hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 79.Mearic Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 26. December 2009, 08:27 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart 79.Mearic Suresi

MEARİC SURESİ'NE GİRİŞ
Mearic suresi Mekke’de 79. sırada inmiş olup adını üçüncü ayetteki “ المعارج Mearic [Yükseliş Zamanları]” sözcüğünden almıştır.
Surede İslam inançlarının temeli olan Allah’a ve ahirete iman ile elçilik müessesinin gerçekliği ele alınmıştır. Ayrıca inkârcıların yüz yüze gelecekleri azap sahnelerine yer verilmiş, insanın sıkıntı içindeyken sabırsızlık, nankörlük; bolluk içindeyken de şımarıklık göstermesi gibi karakteristik özelliklerine değinilmiştir.
MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA

1- 3 - Bir isteyen, “yükselme zamanları” sahibi Allah’tan, kendisini savacak kimsenin olmadığı, kâfirlere özgü, ‘olacak azab’ı istedi.
4 - Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O’na yükselir [yeryüzünden çekilir].
5 - O halde sen, güzel bir sabır ile sabret.
6, 7 – Şüphesiz Biz onu [olacak azabı] çok yakın görürken, onlar onu çok uzak görüyorlar.
8- 10- O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost, bir sıcak dosta sormaz.
11- 14 - Birbirlerine gösterilmiş oldukları halde, suçlu, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye versin sonra da kendini kurtarabilsin ister.
15 -18 – Hayır… Hayır… O, sırtını dönen ve yüz çevireni, toplayıp da kasada yığanı çağıran, kavurup soyan, alevlenen bir ateştir.
19- 21 - Şüphesiz insan dayanıksız ve huysuz yaratılmıştır; kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu da engelleyicidir [küçük bir yardımı bile engeller].
22 - Ancak “musallîn [destekçiler]” bunun dışındadır.
23 – Onlar [Destekçiler] ki salâtlarını [desteklerini] sürdürenlerdir.
24, 25 – Ve onlar [destekçiler], kendi mallarında, isteyen ve mahrumlar [istemekten utanan yoksullar] için belli bir hak olan kimselerdir.
26 - Ve onlar ceza gününü tasdik ederler.
27 – ve onlar Rablerinin azabından korkanlardır.
28 - - Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunmaz.-
29 – 31- Ve onlar, ırzlarını koruyanlardır. -Ancak eşlerine ve sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar haddi aşanların ta kendileridir.-
32 – Ve onlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.
33 – Ve onlar, şahitliklerini yerine getirirler.
34 – Ve onlar, salâtları [destekler i] üzerine korumacıdırlar.
35 - İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar.
36 – 37- Şimdi o inkâr eden kimselere ne oluyor da, sağdan-soldan [her yandan], grup grup boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar?
38 - Onlardan her biri, bir nimet cennetine girdirileceğini mi umuyor?
39 – Hayır… Hayır… Biz, onları bildikleri şeyden yarattık.
40, 41 - Artık hayır! Doğuların ve Batıların Rabbine kasem ederim ki, Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Ve Biz, önüne geçilenler değiliz.
42- Sen onları hemen bırak da, vaat edilen günlerine kavuşuncaya dek boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.
43- O gün onlar, kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. Sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi.
44- Gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!
TAHLİL:

1- 3 - Bir isteyen, “yükselme zamanları” sahibi Allah’tan, kendisini savacak kimsenin olmadığı, kâfirlere özgü, ‘olacak azab’ı istedi.
Bu ayetlerde, kimliği bildirilmeyen bir kişinin “kâfirler için olan, mutlaka gelecek olan, kimsenin de engelleyemeyeceği azab”ı istediğinden bahsedilmektedir.
“İSTEYEN KİŞİ” KİMDİR?
Rabbimiz, engellenemez azabı isteyenin kim olduğunu bildirmediği halde klasik kaynaklarda söz konusu kişinin kimliği ile ilgili şu bilgilere yer verilmiştir:
Bu isteyen-soran kişi en-Nadr b. cl-Hârs'dir. O şöyle demişti: "Ey Allah! Eğer bu Senin katından gelen hak­kın kendisi ise, durma, bizim üzerimize gökten taş yağdır! Yahut bize acık­lı bir azap gönder!" (Enfal/32) Onun bu istediği kendine gelmiştir. Bedir günü, o ve Ukbe b. Ebi Muayt, esir alındıktan sonra öldürülmüşlerdir. Bunu İbn Ab­bas ve Mücahid söylemiştir.
Burada azabın gelmesini isteyenin el-Hâris b. Kuman el-Fihrî olduğu da söylenmiştir. Şöyle ki: O, Peygamber (sav)]in Ali (r.a) hakkında: "Ben her ki­min mcvlâsı [dostu ve yakını] isem, Ali de onun mevlâsıdır [dostu ve yakınıdır]" dediğini haber alınca, devesine binerek geldi ve el-Ebtah denilen yerde devesini çöktürdükten sonra “Ey Muhammed!” dedi, “Sen bize Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, senin Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik etme­mizi emrettin, senin bu emrini kabul ettik. Beş vakit namaz kılmamızı em­rettin, senin bu emrini de kabul ettik. Mallarımızın zekâtını vermemizi em­rettin, bu emrini de kabul etlik. Her sene ramazan ayında oruç tutmamızı em­rettin, bunu da kabul ettik. Hac etmemizi emrettin, bunu da kabul ellik. Son­ra bununla da yetinmeyerek bu sefer amcanın oğlunu bizden üstün kıldın. Bu senin bizzat kendinin yaptığı bir iş mi, yoksa Allah'tan gelen bir şey mi?” Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a ye­min olsun ki; bu ancak Allah'tan gelen bir iştir."
El-Hârîs: “Allah'ım, eğer Muhammed'in dediği gerçek ise Sen üzerimize ya semadan bir taş yağdır yahut bize çok acıklı bir azabı getir!” diyerek ge­ri dönüp gitti. Allah'a yemin ederim, henüz daha devesine varmadan Allah onun üzerine bir taş attı, bu taş beyninin üzerine düştü, makadından çık­tı ve onu öldürdü. Bunun üzerine de "İsteyen biri inecek azabı istedi" ayeti nazil oldu.
İsteyen kişinin Ebu Cehil olduğu ve bu sözleri onun söylediği de söylenmiştir. Bu da er-Rabi'in görüşüdür. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an, Neseî, Hakim)
Nadr b. el-Haris, "Allah’ım, eğer bu senin katından bir hak ise, üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elim bir azap ver" (Enfal/32) deyince, Allah Teâlâ bu ayeti indirdi. Buna göre, ayetteki ifadesi, "Gelecek azabı, çağıran birisi çağırdı [istedi]" şeklinde olur. ‘Razi; el Mefatihu’l Gayb)
“Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında Şuara/185-187’de “Onlar: ‘Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şayet doğrulardan isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver!’ dediler.” diye konu edilen şahsın Ebucehil; Enfal/32’de “Bir vakit de, “Ey Allah’ım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak/gerçek ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver’ demişlerdi” diye konu edilen şahsın da النضر بن الحرث Nadr b. Hars olduğu nakledilmiştir. Bize göre bütün bu iddialar birer yakıştırmadan ibarettir.
Ayrıca ayetin iniş sebebinin Resulullah’ın kuzeni ve damadı Ali ile ilişkilendirilmesi de hiç uygun düşmemektedir. Zira bu ayetler indiği dönemde Ali henüz “mevla”lıkla nitelenecek bir konumda değildi.
Bizim sureden anladığımıza göre, engellenemez azabı isteyen bizzat Resulullah’tır. Kur’an’ın edebî üslubu gereği, Abese suresinin başında olduğu gibi, ikinci şahıs yerine üçüncü şahıs ile kelam edilmiştir. Anlaşıldığına göre, peygamberimiz inkârcıların tavırları yüzünden çok bunalmış ve Allah’tan kendisine ve inananlara zulmedenlerin cezalandırılmasını istemiştir. Peygamberimizin bu isteğine 5-7. ayetlerde şöyle cevap verilmiştir: “O halde sen, güzel bir sabır ile sabret! Şüphesiz Biz onu [olacak azabı] çok yakın görürken, onlar onu çok uzak görüyorlar.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:27 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

AZABIN ÖZELLİĞİ, ONU DEFEDECEK KİMSENİN OLMAYIŞI
Konumuz olan ayetleri doğru anlamamız, metindeki ذى المعارجzi’l-mearicsözcüklerini iyi anlamamıza bağlıdır.
Önce bu sözcükle ilgili klasik kabulleri naklediyoruz:
1- Kelbi'nin rivayetine göre İbn Abbas, ayetteki ذى المعارجzi’l-mearicifadesine "Göklerin sahibi" manasını vermiştir. Melekler oraya doğru yükselip çıktıkları için göklere "me'âric" denilmiştir.
2- Katade bu ifadeye "FazI, ikram, lütuf ve nimetler sahibi" manasını vermiştir. Bu böyledir. Çünkü Allah'ın nimet ve ihsanlarının birçok derecesi vardır ve bunlar insanlara farklı mertebelerde ulaşırlar.
3- “Me'âric” sözcüğü Cenâb-ı Hakk'ın velî kullarına, cennette verdiği dereceler manasınadır.
Bana göre bu hususta bir dördüncü izah da şu şekilde yapılabilir: Gökler nasıl yükseklik-alçaklık ve büyüklük-küçüklük bakımlarından farklı ise, melekî ruhlar da kuvvet-zaaf ve kemal-noksanlık bakımından ilahi bilgilerin çokluğu, kuvveti ve bu alemi tedbirde kuvvetli veya zayıf olmak bakımlarından farklı farklıdırlar. Belki de, Allah Teâlâ'nın nimetlerinin inamının nuru ve rahmetinin feyzinin eseri, bu âleme ancak bu ruhlar vasıtasıyla ulaşırlar. Bu ulaşma da ya alışılmış şekilde olur veya alışılmışın dışında olur. Nitekim Hak Teâlâ da "(Dünyanın) içini idare edenlere yemin olsun ki..." (Naziat/5) ve "(Dünyanın) işini taksim edenlere yemin olsun ki" (Zariyat/4) buyurmuştur. O halde bu ayetteki "O, meâric sahibi Allah'tandır" ifadesi ile, bu âlemin çeşitli ihtiyaçlarının, oraya doğru yükselmesi açısından, tıpkı bir asansör gibi olan; Allah'ın rahmetinin eserinin o âlemden burada olanlara inmesi açısından da tıpkı bir merdiven gibi olan o çeşitli ruhlara bir işaret kastedilmiştir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
Bizim tahlilimiz ise şöyledir:
Ayette Rabbimiz Kendisini “ ذى المعارجzi’l-Mearic” olarak nitelemiştir. Bu sözcük “ ذىzi” ve “ معارجmearic” sözcüklerinden oluşmuş bir tamlamadır. “ ذىZi” edatı, tartışmasız olarak “sahip” anlamındadır. Bu sözcük cümledeki konumuna göre “ ذوzü” diye de yazılıp okunabilmektedir.
معارجMearic” sözcüğü ise çoğuldur. Bu sözcüğün tekilinin “ مِعرَج mi’rac” veya “ مَعرَجMe’rac” olması teknik olarak mümkündür.
مِعرجMi’rac” sözcüğü, “uruc” mastarının “İsm-i Alet” kalıbı olup anlamı “yükselme aleti [merdiven, asansör]” demektir. Nitekim Zuhruf suresinde bu kalıptan olan anlamıyla yer almıştır:
Ve eğer insanlar bir tek ümmet olmayacak olsalardı, Biz, Rahman’ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit hayatın kazanımından başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbinin katında takva sahipleri içindir. (Zuhruf/33- 35)
مَعرجMe’rac” sözcüğü ise “İsm-i Zaman ve İsm-i Mekân” kalıbı olup eylemin yer ve zamanını bildiren bir anlam taşımaktadır. Sözcüğün bu kalıptan olduğunu varsaydığımızda, anlamı da “yükselme yeri, yükselme zamanı” şeklinde olmaktadır. Hangi anlamın verilmesi gerektiği konusunda bir sorunla karşılaşıldığında, sözcüğün zaman anlamına mı yoksa mekân anlamına mı alınacağı cümledeki söz akışına bakılarak tespit edilir.
Suredeki “Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O’na yükselir [yeryüzünden çekilir]” mesajını veren 4. ayet, bu sözcüğün “İsm-i Zaman” anlamında ele alınmasına dair bize ipucu olmaktadır. Bu nedenle biz, ayetteki “ ذى المعارج zi’l-Mearic” sözcüğünü “İsm-i Zaman” kalıbının çoğulu olarak “Yükselme zamanları” anlamında çevirmiş bulunuyoruz.
4 - Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O’na yükselir [yeryüzünden çekilir].
Melekler ve Ruh [vahiyler] elli bin yıl içinde Allah’a yükselecektir. Yeryüzünde ruhtan ve meleklerden eser kalmayacaktır. “Melekler ve Ruh” kavramları ile ilgili detayı Kadr suresinde sunmuştuk (Tebyinü’l-Kur’an; c. 1, s. 476–492) Ezcümle, burada konu edilen “melekler ile ruh” da vahiylerdir; Kur’an ayetleridir.
Hatırlanacağı üzere, Kur’an [vahiy], Allah tarafından indirilmişti:

Muhakkak ki Biz onu Kadir gecesinde indirdik.
Kadir gecesi nedir, sana ne idrak ettirdi [bildirdi/öğretti]?
Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
Melekler [haberciler], içlerindeki ruh ile Rablerinin izniyle iner dururlar/ hulûl eder dururlar; her bir işten…
Bir esenliktir o, şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar. (Kadr/1-5)
Birçok ayette Kur’an’ın [vahyin] indirilişi bildirildiği gibi, konumuz olan 4. ayette de daha evvel indirilmiş olan vahyin Allah tarafından yeryüzünden çekileceği haber verilmektedir. Vahyin kaldırılışı anlamına gelen “yeryüzünden çekilmek”, ifadesi, tıpkı Secde ve Hud surelerinde geçen “işlerin Allah’a yükselmesi, işlerin Allah’a döndürülmesi” ifadeleri gibidir. Şöyle ki: Söz konusu ayetlerde geçen “işlerin Allah’a yükselmesi” ve “işlerin Allah’a döndürülmesi” ifadeleri, evrende, dolayısıyla da yeryüzünde nizam ve intizamın kalmayacağı anlamındadır. Bu da kıyametin kopuşu, dünyanın son buluşu demektir:
O [Allah], gökten yere işleri düzenler, sonra da o [işler], ölçüsü sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde O'na [Allah’a] yükselir. (Secde/5)
Ve göklerin ve yerin gaybı sadece Allah’a aittir. Ve tüm iş/oluş yalnızca O’na döndürülür. O hâlde O’na kulluk et, O’na tevekkül et. Ve Rabbin, sizin yapmakta olduklarınızdan gafil [habersiz, duyarsız] değildir. (Hud/123)
Ayette geçen “elli bin sene”yi çok uzun bir zamandan kinaye olarak alabiliriz. Aksi halde kıyamet saati belli olmuş olur. Bu ifadeden anlaşıldığına göre, Rabbimiz vahyi ani olarak ortadan kaldırmayacak, insanlığın hayatında çok uzun yıllar bulundurulduktan sonra ortadan kalkacaktır.
Peki, Biz, siz haddi aşan bir kavim oldunuz diye o Zikr’i [öğüt dolu Kur’an’ı] size göndermekten vaz mı geçelim? (Zuhruf/5)
Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. (Hacc/47)

5 - O halde sen, güzel bir sabır ile sabret.
6, 7 – Şüphesiz Biz onu [olacak azabı] çok yakın görürken onlar, onu çok uzak görüyorlar.
Bu ayetlerde Rabbimiz kıyametin hemen kopmayacağını, onlar çok uzak görseler de Allah’a göre zamanın çok yakın olduğunu bildirmektedir. Bu hatırlatmayla Rabbimiz, peygamberimize sabretmesi, görevini metanetle sürdürmesi mesajını vermektedir. Bu açıklama aynı zamanda peygamberimizi rahatlatmaya yönelik bir mesaj da içermektedir.
Kâfirler, kaçınılmaz ve engel olunmaz azabın geleceği günü çok uzak görse de Allah’a göre o gün çok yakındır. O günün gelişi ile ilgili Kur’an’da birçok ayette detay verilmiştir. Bunlardan bir kaçını hatırlatmakla yetiniyoruz:
Ve Rabblerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! O [Rabbleri]: “Bu, bir gerçek değil miymiş?” dedi [der]. Onlar: “Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir” dediler [derler]. O [Rabbleri]: “Öyleyse küfretmiş olmanız nedeniyle azabı tadın!” dedi [der]. (En’am/30)
Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar, umutları suya düşenler oldular. (En’am/44)
Yoksa bunlar Allah’ın azabından hepsini saracak bir felaket gelmesinden veya farkında değillerken ansızın kendilerine saatin gelmesinden güven içinde midirler? (Yusuf/107)
Aslında o [bu azap], onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık onu geri çevirmeye güçleri yetmeyecek ve onlara mühlet verilmeyecek. (Enbiya/40)
Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, Saat’in kendilerine gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? (Zuhruf/66)
5. ayette Resulullah’a “O halde sen, güzel bir sabır ile sabret” diye emredilmiştir. Sabr-ı cemil “ صبر جميل [güzel sabır]”, herhangi bir tahammülsüzlüğün ve şikâyetin bulunmadığı sa­bırdır.
8- 10- O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost bir sıcak dosta sormaz.
11- 14 - Birbirlerine gösterilmiş oldukları halde suçlu, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye versin sonra da kendini kurtarabilsin ister.
Bu ayetlerde, kıyametin kopuş sahneleri ve insanların içinde bulundukları psikolojik durum bildirilmektedir.
O gün evren tepeden tırnağa değiştirilmiştir; gökler maden gibi erimiş, akmakta ve yakıp yıkmaktadır. Dağlar atılmış renkli yün gibi kabarıp savrulmaktadır. Bu hengâmede ne dostlar birbiriyle ilgilenebilmekte, ne de kimse bir başkasının yardımına koşabilmektedir. Herkes kendi derdine düşmüştür. O kadar ki, inançsız insan, ailesi, çoluğu çocuğu, malı–mülkü, nesi varsa, hepsini feda edip kendini kurtarabilme hasretiyle yanmaktadır.
Bu ayetlerde kısaca değinilen dehşet sahneleri, Kur’an’ın değişik ayetlerinde pek çok kez ve ayrıntılı olarak yer almıştır. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:28 PM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

GÖK VE DAĞLARIN KIYAMETTEKİ KONUMU
Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. (Kâria/5)
O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür. (Tur/9, 10)
O gün Sûr’a üflenir: Siz de hemen bölükler halinde gelirsiniz.
Ve gökyüzü açıldı da kapı kapı oluvermiştir [oluverecektir].
Ve dağlar yürütülmüş de serap oluvermiştir. (Nebe’/20)
Olacak o vak’a olduğu zaman. -Ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.- Yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman. (Vakıa/5)
Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, ogün dayanaksızdır. Melekler onun [semanın] çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların fevkinde, Biten taşır. (Hakkah/14)
DOSTLAR ARASINDA İLİŞKİNİN OLMAYIŞI
Artık Sûr’a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy sop ilişkisi yoktur. İstekleşemezler de [kimse kimseden bir şey isteyemez]. (Mü'minûn/101)
Sonra, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman;
bir gün ki o, kişi kaçar kardeşinden,
annesinden, babasından,
eşinden, oğullarından…
O gün onlardan her kişi için kendisini boş bırakmayacak bir uğraş vardır. (Abese/34-37)
Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o Saat’ın sarsıntısı çok büyük bir şeydir.
Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını düşürür. Ve sen insanları sarhoş olmadıkları halde hep sarhoş görürsün. Ama Allah’ın azabı çok şiddetlidir. (Hac/1, 2)
YAKINLARIN BİRBİRİNİ TANIMALARI
Ve onlar, O’nun [Allah’ın], onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah'a kavuşmayı yalanlayan kişiler, doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır. (Yunus/45)
KÂFİRİN FİDYESİ
Ve eğer ki, zulüm yapmış olan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa onu feda ederdi [kurtulmalık verirdi]. Ve onlar azabı görünce pişmanlık duyardı. Ve aralarında adalet gerçekleştirildi. Ve onlar haksızlığa uğramazlar. (Yunus/54)
Rablerine uyanlar için daha güzeli vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır. (Ra’d/18)
Ve eğer bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı da o zulmeden kişilerin olsaydı, kıyamet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu mutlaka kurtulmalık verirlerdi. Ve onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından onlar için meydana çıkar. (Zümer/47)
Şüphesiz, bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı daha, kıyamet gününün azabından kurtulmalık vermek için inkâr eden kişilerin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır. (Maide/36)
Şüphesiz ki şu inkâr etmiş ve inkârcı oldukları halde de ölenlerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın -onu fidye verseler bile- asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Al-i Imran/91)
Ayetteki “mücrim” ifadesi, daha evvel birçok yerde açıkladığımız gibi sıradan, basit suçlu anlamında olmayıp “kâfir, yalanlayıcı, müşrik” anlamındadır.

15 -18 – Hayır… Hayır… O, sırtını dönen ve yüz çevireni, toplayıp da kasada yığanı çağıran, kavurup soyan, alevlenen bir ateştir.
Bu ayetlerde, hakka sırtını dönen, kazandığı servete bel bağlayan, biriktirdiği parayı tedavüle sokmayıp kasada saklayan; zekât, sadaka vermeyen, sosyal yardımlarda bulunmayan, işsizin iş, aşsızın aş edinmesine engel olan, kendi hayatı için hiç ölmeyecekmiş gibi planlar kuran bir kişinin kendini ateşten kurtaramayacağı bildirilmektedir.
Ayette ateşçağıran, kavurup soyan, alevlenen diye nitelenmiştir. Daha evvel “ateşin daveti” ile ilgili olarak Kur’an’da şu bilgiler verilmişti:
Şüphesiz ki şu, ayetlerimizi inkâr etmiş kişileri Biz yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye, derilerini başka deriler ile değiştireceğiz. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, en iyi yasa koyandır. (Nisa/56)

Biz, o gün, cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “Daha var mı?” der. (Kaf/30)
Ey inanmış olan kişiler! Kesinlikle, hahamlardan, rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve kesinlikle altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar; hemen olara acıklı bir azabı müjdele!
O gün, onların [altın ve gümüşlerin] üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: [onlara]: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirdiğiniz şeyleri!” (Tevbe/34, 35)
Kim de cimrilik ederse ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görürse ve en güzeli yalanlarsa, Biz ona en zor olan için kolaylık vereceğiz. Aşağı yuvarlanıp helâk olduğunda malı onu kurtaramayacaktır.
Sonrası da öncesi de sadece Bizimdir.
İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, karanlık ruhlu azgınlardan başkasının girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi uyardım. (Leyl/8- 16)
19- 21 - Şüphesiz insan dayanıksız ve huysuz yaratılmıştır; kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu da engelleyicidir [küçük bir yardımı bile engeller].
Bu ayetlerde insanın psikolojik yapısı açıklanmaktadır. İnsan dayanıksız, huysuz bir yapıya sahiptir. Kendisine kötülük; hastalık, yokluk, herhangi bir sıkıntı dokundu mu sızlanır da sızlanır. Mal, mülk, para, pul, makam-mevki gibi hayır cinsinden bir şeyler dokundu mu da engelleyici kesilir, küçük bir yardımı bile engeller. Öyle ki, iyi şeylerin hepsi kendinde bulunsun, başkasının olmasın ister. Cimrilik eder, iyiliğe engel olur. Bu tip insanlar daha evvel birkaç yerde kınanmışlardı:
İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü ona vererek Rabbine dua eder. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O’na dua ettiği hali unutur da Allah’ın yolundan sapıtmak için O’na ortaklar kılar [oluşturur]. De ki: “Küfrünle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashabındansın.” (Zümer/8)
Buna rağmen eğer onlar yüz çevirirlerse bilsinler ki, Biz seni onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir. Ve Biz, şüphesiz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevindi; eğer elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine bir kötülük isabet ederse de, o zaman görürsün ki şüphesiz o insan çok nankördür. (Şura/48)
Pasajda geçen “insan” ifadesiyle tüm insanlar kastedilmektedir:
İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse, "Rabbim beni üstün kıldı" der.
Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa, "Rabbim beni aşağıladı" der. (Fecr/15, 16)

Ancak aşağıda görüleceği üzere, “musallîn” olarak nitelenen babayiğit insanlar bu hükmün dışında tutulmuşlardır:
22 - Ancak “müsallîn [destekçiler]” bunun dışındadır.
23 – Onlar [Destekçiler] ki salâtlarını [desteklerini] sürdürenlerdir.
24, 25 – Ve onlar [destekçiler], kendi mallarında, isteyen ve mahrumlar [istemekten utanan yoksullar] için belli bir hak olan kimselerdir.
26 - Ve onlar ceza gününü tasdik ederler.
27 – ve onlar Rablerinin azabından korkanlardır.
28 - - Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunmaz.-
29 – 31- Ve onlar, ırzlarını koruyanlardır. —Ancak eşlerine ve sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar haddi aşanların ta kendileridir.-
32 – Ve onlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.
33 – Ve onlar, şahitliklerini yerine getirirler.
34 – Ve onlar, salâtları [destekleri] üzerine korumacıdırlar.
35 - İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar.
Görüldüğü gibi, gerçek iman sahiplerine “musallin” adı verilmiş, sonra da bu sıfat detaylandırılmıştır.
“Musallîn” şu kimselerdir:
  • Salâtlarını [desteklerini] sürdüren,
  • Kendi mallarında, isteyen ve mahrumlar [istemekten utanan yoksullar] için belli bir hak olduğunu kabul eden,
  • Ceza gününü tasdik eden,
  • Rablerinin azabından korkan,
  • Irzlarını koruyanlar,
  • Emanetlerine ve ahitlerine riayet eden,
  • Şahitliklerini yerine getiren,
  • Salâtları [sosyal destek kurumlarını] koruyan kimselerdir.

23. ayetteki “Onlar [Destekçiler] ki salâtlarını [desteklerini] sürdürenlerdir” ifadesiyle, müminlerin salâtı hayatlarından çıkarmadıkları, zayi etmedikleri açıklanmaktadır. Zira birileri salâtı hayatlarından çıkarıp atmışlardı:
Sonra onların ardından half [kötü bir nesil] geldi ki, Salât’ı [Sosyal Desteği] kaybettiler [hayatlarından çıkarıp attılar]. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tövbe eden ve iman eden ve salihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte bunlar [tövbe eden, iman eden ve salihi işleyenler] cennete; Rahman’ın kullarına görmedikleri hâlde vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şeyce haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır.
Rabbimiz birçok ayette salâtın önemini bildirmiş, salâtın muhafazası ile ilgili emirler vermiştir:

Salâtları ve en hayırlı salâtı muhafaza edin. Ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın [işe koyulun; eğitim- öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin]. Ama eğer korktuysanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken işe koyulun. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen zikredin. (Bakara/238, 239)
Öyle kimseler ki, ticaret ve alış veriş Allah’ı anmaktan, salâtı ikame etmekten ve zekât vermekten onları alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar. (Nur/37)
27. ayette geçen “ve onlar Rablerinin azabından korkanlardır” ifadesi, Allah’ın Bizzat kendisinden değil, suç işlerse cezalandırmasından korkmak gerektiğini açıklamaktadır. Bu gerçek başka ayetlerde şöyle nitelenmiştir:
Şüphesiz şu, Rablerinin haşyetinden [Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O’ndan uzaklaşma korkusundan] tir tir titreyen kimseler, Rablerinin ayetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz kendileri, Rablerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir. Mü’minun; 57- 61:
Hiç şüphesiz müminler ancak o kişilerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir ve O’nun ayetleri onlara okunduğu zaman, imanca ziyadelik sağlar. Ve onlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar ki, salâtı ikame ederler ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler. Enfal; 2:

“Musallîn”in nitelikleri arasında bulunan bir diğer özellik de onların gayrimeşru ilişki kurmamalarıdır. Hatırlanacağı üzere, Mü’minun suresinde de müminlerin aynı niteliğine dikkat çekilmişti:
Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir, -Eşleri veya yeminlerinin sahip oldukları ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, oysa bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir.- (Mü’minun/7)
Yine Rabbimiz “musallin”i [destekçileri] övgüyle nitelerken onların emanet ve ahde vefalı olduklarına da değinmektedir. Kur’an’da müminlerin bu özelliklerine dair de birçok ayet bulunmaktadır:
Ve sözleşme yaptığınızda Allah'ın ahdini yerine getirin. Yeminlerinizi [Sözleşmelerinizi] sağlama aldıktan ve Allah’ı kendinize kesin olarak kefil kıldıktan sonra da onları bozmayın. Şüphesiz ki Allah işlediğiniz şeyleri bilir.
Bir ümmet, diğer bir ümmetten daha çoktur diye, yeminlerinizi aranızda aldatma aracı edinerek, ipliğini sağlamca eğirdikten sonra, onu söküp bozan kişi [kadın] gibi de olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla sınıyor. Hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri kıyamet günü size kesinlikle açıklayacaktır. (Nahl/91, 92)
Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yeteneği olan kişiler; Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmayan, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştiren,. Rablerine haşyet duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikame etmiş ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte bu yurdun akıbeti; Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [Adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selam olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra’d/19- 24)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:29 PM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygınca geçerler. (Furkan/72)
24, 25. ayetlerdeki “Ve onlar [destekçiler], kendi mallarında, isteyen ve mahrumlar [istemekten utanan yoksullar] için belli bir hak olan kimselerdir” ifadesinde yer alan nitelik daha evvel Zariyat suresinde de konu edilmişti:
Şüphesiz takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri almış olarak cennetlerde [bahçelerde] ve pınarlardadırlar. Şüphesiz onlar, bundan önce Muhsinler [iyilik güzellik üretenler] idiler. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar, seherlerde bağışlanma dilerlerdi ve onların mallarında isteyen ve mahrum [isteyemeyen] için bir hak vardı.(Zariyat/15-19)
Mearic suresinde “Musallîn” olarak geçen müminler ve nitelikleri, Zariyat suresinde “Muhsin” olarak nitelenen müttekılerin özellikleriyle benzeşmektedir. (Tebyinü’l-Kur’an; c:7 s: 20- 22) “Musallîn”, “Muhsin” ve “Muttaki” kavramları, birbirlerini anlamca destekleyen, birbirlerini açıklayan ve tamamlayan kavramlardır. Her üçü de müminlerin Allah’a olan saygı ve bağlılıklarını, yerine getirdikleri ahlakî davranış normlarını ifade etmektedir.
Meariç suresinde “müsallîn” olarak nitelenen kimseler, Kur’an’da bazen “müttekiler”, bazen “muhsinler”, bazen “müminler”, bazen de “Rahmanın kulları” nitelemeleriyle yer almıştır. Bu sıfatlar müminler için bir madalya mesabesindedir.
Musallin övülüp cennetlerde safa içinde olacakları bildirildiği gibi, musallinden olmayanların da cehennemin içinde kıvranacakları haber verilmektedir:
Her benlik kazancının karşılığında bir rehindir.
Sağın yâranı hariç.
Bahçelerdedirler. Soruşur dururlar;
Suçlulardan...
“Sizi Sekar'a sürükleyen nedir?”
Dediler ki: “Biz musallînden/destekçilerden [sosyal yardım yapanlardan, sosyal destek sağlayanlardan] değildik.
Miskini de yiyeceklendirmiyorduk.
Ve biz [boşa uğraşanlarla beraber boşa uğraşırdık] dalanlarla birlikte dalar idik.
Ve Din Günü'nü yalanlıyorduk.
Tartışılmaz ve karşı çıkılmaz olan bize gelene kadar.” (Müddessir/38- 47)
36 – 37- Şimdi o inkâr eden kimselere ne oluyor da, sağdan –soldan [her yandan], grup grup boyunlarını uzatarak sana doğru koşuyorlar?
38 - Onlardan her biri, bir nimet cennetine girdirileceğini mi umuyor?
Bu ayetlerde, peygamberimizin davetine, tebliğlerine alaycı bir üslupla karşılık verenler nakledilmektedir.
Bu ayetlerin inişiyle ilgili olarak “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında şöyle bir nakil bulunmaktadır:
Rivayet olunduğuna göre, müşrikler, Hz. Peygamber (s.a.s)]'in etrafında halka halka, grup grup dolaşıyorlar, onu dinliyorlar, dedikleriyle alay ediyor ve "Muhammed'in dediği gibi, bunlar cennete girerse, biz onlardan daha önce gireriz" diyorlardı. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Buna göre, ayetteki “ila” kelimesinin anlamı, "Sana doğru koşuyorlar, boyunlarını sana uzatıyorlar. Gözlerini sana dikiyorlar" demek olur.
Ebû Müslim şöyle der: "Ayetin zahiri, bu kimselerin münafıklar olduğunu göstermektedir. Binaenaleyh, Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında olanlar, bunlardır. Burada bahsedilen koşma ile ise, küfürde yarışma kastedilmiştir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
Anlaşılan o ki, konumuz olan pasajda tehdit edilip azarlananlar, daha evvel Kalem suresinde değinilmiş olan densizlerdir. Bu densizlere avantadan cennete giremeyecekleri, böyle bir şeyi ummalarının boşa olduğu bildirilmektedir.
Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz?
Yoksa içinde ders aldığınız şeyler olan size ait bir kitap mı var:
"Siz bu âlemde neyi seçerseniz/beğenirseniz o mutlaka sizin olacak."
Yoksa size karşı kıyamet gününe kadar sürecek üzerimizde yeminler/taahhütler mi var: "Siz her ne hüküm verirseniz mutlaka öyle olacak" diye.
Sor bakalım onlara, içlerinden böyle bir şeye hangisi kefildir/ bunu kim garanti etmektedir?
Yoksa onların ortakları mı var? O halde ortaklarını getirsinler, eğer doğrulardan iseler.
Baldırın çıplak kalacağı [gerçeğin bütün çıplaklığıyla ortaya konulup işin büyümeye başladığı/işin ciddîleştiği] ve secdeye davet edildikleri gün artık güçleri yetmez.
Gözleri yere eğilmiş, kendilerini bir zillet/hor görülme/alçalma sarmış bulunur. Oysa onlar, sağ salim iken de secdeye davet ediliyorlardı.
O halde bu sözü yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız.
Ve Ben, onların iplerini uzatırım, [süre tanır, mühlet veririm], çünkü benim plânım/tuzağım zordur/sağlamdır. (Kalem/36-45)
39 – Hayır… Hayır… Biz, onları bildikleri şeyden yarattık.
40, 41 - Artık hayır. Doğuların ve Batıların Rabbine kasem ederim ki Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Ve Biz, önüne geçilenler değiliz.
Bu ayetlerde, o şımarık ikiyüzlü kimselerin inançları, beklentileri reddedilmekte ve “Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Ve Biz, önüne geçilenler değiliz” ifadeleriyle tehdit edilmektedirler.
Ayette Rabbimiz kendisini “Doğuların ve Batıların Rabbi” olarak nitelemiş ve bu niteliğini kıyameti koparmaya ve yeniden diriltmeye referans olarak vermiştir. Bununla inkârcılara “Doğuları ve Batıları [tüm yönleri; tüm evreni] Biz yönetiyoruz. Bizim gücümüz sınırsızdır. Gücümüz sınırsız olduğuna ve kimse de bize engel olamayacağına göre, mülkümüzde dilediğimizi yaparız. Sizi de yok eder, sizin yerinize sizden hayırlılarını getiririz” mesajı verilmektedir.
Ve senin Rabbin, Ğanîyy’dir [hiçbir şeye muhtaç değildir], merhamet sahibidir. Sizi, başka kavimlerin soyundan getirdiği gibi, dilerse, sizi de giderir [yok eder] ve sizden sonra yerinize dilediğini halife yapar. (En’am/133)
Onlar dediler ki: “Ey Hud! Bize bir açık kanıt ile gelmedin. Ve biz senin sözünle ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Biz sana inananlar da değiliz. Ancak ‘Tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış’ diyebiliriz.” O [Hud] dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, ben, Allah’ın astlarından O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Hadi öyleyse hepiniz bana tuzak kurun, sonra beni hiç bekletmeyin. Şüphesiz ben gerçekten, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Onun, perçeminden yakalayıp denetlemediği hiçbir dabbeh [hareket eden canlı] yoktur. Şüphesiz ki benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerinedir. Buna rağmen yine de sırt çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ve benim Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi halife yapar. Ve siz O’na hiçbir şeyce zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.” (Hud/53-57)
Eğer O [Allah] dilerse sizi giderir ey insanlar! Ve başkalarını getirir. Ve Allah, buna güç yetirendir. (Nisa/133)
Gökleri ve yeryüzünü Allah’ın gerçek ile yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk/yaratılış getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir. (İbrahim/19)
Eğer O dilerse sizi giderir [yok eder] ve yepyeni bir yaratmayı / halkı getirir. Bu, Allah’a hiç güç de değildir. (Fatır/16, 17)
Ayette “Doğu ve Batı’nın …” denilmeyip “Doğuların ve Batıların …” denilmiştir. Bu ifade güneşin her gün farklı noktalardan doğup battığına işaret etmektedir.
Konumuz olan ayetlerin ana eksen ahıretin gerçekleşeceği, Rabbimizin buna muktedir olduğu olgusudur. Rabbimiz sanki “Ben sizleri o nutfeden yaratabildiğime göre, yeniden yaratmaya da haydi haydi kadir olmam gerekir” demek istemiştir.


O, beni yaratandır. Ve bana doğru yolu O gösterir. Ve O, beni yediren, içirenin ta kendisidir. Hastalandığım zaman O bana şifa verir. Ve O, beni öldürecek, sonra beni diriltecektir. Ve O, din günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur. (Şuara/78)
Şüphesiz ki, bu [yukarıda anlatılanlar, Kur'an] bir öğüt vericidir/ düşündürücüdür. Onun için, dileyen Rabbine doğru, bir yol edinir. (Müzzemmil/19)
(O) iki Doğu’nun Rabbi ve iki Batı’nın Rabbidir. (Rahman/17)
Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı?
Sonra onu belli bir ölçüye/vakte kadar sağlam bir yerin içinde tuttuk.
Demek ki Bizim gücümüz yetti. Ne güzel güç yetirenleriz Biz.
O gün, yalanlayanların vay hâline! (Mürselât/20)
Onun için insan neden yaratılmış olduğuna bir baksın; omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkan, atıcı bir sudan başlanarak yaratıldı.
Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç yetirendir.
Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı. (Tarık/5-10)
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. (Mü’min/57)
Onlar, şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah’ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet şüphesiz ki, O, her şeye gücü yetendir. (Ahkaf/33)
Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]! Ve O çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir.
Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu / işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Ya Sin/81, 82)
O insan kendisinin kemiklerini asla bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor?
Evet, Biz onun parmak uçlarını / tüm organlarını düzenlemeye gücü yetenleriz. (Kıyamet/3, 4)
Peki, bu [bütün bunları yapan] ölüleri diriltmeye kadir [güç yetiren] değil midir? (Kıyamet/40)
Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz. Ve Biz, sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine, önüne geçilenler değiliz. (Vakıa/60, 61)
İşte sizler, işte o Allah yolunda infak etmek için çağrılan kimselersiniz. Öyleyken içinizden kiminiz cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse ancak kendi aleyhine cimrilik eder. Allah zengindir, siz ise fakirlersiniz. Eğer siz sırt çevirirseniz O [Allah] yerinize başka bir toplum getirir. Sonra onlar sizin benzerleriniz olmazlar. (Muhammed/38)
42- Sen onları hemen bırak da, vaat edilen günlerine kavuşuncaya dek boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.
43- O gün onlar, kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. Sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi.
44- Gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!
Surenin bu son ayetlerinde Resulullah teselli edilmiş ve kendisinden yüzsüz inkârcılarla fazla uğraşmaması istenmiştir.
Kur’an’da müşriklerin o günkü zilletleri ile ilgili birçok sahne nakledilmiştir:
Ve Sur’a üfürülmüştür. Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar. (Ya Sin/51)
O hâlde onlardan geri dur [sırt çevir]. O günde Çağırıcı'nın, Nükür’e [bilinmedik, inkâr edilen, yadırganan bir şeye] çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, o davetçiye hızlıca koşarak kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O kâfirler, “Bu, zor bir gündür” derler. (Kamer/6- 8)
Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah'ın gafil [duyarsız] olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur. (İbrahim/42, 43)
Müşriklerin çaresizliğinin ön plana çıkarıldığı “Sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi” ifadesi dikkat çekicidir. Bir yarışçının bitiş noktasındaki işaret taşına koşmasını hatırlatan bu ifadeyle, savaştan veya ticaret yolculuğundan dönen müşriklerin şükür için kendi dikili putlarına doğru aşkla, şevkle koştukları ima edilerek mahşerdeki o dehşet dolu bakışları tasvir edilmektedir.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
79mearic, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:03 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam