hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > İman ve mü’minler > Tevhid

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 25. January 2010, 09:40 AM   #1
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart Islamda din devleti varmıdır

İslam'da Teokrasi Yönetimi Varmıdır ? ( Din Devleti varmıdır ? )

İSLAM'DA TEOKRASİ YÖNETİMİ VARMIDIR ?

Selamunalaykum Kardeşlerim Öncelikle ''Teokrasi''yi tanıyalım...

Günümüzdeki ''TEVHİD EHLİ'' Müslüman kardeşlerimin arasında sık sık Konuşulan hatta Kısır Döngü-ye dönüşen ''İslam ve Teokrasi'' söylevlerini açmak ve konuya son noktayı koyamasakta ,Kardeşlerimizin Önüne Işık tutacak bir ''Objektif'' liği yakalamalarını ve Konuyu değerlendiriken Mukayese ederek Meseleyi Tanzim etmelerini sağlamak düşündesindeyiz..

1-Kur'an Tek Kaynak mı ? yoksa..

2-Kur'an Temel Kaynak mı ? Meselesine çözüm aramak..

Teokrasi: (Theokrasi)

Batı Tarzı ''Teokrasi''nin Tanımı;

Dine dayalı yönetim biçimini tanımlamak için kullanılan terim (Dinerki). Daha doğru bir anlatımla, diniotorite organlarının siyasi otorite organları yerine devlet idaresini elde tuttuğu devlet biçimidir. Her ne kadar farklı algılanış biçimleri ve yorumları mevcut olsa da, teokrasi en yalın anlamda "devlet işlerinden bir tür ruhban sınıfının sorumlu olduğu ve devlet işlerinin dini temellere dayandırılmaya çalışıldığı sistem" olarak tanımlanabilir.

Theokrasi teriminin kökeni Yunanca θεοκρατία (theokratia)'dan gelmektedir. Tanrı Düzeni (Josephus) demektir. Kelime Yunanca Teos'dan dönüşmüştür. Theos kelimesinin kökeni Hint Avrupa dillerinde dinî kavramlar içinde yer alır. Theos'un anlamı tanrı, Kratos'un anlamı ise düzen demektir. Kelime Yunancada Tanrı'nın Düzeni anlamına gelir. Teokrasi kelimesi hiçbir şilde de gerçek anlamında kullanılmamıştır. İngilizcede kaydedilen ilk kullanım 1622 tarihlidir. İlahi Esin Altındaki Papazların Hükümeti olarak (Tevratda Krallardan önce kullanıldığı şekliyle) anlaşılmıştır. 1825'ten sonra ise Din adamlığına ve dine dayalı politik ve sivil güce teokrasi denilmiştir.

Din kurallarının geçerli olduğu sistem olan teokraside, kurallar ya dini kuralların aynısıdır, ya bunlardan büyük ölçüde etkilenmiştir ya da dini kurallarla çelişik olsa dahi dini temellere dayandırılır veya meşrutiyet için dayandırılması gerekir. Teokrasi ile yönetilen ülkelerdehukuk sistemi dine dayandırılması gerekir, hukuki kararların en yüksek mercii bir tür ruhban sınıfıdır. Teokratik sistemin dayandırıldığı dine göre ağırlığı ve önemi çeşitli olsa da, bu sistemde doğma mantığı ve akli durum göz önünde tutulur; çoğu zaman mantıki, akli ve pratik durumlar kabul edilen dogmalara adapte edilmeye çalışılır. Teorik anlamda, sistemin temeli dogmadır, diğer her türlü bilgi ikincil önem ve plandadır. Toplumsal yapı, hukuki yorumlar, eğitim ve kişisel hak ve özgürlükler dini kurallara göre uygulanır...

Yazan:Melih Çakal (Çalışmasından dolayı teşekkür ederiz.)


En genel şekilde, din adamları sınıfı ta*rafından dinsel kurallarla yönetilen toplum*ların yönetim biçimi olarak tanımlanabilen teokrasi kavramı birbirinden farklı anlam*lara gelmektedir. Theos (ilâh-Tanrı) ve Kratos (kuvvet-güç) kelimelerinden oluşan teokrasi kavramı, tanrı kuvvetiyle idare edilen devlet anlamını vermektedir. Yöne*timin dine bağlı olduğu toplumlara teokra*tik toplum, devlete teokratik devlet ve siyasî-idarî sisteme de teokrasi denmekte*dir.

Teokrasi ile kavramlaştırılan dine bağlı siyasî idarî sistemlerde din, toplumsal siste*mi belirleyen tek kuvvet olup siyasî iktidar din adamlarının elinde ve tekelindedir. Toplumda bütün düzenlemeler din tarafın*dan yapılmakta ve idarî kadrolar din adam*larınca kullanılmaktadır. Toplumsal ilişki*leri ve örgütlenmeyi düzenleyen bütün hu*kuk normları, dine dayandırılmış olup dinin dışında hiçbir şey hukuka kaynaklık ede*memektedir. Devletin siyasî ve idarî ku*rumlan ile hukuk yapısı dinden ayrılmış bu*lunmamaktadır.

İnsanlık tarihinin en eski toplumları bi*rer teokrasidirler. Eski teokratik toplumlar*da siyasî iktidarın başında bulunan siyasî şef, aynı zamanda bir üstün din adamı idi. dinsel liderlikle siyasî liderlik bir kişinin şahsında birleşmişti. Hatta, eski Mısır yö*neticileri olan Firavunlarda görüldüğü gibi, siyasî lider bir Tann (Theos) olarak kabul edilmiştir. Afrika'nın klanik toplumlarında topluluğun şefi olan kişi, siyasî iktidarı şah*sında topladığı gibi geleneksel dinin en üs*tün temsilcisi ve Tanrısal nitelikleri haiz ka-rizmatik bir lider olarak kabul edilmiştir. Bolluk, kıtlık, yağmur vb. tabiat olaylarının düzenleyicisi olarak görülen bu şef, bir tür "Theos" olarak algılanmıştır.

Kendini ilah (theos) yerine koyan, ken*disine tabiat üstü kuvvetlerin izafe edildiği siyasal liderlerin toplumları yönetmelerine de teokrasi denmiştir. Eski Firavunlar, Ja*pon kralları, çağdaş bazı liderler tabiatüstü kabul edilen ve bu nitelikleriyle toplumları yöneten kişilerdir. Bir bakıma tanrı yerine konmuş olduklarından bunların yönetimle*ri bir tür teokrasi olarak değerlendirilebilir. Diğer yandan bazı liderlere tabiatüstü bir kuvvet izafe edilmemekle beraber tabiatüs*tü kuvvet tarafından toplumu yönetmek için görevli olduğu iddiası öne sürülür ve bu kişi tarafından toplum keyfî şekilde yönetilirse, bu durumda da teokrasi söz konusu olur.

Aslında, bütünüyle Tanrı gücü île idare edilen, dünyevî güçlerin hiçbir etkisinin bu*lunmadığı toplumlar yoktur. Teokrasiler*de, siyasî ve idarî liderler, dini, daha çok meşrulaştıncı bir yapı olarak kullanmakta ve kendi düzenlemelerini dinî motiflerle su*narak otorite sağlamaktadırlar.

Kendini bir teo (Tanrı) olarak topluma kabul ettiren firavunların teokratik yöne*timlerini bir tarafa bırakırsak teokrasilerin Batı Hıristiyan toplumlarında ortaya çıktığı görülür. IV. yüzyılda Roma împaratorlu-ğu'nda yayılma imkânı bulan Hıristiyanlık, kısa zaman içinde Avrupa'da güçlü bir din haline geldi ve giderek taraftarları çoğaldı. İmparator Dioclatianüs'un yönetim organizasyonunu izleyerek benzer biçimde örgüt*lenen Hıristiyanlık kilise yapısı içinde piramidal biçimde güçlü bir örgüt haline geldi ve güçlenmesiyle beraber siyasal-yönetsel yapıyı etkilemeye başladı.

Kilise, dinsel alanın yanısıra siyasal ve yönetsel alanda da giderek fonksiyonlarını artırdı ve Roma İmparatorluğundan sonra Frankların Merovenjler döneminde (481-751) Kilise'deki görevlilere (din adamları) yönetimde yer verildi. Karolenjler döneminde (754-978) ise Kilise'nin siyasal etkisi iyice artü, kral*ların iktidar olmalarında Papa etkin rol oynamaya başladı. Charmagne zamanında (742-814) Kilise'nin başı olan Papa Kral se*viyesine yükseltildi ve siyasal sistem gide*rek dinin etkisine girdi.

Feodal çağda, güçlü imparatorlukların dağılarak çok sayıda prensliklerin ortaya çıkması dinin bu devletlerdeki etkisini artırmada olumlu işlev gördü. Kilise yönetimlere hâkim olarak bü*tün siyasal ve yönetsel kadroları ele geçirdi; böylece Avrupa'da Kilise devletleri doğdu. Kilise'de görevli din adamları (ruhban sınıfı Clericus) tarafından din kurallarına göre yönetilen bu devletler teokratik sistemlerin başlıca örneklerini teşkil ettiler. Bu çağda Kilise (Ruhban sınıfı) tarafından savunulan "doğrudan iktidar teorisi", dinin siyasal-yö*netsel sisteme egemen olmasını dile getire*rek teokrasinin teorik temellerini oluştur*maya çalıştı.

Ortaçağ'da Kilise'nin gücüne ve siyasal alandaki etkisine karşı ciddi muhalefet ha*reketleri gelişti. Kilise'nin kendini yenile*mek zorunda kalmasıyla gelişen reform ha*reketleri Kilise'nin birliğini ve gücünü sar*sarken yönetimde giderek etken olmaya ça*lışan yeni toplumsal sınıflar ortaya çıktı. Burjuva sınıfının büyük bir başarısı olan Fransız ihtilali (1789) ile Avrupa'da teokra*tik yönetimler iyice geriledi ve batıda Kilise'nin tamamen devletin dışına bırakıldığı laik yönetimler kuruldu.

İSLAM VE TEOKRASİ -TARİHİ SÜRECİNDE MUKAYESE

İslâm dünyasında batıdakine benzer te*okratik yönetimler kurulmamakla birlikte, İslâm dini kurallarına göre örgütlenen siya*sal sistemler yaşama imkânı buldular. İslamî yönetimlerin Batıdakilere benzeme*mesi, öncelikle İslâm dininin Özgün yapı*sından ve kuruluşundaki özelliklerden kay*naklanmıştır. Hz. Muuhammed dönemi tipik bir teokrasi olarak kabul edilebilse de batı teokrasilerinden oldukça farklı özel*likler göstermektedir. Hz. Muuhammed'den sonra ise İslâm yönetimleri, hiç bir şekilde bir din adamları sınıfının egemen olduğu si*yasal yapılar değildir. Sadece toplumun Kur'ân'ın ortaya koyduğu kurallara göre dü*zenlendiği bir hukuk devleti olarak ortaya çıkmışlardır.

İslâmiyet, kendisinin dışında bir dün*yevî gücü (Sezar- Melik) kabul etmediğin*den, Hıristiyan toplumlarında görülen Kilise-Kral çatışmasına benzer bir mücadeleye tanık olunmamıştır. İslâm dini, toplumsal ve siyasal hayatın her alanında "Tevhid" il*kesinin geçerli olduğunu savunmuş ve top*lumun örgütlenmesini tek bir güce vermiş*tir. Toplumda siyasal iktidarı, elinde tuta*nın din adamı olmasına ihtiyaç olmamakla birlikte dinsiz olması da kabul edilmemiş*tir. Samimi bir müslüman olmasının yanın*da bazı özel nitelikler aranmıştır.

Yönetim-din ilişkileri açısından Os*manlı Devleti'nin bir teokrasi olduğu iddia olunmakla birlikte bir "Yarı-dini Sistem" olduğu savunulmaktadır. Osmanlı yöneti*minde dinin yönetime bağlı oluşu, şeyhülis*lamlık örgütünün kamu bürokrasisi içeri*sinde yer alması, din gücünün siyasal güç tarafından denetlenmesi ve benzeri yapısal nitelikler Osmanlı'yı bir teokrasi olarak de*ğerlendirmeye imkân vermemektedir. Cumhuriyet Türkiye'si de anayasal olarak laik ise de, aslında "Yan Dinî Sistem" olma özelliğini nisbeten korumakta olduğunu söylemek daha anlamlı görülmektedir.

Yazar: DAVUT DURSUN [TEŞEKKÜRLER]

İSLAM VE TEOKRASİ (THEOKRASİ)

ÖNSÖZ-GİRİŞ

1.Kısım

Her şeyimizi Allah’a borçluyuz, kimse onun verdiğinden fazlasına sahip olamaz. "Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır." (Bakara 2/255) Buna her insan inanır ve inancını bir şekilde ifade eder.

Putlara tapanlar da buna inanır. Bunlar putları, Allah'a yakın saydıkları bir kısım ruhanilerin simgesi olarak görür ve onlara, kendilerini Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye taparlar. Ama bu inanç akla aykırıdır. Hayallere ve efsa*nelere dayanır. Doğruluğunu kanıtlayacak bir tek bilgi ve belge yoktur. Bu şirktir.

Günümüzde tanrıtanımaz diye adlandırılan ateistler de aslında Allah'a inanır*lar. Adına ister Doğa, ister Gök Tanrı isterse ne denirse densin, bütün varlıkları yaratan ve ev*renin tek hakimi olan Allah'ı inkar mümkün olmadığından tanrıta*nımaz, baba*sını tanımazlık eden kişiye benzer. O, sıkışık zamanında nasıl ba*basını ararsa bu da dara düşünce Allah'a sığınır. Aslında bunlar, Allah'ın kendi*lerine her şey vermesini ama emir vermemesini isterler.

Bazı kimseler de Allah'ın emir vermesini kabul ederler. Ama onları sınıflara ayı*rır, kimini uygun bulur, kimini de uygun görmezler. Bunların durumu, Kur'anda yer alan şekliyle, Şeytan'ın durumuna benzer. Şeytan'ın o hale gelmesi, Allah'ın bir tek emrini uygun görmemesi ile başlamıştır. Yoksa o Allah'a, ahiret gününe ve inanılması gereken bir çok şeye inanır.

İnanç, insanın bütün ilişkilerini etkiler. İster özel alanda olsun, ister kamu alanında olsun, her yerde etkisini gösterir. Fakat insan bir inançta kalmayabilir. Ama inancı değişti diye yaşadığı bir toplumdan çıkıp bir başka topluma geçe*mez. Bu sebeple her toplum, değişik inanç sahiplerine katlanmaya hazır olma*lıdır. Ulaşım ve haberleşmenin geliştiği, bir çok kimsenin doğup büyüdüğü topu*lumu terkedip başka yerlere göç ettiği çağımızda, kendimiz gibi inanmayanlara katlanmak, kaçınılmaz bir zorunluluk halini almıştır. Çünkü köyünden kentinden ayrılıp başka yerlere gidenler inançlarıyla birlikte gitmektedirler.

Mantıklı düşünen her insan, hiç kimseyi kendi gibi inanmaya zorlayamaya*cağını anlar ama insanların çoğu mantıklı hareket etmezler. Bu sebeple de inanç farklılıkları, düzinelerce probleme yol açar.

Toplumlara doğru görüşlerin egemen olması gerekir. Bu konuda doğru gö*rüş, insanların inandıkları gibi yaşamalarına imkan vermektir. Ne yazık ki, etkili ve yetkili mevkide olanlar, doğruların değil, gücün egemen olmasına daha çok önem verirler. Bu da zulümlere ve haksızlıklara yol açar.

Doğruların yerine gücün egemen olmasını isteyenler, aslında insanların kendilerine köle olmasını istemiş olurlar. Onlardan kimi bu konuda maddi gü*cünü, kimi devlet gücünü, kimi de dini kullanır. Bu sebeple hürriyetler konusu, ta*rih boyunca insanlığın en önemli konu*su olmuştur. Hürriyet mücadelesine soyu*nan nicelerinin, etkili ve yetkili bir konuma gelince kendinden başkasına hürriyet tanımadığı çokca görülen bir gerçektir.
İlahi dinler, inançlara baskı yapmayı kesinlikle reddederler. Pey*gamberler hep bunun mücadelesini vermişlerdir. Onlar insanı, insana köle ol*maktan kurtar*maya ve Allah’tan başkasına köle olmamalarını sağlamaya çalış*mışlardır. Bütün pey*gamberlerin ortak isteği, insanların Allah’tan başkasına iba*det etmemesidir. “İbadet” sözlükte kulluk ve kölelik, yani kayıtsız şartsız boyun eğme anlamına ge*lir. Allah'tan başkasına ibadet etmemek, ondan başka kim*seye kayıtsız şartsız boyun eğmemek demektir. Ama dini, bir baskı aracı olarak kullanmak isteyenler, öncelikle onu, peygamberlerin gösterdiği çizgiden saptırıp tanınmaz hale getir*mek zorunda kalmışlardır.

Bunlar dini, kişisel olmaktan çıkarıp kurumsal hale getirmişler, insanları dine kabul ve dinden çıkarma işlemlerini törene bağlayarak inançları da kendi emirleri altına sokmuşlardır. Bir yandan da bu kurum sayesinde devlete hakim olma ve Allah adına devleti yönetme imkanına kavuşmuşlardır.

Yönetime Allah adına el koyunca devletin bütün nimetlerinden yararlanmış ama verdikleri ekonomik ve sosyal sıkıntılardan, yaptıkları zulüm ve baskılardan Allah'ı sorumlu tutmuşlardır.

Kimse Allah'a hesap soramayacağından kendileri sorumsuz bir mevkide bulun*muşlardır. İşte bu teokrasidir. Buna uygun teşkilatlanma hırıstiyanlarda vardır. Teokrasi, devletin kilisenin emrine girmesinin adıdır. Bunun kabul edilebilir bir ta*rafı yoktur. Onun için teokrasiye karşı verilen mücadele haklı bir mücadeledir. Laiklik bu mücadelenin adı olmuştur.

Teokrasiye başkaldırının simgesi olan laiklik, zamanla inançlara baskının aracı haline getirilmiştir. İnsanları kendilerine köle etme hırsı içinde olanlar şimdi, ya dini ya da laikliği kullanarak hürriyetleri ortadan kaldımaya çalışmaktadırlar.

Kiliseye benzer bir dini kurumu müslümanlıkta oluşturmak mümkün olmamış*tır. Kur'an'ın varlığı buna en büyük engeldir. Kur'an, din ve devlet ilişkilerinin ideal prensiplerini ortaya koymuştur.

Duygusal davranmayan herkes onları kabul eder. Bu çalışma ile biz, Kur'an ışığında din ve devlet ilişkilerinin nasıl olması gerekti*ğini araştırdık. Çünkü Kur'an Allah'ın son kitabıdır ve hiç bozulmadan bize kadar gelmiştir. Sonra da teokrasi ve laiklik konusunu ele aldık. Onu da Kitab-ı Mukaddes'e ve Kur'an'a göre açıklamaya çalıştık.

Konuyu, aşırılığa kaçmadan işlemek ana gayemiz olmuştur. İnsanlar üzerinde hakim olmak için dini kullananlarla laikliği kullananların açmazlarını kısa ve özlü biçimde tespite gayret et
Burada doğruları göstermek istedik. Doğruları aslında herkes, bü*yük ölçüde bilir ama onları uygulamak herkesin hesabına gelmez. Bunu iyi biliyoruz. Biz, eğer insaflı hareket edebilen kişilere faydalı olabilirsek ken*dinimizi başarılı sayaca*ğız. Böylelerinin sayısı da pek az olur.

DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİNE GİRİŞ

1- DEVLETİN DİNİ

2.Kısım

1. Devlet bir kurumdur. Kurumların dini olmaz, insan*ların dini olur. Devlet namaz kılmaz, oruç tutmaz ve ahi*retle ilgili bir endişe taşımaz. Devlet gibi diğer kurum ve kuruluşların da dini olmaz.

Devleti veya bir kurumu idare eden*ler, kendi inançla*rını idarelerine yansıtır*lar. Bu tabii bir durumdur. Müslümanların hakim ol*duğu devlete is*lam devleti, hı*rıstiyanların ha*kim olduğu devlete de hırıstiyan devleti denmesi bundandır. Tabii olmayan, idarecilerin halkı kendileri gibi inan*maya zor*lama*larıdır. İşte din devleti veya ideolojik dev*let böyle do*ğar. Bir inancı zorla de*ğiştir*mek mümkün ol*madı*ğından böyle yer*lerde iç çekiş*me*le*rin, baskı ve zu*lümlerin sonu gel*mez.

2. Dinin özü imandır. İmanın temeli de kalp ile tasdiktir. Kalp insanın iç dünya*sında*dır. İnsan bu*rada alabildiğine hür*dür. Hiçbir inanç, insana zorla kabul et*tiri*lemez. En baskıcı rejim*ler dahi bunu başaramazlar. Allah Teâlâ şöyle bu*yu*rur:
لاَۤ اِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنْ الغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدْ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لاَ انْفِصَامَ لَهَا وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (256)

256-“Dinde zorlama olmaz; ar*tık doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır. Bundan böyle kim zorbaları tanımaz da Allah'a inanırsa kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bi*lendir.”(Bakara 2/256)

Bu sebeple müslüman*lar kimseyi müslüman olmaya veya müslüman gibi dav*ranmaya zorlayamazlar; tam tersine herkese inandığı gibi yaşama imkânı verir*ler. Bu böyle olduğu için müslüman*ların devleti, din devleti yani teokratik devlet ola*maz[1]. Onlar, insan*ları Allah adına değil, kendi adlarına yönetirler. İyi yöne*ten sevap kazanır. Kötü yö*neten ise onun sorumlulu*ğunu üstlenir.

3. Türkiye'de din deyince İslam an*laşılır. Bu di*nin bir peygamberi, bir de Kitabı vardır. Müslüman olmak isteyen, o peygambe*rin gösterdiği ve bu Kitab'ın bildirdiği gibi inanır ve yaşar. Yani Kur'an'a uyar.

Bir de Kur'an'ı kendilerine uyduranlar vardır. Bunlar, hem diledikleri gibi ya*şamak hem de müslüman sayıl*mak is*terler. Onun için kendilerine uy*mayan ayet ve hadislerin bir kısmını eski çağ*larla ilgili görüp yürürlükten kalkmış sa*yarlar, bir kısmını da farklı yorumlarlar. Böylece hayatla dini ba*rıştırmış, dine çağdaş bir yorum ge*tirmiş oldukların dü*şünürler.

Kur'an'ı kendine uydurmaya çalış*manın doğru olmadığını onlar da bildi*ğinden içlerini rahatlatmak için destekçi*ler ararlar. Kendilerine yakın gördüklerini öne çı*ka*rır, diğerlerini geri iterler. Devlet adına ya da bir kurum veya kuruluş adına konuştukları hava*sını vererek güçlü görünmek isterler. Bu yanlış bir yoldur. Çünkü din konusunda kim konu*şursa konuşsun kendi adına konuşur.

Din devleti demek doğru olmadığı gibi dinsiz devlet demek de doğru de*ğildir. Dindarlık veya dinsizlik sadece insan*la ilgili bir kavramdır. Bu sebeple hiç kimse, din konusunda devlete ait bir kurum veya kuruluş adına ko*nu*şa*maz. Çünkü bu kurum ve kuruluşar, aynı inanca mensup kişilerin oluş*tur*duğu bir dinî cemaat değildir. Dinî bir konuda bun*lar adına konuşan kişi, kendi inan*cını o ku*rum veya kuruluşlara mensup kişi*lerin inancı gibi göstermiş olur ki, buna kim*senin hakkı yoktur.

Din ile ilgili olarak her müslümanı bağla*yan şey*ler; Kur'an ayetleri, sahih hadis*ler ve icma ile belirlenmiş şeylerdir. İcma, aynı devirde yaşayan İslam bil*ginlerinin ta*mamının dinle ilgili bir konuda görüş bir*liği sağlamasıdır.

4. Din hürriyetinin teminatı Kur'an'dır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَآمَنَ مَنْ فِي الْأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا أَفَأَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ

99-“Rabbin dileseydi, yeryü*zünde bu*lu*nanların hepsi inanırdı. Öyle iken in*san*ları inanmaya sen mi zorlaya*cak*sın?” (Yunus 10/99)

İnsanın dış dünyası da içi gibi hür ol*malıdır. İşte gerçek kişiliğe o zaman kavu*şur.

5. Devletin vatandaşı ile iliş*kisi dinî veya ideolojik bo*yutta değil, adalet bo*yu*tunda olmalıdır. Devletin te*mel gö*revi, adaleti, iç ve dış güvenliği sağla*mak, vatan*daşların temel hak ve hürri*yetle*rine engel olan şeyleri ortadan kaldırmaktır.

Devlet baskısı ile inanmış gözüken*ler vücuda alınmış mikrop gibi olur, güçlü hale gelince hastalık yaparlar.

İnançlarına baskı yapıl*mayanlar da vücuda yapıl*mış aşı gibi ülkeyi koruma görevini üstlenirler. Osmanlı devletin*deki azınlıkların kendilerini azınlık değil, devle*tin şerefli bir vatandaşı saymaları çok önemliydi.

Devlet güneş gibi olmalı*dır. Güneş nasıl müslüman, hırısti*yan, yahudi, zen*gin, fa*kir ve ırk ayırımı yapmadan her*kese aynı mesafede ise devlet de va*tandaş*larına karşı hep aynı mesafede durmalıdır.

(Mekalenin Devamı Gelecektir Konunun devamında ''LAİKLİK NEDİR ?''gelecektir...) Selametle Kalınız

Gayret bizden başarı Allah'tandır.

KONU DEVAM EDECEK İNŞAALLAH YORUMLARI KONU BİTİNCE DEĞERLENDİRİRİZ.

Konu müslümanlardan tarafından (25. January 2010 Saat 10:37 AM ) değiştirilmiştir.
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. January 2010, 09:26 AM   #2
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart Laiklik nedir

2- LAİKLİK NEDİR ?

3.Kısım

6. Laiklik Fransa'da doğmuş*tur. Fransızca'da dinî kuruluş*ların hakimi*ye*tinden bağım*sız olan ku*ruma Laik (laic veya laique) de*nir.[1]. Bu ül*kede dinî kuru*luş de*yince Katolik kilisesi anlaşılır. Lâiklik mü*cadelesi hırıstiyan*lığa karşı değil, kili*seye karşı verilmiştir
7. Kilise, Allah adına hareket et*tiğini öne sürerek kralı, hü*kü*met*leri ve vali*leri belir*le*mede ve gö*reve getirmede kendini yetkili görmüştür[2]. Bugün, seçilmiş kişi*lere ye*min ettir*mekle bu yetkisini az da olsa sür*dürmek*tedir. Fransız tarihi, kili*seye karşı ve*ril*miş mücadelelerle dolu*dur. Kilisenin devlet üzerin*deki ege*menliğini kırma ça*baları XIV. yüz*yılda başlamıştır [[3]].

8. Laiklik mücadelesinin dine karşı veril*mediğinin en önemli göstergesi, Fransa'da ku*rucu meclis üyeleri tarafından hazırlanan ve Ağustos 1789'da kabul edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin 10 ve 11. mad*deleridir. Bu madde*ler şöyledir:

Madde 10. Hiç kimse, dinsel inançları dahil, inançlarından dolayı rahatsız edi*lemez; elverir ki, bu inançların açık*lan*ması yasa tarafından sağlanan kamu düzenini bozmasın.
Madde 11. Düşünce ve inançların başkalarına öz*gürce iletilmesi insanın en önemli haklarından biridir; her yurttaş öz*gürce konu*şabilir, yazabilir ve bunları basıp yayabilir; bu özgürlü*ğün kötüye kullanılmasından ancak yasaca belirle*nen du*rumlarda sorumlu olur.
9. Bu bildirge, 1791 tarihli Fransız Anayasası'nın baş*langıç bö*lümü ol*muştu [[4]].
Bu anayasa, Katolik Kilisesinin imtiyaz*larına son vermeyi ve protestan, yahudi veya dinsiz olanların haklarını, özellikle din ve vicdan hürri*yeti adına her çeşit dinî gö*rüntüyü eşit görmeyi hedefli*yordu [[5]].
Çünkü kilise bir başka din men*su*buna hayat hakkı tanı*mazdı.

Bildirgenin başlangıcında insan hak ve hürriyetlerinin önemi şu ifadelerle be*lirtil*mektedir:
"Fransız halkının, Ulusal meclisi oluşturan temsilcileri, halkın mutsuzlukla*rına ve hü*kümetlerin yozlaşmasına tek neden olarak, insan hakları*nın bilinme*mesini, unutulma*sını ve çiğnenmesini gördük*lerinden insanın doğal, vaz*geçil*mez ve kutsal haklarını resmi bir Bildirge ile açıkla*maya karar verdiler.."

10. Burada özgürlüğün tanımı yapılmış ve yasa ile gere*ğinden fazla sınırlan*maması için Bildirge'ye madde kon*muş*tur. İlgili maddeler şöy*ledir:

Madde 4. Özgürlük başka*sına zarar vermeyen her şeyi yapabilmek demektir. O halde her insanın doğal haklarının kullanılması ancak, toplumun öteki üyele*rine sağladığı aynı nitelikteki haklarla sınırlanır. Bu sınırlar ancak yasayla be*lir*lenebilir.
Madde 5. Yasa yalnızca topluma za*rar verici eylem*leri yasaklar. Yasa ta*ra*fın*dan yasaklanmayan hiç bir şeye en*gel olunamaz ve hiç kimse yasanın em*retmediği bir şeyi yapmaya zorlanamaz
11. Türkiye'deki resmi belge*lerde de lâiklik dine karşı değildir. Anayasa'nın 2. mad*desi şöyledir:
"Türkiye Cumhuriyeti, toplumun hu*zuru, milli daya*nışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına say*gılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, de*mokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. "
12. Demek ki, lâiklik Türk Devleti'nin bir özel*liğidir. Devletin bir başka özelliği de insan haklarına saygılı ol*masıdır.
Anayasa'nın 24. maddesi her vatan*daşa vicdan, dinî inanç ve kanaat hürri*yeti ta*nımıştır. Yani Anayasa, lâik*li*ğin devletin bir özelliği ol*duğunu, vatanda*şın dindar olabileceğini kabul etmiştir.

13. Anayasa'nın 26. maddesi de dü*şün*ceyi açıklama ve yayma hürriyeti ver*miştir. Maddenin giriş cümlesi şöy*ledir:
"Herkes düşünce ve ka*naatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek ba*şına veya toplu olarak açık*lama ve yayma hakkına sa*hiptir..."
Anayasa'nın böyle olması tabiidir. Zaten İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin 16. maddesi şöyledir:
"Hakları güvence altına alınmamış, kuvvetlerin ayrı*lığı belirlenmemiş toplum*la*rın anayasaları yok demek*tir."
14. 1948'de Birleşmiş Milletler ta*rafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de düşünce vicdan ve din hürriyeti konu*sunu karara bağlamıştır. Bu madde dini, ne sosyal alan*dan ne kamu alanından ne de başka bir alandan so*yut*lar. Böyle bir şey zaten dü*şünüle*mez. Dindar kişi, di*ni*nin emrini bıraka*rak başka kişilerin emrini ye*rine getire*mez. Eğer ye*rine getirmek zorunda ka*lırsa ya giz*lice ya da açıktan buna karşı koyar. Bu da İnsan ve Yurttaş Hak*ları Bildirgesi'nin giriş kıs*mında belir*tildiği gibi "...halkın mutsuzlukla*rına ve hükümetlerin yozlaşma*sına.." sebep olur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 18. mad*desi şöyledir:
"Herkes düşünce, vicdan ve din öz*gür*lüğüne sahiptir; bu herkes için yalnız ya da topluca, gerek kamu önünde ge*rekse özel olarak öğre*timle, uygulama*larla, ta*pın*mayla ya da dinsel yükümlü*lükleri ye*rine getirerek dinini ya da inan*cını ortaya koy*mak öz*gürlüğünü de içe*rir[[6]].

15. Anayasa'nın Başlangıç'ında da; ".. lâiklik ilkesinin ge*reği kutsal din duygula*rının, Devlet işle*rine ve politikaya kesin*likle karış*tırılma*yacağı.." ifade edil*miştir. Demek ki va*tandaşa hizmet götü*rülürken dinî inançlarına göre ayı*rım yapı*lamaz*.

16. Bu, İslam'da zaten vardır. Bu konuda sabıkası olma*yan bir dinin men*subuyuz. Dinimiz insanlarla ilişkilerde onların dinle*rinden kay*nakla*nan bir ayırıma izin vermez.
17. Bütün bu durumlara göre la*iklik, dine karşı değil devle*tin dinî kurumların ha*ki*miye*tine girmesine karşıdır.
İslam'da devleti hakimiyeti altına alacak bir dinî kurum yoktur. Fransa'da kiliseye karşı yürütülen laiklik müca*delesi bir kaç asır sürmüş ve çok kanlı olaylar meydana gelmiştir ama Türkiye Cumhuriyeti lâikliği kabul eder*ken hiçbir dinî kuruluşun tepkisini almamıştır. Çünkü İslamda hem devleti hakimi*yeti altına alacak bir dinî ku*rum yoktur hem de lâiklik için yapılan yukarıdaki tamınların İslam'a aykırı bir yanı yoktur. Ayrıca İslam'da ruhban sı*nıfı da bulunmaz. Hiç kimse bu dini, insanlar üzerinde nüfuz sağlamanın aracı olarak kullanamaz. Camiler de ki*lise teşkilatı gibi değildir[7].
İslam, inançlara baskı yapılmasını kabul etmez. Bir kimsenin müslüman ol*ması tamamen kendi kara*rına bağ*lıdır. Bunun için bir dinî kuruluşun onayı aranmaz. Vaftize benzer bir törenin ya*pılması da sözkonusu değildir. Çünkü İslamda ne din adamı, ne de bir başka kişi Allah adına hareket edebilir. Allah müslüman ol*mayı öyle bir kaideye bağ*lamıştır ki, buna kimse karı*şamaz. Çünkü dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası in*sanın en hür ol*duğu yerdir. Bu se*beple hiç kimse bir inancı kabule veya inkara zorlanamaz.

18. Kiliseye benzer bir teşki*latı ol*ma*yan, din adamla*rını birer ruhanî lider değil, sa*dece din konusunda toplumu aydınlatan ve onlara ör*nek olmaya çalı*şan kişiler olarak gö*ren ve kapısını teokrasiye tama*men kapamış olan bir di*nin yaygın olduğu yerde lâiklik ne anlama gelebilir?
İşte problem tam bu nok*tada doğmak*tadır. Burada lâikliği İslamın alternatifi sa*yan ve onu dine karşı kabul edenler ortaya çıkmaktadır.
19. Türkiye'de, azımsanma*yacak oranda ateist[8], yani hiç bir dini kabul etmeyen* insanlar vardır. Kimileri de dine uzak dururlar; ondan beğendiklerini alır beğenme*diklerini kenara iterler. Bunlar etkin ko*num*dadırlar.

Ateistler din ile ilgili her görüntüyü lâikliğe aykırı sayarken dine uzak duran kişi*ler, kendilerinin hoşlan*madığı dinî görüntüleri laik*liğe aykırı sayıp or*tadan kaldır*maya çalışırlar. Bunlar laikliği dinî bir ku*rumun haki*miyetine karşı müca*dele ol*mak*tan çıkarıp doğrudan dine karşı mücadeleye dö*nüş*türmüş*lerdir. Onlara göre Allah'ın sosyal ve kamusal alanla ilgili emirleri uygula*namaz. O alanda yetkili olan kendileridir. Bunu açıkca söylemezler ama söz, davranış ve uygulamalarına başka bir anlam verme imkanı yoktur. Özel alanı da ilgi*lendirse, kendi karar ve uygulamalarına, dine aykırı diye karşı çıkılmasını asla kabul etmezler. Onların görüşlerine aykırı düşen dinî emir ve uygulamalar ya değiştirilmeli, ya da yürürlükten kaldırılmalıdırlar. Onların saygı duydukları din, kendi anlayışlarına uyan dindir. İslam dini konusunda karar mercii, Kur'an, sünnet ve din bilginleri değil, kendileridir. Yani insanlar, ancak onların mü*saade ettik*leri kadar dindar olabilirler.
20. Vicdanlara sıkıştırılmak istenen din, İslam dini olunca ona karşı mücadele çok zor olmaktadır. Çünkü islam'a karşı çık*mak her şeyden önce evrensel değerlere karşı çık*maktır. Zira İslam'ın iste*diği şey*ler, insan tabiatı ve sosyal hayatla, yani bü*tün evrensel de*ğerlerle tam bir uyum içindedir. Çünkü bu din, o değerleri ko*yan Allah'ın di*nidir. Kur'an'da şöyle buyuru*lur:
“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına (yaratma kanununa) çevir. O İnsanları ona göre yaratmış*tır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama in*sanların çoğu bunu bilmez*ler.” (Rum 30/30)
21. Bu sebeple onlara lâiklik tanımından, insan hakların*dan, anayasa ve yasalarla tanınmış haklardan ve ev*rensel değer*lerden bahset*tiğiniz za*man ülkenin özel şartlarını ileri sürerek kabul etmezler. Laiklik devletin bir özelliği iken onu kendilerine ait bir özellik olarak belirtir ve "Ben lâikim, sen laik değil*sin." gibi ifadeler kullanırlar. İnsanları da "laik olanlar ve olmayanlar" diye ikiye böler*ler. Bunlar kendi vicdanlarına karşı da rahat değillerdir. Vicdanlarını rahatlat*mak için zaman zaman yaptıklarının doğru olma*dığını söyleyen*ler çıkar. İşte bü*tün hu*zursuz*lukların temelinde bu yanlış anla*yış ve davranış vardır. Bunlarla yapıla*cak en etkili mücadele, bıkmadan doğru*ları anlatmaktır. Çünkü ev*rensel değer*lere karşı mü*cadele ta başından kaybe*dilmiş bir mücadeledir. Eğer o değerlerin samimi savunu*cuları varsa onlar, kısa sü*rede başarıya ulaşırlar.


-----------------------------
[1]- Büyük Larousse Ansiklopedisi, Laik maddesi

[2]- Günay TÜMER, Abdurrahman KÜÇÜK, Dinler Tarihi, Ankara 1993, s. 256.

[3]- Büyük Larousse Ansiklopedisi, Laiklik maddesi,

[4]- Büyük Larousse Ansiklopedisi, insan maddesi

[5]- GRIC (Groupe de Rechercehes Islamo- Chretien = İslam Hırıstiyan Araştırmaları Topluluğu), Din ve Devlet, Islamochristana, 12, Roma 1986, s. 49-72' den. Tercüme M. Sait HATİPOĞLU, İslâmî Araştırmalar Dergisi, C. III, sayı 3, Ankara 1989, s. 102.

[6]- Büyük Lrousse Ans. İnsan maddesi. İst. 1986.

[7]- Şeyhülislamlığı bir dini kurum sayanlar olabilir. Şeyhülislamlık kilise gibi bir dini durum değildir. Bunun Kur'an'a veya sünnete dayandırılan bir tarafı yoktur. O, ihtiyaç duyulduğu için ihdas edilmiş bulunan ilmî ve hukuki bir kurumdur. Şeyhülislam siyasi otoriteye bağlı idi. Göreve gelmesi ve görevden ayrılması siyasi otoritenin emri ile olurdu. Nitekim bir kanunla varlığına son verilmiştir. Ama devletler binlerce kanun çıkarsa kilisenin varlığını sona erdiremez.

[8]- Ateizm, tanrıtanımazlık anlamına gelir. Adına ister tabiat, ister Gök Tanrı isterse ne denirse densin, bütün varlıkları yaratan ve evrenin tek hakimi olan Allah'ı inkar mümkün olmadığından tanrıtanımaz, babasını tanımazlık eden kişiye benzer. O, en sıkışık zamanında nasıl babasını ararsa tanrıtanımaz da iyice dara düşünce Allah'a sığınır. Aslında bunlar, her şeyi veren ama kendilerine emir vermeyen bir Allah isterler.

Bazı kimseler de Allah'a inandıklarını açıkca söyler ve ateizmi redderler. Ama Allah'ın ve peygamberinin emirlerini, kendi anlayışlarına göre sınıflara ayırır, kimini kabul eder kimini de reddederler. Bunların durumu, Kur'anda yer alan Şeytanın durumuna benzer. Şeytanı o hale getiren Allah'ın bir tek emrini beyenmemesidir. Yoksa o Allah'a, ahiret gününe ve inanılması gereken bir çok şeye inanır. Kur'an'da bunu açıkca ifade eden ayetler vardır.

Ahazâb suresinin 36. âyeti şöyledir:
"Allah ve Rasulü bir işte hüküm verince inanmış hiçbir erkek ve kadın o işle ilgili davranışlarında ser*best ola*maz."

Müslüman, bu ayete uygun davranır.
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. January 2010, 09:31 AM   #3
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart kurana uygun müslümanlık

3-KUR'AN'A UYGUN MÜSLÜMANLIK

4.Kısım

22. İslam Allah'ın dini, Hz. Muhammed de Allah'ın son elçisidir. Kur'an-ı Kerim, hem Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğu*nun belgesi, hem de Allah'ın insanlardan neler istediğini açıkça ortaya koyan ve güvenli yollarla bize ulaşmış olan ilahî kitap*tır. Bu sebeple Kur'an'ı iyi anlamak gerekir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Bunlar Kur’an üzerinde akıl yormazlar mı? Yoksa kalp*ler üzerinde kilitler mi vardır?(Muhammed 47/24)

And olsun ki, biz Kuran'ı, üzerinde dü*şünülsün diye kolaylaştırdık; ama hani dü*şü*nen? (Kamer 54/17, 22, 32 ve 40)


23. Müslümanlar Kur’an üze*rinde düşün*meyi asır*larca unuttular. Kur’an üzerinde akıl yorma gereği unutulunca o, ulaşıla*maz, erişile*mez bir kutsal sayıldı ve onu anla*yamayacağımız şeklinde bir ka*naat oluştu. Sonra eskile*rin her şeyi hallettiği savu*nuldu ve yeniliklere kapılar kapandı. Nihayet Kur'an, se*vap kazanmak için oku*nan bir kitap haline dönüştü.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا كَبِيرًا (9)

9-"Bu Kur'an, gerçekten en doğruya ve en sağlama ulaştırır ve iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler.." (İsra 17/9
Kur'an, gerçekten en doğru ve en sağlam olana ulaştırır. Fakat o, anlamak için değil de sadece sevap olsun diye oku*nursa onunla bir yere ulaşılamaz. Böyle bir şey, tıpkı kaliteli bir balın, sırf görüntüsü ve ko*kusu ile yetin*meye benzer. Yenmeyen balın vücuda ne faydası olur. Müslümanlar asırlardır böyle yapmışlar ve Kur'an ile yeterince bes*lenememişlerdir. Geleneksel kültür kalıpları ile hurafeler iç içe girmiş, halkı hurafeler sar*mıştır. Ama artık Kur'an'ı an*lamak için okuyanlar ve Kur'an üzerinde akıl yoranlar vardır. Bunlar kendilerini ve toplumu sorgula*mak*tadırlar. Bu hareket geçmişle de he*sap*laşmaktadır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنْ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمْ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ (16)

16-İnanmış kimseler için Allah'ı gönülden hatırlama ve ondan inen gerçeğe içten bağ*lanma zamanı hâlâ gel*medi mi? Sakın daha önce kendilerine Kitap verilen*ler gibi olmayalar. Onların üze*rinden uzun za*man geçmişti de kalpleri katılaşmıştı. On*lardan çoğu yoldan çıkmış durumdadır. (Hadid 57/16)

24. Türkiye'de kendini müslü*man sayma*yan azdır. Kendini müslüman sayanlar iki kesimdir. Birinci kesim kendini inanç bo*yutunda müslüman sayar. Onların içinde oruç tutan, kurban ke*sen, bayram na*mazı kılan ve zaman zaman Cuma na*mazına gidenler vardır. Onlar Batı me*deniyetini he*deflemişlerdir. Kolaylık olsun diye onlara "Batıcılar" diyelim. Diğer kesim ise dinin emirle*rini yerine getirme arzu ve kararlılığı içindedirler. Onlara da "dindarlar" diyelim.
Batıcılar dindarları gerici ve tutucu sa*yar, dindarlar da onları dinin dışında kal*makla suçlarlar.

25. Son yıllarda gösterilen gayretler her iki kesimi de Kur'an'ın etrafında toplamış*tır. Kur'an'a yönelen Batıcılar, dindarlardan bir kısmının ya*şadığı dinin hurafelerle dolu olduğunu görmüşler ve böyle bir din anlayışı ve uy*gulamasından uzak oldukları için kendi*lerini şanslı saymış*lardır. Bu durum, böyle din*darları fena halde sarsmıştır. Bu sar*sıntı karşısında onlar kendilerini savunmak için Kur'an'a yönelince yapılan tenkitlerin ço*ğunun haklı ol*duğunu görmüşlerdir. Bu yö*neliş, hurafeye bulaşmış ol*sun olmasın, bütün dindarları ve Batıcıları derinden etki*lemiştir. Artık bunların hepsi, Kur'an'ın etra*fında tek vücut olma nokta*sına yaklaş*mış*lardır.

26. Bu sarsıntı, bazı kimselerin kendilerini tamamen dinin dışında görmelerine sebep olmuştur. Allah'ın Kitabına yönelmenin olduğu her yerde bu süreç kaçınılmaz olarak yaşanır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur:

Onlara bu işte (din işinde) apaçık belgeler verdik. Birbirlerine düşmeleri ancak, kendilerine bu bilgi geldikten sonra, aralarındaki çeke*mezlikten dolayı oldu. İşte senin Rabbin kıyamet günü, onların ayrılığa düştükleri konularda aralarında hük*medecektir. (Casiye 45/17)

Ehl-i Kitap’tan ve müşrik*lerden olan o tanımazlar, kendilerine apaçık bir kanıt ge*linceye dek çözülecek değillerdi.

O (kanıt) Allah’ın elçisidir ki, tertemiz sayfalar okur.

Onlarda dosdoğru hüküm*ler bulunur.

Kendilerine Kitap verilen*lerin bölük bölük bölünmeleri, ancak bu apaçık belgenin (Kur'an'ın) onlara gelmesin*den sonra olmuştur.(Beyyine 98/1-3)


De ki: "Haq geldi, Batıl yok oldu. Çünkü Batıl hep yok olagelmiştir.
İnananları esirgeyen ve iyileştiren ne varsa, biz Kuran ile onu indiririz. Ama bu, zalimlerin sadece yıkı*mını artırır. (İsra 17/81-82)

27. Kur'an'a yönelmenin güçlü olduğu her yerde çözülen gruplar, ellerindekini kay*betme korkusuyla harekete geçerler. Duygusal davran*dıkları için tozu dumana ka*tarlar. Kendilerine hiç bir şey anlata*mazsınız. Onlara karşı sabırlı olmak gerekir.

Allah Teâlâ bu konuda şöyle bu*yurur:
"Sizde bir iyilik görülse bu onları tasa*landırır. Başınıza bir kötülük gelse ona da se*vinirler. Eğer sabırlı olur ve koru*nursanız onların kurduk*ları düzen size bir zarar vermez. Çünkü onlar ne yapsalar Allah, onu çepe*çevre kuşatır." (Al-i İmran 3/120)

Bu çalkantılar faydalıdır. Bu sayede kimileri sevap kazanır, kimilerinin de gerçek kimliği ortaya çıkar. Sonunda sağlam bir din anlayışı elde etmek mümkün olur.

28. Kur'an'a yönelme bir fan*tazi ya da bir moda değildir; evrensel ve kalıcı boyut*ları olan ciddi bir iştir. Kur'an'a yönelme sloganı ile çıkan*lardan kimileri, Kur'an'a uyma yerine Kur'an'ı kendilerine uydurma çabasına girebil*mektedirler. Bunlar başkala*rını tenkit ederken kendileri*nin ne duruma düştüklerinin farkına bile varamıyorlar. Bu sebeple Kur'an'a yönelen herkes kendini bu açıdan sık sık sorgulamalıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarı*lın; birbirinizden ayrılma*yın. (Al-i İm*ran 3/103)

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا (59)

59-Ey İnananlar! Allah’a bo*yun eğin, el*çisine boyun eğin, sizden olan yetkililere de. Bir konu üzerinde çeki*şince, eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız onu hemen Allah’a ve Resulüne götürün. Bu hem daha hayır*lıdır, hem de sonu daha iyi olur. (Nisa 4/59)

Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet. Sakın onların heveslerine uyma. Onlardan kaçın ki Allah'ın sana indirdiği*nin bir kısmın*dan seni saptır*masınlar. Eğer yüz çevirirlerse bilesin ki, Allah bir takım günahla*rına karşılık başlarına bir kötülük gelmesini istiyordur. Zaten insan*lardan çoğu ger*çekten yol*dan çıkmıştır.

Yoksa Cahiliye devri hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir millet için kimin hükmü Allah'ın hükmünden güzel olabilir? (Mâide 5/49,50)
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. January 2010, 09:46 AM   #4
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart tarikatlar

4- TARİKATLAR

5.Kısım

29. Her insan, rahatlıkla gidip katılacağı sohbet ve dostluk ortamları arar. Peygamberler bu ortamı sağlamışlardır. Kendilerine her kesimden insan rahatlıkla ve hiçbir engele takılmadan ulaşabilmiş, sohbetlerine katılabilmiştir. Meselâ Hz. Peygamberin Medine'deki mescidine kadını erkeği, yaşlısı genci, alimi cahili, müslümanı kafiri, yerlisi ya*bancısı herkes rahatlıkla gi*rebilir ve sohbete katılabi*lirdi. Sohbet, Kur'an etrafında olduğu için herkes kendi bilgi ve kabiliyetine göre oradan bir şeyler alırdı. Burası bir dernek veya lokal gibi ol*madığı için ödenecek bir aidatı veya verilecek bir çay parası da yoktu.

30. Namazda okuduğu Kur'an'ın ma*nasını anlamayan kişinin namazı olur. Çünkü o, kendi*sine bu konuda verilen emri yerine ge*tirmektedir. Emrin içinde okuduğu Kur'an'ı anlama yoktur. Ama Kur'an'ı anlamak en önemli hedeflerden olduğu için namazda okunuşu da onu daha kolay anlayacak şekilde olur. Mebsut'ta bunu anlatan ifadeleri dikkatle inceleye*lim:
"Ona dua ve selam olsun, Hz. Peygamber şöyle de*miştir:"Kim imama uyarsa, o imamın okuması onun oku*ması sayılır." O, meşhur bir hadisinde de şöyle demiştir: "İmam tekbir alınca siz de alın, imam okuyunca siz su*sun." İmama uyan kişinin, imamın arkasında kıraatta bulunma yasağı büyük sa*habilerden 80 kişi tarafından rivayet edilmiştir. Bunların isimlerini hadisçiler toplamış*lardır. Sa'd b. Ebî Vakkas demiştir ki, "Kim imamının arkasından kıraatta bulu*nursa namazı bozulur." Bunun anlamı şudur: Kur'an okumada asıl maksat onu okumuş olmak değil, onu anlamak, düşünmek ve ona göre davranmaktır.

İbn Mes'ûd şöyle demiştir: "Kur'an, ona uyulsun diye indirildi ama insanlar tuttu, onu okumayı ibadet saydılar." İmam okur, ce*maat da okunan Kur'anı din*lerse istenen elde edilir. Ama namazda herkes kıra*atla meşgul olursa istenen şey yerine gelmiş olmaz[1]."

Demek ki onların asıl he*defi, namazda bile olsa oku*nan Kur'an'ı anlamaktı.

31. Tarikatlar, Hz. peygambe*rin yolunda gitseler, Kur'an'ı anlamaya yönelik sohbetler yapsalar, bu maksatla eğitim ve öğretim ortamları mey*dana getirselerdi çok iyi olurdu. Ama onlar, Kur'an'ı anlamak için çaba göster*mediler. Okudukları Kur'anlar akıllarına değil, kulaklarına ve gönüllerine hitabetti. Mana unutuldu, onun sözleri ve musikisiyle yetinildi.

Böylece Kur'an, sohbetin süsü haline geldi. Bu durum, ka*çınılmaz olarak hurafelere ortam hazırladı. Tarikat şeyhi, tıpkı hırıstiyan azizi gibi ruhani li*der sayıldı ve ruhânî alemle bağlantısının olduğuna inanıldı. O, Allah ile mü*ritleri arasında bir vesile ve vasıta yerine kondu.

Kur'an-ı Kerime göre her müslü*man Allah'ın dostu, yani veli kulu iken bu vasıf tarikat büyüklerine has kı*lındı. Dostun dosta nazı ge*çer, denilerek Allah'ın bunla*rın nazını çekeceği kabul edildi. Onların olağan dışı yollarla insanlara yardım edeceğine
inanıldı. Tarikata girme, el alma şeklinde bir törene bağlandı. Bundan önce adayın o tarikattan na*sibinin olup olmadığını belir*lemek için rüya görmesi ve bu rüyayı şeyhe anlatması şartı getirildi. Böylece isten*meyen ve şeyh tarafından onaylanmayan kişilerin tari*kata alınması engellendi.

Kapılar dışarıya sıkı sıkıya kapatılmış oldu. İnsanlar, ta*rikattan olan ve olmayan diye gruplara ayrıldı. Bu da tarikatın ve dolayısıyle şey*hin kutsallaştırılmasını sağ*ladı. Bir çok mürit, Allah'ın verdiği nimetleri şeyhinin himmetiyle elde ettiğini söy*lemeye başladı. Onlara bir çeşit vahiy geldiğine, gaybı bilebildiklerine inanıldı. Bunu kabul ettirebilmek için şeyhin keramet göstermesi bir ihti*yaç haline geldi.

Sonra her mürit, şeyhine ait bir keramet yakalamak için seferber oldu. Küçük bir tesadüf, bü*yük abartılarla keramet ola*rak anlatılmaya başlandı. İlm-i ledün ve ilm-i bâtın diye bir ilim uydu*rularak onların böyle bir ilime sahip oldukları kabul edildi [[2]].

Böylece yaptık*ları saç*malıklar birer hikmet olarak algılanmaya baş*landı. 180 sene kadar önce, Nakşibendi tarikatının Halidiye kolunda şeyhe ra*bıta adı altında yeni bir iba*det türü ortaya kondu [[3]]. iş, şeyhte Allah'ın tecelli ettiğine kadar götürüldü.

Dünyada müritlerine yardım edece*ğine inanılan şeyhin, ahirette de şefaat ederek müritlerini cehennemden kurtaraca*ğına inanıldı. Şeyh, sanki Allah Teâlânın özel kalem müdürü ve sır katibi gibi bir mevkiye getirildi. Kur'an'dan adeta cımbızla çekilmiş bir kaç ayetin manası ciddi biçimde tahrif edilerek bu yanlışlıklar Kur'an'a tasdik ettirilmek is*tendi. Allah Teâlâ bütün bu iftiralardan uzaktır.

Bunlar Kur'an'a temelden aykırı şeylerdir. Kur'an dik*katle okunursa görülür ki, bütün peygamberler hayat*larını, bu gibi şeylere karşı mücadele ile geçirmişlerdir. En üzücü olanı da o insanla*rın bu şeyleri, daha iyi müs*lüman olma arzusuyla yapmış olmalarıdır. Gerçeği öğrendikleri zaman, ne yazık ki, her şey bitmiş olacaktır. Duamız, bunların bu dünya*dan ayrılmadan doğruları öğrenip gerekli dönüşü yapmaları içindir. Şahsi araştırmalarımıza göre az veya çok yukarıdaki hurafe*lere ve burada sayamadı*ğımız nice hurafeye karış*mamış bir tarikat yoktur.

32. Müslümanların Kur'an ile ilişkileri onu, ma*nasını anla*madan okuma ve güzel sesli hafızların ağzından dinleme boyutuna indirildiği için tarikat şeyhlerini böyle bir konuma getirmek zor olmamıştır.

Şimdi örnek olarak onla*rın şu sözlerine ibretle baka*lım:

- Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı ha*ramdır[[4]]
- Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olmalı ve kalbine hayır
ve şer bir şey getir*memelidir[[5]]

- Müride lazım olan şartlar*dan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil

etmeyerek ve geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme bü*yük ke*sintiye sebeptir[[6]]

- Mürit şeyhinin terbiye*sinde ölü yıka*yanın elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh,

mü*ride istediği gibi hareket edebilsin [[7]]

Yani kısaca mürit şeyhinin kölesi ol*malıdır. Hatta köle*den de öte bir bağlılığı bu*lunmalıdır. Çünkü köle efen*disine za*man zaman baş kaldırır veya içten içe ho*murdanır ama mürit hem içi ile hem de dışı ile şeyhine tam boyun eğer.

33. Tarikatlar, insanı sönükleş*tirmekte, kendine olan gü*veni ortadan kaldırmakta ve onu kişiliksiz hale getirmek*tedir. Türkiye'de tekke ve zaviyeler resmen kapalıdır ama fiilen çok tarikat vardır. İnsanları bu konuda uyarmak için ciddi çalışmalar yapmak gerekir. Ancak devlet, bu konuda da taraf olmamalı ki, yapılan ça*lışmalara duygu*lar karışmasın, konu rahat bir ortamda tartışılsın ve iste*nen sağlıklı ve kalıcı sonuç*lara ulaşmak mümkün olsun.

5- DİN EĞİTİMİ

Din hürriyeti, dini öğrenme hürriyetini de içerir. Din eği*timi; inanç, ibadet ve ahlak eğitimi diye üçe ayrılabilir.

A- İnanç Eğitimi

34. Dine inanmak isteyen kişi, hangi eğitim sevi*yesinde ve ne durumda olursa olsun inanır ve inandığı gibi ya*şa*maya çalışır. Eğer inancını doğru öğ*renememişse boş*luğu hura*fe*lerle doldurur. Zamanımızda nice ilim adamı, yüksek bürok*rat, sa*nayici ve iş adamı samimi olarak dinini yaşama gay*re*tine girmiş ama inancı ile ilgili yeterli bil*gisi olmadığı için sonradan hurafecilerin ve is*tismarcıların esiri haline gelmiştir.

35. Bir müslüman, öncelikle hurafelerden uzak bir inanca sahip olmalıdır. Bunun en güvenli yolu, inancını Kur'an'dan öğren*mesidir. Kur'an, bütün insanlığı yara*tan Allah'ın kitabı olduğu için inancını Kur'an'dan öğrenen*ler bütün insanlığı ku*cakla*yan ve herkese karşı anla*yışlı davranabilen ufku açık insanlar olurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَقُلْ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا (29)

29-De ki: "Doğru olan Rabbinizden ge*lendir." Artık dileyen inansın, dileyen ta*nımasın. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki, duvarları, çepeçevre onları içine alacaktır. Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. O ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri.( Kehf 18/29)

“Kim yola gelirse sadece kendi için gelir. Kim de yo*lunu kaybederse sadece kendi aleyhine kaybeder. Hiç bir günah*kar başkasının gü*nahını çekmez. Biz de bir elçi gönderinceye kadar azab etme*yiz.” (İsrâ 17/15)

Müslümanlığı doğru öğ*retmek için, Kur'an meali okullarda ders olarak oku*tulmalıdır. Bu, aynı za*manda hurafelere karşı güvenli ve etkin bir mücadele olur.

B- İbadet eğitimi

36. Namaz, oruç, hac ve zekat konu*sunda temel bilgileri doğru bilmek gerekir.
namaz kılan herkesin Fatiha Suresini, namaz sure*lerini, Ayet'el-kürsîyi doğru okuması icabe*der. Namaz duaları ile günlük hayatta sıklıkla karşılaşılan konularla ilgili buyrukları ve öğütleri içeren ayetleri de öğrenme*lidir. Bunların sayısı azdır. Onları doğru okumak, kendi harfleriyle öğrenmeye ve o harfleri doğru seslendirmeye bağlıdır. İmam-Hatip Liselerini ve Kur'an Kurslarını bitirmiş olanlar bir yana, bu*gün kelime-i şehadeti dahi aslına uygun olarak seslen*direnler pek azdır. Bu du*rum, yüksek seviyede bilgi ve görgü sahibi olan nice insa*nın, bu konuda ezik*lik duy*masına ve kendini küçük görme*sine yol aç*maktadır.

37. Kur'an'ı, kendi harfleriyle doğru olarak okumak da her müslümanın arzu ve ihti*ya*cıdır. İşte bu arzusunu nor*mal yollarla, iyi yetişmiş öğ*retmenler gözetiminde gi*de*remeyenler şikayetlere yol açan yol*lara başvurmak zo*runda kalmaktadır*lar. Onun için ilkokuldan başlayarak iste*yen her öğrenciye Kur'an öğretmek ge*rekir. Kur'an kursları ve İmam Hatip Liseleri bu konudaki ihtiyacı tümüyle karşılayacak ka*pasitede değillerdir. Orta kı*sımları kapatılmadan önce İmam Hatip Liselerinde görü*len aşırı yığılmaların sebebi, evladına dinî eğitim vermek isteyenlerin bu arzularına di*ğer okulların cevap ve*re*memesidir. Diğer okullarda dinini öğre*nememiş olanların aşağılık kompleksine girme*leri de yanlış davranışların bir başka sebebidir.

C- Ahlâk Eğitimi

38. Kişinin kendine, ailesine, yaşadığı topluma, ülkesine ve bütün insanlığa karşı hak ve görevleri vardır. Bir müslü*man bu konudaki gö*revlerini; farzları, he*lâl ve ha*ramları doğru öğrenme*lidir. Böyle olmazsa örnek bir in*san ve iyi bir müslüman ol*ması mümkün olmaz..

D- İmam Hatip Liseleri ve Kur'an Kursları

39. 1340 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, ilmi kuruluş*ların tamamını Milli Eğitim Bakanlığına bağlamıştır. Bu cümleden olarak,

Şer'iyye ve Evkaf Vekaletine bağlı medreseler ve mektepler,

Özel vakıflar tarafından idare olunan medreseler ve mektepler

Milli Savunmaya bağlı as*keri rüşti ve idadiler,

Sağlık Bakanlığı'na bağlı dar'ul-ey*tam*lar Milli Eğitim Bakanlığına bağlan*mıştır.

Bilindiği gibi kanunlar, görü*len lüzum üzerine çıkarılır ve sonradan ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar sebebiyle ya yürür*lükten kaldırılır, ya da değiş*tirilirler.

Tevhid-i Tedrisat Kanunundaki ilk de*ğişiklik 1341 tarihinde Askeri liselerin Milli Savunma Bakanlığına bağlanması ile yapılmıştır. Daha sonra sağlık personeli yetiştiren eğitim kurumları Sağlık Bakanlığına, Üniversiteler Yükseköğretim Kurumuna bağlanmış, vakıf*lara özel okul ve üniversite kurma yetkisi verilmiştir.

Bugün Tevhid-i Tedrisat Kanununa göre faaliyetini sürdüren tek kuruluş İmam Hatip Lisesidir. Bu kanunun İmam Hatiplerle ilgili ifadeleri şöyledir:

".Maarif Vekâleti...imamet ve hitabet gibi hidemâtı dini*yenin ifası vazifesiyle mükel*lef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler küşad edecektir..."(4. Madde)

40. Bugün İmam Hatip Liselerinin prog*ram*ları imamlık ve hatiplik gibi gö*revleri yerine getirecek ele*man yetiştirmeye uygun değildir. Bunlar, Anayasa'nın 24. maddesine göre devletin denetiminde din eğitimi ve öğretimi yaptıran liselerdir. Buraya gelen öğrenciler de bu gayeyle gelmektedir. Din görevlisi olmak isteyen*ler ise İmam-Hatip Lisesi ya*nında bir Kur'an Kursu'na gitmektedirler. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulama*sından sonra, mihraba geçip namaz kıldıracak kişileri bulmak çok zor olacaktır. Çünkü lise çağında verilecek eğitimle doğru dürüst Kur'an okuyacak seviyede kişiler yetiştirmek hemen hemen imkansızdır. Zira Kur'an harflerini doğru seslendirmek için gerekli ağız ve kulak terbiyesi daha küçük yaşta verilmelidir.

41. Kur'an Kursları kısa ve uzun süreli ol*mak üzere iki çeşittir:

Kısa süreli olanlar Kur'an'ı yüzünden okutma ve bazı sure ve duaları ezber*letme gayesiyle açılmıştır. Öğrencilere bu süre içinde ihtiyaç duyulan din dersleri de verilmektedir. İlk ve orta dereceli okul*lardaki din dersleri yeterli olur ve Kur'an da öğretilirse hem bu kurs*lara ihtiyaç kalmaz hem de lise çağında öğrenciyi, Kur'an'ı doğru okuyacak şe*kilde eğitme güçlüğünün do*ğuracağı sakıncalar ortadan kalkar.
Uzun süreli Kur'an Kursları, İmam Hatip Liselerine destek olmaktadır. Buralarda hafız yetiştiril*mekte ve daha yoğun bir din eğitimi ile öğrenciler mes*leğe hazırlanmaktadır. Tevhid-i Ted*risat Kanunundaki hedeflere an*cak bu şekilde ulaşılabilmek*tedir. Yoksa imamlık ve ha*tiplik yapacak memurları ye*tiştirmek mümkün olmamak*tadır. İmam Hatip Liselerinin programları, iyi bir seviyeye ulaştırılmazsa bu kurslara olan ihtiyaç devam edecek*tir.

42. İmam Hatip Liseleri bir ta*raftan Kur'an Kurslarının desteği ile dinî hizmetleri ye*rine getirecek elemanlar ye*tiştirirken diğer taraftan dinini bilen insanları topluma ka*zandırmaktadır. Böyle insan*ların varlığı toplum için büyük bir güvencedir. Bu sebeple İmam Hatip Liselerinin en önemli görevi hurafelere karşı kalkan olmaktır. Çünkü hurafeciler dini iyi bilme*yen*leri ararlar. Cahillikleri ancak bu şe*kilde farkedilmeyecek ve kendilerine bo*yun eğile*cektir. Bütün okullarda veril*mekte olan din dersleri ye*terli seviyeye çıkarılmalı ve İmam Hatip Liseleri Tevhid-i Tedrisat Kanununun istediği seviyeye ulaştırılmalıdır. Din eğitimi müfredatı Kur'an ışı*ğında gözden geçirildiği tak*tirde ülkeye aklın ve bilimin hakim olması kaçınılmazdır.

43. Sekiz yıllık kesintisiz eği*timin uygulanmasından sonra eğitimle ilgili her konuda olduğu gibi din eğitimi konusunda da bü*yük bir kaosa girildiği ve sıkıntıla*rın doruğa çıktığı açıkca gö*rülmektedir. Buna taraf olanlardan kimileri bu*nun insanları dinden uzak*laştıracağı, kimileri de bu sayede dinî hayata istedik*leri şekli verebilecekleri umuduna kapılabilirler. Ama İnsanların dine yönelişlerine engel ol*mak mümkün değil*dir. Bu, bütün dünyada ya*şanan bir süreçtir. Dine yö*nelen kişiler ise din konu*sunda sadece, o dinin önder*lerinin yolunda giderler.


44. Dinden değil, dinin eksik ve yanlış öğrenilmesin*den korkmak gerekir. Eğer dinî eğitim yaygınlaştırılmaz ve İmam Hatip Liselerinin mes*leki ağırılıkları artırıl*mazsa inancını sorgulamayan, dinî liderleri Allah'ın yeryüzündeki temsilcileri gibi algılayan in*sanlar ço*ğalır. İşte asıl fela*ket o zaman olur.


---------------------------- [1]- Şemsüddin es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut, 1409/1989, c. I, s. 199-200.

[2]- Kehf Suresinin 65. ayetinde, Hz. Musa ile karşılaşan kişi ile ilgili olarak "Ona kendi katımızdan bir ilim öğretmiştik" buyurulur. "kat" diye tercüme ettiğimiz kelimenin Arapça karşılığı "ledünn" kelimesidir. Hadis-i şeriflerden bu kişinin Hızır aleyhisselam olduğunu öğreniyoruz. İlm-i ledün ve ilm-i bâtından bahsedenler Hızır aleyhisselamın bu ilmini kasdederler. Fakat Hz. Hızırla beraber olan Hz. Musa'nın bu ilmi öğrenemediğini de kabul ederler. Çünkü bu husus hem ayetlerde hem Hz. Peygamberin sözlerinde geçer.(Bkz. Buhârî, İlim 44) Bununla beraber tarikat şeyhleri, ellerinde hiçbir belge olmadığı halde Hz. Hızır'a verilen bu özel ilmin kendilerinde de verildiğini iddia eder, kendilerini Hızır aleyhisselam yerine müritlerini de onu anlamayan Hz. Musa yerine koyarlar. Hiç bir kaynağı ve dayanağı olmayan bu iddia, şeyhleri şeytanın elinde bir oyuncak haline getirmiştir. İslam aleminin Allah'ın gazabına uğrayıp dünya sahnesinden çekilmiş olmasının asıl sebepleri bunlardır.

[3]- Rabıtayı, "Şeyhin suretinin mürşidin iki gözünün arasında tasavvur edilerek müridin mürşide karşı kendisini son derece alçaltıp ona yalvarması ve onu Allah ile kendi arasında vesile kılması şeklinde" tarif eden ve tarikata böyle bir rabıtayı sokan Halid Bağdâdî'dir. Ölümü 1242 h. 1827 miladi tarihidir. (Bu gibi konular için bkz. Abdülaziz BAYINDIR, Kur'an Işığında Tarikatçılığa Bakış, İstanbul 1997.)

[4]- KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.5, 2. paragraf.

[5]- KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.

[6]- KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 5.

[7]- KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.245, 3. paragraf

[konu devam edecek inşaallah]
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
devleti, din, islamda, varmıdır


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:04 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam