hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Küfür ve Kafirler > Küfür

 
 
Seçenekler Stil
Alt 12. May 2015, 08:44 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Nisa-136. Allah'a, Resulüne ve indirilene inanmak

NİSA–136 ALLAH VE RESULÜNE İNANMAK, RESULE İNDİRİLENE İNANMAK.

Kur'an nimetin var edilişinin insandan olmadığını, her şeyin hazinesinin Allah katında olduğunu hatırlattıktan sonra, mümin’e, "Kıst" kavram ve kurumunu tekrar birinci öncelikli değer yap ve devamlı ayakta tut diyor. Sonra, adalet kavramını kullanıyor ki, Kıst dışında bir adaletin olmadığını burada vurguluyor. Bunun evvelki vahyi ve vahilerde de, böyle olduğunu, yani tebliğ edilen dinin “Kıst” olduğunu vurguladıktan sonra, Allah inancı ve onun emirlerine uymanın da bir kıst olduğunu Nisa Suresinin 136. ayetinde şöyle açıklar:

"Ey iman edenler, Allah'a, O'nun Resulüne, Resulüne indirmiş olduğu kitap'a, daha önce indirilmiş olana inanın; kim Allah'ı, melekleri, O'nun resullerini ve ahret gününü inkâr ederse, geridönüşü olmayan bir sapıklığa gömülmüş olur"

Böylece, iki alanda kıst ve iki alanda küfrün ne anlama geldiği tarif edilir ve tanımlanır. Allah bu iki hususu ezelden beri din olarak tebliğ ve yeniden tebliğ ettiğini bildirir. Bir farkla ki, insan ve insanlığın gelişmesi oranında, daha az hayırlı veya zamanında hayırlı ama ilmin teknolojinin v.s’nin değişimi ile değişen iktisap biçimleri ve değişen ilişkilerde de "Kıst"ı sağlayacak daha hayırlı hükümlerle değiştirdiğini bize Kur'an’da bildirir. Bu da çok büyük bir lütuf ve yardımdır.

Hal böyle olunca, Kıst yapmayanlar inkârcılar olarak nitelendirilmektedir.
Evrensel hakikat olan Allah’ın varlık ve birliğini, onun Rabbü’l Âlemin olup, Mülkünde tek sahip olduğunu, her şeyi onun halk ettiğini, hiçbir şeyin ve kimsenin ona ne ortak, ne de Rab’lik sıfatından payı olmadığını bilmek ve Allah Hakkını noksansız vermek ulûhiyette Kıst’tır.
Hakkını Allah’a teslim etme, adaletin en mükemmeli olan Kıst olduğu bize bildirilir. Ayrıca Allah’ın "Rabb" ismi ile İnsanı eğitmek ve yönetmek hakkı bulunduğu, bunun için de vahyi göndererek üstün hukuk normlarını bildirdiği, bunlara da harfiyen uymak gerektiği bildirilir.

Eski İlahiyat ve bilhassa Hıristiyan ilahiyatında buna, Allah’ın Melekûtu denilir. Allah, görünür bir şekilde gelip bir makama oturmaktan münezzehtir. Onun üstün hukuk normlarını kabul ederek, “Başım üstüne “ deyip titizlikle uygulamaktır Allah Melekût’unu istemek.
Allah kural koyucu olduğuna göre, hesap sorucu olduğunu da bilip, ona göre davranmak ise Ahiret inancıdır. Kamil bir Mümin'in bunları kabul ve gereğini yerine getirmesi, "Ulûhiyette Kıst" etmesidir.
Allah varlığının teklik, bütünlük arz edip, "bir şey"den meydana gelmediğini, bölünmez bir bütün olup, kendisinden de bir şeyin bölünüp ayrılmadığını, her şeyi ilim ve iradesi ile yarattığını bilip kabul etmeye de, yine Vahdaniyet denilir. İman bunu da kapsamalıdır.
Aksi davranışların her biri küfürdür. Çünkü adaletsizlik zülümdür. Bunun aksi, imanda Kıst olacak “Hakkını eksiksiz teslim etme” de bir noksanlık, hata, inkâr zulmü varsa, bunun failine "Kâfir" dendiği hatırlatılır. İşte "Ulûhiyet alanında Kıst" yapmak yukarıda izah edilendir; yani Allah hakkını yalnız Allah’a noksansız teslim etmektir. Bunu yapanlar mümindir, muttakidir, vera sahibidir, Allah’a hakkı ile kulluk edenlerdir.
Bunları veya bunlardan birini inkâr etmek küfürdür, failine “el Kâfir” denilir. "Ulûhiyette Kıst" bunun için çok önemlidir. “Eskiden inene iman da” budur. Birinci sırada ki "Kıst" budur.

Burada hata yapan çoğunlukla, insanlar arasında Kıst’ta da hata yapar. Bu ikincisi ise, nimete nankörlük anlamında küfürdür. Buna da sadece "Kâfir(örtücü)" veya "Münker" denilir ki nimete nankörlük ederek maruf olmayan bir iş işlemiştir. Çünkü kendisine verilen nimete şükür edip, onu insanlara, kendisine reva gördüğü nispette dağıtarak, o insanları itidal seviyesine çıkartırken, kendisi itidal seviyesine inen ve ortada kalmayı kararlı hale getiren insan "Mümin"dir. Yaptığı şey de "Kıst"tır.

Nefsinin isteklerini doyurmak için bundan çekinmesi, mülkleşip zorbalaşması ise "Küfür"dür. Çünkü Kıst yapmamıştır. Nimetin üzerini örtmüştür. Kıst yine, infirattan, tefrikadan çekinip, bireycilik ve bencillik yapmayıp, insanların birlik ve beraberliğini savunmak ve bunun için işlerin birlikteliğini savunup onu istemektir. Toplum ve toplumculuktan kopmaya karşı duran ve birlik, kardeşlik ve eşitliği savunandır Mümin. Bu eşitlik ise, bütün insanların itidal ( İhtiyaçlarının karşılanması), kavam üzere birlik, eşitlik ve kopmaz bütünlüğüdür. Mümin olan kimse, hem Ulûhiyette vahdet, hem de insanlığın birlik ve eşitliğini isteyen ve savunanlarla birlikte olmak, Allah’tan sonra ancak, samimi dostluk anlayışıyla "karşılıklılık şartı ile" veli ve vekil edinmek zorundadır.
Karşılıklılık şartı ise ensariyet ve iysar üzere yaşamaktır. Bu anlayışta hiyerarşi yoktur. Yardımlaşma karşılıklıdır. Onun en güzeli ise iştirak halindeki mülk statüsünde yardımlaşmaktır. Bu şarta uymayıp, kıst yapmayan, Allah hakkında ve yukarıdaki şartlarla insani ilişkilerde kıst yapanları terk edip, kıst yapmayanlarla dostluk kurmaya, onları vekil ve veli edinmeye müteahhitlik, mültezimlik; alıp vermeye kalkışması ise münafıklık statüsünde olmaktır. Bunu adet ve sistem haline getirmek ise, fasıklık ve tâğutluktur.

Allah dini her yeniden tebliğ edişinden sonra, artık eski dini usuller yürürlükten kalkmış, yeni yasa yürürlüğe girmiştir. Hâlâ eski, tahrif olmuş, çeşitli şekillerde yorumları bozulmuş ve salim bir imanı oluşturmaya yetmeyen, kıst’a uygun olmayan durumdaki, kitaplara devam etmek, ona göre inanıp, amel etmek küfürde ısrardır; hem de Allah Hakkını vermemek, Kıst yapmamaktır. Tahrifat ve eksiklik bile olmasa, mademki âlemlerin rabbi o yasayı değiştirmiştir, artık insana yeni yasaya uymak düşer. Allah’tan gelen başım üzerine demesi gerekir.

Çünkü insanlar için dini Allah seçer. Allah seçimini yapmış, hak dinini yine Kıst şartlarına uygun olarak yeniden tebliğ etmiş ise, insana, buna "baş üstüne" demekten başka yapacak şey kalmaz. Çünkü Allah, İnsanlar için kötü bir şey irade etmez. Yeniden tebliğ mutlaka insanlar için daha çok hayırdır. Kist’i bırakıp ta, küfürde ısrar eden bu kesim, artık münafıklar hariç, müminin veli ve vekili olamaz.
Müminin, önceden inen inanacağı şeyleri de saydık. Allah vahyi göndermiştir, ezelden beri uygulaması budur. Allah insanın rızkını verir, ulûhiyette ve insanların Allah’ın verdiğiyle rızıklanmasında kıstın terki, inkâr ve küfürdür. Eski kitaplarda dikkat edilip araştırılacak hususlar bu ikisidir. Ulûhiyette kıst var mı? İnsanlar arası hukukta kıst var mı? .
Kıst’tır son din mensuplarının ezeli olduğuna inanmaları gereken husus… Allah daha öncede kıstı indirmiştir gerçeğini bilip, buna inanmaktır. Önceki kitapları tasdik budur. Bununla sınırlıdır: "Ulûhiyette kıst", "insani ilişkilerde kıst".
Öyle ise Nisa–136 ayetin inceliklerine bu anlatımları uyarlayalım.

Ayet hak dinin amentüsü gibidir. Allah’a, resullerine kitaplarına ve Ahirete inanmayı da kapsamına almıştır. Daha da önemlisi ancak sorumluluk duygusuyla hareket edecek bir insanın gerçek anlamda ahiret inancı vardır. Bu ayet öyle güzel bir sıralama yapmıştır ki, benzerleri için de özgün bir ayettir. Bununla demek istediğimiz şudur. Din amentüsü hakkında çokça ayet vardır. Burada ilave bir özellik vardır. Şöyle ki;

1- İster ümmi milletlerden, ister ehli kitaptan olsun Allah ve onun en son gelen elçisine inanacak ve itimat edecek.

2- O peygamberle gelen vahiye inanacak. Yani Resullüğüne inanması ayrı şey, ona izafe edilebilecek bir kitapla gelmesi ayrı şeydir. Bu ayetin özelliklerinden birisi de budur. Bunu da yine ikiye ayırarak izah edelim.

Önce ümmi ve ehli kitabın yeni gelen Resule ve yeniden vahyedilen kitaba ayrı ayrı inanması gerekecektir. Kuran ve onu getiren Muhammed söz konusu olduğunda, “Allahtan gelen başım üstüne” demesi gereken bir ehli kitap inanmaya meyletti. Bu arada öyle bir iman türü benimsedi ki, “Ben Muhammed’in resul olduğuna inandım, ama Kuran diye bir kitap var ya elden el dolaşan, bunun vahiy olduğuna inanmıyorum dedi. Veya Kuran diye bir kitap varmış ona da inanıyorum dedi. Her iki beyanda da sağlam bir imandan bahsedilemez. İster Kitabı kabul, isterse ret etsin, bir şeyi kabul etmiş veya ret etmiş değildir. Çünkü o kitapla tanışmamış, onu tetkik ederek makul ve maruf olduğu hakkında bir fikri oluşmadığı gibi aksine de bir fikri oluşmamıştır. Demek ki Allah kitaplarına inanmak öyle “falan peygamber kitap getirmiş diyorlar. Ben onun kitap getirdiğine inanıyorum. Öyle demişlerse doğrudur. Dememişlerse doğru değildir gibi bir kabul veya reddin “İnanma” kavramıyla alakası yoktur. Kitaba inanmak onu mutlaka tetkik ederek, en azından indiği söylenen kitap bu olabilir mi merak ve titizliğiyle tefekkür ve tedebbür edilerek beşer yapısı olmadığı konusunda tam bir vicdani kanaat oluşmasıdır inanma olayı. İşte bu ayetin özgünlüğü de bu inceliğe dikkat çekişidir.

Şimdi de Kuran ve onu getiren Allah elçisi Muhammed’e gereğini yerine getirerek tahkiki bir imanla inanan kimseyi ele alalım. Bu inanç da gerçeklik tespitinde aklın makulleri bağından kopmamak gerekir. Bununla şunu demek istiyoruz. Allah elçileri zamanında yaşamış ve vahyinin inişine de şahit olmuş birisin inanmasıyla, bu çağdan sonraki çağda inanmalar arasında elbetteki farklı şeylere bakılarak kanaat sahibi olunur. Ama bir şey var ki, illa da kanaat sahibi olmak gerekir. İşte burada insanda bunu oluşturacak şeyin ilk sırasında vahi içeriğinde adalet ve rahmet ilkesi "başat değer" mi? İşte Allah’ın benim halifem dediği kişilik ve kimlik sahibi insanın inanma yöntemi, önce fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmayı, sonra da iman sahi olmak için fikir sahibi olmayı ön şartlar yapan bir tahkiki imanla dolmaktır.

Yine ayete döndüğümüz de karşımızda, Allah ve onun resulüne hakkıyla inanan, ahiret gününde hesaba çekileceğini bilerek ölçülü hareket eden birisi var şimdi karşımızda. Bu durumda dahi iman için bütün şartlar oluşmamıştır. Bir şey daha var ki, öncekilerden hem peygamberlerin şahısları tasdik edilecek ve hem de onlara izafe edilen kitaplar eğer gerçekten onlara ait olduğu kanaati oluşmuşsa bu da imanı tamamlayan şartlardandır.
Yine burada da, neyi kabul ettiğini bilmeden “İncil İsa’ya gelmiştir” ben bunu kabul ediyorum demek yeterli değildir. Kuran bu kadarlık bilgiyi bize verir tabiî ki. Yani “Biz İsa’ya da İncili indirdik" der. Kuran incelenerek tam bir vicdani kanaatle, bunun Allah kelamı olduğu kabul edilmişse denebilir ki, “İncil İsa’ya indi” diyorsa siz de bunu Kuran'dan öğrenip kabul etmişseniz bu yeterlidir denebilir. Dikkat edilirse burada İncile inanmak değil Kuran’a inanmak olayı söz konusudur. Yani Kuran İncil İsa’ya indi dediği için ve siz de Kuran’a inandığınız için buna inandınız. Ama ayet Kuran’a inanmayı yeterli bulmuyor, İncili de bilerek, ona da inanmayı Nisa–136. ayette ayrıca getirmiştir.

Öyle ise Önceki kitapların Allah kitabı olup olamayacağını da yine bir ümminin veya ehli kitabın Kuran'a inanması söz konusu olduğunda yaptığı tetkik gibi ciddi bir tetkikten geçirip iki kritere bakması gerekir.
Birincisi ulûhiyette kıst var mı?
İkincisi de insani ilişkilerde adalet ve rahmet ve kıst var mı?
Bu iki kıstas açısından incelenir ve Maide–48 ayetin emri gereği Kuran, daha önce iyice özümsendiği için onun denetiminde önceki kitap bir temiz elemeden geçirilerek katıp karıştırılan doğru olmayan kapsamları atılarak bilgi arındırılır ve ona inanılır. Çünkü tam bir vicdani kanaat oluşmuştur. Yoksa selam ona İsa vahisi olduğu söylenen metinlerden birisine kapağını dahi açmadan “bunu İsa getirmiştir” diye inanmak maruf değildir. Neye inandığını ve inanman gerektiğini ciddi bir bilimsel araştırma belirleyecektir. Mücerret bir eski kitap diye size ismen bildirilene inanmak Nisa–136 ayette emredilenle alakası yoktur. Üstelik buna Müslüman mecburdur. Çünkü onun “Ümmet-i Vâsıt” olarak ehli kitaba uymak değil, Ehli kitabı hak, adalete davet etmek ve uydurmak sorumluluğu vardır. Çünkü bu ümmetin ve onu yönetenlerin başkalarına uymak ve hele Allah dışında veli edinmek salahiyetleri yokken, aksine başkalarına yol göstermek ve erdem ihraç etmek görevi varken aksini işlemek dalalettendir…

Hal böyle iken, münafıklar sureti haktan görünerek, "Uluhiyette Kıst" yapmayanlara eğilim gösterirse, imanın ve şeraitin ikinci sırasında bulunan insani ilişkilerde kıst yapmayanlar ile ( Aristokrasiyi, Oligarşiyi, liberal- Kapitalizmi savunup yaşayanlar) veli ve vekil ilişkisine girer ise, işte bunun niteliği münafıklıktır, zalimliktir, inkardır, adaletsizliktir. Çünkü iki alanda Kıst yapmayanların(hem uluhiyette ve hem de insani ilişkilerde kıst üzere hakları teslim etmemek) evrensel hukuktaki karşılığı “El Kafir” ve “Kafir”dir. İşte,“Öncekine iman” konusu ince ayrıntılarına göre açıklanmıştır. Nisa Suresinin 137. ayeti imanla inkâr arasında gelip gitmeyi hatırlattıktan sonra,138 ve 139 ayetlerinde bu kesimi şöyle tanımlar. Nisa suresi Ayet 138, 139

“İkiyüzlülere şunu muştula, kendileri için korkunç bir azap öngörülmüştür”.

Bunlar Maun suresinde tanımlanan herkesin muadil konumda maunet sahibi olmasına mani oldukları halde yinede kendilerini musalli olarak pazarlayanlardır. Birçok ayette de münafık diye tanımlanan ve ana karakterleri mülk kendilerine fitne yapılmış olan ferdiyetçi mülkperestlerdir. Nisa–139 ayet metnini de vererek bu güruhu teşhir edelim.

"Öyle kişiler ki onlar, müminleri bırakıp,“"kafirleri" veliler ediniyorlar. Onların yanında izzet mi arıyorlar? İzzetin tümü Allah'ındır."

Ayet çok açıktır. El Kâfirler, Allah’ın hak dini yeniden tebliği ve davetine rağmen, inat ve ısrarla taassup içinde direnen her insan ve toplumdur. Kıst yapmadıkları ve Allah hakkını Allah’a teslim etmedikleri için El Kâfir olmuşlardır.

Allah, Kâfir olanları da ne veciz bir şekilde El Kâfir kavramı ve onun kapsamında nimeti inkâr anlamında, cimrilik yapma anlamında “Kâfir”(Nimetlerin üzerine kapak koyan, örterek özelleştiren) içeriği de vermiştir. Zenginleşmek ve zenginler nezdinde İzzet aramak amaç ve niyeti var olduğunu ortaya koymuştur. Onur ve yüceliği insanlar nezdinde arayıp, izzeti yalnız Allah’a özgü kılmayan mülk şehveti yanlılarını ki onlar, insanlara da kıst yapmazlar, bu nitelikleri de birlikte zikretmiştir. Zamanımızda bu eğilimde olanlar, Globalleşmeye ( Müstebit Kralın yetki alanını bütün dünya olduğunu kabul etmek ve ona tazim ve hürmet etmek) yolunda Müminleri bırakarak, Allah hakkını Kıst esaslarına göre vermeyenlere yar olmaya çalışanlar.
Böylece El Kâfir sıfatını, insanların eşitlik ve kardeşliğini ret ederek, ferdiyetçilik, yani firak/ayrılık yoluna saparak, insanlara kıst yapmayıp, zülüm yapan bir şer akımın peşine takılanlara uyarak Nimete nankörlük yapanlara bir hatırlatmadır. Tarihte ise Firavun’a uyanlar böyledir. Şehvetlerinin peşinden gidenler, Hamanlar.

Globalleşmenin burada detayları verilmektedir. Üzerinde durduğumuz konu “önceki kitaplara inanmak” gibi Kuran ehlinin bir iman şartı vardır. Öyle ise sözü buraya getirip bağlamamız gerekir. Yani sadece sözde Müslümanların sosyo ekonomi politikte ehli kitaptan kâfir olanlara uymakla hataları sınırlı değildir. Allah değil de bu kâfir ve fasıkların veli ve vekil edinilmesi ve iç hukukun oluşmasında dahi hakem ve hâkim yapılmaları elbetteki hayâ edilecek çirkin işlerdendir. Hatta Maide–48 ayete göre onların ülkelerinde akademiler açarak onlara Kuran'la denetlenmiş incil'i bizim öğretmemiz gerekirken çok vahim işlerden medet umduk. Kuranı anlayacak aklı olmayan direksiyondaki bir kısım zevat, belki yeni ahit öğretirler diye kilise evleri açılmasından ve dini, ehli kitaptan öğrenmeyi plan ve projelerine alarak bizim dinimizi önemsiz addettiler. Oysa şunu önemine binaen vurgulayalım ki, ehli kitaba incili dahi bizim öğretmemiz gerekmekteydi. Ama biz onlara ne Kuran ve ne de Kuran denetiminden geçmiş incili öğretme görevini yerine getirdik. Aksine kilise evlerini teşvik ettik. Demek ki, önceki kitapları Müslüman’ın öğrenme zorunluluğu sadece imanın şartlarından değil, başka ayetlerle de yüklenen Vâsıt ümmet görevini yerine getirme mecburiyetinden doğan sorumluluğunun da icabıdır…

Ama bundan önce yapılacak iş vardır. Maide Suresinin 46. ayeti üzerinde tefekkür ederek, insanların ezelden beri ihtilafının, kıst yapmanın gerekli olup olmadığı üzerinde çıktığını, Resul-Nebilerin de bunun için geldikleri ve İnsanlar arasında kıstı savunan ve böylece “Sıddıklar”” ismini alan muttakiler kesimini haklı bularak, diğer taraftakilerin batıl delillerini Nesh, tashih ve hakkı yeniden tebliğ ettiklerini bu ayette açıklanmalı. Sonra da Halen Ankebut’un evine sığınmayı hak dinlere hile ile sokanların, ,rızkı Allah dışındakilerden istemeyi din içinde meşrulaştırdıklarının hazin hikâyesini ortaya konmalı. Ki bu hal kıstı değil, Aristokrasiyi ve onun gibi sınıflı toplumları ayakta tutmak olup, esası ise, zulmü ayakta tutmaktır.

Adalet ve Rahmet Sitesinden
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (14. May 2015 Saat 12:00 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (12. May 2015)
 

Bookmarks

Etiketler
allaha, inanmak, indirilene, nisa136, resulüne


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 10:25 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam