hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TEMİZLİK VE İBADET > İbadet > Namaz

Konu Kapatılmıştır
 
Seçenekler Stil
Alt 23. December 2009, 11:47 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Salavat

SALÂVÂT

Kur’ân'a bakıldığında görülür ki, Allah ve melekler, sadece Peygamberimize değil, mü’minlere de –karanlıklardan nûra çıkarmak için– salât etmektedirler:

O, odur ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye Kendisi ve melekleri sizin için gerekeni yapıyor/size destek oluyor [yusalli aleykum]. Zaten O, inananlara karşı çok acıyıcıdır. (Ahzâb/43)

Bu âyet, aşağıdaki şu âyetle karşılaştırıldığında, Allah'ın salâtının nasıl ve ne demek olduğu daha iyi anlaşılır:

O, odur ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye kulu üzerine gerçeği apaçık gösteren âyetler indiriyor. Allah size karşı gerçekten çok şefkatli, çok acıyıcıdır. (Hadîd/9)

Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, dizi dizi kuşların Allah'ı tesbîh ettiklerini görmedin mi? Hepsi kendi tesbîhini ve salâtını mutlaka bilmektedir. Allah da, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir. (Nûr/41)

Görüldüğü gibi Allah'ın salavâtından, yani yardımlarından, desteklerinden biri de, “kulu üzerine gerçeği apaçık gösteren âyetler indirmesi”dir.

Ayrıca, Allah'ın korku, açlık, mal, can ve ürün noksanlığı ile denediği zaman sabredip, kendilerine bir musibet isabet ettiği vakit teslim olup, “Muhakkak biz, Allah içiniz ve şüphesiz O'na dönücüleriz” diyenlere, “Rabb'lerinden rahmet ve salavât vardır” (Bakara/157) olduğu belirtilmektedir.

Bunlardan başka yukarıda, “Peygamber'e Salât [destek]” başlığı altında mealini verdiğimiz birçok âyette de Peygamberimizin salâvâtından bahsedilmektedir.

Fakat ne acıdır ki, bütün bu âyetlere rağmen bugüne kadar Müslümanlar arasında “salâvât”ı bir tekerleme şekline sokan anlayış hâkim olmuş, bu anlayışın yarattığı istifhamlar ise düşünülüp sorgulanmamıştır. Meselâ Allah, Peygamber'i ve kulları için kime, niçin, nasıl salavât getirecektir? Zira yaratan, yaşatan, affedecek olan, mâlik-i yevmi'd-dîn O'dur. Bütün yetkileri elinde bulunduran Allah'ın salâvât getirmesinin mantığı nedir? Yoksa, Allah ve melekler bir salâvât korosu kurmuşlar da bizi de o koroya katılmaya mı davet etmektedirler? İnsanların her gün onlarca defa getirdiği salâvâtın kime ne faydası vardır? Yüce Allah, Peygamberi'ne merhamet edecek ve o'nu affedecek ise, bizi o'nun için yalvarttırmadan doğrudan Kendisi affetse olmaz mı?

Gerçi bu soruların bazılarına kılıf hazırlanmış; salât Allah'a nisbet edildiğinde “kullarına rahmet etme”; meleklere nisbet edildiğinde “kullar için af dileme”; kullara nisbet edildiğinde “dua” anlamına geldiği söylenmiştir. Ama bunların gerçeklerle ilgisi yoktur ve sırf işin içinden çıkılamadığı için uydurulmuştur. Sonuç olarak da bu tarz hileler, meselenin daha karmaşık hâle gelmesinden başka bir işe yaramamıştır. Çünkü Bakara sûresi'nde, İşte böyleleri üzerine Rabb'lerinden salavât [destekler, yardımlar] ve bir rahmet vardır (Bakara/157) buyurularak, rahmet ve salâvât'ın ayrı şeyler olduğu ifade edilmiştir.

O halde, meselenin esasından uzaklaşmamak için salât sözcüğünün hakiki anlamına dönmek ve ondan sapmamak gerekmektedir.

Ancak iş burada bitmemektedir. Çünkü salât sözcüğü gibi, سلام [selâm] ve تسليم [teslîm] sözcükleri de kültürümüze yanlış anlamla girmiştir. Dolayısıyla, ve sellimû teslîmen (Ahzâb/56) ibaresinin de açıklanıp aydınlatılma zarureti vardır. Mevcut meallerde ibareye –bazı kelime farklılıklarıyla–, ...ve tam bir teslimiyetle selâm verin şeklinde karşılık verildiği görülür. Hâlbuki sözcüklerin gerçek manalarına göre ifadeden bu anlam çıkmamaktadır. Zira âyetteki سلّموا [sellimû] ve تسليماً [teslîmen] sözcüklerinin kökü, س ل م [s-l-m] harflerinden oluşan ve muhtelif harekelerle de ifade edilebilen selm, silm kökleridir. Hangisi kabul edilirse edilsin bu kökler, “selâmetlik”, yani –eski tabirle– “isabet-i mekruhtan emîn olmak” anlamını taşır.

Sellimû ve teslîmen ifadeleri ise, mezidattan “tef’il” babından emr-i hazır ve mastardır. Bu babda anlam; “emîn kılmak, korumak, güvenlik sağlamak”tır. Meselâ, sellemehullâh ifadesi; “Allah onu korudu, onun güvenliğini sağladı” demektir. Dolayısıyla konumuz olan âyetteki ibarenin manası, “ve tam bir güvenlik sağlamak sûretiyle Peygamber'in güvenliğini sağlayın” demektir. Peygamber'in tam olarak güvenliğini sağlamak için ise, o'nun çevresindekilerin canla-başla çaba harcamaları gerekir. Yoksa Peygamber'in güvenliğinin lâfla, birtakım tekerleme şeklindeki temennilerle sağlanması mümkün değildir. Nitekim bu âyetler indiği zaman sahabe-i kiram bir köşeye çekilip, “Allahumme salli ve sellim…” dememiş, varıyla-yoğuyla, canıyla harekete geçip Allah yolunda Peygamberimize destek olmuş, o'nun güvenliğini bu şekilde sağlamışlardır.

Bu izahattan sonra konumuz olan âyetin çevirisi şöyle olmalıdır:

Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'i destekliyorlar [yardım ediyorlar]. Ey mü’minler! Siz de o'na destek olun [o'na yardım edin] ve o'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın! (Ahzâb/56)

Bu âyetin yer aldığı sûrede, Peygamberimizin özel hayatı, aile hayatı, sırları, misyonu, eşlerinin konumu, görevleri ve ayrıcalıkları yer alır. Konumuz olan âyeti doğru anlayabilmek için sûrenin tamamının dikkate alınması gerekir. Sûrenin, konu ve pasaj bütünlüğü bozulmadan okunması hâlinde hem salâvât kavramı daha iyi anlaşılacak, hem de Allah'ın emri doğrultusunda destek ve güvenlik sağlama görevlerini yapmayarak Peygamber'i üzenlerin akıbeti (57-58. âyetlerde) görülecektir.

Âyette geçen يصلّون [yusallûne] sözcüğü, fiil-i muzâri sîgasıyla vârid olduğundan, ifadeye Allah ve meleklerin Peygamber için gerekeni, “sürekli yapıp durdukları” vurgusu katar. Dolayısıyla destek olmakla, Peygamber'in güvenliğini sağlamakla, bu işe çaba harcamakla yükümlü olan mü’minlerin, yerlerinde oturmamaları; sürekli görev başında olmaları gerekir. Peygamber bugün aramızda olmadığına göre bu görev [destek ve güvenlik sağlama görevi], toplumda salâtı ikâme eden [zihnî ve mâlî desteği oluşturup ayakta tutan] kişi ve kurumlara karşı yapılmalıdır.

Bu açıklamalardan sonra bir de, Allah'ın bizden istediği bu iken, ya ihanetten ya cehaletten ortaya atılmış olan rivâyetlere uyup, “Padişahım çok yaşa!” benzeri tekerlemeleri söyleyerek salâvât getirdiğini zannedenlerin durumuna bakmakta yarar vardır. Bize göre manzara şudur:

Allah, Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'i destekliyorlar [yardım ediyorlar]. Ey mü’minler! Siz de o'na destek olun [yardım edin] ve o'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayınız! buyuruyor, ama onlar; “Allahumme salli alâ muhammed ve sellim… [Ey Allahım! Muhammed'e Sen yardım et, gerekli desteği Sen yap ve o'nun güvenliğini Sen sağla...]” diyorlar.

Ne büyük çelişki ve ne iğrenç küstahlık!

Hâlbuki, Peygamberimize yapılacak salâtın niteliği, Kur’ân'da gayet açık olarak belirtilmiştir:

Yine bedevilerden kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, gafûr'dur, rahîm'dir. (Tevbe/99)

Ucûbe din kapsamında “salâvât getirmek” diye adlandırılan sözler, İsrâîloğulları'nın, Ey Mûsâ! Onlar orada oldukça biz oraya asla girmeyeceğiz. Hadi sen git, Rabbinle birlikte savaşın. Biz şuracıkta oturacağız (Mâide/24) şeklindeki sözlerine benzemektedir, ki İsrâîloğulları bunun bedelini çok ağır ödediler. Bu olaylar, Kur’ân'da Mâide sûresi'nde ve Kitab-ı Mukaddes'in Sayılar; 13-14. bölümlerinde anlatılır. Müslümanlar, salât ve salâvâtı Kur’ân'daki şekliyle anladıkları takdirde, salât kapsamında olan –Enfâl sûresi'ndeki– şu görevi yerine getireceklerdir:

Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla hem Allah'ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmayacaksınız. (Enfâl/60)

Bu sayede, bugün içinde bulunulan zilletten kurtulmak müyesser olacak, aksi halde târih tekerrür edip duracaktır.

NOT: Hacc/40'daki salâvât sözcüğü, salât sözcüğünün çoğulu olmayıp, kalıp hâlinde İbrânîce'den gelme bir sözcük olduğundan konumuz dışında tutulmuştur.
kaynak:işte Kur'an(Hakkı Yılmaz)

Devamı
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Konu Kapatılmıştır

Bookmarks

Etiketler
islam, mümin, nebi, peygamber, resul, salat, salavat, selam


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:26 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam