hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Peygamberlere İman > Kuran'da adı geçen Peygamberler > Yakup Peygamber

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 8. July 2014, 06:21 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Peygamber Yakub'un mektubu.

Peygamber Yakub'un mektubu.

Bu, Adalet ve Rahmet Sitesinden-Av.İlhami Çetin'den derlenmiş uzun bir yazıdır. Bu nedenle bölümlere ayrılarak verilecektir.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

****-******************


BÖLÜM-1.

Dinler arası diyalog bir boş iştir. Çünkü üzerinde bulunulan dinle kitaptaki dinlerin çok az ilişkisi vardır. Bu diyalog ise ancak globalleşmeye(Hasidin hasede dayalı dayatma) hizmet eden, “hak şeraite” yüz çevirenlerin diyalogudur. Bunun için dinleri bahane ve istismar etmeye gerek yoktur. Her ne kadar Medeniyetler Çatışması tezini dünya gündemine taşıyan Amerikalı siyaset bilimcisi Samuel Hantington insanların aklını çelmişse de, menfaatler çatışmasıdır gerçek olan. Hantington, “medeniyetler(din, kültür v.s) çatışması yalanıyla hakkı örtmek istemişse de, tarihte savaşların inanç ve uygarlık farkından değil, çıkar çatışması ve nefsin başkalarına fark atma hastalık ve hasedinden kaynaklanmıştır. Bunu örtmek için de çatışmaya çıkar kavgası dışındaymış gibi havalar verilmiştir. Zaten faydacılık ve sömürü üzerine çeşitli ittifaklar daha önceki asırlarda kurulmuş ve işlemektedir. İster doğudan, ister batıdan olsun bu fırkalar birbirlerine yakınlık duyarak hemen aynı klikte toplanırlar.

Öyle olmasaydı hiç, Mescid el haram üzere secde etmek İslam dininin sosyo ekonomi politiği olmasına rağmen “Türkiye İslam’ı” İslam kalabileceğini düşünerek Mescid el Haram sosyalizminin veya kollektivizminin düşmanı ve buna karşı kurulmuş olan Atlantik paktına girer miydi? Demek ki, inanç ve uygarlık bu ana kadar yapılagelen, çıkar için bir arya gelmek ve çıkar için birbirinden kopmak davranışına hiç etki etmemiştir. Bunlar ise batılda ittifaktır. Batılda diyalogdur.
İttifak ve diyalog Kıst içeren ilkelerde olmalıdır. Bu ise erdemin, insaniyetin, adaletin, Rahmetin evrenselleşmesidir. Globalleşme karşıtı bir idraktir bu. Çünkü Globalleşme hasid dünya kralının hasedinin gereğini yerine getirmek için bütün gücüyle mazlum uluslara yüklenmesinin adıdır. Bunu bize Glot ve Glob kavramları bile anlatır. Birisi hasidin kötü ahlakı olan “Başkasının felaketine sevinmek olan hased, diğeri ise zalim dünya kralının elindeki hükmetmenin işareti olan yuvarlak başlı asasını ve dolayısıyla yetkesini cebren dayatmasıdır. İşte Nas ve Felak surelerinin derinliklerindeki sözün en güzeline ulaşan anlamı hasid fırkacılardan ve bunların “rekabet et ve yok et” düsturuna dayalı şerli mizacının emrine uymak yoludur iblisin hizbinden olmak. Globalleşme işte bu cephede olanların "helak et ki, helak olmayasın" şeytani öğüdüne dayalı dalalet yoludur.

Dünyayı yaşanır hale getirecek olan sosyal siyaset ise, Mustafa Kemal’in, başta tam bağımsızlık ve onun diğer ismi olan ulus devlet ilkesi ile toplam sayıları yediyi bulan ve bunların ayrılmaz bütünlüğü ile varmak istediği nihai hedefi hedef bilmektir. Yoksa ancak emperyalistlerin, gelişmekte olan ülkeleri avutup uyutmak için ihraç ettikleri her türlü kültür istilası ile Kemalizm’in üzerini örtmeye çalışanlar, emperyalizmin hile yapan müttefikleridirler.
Maskeler düşmelidir. Dinde samimiyet ve Kemalizmde samimiyetin ve samimiyetsizliğin ölçüsünü, onun yedi ilkesinde apaçık olan kıst üzere yeniden yapılanmaya samimiyetle sarılıp, sarılmamakta yatmaktadır. İnsanın kalbini bilmek mümkün değildir, ama insanın işinden/amelinden karara varmak sağlıklı bir yoldur. Bunu da sonraki bölümde Yakup kitabındaki ilgili ayeti vurgulayarak açıklayacağız. Yani iman işin yarısıysa, diğer yarsının da Salih amel, beriyyeye hayırlı olmaktan kazanılacak sevapla mümkün olduğunu inceleme konusu yapacağız. Kalpteki istismar gizlidir. Yapılan iştekiler ise meydandadır.
Yeryüzünden kıstı kaldırmak üzerine dizayn edilmiş emperyalist batıdan ve bu anlamdaki batı düşüncesinden ayrılıp idealizme göre milletleşmenin yolunu gösteren bu ilkeler, kadir kıymet bilenler için bulunmaz nimetlerdir. Nankörler ise kendilerini beğenmiş hasidlerdir. Bunların sayısı da o kadar çoktur ki, her semavi din içinde aramadığınız kadar çok sayıda gaflet ve dalalet ehli vardır.
Bu yüzden üç din mensupları da din sosyo ekonomi politiğine asırlar öncesinden yüz çevirdiklerinden, müşrikler ve putperestler (izafi güzeli gerçek güzelle denk tutanlar) karşısında bütünleşemediler ve asimilasyonla eriyip gerilediler. Oysa Allah’ın bildirdiği şeriat birdir. Bu iki basit kelimeden ibaret bir cümledir. Ulûhiyette(Allah haklarında) kıst, insan haklarında kıst. Bu bir kitapta şöyle, diğerinde böyle bir üslupla anlatılmıştır. İlkeler erdemli insan ve erdemli toplum oluşturulmasıdır. Ahdi Yakiyn(Kur'an) ise hepsini içine alan çok mufassal(tafsilatlı-detaylı) bir külliyattır. İman ve amelin bu kitaba göre olması şarttır. Bu şart, eski kitapları dinlerin tarihi seyrini incelemek ve bilhassa sosyo ekonomi politiğin esasının aynilik taşıdığı fark etmek yolundan araştırmaya mani değildir. Zaten dinde tecdit de itikada yorumda değil, amelde ( Şeriatte, sosyo ekonomi politikte) olacaktır. Bu bir yeniden yapılandırma hareketidir. İstikameti zaten Mustafa Kemal'ce verilerek iş kolaylaştırılmıştır.

Hak tanır bir ahlak, Allah’ın da, insanların da, hakkını vermesini bilir. Zaten Allah hakkını vermek, onu hak bilmek ve çok sevilmeye, övülmeye layık olduğunu bilmek ve onunla öğünmektir. Onun emirleri ise, tümüyle bunun kanıtlanmasıyla yaşanarak gösterilmesiyledir. Tek kelimeyle Allah’a güvenmektir. Güven yoksa iman yok demektir. Allah’a güven ise sadece Allah’ı veli edinmek fertlere ve mülke dayanmamaktır. Onların niteliği ise, insana hizmet etmek ve böylece herkesin herkese hizmet etmeyi ilke edinmesinden başka bir şey değildir. Bunun adı da şeriattır. Bu da her türlü temsile, veli edinmeye dayanan ve niteliği hami-mahmi(koruyan-korunan) olan yoldan dönülüp, aynı statüdeki insanların karşılıklı yardımlaşması ile mümkündür. Bir de insanların çıkarcılarının bencilliği zarar görmesin diye zulümle mücadele etmeyi gündemden düşürecek ittifakları dinler arası diyalog adı altında pazarlayarak şerde beraberliği "dinler veya medeniyetler arası diyalog" adı altında yalan ve dolanla pazarlamaya çalışanların “Ashabü’l Kezzab” oldukları çok açıktır. Hâlbuki şiddetle ihtiyaç duyulan şey "semavi kitaplar" arası diyalogdur.

Bilindiği gibi eski üç kitaptan elde kalanlar doğrusuyla eğrisiyle bir Mushaf haline getirilmiş ve ismine Kitab-ı Mukaddes denmiştir. İşte burada Yakub mektubu diye anılan kitap Bab–3 ayet 13 de hased ve fırkacılığın günah olduğu bize açıklanır. İşte Kur'an bunu hizbi anlatan ayetlerde ve fırkalaşmayı anlatan ayetlerde çok detaylı anlatmaktadır. Yine rekabeti benimsemiş toplumların şerrini Felak suresinde ve şeytanlaşmış bu insanların(globalcilerin) şerrinden Allah’a sığınma(şeriat hükümlerini yerine getirme) öğüdünü Nas suresinde yine detaylı şekilde vermiştir. Elbette son vahi kitabı olan Kur'an daha kapsamlı ve daha saf olacaktır. Bu ise kimsenin yanındakiyle değil onlardan edindiği iman ve güzel ahlakın erdemle paralel olup olmadığına dikkat etmesi gerektiğidir aslolan. Üzerinde bulunulan gelenekle tanınmaz hale gelmiş ümmetlerin dinlerinin ve rekabeti ve çıkarcılığı merkeze koyan “Medeniyetlerinin” değil, kitaplarının özü olan ilkelerin ve ilkelerin özünün özü olan ulûhiyette birlik ve insani ilişkilerde ensariyet ve iysar üzere dünya çapında bir beraberlik kurmaktır.
(Devam edecek.)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (21. July 2014 Saat 01:12 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (8. July 2014)
Alt 9. July 2014, 08:37 AM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-2.

Birine uyup ona tabi olmaya genelde hizb dendiğini biliyoruz. Hizipçiye “Partizan" da dense yeridir. Ulûhiyette ve insani ilişkiler ve sosyal siyasette tevhide sırt dönüp ferdileşme bencilliğine de fırkacılık dendiğini de biliyoruz. Gizli veya açık şirke sapanlar, sosyal siyasette asla toplumcu değillerdir. Bu bir kuraldır ki, ulûhiyette ferdiyetçilik imanda şirk ile beraberdir. Ulûhiyette vahdaniyet ise kamuculuk ve toplumculukla beraberdir. Bunun aksini gördüğünüzde, o kimse ya kara cahil, ya da güvenilmeyecek bir ikiyüzlüdür.

Her nesne, olgu ve olayın bir tanınma İŞARETİ vardır. Hak dinin işareti adalet ve merhamet üzere olmak, bunun da yol ve yöntemi “fi sebilullah” üzere Allah rızası ve maişetle yetinerek kamu hizmetinde sadık kalmaktır. Batıl dinler in işareti ferdiyetçilik ve yöntemi hased ve fırkacılıktır. Bunun için Kuran Allah rızası için iş yapmayı memnuniyetle kabul edenlere "Allah hizbi" demeyi uygun bulmuştur. Kar-kazanç, ganimet fey v.s için iş yapmayı benimsemiş ferdiyetçilere "şeytanın hizbini benimsemiş olanlar" der. Hizbullah da birlik ve beraberlik için aynı gayeye ve müşterek faydaya eğilmekle kıble edinilmiştir. Hizbüşşaytan yapılanmasında ise tefrika(ayrımcılık) esas olup, amaçlar ve araçlar ayrı ve hususidir(kişiye özel/ait). Şahsi çıkarlar kıble edinildiği için, namazda kıble bir olsa da, kar ve kazanç yolunda herkesin kıblesi ayrıdır.(İş başka, dostluk başka)

Ferdiyetçilikde başarı, fırkacılık ve rekabette başarının şartı olan hased ile dopdolu olmaktır. Öncelikle Selam ona Yakup’un mektubunu hemen hatırlayalım. Yeni ahit külliyatı (kitab'ı mukaddes-İncil) içinde kalan, bunu kitap hem üslup açısında ve hem şirkten uzak ayetleriyle ve hem de iman ve ameli salihin ikisini de dindarlığın koşulu yapması açısında hak ve hakikate en yakın dini metinlerdendir. Bab 3 ayet 14 deki öğüdü hatırlayın.
”...Fakat yüreğinizde acı hased ve fırkacılık varsa, övünmeyin ve hakikate karşı yalan söylemeyin.”

Her hizbin yanındakiyle övünmesi işte bu gafillerin işlerindendir...İşte şeytanın hizbinden olan münafık adamın şerli iki tavır ve davranışından arınmış adamdır mümin. Hased ve fırkacılık dini ve medeni bir toplumda barınamaz. Mülk iştirak halinde kullanılıyor, bütün toplumun faydasına olan her şey, herkesin aynı oranda faydasına ise bu sistem toplumcudur İşte bu sistemde fırkacılık yoktur. Çünkü bu vahdet toplumu; “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için"dir diyebilmiş ve bunu içine sindirebilmiş mütevazı ve hakir insanlardır ki, kâmil olanlar(Mesih ahlaklı) bunlardır. Allah hizbi de bunlara denilir. Şeytana kardeş olan onun hizbi ise herkesi kendisine rakip görür. Gerek kendi dengiyle ve gerekse zayıflarla kıyasıya rekabet eder ki, işte hased hastalığı budur. Hasid öyle bir kötü ahlaklıdır ki, varsılda var olmasını istememekle kalmaz, kendisinden çok aşağıda bulunan yoksulun bir gün olup da kendisine denk olacağı korkusuyla, fakir, miskin, mağdur ve mahrumun dahi bir şey sahibi olarak kendi ayakları üzerinde durmasını asla istemez. Onun daha da zelil olmasını ve kendisine rakip olacak hale gelmemesini ister ve bunun için her kötülüğü reva görür. İşte hasidin hasedini uygulamaya koyması anlamına gelen bu fenalık Felak suresinin konusudur.(Düşene bir tekme de sen vur; kalkmasın)

Tefrika ve fırkacılık şer bir tavır olup mensupları Şerrü’l Beriyye'dir. Detaya giren eserler dini literatürde vardır. Biz detaya bunun için girmiyoruz. Çünkü Fırka-Avane ikilisi o kadar geniş alanda söz konusudur ki, asabe fitnesi dahi fırkacılıkla ilintilidir. Bu ise medenileşememiş feodalist sistemlerdeki aşiret yapısında kalan her toplumun hastalığıdır. Yani asabiyet bağından vatandaşlık, yurttaşlık ve insaniyet ve komşuluk bağı ve sorumluluğuna geçememiş toplumların hastalığı da fırkacılık cinsindendir. Bunun için fırkacılık ve şeytani hizipleşme ferdiyetçiliği ve klikçiliğinin izahı çok geniştir. İşte asabiyetin dahi anlamları arasında fırkacılığın bulunduğunun kanıtı kavramın anlamları arasındadır. Şöyle ki:
Asabe(asabât);1-Bir tek sinir.2-baba tarafından akraba olanlar.3-Şeran miras alamayan akraba.4- Birinin fırkası ve avanesi.

Görüldüğü gibi “birinin fırkası ve avanesi” olmak hizb kavramının çeşitli tanım ve tarifleri arasında da vardır. Demek ki Asabe ve asabiyet hak dinlerin her vahiysinde kınanan şerlerdendir. Dinler arası hizb, klik, tefrika alanında asabiyet, yani taassup/tutuculuk bu açıdan da kötü bir tutumdur. Herkes yanındakine güvenip, bununla böbürlenme yerine, Kuran ehli ilim ve kültür olarak eski külliyatları eleştirilerini yaparak ve eksiklerini bilerek benimsemelidir. Yine, Kuran’a rağmen onu kabul etmeyen mutaassıp ehli kitap, Kuran’a inanıp o0nunla amel etmeyi içine sindirebilmelidir. Bu emir ve tavsiyeyi bütün vahi kitaplarında bulabiliriz.

Şunu tekrar vurgulayalım ki, iman edilecek ve ilmiyle amel edilecek kitap, son kitap olan Kuran’dır. Çünkü şeriat sahibi Allah insanlara yeni bir vahyi indirmiş ve yeni bir ahit yapmıştır. Eski kitaplar hiç tahrifata uğramamış olsalardı dahi, dinin asıl sahibi Allah onları yürürlükten kaldırma hakkına sahiptir. Kaldı ki birçok tahrifatların olduğu açıktır. Ama olmasa idi dahi Allah rab ismiyle her zaman yeni yasalar koymak ve eskiyi iptal etmek hakkına sahiptir. Eski peygamberlerin şu sözü bu konuda çok önemlidir.”Allah’tan gelen hoş geldi safa geldi” deyip onunla amel etmek. Ama bu kural, eski kitapların kaldırılıp atılması anlamına gelmez. Onlardan da ilim ve geçmişin güzel işleri ve hatalarını anlamak için arşiv olarak kullanılması gerekir.
(devam edecek)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (21. July 2014 Saat 01:22 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (9. July 2014)
Alt 9. July 2014, 10:26 PM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-3.

Yakup’un Mektubu ismiyle anılan bir nevi risalede bazı açıklamaları öncelikle Bab–1’den başlayarak hatırlatalım. Eski ahit mevzuatında rahmani alanda hikmetli olmakla, şeytani zekâya sahip olup onu kullanmaya da teknik anlamda hikmet dendiği diğer peygamberlere veya kâmil insanlara atfen elde bulunan metinlerde ikili bir bakış açısı bulunduğunu biliriz. Mesela İşaya ve Yeramya kitaplarında bu durumu vurgulamak için “iyilikten yana hikmetiniz yoktur. Kötülükte hikmetlisiniz” biçimindeki kınamalarda kullanılan hikmet ifadesi deyimseldir. Hikmet gibi rahmani bir kavramın etimolojisiyle alakalı değildir.

Hikmet herkeste bulunmaz. Bulunanlar dahi hikmeti bir başkasına aktaramazlar. Hikmet bir tarafa, Kuran bize hidayetin dahi ancak Allah tarafından verileceğini, resul ve nebiler de olsa sevdiklerine hidayet edemeyeceklerini, bunun sadece Allah tekelinde olduğunu bize bildirir.

“De ki: o halde bu ikisinden daha doğru bir Kitab getirin Allah tarafından da ben ona tabi' olayım eğer sadıksanız(Kasas–49)

“Yine sana icâbet etmek(davetine katılmak) istemezlerse artık bil ki onlar sırf kendi hevaları peşinde gidiyorlar, halbuki Allah’tan bir doğru delil olmaksızın mücerret kendi hevası peşinde giden kimselerden daha şaşkın kim olabilir? Muhakkak ki Allah zâlimler güruhunu muvaffak etmez(Kasas–50)

“Celâlim hakkı için onlar hakkında sözü uladık da uladık ki iyi düşünsünler(Kasas–51)

“Bundan evvel kendilerine Kitab verdiklerimiz ona iyman ediyorlar(Kasas–52)

“Hem kendilerine tilâvet olunur olunmaz «biz, dediler: buna iman ettik bu şüphesiz hak, rabbimizden, biz doğrusu evvelinden Müslüman idik»(Kasas–52)

“İşte bunlar ecirlerine iki kere nâil kılınacaklar, çünkü sabretmişlerdir, hem de kötülüğünü iyilikle def'eyler ve kendilerine verdiğimiz rızktan hayra sarf ederler(Kasas–54)

“Ve lağıv işittikleri zaman ondan yüzlerini çevirirler de «bize kendi amellerimiz size de kendi amelleriniz, selâmün aleyküm Allaha ısmarladık biz cahillik edenleri aramayız» derler(Kasas–55)

“Doğrusu sen sevdiğine hidayet veremezsin ve lâkin Allah, kimi dilerse hidayet verir ve hidayete irecekleri O, daha iyi bilir(Kasas–56)

“Bir de, doğrusun amma biz o doğru yolu tutar seninle beraber olursak derhal yerimizden yurdumuzdan olur çarpılırız dediler, ya biz onlara darül'emân bir haremi mekân kılmadık da mı? Ona ledünnümüzden rızk olarak her şeyin semereli toplanacak ve lâkin ekserîsi bilmezler(Kasas–57)

Bu ayet bize Allah dışında hidayet edici arayan ve ilmin en hakiki mürşit olduğunu kabul etmeyen ve bir de feodalist ve liberalist olanların hakkı bilmezler olduklarını ne de güzel anlatır. Gerçekten burada hidayet ve hikmetten nasipli olup olmamayı öyle bir sağlam kıstasa bağlamıştır Kuran ki, muttakiler kollektivizmini dindarın tek ve hak sosyo ekonomi politiği olduğunu idrak edenlerin hem hidayet ve hem de hikmetten nasipli olduklarını, liberalistlerin ikisinden de nasipli olmadıkları anlatan önemli ayetlerden birisidir. Nitekim Rabbimiz bize Ankebut–67 ayette de aynı hatırlatmayı yapar. Mekke ve Mescid'il Haram dönüp dolaşıp dönme yeri değil, emperyalist ve kapitalist zalimlerin şerrinden emin olunarak ve gerçekten de kalkınılarak yaşanacak yerlerdendir.

Bir de Kureyş suresine bakın. İnsanın ferdiyetçi panikleyicilerden olmasının ve helal haram demeden mülkleşerek ve mülke güven kazanmaya çalışmasının sona erdiği “dalgalı denizin durgunlaştığı” yerin tam bir sosyal dayanışmanın hüküm sürdüğü Allah Beyti olduğu burada da vurgulanır.

Sosyalizme kulplar takarak ve namusa aykırı iftirasını atanlar hikmet ve hidayetten nasibi olabilir mi? Dikkat edin bunlar Kuran’a, O'na saygılıymış gibi davranıp karşı duran münafıklardır. Fatiha suresinde Yalnız Allah’a kulluk eder ve yalnız O'ndan isterim, çünkü hidayet edici odur anlamında ayet bulunduğu halde onlar kendileri şeytanın hizbiymiş gibiler. Çünkü Allah irşadını ve O'nun ve sadece O'na kulluk edilmesi ve O'ndan yardım dilenmesini inkâr ederek, bir de üstelik irşat eden şeyhi olmayanın mürşidinin şeytan olduğunu ilan ederek ne de kötü söz söylerler.

“Bununla beraber biz maişetiyle şımarmış nice memleket helâk ettik, işte meskenleri bir daha arkalarından meskûn olmadı meğerki pek az ve hep biz vâris olduk(Kasas–58)

“Hem rabbin memleketleri, ana noktasında kendilerine ayetlerimizi okur bir Resul göndermedikçe helâk edici değiller, hem de biz o memleketleri hep ahalisinin zulümleri halinden helâk etmişizdir(Kasas–59)

“Hem size hangi bir şey verilmişse sırf Dünya hayatın geçici metaı ve ziynetidir, Allah yanındaki ise hem daha hayırlı hem bekalıdır, artık akıl etmez misiniz?(Kasas–60)

“Ya şimdi kendisine güzel bir va'd, va'dettiğimiz ve binaenaleyh ona erecek olan kimse hiç o kendisine Dünya hayatın geçici zevkine yaşattığımız, sonra Kıyamet günü o ihzar edilenlerden olacak kimse gibi olur mu?(Kasas–61)

Şimdi Kasas–56 ayette geçen hikmet ve hidayette hiçbir mürşidin hiçbir etkisi olmayacağını benzer kelimelerle anlatan Kitab-ı mukaddes sözlerini Yakup’un mektubu bölümünün Bab–1 ve ayet 5 ve devamından görelim. İlkesel bazda nasıl bir benzerlik olduğu görülecektir. En hakiki mürşidin İlim ve ilim kendisinde sıfat olarak değil, bilakis isim olarak var olan Allah’ın irşadının ilmi mürşit edinmek olduğunu görüp bilelim. Öyle ise Yakup’un Mektubu Bab–1 ayetler 5 ila 9 ayetler arasına bir bakalım:

“Fakat eğer sizden birinin hikmeti eksikse,(onu bir beşerden değil) herkese cömertlikle ve tekdir etmeden(azarlamadan, başına kakmadan) veren Allah’tan istesin, kendisine verilecektir. Fakat bir şeyden şüphe etmeyerek imanla istesin. Çünkü şüphe eden adam, yelle sürülen ve dalgalanan denizin çalkanmasına benzer. Çünkü bütün yollarda kararsız iki yürekli(Münafık) adam, Rabb tarafından bir şey alacağını zannetmesin.”

Öyle ise niçin her Musevi’nin, her Hıristiyan’ın yanında bir Kuran, her Müslüman’ın yanında bir Tevrat, bir İncil, bir Zebur bulunmasın? Allah’ınız bir ve vahyi kaynağı aynı ise. Her sonraki kitap bir öncekini tasdik ve bir önceki de sonrakini müjdeliyorsa, niçin kibir içindensiniz. Değil elindeki kitabıyla gururlanmak, güzel ameli olsa da onunla bile öğünmek hak dinde kınanan kötü ahlak ve kibirdir. Nefsini kınayandır makbul olan. Başkalarının yanındaki kitabı kötülemektir kötülük. Veya kitapların tümünü bir tarafa bırakıp, kitaplarla çok da alakası olmayan geleneksel bir şeriatın peşine takılmışız. "Seninki hak değil benimki hak", "Seninki bozuldu" demekle ne geçer elinize. Doğrusu kitabı yeni olan bozulmanın nerelerde olduğu bilsin, kitabı eski olanlar "nesh"in ve "tashih"in nerede, niçin yapıldığını mufassal/teferruatlı/geniş olarak görüp tanısın. Kaynaktan bilgilensin.
(devam edecek)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (10. July 2014 Saat 09:36 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (10. July 2014)
Alt 10. July 2014, 11:27 AM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-4.

Bir diyalog isteniyorsa, kitapların diyalogu sağlanarak hakikat öğrenilsin ve erdemde yarış, mülkte bireysel ve sınıfsal terakkideki(ilerlemedeki) yarışın yerini alsın.
Sistemleri zulümden arındırılmadıktan sonra, çıkarcılarla diyalog neye yarar?!....

İşte biz bunun için eski kitapların sağlam kalmış olanlarını düşündüğümüz sosyo ekonomi politiğe ait adalet ve rahmete ilişkin hükümleriyle, metni tamam olan son hidayet rehberini denetçiliğini de göz önünde tutarak diyaloga vahi kitaplarında olanları sokarak zulmün yerine adaleti, kalp katılaşmasının yerine yumuşak kalpliliği sokma yolunu tuttuk. Çünkü yapılması ve fayda umulacak olan diyalog adalet ve merhameti hâkim kılacak sosyo ekonomi politik üzerinde niyet besledikten sonra bunu sağlayacak şeyin itidal vezin yapılarak mizan(Eşitliğin) sağlanması yolundaki mutabakattır. Çünkü Kasas suresinin diğer ayetlerinden de öğrendiğimiz gibi kapitalist kalkınma yolu bereketsiz, gelir dağılımındaki denge bozucu ve maişet bolluğuyla sevinip aşırı gitmeyi denetleyecek olan şey muttakiler kollektivizmidir(Bkz. Kasas–58 ve 59 ayetler).

Her eski münafık gibi bu günün münafıklarını da paragözlülüklerinden tanırsınız.
Referansı dinden verdikleri halde sosyalizm düşmanı; feodalizm, liberalizm dostu olan kesim muhakkak ki münafıktır. Veya riyakârdır.
Çünkü herkesin maunet sahibi olmasını savunmadıklarından, bunu savunanlara da cahil halkı düşman ettiklerinden Maun suresinde riyakâr olarak tanımlanmışlardır.

Mülkleşmenin, anlı şanlı olmanın sihrinden kurtulamayan bu kesimi siz de tanırsınız. Her ülkede çoğunlukta bulunduklarından uzun zamandan beri ülke siyasetlerine damgalarını vuranlar onlardır. Nitekim Yakup’un mektubu, Kitab-ı Mukaddes bölümünde Bab–2 de dindarın ahlakı üzerinde oldukça önemli ilkeler vermiştir. Bu münafıkların mülkdara(mülk sahibine) itibar ettikleri ve hakir(Ekonomik soldaki Zahid) mümine itibar etmeyenlere Allah’ın itibar etmeyeceği anlatılır.

Her dört kitapta da tekrarlanan sosyo ekonomik ilkelere inanır, bunların dışında kalan diğerlerine inanamazsınız. Müşterek esaslar Allah’ın tekliği ve insanların birlik beraberliğidir. Allah’ın tekliğine inanmak ve zatına güvenmek, onu her şeyden herkesten çok sevmek ZATINI ve SÖZLERİNİ ÜSTÜN TUTMAKTIR. İnsanların birliği ise eşitlik üzere olmak koşuluyla siyasi, sosyo, ekonomik birlik ve beraberliğidir. Buna da sosyo ekonomi politik denilir.

İşte bozucular iki yol takip etmişlerdir. Ya metni bozmuş, ya da anlamları. Yorumlar bozulmuşsa, aslın sapasağlam durması bir işe yaramaz, ta ki analizi yapılıp bizzat gözünle aklınla şahit olana kadar.
Bunun hakemi uslamlamadır.
İnkârı ise kör itaate dayalı ilimsiz imandır.

Hayırda yarışmayan eskilerin metotları da şöyle olmuştur. Öncelikle Mülkün ortalaşa kullanılması, yani mülk şehvetinin önlenmesine ilişkin hükümleri bozarlar. Bu hükümler çok açık ve bölgede daha önceki dinden uygulama örnekleri varsa, ona cesaret edemezler.
Bu kez Ulûhiyet’e ilişkin olanları bozarlar. Yani yedek tanrılar ihdas ederler. Alakasız şeylere ulûhiyet vererek ilahlaştırırlar veya resullerini, din adamlarını kutsayıp ulûhiyet verirler. Buna örnek Ahdi Cedittir(Kur'an). Bu'nun Sosyo ekonomi politiğinin açıklaması kitapta, manastır pratikleri de ortada iken bunu bozamayanlar, ontolojik ilkeleri tersine çevirip şirki sokuşturmuşlardır. Böylece güzel ahlak ve hayırlı iş yapmayı terk edip,”Torpille” kurtulmayı din yapmışlardır.
Bu bir insan olan peygambere ulûhiyet vererek yapılmış, yalnızca insan bir lider iken "aziz" veya "veli" denilerek yapılmıştır. Oysa "Salih amel" yoksa ve kendin için istediğin her hayırlı şeyi nitelik ve nicelik açısından "aynısıyla bütün yurttaşların için istemez isen", bu konuda "milli misak içinde değilsen" kupkuru bir iman neye yarar ki?
(devam edecek.)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (10. July 2014 Saat 05:41 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (10. July 2014)
Alt 11. July 2014, 09:23 AM   #5
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-5.

Yakub mektubundan verilecek örnek, "SALİH AMEL"in ne kadar önemli olduğunu vurgulayan ayetlerdir. Bu da bize iki şeyin öneminin vurgulandığını gösterir.
Birincisi, kurtuluşun imanla tamamlanmadığını, SALİH AMEL'in MUTLAKA BULUNMASININ ŞART OLDUĞUnu anlatır. Hem de bu Salih amelin dua ile bitmeyip, bütün beşeriyete ve hatta bütün yaratılmışlara hayırlı, adil ve rahmet adamı olmak gerektiği bu bölümde bize anlatılır.
İkinci olarak vurgulanan önemli husus ise, ŞEFAATLE KURTULMANIN BOŞ ümit olduğu ve mutlaka ADALET ve ŞEVKÂT'in Salih amel olarak var olması gerektiği bu satırlarda önemle vurgulanır. Hatta öyle ki, günahların bir kısmından kaçınarak, diğerlerinin ihmal edilmesi hak dinin şeriat anlayışına aykırı olduğu anlatılır. Zamanımızın, “İnanıyor mu, ateist mi” gibi sığ ve afakî bir ayrımla işin geçiştirilmesinde hakka aykırı günümüz kıstasları yanlıştır. O toplumun somut amellerine bakılarak bir yargıya varmak gerekir. Bu cümleden olmak üzere Yakub Mektubu Bab–2 ayet 8’den itibaren şöyle yazılmıştır.
[Eğer mülükane kanunu: “Komşunu kendin gibi seveceksin”(bkz. Levililer Bab–19 ayet 18) yazısına göre İKMAL ederseniz(hayatınızı düzenlerseniz); fakat eğer şahsa riayet ederseniz(komşunuzun yaşamına uyarsanız) günah işlersiniz(şahsa tabi olmanın Resulullah hadislerinde de yasaklandığını görmüştük), şeriat tarafından suçlular gibi ilzam olunursunuz. Fakat bir kimse bütün şeraiti tutar, fakat bir şeyde sürçerse, hepsinde suçlu olur. Çünkü “zina etmeyesin”(bkz. Çıkış 20: 13, 14, Tesniye:17, 18) demiş olan(şeriat=Vahyi), "katletmeyesin" de demiştir. Şimdi sen, eğer zina etmez, fakat katledersen, Şeriatin mütecavizi(ihlâl edeni) olmuş olursun].

Dinde ayrıntılar bile çok önemlidir. Bununla burada kastetmek istediğimiz şey şudur. "Niçin ayetler bize 'katletmeyeceksin' demiş olan(şeriat), 'zina etmeyeceksin' de demiştir" denilebilir idi. Niçin önce zinanın yasaklığı anlatılarak, sonra da katletmeyeceksin ile mukayese edilmiştir. Yoksa tesadüfen mi sıralama böyledir diye sorulduğunda biz, “hayır aksine bilinçli bir sıralamadır deriz. Zaten bunu Kuran dahi bize farkı ortaya koymuştur. “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” hükmünü hatırlayalım. Ama ne eski ve ne de yeni ahitte ve Kuranda “Bir insanla zina eden bütün insanlıkla zina etmiş veya bütün insanlığı katletmiş gibidir” diye bir hüküm yoktur. Çünkü Katilde Merhamet duyguları gitmiş ve yüreği kabuk bağlamıştır. Hak dinde Adalet ve rahmet çok önemli iki ilkedir. Adam öldürmek fiili bu açıdan zinadan daha vahim bir suçtur da onun için ihlal misaline zinadan başlanıp, katilden örnekle mukayese yapılmıştır.

Çok önemli bir vurgu da bu babın 13. ayetinde verilmiştir. Hem de sebep göstererek(Çünkü diyerek) açıklama yapar. Sebep bize hem günah ve hem de merhametsizlik niteliği bulunan cürümler diğerlerinden daha ağır suçlardır. İşte zina elbetteki, bütün dinlerde ve ahlak felsefesinde günah ve yasaktır. Katletmek ve sair katı kalplilik bencillik içeren cürümler daha vahim sayılmıştır. Mesela Maun suresinde insanların her birinin uygun maunete kavuşmasına mani olan liberalizm gibi ferdiyetçilik sistemleri hak din nazarında zina gibi mağduru sadece Allah yasağını ihlal olan ve içinde kul hakkı bulunmayan zina suçundan çok ağırdır. Haksız yere adam öldürmek de öyle. İncelediğimiz Kitab-ı mukaddesin bu değerler sıralamasındaki ehem mühim değerlendirmesine günümüzde çok ihtiyaç vardır. Din istismarcılarının eski tarihlerden beri yaptıkları hile şöyledir. Bırakınız zinayı, katl ve diğer insan haklarını ihlal eden fiillerin aşırı tesettürden dahi önemsiz değerde gören ferdiyetçilerin, tesettürü abartıp kabartarak hem de Sebilullah’ın(Kamu işletmeciliği) ilgasına kasdetmiş kadroların iktidar yapılması için manivela olarak kullanılması hilesi son asırlarda çok pervasızca uygulamaya konulmuştur. Bu eski bir ehem-mühim sıralamasında akıl çelme olarak bilindiği kadarıyla Yahudilerde çok uygulanmış olsa da, zamanımızda çok hayâsızca akıllar çelinmektedir.

İşte Yakub mektubu bu açıdan önemlidir. Biz de özel bir önem atfederek bu konuyu analiz etmek gereğini çok önemsedik. Hak dinin hak olan ilkelerini By-Pass etmenin en tehlikeli iki yönteminden birisi şefaat öğretisi, diğeri ise cinselliğin abartılarak adalet ve rahmete ilişkin ihlalleri gözden kaçırma hilesidir. Öyle ise merhametin hak dinde çok önemli olduğunu vurgulayan Bab–2 Ayet 13 verelim ki, katı kalpliliğin veya yeteri kadar merhametli olmamanın ne kadar ağır bir günah, merhametli olmanın ise yargıyı ne kadar çok etkilediğini vurgulayan çok çok önemli bir ilkedir.

“Çünkü merhamet etmemiş olana hüküm merhametsizdir. Merhamet hükme karşı övünür”

Bu ayetin benzeri hadis şudur: Yerdekilere merhamet etmeyene, göktekiler merhamet etmez”.

Merhamet ile iman öyle birbirine bağlanmış ki neredeyse en ağır cürümleri işlemiş olanlar gadretmemişse bütün bu günahlara galebe edecek ve onlardan beraat ettirecek olan şey merhametli bir mizaca sahip olmaktır. “Merhamet hükme karşı övünür” ayeti işte bunu bize anlatır. Gadareti benimsememiş ve adalet etmekle kalmayıp, üstelik merhamet etmeyi mizacının bir parçası yapmış insanı Allah affeder demektir. Gerçekten de hicabı dahi aşarak tesettürde ısrar edilen bir dini öğretiyi aşılayarak, kapitalizmi, ferdiyetçiliği yürürlüğe koyan ve önünü açan politikaları benimsemiş gadaret ehline siyasi destek sağlayarak iktidar edenler bakalım hesap günü bu merhametsizliklerinin cezasını nasıl ödeyecekler?

Aynı babın 14 ve sonraki ayetleri bize Salih amel içermeyen kuru imanın ne işe yarayacağını sorar:

”Ey kardeşlerim, eğer bir kimse amelleri yokken, imanı olduğunu söylerse, faide nedir? Kendisini o iman kurtarabilir mi?”(Yakup mektubu Bab–2 ve ayet 14)

Yine olayı güncelleştirelim. Tarikat ve cemaatler öğretisinde yine dindarlık ve dinsizlik kadın üzerinde döner durur. Sanayi devrimi sonrası yürürlüğe giren gadaretin vicdanları yaralamasına mani olmak için Salih amel olan sosyal devleti yürürlüğe sokmak yerine, aksine inanıyor mu, inanmıyor mu veya hicabı da aşarak tesettür ediyor mu, etmiyor mu diye semavi dinlere KENDİ KAFASINA GÖRE helal ve haramlar getiren tassub ehli türetilmiştir. Bakınız bu önderlerin risalelerine ve Allah kitabı yerine bunları koymuş olan tabilerine. Aynı şeyi görürüz. Ateist mi, değil mi gibi bir kuru kıstas hem öğretide ve hem de uygulamalarında vardır. Ama devam eden ayet bize gadaretin kıstas olması gerektiğini açıklar. Bu ise gadaretten uzak durmakla başarılır. Gadaret ise, çevrede açlık veya fakirlik sınırının altında çok sayıda komşu veya vatandaş olduğu halde, o kişi veya kişiler refah içinde yaşamayı içlerine sindirirler ki, işte gadaret denilen vicdansızlık budur. Bu insanlar ister iman edenlerden olsun, isterse rutin ibadetlerine devam eden formal bir amel ve iman sahibi olsun, gaddar insanın başka amelleri de makbul değildir. Yine bir hadisi hatırlatalım. “Sizler merhametli olmadıkça iman etmiş sayılmaz, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz” hadis hakikatidir. “Biz merhametliyiz diyen çevredekilere Resulullah açıklama yapar. Der ki, “Ben size çoluk çocuğunuza merhametinizi kastetmiyorum, halka karşı olan merhametinizden bahsediyorum” der.

Demek ki sınıflı toplum ve bunu kabullenen ferdiyetçi sistemleri içine sindirenler gaddar olmuş oluyorlar. Halka merhamet ise halkçı ve sosyalistlere özgü bir güzel ahlak olmuş oluyor. İşte Kuran dışı İslam’dan beslenenler bunun için kamu işletmeleri karşıtıdırlar. Onun için sosyal devlet düşmanıdırlar. Bunların birer ferdiyetçi ehli gadaret olan Feodalist, liberalist kesim oldukları Kitab-ı mukaddes'de de açıkça bildirilir. Öyle ise Yakub mektubu Bab–2 ayet 15 den sonrasına göz atarsak bize merhametin ancak sosyal hukuk devletini savunan merhametli sosyalist ve kollektivist kesimde bulunduğunu bildirmiş olur.

“Eğer bir kardeş veyahut kız kardeş çıplak ve gündelik yiyecekten mahrum iken, sizden de birisi onlara selametle gidin, ısının ve doyun derse, fakat bedenin muhtaç olduğu şeyleri vermezse fayde nedir?”(Yakup’un mektubu Bab–2 ve ayet 15)

Hani bazı cahiller der ya: “Allah versin”. İşte Allah böylelerinin ne namazını ve ne de orucunu ve buna benzer dua cinsinden eylemlerini kabul eder. Bir önceki ayeti şimdi hatırlayalım. Neydi özü? Kuru bir iman ve imana bitişik amellerden olan dua, ayin ve seccade namazı ve ramazan orucu gibi şeylerin kurtuluşa yetmediğiydi.
“Amel” denilince bunlardan ziyade sosyo ekonomik içerikli(yani bütün toplumu kapsayan) hayır işlemede yarışma alanındaki işlerin işlenmesi anlaşılması gerektiğini işte bu 15. ayet bize açmıştır. HAK DİNDE İMAN SONRASI EN MÜHİM AMEL FAKİRLİK SINIRI ALTINDA HİÇ KİMSEYİ BIRAKMAMAKTIR. İşte bunun din literatüründeki ismi “İNFAK’TIR” İşte kimse ben iki buçuk zekât verdim diyerek kesip atamaz. Geçimini rahatlıkla sağlamayana bir tek ferd varsa o toplumun kilise, cami ve havradan çıkmayan dindarları olsa da bir kıymet ifade etmez. Çünkü bu insanlar hak nazarında gadaret fiilini işlemişlerdir.
Ya açlık sınırının altında maaş aldıran ve veren toplumların yöneticileri siz ne yapacaksınız? İnsanları “dindar başkan” diye aldatmaktasınız. Peki, Allah’ı aldatamayacağınızı siz de biliyorsunuz. Allah elbette ki bağışlayıcıdır. Ama merhamet edene merhamet edilir kuralı dinin özüdür. Gaddarların inanmaları Allah indinde bir kıymeti olmayan şeydir. Salih amel ise yaratılmışlara çok faydalı olmaktır.
(devam edecek)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (11. July 2014 Saat 02:50 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (11. July 2014)
Alt 11. July 2014, 07:52 PM   #6
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-6.

Şimdi Bab–2 ve ayet 17’den itibaren devam edelim. Bu ayetler kapitalistlerin son iki yüz yıldır doğruluk eğrilik, gadaret ve merhamet açısından bir ayrım yapması gerekirken, lafazanların yaptıkları “inanıyor- inanmıyor” ayrımını icat ederek kapitalizmin gaddar pençesinde mazlumların ezilmesine aldırış bile etmediler. Dine bu türlü bakanların risaleleri haksız yere üne kavuştular…

“Böylece iman da, eğer amelleri olmaz ise( ekonomik eşitlik infak ile kurulmamışsa) haddi zatında ölüdür. Fakat bir kimse diyecektir ki: Senin imanın var, benim amellerim var. Senin imanını ameller olmadan bana göster. Ve ben imanımı amellerimle sana göstereceğim. Sen Allah bir olduğuna inanıyorsun; iyi ediyorsun; cinlerde inanıyor ve titriyorlar. Fakat ey boş adam, imanın ameller olmayınca, faidesiz olduğunu bilmek ister misiniz”?(Yakup’un mektubu Bab–2 ve ayet 17 ve sonrası)

Bu ayetlerde vurgulanan şey, imanın kemal bulması onun Salih amelle tamamlanması gerekli olduğu kesin bir dille anlatılmasıdır. Yine bu Salih amelin en makbulü ise insanların temel ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda infak edilmesidir. Yani Bakara–219/2 ve yine Nahl–71 ayette nimete nankörlükten arınmak şartı olarak düzenlenen şeydir. Şimdi de Yakub mektubu Bab–2 de konu başlığında verdiğimiz 24. ayet ve devamını verelim.

“Görüyorsunuz ki, insan yalnız imanla değil, amellerle Salih sayılır. Ve aynı suretle fahişe Rahab da ulakları kabul etmiş ve başka bir yoldan göndermiş olarak amellerle Salih sayılmadı mı? Çünkü beden ruh olmayınca ölü olduğu gibi böylece iman da, ameller olmayınca ölüdür.”

Görüldüğü gibi Kuran içeriği ile en çok örtüşen Kitab-ı mukaddes bölümü işte bu Yakub mektubudur. Biz deriz ki, ey iffetli olmak kendisinin ve bakmakla yükümlü olduklarının itidal-kavam seviyesinde infaklarından artanın tamamını yurttaşların infakı için kullanma ilkesiyken bunu tesettürle eşdeğer olarak takdim edenler. Ey insan, ekonomik eşitlik nimete şükretmenin, sınıflı toplum ise nimete nankörlük olduğu halde İslamı imana hapsedip, onu da kadın tesettürüyle başlatıp onunla bitiren “Salih amel” ufuksuzluğuna esir olanlar; Rahab’ı düşünün de ibret alın.
İsrail Mısır'dan(mısri'den) çöle, orada 40 yıl dolaştıktan sonra vaadedilmiş topraklara mücadele ederek gitmesi gereken ümmetin, küffar diyarı hakkında istihbarat toplamak için gönderilen kimseleri saklayarak ve kollayarak ve doğru istikameti güzergâh yapmalarına yardımcı olan bir fahişe kadının hakka yardımcı olan davranışı Allah’ın hoşuna gitti. Bu örnek davranışı “Zina etmeyeceksin” emrine ve bunu kitabın ağır cürümlerden saydığı çirkin fiili dahi affa uğratacak bu davranışın zinayı meslek ve geçim kaynağı yapan bir kadının suçunu bu Salih ameli örtmüş ve Allah merhametine layık sayılmıştır.

Bütün bu gerçeklere rağmen, Salih ameller değerlendirmeye alınmadan düz mantıkla hareket edilerek elle tutulmayan gözle görülmeyen kalpteki iman ve imansızlık hizipçi ve fırkacılarca kıstas yapılarak Vahiye aykırı iş işlene gelmiştir. Felaket ve harabiyetimizin çok önemli sebeplerinden birisi budur. Şefaatle kurtuluş ve “imanın seni kurtardı, ver parayı papaz seni vekâleten affetsin gibi akıl ve mantık dışı usul ve yöntemler ihdas edildi. İşte biz bütün bu hileleri kurtulma yalanlarına dayalı yollara sapmaya “By-Pass etme” diye genel bir isim verdik. Bu iş ise hep sosyo ekonomik hükümlerde yapılmıştır. Dikensiz gül bahçesi peşinde koşan bir güruh hak dini her yeniden tebliğinden sonra yorum çarpıtmalarıyla değerden düşürmüşlerdir.
Böyle yapılınca, Sosyo ekonomik hükümlere By-Pass yapılmış olur. Örnek vermek gerekirse, Ahdi cedidin başına o gelmiştir. Onun sosyo ekonomi politiğe ilişkin hükümleri kalın çizgili ve açıktır. Yani veciz anlatımla değil, nesir şeklindedir. Hem de gerek sülale ve ailesinin, gerekse, selam ona İsa’nın yaşamı manastırlarda geçtiği için onu bozamamışlar. Eksiği ise, Kuran gibi mufassal ve sebep sonuç ilişkisi detaylı değildir. Ama bilgisi az olan kişinin bile anlayacağı basitliktedir. O zaman işte, Selam ona İsa’ya ulûhiyet atfederek sap sağlam ve deve dişi gibi duran sosyo ekonomik hükümleri muallâkta bırakmışlardır.

Şefaatle kurtulmak var ise, insan niçin Mülk ve cinsel şehvetini kısarak yaşasın mantığını devreye soktular. En azından yapılan işin sonunda sosyal ve tecrübî psikolojide sonuç bellidir. Hak olan din sosyo ekonomi politiğine ilişkin hükümlerini askıya almanın çok zekice ve şeytani bir yolu. Hal böyle ise, ulûhiyette hile yapılmışsa, bunun sosyo ekonomik hükümleri askıya alma maksadı apaçıksa, niçin oradaki sosyo ekonomi politikten kitapları İncili (Fazlayı verip itidalle yetinmek) olmayanlar veya veciz anlatımla kafa yorarak saptanması gereken kesimler mahrum kalsın? Onu bilirsem, Kuran yorumcularının yorumlarında bulamadığım mülk şehvetinin önlenip, Adalet ve rahmetin kapısını açacak hükümlerin mutlaka Kuranda da olduğunu bilir, onları aramaya koyulurum.

İşte biz de öyle yaptık. Sosyo ekonomik ilkelerin, bakmasını bilen için Kur'an’da fazlasıyla bulunduğunu gördük. Bunu yapmazsanız, İslam’ın yayılma döneminde, bazı Yahudi âlimlerinin çokça bulunduğu coğrafyamızda, onların etkisinde kalan İslam Âlimlerinin, Adalet ve merhamete ilişkin “Kıst” hükümlerini nasıl gözden kaçırmaya kalkıştıklarını bilemezsiniz. O zamanda Kur'an'a değil, Talmut’tan çıkan bir dine nasıl saptırıldığınızı anlayamazsınız. Emperyalistin yem oltası olan liberalizmi tanıyamaz, bir türlüde sömürülmekten kurtulamazsınız. Öyle ise, Kuran’ın bize açıkladığı çeşitli bozma yollarını özet olarak inceleyelim. Sonra da, Musa sonrası gelen Resul- Nebiler neyi tasdik etmişlerdir. Eldeki kitabı mı, yoksa ihtilaf edilen konularda uygulanan sosyo ekonomi politikten bir tarafın tutumunu, yani takva üzere yaşayanlarınkini mi tasdik ettiler. Mesela Selam ona İsa, İhtilaf eden Ahdi atik mensuplarından hangisinin yorumunu tasdik etti. Bunu bilmezsek tasdikin niteliğini bilmeyiz. Eski kitaplara inanmanın sınırını da bilemeyiz. Çünkü Kuran’a göre eski kitaplara inanmanın iman şartı yapılması karşısında, bununla kasd edilenin anlaşılmasında fayda vardır. Zaten önceki bölümlerde Bakara suresinde birkaç ayet incelemiştik. Şimdi diğer surelerde, ahdi atik mensuplarının yaptıkları çarpıtmaları sıra ile inceleyelim. Önce gizleyerek yorumlara gerçeği yansıtmama şeklindeki örtücülüğü görelim.
(devam edecek)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (11. July 2014)
Alt 12. July 2014, 06:07 AM   #7
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-7.


Muhakkak ki hased feodalizm ve liberalizmin olmazsa olmazı bir kötülüktür. Hased ve fırkacılık birliktedir. Ferdiyetçilik meşrulaşmışsa hizipleşme, fırkacılık her dönemin olduğu gibi zamanımızın da sulh ve barışı bozan 'serbest yer' girdabına dâhildir. Bu tarihin eski dönemlerinden beri böyle olmuştur. Feodalizm ve liberalizm gibi İnfakı az yapan kârı sermayeye ekleyerek özel faaliyete devam eden politikalar hep "Icl"(buzağıyı ilahlaştırmak) denilen güruh eylemlerindendi. Yani hak dinin dindarları Antiliberalist, batıl dinin dindarları ve Allah ile aldatanlardır. Fatır–5, 6 ayette geçen ve çeşitli çevrelerin kendi bakış açılarına göre anlam verdikleri bu kavramın burada kullanışımız şu anlamı ifade ediyor. Bunlar kendilerini Allah hizbi zannederek veya öyle lanse ederek insanları istismar edenler ve dinden geçinenlerdir. Bu kesim, kendi imanlarını amellerini beğenenler ve ne yaparlarsa yapsınlar, mademki “hakka” inanırlar, öyle ise kendilerine her şey bağışlanacaktır diye düşünen ve Allah’a iftira ederek kötülüklerine dinden muafiyetler icat edenler.

Oysa hakka değil kendilerinin veya atalarının zanlarına inanmaktadırlar. İşte bunlar da yarar sağlayıcı, yarara dayalı bir amel olmadığından, kötülükler de, maddi çıkarlar da hikmetlidirler. Hikmetleri Allah’tan ve âli değil, şeytandandır, şeytanidir. Mesela ülkemizden bir misal verirsek hakkında Almanya da mahkûmiyet kararı verilip mahkeme kanalıyla şeytani hikmeti(hile ve desisesi) kanıtlanmış bir derneğin durumuna bir göz atmak yeterlidir. Bunlar halkın dini duygularını sömürerek topladıkları paraları toplama amaçlarının dışında kullanmalarında hep iblisin kendilerine kötülüğü iyilik gibi göstermesinden kaynaklanan eylemlerdendir.

İşte bizim ortaya koymaya çalıştığımız şey bunun psikolojik nedeninin başında yer alan "hüsnü kuruntu"dur. Onun için biz Fatır–5 ve 6. ayetlerinin buraya giden anlamıyla meşgulüz. Çünkü büyük tehlike buradadır. Yine tarih boyu iblisin telkin ve vesveselerine kulak verenler hep burada aldanmış ve insanları böyle aldatmışlardır.
Şimdi onu açalım. Bu hizip veya fırka asla birlikten yana değildir. Ferdiyetçi olduğu için siyasette muttakiler kollektivizminin-Beyt ekonomi politiğinin, kendisi olan sosyalizme ve mülkün iştirak halinde kullanılmasına şiddetle karşıdırlar. İstismar ve bencilliğe, hizipçilik ve klikçiliğe çok müsait olduğu için vakıf istismar sistemini, sosyal devleti yıkarak onun yerine koyarlar. Öyle ki, ticari amaçlı şirketlerine dahi vakıf süsü verirler.

Bu kesim bir hakikat içermeyen imanları ve bilhassa amelleri(Ekonomi politikleri) gaflet ve dalaletle sakat olduğu halde kendilerini ve cahil kesimleri hak dinin dindarıymış gibi aldatmışlardır. Evet, bir anlamda dindardırlar. Ama semavi dinin değil, batıl herhangi bir dinin dindarıdırlar. Kitleler dinler tarihi ve din felsefesi, din ekonomi politiği ve kültürü hakkında yeterli bilgileri olmadığından bunları dindar zannedenler ülkeleri emperyalizme ferdiyetçiliğe kurban edenlerin günahında suç ortaklarıdır. Buradaki sebeplerden birisi bilgi sahibi olmadan fikir(iman) sahibi, iman sahibi olmadan batıl amel sahibi(Şerli ekonomi politiği hayırlısına üstün tutmak) olmaktır. Diğer sebep ise, bu hatalı iman ve davranışına rağmen, herkesin dinini batıl, kendi inanış ve amelini hak sayan bir hastalıklı ve hüsnü kuruntu olan inanç beslemektedir.

İşte bu son pencereden yardım dernekleri ve vakıfları kurup amaç dışı ve çıkar amaçlı davrananlara tekrar bakalım. Yine çıkar amacını bir kenara bırakalım. Konuyu uzatmamak için böyle yapalım. Çıkar amacı olmasa dahi amaç dışı davranışın ve kendisinin yolunu beğenme hüsnü kuruntusu sahibi hasta kalplerin maddi kar dışında kalarak yaptıklarının vahametini ortaya koyalım ki, insanlar birde maddi çıkar için yapma iradesini içeren türünün katmerli zulüm ve günah olduğunu bilsinler. Çünkü "istismar ve maddi çıkar amacı yoksa burada günah yoktur" diyenlerin yanıldıklarını Fatır–5 ayete göre onların Allah hizbi değil, şeytan hizbinden olmaları nedeniyle onun vesvesesine uyarak kendilerinin muafiyetleri bulunduğu yolunda şeytan telkinine uyduklarını her olayda ortaya koymak gerekir.
Kendisini beğenme, farklı görme kibrine kapılan bu kesimler kendilerini Allah’ın has kulları, diğerlerini günahkârları olarak görür ve buna inanırlar. Hâlbuki herkesin kendi nefsini kınaması hak dinin temel ilkelerindendir. Bunlar ise şeytanın vesvesesine kendisini kaptıranlardan olduklarından davranış ve dış görünüşlerde tuhaflıklar icat ederek ve ehemleri mühimler yaparak halkı da doğrulara ve toplumcu amelleriyle hakka kılavuzluk yapanlara iftiralarla düşman ederler.

İşte kendi inanç ve anti toplumcu amellerinin doğruluğuna kendilerini inandırdıklarında, artık bu gayeye ulaşmak için haksızlıklar yapılabilir diye inanır ve uygularlar. Alman mahkemeleri tarafından kesin hükümle mahkûm olan Deniz feneri derneği idarecilerinden toplanan yardımı toplama sebep ve amacı dışında kullanılması örneğini ele alalım. Burada sanki maddi çıkar amacı hiç yokmuş farz edelim. İşte bu insanların medyaya yatırım yapmalarını ve bir partinin seçimi kazanması için bir kısım yardımları amaç dışı kullanmasının “gayeye ulaşmak için her yol meşrudur” zihniyetiyle hareket ettikleri açısından bakalım olaya.
Bu dernek diyelim ki uzak doğu depremzedelerine yardım için para topladı. Başlangıçta bu amaç kasıt da var olabilir de, olmayabilir de. Bu ayrıntıya da girmiyoruz. Burada emanete hıyanet vardır. Çünkü hayrı doğrudan yerine ulaştıramayan insanlar bu derneği aracı yaparak bu paraları vermişlerdir. Bunu alanlar bu amacın dışına çıkarak verilmesine açık izinlerini almadan ve bu amacı açıklamadan toplanan parayı kısmen dahi olsa medyaya ve kendi görüşleri için yararlı olacağını düşündükleri bir siyasi partiyi iktidar yapmak için kullanmaları hem emanete hıyanet ve hem de emniyeti suiistimaldir.

İşte bu failler maddi çıkar gözetmeseler dahi günah işlemişler, evrensel yasaya göre de suç işlemişlerdir. Bunları kanıksayıp tepkisiz kalan kamuoyu da adil olamaz. Hele karşılıklı çıkar ilişkisi penceresinden bakan ve bu tür emniyeti suiistimal yoluyla iktidar olmasına yaradığı için bu günahkârları veya suçluları koruyan mülke tasarruf eden siyasiler de bunların suç ortakları olmuşlardır. Ama ya yanlış öğreti nedeniyle, ya da bilerek bu hizipçiliğe sapan her bir şerik bunu kanıksamıştır. İşte biz, kendisini aklama, kendi inanç ve amelini beğenme kibrine kapılma diye buna diyoruz. Şeytanın vesvese ile yanılttığı ve Allah ile Aldatan ve aldatılan güruhun hesabı ahirette çok zor olacaktır. Onları yanıltan ve böylece şeytan hizbine dâhil olmalarına müdahale etmeyen din bilginleri de aynı vebali yüklenmişlerdir. Tümü de Fatır–5 ve 6. ayetinin geniş anlamı içersinde kalan bu halin temelinde kendi zanni fikrini beğenme, kendi amelini beğenme narsizminin sonuçlarıdır. Dini kullanarak faşizmi yürürlüğe koyanlar, istibdadı uygulayanlar(Ergenekon tezgâhını kuran siyasi iktidar ve suç ortaklarında olduğu gibi) hep kendini, kendi imanını, kendi amelini velhasıl öteki yaratan ve toplumu fraksiyonlara sözde dini gerekçelerle ayıranlar hep şeytanın vesvesesine uyarak şeytanın telkin ettiği vesveseye kulak vererek adaletsizlik zulmünü uygulayan zalimlerdir.
(devam edecek)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (12. July 2014 Saat 09:20 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (13. July 2014)
Alt 12. July 2014, 10:12 AM   #8
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-8.

Şeytan insana kibri aşılar; hasedi aşılar. Aceleciliği aşılayarak Hilmi terk ettirir. İşte biz Yakub mektubu üzerinde bu kadar durmamızın sebebi bu hakikati toplu halde vermesindendir. Mesela yurtseverlikle dindarlığı bağdaştıranlara karşı kurulmuş Ergenekon iftirasıyla muhalefeti susturup zulmü meşrulaştırmanın örnekleri tarihte/geçmişte görüldüğü için Yakub mektubu bunun şeytandan olduğunu ve şeytani hilelerde hikmetlilik demektedir. Yine bu hali “Hilmsizlik” olarak tanımlamaktadır.
Bütün bunlar bizi bu ayetleri insanlara duyurmaya teşvik etti. Ey iktidar sahipleri, karşı hizip ilan ettikleriniz bir hakka aykırılık sergileseler bile buna azap ve işkenceye sapacak kadar kinli olmak, yargılamak yerine kinini kusmak için Hilmi terk etmek gerekir mi denilmektedir hikmetin şeytanisini kullanarak adaletsiz ve üstelik kinlenerek tezgâh kuranları ikaz eden incelediğimiz bu ayetler.
Başka bir ifadeyle bu bilimsiz-hilimsiz kin ve intikam tugayları şöyle çarpık bir vicdana sahiptirler: "Mademki biz, bize göre Allah’ın has kullarıyız, bizim indimizde batıl yolda görünenler veya bizi iktidar nimetlerinden etmek isteyenlere yapacağımız zulüm bize haram değil, bilakis helal kılınmıştır" talan ve çarpık bakışıdır. Allah Kur'an'da, değil yurtseverliği dindarlığın parçası sayanlara adaletsizlik yapabilirsiniz desin, aksine açıkça kâfirliği tescilli olanlara dahi adalet edilmesini emreder. Kaldı ki Resulullah vatan sevgisinin imandan olduğunu açıklamıştır. Ulusu savunmak, milleti savunmak, yerel ve milli olan değerleri savunmak mademki imandandır; bunlara karşı globalleşme taraftarlarınca acımasız savaş verenler acaba hangi batıl dinin mensubu ve kimin ümmetidirler?

Hakkı güncel örneklerle dile getirmek hakkın görülmesinde ve batılın teşhisinde bilimsel bir metot olduğu için bir somut olaydan örnek verdik. Yoksa bu kendisini beğenmek, zannını beğenmek, eylemini beğenmek, iman ve mezhebini beğenmek ve başkasına günah olan birçok şeyin kendisine ve hizbine mubah olduğunu iddia etmek; Fatır suresinde bahsi geçen Allah’ın kendisine imtiyazlı ve iltimaslı davranacağını zanneden ve ilan edenler şeytan tarafından ”Allah senin gibi düşünenleri affeder, çünkü sen cihad ediyorsun” vesvesesine kananlar kesimidir. Bir de bunların halkı aldatması vardır ki, buda yine Fatır–5 ve 6 ayetin diğer manasıdır. Bu da bu görüşü meşrulaştırıp halkın istismarında kullanmaktır. Şimdi bu ince ve önemli konuda Kitab-ı Mukaddesin Yakup mektubu 3. Bab’dan ayetsel delillerini sunalım. Sunacağımız ayetler Bab–3 ayet 13 ve 18 arasındaki ayetler.

Ama yine verdiğimiz güncel örnekle örtüşmeyi yüzde yüze yaklaştıran nemmanlık, iftiracılık niteliğinin de uyum içinde olduğunu kanıtlamak için bu babın başından beri bir özet hatırlatma yaparsak, hayret verici bir benzerliği görerek vahiylerdeki geçmiş, gelecek ve hâlihazır durum değerlendirmeleri hakkındaki gerçekliliği görerek selam durmak gerekir. Din, insan ve hakikat istismarcılığının ne denli kötülük olduğunu iftiralarla hakikat dostları doğru dürüst ve tevazu içinde olunup eşit paylaşımı savunanlara bencillerin iftirasının tek başına onları cehennem kütüğü yapmaya nasıl kâfi geldiğini görelim. Çünkü bu, kendisini ve zanlarını hakikat zannederek kendi amellerini beğenenlerin sosyalist müminlere(Hakiki hak din dindarı mütevazı ve paylaşımcı insanlar) iftiraları yeni değil, çok eskidir. Tarihte bu iftiralarla fityan ehlini katleden Firavun tarihte ve dinler tarihinde yerini almıştır. Firavun da bir anlamda dindardı. Ama Allah’ın istediği gibi değil, nefsinin çektiği gibi dindardı. Batıl bir dini anlayışın fanatiğine acaba dinsiz mi denilir?

Bunlara genel olarak “sürçenler” denilir. Kendileri iman ve amelde sürçtükleri halde, yani Beyt üzere mülkte iştiraki ret ettikleri halde halen hak üzerinde olduklarını zanneden ve başkalarını dinsiz ilan eden nimete nankörlük edenler bunlardır. Zamanın sosyalistlerini zinakar iftirasıyla lekeleyen firavun ve onun avaneleri hakikatte sürçmüş ve aklı az kitleleri sürçtürmüşlerdir. Bu yönüyle de sürçen taifenin yalan ve iftiralarla kendilerine muhalefet eden yurtsever Müslümanları zindanlara tıkanların tavrı birbirine paraleldir. Doğrulara ve doğruluğa karşı tertiplenmiş kin ve düşmanlığa dayalı operasyondur. Bu makaleye başlık yaptığımız ayetlere yer kalmayacağı için 3. babın baş tarafı olan 2. ayette bahsi geçen sürçmeyi bağımsız bir bölümde incelemek üzere şimdilik geriye bırakarak, 3. babın son kısmına dönerek Kelamda sürçenlerin kötü amellerini hatırlayalım. Bunlar kin, Hilmsizlik tarafındaki rekabetçi eylem ve tutanlarının “kötülük yapmakta şeytani hikmet ehli” olduklarının ilanını görelim. Hak dinin kâmil insanı teenniyle hareket etmeyi, tedebbür etmeyi sebep sonuç ilişkileri kurmayı, iyi ve kötünün hakiki bilgisine sahip olmayı hilmde hikmet veya hikmette hilm saydıkları halde, sürçenlerin bunun aksini yapan Aculiyet veya Icl(buzağıcı-kapitalist) ehli olduklarını bilelim. Oysa şeytanın kalplerine vesvese verdiği güruh ise konu maddi çıkar ve iktidarda kalma olunca çıkarcılık ve bencillikte öyle “hikmetlidirler” ki şeytan bile onlar kadar tuzakçı ve iftiracı olamaz. Şöyle ki:

“Aranızda hikmetli, ver anlayışlı olanınız kimdir? İyi anlayışla kendi işlerini HİKMET HİLM'İN’DE göstersin. Fakat yüreğinizde acı(Yoğun) hased ve fırkacılık varsa, övünmeyin(kendinizi aklamayın, muaf tutmayın, amellerinizi beğenmeyin) ve HAKİKATE KARŞI YALAN SÖYLEMEYİN(Bu sözde dindar tipi feodalizmi ve kapitalizmi hak dinle bağdaştırmaya çalışarak Allah’a iftira eden Firavun ve avanesi örneğidir ki, bu konuda Taha–61 ayet bizi bilgilendirir.) Bu hikmet yukardan inen değil( Rahmani değil), fakat dünyevi, nefsanî şeytani hikmettir.(Bu konuda gayeye ulaşmak için her yol meşrudur zannına kapılmak, yalan, iftira ve şeytanlıklar uygulamayı yağdan kıl çeker gibi becerip başarmak).ÇÜNKÜ NEREDE HASED VE FIRKACILIK VARSA, ORADA KARIŞIKLIK VE HER KÖTÜ İŞ VARDIR. Fakat yukardan olan hikmet(İşlerin içyüzüne ve inceliklerine vukufiyet/erişme ve ilişkilerde nezaket…) evvela saftır(Hilesizdir ve kimseye kötülük planlamaz), ondan sonra, ondan sonra sulh edici(silimden yana olmak budur, hizipleşmede İslami zerre yoktur), mülayim, uysal, merhametle ve iyi semerelerle dolu, garazsız ve riyasızdır. Ve salahın semereleri sulh ediciler(ce) için selametle ekilir”

Demek ki İslam denilen kavramla tassub, hizipçilik ve fırkacılık asla bir arada olmaz. Bunu ortaya koyanlar ister bundan hayır beklesinler, ister başka bir saikle yapsınlar, her halükarda şerle iştigal etmek, yalan ve iftiralarla şeytani “hikmet” ehli olmuşlardır. Bunu tipik ve güncel örneğini de yukarda verdik. Uygulayıcılarını Allah ıslah etsin, ıslahları mümkün değilse Allah onların yerine hakiki dindarlara emaneti nasip etsin. Şeytanlıkta maharet sahibi olmak ile rahmani hikmet sahibi hilim ehli arasında böyle bariz ve açık fark vardır.

Sonraki bölümde Yakup mektubunda 3. Bab olarak bulunan bölümün ikinci ayetinde bahsi geçen hakikatte sürçmenin hükmü ve kelâmda sürçmenin nasıl bir dini dalalet ve insanlıkta felaket oluşturduğunu ortaya koyalım. Sonra bu alandaki sürçmelerin Kuran’da geçen bazı ayetlerle bize bildirilen, vahi gerçeğini değiştirme ve yorumlarla hak dini batıl istikametinde (ifsad etmeye ilişkin) ayetler sunarak devam edelim.
(devam edecek)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (13. July 2014)
Alt 12. July 2014, 07:31 PM   #9
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-9.

Bu cümleden olmak üzere şunların da veballeri sıradan insanınkinde çok çok ağırdır. Yönetime ve sair güce sahip olmayanın yaptığı a dalaletsizlikle, mülke vaziyet eden güçlülerin ve emaneti üzerlerine almış gayrı adil olanların günah ve sürçmeleri de diğerlerinden defalarca ağır vebal ve günah yüklenmektir. Yine kedi titrini kullanarak haksızlık yapanla, dini değerleri kullanarak, Allah dininde bulunmayanları orada varmış gibi lanse ederek(Allah’a iftira etmek) suretiyle ağır basmaya çalışanların veya bunun tersine var olan ilkeleri görmezden gelerek, üstünü örterek ve anlam çarpıtarak iptal edenlerin günahları kat kat büyüktür. Bunu firavun gibiler(Ekâbir feodalist ve liberalistler) iftira yolunu kullanarak insanları feodalizmin ve liberalizmin dostu, sosyalizmin ve kollektivizmin düşmanı yapmışlardır. İşte zamanımız sözde dindarları niyet, yöntem ve hakkı karalama, batılı hak gibi gösterme benzerliğiyle Firavun amellerine çok benzeyen yolu tutmuş, toplumcuları karalamaktadırlar. Tıpkı firavuna ve feodalizme karşı duran fityan yüksek ahlaklı kollektivist müminleri karaladığı gibi sanayi devrimi sonrası kapitalist sözde müminler aynı karalamaları sürdürmekte, Allah’ın yümünlü dediği ensar ve iysar ehli( Ekonomik soldakileri) ve yerel menfaatleri savunan ve emperyalizm ve kapitalizmle entegrasyonu ret eden bu zamanın fityan ehlini(El Yesiyru) meymenetsiz ilan eden riyakârlar türemiştir.

Zaten ele alacağımız Yakup'un mektubu 3. babın başındaki ayetler çoğunlukla toplumcu ekonomi politikten yana üstün ahlaklarından dolayı suçlanan ve suçlu ilan edilen hakikat ehli anti-liberalist ve anti-kapitalist kesimi iftira ve bühtanlarla karalamaya çalışan nemmanları kınamaktadır. Çünkü insanların en şerlileri bu yöntemle insanların şereflerine leke sürerek toplumun gözünden düşürme tuzakları kuranlardır. Zikreden ve şükreden aynı ağza dünya menfaati için yalan ve iftira söyletmek yakışır mı?
Şimdi bu dalalet ehlini Yakup kitabından dinleyelim. Bab–3 de dil ve sözün hayra ve şerre yönlendirmede önemi vurgulanır.

Güçlü bir atın küçük bir demir parçası olup ismi "gem" olan şeyi ağza yerleştirerek küçük bir el hareketiyle çok güçlü atın amaca uygun kullanılması yine sözün de çıktığı yer olan ağızla yönlendirmektir. Geminin küçük bir dümeni yine fizik yasalarının lehe iş görür hale getirilmesiyle o yüz bin tonları bulan gemiyi dümen sayesinde bir parmakla döndürmektir. İşte bunun için toplumu ıslah edecek olanlar da, ifsad edecek olanlarda kelamı kullanırlar. Onun için ıslah için kavramları hakiki anlamlarına oturtmak, ifsad için de kavram ve terimleri yerlerinden oynatmak, tağyir ve tebdil etmekle sağlanır. Bu öyle güçlü bir düzenektir ki, tıpkı atın gemle, tonlarca ağırlıktaki bir gemiyi bir parmak darbesiyle istenilen istikamete sevkeden dümenin işlevi gibi bir işlevi vardır. İşte hikmet dolu bu ayetler, hikmeti yukarıdan olanlar için çok şeyler ve çok ince şeyler anlatır. Kötülüklerde hikmetli olanlar için ise hayırdan yana çok şey anlatmaz. Zaten onlar sofistçe veya safsatacılıkla kötü amaçlar için dili silah gibi kullanmaktadırlar. Öyle ise bu metni yazalım.

“Bizlere itaat etmeleri için atların ağızlarına gem vurmakla ONLARIN BÜTÜN BEDENİNİ DE ÇEVİRİYORUZ. İşte gemilerde çok büyük ve sert yellerle sürüklendiği halde, DÜMENCİNİN GÖNLÜ NEREYE İSTERSE, çok küçük bir dümenle oraya çevrilir. Böylece de dil küçük bir uzuvdur ve büyük şeylerle övünür. İşte, ne kadar az ateş, ne kadar çok odun tutuşturur.”(Yakub mektubu Bab–3 ayetler 3, 4, 5)

Şimdi dilin hayırda da, şerde de öneminin vurgulandığı 6. ayete geldik. İnsan bütün vahşi hayvanların haşaratın zapdedilmesinde çok önemli güç sahibi olduğu halde diline kâmilen hâkim olan insanın olamayacağını da aşağıdaki ayetlerle ortaya koyduktan sonra dilin sadece sahibini değil, âlemi ifsad ediciliği de(Fesada verici) ateşe vericilik ve yangın çıkartıcılık olarak açıklanır. Şimdi onu verelim:

“Ve dil ateştir; dil aramızda bütün bedeni lekeleyen ve cehennemden alevlenerek tabiatın devranını alevlendiren FESAD ÂLEMİDİR… Çünkü(fakat) kimse dili zaptetmeye kadir değildir. Durdurulamaz bir kötülüktür, öldürücü zehirle doludur. Onunla Rabbi takdis ederiz ve onunla Allah’ın benzeyişinde yaratılmış olan insanları lanetleriz. Takdis ve lanet aynı ağızdan çıkıyor. Ey kardeşler bunlar böyle olmamalıdır.”(Yakub mektubu Bab–3 ayetler 6 ile 10 arası).

Bu araştırma ve delil sunmaya yönelme saikimiz de hased ve fırkacılığın kötülük üretici olduğunu bir kez daha hatırlatmaktı. Aynı kıbleye yönelme dışında insanların aynı amaca yönelmesini vücut diliyle anlatan başka bir kült yoktur. Niyetler, amaçlar ve faydalar ayrı ise ister istemez hased ve fırkacılık var olacaktır. Bunu sona erdirmek için hak dinin fityan ismini verdiği ve kul hakkından temizlenip temiz kalmayı çok önemseyen hak dinin gerçek müminleri sosyalist Müslümanların yaptığı gibi faydalar çatışan çelişen değil, eşit taksim edilen doğrultuda olması gerekir. Ama özde değil, sözde müminler tarih boyu hakiki Müslümanlar(kollektivist muttaki dindarlar) hakkında iftiralar uydurarak hayâsızca iftira ve yalanlara sığınmışlardır. Çünkü kendini beğenmek, biricik olmak hastalığından ve daha doğrusu kibir ve bencillikten arınamadıkları için, cimrilik üzere ekonomi politikleri seçmiş(Feodalizm ve liberalizm gibi) bireyci ve bencilliği görmezden gelen veya dindarlıkla bağdaştıran batıl dini görüş ve yorumlar ihdas etmişler veya böylelerine sarılmışlardır. Bunu bakınız Yeramya(a.s) ne de güzel dile getirir. Önceki bölümlerde açıkladığımız kamuoyunun da yanılıp yanıltılacağını da ortaya koyan bu kıymetli ayetleri verelim. İlkelere raptedilmemiş çoğunluk iradesini savunan günümüz parmak demokrasisi safsatacısı nemmanların bir kez daha uyarılması açısından burada aynen veriyoruz.

YERAMYA KİTABINDAN: İNSANLARIN SOSYO EKONOMİ POLİTİK GÜNAHLARI:

Yeramya kitabı Bab 5 Ayet 22 de:

“Çünkü kavim sefihtirler. Seni bilmiyorlar, onlar divane oğullarıdır ki anlayışları yok. Kötülük etmekte hikmetlidirler. Fakat iyilik etmek de bilgileri yoktur.”

Yeramya kitabı Ayet 28 de: Adalet ve rahmetten uzaklaşmış, lirik zevklerle işi geçiştiren din için de hitabı şöyledir.

“Semirdiler, parlıyorlar, Kötü işlerde tanıklık ediyorlar, öksüzün davasını görmüyorlar, kendi işleri yolunda gitsin. Yoksulun da hakkını hak etmezler.”

Yeramya Bab 5 Ayet 31 de, ikiyüzlü din adamı ve siyasetçilerin kol gezmesinde suçun daha çoğunun doğru görünen ama asla doğruluktan hoşlanmayan “ümmette “ olduğunu ne de güzel anlatır aşağıdaki ayet.

“Peygamberler(muallimler) hile ile peygamberlik yaparlar. Kâhinler onların eli ile hâkim oluyorlar, KAViM DE BÖYLE SEVİYOR, bunun sonunda ne yapacaksınız”

Burada bir nokta koyup..............
/devam edecek)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (13. July 2014)
Alt 12. July 2014, 08:03 PM   #10
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-10.

Peygamberler(muallimler) hile ile peygamberlik yaparlar. Kâhinler onların eli ile hâkim oluyorlar, KAViM DE BÖYLE SEVİYOR, bunun sonunda ne yapacaksınız”

Burada bir nokta koyup, şu acı gerçeği biraz açalım. Bu çağımızın yeniden yapılandırmacı güzel insanlarının kulağına küpe olacak sözdür. Yeniden yapılandırmacıların en eskisi, en piri olan muttaki Yeramya diyor ki, eğer kavmin gönülcüğü öyle istemese, ortalıkta ne yalancı peygamber (Sofist) kalır, ne hurafeci, ne sofist tipli siyaset ve din bezirgânı, ne de benzeri sahtekârlar diyor.
Zamanımızda da öyledir. Suçun çoğu, o yeniden yapılandırmacı münevverlerin, hallerine acıyıp kurtarmaya çalıştıkları o halktadır. Ne yazık ki onlar, doğrudan, iyiden, güzelden hoşlanmıyorlar da, Ayet ve açık yorumlar ortada iken; Fetva (hileyi şer’iye) tarafına kaçıyorlar. Yani “muallim bunun bir kaçamak yolu yok mu, bu bize zahmetli geliyor. v.s.” diyorlar. İşin acı tarafı ve şifasızlığı burada zaten. Hâlbuki bu hukuk boşluğundan geçeceklerin/faydalanacakların sayısı bellidir. O boşluk sıradan halkın aleyhinde işleyecek, tuzu zaten kuru olanlar takımının önünü açacaktır. Diğerleri hayal görmekte, zirveleşeceklerini zannetmektedirler. Yani halkın çoğu dünyevileşmeyi bile tercih etmiş olsalar, zirveleşecek olanlar rekabette acımasız olacak olanlardır. Böylece hem dünyada ve hem ahirette hüsran ve iflasla sonuçlanacak şeyi istemektedir tahkiki iman sahibi olmayan güruhlar. Birde bunun gerekçesini yine Yeramya kitabı Bab 6 Ayet 13 ten dinleyelim

“Çünkü küçükten büyüğe kadar olanlardan her biri, Kötü kazanca düşkündürler. Ve peygamberlerden kâhine kadar hepsi hile yapıyor.”(burada peygamber muallim demektir. Ahbar’dır. Hahamdır, hocadır, müderristir. Nebi değil)

Burada sosyal psikolojinin en bariz analizi var. Şöyle ki; Halk nabzına bakan muallimler var, daima el üstünde tutulmak ve toplumdan hak etmedikleri bir rağbet görmek için, halk dalkavukluğu yapıyorlar. Buna halk yardakçısı politikalar da denilebilir. Denebilir ki, ya ne yapsınlar? Halka rağmen halk için slagonu ile “tepeden inmeci” bir dayatma mı yapsınlar? Hayır, yapılması gereken ikisi de değildir. Güncelliğini zamanımızda da koruyan bu sorunun karşılığı elbette vardır. Kimisi buna orta yol diyecektir. Biz öyle de demiyoruz. Çünkü Orta yol zihinlerde idare-i maslahat olarak çağrışım yapar. Doğru kavram “ilkeli olmaktır”. Bundan sonra da, şahısların hükmetme ve devletlerin de değil, İlkelerin, mefkûrelerin hâkim kılınmasını istemektir.
İlkeler ise, ilkelerin ilkesi diyebileceğimiz Hakk (gerçek) değerlerden seçilmelidir. Bu bir anlamda, izafi ve indi değerlerin reddedilmesidir. Ayrıca çözümü kişilerde değil, sistemlerde aramayı öğrenmelidirler. Onun alınacağı yer ise bütün bilimleri içine alan ve her birinin hakkını ve yerini tayin eden ilimdir. İlimden başka mürşit aranmamalıdır. İlim ise, Allah’a İsim olan bir kavramdır. Öyle ise Doğru ilkeler Doğru olandan alınmalıdır. O Hakk tır. Haktan sadır olan Hak bilgi Adalet arayanlara paha biçilmez bir nimettir. Hak olan anlamı bizzat çıkartabilmek için de bilge olmaya yönelmek ve erdemli olmak gerekir. İşte bu sistemin var olduğu yönetim biçimine Hukuk devleti, Adalet devleti denilir.
Adalet devleti ise, şahsiliğin/bencilliğin mülkün her üç alanından tasfiye edilerek, ortaklaşa kullanılmasıdır. Hilesiz demokrasi de budur. Dinde şirk ve dalalet yoluna sapmanın tek büyük sebebi muhakkak ki cimrilik ve bencilliktir. Bunun işareti ise ferdiyetçi sistemleri sevip, toplumculuktan nefret etmektir. Böyle birisini veya böyle bir sistemi savunan ve hem de dindarlık taslayan birini gördüğünde bil ki riyakâr ve münafık biriyle karşı karşıyasın. Hak olan Muhsin olmak, haram olmak, cimri ferdiyetçilerden olmamaktır.

Hak olan bu iken, atalarının hak dinden dönüp, gelenek ve boş adetleri din gibi intikal ettirdiklerini, kendini dindar zannedenin yüzüne söylemek gerekir. Zamanımızda mülkperestler bu gerçeği oy kaygısı, taraftar kaybı, ticari kazanç kaybı veya yazılan eserin okunup, okunmayacağı kaygısını ve hatırı kırılacak endişesinin içten atılıp, dürüstçe onlara “dost acı söyler” ilkesi gereği, doğruyu söylemek, batıl şeylerle kendi kendilerini aldatmalarını önlemek gerekir. İstikamet üzere olmak işte buradan başlar. Riyakâr ve eyyamcı çıkarcı kesim asla Birr’e erişemez. Çünkü halk yardakçısı politikalarla rahat içinde yaşamayı, hakkı ayağa dikmekten daha çok önemserler. Bu durumda içlerinde hidayetten kırıntı olanlara söz fayda verir. Riyakâr ve münafıklar ise, daha da uzaklaşırlar. Bırakın öyle olsun.
Münafığın verdiği zarar fasığın verdiği zararın binlerce katıdır dine. Şeriatın da mihenk taşı Allah ahlakıdır. Onun Ahlakı Adalet ve rahmettir(sevgi ve acıma). Allah ilminden anlam çıkartacak herkesin bu ölçüyü kullanması şarttır. Adalet mademki kötülük etmemektir. Her farklılık, sonunda da, başında da bir haksızlıksa, öyle ise doğru demokrasi veya şeriat boş hak Vaadleri ile değil, aksine güçlülerin güçten arındırılıp, toplumun bir tarağın dişleri gibi bir hizada olması ile mümkündür. İşte medeniyet de budur; şeriat da. Zulüm böyle önlenir. Bu unsurları ihtiva etmeyen her sistem vahşettir. Yeramya da vahşetten yakınmaktadır.

Bakınız, Yeramya kâhin ve yalancı peygamber dediklerinin yalanlarının birisi de, kurtuluşun gerçekte mümkün olamayacağı bir yaşam tarzı içinde bulunan bu insanlara, kurtuluş vaat etmeleridir. Kurtuluşun öyle şehvetlerini tutmadan, Mülk ve cinsel şehvet içinde yaşayıp, bir taraftan da havraya (kilise cami V.s.) gidip yüzlü yüzlü dua ( namaz v.s) edenleredir sözü. Tabi ki gelenekte kurtuluş için yol budur. Yeterlidir. Adil ve rahim olmak önemli değildir. Mülk şehveti mubahtır. Zengin olun ki, daha çok yüzde onlar, daha çok yüzde iki buçuklar verirsiniz diye, insanlara içlerinden kibri atmadan cennete gideceklerini vaaz eder dururlar. Buna ilaveten de, İbrahim soyu şeriata uymak zorunda değildir, Musa Allah’la kelam etmiştir. İbrahim Allah indinde şefaatçidir. Siz seçilmiş kavimsiniz gibi saçmalıklarla insanları azimetten ruhsata, ruhsattan da fıska götüren yalancılar, "bunların şefaati vardır. siz imtiyazlısınız" derler. Günümüzde de buna benzer şeyler söylerler. Veya Hıristiyanların bazı yalancı din adamları gibi “İsa’yı Rabb bil gerisini düşünme” gibi yalanlarla taraftar toplarlar.

Demezler ki Kamil insan olun, süsünüz takva ile vera olsun, erdemli olun demezler. Sonuçta da herkes kendi peygamberinin Allah gözdesi olduğu hayaline kapılarak, olgunlaşmayı ihmal ederler. Bununla da kalmayıp, veli-aziz ismini taktıkları kişilerin peşlerine takılırlar ve bunların dahi şefaatlerine inanır hale getirirler de, insanların önce akıllarını, sonra bedenlerini köleleştirirler. Müslümanlar da maalesef böyle bir şefaat yolu uydurmuşlardır. Sanki Allah kuluna karşı çok merhametli değilmiş gibi düşünür bunlar. Bir şefaat varsa, ona Allah daha ehak değil midir? Allah haricinde bir yaratılandan şefaat ummak ise günahtır. Şirktir. Selam ona Yeramya’dan bu yana dinde gaflet ve dalalet edenlerin sayısında bir değişiklik olmamıştır. İşin en acısıysa, bunlar hala kendilerinin hidayet üzerinde olduklarını izan ve iddia ederler de, adil olanların dinini beğenmezler. Oysa asıl dindarlar bunlar değil, eşitlikçi adalet ve kavamda mizanı savunan halkçı ve devletçi kesimdir. Çünkü onların imanında riya, amelinde bencillik yoktur. Onun için doğru yol üzerinde olan bu haktanır kesime sosyalist(Toplumcu, insancıl) müminler dedik. Din ve mezhebi çeşitli olabilir. Ama yeryüzüne adalet ve kalplere merhameti yerleştirecek olan bunlardır. Onlar Maide–54 ayette yaratılacağı vaadedilen ümmetten ve Enbiya suresi 105.ayette yeri miras olarak alacak olanlardır. Onlar asla günümüzde dindarlık taslayan dincilerden değildirler.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (13. July 2014 Saat 04:46 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
mektubu, yakubun


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:44 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam