdır. Burada Kuranın anlattığına bir bakalım.
4/48- Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.
İnsanların hayatları boyunca Allahın emirlerine muhalefet ederek yaşaması onu kolay kolay doğru yola götüremez. Tövbe; kişinin gittiği yanlış yoldan dönerek değişmesi demektir. İslam toplumlarındaki bu anlayış kurana asla uymamaktadır. Kuran Salih amalle bütünleşmeyen inancın asla bir değeri olmadığını, son nefesinde eğer kişi inancını hayra dönüştürmemişse veya hayra dönüştürecek fırsat bulamamışsa o başka, onun imanı Allah katında kabul değildir.6/158 iman edip de sonra inkar eder tekrar iman eder sonrada inkarını arttıranlar da asla hidayete ermezler.4/137- Gerçek şu, iman edip sonra inkara sapanlar, sonra yine iman edip sonra inkara sapanlar sonra da inkarları artanlar… Allah onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir.

3-Kitap ehlinden olan Hıristiyanlar, Hazreti İsa peygamberin ölmediğini ve göğe yükseltilerek, Allahın sağ yanına oturduğunu ve Allahın tasarruf hakkında ortak olduğunu söylemektedirler.
Evet kuran hazreti İsa peygamberin katımıza yükselttik ifadesi kullanıyor. ama onu mecazi bir anlatım sanatı ile bunu anlatmaktadır.
4/157- Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
Allah evrene bir yasa koymuştur. Bütün canlılar doğarlar büyürler ve ölürler. Eğer Allah kuranın göndericisi ve kâinatın da yaratıcısı ise ki öyledir. Gönderdiği kitapla, evrene koyduğu yasalar biri birlerine ters düşmezler. İşte Önemli Olanı kuranın ne söylediğini değil, ne söylemek istediğini anlamak gerekir. Küçük bir misalle bunu açıklamaya çalışayım. İlkokuldaki iki çocuğa. Babasının yaşının elli, dedesinin yaşının da, babasının yaşından yirmi yaş küçük ise dedesinin yaşının kaç olacağını sordum. Bir tanesi otuz olur dedi. Öbür çocuğa sorduğumda dedenin yaşının babanın yaşından küçük olamayacağını söyledi. Dede babadan hiçbir zaman küçük olamaz. Dedesinin yaşının otuz olduğunu söyleyen çocuğa tekrar sordum hanginizin verdiği cevap doğru dedim arkadaşının verdiği cevabın doğru olduğunu, söyledi. Kendisi, baba ve dede kavramlarını düşünmeden böyle cevap verdiğinin farkına varmıştı. İşte Kurandaki ayetleri anlarken kâinattaki yasalarla kurandaki emirlerin ve yasaların asla birebirleriyle çelişmeyeceğini göz önünde bulundurarak, olayları değerlendirmek gerekir. Aynen onun gibi. İnsanlar hep ölümlüdür. Eğer kuranda ayette belirtildiği gibi onu öldürmediler onu asmadılar ifadesi kullanılıyorsa, onun hayati fonksiyonlarını yitirmediği anlamında değil. Onun mecazi anlatım sanatı kullandığını yakalamak gerekir. Kuran’ın şehitler hakkındaki söylediğine bir bakalım.
2/154- Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.
3/169- Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmakta dırlar.
Allah bu ayetlerde Şehitlerin ölmediğini Allah katında diri ve rızıklanmakta olduklarını söylerken onların gerçek anlamda hayati fonksiyonlarını yitirmediği anlamında değil, onların Ahret âleminde rızıklanacağını ve vahyin kontrolünde yürüdüklerini, Onaylayarak onları onurlandırdığını anlatmaktadır. Kuran ölü kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birisi biraz önce söylediklerim anlamında hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamındaki ölü, bunlar bir daha dünyada dirilmeyecek ve dünyaya tekrar geri gelmeyecek olanlardır. Buna Hazreti İsa ve şehitler de dâhildir.
21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.
Dünya hayatında, öyle ya da böyle ecelleri gelip de ölenler, bir daha dünya hayatına geri gelmeyeceklerdir. Onlar ahret âleminde yeni bir yaratılışla yaratılıp tekrar diriltilip hesaba çekilecekler ve cezaları ve mükâfatları, cennet ve cehennemle karşılık göreceklerdir.
İkinci ölü kelimesini kuran kullanırken, asıl dünyaya geliş gayesini, yaratılışta verdiği, rabbim sensin sözünü unutarak, verdiği sözün muhalifine hayat sürenler için kullanmıştır. Yani peygamberler ve elçilerin kendilerine uyarıyı getirdiklerinde uyarıyı duymayanlar için kullanmıştır.
2/72- Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.
2/73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.
Bu ayetler eğer gerçekten hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamında ölü olmuş olsaydı” Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler” Ayetiyle çelişirdi. Bir daha dirilmezdi tekrar dirildiğine göre vahye karşı duyarsız olanlar anlamında kullanıldığı bir gerçektir. Veya herhangi bir konuda duyarlı olmayanların o konu ile ilgili duyarlılık göstermeleri anlamındadır. Hazreti İsa peygamberin ölüleri diriltmesi, İbrahim peygamberin duyarsız olan hayvanları eğitilme sonucunda duyarlı hale getirmesi bu anlamda ölüleri diriltmedir.5/ 110- Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları’nı senden geri püskürtmüştüm."
2/260- Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir."

Öyleyse Hazreti İsa peygamberin Allah tarafından katına yükseltilmesi, onun hayati fonksiyonlarını yitirmediğini göstermez o dünya hayatında görevini hakkıyla yerine getirerek ölmüştür. Ve Allah da onu cennetle ödüllendirmiştir.
4- Hıristiyanların düşmüş olduğu bir yanlışlık da hazreti İsa’nın babasız doğması ile ilgili yanlışlıktır. Bu Yanlış anlama aynen İslam toplumlarına da sıçrayarak devam etmiştir. Zaten öyle bir anlayış onları şirke düşürmüştür. Allahın yasasında babasız doğal seyri içerisinde çocuk meydana gelmez. Burada bu kıssayı geniş geniş izah edecek değilim ancak bazı ayetler vererek duyarlı olanları düşünmeye ve aklını kullanmaya davet ediyorum. Kuranın hiç bir yerinde hazreti İsa peygamberin babasız meydana geldiğine dair bir ayet yoktur. Yalnız Kuran ve kâinat bütünlüğünü göremeyenler böyle bir yanlışlığa düşmektedirler.
16- Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.
17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
18- Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)."
19- Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."
20- O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi.
21- "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti.
22- Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.
23- Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim
Bazı kıssaların açıklanması için bazı ayetlerin ve bazı bilgilerin bilinmesi gerekir” - Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."
“- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü” Bazıları ruh kelimesini Cebrail için kullandığını var sayarak böyle mesnetsiz ve çirkin anlayışlara sebep olmaktadır. Bakınız Ruh kelimesini kuran değişik yerlere koyarak anlatım sanatı kullanmıştır. Ruh Cibril anlamında kullanıldığı gibi, ruh, aynı zamanda kuran, Allah, can, peygamber, elçi, anlamlarında da kullanılmıştır. Buradaki ruh elçi peygamber anlamında kullanılan ruhtur. Kuranın peygamberler hakkındaki verdiği temel mesaj kendilerinden önce gelen peygamberleri tas diklemesi doğrulaması ve kendilerinden sonra gelecek olanları da müjdelemesidir. İşte Meryem’e gelen elçi, peygamber olan bir beşerdir. Yaratılırken verdiği sözde ahitte sadakat gösterip bir erkekten bahsetmektedir. İşte o da İsa peygamberdir. Kuran iffetini korumuş küfür toplumu ile kendisi arasında bir perde çekilmiş Meryem’in başına gelecekleri ve çektiği sıkıntıları anlatırken hem de sonucunda bu sabır ve kararlılığın meyvesini tattıracağını vurgulamaktadır. İşte devamlı Zekeriya peygamberle beraber anılan Meryem, kalemleriyle kura atarlarken Zekeriya’nın ondan sorumlu kılınması, kuran okuyanları düşündürmesi gerekmektedir. Olayları kuran bütünlüğü içerisinde düşünüp anlamazsak materyalist olanlara malzeme verecek yanlışlıklar ortaya çıkar. Elbette materyalist olanlara şirin görünmek ve onları hoşnut etmek için bunlar yapılmamalıdır. Ama bir gerçek var ki yanlış bir anlayış, herkesin fıtratlarında, dış dünyaya yansımasa bile onulmaz bir yara açmaktadır. Kuranı iyi anlamak kurandaki kelimeler ve ayetlerin konu ve kuran bütünlüğüne ters düşmeyecek şekilde anlaşılması gerekir. Kuranda geçen ana çatının içeriğini oluşturan ayetler. Hiçbir zaman birebirlerinin sınırını ihlal etmezler. İlim, sperm ile yumurtalık birleşmeden asla çocuğun olmayacağını söylemektedir. Evet, Allah isterse yapar yaratır. iman edenlere bu gayet normaldir. Ama. Allahın hem kuranın kendisindeki yasalar hem de kâinattaki yasalar böyle sünnetullah’ın ve Adetullahın muhalefetine şeyler asla olamaz. Zaten varsa var o olup gitmektedir. Bu Allahın sünnetidir. Hazreti İsa peygambere kadar gelen bütün üremeler bir erkekle bir dişiden meydana gelsin, hazreti İsa erkeksiz yani sperma olmadan meydana gelsin. Bu Allahın evrene koyduğu yasaya ters düşer.
Bir gün tv. Kanallarından birinde. Hazreti İsa peygamberin babasız olup olmadığı tartışılıyordu. Bir tane inançlı bir profesör hazreti İsa peygamberin babasız meydana geldiğini söyledi. Materyalist Profesör Yazıklar olsun sana, köydeki bir Ahmet ağa Mehmet ağa böyle şeylere inanıp söyleyebilir ama senin gibi eşyanın esrarını çözen bir ilim adamına bunu yakıştıramadım dedi. inanan prof un ağzından gık bile çıkmadı. Çünkü söylediği sözü kalbi onaylamıyordu. Çünkü bir bilim adamına asla böyle bir inanç yakışmazdı. Kuranın söyledikleriyle ilim asla çelişmezdi. İsa peygamberin babasız oluşu ile ilgili inanca sahip olanlar insanların ilk yaratılışında âdem nasıl annesiz babasız yaratılmışsa Allah da İsa peygamberi babasız yaratma gücüne sahip değil mi sorusunu sormaktadırlar. Evet, Allah istediğini istediği şekilde yaratır buna bir kul ve inanan kişiler asla muhalefet edemez. Yalnız orada Allahın koyduğu bir ilkeler ve yasalar var öyle anlaşıldığı zaman kendi koymuş olduğu yasaları çiğneyip atma anlayışı gündeme gelmektedir. Allah koyduğu yasalarda bir çelişki olmayacağını anlatsın bir başka yerde Allah kendi koyduğu yasaları çiğneyerek bozsun bu anlayış Allahın ilahlık sıfatıyla uyuşmaz.

5-İnsanların ilk çoğalmasının Tevrat ve İncil’e göre, Âdem ve havadan olma anlayışıdır. Bu anlayış aynen İslam toplumlarına da yansımıştır. Eğer iman eden müslümanlar şu ayetleri bilmiş olsalardı Böyle bir inancı asla kabul etmezlerdi.
4/23- Sizlere anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz, sütkız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe) girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız -onlarla gerdeğe girmemişseniz, size bir sakınca yoktur-, sizin sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir araya getirdiğiniz (evlilik) haram kılındı. Ancak (cahiliye de) geçen geçmiştir. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Adem ve havadan çoğalma anlayışları kuranın kardeş evliliğini yasaklama anlayışını ihlal etmektedir. Kitabımda bu konuyla ilgili bölümde böyle bir çoğalma ve üreme şeklinin sünnetullaha uygun olmadığını izah etmeye çalıştım. Burada bunu tekrar anlatmaya gerek yok düşünen ve akledenler olayları kuran bütünlüğü içerisinde düşündüğü zaman kavrarlar. Yani insanlar bir tek âdem ve havadan değil de birçok âdem ve havadan olduğunu ilim geliştikçe anlayacaklardır. Kanaatindeyim.
Kuran kendisinden önce gelen toplumlardaki bozulan din anlayışlarının Allahın göndermiş olduğu peygamberin anlattıkları din anlayışıyla uyuşmadığının vurgulamasını yaparken kendisinden sonra gelecek olanların da Aynı hatalara düşmemeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Eğer onlar da Allahtan gelen kitap olan kuranı göz adı ederek bir takım ehli kitabın düştüğü yanlışlıklara düşmüşlerse onlar da aynı konumda olmuyorlar mı? Kitabımın diğer bölümlerinde anlattım ama genelleme olarak İslam toplumlarının düşmüş oldukları hataları sıralamaya çalışalım.
1-Ehli kitap, kendi peygamberlerini Allahın oğludur demekle kendi peygamberlerini Allahın tanımladığı yerden alıp onu ilah konumuna getirmekle müşrik oldular. ifadesine koyarken, İslam toplumlarının da kendi peygamberlerine bazı sıfatlar yakıştırarak onlar da ehli kitabın düştüğü hatalara düşmektedirler. Örneğin, son peygamberin diğer peygamberlere karşı üstünlüğünü öne çıkararak Allahın onun Hakkında söylemediği bir sözü ona yakıştırmakla kelimenin konulduğu yerden oynatılmasına neden olmuştur.( seni yaratmasaydım seni yaratmasaydım iki cihanı da yaratmazdım) ifadesi kuranın ifadesi değildir. Kuran hiçbir peygamberin hiçbir peygambere karşı üstün olmadığını anlatmaktadır. 2/136- Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."

2- Peygamberlere Allah kuranda gönderilmiş olan vahiylerin dışında mucizeler verilmediğini anlatırken ehli kitap ve İslam toplumları peygamberlere olağan üstü mucizeler verildiğini Allaha olan bir hasletin onlarda olduğunu söylemeleri onları Allaha ortak koşmaları konumuna götürüyor. Kuranda peygamber ayı ikiye böldü diye hiçbir hüküm yokken ayı ikiye bölme ile ilgili inançları onları Allahın tanımladığı peygamber tablosundan uzaklaştırarak onu ilah konumuna ortak konumuna sürüklemiyor mu?
3- Allah kuranda Ahret âlemine gidenlerin ya süresiz cehenneme ya da süresiz cenete gidecek ifadesini kullanmasına karşılık İslam toplumlarının meşreplerdeki mezheplerdeki. Cemaatlerdeki temel görüş cezaları miktarınca yanıp tekrar cennete gidecekleri inancı onları Ehli kitabın anlayışına götürmüyor. Onlar demişlerdi ki Ateş bize sayılı günler kadardır”
4- Kuran Hiçbir zaman kabir azabından bahsetmezken, kabirlerde azap olacağını söyleyerek Kendi türettikleri dini ön plana çıkarmıyorlar.
5- Kuran insanların dünya hayatıyla ilgili ne kazanmışlarsa karşılığında ahret âleminde zerre kadar haksızlığa uğratılmadan onu bulacaklar ifadesini kullanırken. Ahret Âleminde peygamberlerin evliyaların âlimlerin onlara şefaat edeceği inancı anlaşışı kurana rağmen bir anlayış değil mi?

2- MÜŞRİK NE DEMEKTİR
Müşrik: Kur’an müşrik kelimesini Allaha inandığı halde, Allahtan gelen peygamberlere, kitaplara ve ahret gününe iman etmeyen, Mekke müşrikleri ve o özellikleri taşıyanlar için kullanılmıştır.
98/6- Şüphesiz, Kitap Ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir.
Müşriklerin temel özellikleri, Öldükten sonra yeniden yaratılış ve hesaba çekiliş olacağını kabul etmezler.23/37- "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz." Ahret âlemine iman etmediklerinden, peygamber ve peygamber yolunda gidenler, müşrik olan puta tapıcılarından çok çekmişlerdir. Müslüman olanlara en şiddetli düşman olanlar, Yahudi zihniyetli ve müşrik olanlardır.
5/82- Andolsun, insanlar içinde, mü'minlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.
Dünya üzerinde Allaha inanmayan insan sayısı yok denecek kadar azdır. Allaha genelde bütün dünya üzerindeki insanlar inanmaktadır. Yalnız, Allaha inanırken şirkleriyle yani ortaklarıyla beraber inanmaktadırlar. Bu sebeple Allah onları kuranda müşrik ifadesiyle anmıştır. 39/38- Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler."
Bu Olayı, bir kıssa ile anlatmaya çalışayım. Bir tanesi parayı eline alıyor. Ey para sana Allah desem Allah değilsin. Ama sensiz hiçbir şey olmuyor. Sen Allahtan fazla iş görüyorsun diyor. Sana tapıyorum diyor. İşte bu anlayış, Onları müşrik yapıyor demektir. Elbette Allah sebepsiz hiçbir şey yaratmamıştır. İnsanların önüne kâinattaki nimetlerin hepsini sunan Allah tır. Eğer insan arka planda onları insanlara nimet olarak veren Allah’ı hesaba katmaz ve sadece nimeti hesaba katarsa, bu insan kelimenin, tam anlamıyla konulduğu yerden kaldırmış nimete olan sevgiyi ilah derecesine çıkarmış demektir.
Tapmak demek illaki nimetlerin önünde secde etmek değil, sevgiyi ve ihtiramı Allaha olan sevgiye denk ve onun üzerinde sevgi beslemek demektir. Bu sebeple yaratıkların içerisinde olan hiçbir varlık Allahın emirlerinin karşısında Allaha rağmen söz söylemesi veya onun emirlerine muhalefet etmesi, asla hakkı değildir. İnsan bir şeyler üretmişse onun mülkünde onun verdiği akılla, onun verdiği el ile onun verdiği zamanla bunları üretmiştir. Yoksa Allah bunları o insanın emrine vermemiş olsaydı, Ne yapabilirdi ki? Müşrik veya kâfir demek, Allah’ı inkâr etmek değil, Allaha ait olan bazı sıfatları yaratıklara vererek ortak kılmaktır.39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete erdirmez.
Kâfir ve müşrik olanlar, kendilerinin dosdoğru yolda olduklarını, sanırlar, 6/148- Şirk koşanlar diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de, Bizim zorlu-azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: "Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak "zan ve tahminle yalan söylersiniz."
6/149- De ki: "En 'üstün ve apaçık' delil Allah'ındır. Eğer O dileseydi elbette tümünüzü hidayete yöneltip-iletirdi."
6/150- De ki: "Gerçekten Allah'ın bunu haram kıldığına şehadet edecek şahidlerinizi getirin." Şayet onlar, şehadet edecek olurlarsa sen onlarla birlikte şehadet etme. Ayetlerimizi yalan sayanların ve ahirete inanmayanların heva (istek ve tutku)larına uyma; onlar (birtakım güçleri ve varlıkları) Rablerine denk tutmaktadırlar.
6/151- De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızıklarını Biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz."
İster bu anlayış Mekke müşriklerinde olsun isterse Mekke müşriklerinden önceki kavimlerde,olduğu gibi, günümüze kadar da sürüp gelmiştir. Ve devam edecektir. Kuran gördüğünüz gibi belge delil burhan istemektedir. Delilsiz ve belgesiz yol ve söylemler ancak zan ve tahminden öteye geçemez. Allah insanları saptırıp, hidayete getirmez. Ancak insanlara sapacak ve hidayete gelecek malzemeyi verir belgelerle sapmamaya davet eder. Diğerlerini de kişilerin özgür iradesine bırakır. İşte Allahın Gönderdiği bu kuran insanları dosdoğru yola yöneltip iletir. Kuranın dışında yol alanlar. Ancak şeytanın yoluna uyanlardır.
43/36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.
Müşrik Olanlarla iman edenleri temel olarak ayıran özellik, Allahtan vahiy geldiğine iman etmemeleridir. İman etmeyenler, Allahın insanlar içerisinden bir elçi seçip, insanları uyarması onlara asla doğru gelmiyordu 7/63- "Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap) gelmesine mi şaştınız?" İşte müşrik olanları iman edenlerden ayıran en büyük sebep budur. Güya onlar da kedilerine vahiy geldiğini kendilerinin de bir kitap yazacaklarını söylemektedirler.6/93- Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen...
Bu Açıklamalardan anlaşıldığı üzere, müşrik kelimesini kuran iman etmeyen ve ehli kitaptan olmayan Mekke müşrikleri adına kullandığı gibi bu özelliği taşıyan günümüze kadar gelen ve günümüzden sonra gelecek olan kuşakları kapsamaktadır. Kuran Bize bunları tanımlarken onlarla nasıl diyalog kurulması gerektiğini de tanımlamaktadır. Ve inananları eğiterek yaşamlarını güzelleştirmektir.
Dünya üzerinde yapılmış olan ilimler, insanoğlunun, hangi konu ile ilgili ise o konu ile bilgilendirilip verim alınmasıdır. İlim bir konu hakkındaki doğru olan bilgileri insanın önüne koyar. Uygulayıp uygulamamayı insanların kendi özgür iradesine bırakır.
3-MÜŞRİK OLANLARIN DAVRANIŞLARI GİBİ DAVRANIŞ SERGİLEYEN EHLİKİTAP OLANLAR DA MÜŞRİK OLARAK ANILMAKTADIR.
Müşrik olanların temel özellikleri Allahın varlığını kabul ettikleri halde. Yaratıklardan bazı varlıkları kendilerini Allaha daha fazla yaklaştırsınlar diye onları Allah ile kendileri arasında aracı kabul ediyorlardı. Hâlbuki Allah onların bu davranışlarını asla onaylamıyor. Allah kulları ile kendisi arasında aracı şefaatçi olmayacağını vurguluyordu. Müşrik toplumlar veya kavimler. Allah ile kendileri arasında kuranın isimlendirdiği lat, menat uzza, hübel putlarını aracı olarak kabul etmişlerse ehlikitap olanlar da, papazlarını âlimlerini kendilerine aracı olarak kabul ediyorlar. Öyleyse Müşrik toplumlarla ehli kitap arasındaki ince çizgi birisi kitaplarında öyle olduğunu var sayarak Allah’a şirk koşmakta. Diğeri ise hiçbir kitap kabul etmeden zan ve tahminleriyle şirk koşmaktadırlar bu anlamda her ikisi de Allaha karşı şirk koşmaktadırlar. İki Anlayışa da günümüz toplumlarına bunu uyarlayacak olursak. Materyalist olanlar yani Allahtan peygamber ve kitap gönderildiğine iman etmeyenler. Derler ki biz öldüğümüz zaman tekrar diriltilecek değiliz derler doğarız büyürüz ölürüz zaman bizi yok eder hepsi bundan ibarettir derler. Bunların böyle söylemeleri ellerinde hiçbir belgeleri yok. Sadece zan ve tahmine dayanmaktadır. Bu Anlayış kurana göre doğru değil. Allah iman edenlere yol gösterici bir kitap gönderdiğini2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.
Ama iman etmeyenlerin dünya hayatındaki tutum ve davranışlarının belgeye dayanmadığından dolayı karma karışıktır. Kuran müşrikler hakkında bakınız neler söylemektedir.9/28- Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi Kendi fazlından zengin kılar. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
9/29- Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın.
9/30- Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?
9/31- Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir

Ehli Kitap olanlar gerçekten Allahın dininde samimi olsalardı, kendilerinden sonra gelen ve kendi peygamberlerinin müjdelediği peygamberi kabul ederlerdi. Ve Ahret âlemine inandıklarını ağızlarıyla inandıklarını iddia etseler de Ahret hayatına inanların davranışlarını sergilerlerdi
2/93- Hani sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (kitaba) sımsıkı sarılın ve dinleyin" (demiştik). Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş kaldırdık." İnkarları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?"
94- De ki: "Eğer Allah Katında ahiret yurdu, başka insanların değil de, yalnızca sizin ise, (ve) doğru sözlüyseniz, öyleyse hemen ölümü dileyin."
95- Oysa onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden dolayı onu (ölümü) hiçbir zaman kesin olarak dilemeyeceklerdir. Allah, zalimleri bilendir.
96- Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.
Maalesef kuran bunların bu söylemlerinde samimi olmadıklarını üzerine basa basa vurgulamaktadır. Asıl samimi olanlar firavunun karşısında hazreti Musanın Allahtan aldığı vahiyleri onlara anlattığı zaman kesseler assalar bile kesinlikle onları Musa’nın Allah’ına iman edip onları ölüm korkusu engelleyememiştir.20/71- (Firavun) Dedi ki: "Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız."
72- Dediler ki: "Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla 'tercih edip-seçmeyiz." Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin."
73- "Gerçekten biz Rabbimiz'e iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir
İşte Allahın kuranda tanımladığı iman etme budur. Dünyalık zevkler ve makamlarını Allahın tanımladığı dinine geldiği zaman kaybedeceklerinin korkusu onların imanı yaşanan hayata götüremiyorsa yeri geldiği zaman bunları Allah uğruna terk edemiyorsa bu nasıl iman olmaktadır?
4- KURANIN TANIMLADIĞI İBRAHİM HANİF FITRAT DİNİ NASILDIR
Doğru bir dinin doğru bir şekilde öğrenilebilmesi için insanlarla kendisi arasında elçi olarak seçtiği peygamberler göndermiştir. Bu Vesile ile düşünen aklını kullananları kendi yolunda dosdoğru olarak yürütmeyi hedeflemiştir.
Peygamberler, kendilerine iman edenleri dünya hayatında nerde nasıl yaşanacağını nasıl bir hayat sürüleceğini Allahtan aldığı bilgilerle kendisine tabi olanları ulaşmak istenilen hedefe ulaştırmıştır. İşte kuran kendisinden önce peygamberliği kabul ettiği halde peygamberlerin izini kaybetmiş ehli kitabın anlayışlarını, masaya yatırarak onların anladıkları ve yaşadıkları dini ortaya koyup bize haber verirken, diğer taraftan da peygamberlik inancını kabul etmeyenlerin yaptığı yanlışlıkları ve hayatlarını bize anlatıp doğru olan yaşam biçimini anlayışı bize öğretmektedir.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
Yani göndermiş olduğu vahiylerin kurallarıyla yaratmış olduğu kâinatın yasalarının çatışmadığı bir dinin sunulması olarak tanımlamıştır. İşte Allahın kabul ettiği din yol ve hayat hep bu merkezde dönüp dolaşmaktadır. Bu Anlayış bir taraftan kendilerine kitap verilenleri, doğru bir din anlayışına sevk ederken bir taraftan da Müşrik olanları hem Allahın gönderdiği kitaba ve anlattığı dine davet etmektedir. Böylece Nasıl Allah yerleri ve gökleri yarattıysa insanlara peygamberler ve elçiler göndererek onların dosdoğru yolda yürümeleri için bir kılavuz bir ölçü olarak hak ile batlı biri biriden ayıran kuranı göndermiştir.
Kuranı anlamak için okuyanlar düşünenler iyi bilirler ki, geçmişte gelecekte ve anda olan insanların bazı bilemedikleri gayıp haberlerini de içine alarak insanlara o konu hakkında bilgi vermiştir. Bir taraftan, geçmiş kavim ve toplumların yaşadıkları hayatlardan kesitler sunarak olayları doğru bir şekilde bilgilendirmiştir. Bir taratan da, ilerdeki bir zamanda ancak ulaşabilecekleri bilgileri o zaman gelmeden haber vermiştir. Bunlar Aklını kullanabilenler için gerçekten düşündürücüdür. Kuranın verdiği bu bilgiler iman etmeyen puta tapıcıların söylediklerini çürütmekte, kendisinden önce gelen peygamber yolunda olduğunu iddia ettiği halde olmayanları da doğru bir anlayışı getirmektedir.
Allah insanların öz yapısına doğru bir dini bula bilme yeteneği vermiştir. aklını ve düşünme melekelerini harekete geçirdiği zaman mutlaka, kavrayabileceklerini anlatmaktadır. Aslında Allah kesinlikle adaletsizlik yapmaz. İnsanlara götürebilecekleri kaldırabilecekleri kadar yük yükler. Ve ondan sorumlu tutar. Eğer insana doğru bir yolu bulabilecek akıl vermemişse sorumluluk da yüklememiştir. Ve onları sorguya da çekmeyecektir. Allahın sorguya çekeceği akıl verdiği halde aklını kullanmayanlardır. Asıl Olan bu hanif dinde olanlar soru sorup sorgulayarak doğru bir anlayışı gerçekleştirebilirler. İşte İHSAN ELİ AÇIK KARDEŞİMİZ BUNLARI NE KADAR GÜZEL İZAH ETMİŞTİR.
________________________________________
Kimler soru sorar?
Soru soran zihin nasıl bir zihindir?
Bir toplumda “soru saran adam” olmak ne demektir?
Örneğin bir peygamberi “sorun soran adam” olarak hiç düşündünüz mü?
Eğer öyleyse gelin “İbrahim’in soruları” üzerine düşünelim.
Bakın Hz. İbrahim neler sormuş?
(Allaha) “Allahım! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” dedi. “Yoksa inanmıyor musun?” deyince “Evet, inanıyorum ama kalbim iyice tatmin olsun diye” dedi. (2; 260).

(Kendi kendine) “Gece çökünce yıldız gördü: ‘İşte bu Rabbim!’ dedi. Yıldız batınca ‘Batanları sevmem’ dedi. Ayı doğarken görünce: ‘İşte bu Rabbim!’ dedi. O da batınca ‘Eğer Rabbim yol göstermezse şaşıranlardan olurum’ dedi. Güneşi doğarken görünce ‘İşte bu Rabbim, bu daha büyük’ dedi. O da batınca ‘Ey halkım! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım’ dedi.” (6; 76-78).

Kanaatimce bu ayetlerde, “İbrahim’in soruları” üzerinden, bir aklın nasıl yürütüleceği ve bir vicdanın nasıl uyanacağı dersi veriliyor; soru sorarak, düşünerek, cevaplar arayarak…

Çünkü insanoğluna ilk vacip olan şey sanıldığının aksine iman etmek veya teslim olmak değil; kuşku duymak, düşünmek, cevap aramaktır. İman ve teslimiyet bunlardan sonra gelecektir.

Zira cevabını aradığınız sorulara tatminkar bir cevap bulduğunuzda içinizde bir itminan hali oluşur. İşte buna “iman” denir. Aksi halde, demirin ateşten geçip çelikleşmesi gibi kuşkulardan geçmemiş, soruya cevap olarak gelmemiş, bir arayışın sonucu oluşmamış olana iman denmez. O, olsa olsa taklit, önyargı veya kuruntu olur ki bir üfürüklük işi vardır.

Bu nedenle Kur’an “Önce iman et, sonra düşün” değil; “Önce düşün, sonra iman et” der. Ekin hasattan, acıkma doymadan, soru cevaptan önce gelir. Bir meseleyi önce etraflıca konuşur sonra kararını alırız, önce kararını alıp sonra konuşmayız. Bunların aksini yaptığınızı düşünün… Ne kadar manasız oluyor, değil mi?

İbrahim’in soruları işte bize bunu öğretiyor.

Sorular sorarak “soylu bir hakikat arayışının” peşine düşmek…

Yerleşik doğrulardan kuşku duymak, onları sorularla sarsmak…

Hz. İbrahim’in bu tür soruları bir çok yerde sorduğunu görüyoruz: Allah’a, babasına, oğluna, ileri gelenlere, halka, devlete, gelen elçilere… İtminana, imana ve teslimiyete bu sorulardan sonra ulaşıyor.

***

Hz. Peygamber de öyle değil miydi?

Genç yaşındayken Mekke’de hüküm süren hayat hakkında vicdanında sorular oluştu: “Bu kız çocukları neden gömülüyor?”, “İnsanlar neden alınıp satılıyor?”, “Tahtadan taştan yontma taşlara insan neden tapar?” , “İnsanlık nereye gidiyor?”, “Allah olanları görmüyor mu?”…


Sonra bu tür soruların cevabını bulmak için dağlara, mağaralara çekildi. Geçmiş ve gelecek, dün ve bugün, yerler ve gökler, görünenler ve görünmeyenler, insan, hayat ve tabiat vs. üzerine derin düşüncelere daldı. Bazen kırk gün kırk gece eve dönmediği, gözünü mehtapta tek bir noktaya dikip sabahlara kadar öylece daldığı anlar oldu.

Allah bu arayışı cevapsız bırakmadı.

Daha önce iman nedir kitap nedir bilmiyordu. Yani bu soruların cevabı konusunda itminana/imana ulaşmamıştı. Göğsü daralıyor, sıkıntı çekiyordu.

Allah onu bu soruların cevabını arar vaziyetteyken buldu. Onu arayışlar içindeyken seçti ve sorularına cevap vererek yol gösterdi (Ve vecedeke dâllen feheda).

İşte, bu, sorular sorarak işleyen bir aklın, hisseden bir kalbin ve uyanan bir vicdanın itminana ulaşması, ne yapacağını bilir hale gelerek karar sahibi olması ve bu karalılıkla tarihin önünü çıkması, meydana atılması olayıdır.

Bu sorulara gelen cevaplar tarihin akışını değiştirdi.

Aslında her soruya cevap arayış böyle bir etki yaratır.

Akıl işler, kalp hisseder, vicdan uyanır, gözler görür, kulaklar duyar, dil konuşur hale gelince insanın meydana atılası ve kollarını makas gibi açarak “Durun kalabalıklar! Bu yol çıkmaz sokak!” diye bağırası gelir.

İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed’in (hepsine selam olsun) yaptığı işte buydu. Onlar esastan sorular sordular, Allah da onlara esastan cevaplar verdi. İnsanlık tarihinde derin etkiler bırakmalarının bir nedeni de budur.

Baktığımızda en aykırı soruları onların sorduğunu görüyoruz. Öyle ya dini düşünce alanında (İbrahim’in) “Ölüleri nasıl dirilttiğini göster? veya (Musa’nın) “Bana kendini göster” veya (Havarilerin) “Bize gökten bir sofra indirmesini Rabbinden isteyebilir misin?” sorularından/isteklerinden daha aykırı ne olabilir?

(“Soru” sözcüğünün Arapçası “suâl” (se-e-le) aynı anda hem soru sormak hem de istekte bulunmak anlamına gelir. Dolayısıyla soru sormak istekte bulunmak, istekte bulunmak soru sormak demektir. Mesela “mes’ele” soru sorulmayı/sorgulanmayı/isteklerin neler olduğunu öğrenmeyi gerektiren şey demektir.)

Buradan şunu anlıyoruz; soylu bir hakikat arayışına girmişseniz, her tür soru mübahtır. Yeter ki gerçeği sadece gerçeği öğrenmeye çalışın. Allah bu tür soruların hiç birisini terslememiştir. Aksi halde laf olsun torba dolsun diye soru sormanın, cevabı gelince altından kalkamayacağı soruların peşine düşmenin manası yoktur.

***

Hz. İbrahim’in, sadece Allah, kıyamet ve ahiret ile ilgili değil; toplumsal konularda da; yaşanan hayat, siyaset, devlet ve imparatorluk tanrıları hakkında da esastan sorular sorduğunu görüyoruz.

(Devlet erkanına) “Nelere tapıyorsunuz? Bunlar, çağırdığınız zaman sizi işitirler mi veya size bir fayda veya zarar verirler mi? Eski atalarınızın ve sizin nelere taptığını görüyor musunuz?” (26; 70-75)

(İleri gelenlere) “Şu karşılarında dikilip durduğunuz heykeller nedir öyle?” (21; 52)

(Saray eşrafına) “Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorsa ona sorun bakalım? ‘Onların konuşmadığını biliyorsun’ deyince ‘O halde, Allah’ı bırakıp ta size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek durumda olan putlara mı tapıyorsunuz? Size de, Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yuh olsun! Bu akıl tutulması neden?” (21; 57-67)

Bu ayetlerde de, yerleşik siyasi ve sosyal düzene karşı esaslı sorular soruyor. İçinde yaşadığı Babil İmparatorluğu’nun dini/ideolojik köklerini sarsıyor. Aynı şeyi Hz. Musa Mısır, Hz. İsa da Roma İmparatorlukları için yapmıştı.
Burada “özgür ruhlu” insan örneğini görürüz.

Özgür ruhlar yerleşik olana teslim olmazlar. Herkes Mersine giderken onlar tersine gidebilir. Doğruyu söylediği için dokuz köyden kovulmayı, ateşe atılmayı veya çarmıha gerilmeyi göze alırlar. Sözün namusuna inanırlar. Eleştirilemeyeni eleştirir, sorulamayanı sorar, düşünülemeyeni düşünür, söylenemeyeni söyler; “kral çıplak” derler. Gönüller fethetmeyi değil; zihinler açmayı misyon bellerler. Egemeni eleştirir, zorbanın karşısına dikilir, zenginin önünde eğilmezler. Böyle yapanın dininin yarısının gideceğine inanırlar. Haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmazlar. Sultan sofralarından beslenmez, gerçeği sadece gerçeği söyler, acı konuşurlar.

Bir toplum, içinden böyle “özgür ruhlu” insanlar çıkaramazsa katı geleneklerin, donmuş yasaların, kendi elleriyle ürettiği statükoların girdabında boğulur. İleriye doğru açılım ve atılım yapamaz. Devrim yapmış toplumlar, içinden özgür ruhlar çıkarabilmiş toplumlardır. Halklar özgür ruhlu insanların sayesinde sıçrama yapabilmiş, insanlık onların sayesinde ileri gidebilmiştir. Tarihine bakın, bütün büyük devrimlerin ve insanlık sıçramalarının kökünde özgür ruhlu insanların soruları vardır.

***

Hz. İbrahim’in Allah’a , devlete, imparatorluğa dair olduğu gibi babasına, oğluna, halkına ve de gelen elçilere de sorular sorduğunu görüyoruz:
(Babasına) “Putları tanrı mı ediniyorsun?” (6; 74) “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?” (19;42/45)
(Babasına ve halkına) “Nelere kulluk ediyorsunuz? Allah’ı bırakıp ta uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkında nedir bu kuruntularınız? Sundukları yiyecekleri yemiyor musunuz? Ne o konuşmuyor musunuz? Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” (37; 85-97)

(Oğluna) “Oğlum! Ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” dedi. (37; 102)

(Elçilere) “Ben yaşlı bir adamken bana müjde mi veriyorsunuz? Nedir müjdeniz?” (15; 54)

Görülüyor ki “İbrahim’in soruları” hayatın her alanını kapsıyor. Daha kimbilir neler ve kimler hakkında sorular sormuştur? Kur’an bize bu kadarını aktararak evrensel mesajlar veriyor ve demek istiyor ki: Siz de böyle sorular sorun. Allah, kitap, peygamber, insanlık, dünya, toplum, devlet, geçmiş, gelecek hakkında her şey… Size söylenenlere körü körüne inanmayın, araştırın. Kimsenin sözünü duyar duymaz teslim olmayın. Teklif olarak kabul edin ve kendiniz araştırın.

Sorularınızın cevabını buldukça, itminan oldukça doğruluğunu kabul edin. Her sözü ve iddiayı dinleyin fakat doğru olanına uyun. “İnanmıyor musun?” denince, “Evet, ama itminan olmak istiyorum. Yani delillerini görmek, bizzat kendim benimsemek istiyorum, körü körüne inanmak istemiyorum” deyin. Elçiler dahi olsa birisi gelip tarihe, hayata ve tabiata aykırı bir şey söylerse “Nasıl olur? Bunu açıkla, izah et, ispat et” deyin. Allah’ın kavlî ayetleri ile kevnî ayetleri arasında çelişki olamayacağından hareketle ikisi arasında “uyum” arayın. “Allah’ın kudretinden şüphen mi var, yapamaz mı?” diyen olursa “Evet, şüphem yok ama itminan olmak istiyorum. Onun benzerini göster” deyin…

Öyle ya Hz. İbrahim bile peygamber olduğu halde itminan olmak istiyorsa bizim bin kat daha fazla itminana ihtiyacımız yok mu? İbrahim’in soruları, kıyamete kadar insanların elinde olacak bir Kitaba alınarak neden ayet yapılmış dersiniz? Kime mesaj veriliyor bu soru örnekleriyle? Peygamberlerde bizim için en güzel örnek olduğuna göre onun benzeri soruları bizim de sormamız gerekmiyor mu? Kaldı ki İbrahim soruları ile tabiri caizse “tavan” yapmış; en olmadık soruları sormuş. Bu soruların cevabı ona var da bize niye yok?

Aslında var.

Hz. İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya, Muhammed’e cevap olarak ne gösterilmişse bize de gösterilip duruyor. Fakat bizim gözlerimiz var görmüyor, kulaklarımız var işitmiyor, dilimiz var konuşmuyor.

Gerçeğin ta kendisi yanı başımızda fakat onu görecek gözler körleşmiş, duyacak kulaklar sağırlaşmış, hissedecek kalpler taşlaşmış, bulacak vicdanlar donmuş, bağını kuracak akıllar tutulmuş, idrak edecek zihinler dumura uğramış… Yoksa “Ne uçan var ne kaçan? Her şey normal ve olağan!” deyip durmazdık…

***

Demek ki sorular sormak lazım.

Gözleri açmanın, kulakları işittirmenin, kalpleri hissettirmenin, vicdanları sızlatmanın, zihinleri açmanın yolu sorularda…

Zira soru sormak meselesi olmaktır. Sorusuzluk meselesizliktir. Meselesizleşme ise sürüleşme ile eşdeğerdir. Sürülerde soru soran bir tek hayvan görülmemiştir. Sürüleşmeden, sorduğunuz sorular ile ayrılırsınız
Soru sormak tehlikeli görünmektir. Sürüleşmiş topluluklara konuşmaya alışmış birisi için en riskli ve tehlikeli şey topluluğun içinden soru sormak için kalkan eldir. Ya cevaplayamazsa? Ya bilmediği bir şey sorarsa? Ya konunun cahili olduğu ortaya çıkarsa?

Soru sormak gerçeği aramaktır. Gerçeğin ortaya çıkması için sorulur bütün sorular… Savcı soru sorar, hakim soru sorar, gazeteci soru sorar, filozof soru sorar, çocuk soru sorar… Düşünün; sorular olmazsa insan hayatı nice olurdu?
Peki “Fazla soru sormayın, sizden öncekiler bu yüzden helak oldu. Soru sormak şeytan işidir, ilk akıl yürüten Şeytandır” yollu rivayetlere ne diyeceğiz?
Akıldan, zekadan ve soru sormaktan rahatsız olanlarca uydurulmuş sözlerdir bunlar…

Karşılarında sürü görmek isteyenlerin hezeyanlarıdır bunlar…

Bunlar Kur’an’ın ruhuna, İbrahim’in misyonuna aykırıdır ve reddedilmelidir.

Çünkü ilk soruyu melekler sordu: “Kan dökecek birini mi yaratacaksın?” (2; 30)
Evet, ilk soruyu melekler sordu!

İnsana dair gerçekler meleklerin bu sorusuyla açıklığa kavuştu. İnsanlık tarihinin en büyük cevabı ve açıklaması bu sorunun ardından geldi.

Şeytan soru sormaz, aldatır. Sorsa bile aldatmak, kandırmak için sorar; ona da soru denmez. Kibir, kıskançlık, haset, yanıltma, aldatmadır şeytanın işi; gerçeğin ortaya çıkması için soru sorma değil… Asıl soruyu melekler sordu, dikkat edin!

Onun için insana ilk vacip soru sormak; bunların cevabını aramak, onun için düşünmek, araştırmak, yollara düşmektir…

Bu şu demek: Sorunuz yani arayışınız, yollara düşmeniz yoksa Allah sizi ne yapsın?

İlk soruyu soran “melâike”ye selam olsun!

Pirimiz İbrahim’e ve muhteşem sorularına selam olsun!

Recep İhsan Eliaçık
Gönderen Ali Rıza Borazan
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 4. October 2009, 09:02 PM   #3
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart Isa 'christ' mi nasrani mi?

İSA(a.s), “CHRİST” Mİ NASRANÎ Mİ?

(Av.İlhami Güler)



Bilindiği gibi Hıristiyan çevrelerinde Hıristiyan ismi “CHRİSTOS” kavramından türetilmiş ve bu inançla kullanılmaktadır. Kuran ise, Ensariyet ve yardımlaşma kavramlarının DA mastarı olan “NUSRET” türetilen “Nasranî” ismini kullanmaktadır. Hami-mahmi türü yardımlaşana Nasranî denilmez. Firavun bunda ısrar ettiği için helak oldu. Bunun için sınıflı toplumu garantiye alan liberalist-kapitalist kavramsal anlamda Nasranî değildir. Acaba böylelerine “CHİSTOS” denebilir mi? İlk bilmemiz gereken budur. Bunun için bu soruyu bölüm başlığı yaptık. Alt başlıkları da makalelere vererek izah edeceğiz. Bunu bilmezsek, Kuran’ın övgü ve yergilerinde kullandığı Hıristiyan kavramının terimsel mi, kavramsal mı kullanıldığını her bir ayetten istinbat edemeyiz. Karşılıklı yardımı keserek liberalistleşen sözde hıristiyanla, sanki Nasranîliği koruyormuş gibi bozuk düzenin devamı yolunda şerde diyalog kuramaya devam ederiz. Yardımlaşmanın hami-mahmi sisteminde değil eşitler arasında herkesten herkese emek sergileyerek yardımlaşmanın isim yapıldığı bir idealizmden isimlendirmiştir Kuran.

Öncelikle özet bilgiler için Larousse ve Britannica gibi ciddiyeti az tartışılan Ansiklopedik bilgilerle alıntı yapıp, açıklayarak işe girişeceğiz. Şimdi tercihimize göre Hıristiyanlık konusundaki anlatımı Britannica’dan izleyelim. Ansiklopedinin“H” maddesinin ilgili sayfasında şunlar yazmaktadır.”Hıristiyanlığın ilk dönemi” başlıklı paragraf tan biraz alıntı yapalım.”. Hıristiyanlık, Filistin de ki Yahudi toplumu içinde bir akım olarak doğdu.”

Buraya kadar kısmen doğru olan anlatımın bile içinde ki paradoksu düzeltelim. Öyle ise ta baştan alalım da paradoks açıkça ortaya çıksın. “Hıristiyanlık, Hz. İsa’nın yaşamını, kişiliğini, öğretilerini ve tanrısal görevini temel alan din. Eski Ahit ile yeni Ahitten oluşan Kitabı Mukaddesi Vahye, yada tanrı esinine dayalı, Kutsal metin sayar... Hıristiyanlık, Hz. İsa’nın adı dolayısı ile İsevilik, peygamberin görevine başlayıncaya değin yaşadığı Nasıra kenti dolayısı ile NASRANÎLİK olarak ta anılır.”


Bu paragrafın önceki paragrafla paradoksudur; Bu son kayıtta “VAHYİ” denmesine karşın, sonraki alıntımızda(ki ansiklopedi de birinci paragraftır) gördük ki, “Yahudi toplumu içinde bir akım olarak doğdu” ibaresi arasındadır. Çünkü bir şey Ya vahyi veya Allah esinidir. Yada bir din içinde mezhep akımı halindedir. Doğrusu ise, Yahudi toplumu içerisinde, din gelen bütün toplumlarda olduğu gibi çeşitli mezhepler vardı. Ama aslında iki yol vardır. Yani iki şeriat. Birisi Komşuluk dini hukukunun ihlali ile Liberalistleşme ve serbest yer ilkelerine göre yaşama. Diğeri ise yardımlaşma toplumu ve kollektivist hayat tarzı. Hak dine sadık kalanlar Ensariyet içinde tam dayanışmalı düzende karar kılarlar. Bunlar sadıklardır. Dalalete düşenler ise şeriat ve minhacı terk ederek liberalistleşirler. Bu son hale dini literatürde Liberalist(Laik) yaşam denilir. Ensariyete sadık dostlar toplumunu oluşturup, eşitler arsında karşılıklı yardımlaşmaya Vera ve takva üzere yaşamaktır ki, Allah ve İnsan haklarını kıst üzere tamamen teslim ederek yaşamaktır. Bunun eski ahitte ki ismi Melak-ı Sadak. Doğruluktan samimi dostlar toplumuna kadar güzel anlamları olan bir yaşama biçimidir. Mescid el haram, Havra, Manastır ne ise o da odur. Yani bir Muhsinler yurdudur. Selam ona İsa ve annesinin yaşam biçimi böyle bir mezhebe göre idi. Nasranî yer ismi değil, muttakilerin mülk de iştirak halinde yaşadıkları manastır-havra hayat tarzıdır. Bu havranın bulunduğu arz parçasına Nasara denildiği için selam Ona İsa bu isimle anılmıştır. Mescid El Haramlı Muhammed isimlendirmesi gibidir. Yani o yaşam biçimini kıble yapan doğruluk üzere yaşayan toplumu ifade eder.

Yine tarihin her toplumunda olduğu gibi, Yahudi toplumunda da, Vera ve Takva kollektivizminin gerekli olduğunu savunup öyle yaşayanlarla, buna itiraz edip, dua ve hediye vererek işi geçiştirip kıst üzere hakların ödenmesine yanaşmayan kesimler vardır. Bu sonuncular ise, çoğunluktadır. Tıpkı zamanımız gelenekçileri gibi. Vera toplumu içinde hayat sürenler ve şeraiti böyle anlayanlar yardımlaşma toplumu ismi almış ve Esrar olmuşlardır. Tıpkı İslam toplumunun medeniyeti tercih edip Ensar ismi alması gibi. Haşır haşır suresi 9. ayette nitelikleri sayılan toplumlardır. Nefsin cimriliğinden korunmuş ve diğerkâmlı kâmil insan haline gelmişlerdir. Selam ona Zekeriya Selam ona Meryem’in vasisi olup ayı havrada yaşamakta ve bu şeriat üzerinde bulunmakta iken, Liberalistler (Serbest yerciler) tarafından şehit edildiler. Şeriat yorum ve yaşamları arasında bu kadar derin uyuşmazlık vardır. İşte Selam ona İsa, zaten küçük bir toplum tarafından hak dinin Sosyo ekonomi politiğini benimsemiş ”Sadık dostlar” kesimini tasdik emek, serbest yercileri (Liberalistleri) yalancı ilan etmek için vahyi ile geldi. Bunu Maide suresinin 48. ayetinden öğreniyoruz. Hak peygamberlerin yolunu tasdik, yalancı sofistlerin izlerini silmek için geldi. Selam ona İsa Yahudi toplumuna elçi olarak gönderildiğinde bu toplumda iman konusunda bir sorun yoktu. Sorun, Kuran tarafından Icl, aculiyet v.b kavramlarla anlatılan Liberalist-kapitalist yola sapıp ihtiyaç fazlasının infakına sırt çevirdikleri için şeriat ve minhaç konusunda toplumculuğu terk etmelerinden dolayı idi. Selam ona İsa bir havra-Manastır kurarak dindar insanın yaşaması gereken Ekonomi politiği yaşayarak gösterecekti. Günümüzde selam ona İsa gelse kaç gelenekçi buna razı olur, kaç milyonu onu öldürmek için fırsat kollar bir düşünün…

Öyle ise Ansiklopedideki ifadeyi düzeltirsek, şöyle dememiz gerekir. Selam ona İsa Nasraniyeti kuran değildir. Bu hayat biçimi de zaten Tevrat kapsamı içerside bulunan yaşam biçimi idi. Buna havra, yani salavat veya salat sistemi deniyordu. Ama dalalet ehli buna aldırmıyor başka ve batıl bir şeriat içersinde(ferdiyetçi) yaşıyorlardı. İsa din şeraitinin antiliberalist olduğunu tasdik eden vahyi alarak, zaten annesi ve selam ona Zekeriya’nın ubudiyet biçimi olan Nasranîlerin tarafındı tutup onları tasdik etti. Yani ensar ve isâr yapmanın, zekâtı tam ve peşin ödemenin kolay yolu olan mülkte iştirak halinde yaşayarak mülk tutkusundan kaçınarak insan haklarından tam temizlenmiş biçiminde yaşanıyordu.

Diğer bir paradoks ise “ İsa peygamberlik görevine başlayıncaya değin yaşadığı Nasara kenti dolayısı ile Nasranîlik adı ile anılır yargısıdır. Bu kısmen doğrudur. Selam ona Meryem hamile kaldıktan sonra burayı terk etmiş olabilir. Nasaraya niçin Nasara denildiğini içermediği için de eksiktir. Asıl meselede buradadır. Böyle güzel bir yaşam biçimini anlatan bir isimden niçin vazgeçildi de Christo ismi alındı? İsa Vera’sının özü zaten Ensariyettir. Bunun doğru ve detaylı tanımı ise, Kuran Haşır haşır suresinin 9. ayetinde yapılmıştır. İştirak halindeki mülkiyette karşılıklı yardımlaşma hayat biçimidir. Tabi ki İsa doğmadan da bu yaşam biçimi bazı muttaki Yahudi kesimlerinde havra-manastır yaşam biçimleri vardı. Selam ona Zekeriya ve Meryem böyle bir havra-manastır yaşam biçime sadık kaldılar. Bunun için Liberalistler, Zekeriya ve Yahya’yı öldürdüler. Selam ona İsa’yı öldürmeye çalıştılar da, Allah yardımı ile bu badireden kurtarılıp, daha sonra eceli ile vefat ettirildi. Bütün bunları tutucu Yahudiler mülk şehvetleri nedeniyle yaptılar. Buna Yahudi milletine gelen büyük küçük nebi, Resul ve peygamberlerin geriye bıraktıkları kitaplardan anlıyoruz. İşledikleri konuların tamamına yakını din Sosyo ekonomi politiğinin çığırından çıkartılıp liberalleşmelerdir. Yani Yunan Laiklik anlayışına göre, lirik ve epik bir liberalist hayat sürmekte idiler. Yine, Yunanlılar gibi sadece dua ve kurbanlarla, küçük bağışlarla günahtan kurtulmayı umuyor ve kâmil insan olma projesini terk ediyorlardı.



.Mesele selam ona İsa’nın Nasara kentinden olmasından değil. Nasara’nın sözlük anlamında yatmaktadır. İmran ailesinin yüz yıllar boyunca “manastır” yaşam biçimini sürdürdükleri bir dini yaşam merkezidir orası. İmran ailesi de bir aile lakabı değil, manastır-Havra ehli demektir. İsmi de bu dini sosyo ekonomi politikten almıştır(Arapça umre ve El Umru kavramına bak). Zaten İmran da bir aile ismi değil “Ali imran” kavramının derinliklerinde yatmaktadır. İmran kızı demek, havra- manastır rahibesi gibi bir anlama gelir. Zaten daha önce gördük ki “Umru” manastır anlamına gelir. Açıklanacak kavramlar o kadar çok ki, bir metot takip etmemizi zorlaştırmaktadır. Zaten kavramların anlamlarını çarpıtmadan veya içlerini boşaltmadan hak dinleri bozmak zordur. Burada münafıklar barınamaz. Çünkü onlar ferdiyetçilik dışında bir sistemde yaşamaktan nefret ederler. Daha doğrusu Allah’ı birlemenin ve onu veli edinmenin yaşayarak kanıtlandığı, riyakârlık ithamından beri olmanın kanıtlandığı yerlerdir Salâvatlar. Namazla zekâtın birlikte yerine getirildiği yerlerdir. Maişet üzere yaşmak esas tutulmuştur. Bir komün ve Kollektif yaşam tarzı idi. Aynen Ahdi Yakin’in Haşır haşır süresi dokuzuncu Ayette övülen “Ensar” toplumsal yaşamı idi. Nefsin cimriliği olan ferdiyetçilikten arınmışlardı. Yani yardımlaşmak için zengin olmayı beklemeden ve buna lüzum görmeden, ihtiyaçlarını tamamen karşılamamış insanların bu hal içinde karşılıklı yardımlaşmalarıdır. Çünkü maun suresinde riyakâr olarak tanımlananlar, yardım etmek için zengin olmayı şart koşarlar. Bu ise istismar ve ipe un sermektir. Oysa Ensar-isâr toplumu böyle bir şarta bağlamaz yardımı ve karşılıklı yardımlaşarak sadakat ve samimiyetleri isbat etmiş olurlar. Herkesin veren, herkesin alan olduğu, kimsenin kimseyi minnet ve mihnet altında bulundurmasına müsait olmayan vekarlı bir hayat sistemi idi. Nimet arcısız sadece Allah’tan alınmış, teşekkürde O’na edilmiştir…



Hem de öyle bir yardımlaşma ve dayanışma ki din kardeşine teklif ve sunduğu şey, kendisine lazım ve ihtiyacı olan şey olduğu halde, içinde hiçbir kıskançlık duymadan, hatta sevinerek yapılan bir fedakârlık. Yani Eşitliğe gönül rızasıyla girmiş, bununla da içi ve vicdanı rahat etmemiş, eşitler arasında sonunculuğu isteyerek, severek benimsemiş bir erdem timsali toplumsal ortaklaşa yaşam biçimidir. İşin doğrusu bu olduğu için ve kısaca “ERDEMLİLİLİK” diye anılan bir güzel isim alınmışken niçin “Christos” gibi sosyo ekonomik bir mesaj içermeyen lakapla anılır oldu? Eğer Staoculuk (Sundurmacı) doğru yansıtılsa idi, Yunan çarpıtması işin içine girmese idi, buradan da doğru dini yaşama açılan kapıyı anlayabilirdik. Ama o da Epikürosçuluk la tersine çevrilerek istismar edildi. Şimdi paradoksları giderirsek, ortaya şu çıkar. Selam ona İsa zaten çocukluğunu, yüzyıllardır ontolojide vahdet, yaşamda birlik ve aynilik sosyal siyasetini titizlikle koruyan bir çevrede yetişti. Onun için, .bir türlü kavramsal manası ortaya çıkartılmayan “İsa” kavramını biz, “Amaca uygun insan” anlamına geldiğini sözlük diyalektiğinden çıkarmaya çalıştık. Tabi ki bu bir yönü. Diğer anlamları da var. Mesela Kamil insan.İsabet ettiğimizi de tahmin ediyorum..Amaç ise, erdemli yaşam Vera ve takva yaşam biçimine uygun ahlaki yapısı olan Kamil insan. Yani İsa bu vasıfları taşıdığı için onun ismi bir fiilden türetilmiştir. Kamil adam veya amaca uygun insan. Bu amaç ise mülk tutkusundan arınmaya tahammül etmeye uygunluktur. İsa bu anlama gelir ki, o daha dünyaya gelmeden Allah bu ismi vermiştir o’na.

Demek ki, Nasranîlik hak dinlerin, olmazsa olmazı olan Sosyal ve ekonomik siyasetinin anlamıdır. Bunun içinde Yuhanna incili, Mufassal bir İncil tasdiki için gelecek olan ”Nura”, yani Ahdi Yakin’e(Kuran) atıf yaparken, Ahdi Yakin de İncil ”fakirlere, ezilenlere zayıf bırakılmışlara müjde” den övgü ile bahseder. Bu atıf Ahdi Cedidin namuslu ve bilhassa iffetli (İtidal ve kavam üzerinde servet ve sermaye edinmeyen) insanları içindir. Hayâsından arsız ve yüzsüzlüğü beceremeyenlerin, nazik, kibar ve “ihtiyaç içinde iken dahi ikram ettiklerinden” arsız ve yüzsüzlerden aynı karşılığı bulamadıklarından müşkül duruma düşmüş olanlara bu mağduriyetlerine son verileceği ve Erdemden vazgeçmemeleri hususun da moral takviyesidir. Teselli budur. Çünkü erdem sistem haline getirilmezse, erdemin tercihi kısa zamanda sona erer. Ortalık, arsız, yüzsüz, iffetsiz, hayâsızlara kalır.

ALINTIDIR.
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. December 2009, 06:39 AM   #4
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

Eğer isa Peygamber ise ,Ki peygamberdir. O zaman Allahtan gelen mesajları iletirler. Peygamberlerin getirdikleri mesajlar arasında farkın olduğunu söylemek de Allahın ne dediğini bilmediğini söylemek demektir. tevbe haşa allah diridir onu uyuklama tutmaz, peygamberler arasında bir farklılık yoktur. onların kendilerinden önce gelenleri doğrulaması ve tasdik etmesi, ve kendilerinden sonra gelecek olanları müjdelemesi de onların getirdikleri din arasında hiç bir farklılığın olmadığını gösterir.2/136- Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler.7/157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. Bozukluk bozulma peygamberlerde değil bozukluk ve bozulma peygamberden sonra onların izini sürdüğünü zanneden hıristiyanlardadır. Şu Anda Kuran, Son peygamberin getirdiği kitaptır. Kuranın anlattıklarıyla toplumların anlattıklarına ve yaşadıklarına bakıldığı zaman da isanın orjinal olan dinini bozan hıristiyanların bozduğu gibi islam toplumlarında da orjinal olan kuranın anlattıkları ortada yok. suç peygamberlerde değil suç o peygamberlerin getirdiklerine sahip olamayan halktadır. selam ve sevgiler sunarım.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Barış (10. December 2009)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
aziz pavlus, çarmıh, mesih, nasranilik, nasturi, nehemya, talmud, tibet incili, yolu, İsanın


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:31 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam