hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HUKUK > Hukuk > Şeriat

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 24. October 2011, 09:16 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Şeriat

Hak ve Batıl Şeriatlar.-1-.
(Sosyo ekonomi politik yönden bir bakış)


Şeriat, vahili dinlerde vahinin kendisidir ve kendini tanımlaması ve ilkelerinin yoruma muhtaç bir format içermesi kendi özelliğidir. Vahisiz dinlerde ise yine kendisinin kendince bir şeraiti(felsefesi) vardır. Bu ya geleneğin kendisi, ya bir kâhinin oluşturduğu ilkelerin bütünüdür. Mesela Bakchos dini elbette ki kendince bir felsefe(şerait) taşımaktadır. Onun hayata yansıtılmasındaki ayinler, merasimler, içki içen kadınların o gece evlerini terk ederek birlikte çırılçıplak şölen yapmaları ve davranışlarının, hayat tarzlarına yansıyan açıklama ve uygulamalarının tümü onun din ve mevzuatıdır.

Vahili dinlerde bu, dua ve sosyal davranış felsefeleri vahiyle bildirilen dinin felsefesi, iyi kötü tanımları v.b. bütün üst ve ilk ilkelerine şeriat; bunun insan yetisi ve mizacına göre yorumlamasına din veya mezhep, davranış alanına yansıyan ahlak ve hukuki düzenlemelerine de mevzuat denir.

İşte bu şeriat'lerden dinler ve boş(batıl-boşuna çabalar, boş şeylerle oyalanmalar) dinleşmeler arasındaki farkın farkındalığı için ''HAK'' nedir bilinmelidir

"Hak din"le neyi kasdederiz?

Bu Allah indindeki geçerli dindir. Öyle ise öncelikle Hak kavramına ağırlıklı olarak hangi anlamlar yüklenmiştir?

Burada toplanan ve anlatılan mânâların bir kısmı Kur'an ayetlerinde ”Hak” kavramının geçtiği yerlerden esinlenerek verilmiştir. Eksiği fazlası olabilir. Ama durum böyledir. Bunu Osmanlıca ansiklopedik sözlükten verelim.

HAK(HAKK)(Batıl’ın zıttı):
1-Doğru, gerçek. Vacip ve lazım olan. Her sabit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salâhiyeti. İktidarı, bir şey üzerindeki malikiyeti.
2-Dava ve iddia.
3-Hakikate uygunluk.
4-Geçmiş harcanmış emek, pay, hisse.
5-Münasip.
6-Din İslamiyet.
7-Kuran.
8- Vukuu vacip, geleceği şüphesiz olan.
9-Kıyamet.
10-Mahz-ı hakikat.
11-Yapacağını yalansız yapan kimse.
12-Musibet.

Öncelikle Mahz-ı hakikat deyimindeki Mahz kavramı hakkında bilgi vererek detaya girelim,

Mahz:1-Safi ve halis. Katıksız. Sırf.
2-Hulus ile muhabbet.
3-Ta kendisi.
4-Sadece.
5-Su katılmamış süt.

Mahz-ı Edep:
Edebin ta kendisi Sırf terbiye ve edep.

Mahz-ı Hikem:
Akıllığın ve filozofluğun ta kendisi. Hikmetlerin ta kendisi.-

Bilindiği gibi filozofluk sofistliğin zıttıdır. Sofist yalanlarla toplumun aklını çelerken, filozof hakikatin arayıcıdır. Zaten bu kavram ortadoğuda gelişerek Yunana gittiği bilindiğine göre, Filozof kavramı Sâmi dilleri kökenli, muhtemelen Süryanca’dan geçmedir. Anlamını ise Fi-Lâ-Sofu kavramında aramak gerekir. Sofu ise, Ehl-i Suffa’nın zıttı olup, hakikat arayıcısı değil, ham sofu, aklını kullanmayan, ağızdan dolma tüfek gibi ağzına ne konulmuşsa onu tekrarlayan tutucu anlamına geldiği veya sofist anlamını taşıdığı için “Lâ” olumsuzluk eki getirilerek sofu olmayan, aklederek tedebbür eden tahkiki iman sahibi akıllı insanlarla isim olmuştur. Selam ona İbrahim de kendisine tam hidayet edilmeden önce böyle bir fityan mensubuydu, filozof ve akıl sahibiydi.

Hak kavramının anlamların birisi de vücubdur. Vâcip, dinin mükellefiyetleri arasında geçen ve ''Farz''a denk bir kavramdır. İkisinin de etimolojik incelemeleri bize, özel girişimin değil kamunun semirmesi gerektiğini, bir kimsenin ayrı, özel gedik(su içme yeri, rızık elde etme kaynağı) edinmeyip kamuya maişet karşılığı çalışmayı tavsiye eden kavramlar oldukları anlaşılır. Zaten bunun için Hakk kavramının 4. sıradaki anlamı “Geçmiş emek, harcanmış emek pay hisse” anlamları kavramın içinde bulunmuştur. Hatırlarsak, ''insana ancak çalışmasının karşılığı vardır'' şeklindeki Kur'an ayetlerinin anlamlarından birisi de herkesin helâl olacak kazancı, ancak canlı emeği beden gücüyle elde ettiğidir. Kullandığı vasıtanın, sermayenin, işletmenin getirdiği ekstra kazanç kendisine helâl değildir. Bir farkla ki, içinden kendisinin ve bakmakla mükellef olduklarının mutedil masraflarını almak kendisine helâldir. İşte hak kavramının bir anlamı da hisse ve payların, sermayenin ve işletmenin tüm geliri değil, bir kimsenin işletmesi varsa oranın kazancından kendisine helâl olan şey, onun bedensel çalışması piyasada ne getiriyorsa odur. Diğer kısmı olduğu gibi hazineye vergi olarak teslim etmesi gerekir… İşte dindar ve Allah indinde dinden dönmemiş, irtidat etmemiş, dinin içini boşaltmamış kabul edilen kimse, öyle yapan kimsedir.

Birçok Kuran ayetinde ''ihtilaf'' geçer, bu ihtilaf şirk üzerine bir inanç ihtilafı değildir. Daha ziyade sosyo ekonomi politikte sulh ve barışı sağlayan dostluk sosyo ekonomi politiğini yaşamanın şart olup olmadığı üzeredir. İslam, bu koşullara boyun eğmek liberalistçe buna isyan etmemektir. Selim, selam kavramlarının diyalektik incelemesi hakikati bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. İyi manalar Salihlere, kötü manalar Bağı’lara gitmektedir.

Allah indinde din İslam’dır diyen ayetteki kimlik, ''Müslüman''ım diyenin kimliği değil, bu, sosyo ekonomi politiği ifade ile, Kur'an sosyo-ekonomi politiğine aykırılığı ortadan kaldıran kimliği tanımlamaktadır. Faiz, borsa, borç musibetine son vermektir. Çünkü Bağı(şakilik) hasetle birliktedir; hatta bu kavramın anlamları içersindedir. Haset ve kinle motive olmayı gerektiren sistem ise liberalizmdir. Bu fitne üreten bir sistemdir. Öyle ise buna son vermeden ve sureti haktan görünen hem İslam hem de liberalist olanların (münafıkların) yönetim ve ekonomiden uzaklaştırılarak her alanda müsavat ve sadakat üzere yaşayan insanların sistemini kurmadan “Din Allah’ın” olmaz.

“Allah indinde din İslam’'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki azgınlık/HASED/hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerine nankörlük edenlerse bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur”.(Ali İmran–19)

Din amel açısından ödenmesi gereken borcu ödemektir. Öyle ise insan, yaşamında siyasal, sosyal ve ekonomik sistemlerde, hased içirmeyen bir düzen içinde yaşamak zorundadırlar. Toplumun zıtlar savaşına, doğal mücadeleyle rızık edinmeye sürüklenmesinde birinci etken ''hased''dir. Her sınıflı toplum ve günümüz liberalizm-Kapitalizmin temel dayanağı olan bu habis koşulun gerekli olduğu asimetrik sistemleri göz önüne getirelim: başarılı olanların en hâsidleri, en kindarları, en haksızlık edenleri, en girişkenleri, en arsız ve yüzsüzleri, en hayâsız ve en insafsızlarıdır. Zaten haksızlık da, insafa sığmaz işler yapmak değil midir? Oysa İslam sıdk üzere inmiştir, doğruluk dinidir. Kapitalizmde ise doğruluk yoktur, sistemin niteliği gereği doğruları yaşayamazlar. Neden dağ-taş reklâm dolu? Çünkü cebinize girecek paraya göz dikmişlerdir.

İhtilafın kökeninde ''hakikat ehli'' sıddıklara karşı, hak dinin içini boşaltarak batıllaşması yönünde tavır alan, toplumun iç yapılanmasında sınıflı toplumu, doğal mücadeleyi savunan egoist liberalistlerin karşıt tavırları gözlemlenmektedir. Bu ''Bağy'' mizacı olup, hased ve kin, düşmanlık üzerine kurulmuştur. Zaten Liberalist sistem ve benzerleri düşmanlık ve hased üzere iş görürler. Bu olmazsa sistemde yaşayamazlar. Hak din karşısında bu aynı zamanda kibirlilik, cimrilik ve daha da önemlisi Sıla-ı rahimin kesmektir. Yani insani ilişkilerde samimiyet ve doğruluktan ayrılmak, yalan dolan, lafazanlıkla akılları çelme üzerine kurulmuş bir şer sistemidir. Sıla-ı rahim, esasında herkes herkesin iyiliğini isterken(Salla), bu sistemlerde onun tersine, başkasının felaketini hazırlamak, felakete uğrayanlara ''oh oldu'' demek geçerlidir. Çünkü birisinin terakkisi diğerinin helâkine bağlıdır. Bu mizaç, bağy, tâğut ve Deccal mizacı olduğu için, sıdk olan kâmil insan(İsa)-vera sahibi insanın zıttı olduğu için, Hıristiyan literatüründe buna İsa karşıtı (Anti-Christ) denilmiştir. Çünkü İsa, İnsan-ı Kamil, Mesih, oruç ehli(Takva, vera ve zühd ehli) olduğu için Mesihlik kavramı açısından da bu mizaç vera karşıtıdır. Yani ferdiyetçi, yani mülkü topluma fitne yapan, yani liberalist, yani kapitalisttir.
(Adalet ve Rahmet Sitesi'nden alıntılanıp derlenmiştir.)

Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (16. August 2015 Saat 09:26 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (24. October 2011)
Alt 24. October 2011, 12:54 PM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Hak va Batıl Şeriatlar-2-.

Allah, insanlık tarihi boyu hep hakkı vahyetmiştir. Bunun için sema’ı dinler tesisleri(kuruluşları) itibariyle batıl olmayan dinlerdir. Çünkü hak ile batılı ayırmak üzere gönderilmiştir. Sonradan içlerinin boşaltılmasıyla batıllaşmaları belki söz konusu olabilir. Bunun anlamı ise imandan ziyade ameldeki dalalet yollarıdır. Bu sapkınlığın imanı zedelemediği söylenemezse de, biz batıl deyimini sosyo ekonomi politiği sulh ve barışı artık sağlayamayan, amelleri bir oyalanma boş işlerle uğraşıp özü gözden ve uygulamadan kaçırılması olarak anlayıp anlatıyoruz. Buna dini deyimle hüsranla sonuçlanan ameller diyebiliriz. Burada en önemli eksiklik adalet ve merhametin ihmal edilerek bu konuda gaflet edilmesidir.

İsrail oğullarına indirilen din batıllaşmadan önce doğru yola iletici nitelik taşıdığını bize bildiriyor aşağıdaki ayet. Bu ise doğruluktur. Eğri ve doğrunun gerçek ilmi verilir ki, zanni değil, hakiki doğru bilinsin ve ona uyularak ameller boşa çıkmasın. Çünkü adalet yapılmadığında kişinin yaptığı hayırlar kendisinden alınarak, hakkına tecavüz ettiği insanlara verileceğinden, ahirette iflas edenlerden olur. Hakiki müfliste budur.

“Doğru yolu bulasınız diye Musa'ya Kitab'ı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik.(Bakara–53)

Aşağıdaki ayet bize başta Maide suresinin 48.ayeti olmak üzere birçok ayeti tefsir eden bir ayettir. Bilindiği gibi Kuran’la gelen dinin ismi İslam’dır. Ama sema’ı dinlerin tümünün genel adı kavramsal anlamda İslam’dır. Ancak dikkat etmemiz gereken çok önemli bir husus, bu dinin kapsamı Silim kavramının bütün yapım ve çekimlerinde var olan olumlu anlamları içeren bir büyük anlamlar dizisidir. İslam, dinin kimliksel ismi değil, niteliksel ismidir. İçi boşaltılıp koflaştırılmış bir dine kimliksel anlamda da İslam denilebilir, ama niteliksel olarak ortada pek de hak bir din kalmamıştır da denilebilir. Temel ilkeler ihmal edildiği veya hayata yansıtılması koflaştırıldığı, içi büyük ölçüde boşaltıldığı için, içeriksizlik anlamında bâtıllaşmıştır. Bir takım kıyafet yönetmelikleri ve ceza tüzükleri ortalık yerde durmaktadır ama, çoğu kez adalet ve merhamet dinin minhacı olmaktan çıkartılmıştır. Kuran en son kitap olarak Tevrat’la gelen orijinal dinin ilkelerini tasdik etmiştir. Onun mevcut eksik ve içi boşaltılmış uygulamada ona fatura edilen dini değil, vahisel ilkelerini tasdik sözkonusudur. Yine aşağıda mealini vereceğimiz ayet, Yahudilerin din sahibi olmayı hakka inanmak değil, hizipsel bir taassupla din olarak uygulamaya koyduklarına sarılıp kopmadıklarını bize bildirir.

Böyle yapan kimseler Allah’ın indirdiğine değil, kendi din edindiğine inananlardır. Kendini İslam’a mensup olarak tanımlasa da durum budur. Çünkü teslim olmanın şartlarına tamamen uymadan işlerine geleni din edinmişlerdir. Allah’ın indirdiğiyle tam örtüşmeyen şeylere inandıklarını yine ayet bize bildirir. Siz hak manada Tevrat’a inanmış değilsiniz.Vaktiyle de, inen Tevrat’tan başka Tevrat istediğiniz için zaten peygamberleri öldürüyordunuz. Bu ise hak manada ona inanmış olmadığınızın delilidir diyor ayet. Siz ona verdiğiniz çarpık anlam ve yorumları din edindiniz deniliyor. Bunun delili Peygamberleri öldürmenizdir deniliyor. Ona hakkıyla inanmadığınız için, O’nu tasdik eden Kuran’ı da inkâr ediyorsunuz denilmektedir.

“Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o Kuran kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? Deyiver.”(Bakara–91)

“Doğrusu biz seni hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.”(Bakara–119)

“O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.”(Bakara–176)

Tarih boyu ihtilafın merkezinde imanın değil, amelin bulunduğunu aşağıdaki ayet çok güzel açıklar. Yani sınıfsız ve üniter(Hak ve tek cemaat) bir toplum olmaya, farklılık peşinde koşmamaya, işlerin ve amaçların birleştirilmesi yolundaki hükümlere itiraz edenlerle, hakiki dostlar toplumcuğunu savunanlar arasında ihtilaf çıkmıştır. Tek millet, tek ümmet ve üniter toplum idealine karşı çıkıldığını ayet bize anlatır. Yani liberalistler dinin hak olan toplumcu sosyo ekonomi politiğine şiddetle karşı çıkmışlardır. Oysa, o ilkeler tek bir ümmet olmanın ayrılmaz şartıdır. Şöyle ki:

“İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki hased ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.”(Bakara–213)

Herkesin, herkesin derdiyle dertlendiği bir yüksek ahlak yapısı içinde iken, kitap ve peygambere bile gerek yoktu. Ama tefrikadan yana olanlar ferdileşmek, imtiyaz ve iltimaslı duruma geçmek isteyenler yollarını büyük cemaatten ayırmaya, ayrı tarikler tutmaya başlayınca, Allah kitaplar ve peygamberler göndererek toplumculuğun hak olduğunu tekrar hatırlattı. Ama hased üzerine yarışıp rekabet etmek isteyen ve bunda ısrar eden liberalistlerin hidayete layık olmadıkları apaçık ortada bulunduğu için Allah, güzeli onaylayan ve Yüsra(Semirmeden karşılıklı yardımlaşmak) güzel ahlakı üzere olanlara hidayet ederek, onların kalplerini daha da sağlamlaştırdı(Leyl-5,6). Liberalistler ise rekabet, kin, hased ve düşmanlık üzere olan liberalizm üzerine bırakıldılar. Allah dileseydi cimrileri de doğru yola iletirdi. Ama onlar içlerindeki hasedi çıkarmaya yanaşmadıkları için böyle bırakıldılar. Ya tâğutlaştılar, ya da tâğut’a(Şerli kimselere, bağı olanlara ve Rum-Roma soysa ekonomi politiğinin takipçisi olanlara, Avrupalılara, ABD'ye) kullar yapıldılar. Onların bir kısmının zulümden dolayı cezaları dünyada veriliyor ve verilecek. Ama bu ceza ahirette hiçbir zaman mahsup edilmez. Bir kısmının cezası ahirete bırakılır. Aşağıdaki ayet bunu anlatmaktadır.

“Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının.”(Bakara–281)

Bütün sema’ı dinler ve kitaplar anti liberalist, anti egoist yüksek ahlak üzereydi. Kuran bunları bu nitelikleriyle tasdik etmek için gönderildi.

“(Resûlüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti. Olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir”.(Ali İmran–3)

Allah, Bakara 213. ayetteki takdirinin sebepsiz ve keyfi olmadığını aşağıdaki ayette bize açıklar. Bunlar tâgut’un yolunu yol edinen Müslümanlardır. Zamanımızda Allah yolu ve onun toplumcu Medine kriterlerinden olan Ensâriyet’in karşılıklı yardımlaşma(Tenâsur veya Nâsara) ve diğerkâmlılığın ifadesi olan îsâr güzel ahlakı üzere antiliberalist ve antikapitalist bir yolu izlemeleri gerekirken Kopenhag kıstasları ve benzerlerini kabul ederek tâğut’a kulluk için can atanlara giden bir ayeti bize açıklar.

“İman etmelerinden, Resûl'ün hak olduğuna şahadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez”.(Ali İmran–86)

“İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez”.(Ali İmran–108)



Şimdi de her iki ayeti içlerinde geçen “Hak” kavramanın sözlükten verdiğimiz anlamlarından hangisinin kapsamı içinde kaldığını açıklayalım. Ali İmran 86. ayette Resul’ün gerçek bir elçi olduğu anlamında hak kavramı kullanılmıştır. Yine yalandan uzak olduğunu hakikati açıkladığını ifade eder. Ali İmran–108. ayette yine Hak olarak nitelenen ayetler Mahz-ı hakikat olduğunu bize bildirir.

“Dönüşünüz hep O'nadır. Allah'ın vaadi haktır. Her şeyi ilk baştan yaratan O'dur. Sonra iman edip Sâlih amel işleyenleri hak ettikleri ölçüde mükâfatlandırmak için geri döndürecek olan yine O'dur. Kâfirlere de inkâr ettikleri için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap vardır.”(Yunus–4)

Yukarıdaki ayette ise hak kavramı, layığını bulmak anlamında kullanılmıştır. İyi iş yapanın işinin karşılığı iyiliği, kötü iş yapanın da hissesine azabın düştüğünü ifade etmek amacıyla “Hak” kavramı kullanılmıştır. Hak ve hakikat dışında sözler söyleyenler zanlarına uyanlardır. Hak ettiğini bulma hakikat yasasını aşağıdaki ayet gerekçeleriyle tekrar bize hatırlatır.

“İşte burada herkes geçmişte yaptığını bulacak. Ve gerçek Mevlâları olan Allah'a döndürülecekler. İftira edip uydurdukları şeyler de kendilerinden büsbütün uzaklaşıp gidecek.”(Yunus–30)

Üstelik bu aşırı gidenler(Fâsık’lar), gerek çevredeki nimetlerin ve gerekse insanın üstün kılındığı algılama ve idrak etme üstün yetisinin de sahibinin Allah olduğunu bildikleri halde Allah’ı veli ve vekil etmekten kaçınan, tâğut’u ve mülkü veli edindikleri için kınananlardır. Ya kişilere kendi kendilerine Ulûhiyetten pay vererek şefaatçiler ararlar, ya servet ve sermayeyi veli edinerek ağniya olurlar, ya da cenabı hakkı bırakarak tâğut kavramına giren sapkın azgınları veli edinirler(Avrupa birliğine-Yemin-i Bânus((az vergi ile sahibini günah dünyasına daldıran liberalizm-kapitalizm)) üzere birlik-veya A.B.D. Deccaliyetine avâne olmak için), vakarsızca yaltaklanırlar. Tâğut’un bir anlamı da Roma fâsık ve fâcir sosyo ekonomi politiğine mirasçı olan Avrupa devletleridir. Zamanımızın sapkınlığı ise, kapıdan kovuldukları halde bacadan bunlara yanaşma olmaya gayret gösteren bir taife vardır. Oysa Allah Müminlere tâğut’tan uzak durmalarını emretmişti. Buradaki sapkınlık hem ulûhiyette kıstı, hem de insani ilişkilerde kıstı ihlal ederek zalimlerden olmayı içermektedir.

“De ki, "size gökten ve yerden kim rızık veriyor? O, kulaklara ve gözlere hükmeden kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kim? İşleri idare eden kim?" Hemen "Allah'tır" diyecekler. De ki, "O halde Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"(Yunus–31)

“İşte o Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Gerçeğin dışında sapıklıktan başka ne vardır? O halde haktan nasıl çevriliyorsunuz?”(Yunus–32)

“Hak dinden çıkmış fâsıklara Rabbinin kelimesi şöyle gerçekleşti: Onlar artık imana gelmezler.” (Yunus–33)



Yukarıdaki Yunus–33. ayet şöyle de anlamlandırılabilir.''Bu budur. Rabbin yoldan çıkanlar hakkındaki “onlar iman etmezler” sözü gerçekleşmiştir” şeklinde de anlaşılabilir. Her hâlükârda zanlarına uyanlarla hakikate uyanlar arasındaki farkı ortaya koyduğu için hak ve batıl dinlerin önemli ayrımını bize bildirmektedir. Yine aşağıda göreceğimiz yunus–34 ayet, Allah dışında kimsenin yaratma, öldürme ve tekrar diriltme ve daha da önemlisi, dirilterek hesaba çekme, sevapları çoksa mükâfatlandırıp cennete koyma, suçları çoksa azap ederek cezalandırma yetkisi ve gücü olmadığını insanlara hatırlatır. Yunus–35. ayette ise doğru yolu gösterip ateşten kurtulmanın yolunu Allah’a eş tutulanların ve yine Allah gibi sevilerek putlaştırılan maddi zenginliklerin güçleri olmadığını vurgular. Şöyle ki:

“De ki: "Allah'a eş tuttuğunuz ortaklarınızdan, önce yaratıp, sonra da onu çevirip yeniden diriltecek var mı?" De ki, "Önce yaratıp, sonra da onu yeniden yaratacak olan Allah’tır. O halde nasıl yoldan saptırılıyor, döndürülüyorsunuz?"(Yunus–34)

“De ki, "Ortak koştuklarınızdan doğru yolu gösterecek olan var mıdır?" Deki, "Allah, hak olan doğru yola hidayet eder. O halde doğru yola hidayet eden mi kendisine uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı daha layıktır. O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz?"(Yunus–35)

Göz boyayıcı ve yalancı sofistlerin ta kendileri olmalarına rağmen, delillerle isbat edilmiş dopdolu Allah kelamına yalan ve göz boyama derler. Mugalâta ve safsatalarla insanları yanıltan, aklını karıştıran doğru yolu eğri, eğri yolu doğru gösteren yalancı fâsıklardır. Aşağıda ki ayette geçen sihir bu anlama gelir. Oysa Allah hakkı insanlara bildirir ki, bizden öncekiler, müşrik, fâsık ve fâcirdi; biz doğru yolu nasıl bilebilirdik diye mazeret ileri sürmesinler diye gönderir. Şöyle ki:

“Kendilerine tarafımızdan hak gelince, "Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir." dediler.” (Yunus–76)

“Musa dedi ki, "Size hak gelince böyle mi diyorsunuz? Bu sihir midir?" Hâlbuki sihirbazlar iflah olmazlar.”Yunus–77)

“Allah, hakkın hak gerçek olduğunu kelimeleriyle ispat eder, günahkârların hoşuna gitmese de”(Yunus–82)

“De ki: "Ey insanlar! İşte size Rabbinizden hak geldi. Artık kim hidayeti kabul ederse kendi canı için kabul etmiş olur. Kim sapıklık ederse kendi zararına sapıklık etmiş olur. Ve ben sizin üzerinize vekil değilim."(Yunus–108)

“O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor. Güneşi ve ay'ı emrine âmade kılmış, her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki, çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan ancak O'dur.”(Zümer–5)

“Biz bu kitabı sana, insanlar için hak ile indirdik. O halde kim doğru yola gelirse kendi lehinedir. Kim de saparsa, sırf kendi aleyhine olarak sapar. Sen onların üzerine vekil değilsin.”(Zümer–41)

“Nitekim Rabbin seni, hak uğruna savaşmak için evinden çıkarmıştı. Oysa Müslümanların bir kısmı o zaman bundan hoşlanmamışlardı.”(Enfal–5)

Fasıklar imansızlar değil, itidali aşan doymazlardır. Mecusileşmek nimete küfrandır.Çoğunlukla münafıklar içinden çıkarlar.Sözde imanlarına güvenerek, haksızlıklarının kendilerine bağışlanması gerektiği düşünen ve adeta Allah’a O’nun dinini öğretmeye kalkan gafillerdir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (7. December 2014 Saat 10:39 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (24. October 2011)
Alt 24. October 2011, 01:17 PM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Hak ve Batıl Şeriatler-3

Allah batılla mücadele etmeyi insana görev olarak yüklemiştir. Bunun için hakkın tanıtılması önemlidir. Burada hak terimiyle ifade edilen şey ise doğruluktan başkası değildir. Onun için, bir insanın binci vazifesi doğrulukla eğriliğin, iyilikle kötülüğün ilmini bilmesi gerekir. Yoksa kötülük yaptığının farkına varmaz. Ekonomik kötülüklerin çoğu böyle bir bilgisizliktendir.

“Ki, hakkın hak olduğunu tanıtsın ve batılı büsbütün yok etsin, varsın o günahkârlar istemesin.”(Enfal–8)

“Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitap’ı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, herbiriniz için bir şeriat ve minhac(sistem) belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir.”(Maide–48)

“Biz sana Kitabı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!”(Nisa–105)

Aşağıdaki ayette hak kavramı, layığını buldular anlamındadır.

“Hepsi de gönderilen peygamberleri yalanladılar da azabım böyle hak oldu.”(Sad–14)


Aşağıdaki ayetlerde ise, haksızlık etmek, adaletsizlik yapmak anlamındadır.

“Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telaşa düştü. Ona "Korkma!" dediler, biz iki davacıyız. Birimiz, birimize haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.”(Sad–22)

“Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır.”(Sad–26)

Ahirete inanmayanlar ve gereği gibi inanmayanlar Kuran’daki bilimden mahrum edilirler. Çünkü onlar dünyaya, mala, mülke, hükmetmeye tutkun oldukları için zaten dinleseler de anlamaz ve anlamak istemezler.

“Bak senin için nasıl misaller verdiler de bu yüzden nasıl sapıklığa düştüler! Artık hak yolu bulmaya güçleri yetmez.”(Isra–48)

Batılı yok edecek olan iki şey vardır. Birisi Doğruluktur. İkincisi ise, hem doğruluk ve hem de doğrulukta kendisini sabit tutması için yüce Allah’a dua etmektir. Hak dinde doğruluk bu kadar önemlidir. Burada hak kavramı bize doğruluğu ifade eder. Çünkü bu ayetten sonra Kuran şöyle der:

“(Ey Muhammed!) De ki: " Hak geldi, batıl yok oldu. Elbette batıl yok olmaya mahkûmdur."(Isra–81)

Aşağıdaki ayette hak kavramı hakikatin, doğru bilgilerin açıklandığı bir kitap olduğunu anlatmak için kullanılmıştır.

“Biz bu Kur'an'ı hak olarak indirdik, O, bütün hakikatleri içinde toplayarak indi. Ey Peygamber! Biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.”(Isra–105)

Kuran’da “Hak din” deyimi bu ayette çok net olarak kullanılmıştır. Ayet hak din ve hak olmayan dinin iki önemli farkını açıkça ortaya koymuştur. Bunlardan birisi Allah’a şirksiz inanmak, diğeri ise Ahiret gününe inanmaktır. Yani dünyada yaptıkları kötülüklerin yanına kalmayacağını bilmek ve buna göre insan haklarına, hayvan haklarına ve cansız doğaya karşı haktanır yüksek ahlak ilkeleri dâhilinde hareket etmektir. Ahiret inancı önemli bir durumdur. Bu amentüyü okumak ve dille ikrar etmekten çok ötede bir şeydir. Gerek bireysel ve gerekse toplu faaliyetler sonucunda başkalarının haklarına açık veya ancak bilimin fark edebildiği gizli tecavüzler dahi varsa, bu kimse ahirete inananlardan olsa da “bihakkın” inanlardan değildir. Demek ki bu ikinci koşul, doğru bir sosyo ekonomi politik içinde bulunması gerekmektedir. Bunlar Allah’a inandıkları halde cimriliği(liberalizmi-Kapitalizmi) uygulayanlardır. Çünkü dinin tanımladığı cimrilik “Varyemez” değildir. O bir ferdiyetçidir. Kendisini, ailesini ve en fazla kendi hizbini düşünendir. Buna biz Liberalist deriz. Liberalist aynı zamanda kapitalist olduğu için cimridir. Çünkü Allah, ihtiyaç fazlasının derhal mağdur ve mahrumlar için infak edilmesini emrederken; kapitalizm, artanın infak edilmeyip sermayeye ekleyerek tekrar üretime sokulmasını emreder. İşte bu eylemin din literatüründeki ismi cimriliktir. Şöyle ki:

“Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine lütfünden verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.”(Nisa–37)

Birde cahiliye kibrinden dolayı cömert desinler diye harcayanlar vardır ki, bunların harcamaları dini açıdan keremkarlık ve ihsan değildir. Gururlarını okşadığı ve gösteriş için harcarlar. Kaldı ki halkın sırtından kazandıklarını halka minnet altında verirler. Verdikçe daha çok sömürürler. Oysa hak dinde ihsan elinin emeğini topluma bırakmaktır. Cimrilik deyince ilk aklımıza gelecek olan ferdiyetçilik ve onun ekonomik sistemi kapitalizmdir. Çünkü bu sistemde servet ve sermayeyi toplumla paylaşmayıp elinde tutmak kuraldır. Hak din bu sisteme meyil edenleri ve insanları da buraya yönlendirenleri kınamaktadır. Sistem olarak bunu seçenler yönetici sınıftır. Bunların eylemi hem cimriliğe, hem de cimriliği tavsiye/emir eden, ona vasıta olanlardır. İşte bunlar azabın en şiddetlisine maruz kalacaklardır. Bu ise antikapitalist, antifeodal v.s sistemlerde mümkündür. Şöyle ki.

”Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba duçar olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!”(Nisa 38)

”Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden (onun rızası için)harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkiyle bilmektedir”.(Nisa–39)

”Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir.) İyilik olursa onu katlar (kat kat arttırır), kendinden de büyük mükâfat verir.”(Nisa–40)

Aşağıdaki ayetlerde ise, Müslüman milletin evrensel doğrulara göre ve hak din ilkelerine göre kendi kendilerini yönetmeleri hak olduğu, tâğut ve onun sosyal siyasetinden kaçınılması emredilmişken(Bakara–256/2), buna rağmen hem mütedeyyin olduklarını iddia ederlerken, tutup söyleyip eleştirdikleri yerli mevzuattan bin misli kötü olan tâğut’a milli egemenliği teslim edenler, yasaları onlara yaptıranlar şiddetle kınanmaktadır. Bunlar zamanımız da, Avrupa tâğutlarının Kopenhag kriterlerini ve benzeri yasalarını alarak parlamentolarında tasdik etmekle yetinenler ve kendi yargılarının üzerinde Avrupa ortak yargısını anayasaların üzerine çıkartanlardır. Oysa merhum Mustafa Kemal, tâğutlaşmamak ve onların peşine düşmemek için en önemli şer’i önlem olan devletçiliği ve ulusal ekonomiyi bakara 256/2 şartını yerine getirerek laikliği getirmişti. Bu hakka uygun bir düzenlemeydi. Bunlar ise, sureti haktan görünerek içlerindeki mülk fitnesinin gözlerini karatmasıyla batıl yolu yol edinmişlerdir. Bizden olan ülü-l emr Mustafa Kemaldi. Çünkü devletçilik ilkesiyle, Bakara 256/2 ayete uygun iş yapmıştı. Dini kullanarak dinin altını oyanlar asla bizden değildir.

”Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”(Nisa–59)

”Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.(Nisa–60)


Aşağıdaki ayet bize sureti haktan görünen ve milletin kendi dinini iyi tanımamasından yararlanarak iktidarı ele geçirenlerin mümin değil, münafık olduklarını bize bildirir. Zaten münafıklık ekonomik bir karakterdir. Dinin toplumcu niteliğini kabul etmeyenlerdir. Mülk kendilerine gerçekten fitne olmuştur da, hak dinin içini boşaltarak din edinmişlerdir. Bunları devletçilik, sosyalizm ve kollektivizm düşmanları olarak görür ve hemen tanırsınız. Deccal da, bunlar ve bunların müttefikleri arasından çıkar. Çünkü daha önce kaydettiğimiz bir hadis bize, Deccalı bilgisiz Müslümanların mümin zannettiklerini bize haber vermişti. Dış görünüşleri ve tavırları ile insanları aldatırlar. Burada şunu da öğrenmiş oluyoruz ki, batıl dinler zaten bellidir. Hem Allah inançları sakattır, hem de sosyo ekonomi politikleri egoizm ve cimrilik üzeredir. Diğerkâmlılıktan, devletçilikten hoşlanmazlar. Ama aslı ve orijinali hem ulûhiyette kıst, hem de insani ilişkilerde kıst içeren hak din olmasına rağmen, münafıkların içinin sosyo ekonomi politik yönden boşaltmalarıyla bu açıdan içleri batıllaşan(sonradan batıllaştırılan) dinler vardır. Burada açıklanan örnek bunlara ilişkindir.

”Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitap’a) ve Resûl'e gelin, denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.”(Nisa–61)

”Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felâket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler!”(Nisa–62)

“Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle”(Nisa–63)

Allah kendi yoluna tarik dememiş, sebil demiştir. Bunun kavramsal anlamı ise insanlar için fayda veren şeylerin, ihtiyaç duyulan şeylerin özelleştirilmeyip, kamuya açık tutulmasıdır. Allah’ın hidayet edeceği kimseler, doğru imandan sonra ikinci sırada gelen toplumculuk ilkesinin başat hale gelmesi için mücadele ederler. Tâğutlaşanlar ve tâğuttan işlerini soranlar, onları işlerine hakem yapanlar ise ferdiyetçilik yolunda ittifaklar kurarlar. Toplumcu sistemlere karşı savaş halindedirler. Bunun tipik misali ise yakın tarihimizde, Kore savaşıdır, NATO’ya girmektir, tâğut’ların lideri A.B.D’den yana ittifaklar içinde olmaktır. Oysa NATO, pozitif zühd içeren hak şeraitin ve onun minhacı muttakiler kollektivizminin kökünü silahla kazımak için kurulmuş ve finans kapitalin(Ahır zaman Deccal’ının emrindeki bir şer gücüdür. Yine bir yemini Bânus(Kapitalist üretim tarzı ki, vergileri azaltılarak iltimas ve imtiyazlı hale getirilenlerin sistemi) olan Avrupa birliğine entegre olmaya çalışanlardır. Bunlar sebilin değil, egoizmin ve servetlerin bireylerde toplanmasının savaşını vermektedirler, içi boşaltılarak sonradan batıllaşan din ekonomi politikleri bunlardır, hak bir din iken, adalet ve merhametten soyutlanarak içi boşaltılan din türlerine verdimiz örnektir. Sema’ı(Allah’ın işittirmesiyle edinilen) dinlerin tümü başlangıçta hem iman, hem insani ilişkiler açısından dolu ve hak ilkeler üzere iken, sonradan liberalistleşerek içlerinin boşaltılması anlamında batıllaşmaları böyle olur. Diğer taraftan Sema’ı olmayan dinler, hevâsına uyan insanın başlangıçtan beri zaten batıl olan dinleri ile sonradan hayırdan uzaklaşarak adaletin pelin otuna çevrildiği dinlerin önemli ayrımı budur. Yani akletmeyen ve hevâlarını din edinenlerdir bunlar.

Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (24. October 2011 Saat 01:23 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (24. October 2011)
Alt 24. October 2011, 02:01 PM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Hak ve Batıl Şeriatler-4-.-son-

Resullere isyan ve hatta hakkı söyleyenleri öldürmelerinin temelinde hep “nefislerine aykırı gelen” ilkeleri getirmelerinden dolayı olmuştur. Bakara ve Maide surelerinde bunun bazı örnek ayetlerini önceki bölümlerde vermiştik.Resulleri öldüremeyen dalalet ehli de, onların ardından ya lafızlar üzerinde kalem oynatmış, ya da dünyayı arzu ettikleri için yorumları nefislerinin istediği anlamlara destek yapacak şekilde subjektivleştirmişlerdir. Bunların tümünün niyet ve eylemleri aşağıdaki örnek ayette olduğu gibi özetlenmiştir.

”O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşırlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.”(Nisa–74)

Aşağıdaki ayet Allah yolunda savaşanları daha da detaylandırıyor ve netleştiriyor. Mazlumlar yanında, ezilenler, sömürülenler yanında, zalimin haksızlıklarından iyice bunalanların ferahlaması için savaşanlar olarak tanımlıyor. Sosyal, siyasi, ekonomik tavır alan antikapitalistleri tanımlıyor. Zaten Araf–157 ayet, bu dinin önemli amaçlarından birisinin sömürülenlerin zincirlerini kırarak onları bağımsız ve özgür yapmak olduğu bize bildirilmiştir. Bunun için Selam ona İsa, kendi ümmetine bunlara''gelecek Resul ve getireceği hak vahiye'' yardım edin derken, bir Müslüman siyasetçinin tutup bunun aksini yapması ve tutup kendisini Müslüman olarak tanımlaması çok fena bir şeydir. Yine Bakara 177. ayette bize takva yazılmışken, takva ise “Birr” sahiplerinin niteliği olduğu, bunun özünün ise, yine insanlara kul edilmişlerin bağımsızlıklarına kavuşturulması iken, sureti haktan görünenleri iyi tanımak dinin farz olarak yüklediği görevdir. İşte İslam’a layık olmayanların Nisa 75. ayete aykırı tutumları. Bir Irak var gözümüzün önünde. Kendilerine işkence yapılan erkekler ve ırzlarına geçilen on binlerce kadın imdat beklerken, ya duymazdan geliyor, ya da tâğut’a hava ve kara sahalarını kullandırarak, Allah emrine isyan edenlerin canlı manzaralarını ortaya koyuyor…Libya'nın kokusu da çıkar yakında. Sırf kendilerini iktidarda tutsunlar diye mazlumları boğanlara arka çıkan münafıklar… İşte bu kimselerin dini anlayışları batıldır. Adalet ve merhameti dinin içinden çekerek, dış görünüşleriyle halkı aldatmakla meşguller. İşte tam ırakta ki vahim durum. Geçmişte Viyatnam’a karşı sessiz kalındı. Bu bile insani ve dini bir tutum değildir. Ama Deccal(tâğut), Müslüman Irakta milyonun üzerinde cana kıyınmışken, yüz binin üzerinde ırza geçilmişken, bu açık ayete rağmen sessiz kalınması, Allah ve Resulünün emrini dinlememektir.

”Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!”(Nisa–75)

Hem askeri savaşı, hem de sosyo ekonomik politik desteklerle sebilin zıttı olan sistemlerin ebedileşmesi için antlaşmalar yapmaktır.

”İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar, azgın milletler ve bilhassa Roma Krallıklarının varisi olan Atlantik ülkelerinin ) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.”(Nisa–76)

Yine aşağıdaki ayetin içeriğini güncelleştirirsek, ikiyüzlüler kesiminin şu sözü kulaklarımızda çınlar. “Biz A.B.D ile ters düşemeyiz, büyük devlettir bizi helak eder” sözüdür ki, Onlar Allah’ın her şeye kadir olduğunu unutmuş veya inkâr etmişlerdir. Çünkü mülk kendilerine fitne olmuştur. Yani mevki makam, iktidar ve servet ve sermaye şehvetleri akıllarını başlarından almış, amelleri imanlarını doğrulamamaktadır. Dini ticarete alet ettikleri ve kurdukları vakıf şirketlerinin kârları azalacak diye böyle yaparlar.

”Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da "Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?" dediler. Onlara de ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez."(Nisa–77)

Hak olanı yapın ikiyüzlülüğü bırakın denildiğinde, Selam ona Musa ümmetinin onu suçlayıp, başımıza bu olumsuzluklar bizi mısır kompradorlarıyla ters düşürdüğün içindir. Rahatımızı kaçırdın, diyalogumuzu bozdun demeleri gibi, bütün münafıkların değer yargıları böyledir. Aşağıdaki ayet bunu evrensel bir hüküm olarak bildirilmektedir. Allah ise onlara, ölümden korksanız da sizi bulacaktır. Niçin namertçe davranıyorsunuz, nasılsa öleceksiniz hiç olmazsa karakterli olun…

”Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa "Bu Allah'tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi Allah'tandır"" de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!”(Nisa–78)

”Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.”(Nisa–79)

Allah’ın kendi yolum dediği sebil sistemi, artanın servet sermaye yapılmayıp olduğu gibi infak edilmesidir. Zaten sebil, mal ve hizmetlerin kamuya açık tutulması ve sunulmasıdır. Yahudiler bunu yerine getirmeyerek, mahrum ve muhtaca haksızlık yaptılar. Bu ise, insanları hak yoldan men etmektir. İşine mani olmaktır. Bunun için Yahudilere iş ve meslek hususunda daha önce helal olan şeyleri Allah haram ettiğini aşağıdaki ayette bildirir.

”Yahudilerin yaptıkları zulümden, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden, menetmelerinden dolayı kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık.”(Nisa–160)

Aşağıdaki ayette ise, faiz almaları ve insanların mallarını haram yoldan yemeleri uzun izahı gerektiren kavramlardır. Burada kastedilen şey, ihtiyaç fazlasının kamuya iade edilmeyip az bir yüzdelik vererek emre riayet etmemeleridir. Biz kavram analizi yapmıyoruz, sadece sistemlerinin sebil karşıtı olup, artanın sermayeye katılarak yeniden üretime sokulduğu kapitalist üretim tarzı olduğuna değinmekle yetiniyoruz.

”Men edildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.”(Nisa–161)

Aşağıdaki ayete geçmeden çok önemli bir hususu belirtmiş olalım. Allah, yoldan saparları ve dinlerinin içini boşaltarak batıl inanç ve amel sahiplerini yukarda nitelikleri verilen, nemaları ellerinde tutarak sebepsiz yere veya boş bahanelerle, Hakk nazarında geçerli sebep sayılmayan nedenlerle yemelerini batıl yol olarak açıkladı. Eğer bir toplumda ihtiyaçtan fazla kazanç elde ediliyorsa, mutlaka bu, birçok insanın mağdur ve mahrum edilmelerine sebep olur. Bunların kazançlarına, başkasına gidecek şeyleri imkan bolluğu ve ellerini çabuk tutmaları nedeniyle zimmetlerine geçirenler faiz yiyenlerdir. Çünkü faizin altmış iki çeşidi vardır. Bu fasık ve münafıklar haksız yere toplumun geri kalanın hakkını yiyenler denilir. Şimdi bunun zıttı aşağıda gösterilmektedir. Onlar Salât-Salâvat(Havra manastır kollektivistleri) ehli olan mülkte iştirak içinde olanlar veya artanın hepsini topluma iade ederek hakkıyla zekât/vergi verenlerdir. Böyle yapmayanlar faiz(Nema) yiyenlerdir. Bu zekât türü, cimrilerin zekâtından farklı olarak Ali(r.a) tarafından tanımlanan ve “Artanın hepsi” denilen türden hakiki zekâttır. Ya mülkte iştirak halinde olup namazı(Salâvat) hakkıyla eda edenlerden olacaksınız veya mülkte iştiraki tercih etmemişseniz, bu kez de kazancı servet ve sermayeye çevirmeyip, sizin ve bakmakla yükümlü olduklarınızın günlük ihtiyacından fazlasını aynı gün sebile(Devlet hazinesine, kamuya) geri iade edeceksiniz. İşte ahiret gününe hakkıyla inanalar ve hak dinin Karz-ı Hasene ilkesini uygulayanlardır bunlar. Bunların dinleri batıl değildir. Vahyi özüne uygun yorumu(Mezheb) din edindiklerinden, sadece bunların yoluna hak manada şeriat denebilir.

Bihakkın ahirete hakkıyla inananların bir tanımını da ilerde Meariç suresinin ilgili ayetlerinde göreceğiz. Diğer önemli husus ise, ilimde derinleşenlerin edindikleri dinin sema’ı kökenli dinlerden sonra hak din olarak ikinci sırada yer almasıdır. Zaten Luka-Meen de böyle biriydi. Mesela Ankebut suresi 49. ayette bu aklı çalıştıran ve doğru sanılarda bulunan, akla uygun söz söyleyen(Luka-Meen) insanların dinleri de batıl olmayanların dinlerindendir. Mesela, Pythagoras, Sokrates, Platon böylece hakkı bulanlardır. Bunlara Kuran sabiler der. Bazı müfessirlerin zannettiği gibi sabiler yıldızlara tapanlar değil, doğru akıl yürüterek hem vâhid olan Allah’a şirksiz imana kavuşanlar, hem de mülkün iştirak halinde kullanılmasının dindarca olduğunu ortaya koyup ispatlayarak hem iman, hem de amel yönüyle batıl olmayan dini din edinenlerdir(sabileri Ansiklopediden Araştır). Onun için ayetin ilk cümlesi bunlara atıf yapmakla başlamaktadır.

”Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler; Allah'a ve Ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.”(Nisa–162)

Aşağıdaki iki ayet ise, hem hak, hem de batıl dini bize açıklamış olur. Hak bir dinin iki önemli ilkesinden birisi, hem Allah’ı şirksiz kabul etmek, hem onun adalet ve merhamete ilişkin yolu olan sebili ikrar ve kabul ederek o yola girmek iki önemli ilkedir. Hak din bunlara birbirinden ayırmaz. Buna uymayanlara zalim der. Şirkin zalimlik olduğunu zaten Lukman–13 ayette bize Lukman’ın ağzıyla Allah ilan eder. Öyle ya, adil birisine Allah hakkını inkâr yakışır mı? Yine sebil denilen toplumculuk, içinde zulum içermeyen bir ameldir. Bu ikisi hak dinin iki önemli mesnedidir. Batıl din ise, bu ikisinin dinde önemsenmediği hallerdir. Şöyle ki:

”İnkâr eden ve Allah yolundan(Sebil) alıkoyanlar şüphesiz doğru yoldan çok uzaklaşmışlardır.”(Nisa–167)

Günümüzde sebil kavram ve kurumunun karşılığı devletçilik, sosyalizm ve kollektivizmdir: Havrayı(Salât-Salâvatı) ayağa dikerek ihtiyaçtan artanı(Zekâtı) mu minval üzere vermektir. İşte bundan toplumu mahrum edenler ferdiyetçiliği bunun yerine oturtturup, liberalist ve kapitalist sistemi uygulayanlardır. Aşağıdaki ayette Allah onları düştükleri dalalette bırakır, asla onlara hidayet ederek basiretlerini açmaz. Onlar helake ve hüsrana düşmüşlerdir de, yine kendilerini hak yolda zannederler.

”İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir. Onları (başka) bir yola iletecek de değildir.”(Nisa–168)

”Ancak orada ebedî kalmak üzere cehennem onları yoluna (iletecektir). Bu da Allah'a çok kolaydır.”(Nisa–169)

”Ey insanlar! Resûl size Rabbinizden gerçeği getirdi (bunda şüphe yoktur), şu halde kendi iyiliğinize olarak (ona) iman edin. Eğer inkâr ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır. (O'nun sizin inanmanıza ihtiyacı yoktur). Allah geniş ilim ve hikmet sahibidir.”(Nisa–170)

Bunların bir kısmı Allah’a inanırlar ama güvenmezler. Hasbünâ Allah sözünü inanarak ve kalpten söylemezler. Çünkü servetsiz duramazlar. Oysa Allah vera sahibi ve zühd ehli ister. Onlar ki, kendi yedindekine değil, Allah’n yedinde olana daha çok güvenenlerdir. Hakkıyla Allah’ı veli ve vekil edinenler de bunlardır. Kuran Hadid suresinden itibaren bu liberalist sağcılar kınanırlar. Aslında liberalist tutuculardır. Bir kısım Halk Ashab el Yeminlik ile bu tür liberalist-Kapitalist sağcılığı aynı şey zanneder. Oysa bunların sağcılığı Kuran’ın şomluk anlamında, uğursuzluk anlamında refah içinde yüzen kapitalistler ve kapitalizmi savunanlardır ki, Kuran bunlara meymenetsizler veya solcular der. Allah’ı gerçek anlamda veli-vekil edinip ona güvenme ve sebil sosyo ekonomi politiğini kurarak kavâm içinde yaşama yerine, mevki, makam, iktidar, servet ve sermayeye güvenmeyi yeğlerler. Ferdiyetçidirler, sebil karşıtı(Özelleştirmeci) oldukları ve refah içinde yaşamayı yeğledikleri için hakikat nezdinde solcudur.(meşemedirler) Hâlbuki Avrupa’da sağıcıkla liberalist ve kapitalist olmak kastedilir. Bunu Kuran şomluk anlamında solculuk kabul eder. Bunlar liberalistliği dindarlıkmış gibi halka yuttururlar. Oysa hak din liberalizmden uzaktır. Vakıa suresi gözden uzak tutulmamalıdır ki hak şeriati boşa çıkartmaya çalışanlar iyice tanınsın ve ahirete hakkıyla inanmayanlar görülsün. Meariç suresi ahirete hakkıyla inananları bize bildirmiştir. Vakıa Suresi, Soldakileri liberalist dinciler gibi tanımlamaz. Bunlar sanki diriltilip mülkten hesaba çekilmeyeceklermiş gibi bunu umursamazlar. Zühd ve veraya(mülk şehvetinde olmamaya,şehvetleri denetim altına almaya,aklını kullanarak yasaklanmış şeylerden kaçınmaya) dair yüzlerce hadis ve Resulullah’ın vera ve zühd üzere yaşamlarını görmezden gelirler. Hak dinle Liberlist-Kapitalizmi bağdaştırıp mülkü fitne yaptıkları için, bunlara meymenetsizler anlamında solcular der Kuran.
(Yazarına teşekkürlerimle)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (16. November 2014 Saat 12:54 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (24. October 2011)
Alt 2. November 2011, 11:49 AM   #5
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Saygıdeğer hiiic.

''Şeriat'' adlı makale için teşekkürlerinize ben teşekkür ederim.

Ama bir şey var!....

Yazı şöyle bitiyor. ''Hak din'le liberelist-kapitalizmi bağdaştırıp, mülkü fitne yaptıkları için bunlara ''meymenetsizler'' anlamında ''solcular'' der Kur'an.''

Acaba aramızda kaç kişi, bu ifadenin bu günkü ekonomik-sosyal-politik yaşam olarak bu günkü ifade ile ''SAĞCILIĞI'' anlattığının ayırdında?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (7. December 2016 Saat 07:25 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (2. November 2011)
Alt 2. November 2011, 12:37 PM   #6
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Akıl sahipleri farkında.
Zaten Kuranın gerçek muhatapları da onlar. Diğerleri zan ve atalar dininde öte bir yere gidecek değiller. Mahşeri bekliyoruz.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 2. November 2011, 02:35 PM   #7
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Evet.Anlamıyorlar.

Anlamak istemiyorlar.

''Kur'an kime hitap ediyor?'' belki de anlıyamıyorlar.

Hiç sormuyorlar; ''Neden Amazon'daki cıbıldak kabileye Allah bütün haşmetiyle inmemiş?''

Cevapları hazır. ''nerden biliyorsun?''

Çünkü: ''fıtratı'' bilmiyorlar. Yaratırken Allah, yarattığını nelerle donattığını anlıyamıyorlar.

Cennet gibi yaşanılan bir hayattan, topluluktan, Peygamber sıfatını verdiklari ''adam''ın poposuna bir tekme atılıp o güzelim yaşantıdan neden tart edildiğini anlıyamıyorlar.

Adam'ın tart edildiği o toplumun yaşantısını halen devam ettiren, o düşüncede olanların var olabileceğini akıllarının köşesinden bile geçiremiyorlar.

Anlıyamıyorlar ki bu dünyada başkalarının sırtına binerek cenneti yaşayan ve yaşatmaya çalışanların öbür dünyadaki hayatları cehennem; cehennemi yaşayan ve yaşatılanların da cennet, bazılarının da ateşi canlı tutmak için odun.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (7. December 2014 Saat 08:13 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (3. November 2011)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
şeriat


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:26 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam