hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NEBİLERİN SONUNCUSU MUHAMMED PEYGAMBER > Arkadaşları-Sahabaler

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 21. February 2013, 03:04 AM   #1
Eren Erdem
Uzman Üye
 
Eren Erdem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 122
Tesekkür: 3
67 Mesajina 122 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Eren Erdem is on a distinguished road
Standart İslam'ın Sesi : Köle Bilal (1)

İslam’ın Sesi : Köle Bilal! (1)

Yeryüzünün lanetlileri efkara gark olmuştu. Arabistan’ın batısında, Serat’ta Habeş’li cariyenin küçük bebeği ağlıyordu. Gözyaşlarından başka hiçbirşeyi olmayanların arasında gözlerini açmış, ve ilk iş olarak göz pınarlarından damlayan yaş ile ıslatmıştı yüzünü. Siyah bir çocuk...

O günlerde Mekke, Hicaz’ın gözbebeğiydi. Ulaşımın kolaylığı; bu ekin bitmez ve kayalıklar üzerine kurulmuş şehri cazip kılıyordu. Şirkin Tanrıları tarafından işgal edilen şehir, zilletin ve izzete tecavüzün meslek addedildiği bir cehennem misali vicdanları kasıp kavuran bir zulmün kalesine dönmüştü…

Tahta tanrıların sahte otoritesine sığınmış servet sahipleri, toprağa acı ve zillet ekmişlerdi. Öyle ya, Alemlerin Rabbi; Mekke’nin toprağını kurutmuş, ekin bitmez ve kurak bir çilehaneye dönüştürmüştü…

Çölden korkan yoksullar geceleri uzayıp giden dağları gözlüyordu. Dağlardan gelen seslerin ürperttiği bedenler, kandilin ışığına sığınır ve dua ederdi. O günlerde çok meşhur bir efsane, arap topraklarının hikayesini anlatıyordu. Efsaneye göre “Alemin Yaratıcısı olan Allah bu dünyayı yaratırken, kayaları ve suları, vadileri ve otlakları en adil şekilde dağıtmış. Her ülke Yaradan’ın lütfundan payına düşeni hakça almış. Arabistan’da… Sonra Alemin yaratıcısı, insanın işine yarayabilir düşüncesiyle her ülkeye biraz kum vermeye karar vermiş. Kumu almış, bir çuvala doldurmuş ve hakça paylaştırması için Cebrail’e vermiş. Ama Şeytan, o kötü melek; insanlığa büyük bir kıskançlık besliyormuş. Cebrail Arabistan’ın üzerinden geçerken Şeytan O’na gizlice yaklaşmış ve çuvalın altını kesmiş; kumlar Arabistan’ın üzerine yağmış, denizleri kurutmuş, nehirlerin suyunu içmiş.” İşte çöl böyle oluşmuş…

Sonra Yaradan bu işe çok kızmış ve şöyle demiş; “Ah Arabistan’ım sefalete boğuldu. Ben de onu saracağım.” Bunun üzerine, çölü geceleri dahi aydınlatacak, altından, pırıl pırıl parlayan, görkemli bir kubbe ihsan etmiş. Ama o kötü melek, insanoğlunu bu kubbeden de mahrum etmeye kararlıymış. Hemen yardımcılarını çağırmış; yardımcıları bu semavi altını kapkara örtülere sarmış. Alemlerin Yaratıcısı elbette bunun altında kalmamış. O’da meleklerini çağırmış; melekler mızraklarıyla, Şeytan’ın kara örtülerinde delikler açmışlar. Arabistan’ın yıldızları, uykusuz gecelerde çadırın girişinde oturanlara gülümseyen o ilahi altın parçaları işte böyle oluşmuş. Ama gündüzleri bu topraklar o kötü meleğin insafına kalmış…

Onda dokuzu ıssız çöllerden ibaret topraklarda efsaneler kuşatmıştı gönülleri. Karanlık çöktüğünde, çölün bittiği yerde iblislerin oturduğu kayaların olduğu konuşulur, mağaralardan İblislerin seslerinin işitildiği anlatılırdı. Hıra mağarasına giden perhizkar isyancıların daldığı derin düşüncelerin korkuttuğu şairler, mağaralarda İblislerin olduğunu anlatıyordu. Yaşamın sillesini yemiş yoksullar, o mağaralardan gelenlerin cinlendiğine iman eder, sözlerine şüphe ile yaklaşırlardı…

Cariye Hemame’nin oğlu Bilal, Cumahoğulları kabilesinin içinde doğmuştu. Kabileci şirkin cahiliye karanlığında; Ümeyye bin Halef’in yitik cariyesi Hemame’nin kucaklarında açtı gözlerini…

Henüz gözlerini açar açmaz kölelik zinciri ile sarılmış bedeni, ırzı üç kuruşluk edilmiş Habeş’li kölelerin nasırlı ellerinde dolaşır olmuştu. Bilal… Öyle ya, akbabalar diyarının yitik çocuğu. Ekin vermez toprakların “siyah ötekisi..”

O günlerde Mekke, önemli bir ticaret durağıydı. Ulaşım kolaylığı açısından merkezi bir konum teşkil ediyor ve Allah’ın Evi Kabe’nin varlığını çok iyi kullanan varlıklı ailelere ev sahipliği yapıyordu.

Cesaretin bayrağı olarak bilinen Kusay’ın kurduğu bu şehir, Allah’ın evi Kabe’nin etrafına dizilmiş tahta tanrıların gölgesine sığınmış pis eşrafın karargahı olmuştu. Müşrikler, Allah’a inanan, Allah’a ibadet eden, lakin Allah’ın birtakım ortakları olduğunu, O’na yaklaşmak için vesileler tayin edilmesi gerektiğini söyleyen kişilerdi.

Mekke’de; tacirler, genelev sahipleri ve köleler ile birlikte, din adamları ve seçkinlerden oluşan bir üst aristokrat sınıfın hanedanlığı söz konusuydu. Bu hanedanlık, meşruiyetini; Darü’nnedve denilen meclise dayandırıyor, her kabilenin temsil edildiği bu demokratik parlamento üzerinden adalet mesajları veriyordu. Evet! Bütün seçkin ve soylu kabilelerin temsil edildiği bu mecliste, bir tek kölenin temsilcisi yoktu. Köleler, yeryüzünün eli kanlı ilahları karşısında boyun eğmiş kimsesizlerdi. Çaresizlik ve muhtaçlık; evlatlarını diri diri toprağa gömen babaları türetmişti…

Hüda sizin Hurma bizim sloganıyla yola çıkan egemenler, ellerinin altındaki kölelerin kız çocukları olduğunda, o kızları cariye yapıyor; Ukaz panayırına “ticaret adını verdikleri” ihtiras yarışına katılmaya gelen zenginlerin şehvet malzemesine dönüştürüyordu. Bu durumdan kurtuluş ümidi kalmayan “mazlumlar” yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeye başlamış, bu durum başlı başına bir ritüele dönüşmüştü.

Sınıf atlamak, ya da geçinebilmek için iki seçeneğe sahipti. Ellerinin altındaki kız çocuklarını ya da hanımlarını, kapısında uzun beyaz bayraklar asılı olan genelevlere satmalı, ya da bir tefeciden borç almalıydılar. Lakin, tefeciye borçlarını ödemediklerinde, hanımları ve kızları geneleve satılıyordu. Evli olmayana hiçbir tefeci borç vermiyor, izzet ve namus her halükarda ayaklar altına alınıyordu.

Genelevler, şehre gelen ticaret kervanlarını memnun etmenin en önemli yoluydu. Kabe’nin dibi; mübaşir misali yan yana dizilmiş soybilimcilerle doluydu. Her gelen kabilenin soy ağacının çıkartıldığı bu tezgahlar, ırkçılığın ve soya tapıcılığın kokusuna boğmuştu şehri…

O gün “köle” demek, işçi demekti. Lakin Mekke’nin yerli kabilelerine mensup olanların çalıştırıldığı işler daha rahat işlerdi. Ağır işler için kullanılanlar, ekseriyetle yabancılardı. Habeş’li köleler, kuyulardan su çekme, hurma toplama, yük taşıma işleri yapıyordu. Güneşin sıcağı altında simsiyah bedenlerinde dahi, vücutlarında “su çekmekten oluşmuş” izler seçilebilen siyah köleler, Mekke meydanında yük taşırken, rahat ve sefahatın içine doğmuş çocukların alay konusu oluyorlardı.

Ötekilerin “neden doğdum ki?” diye sorduğu zamanlardı…

Mekke avlusuna kalabalık toplanır, şehrin “muhafazakar sayılan önderlerinin” huzurunda, bilge sayılanlar fetvalar okurdu. Hacc mevsiminde tüm bu müşrikler; Allah’ın evi olarak tanımladıkları Kabe etrafında tavaf eder, “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” diye telbiye okurlardı.

Çırılçıplak namaz kılan, İbrahim’in dinine mensup olduğunu iddia eden ve her yıl “Allah’ın evi” olduğuna inandıkları Kabe’nin örtüsünü değiştirmek için birbirini yiyen bu yiyici topluluklar; elleriyle yonttukları ve Allah’a yaklaştırdığı iddia edilen taş ve tahta putları saçmıştı etrafa. Lat, Uzza, Menat ve en büyükleri Hubel!

Putların önüne koyulmuş fal okları, kaderleri tahta tanrılara havale edilmiş insanlığın düştüğü içler acısı durumun resmiydi.

Kimsenin kimseye güvenmediği, hayatta kalmak için tek yolun boyun eğmek olduğu o zulüm çağı; isyankar yürekleri alevlendiriyordu…

Ve birgün;

Günlerin en sıcağında “Kabe avlusunda bir gariplik yaşanıyor gibiydi…”

“Ey Alemleri yaradan Rabbim! Senin yarattıklarının zulmünden sana sığınırım…”

Genç adam böyle bağırdı Kabe’nin avlusunda. Etrafta şaşkın gözler donakaldılar. Hıra mağarasından inen genç adam devam etti;

“Ey Kabe’nin Rabbi, İbrahim’in Rabbi. Bugün Senin dinin zilletin ve zulmün bayrağı olmuştur. Yarattıklarının İbrahim’in dinine ettiklerinden daha kötüsü görülmemiştir…”

Kalabalıklar fısıldaşmaya başladı; “Amr bu, evet evet cinlenmiş bu adam. Hira’dan gelmiş zaten, orası iblislerin konağıdır…”

Perhiz ve tefekkürden yorgun düşen genç adam dizlerinin üstüne çöktü. Ağlayarak bağırdı; “Ya Rabbi! İmdadına düştük yetiş! Yetiş ve mazlumları kolla!”

Kalabalık irkildi. İçlerinden yaşlıca bir adam atıldı. Yıpranmış yüzü, çoraklaşmış elleri yumruk olmuştu. Üstünde ki elbiselere bakıldığında; yıllarını efendilerin hizmetine adadığı görülüyordu. Son enerjisiyle bağırdı; “bu adam aşağılık bir kafirdir!”

Genç damlayan yaşları sildi, boynunu eğdi ve gözlerini yumdu. Dişlerini sıktı ve sustu…

Genç bir adamdı Amr. Ama yüreğinde kanayan bir yara vardı. Öylesine bir yara ki; sıktığı dişlerinin arasına alıvermişti öfkesini. Ve öfkesi, kelimelerin anlamsız kaldığı taş duvarlara çarpıyordu. Anlamsız taş duvarlar.

Az sonra bir kalabalık Kabe avlusuna girdi. Siyah kölelerin omzunda kabe avlusuna gelen ululardan biri önüne şairleri katarak yürüyordu. Şairler yalakalığın en ileri örnekliğini sergiliyor, bunun karşılığında siyah kölelerin omzuna çökmüş yaşlı adamın yaveri altın keseleri fırlatıyordu. Her altın kesesi, şairlerin ihanetini ve azgınlığını arttırıyordu.

Bir tarafta yalnız Amr, öteki tarafta azgın bir kalabalık. Suskun Amr, yumduğu gözleri arasından sızan gözyaşlarıyla toprağı alışık olmadığı bir ıslaklığa kavuşturmuştu. Siyah kölelerin omzundaki yaşlı adam Amr’a yaklaştı. Ve sordu;

“İbrahim’in Rabbi olan Allah’ın evinde bozgun mu çıkartıyorsun? Yoksa açlıktan aklını yitirmiş bir meczup musun?”

Amr kaskatı kesilmişti! Allah’ın adını zikreden o adam! O adam, işte taş ve tahtadan otoritelerin, putların kutsayıcısı, aşağılık bir adam! Allah diyor! İbrahim diyor…

Amr suskunluğunu sürdürdü. Yaşlı adam tekrarladı;

“Ey Hira’nın iblisleri tarafından esir olmuş olan! Ey fitneci! Bozgun mu çıkartıyorsun? Yoksa Hira’nın cinleri tarafından aklın elinden alındı da ondan mı böyle davranıyorsun?”

O konuştukça, kaderini efendilere satmış olan kalabalık öfkelenmeye başlamıştı. Amr! Bozguncu, deli, sapık. Her nasıl tanımlıyorsanız artık!

Genç Amr!

Az sonra Yaşlı Abdülmuttalip kalabalığın arasına daldı. Yüzü asılmıştı. Kalabalığın anlamsız saldırganlaşan eğilimi keyfini kaçırmıştı. Asık yüzüyle aralarına daldı. Hiç kimse ile konuşmadan Amr’ın yanına vardı.

“Ey Amr! Hadi. Kalk gidelim buradan. Şüphesiz ki bunlar seni helak edecektir…”

Sıcak, samimi bir sesti bu. Amr eğdiği başını kaldırdı. Ve o sesin sahibinin gözlerine baktı…

Abdülmuttalip tekrarladı; Hadi Ey Amr!

Amr buruk bir gülümseyişle elini uzatan Abdülmuttalip’in elini tuttu ve kalktı. Abdülmuttalip bu genç adamı seviyordu. Elini omzuna atıp onu götürdü. Ve siyah kölelerin omzuna basarak seslenen yaşlı adam bağırdı; Ey Eba Abdullah (Abdulmuttalip) tuttuğun yol yanlıştır. Atalarımıza ihanettir ya Eba Abdullah!!

Oralı bile olmayan ikili usulca oradan uzaklaştı. Amr’ın dilinden düşen kelimeler geriye kaldı;

“Ya Rabbi! Görmüyorlar…”

***

Genç kadın çırılçıplak Kabe’ye koşuşturuyordu. Etraftakiler durumu yadırgamıyor, uzun sakallı adamlar kadının vücudunu süzerek aralarında konuşuyorlardı…

Kadının gözlerinden akan yaşlar, Mekke’nin yağmura hasret topraklarını ıslatırken, haykırışları, akbabaların yuvasını sarsan çığlıklara dönüşüyordu. Patikanın kenarında oturan ipekli elbise giyinmiş erkekler kadının vücudunu süzüyor, ihtirasla izliyorlardı. Nihayet Kabe’ye vardı kadın…

Dizlerinin üstüne çöktü. Diğer çıplak köleler de Kabe etrafında koşuşturuyor, ama bu kadının davranışlarını şaşkın bakışlarla süzüyorlardı. Kadın bağırdı;

- Bu nedir? Bu nasıl zulümdür!!

Toprağa kapaklanan kadın bağırarak ağlıyordu. Etrafında pazarlık yapan tüccarlar, açılmış tezgahlardan alışveriş yapan kadınlar vardı. Ne o? Bu insanlar sağır mı?

O sırada ufukta bir adam belirdi! Heybetli bir adam… Hızlı adımlarla Kabe’ye doğru yürümeye başlamıştı. Lakin kadın bağırdıkça adamın adımları hızlanıyordu. Az sonra bu adamın “Nevfel bin Varaka” olduğu ortaya çıkmıştı.

Sırtındaki örtüyü kadının sırtına örten Nevfel yüksek bir sesle; “Kalk kadın!” diye bağırdı…

Mazlum kadın, güçsüzlük ve çaresizlikle karışmış bir halde Nevfel’in kollarına kendisini salıvermişti! Nevfel tekrarladı;

- Kalk ey kadın! Kalk ve bu zalim topluluğun keyfini çoğaltma!

Kadın bir an başını kaldırıp Nevfel’in gözlerine baktı. Ağzından “kızım” diye bir söz çıkmıştı… Nevfel olayı anlamıştı…

Kadını oracıkta bırakıp hızla hareket etti!

Attığı her adımda sinirden elleri titremeye başlıyordu Nevfel’in. Nereye gidiyordu ki? Çaresiz kadının toprağı ıslatan göz yaşlarını hesabını sormaya gidiyordu.

Yeryüzünün insan şimaline bürünmüş akbabaları tarafından ırzı pazarlık konusu edinmiş küçük bir kız çocuğunu kurtarmaya gidiyordu Nevfel! Izdırabıyla Kabe’nin Rabbi olan Allah’a isyana koşan çıplak kadının kızı…

Nevfel’in kararlı yürüyüşünden cesaret eden kadın koştu. Nevfel’i arkasına kattı ve kaldığı hanenin yolunu tuttu. Haneye vardıklarında, çıplak kadının kocası dizlerinin üstüne çökmüş ağlıyordu. Kadın koşup adamın suratına tükürdü.

- Refah ha! Refah dedin öyle mi? Kumar! Aldığın borcu kumara yatırdın. Kızım gitti…

Nevfel konuşmanın ortasına dalarak sordu; “hangi tefeciden borç aldın kafasız adam!” Söyle bana!

Gözyaşlarına boğulmuş adam yanıtladı; “Ut..Utb..Utbe..!”

Utbe bin Rabia..

Gözleri kan çanağına dönmüş olan Nevfel koşarak hareket etti ve ordan ayrıldı… Gerisinde, yumruklanan bir adam bırakmıştı. Acıları derisini yakan kadın tarafından yumruklanan bir adam…

Az sonra Nedve’ye vardı Nevfel! Ve zulüm oligarşisi karşısında o ilk çığlığı atıverdi!

- Hala doymadınız mı? Ve hala toplamakta mısınız? Kabe’nin Rabbi olan Allah’a andolsun ki, o mazlum kızı annesine verin! Yoksa ebedi bir düşman kazandınız.

Kahkahalarla gülüşen adamlar kaskatı kesilmişti. Aralarından makul görüneni ayağa kalktı ve konuşmaya başladı;

“Ey Nevfel, kuralları biliyorsun. Borç alanlar gününde ödemezlerse, kızları cariye olur, Hacc için gelenlere ikram edilirler. Bu bizim uygulayageldiğimiz bir kuraldır. Bunu değiştirmekten mi bahsediyorsun sen? Biz zorla borç vermedik o adama. Kendisi geldi. Bunu bilerek aldı. Nedir şimdi nerdin ey Nevfel!”

Dişlerini sıkan Nevfel bağırdı;

“Kanını emdiğiniz yoksulların, gariplerin kapınıza dizilmesini siz sağladınız. Ve sizin bu sahte tanrılarınızın saçmalıkları tüm bunlar. Allah’a andolsun ki, bu zillet tepenize yıkılacak!”

Hızla oradan ayrıldı Nevfel..

Vakit yaklaşıyordu sanki.

Yıkılması gereken bozuk düzen, vakti yaklaştırıyordu…

***

Ümeyye bin Halef isimli tefecinin kölesi olarak dünyaya gelen “Habeş’li Siyah Bilal” çocukluğu boyunca annesine ve diğer kölelere yapılanlara şahit olmuştu. Bir çocuk ki, çağdaşlarının oyun adını verdiği uğraştan hiç nasiplenmemiş, tüm günlerini dişlerini sıkarak geçirmiş bir çocuk…

Bilal, peltek idi. “Ş” sesini çıkartamıyordu. Bu yüzden efendisi dahil, diğer zorbaların alay malzemesi oluyordu. Ve kekemeydi. Etrafında olup bitenleri şaşkınlıkla izleyen o siyah çocukta derin izler kalmıştı…

Çocukluğu, kuyulardan su çeken siyah kölelere yardım etmekle geçen Bilal, geceleri gökkubbenin altında “siyah gökyüzünü ve parıldayan yıldızları seyre dalardı..”

Bu dalışların tümü, ümide yolculuk gibiydi. Yalnız, yaşadığı ortam dışında hiçbirşeyi tahayyül edememiş bir çocuğun varabileceği sınırlar arasında gidip gelen bir umut.

Bu gitgeller ve çileler içinde büyüyen, genç bir delikanlı olan Bilal, terfi etmiş; su çekme işine başlamıştı. Sırtüstü yatmaya hasret kölelere ortak olmuş, sırtı yaralar içinde; gündüz yaptığı işin sıkıntısını çektiği gecelerde kaybolup gitmişti.

Benlik, kişilik, şahsiyet gibi kavramları hayatına hiç sokamamış olmasının akabinde, sadece emredileni yapan, eli kırbaçlı efendilerin tükürüğünden daha aşağılık bir muamelenin tarafı olan Bilal, geceleri perhizkar dervişlerin gittiği Hıra’yı gözlerdi…

***

Olan olmuştu! Zillet beldesinin ortayerinde bir adam!

Allah kulunun imdadına yetişmiş; akbabalar meydanı sus pus olmuştu. Bilal kuyudan kafasını kaldırdı. Koşturan bir kadının ağzından çıkan kelimelere odaklanmıştı;

“Muhammed! Muhammed! O ne güzel adamdı öyle! Vah ki vah! Aklı gitti!”

Bilal düşündü. “Muhammed?” O emindir. O! Amr’ın, Varaka’nın yoldaşlarından Muhammed? O ne yumuşak huyluydu. O! Sanki bizdendi…

Ve kekemeliği gitmişçesine yanındaki arkadaşına seslendi; “Eyvah! Muhammed delirmiş. Ne güzel adamdı…”

Hayıflanarak işine dönen Bilal, o an gerçekleşen ilahi plandan habersizdi. Ümeyye bin Halef’e götürülmek üzere kendisine verilen bir emaneti sırtlayıp Darun’nedve’nin yolunu tutmuştu…

Az ileride, bağıran bir adam görmüştü. O da ne? Bu Muhammed!

Bilal durdu. Dikkatle dinlemeye koyuldu…

Güneş yeryüzüne inmişti. Merhamet dolu ifadesi ve gözlerinden boşalan yaşlarla Muhammed bağırıyordu!

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!”

Bilal düşündü. “Evet! Allah’ı biliyorum da, bu Rahman ve Rahim de ne?” Ne diyor bu? Ve kulak kabartmaya devam etti;

“Övgü(hamd) sadece Allah’a yapılır!” “O Rahmandır (Merhametlidir) Rahimdir (Çok merhametlidir)” “Din gününün tek sahibi O’dur.” “Yalnız sana kulluk ederiz, ve sadece senden isteriz” “bize doğru yolu göster, kendisine zenginlik verdiğin sapıtmışların yoluna, gazab olunmuşların yolunu değil.”

Bilal afallayıp kalmıştı. Kafasının içinde şimşekler çakıyordu adeta. Sırtındaki yükü düşürdü. Titreyen bacaklarını kontrol edemedi. Çöktü kaldı…

Kendi kendisine konuşuyordu.

“Allah Rahmandır. Sadece O’na kulluk ederiz. Sadece O övülür. Zenginlik verdiği sapkınlar. Din (Adalet) günü. Allah’a kulluk ederiz. Başkasına etmeyiz. Rahim. Rahman. Din günü. Zenginler..”

Sayıklamaya başlamıştı adeta…

Az sonra sakalları dizine değen bir adamın koşturarak geldiğini gördü. Etrafında seçkinlerden oluşan bir kalabalık vardı. Ve adam, Bilal’in dizlerinin bağını çözen sözleri söyleyen “seçilmiş kula” seslendi;

- Allah’ın evini terket Ey Muhammed! Seni çok açık bir sapıklık içinde görüyoruz. Çık git buradan!

Arkadan sesler yükseliyordu. Sultanların yoksul ve kafası saçmalıklarla doldurulmuş kulları bağırıyordu; “terket burayı Kafir!”

Bilal’in dizlerini titreten adam konuşmaya devam etti;

“Yerler ve gökler sadece O’na aittir. Övgü O’na aittir. O din gününün tek sahibidir. O’nun dışında ilah yoktur. Mülk O’na aittir…”

Daha sonra kalabalığın gözlerinin içine baktı, “Ben Allah’ın kulu ve elçisiyim” dedi…

Bir anda kitleden uğultu yükseldi. “Kafir, Dinsiz” gibi laflar havada uçuşuyordu. Lakin en sert tepkiyi gösteren adam dahi, Allah elçisi Hz.Muhammed’in gözlerine bakamıyordu. Çünkü O! O, özü sözü bir olan kişiydi…

***

Peygamber’in, pis eşraf tarafından provakasyon olarak tanımlanan bu eylemleri sürdü. Birgün çıkıp; “Kahrolsun Ebu Leheb’in iktidarı, ne malı kurtaracak onu ne biriktirdikleri…” diye bağırıyordu. Bir gün de bütün müşriklerin “kapısına kilit vurulmuşçasına kendilerini beriy kıldıkları cehennemin kapılarını zenginlere açıyordu.”

Bağırıyordu ;” İşte o, mal topladı ve saydı! O’nu hutameye fırlatacağım…(Humeze Suresi) Malı ve evlatlarıyla övündü, O’nu Sekar’a fırlatacağım… (Müddesir Suresi)”

Bilal’in aklı başından gitmişti. Ezilenlerin, kölelerin Rabbi, servet sahibi kodamanları perişan etmişti. Üstelik Allah, en güvenilir olanı kendisine Resul seçmişti. Artık kim bu sözü susturabilrdi ki? Kölelerin, ezilenlerin Rabbi, imdada yetişmişti. Mahrum bırakılmışların imdadına yetişmişti…

***

Bilal değişmişti. Tek kelime etmeden dinlediği o sözleri tekrarlar olmuştu. Yapmakta olduğu işten artan tüm vakitlerini, çevresindeki çaresizlere bunları anlatarak geçiriyordu. Kaçabildiği sürelerde gizlice Peygamber’in yanına gidiyor. O’nu dinliyordu. Tek kelime dahi etmiyordu Bilal…

Bilal’in yaptığı bu iş artık göze batmaya başlamıştı. İslam, otoriteyi; oligarşiyi rahatsız etmeye başlamıştı.

Ebû Cehîl, Ebû Leheb ve Kureyş’in diğer ileri gelenleri Dâr’ün-Nedve’de toplanmışlar, Ümeyye b. Halef’i bekliyorlardı. Burada toplanmalarının amacı günden güne büyüyen İslâm hakkında konuşmak, müslüman olanlara karşı tedbir almaktı. Ümeyye de gelince ne gibi önlemlerin alınması konusunda konuşmaya başladılar. Bu sırada Ümeyye b. Halef’in yanına biri geldi ve: “Sana herhangi bir haber ulaşmadı mı?” dedi. Ümeyye b. Halef:
-“Ne oldu?” deyince; o kişi:
-“Senin kölen Bilâl, Muhammed’in dinine girdi. Zaman zaman, bazen geceleri, bazen de öğle sıcağında onun yanına gidiyor” dedi. Ümeyye b. Halef:
-“Gerçekten bu doğru mu?” deyince; o kişi:
-“Evet, çok defa ben onu böyle yaparken gördüm ve ayrıca bu köle bizim otoritemize hakaret ediyor ” dedi.
O’nun müslüman olduğunu duyan Ümeyye, öfke ve intikamla kalbi kazan gibi kaynamaya başladı. Canı çok sıkılmıştı. Nasıl olur da Bilâl kendisinden izinsiz bir şekilde atalarının dinini değiştirip müslüman olabilirdi. Ümeyye bulunduğu meclisten ayrılıp evine gitti, kalbi öfkeden parçalanacak gibiydi. Az sonra Bilâl geldiğinde, efendisinin öfkeden yüzünün kıpkırmızı olduğunu görmüş ve durumu anlamıştı. Artık Bilâl için gizlenecek bir şey yoktu.

Ümeyye b. Halef:
-“Bilâl! Duyduklarım, senin hakkında bana gelen bilgiler doğru mu? Sen gecenin karanlığında ve gündüz öğle vakitlerinde Muhammed’in yanına mı gidiyorsun? Sen de onun dinine mi girdin? Bana cevap ver, Kureyş’in ve Arapların dinini bırakıp, Lât ve Uzza’yı inkâr mı ettin?” deyince; Hz. Bilâl:
-“Benim hakkımda birtakım bilgiler sana ulaşmış. Evet, ben müslüman oldum, Muhammed’in Allah’tan getirdiği şeyleri kabul ettim, ona inandım. Bundan böyle bütün insanlar benim mü’min olduğumu bilsinler” dedi.TP PTBunun üzerine Ümeyye b. Halef:
-“Bilâl! Nankörlük yapma. Sen böyle değildin, ne oldu sana böyle. Sen bana benim parmaklarımdan daha da itaatkâr idin. Bugün bana isyan ettin. Fakat bu işe bu kadar da şaşmamak lazım. Çünkü sen köle oğlu kölesin” deyince;
Bilâl:
-“Evet, ben senin kölenim, esirinim, hizmetçinim. Ben bunları inkâr etmiyorum. Fakat sen benim aklımın, inancımın, imanımın efendisi değilsin. Ben gece karanlığında veya gündüz öğle sıcağında Hz. Muhammed’in yanına giderim”TPT dedi.

İpler kopmuştu. Ümeyye bin Halef; karşısında kölenin bu tavrı karşısında çılgına dönmüştü. Zulüm damarı kabardı. Hem Bilal’e, hem İslam’a bir ders vermesi gerektiğini düşündü…

Bilal’i Mekke’nin meydanında, sıcağın alnında yere bağlamış, karnına kızgın bir taş koydurtmuştu. Bu büyük işkence karşısında Bilal sadece tek bir kelime söylüyordu; “Allah’tan başka otorite yoktur!”

Ümeyye ve diğer kodamanlar Bilal ile alay ediyordu. Taşın üstüne abanıyorlardı. Canı yanan Bilal ağlıyordu. Ağlarken bağırıyordu. Bu acısını hafifletirdi. “Allah’tan başka otorite yoktur!”

Haber “ezilenlerin Peygamberinin kulağına gitmişti.” Oturduğu yerden hemen fırlayan Allah Resulü, yanında ki candostu Hz.Ebubekr’e döndü. Tüm servetini İslam uğruna feda eden bu adama ; “Bilal’i kurtar!” dedi. Duygusal Peygamber, gözlerinden damlayan yaşları eliyle sildi.

Bir gün yine müşrikler kendisine işkence yaparken yanına Varaka b. Nevfel T geldi. Bilâl, bu işkenceler altında “Ehad, Ehad” demekteydi. Müşrikler, Allah lafzının söylenmesine çok kızdıkları için Bilâl, devamlı bu kelimeyi söylüyordu. İşkenceler altındaki Bilâl’i gören Varaka b. Nevfel:
-“Evet ya Bilâl! Allah’a yemin olsun o TEKTİR, TEKTİR ey Bilâl!” dedi. Sonra Ümeyye b. Halef’e döndü ve şöyle söyledi:
-“Allah’a yemin olsun ki siz bunu öldürürseniz ben de onun mezarını ibadet yeri ve Allah’tan merhamet dilenen bir yer yaparım” dedi.TP
Hz. Bilâl’e yapılan işkenceler her gün devam etti. O ise hiç sarsılmadan tüm işkencelere sabretti. Ümeyye b. Halef, istediği sonucu elde edemedi. Ebû Cehîl de kendisine yardımcı oluyordu. Bir gün Ümeyye ve Ebû Cehîl, Bilâl’e yine şiddetle işkence etmeye başlamış ve üstüne taşlar koymuşlardı. Bu sırada Hz. Ebû Bekir yanlarına çıkageldi. Durumu gören Hz. Ebû Bekir:
-“Ey Ümeyye! Allah’tan kork. Bu köleye işkence etmekten çıkarın ne?” dedi.
Ümeyye b. Halef :
-“Bu benim kölemdir, ne istersem yaparım” dedi.
Hz. Ebû Bekir:
-“Ey Ümeyye, bir köle Allah’ı ve Peygamberi’ni tasdik ettiği için ona işkence etmek insafsızlık değil mi?” dedi.
Ümeyye b. Halef de:
-“O’nun ahlâkını bozan sensin. Onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir. Onun bu şekilde azaba uğramasına sen sebep oldun, itaatten vazgeçirdin, eğer merhamet ediyorsan onu kurtar bakalım” dedi.
Hz. Ebû Bekir:
-“Evet, kurtaracağım. Bende Bilâl’den daha dayanıklı ve kuvvetli siyah, senin dinine bağlı bir köle var, buna karşılık sana onu vereyim” diye teklifte bulundu. Ümeyye biraz da para vermesi karşılığında onu verebileceğini söyleyince; Hz. Ebû Bekir hemen elinde bulunan, Allah’a inanmayan kölesi ile bir miktar para vererek Hz. Bilâl’i satın aldı. Bunun üzerine Ümeyye güldü. Hz. Ebû Bekir:
-“Neden güldün?” deyince; Ümeyye b. Halef:
-“Zarar ettin. Vallahi ben bu köleyi bir dirhem altına satardım” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir de:
-“Ben ne kadar kârlıyım. Vallahi bütün malımı isteseydin bu köle için verirdim” dedi. Sonra sırtından paltosunu çıkararak Hz. Bilâl’e giydirdi. Üstündeki, başındaki toz ve toprağı temizledi. Sonra da elinden tutup:
-“Ey Kureyşliler, şahid olun, bunu Allah rızası için azad ettim”

***

İslam azınlıktaydı. Lakin dev yürekler vardı Resulullah’ın yanında. Köle Yasir’in oğlu Ammar’da Müslüman olmuştu. Ve Mekke’lilerin kabusu Ebuzer! İslam’ın kılıcı Ali…

Ammar, Bilal’in kurtuluşuna çok sevinmişti. Şiirleri çok seven Ammar, Ebubekr’in bu işe sebep olması üzre bir şiir okudu;

-“Bilâl Habeşî ile arkadaşlarına yaptığı o büyük yardımdan dolayı,
Yüce Allah, Atîk(Hz.Ebubekr)’a büyük ödüller versin,
Ebû Cehîl ile Muğîre oğlu Fâkih’e de gazab etsin.
O akşam ki, bu iki herif Bilâl’e,
Hiçbir akıl ve vicdan sahibinin
Razı olmadığı bir şekilde işkence ederlerdi.
Bilâl’in suçu da, şu varlığın Rabbini tevhid etmekten,
‘Rabbim Allah’tır, beni öldürüyorlarsa öldürsünler.
Ben ölüm korkusuyla hiçbir zaman Allah’a ortak koşmam.
Ey İbrâhim, Yûnus, Mûsa ve Îsâ’nın Rabbi!
Beni bu zalimlerin elinden kurtar.
Beni, Gâlib oğullarının,
İnsaf ve merhametten yoksun bu adamların
Merhametine bırakma’ diye yalvarmaktan
Başka bir şey değildi.”T

***

Bilal rüya aleminde olduğunu sanır, sık sık siyah derisine sert cisimlerle vururdu. Yüzü sürekli gülüyordu. Bulduğu herkese sarılıyordu. Ezilenlerin Rabbi’nin kelimelerini tekrarlıyordu.

Allah elçisi ile sürekli sohbet ediyor. O’nun ağzından çıkan her cümleyi ezberliyordu.

Bir gün, Hz. Peygamber, onun yanına girdiğinde, bir hurma yığını gördü ve:
-“Bu nedir ya Bilâl?” diye sordu. O da:
-“Senin ve misafirlerin için hazırladım” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
-“Senin için Cehennem ateşinde bir duman olmasından korkmadın mı? Ya Bilâl, infak et. Arşın sahibinin senin rızkını azaltacağından korkma” buyurmuştur.
Bir defasında da Hz. Peygamber Bilâl Habeşî’ye:
-“Ya Bilâl, zengin olarak değil de, fakir olarak ölmeye çalış” demişti.

İslam; Allah, ekmek ve eşitlik sloganıyla sokaklara çıkmış, Hüda sizin Hurma bizim diyen tefeci bezirgan düzene karşı büyük mücadeleyi başlatmıştı. Bir tarafta Hz.Ebubekir, diğer tarafta Habeşli Bilal. Yanyana saf tutuyor, aynı kaptan yemek yiyorlardı. İslam, eşitlik mücadelesini başlatmış; ekonomik, ırksal ve diğer tüm uyduruk farklılıkları reddetmişti. Tümüyle eşitlikçi bir refleks üzerinden “zühd” formülüyle, şirkin mabudlarına hücum etmişti.

Ve elbette işler zorlaştı. Şirk; saldırılarını arttırdı. Ammar’ın annesi Sümeyye ilk şehid olarak yürekleri dağlamıştı. Artık “gitme zamanıydı.” Yol görünmüştü. Şirk; nefretin ve saldırganlığın dozunu arttırmıştı. İsyan eden köleler, sistemi ürkütmüş, sert tedbirler almaya sevk etmişti.

Ve yol göründü… Yesrib’e. Medine dedikleri o beldeye yol göründü…

***

(1.BÖLÜMÜN SONU)
Eren Erdem
www.erenerdem.net
Eren Erdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eren Erdem Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 5 Kisi:
40tr40 (21. February 2013), aorskaya (21. February 2013), dost1 (21. February 2013), khaos (21. February 2013), sevginur (21. February 2013)
Alt 21. February 2013, 07:33 AM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Sayın Eren Erdem.

Tekrar hoşgeldiniz.

Acaba öyküdeki şu kısım ne anlatmak istiyor?

''Bir defasında da Hz. Peygamber Bilâl Habeşî’ye:
-“Ya Bilâl, zengin olarak değil de, fakir olarak ölmeye çalış” demişti.
''

İslâm fakirlik projesi değildir ki.

Ben İslâm'ı saf halinde, geri kalanı ve öne çıkanı olmadan, hep birlikte adalet ve ihtiyaç esasları içerisinde, üretim ağırlıklı, kıst ve mizanda vezin esasları dahilinde Allah'ın rızkından faydalanılan bir zenginlik ve bu zenginliği belirli bir standart altına düşürmeme projesi, Allah'ın vadi olarak biliyorum.

Buradaki maksat Bilâl'in ''kenz''inin önüne geçmek ise , verilecek nasihat yukarıdaki cümle ile, fakirliğe mahkum eden cümle ile olmamalı, oradaki cümle o cümle olmamalı idi.

Benim düşüncelerim bu yönde.

(Yeni geldim; daha nefes almadan hemen eleştiriye başladınız diye sitem edebilirsiniz. Ama yazmadan da yapamadım, tutamadım işte.)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 21. February 2013, 11:52 AM   #3
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart

ERENCİĞİM,

Ya sadece kuran de, yada sus ...

Dini putlardan temizleme noktasında yeni putlar icat etme.

Selmacılar,osmancılar, zerciler vb. putları dini anlamada/Allaha yaklaştırmada aracı kılma.

Onların kazandıkları onların olmuştur. Bizim kazandıklarımız ise bize.

Atomun kararlılık noktasında ki tespitlere ve 8. gün üzerinde yoğunlaşman, geçmişin çöpleri ile uğraşmaman dileği ile.
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
40tr40 (21. February 2013), sevginur (21. February 2013)
Alt 21. February 2013, 12:37 PM   #4
bartsimpson
Super Moderator
 
bartsimpson - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2012
Mesajlar: 963
Tesekkür: 481
200 Mesajina 303 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
bartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud of
Standart

Alıntı:
pramid Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
ERENCİĞİM,

Ya sadece kuran de, yada sus ...

Dini putlardan temizleme noktasında yeni putlar icat etme.

Selmacılar,osmancılar, zerciler vb. putları dini anlamada/Allaha yaklaştırmada aracı kılma.

Onların kazandıkları onların olmuştur. Bizim kazandıklarımız ise bize.

Atomun kararlılık noktasında ki tespitlere ve 8. gün üzerinde yoğunlaşman, geçmişin çöpleri ile uğraşmaman dileği ile.

(konu ile ilgili olmadığı için arkadaşlardan özür dilerim)

Sevgili piramid selam

özelden soracaktım ama kapalısınız , bu tip konulara kişisel merakımdan dolayı soruyorum ilk defa duydum...

(Atomun kararlılık noktasında ki tespitlere ve 8. gün üzerinde yoğunlaşman...)

bu konular hakkında bilgi nasıl edinirim...

teşekkürler

sevgi ile kalın
bartsimpson isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 21. February 2013, 01:17 PM   #5
aorskaya
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
aorskaya will become famous soon enoughaorskaya will become famous soon enough
Standart

Alıntı:
pramid Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
ERENCİĞİM,

Ya sadece kuran de, yada sus ...

Dini putlardan temizleme noktasında yeni putlar icat etme.

Selmacılar,osmancılar, zerciler vb. putları dini anlamada/Allaha yaklaştırmada aracı kılma.

Onların kazandıkları onların olmuştur. Bizim kazandıklarımız ise bize.

Atomun kararlılık noktasında ki tespitlere ve 8. gün üzerinde yoğunlaşman, geçmişin çöpleri ile uğraşmaman dileği ile.
Yazı içeriğinde herhangi bir ibadi yükümlüllüğe, haram-helal, yasak-serbesti vb. hususlara yer verilmediğinden ben sizin yukarıdaki gibi eleştirinize esas alınacak konu göremediğimden yazınızdaki görüşlerinize katılmıyor, tepkinizi haklı bulmuyorum.

Bilal gibi bir değer üzerinden, yaşadıkları üzerinden, belgesel tadında tarihi bir süreç akıcı bir şekilde yazıya dökülmüş.

Bu yazının hiç bir yerinde yeni putlar icadına yönelik bir anlatım yoktur. İçerik, kur'ana dayalı anlatılmadığından, reddedilemez bir husus iddiasına da sahip değildir. Tarihi bir anlatım olarak senarize edilen, film tadında bir aktarım olmuş.

Anlatılanların yazıldığı şekilde olup olmadığı hiç bir şekilde % 100 kesinlikte tespit edilemeyeceğinden ben okuduğumda örneğin "çağrı" filminin benzerini izler gibi tat aldım.

Kaldıki, forumun konu dışı kısmı ile şiir bölümünde dikkat çekilen konular yanında başka tehlikeler barındıran alıntılar bile varken, peygamberin arkadaşları-sahabeleri bölümüne yazılmış bir yazıdan fazlası da beklenemez.

Peygamber ve döneminin mümin kimselerinin verdiği mücadelelere, tedbirle yaklaşmak ve olmayacak şeylerin görülmesi halinde bunların alıntıyla itiraz edilmesi yerine, "geçmişin çöpleri" nitelemesini yapmak, ya konuyu tam anlamadan okumakla yada herkesi aynı anda aynı şeyleri hissetme formunda görme hatasından kaynaklanabilir.

Güzel bir kompozisyon halinde, hikaye/film tadında anlatım becerisi için eren kardeşimizi tebrik eder, aynı şekilde akıcı ve fakat akılcı kur'an konu anlatımlarında bulunmasını dilerim.

Ya sadece kuran de, yada sus ... denmesini isteyen siz kardeşimin, bu isteiğinizi yazı sahibine değil, forumda kur'an dışı konuların yer alabileceği bölümleri koyan forum yönetimine iletmeniz gerekirdi. Ama, bu durumda da "ne kadar haklı bir istek olurdu?" sorusu ortaya çıkardı ki buna cevap vermeme gerek yoktur.

saygı ve selamlarımla...
aorskaya
aorskaya isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
aorskaya Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
dost1 (21. February 2013), Eren Erdem (21. February 2013), sevginur (21. February 2013)
Alt 21. February 2013, 04:06 PM   #6
Eren Erdem
Uzman Üye
 
Eren Erdem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 122
Tesekkür: 3
67 Mesajina 122 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Eren Erdem is on a distinguished road
Standart

Selamlar.
Toza bulanmış "ruhsuz" bir Kur'an'cı değilim.
Türkiye'de "Kur'an odaklı dindarlık" fikrinin gelişimine uzun yıllardır katkı sunmaya çalışıyorum.
Benim "neci olduğumu merak edenler" kitaplarımı ve gazete makalelerimi okuyabilir, pazar günleri yaptığım tv programını izleyebilir.
Ha eğer bu yazı üzerinden "Kur'an'sız olduğum kanısına varılmışsa"
Benim Kur'an'ım ile, sizin Kur'an'ınız aynı değil demektir.

8.gün gibi "entellektüel geyikler yerine", 8gündür aç yatan yoksulun davasını misyon edinmiş Ebuzer El gıffari'nin meselesini anlatmayı yeğlerim.

Kevni ayetlerin hangisinin "hak" hangisinin "batıl" olduğunu ayırt edecek "furkan" sizin elinizde yoksa, bu benim sorunum değildir.

Şu yazıda anlatılan meselenin "özü" yerine, Vahhabi ulemanın tekfirci üslubuyla meseleye yaklaşabilme özelliği göstermenize şaşırdım.

dileyen 5 yıl önce "hanifdostlar.net" forumunda yazdıklarıma bakabilir.
hanifler.com sitesini ilk kurduğumuzda "katılımcıydım" yoğunluk nedeniyle nadir gelebiliyorum artık. Dileyen buradaki yazdıklarıma da bakabilir.

Ben, "haniflik mücadelesini" bu söylem kendisini ilk kez topluma deklare ettiği günlerden beridir yürüten biriyim. Geldiğim noktada, Cüppeli ahmet tonunda muamele görünce, ister istemez şaşırıyorum...

Tuzu kuru MEALCİLERİN, kapısının önünde yanan ateşi, sokakta ızdıraba kul olmuş insanların çığlığına kulak tıkayıp, Kur'an'da 4 mevsimin geçtiğini konu edinen tartışmalarla egosal tatminin doruklarında ulaşması ilgimi çekmiyor.

Tarihsel perspektif, ideolojik bir olgudur. İSlam'ı aynı zamanda bir dünya görüşü olarak benimsemeyip, serbest piyasanın para tanrısıyla hesaplaşmayıp, emperyalist zorbalıkla kavga etmeyip, millet mermi manyağına dönüştürülürken onlara "yahu şu hadisleri terk edin de müslüman olun" diyen bir aklın, sağlıklı olmadığı kanaatindeyim.

Sokaktan çekilmiş bir Kur'an, her ne kadar reformize edilerek; tarihsel kimliğinden soyutlansa da, "afyondur." Boştur.

Kur'an'ın hayata dair sözlerini, tarihsel bir tutarlılık üzerinden pratize etmek, bunun bir ideoloji olarak yaşama egemen kılınması için vuk'u bulmuş doğal bir eylemdir.

Tabi, "ideoloji" denildiğinde tüyleri diken diken edilmiş indoktrinize yığınların, Kur'an'ı sadec "başörtüsü yoktur, namaz 3 vakittir, namaz 2 rekattır" gibi laf salatalarına malzeme yapması dışında bir sonuç üretilemez.

Bu kitabı, akşama kadar bu kadar eline alıp, bu kadar "pasifleşebilecek" başka bir toplum daha olamaz. Ezilenlerin Rabbi, yeryüzünün zillete düşmüş yoksullarına seslenmiştir. Tuzu kuru kodamanların şifre arayışlarından çok daha evladır bu.

Bilal var ya da yok. Ama eğer varsa; benim anlattığım gibi olduğuna inanıyorum...
Eren Erdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eren Erdem Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
aorskaya (22. February 2013)
Alt 21. February 2013, 04:09 PM   #7
Eren Erdem
Uzman Üye
 
Eren Erdem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 122
Tesekkür: 3
67 Mesajina 122 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Eren Erdem is on a distinguished road
Standart

Sevgili Galip Yetkin,
fakirlik nedir? Modenizmin ve uydurulmuş sekülerizmin bize dayattığı lisan-ı hal ile bu kavram, servetten mahrum olmak manasına gelir.
Velev ki Kur'an'da fakr, "Allah ile bağlılığı imgeler."
Hepimiz fakr'ız. Allah'tan gayrısına ihtiyaç duymamanın adıdır fakr'lık.

Fakr olmak, "küresel finans oligarşisinin zorbalıklarına göz yummamak, 3 kuruş için izzeti pazara çıkartmamak, kapitalizme abdest aldırmamak, bölüşmek, ;Allah'ın nimetlerini gasp etmemektir."

Anladığınız manada, sefil olmak değildir.

Esenlikler.
Eren Erdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Eren Erdem Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
aorskaya (22. February 2013)
Alt 21. February 2013, 04:17 PM   #8
merdem
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 1.606
Tesekkür: 667
710 Mesajina 1.305 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
merdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud of
Standart

Cok saygideger Erdem Kardesim,

Sünnetin isiginda ve genis tarih bilgileriyle Kur'an'i anlamak iyi güzelde, bir gayri müslim Islam'a girmek arzusunda oldugu zaman illede koskoca Islam tarihini ögrenmek zorunda midir Kur'an'i anlayabilmesi icin.

Biliyoruz ki cok müskülatli, cok zaman isteyen bir konudur bu. Islam'i arzulayan kisilere ne büyük bir yük yükledigimizin farkindamiyiz? Ki kendi milletimizin dahi yeteri kadar bilgisi yoktur ne Islam Tarihi hakkinda nede Sünnet hakkinda. Herkes oturmus ezber yolunda.

Günümüzde ya hadislerle beraber Kur'an'a uyuluyor, ya hadisler olmadan yalnizca Kur'an'in emirlerine, buyruklarina, helal ve haramlarina yöneliniyor.

Anlasmazliklarin ortasinda kalininca da herkes Kur'an'dan ne anliyorsa ona göre hareket etsin denip cikiliyor iyin icinden.

Selam ve dua ile.
merdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 21. February 2013, 04:39 PM   #9
Eren Erdem
Uzman Üye
 
Eren Erdem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 122
Tesekkür: 3
67 Mesajina 122 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Eren Erdem is on a distinguished road
Standart

Selamlar merdem arkadaş.

Ben İslam'ı dinlerden bir din olarak görmüyorum. Bana göre İslam; metafiziksel bir temelde kendisini var etmiş, yaşamsal realiteden soyutlanmış bir tapınma klavuzu değildir. Lakin metafiziği de kapsayan bir yeryüzü "ideolojisidir."

bir ideolojinin "teorisi vardır." İslam'ın teorisi Kur'an'dır.
Bir de pratiği vardır. Pratik; "teoriyle çelişemez." Pratik, teoriyi yok edemez. Pratik, teoriye savaş açamaz...
Lakin, doğru pratik; mücadelelere ivme katar.

Hz.Peygamber'in "3 şey ortaktır, su, toprak, ateş. Bunlardan alınacak bedel haramdır" mealinde bir hadisini okuyunca, Kur'an'ın bana öğrettiği hakikatler ışığında bu sözün sahih olduğuna kanaat getiriyorum.

Çünkü bir söz; "Kur'an'ın vizyon ve ideolojisine uyduğu ölçüde HAK'tır. Gerek o kişi bu sözü söylememiş olsun. Mazdek, Buddha, Sun Tzu..vb. tüm bu bilgeler, tevhid ideolojisini inşa eden kimselerdir.

Tarihsel bakış, "kısır tartışmalardan ziyade" ideolojik vizyon için gerekir. İman ve itikadda "hadis delil değildir." Yalnız, pratik vizyon kazanma açısından, dönemi analiz etme ve modernizmin tahrip ettiği algılarımızı inşa etme adına yararlıdır.

Batı'lı çirkefler ve Allah'ın düşmanı kapitalist zorbalar, bizi "petro-dolarların hamisi Vahhabiler ile vuruyor." Vahhabiler ne yapıyor?

İslam'ın tüm tarihsel pratiğini hafızalardan kazıyor...

Bir müslüman Kerbela'yı unuttuğu ölçüde, bu projeye hizmet eder. Hamza'sız İslam olmaz. Ebuzer'siz zühd olmaz...

Bu, Kur'an'ı şartlara bağlamak manasına gelmez. Kur'an'ın geniş bir bütünlüğün parçası olduğu manasına gelir. Kur'an tek başına yeterli midir? EVet! Lakin hangi koşullarda? Tahir aklın ortaya çıktığı koşullarda...

Tahir aklı ortaya çıkartmadan bu slogana adapte olmak, necasetin taharet maskesi takarak yüreklerimizi işgal etmesine neden olabilir. Muaviye'nin yeşil sarayını Muaviye'ye zindan eden Ebuzer'el Gıffari'nin varlığı, şirkin korkusunu, tevhidin yakınlığını temsil eder.

Muaviye realitesini, tarihsel bir imge olarak okuduğumuzda, Kur'an'ın kıssalar üzerinden çizdiği tarihsel vizyonu kaçırırız. Firavun ile Muaviye'nin uyumu üzerinden, yaşayan Muaviye'lerin hangi konseptte iş yürüttüğünü tespit etmek zorlaşır.

Bu açıdan, iman ve itikadda hadis delil değildir. Lakin Kur'an'ın %5'lik kısmı olan iman ve itikad konuları dışında kalan ; "zühd, devrim, mücadele, cihad" gibi konularda, tarihsel vizyon gerekir. Müslüman olmak için "tarih bilmek gerekmez." Lehulhamdu ve Lehulmülkü ve La ilahe illallah, Muhammed'en Resulullah demek yeterlidir.
Yani "bundan sonra Allah'tan başkasını övmeyecek, O'nun mülkünü gasp edip başkalarından esirgemeyecek, O'ndan başka otorite tanımayacak ve O'nun elçisi Muhammed'e bu işleri yaparak tabi olacağım"
Eren Erdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 21. February 2013, 04:58 PM   #10
merdem
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 1.606
Tesekkür: 667
710 Mesajina 1.305 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
merdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud of
Standart

Bütün peygamberler ırk, renk, dil, millet ve vatan üstü, tüm insanlık için kula kulluktan ve kölelikten kurtuluş reçetesi olan "La ilahe illallah" kelimesini, tevhid inancını ve İslam'ı tebliğ için gönderilmişlerdir.

Tabiatiyla ürkek olan tavsani daha cok ürkütmege gelmez.

BAKARA / 285. Elçi, kendi Rabbi'nden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve Elçilerine iman ettiler: "Biz Allah'ın Elçileri arasında ayırım yapmayız." Ve "Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır" dediler.

Tevhid ve bu Amentü ile baslamak daha anlamli. Kütüphaneleri dolduran milyonlarca kitaplar var, bir insan ömrü yetmez bunlari okumaya. Isin tuhafi kimimiz belli noktalarda takilip kaliyoruz ve Kur'an meallerine kadar bu takintilarimiz isleniyor.

Sizce normal midir, mesela: Tüm peygamberlerin sifatlarini Allah'in son elcisinde toplayip Zülkarneyn diye tanimlamak?
merdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bilal, köle, sesi, İslamın


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:59 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam