hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TARİH > Diğer Milletler > Kehf Ashabı

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 3. October 2009, 05:28 PM   #1
TUĞÇE DENİZ AKIN
Katılımcı Üye
 
TUĞÇE DENİZ AKIN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: May 2009
Mesajlar: 93
Tesekkür: 79
42 Mesajina 79 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
TUĞÇE DENİZ AKIN will become famous soon enoughTUĞÇE DENİZ AKIN will become famous soon enough
Standart Ashab-ı Kehf

Ashab-ı Kehf, (Mağara Arkadaşları) İslam dininde kabul edilen bir olayın kahramanı bir grup insana verilen ad. İslam dinine göre bu insanlar Tanrı'nın birliğine inanıyorlardı. Fakat dini inançlarına karşı baskıyla karşılaşınca yurtlarından göçmüşler, Efsûs (Afşin)'taki bir mağarada 309 sene uyumuşlardır. Yedi kişi olduklarına ve yanlarında Kıtmir adında bir köpekleri olduğuna inanılır. Aslında Kur'an'daki Kehf suresinde kaç kişi oldukları belirtilmez, Allah dışında çok az kişinin bildiği belirtilir. Yine de genel görüşe göre 7 kişiydiler. Hikayeleri İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an'da Kehf suresinde anlatılmaktadır. Kehf suresindeki ayeti kerimede mağaranın içine sabah ve akşam gün ışığı düştüğünden bahsetmektedir. Gün ışığının mağaraya düşmesini tesbit bakımından Afşin Ashab-ı Kehf mağarasında fizik ve astronomi bilim adamlarından oluşan bilirkişi heyeti inceleme yapmışlar ve Afşin mahkemesi de bilimadamlarının kararını haklı bulmuştur.



Ashab-ı Kehf’in Hikâyesi

Ashab-ı Kehf'in hikâyesi Kur'an'da geçer ve bu nedenle Müslümanlar bu hikayeye inanmaktadırlar. Aslında Kur'an'daki surede, bu kişilerin kaç kişi olduğu, kaç yıl uyudukları belirtilmez, bu bilgileri ancak Allah'ın bileceği vurgulanır. Ayrıca hikayenin motifleri ve temeli pek açık bir şekilde belirtilmemiştir. Kısaca bu kişilerin İslami bir inanca sahip oldukları ve karşılaştıkları baskı nedeniyle köpekleriyle beraber bir mağaraya sığındıkları ve bu mağarada Allah tarafından çok uzun bir süre boyunca uyutuldukları anlatılır. Ne tam olarak nerede yaşadıkları ne de tam olarak ne zamanda yaşadıklarına değinilir. Yine de gerek kültürel etkilerle gerek çeşitli rivayetler nedeniyle sayıları, adları, yaşadıkları yer ve uyudukları zamana dair çeşitli şeyler söylenmiştir. Bu söylenceler sayesinde bütün bir hikâyeye ulaşılır. Yine de hikâyenin bu halinin doğruluğuna dair pekçok tartışma vardır.

Geleneksel anlamda hikayeye göre Ashab-ı Kehf denilen gençler, Efsûs yani Afşin şehrinde yaşıyorlardı. Bunlardan altısı sarayda görevli, hükümdara yakın kimselerdi ve hükümdarın müşavere heyetindeydiler. Onun sağında ve solunda bulunurlardı. Sağındakiler Yemliha, Mekselina ve Mislina idi. Bunlara “Ashab-ı yemin” denmiştir. Hükümdarın solunda bulunanlar ise, Mernuş, Debernuş ve Şazenuş’tur. Bunlara da “Ashab-ı yesar” denmiştir. Halen Afşin bölgesinde bu isimler erkek ismi olarak çocuklara verilegelmektedir.

Hükümdarın Roma imparatorlarından Dimityanus veya Dokyanus olduğu düşünülmektedir. Kesin olan şey imparatorun putperest olduğudur. Putperestliği kabul etmeyen az sayıdaki insanları yakalatıp öldürtmüştü. Hükümdar bir ihbar üzerine saraydaki putperest olmayan gençlerin durumlarını öğrendi. Onları çağırıp tehdit etti, onlar inançlarından ayrılmak istemediler, aksine Dokyanus’u inançlarına davet ettiler. Hükümdar onların eski günlerine dönmeleri için zaman tanıdı. Gençlerde inançlarını korumak için şehre yakın bir dağ yönüne gittiler. Yolda giderken Kefeştetayyuş ismindeki bir çoban onların inancına katıldı ve yedincileri oldu. Çobanın köpeği Kıtmir de onlara katılıp, arkalarından takip etti. Dağa yaklaştıklarında çobanın gösterdiği bir mağaraya girdiler. Mağarada dua ederek merhamet dilediler. (İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'daki Kehf suresinin 13. ayetinde bu kişilerin duaları belirtilir.)

Hikayenin devamına göre hükümdar, Efsûs’a gelip, onları sorar. Kaçtıklarını haber alıp saklandıkları mağrayı öğrenince adamlarıyla mağaraya gider ve mağaranın ağzını onları öldürmek maksadıyla kapattırır. İnanca göre gençler ölmez, yüzyıllar boyunca uyumaya devam ederler. Sonunda ise ilahi bir şekilde uyandırırlar. Ne kadar süre kaldıkları tam olarak bilinmez ve Kehf suresinde bu süreyi ancak Allah'ın bileceği belirtilir. Yine de geleneksel olarak yaklaşık 300 sene uyudukları düşünülür.

Ashab-ı Kehf uyandıklarında geçmiş olan zamanında farkında olmadıkları belirtilir. Uykudan kalkmaları, birbirleriyle konuşmaları ve içlerinden birini şehre göndermeleri Kur'an'da geçer. Bunlar şehre gidip yiyecek getirecek kimsenin (Yemliha’nın) elbise değiştirerek halini kimseye bildirmeden gidip gelmesini uygun görürler. Yemliha, bunu kabul edip şehre geldiğinde çok değişmiş bir şehir bulur. Farklı yorumları mevcut olan bir hadiseyle bu kişi geçen zamanın farkına varır ve o zamanın hükümdarının yanına götürülür. İnanca göre bu hükümdar gençlerin dinindendir. Başlarından geçenleri hükümdara anlatır. Daha sonra gidip arkadaşlarına haber verir. Daha sonra tekrar hepsi uykuya dalarlar.

Bazıları sahabelerden Ebu Bekr ve Ali'nin, Ashab-ı Kehf’e gittiklerini ve Ashab-ı Kehf'in uykudan uyanıp onları gördüklerini ileri sürmüştür. Ayrıca bu söylenceye İslam dininin son peygamberi Muhammed’e iman ettiklerini bildirip ve selâm gönderip dua istedikleri de eklenir. Bunların dışında bazı kişiler Ashab-ı Kehf'in Mehdi geldiğinde uyanıp ona katılacağını ileri sürmüştür. Yine de bu iddiaların, veya hikayede genelde geçen isim, yer, zaman ve bazı olayların gerçek temelleri tartışmalıdır. Kur'an'da ise bu yorumlara dair hiçbir şey yoktur.



Hristiyanlık'ta Yedi Uyurlar

Bu efsane Hristiyanlık'ta "yeniden dirilme" inancının kanıtı olarak gösterilmektedir.



Efsane

Efsane'ye göre 250 yılları civarında Dakyus (Dakyanus veya Decius) adlı bir kral'ın yönettiği putperest bir ülkede 7 genç Hristiyanlık'la suçlanır. İnançlarını değiştirmeleri için bir süre verilir fakat, onlar dünyevi eşyalarını bırakıp dağa ibadet etmeye giderler. Putperestliğe karşı bu tavrı gören kral öldürülmelerini emreder. Gençler ve köpekleri mağaraya sığınırlar. Kral mağaranın girişine duvar örülmesini emreder. Yedi Uyurlar yıllarca burada kalırlar.

Yıllar sonra, (genelde 379-390 yılları) ağıl yapmak isteyen bir çiftçi mağara girişini açar ve Yedi Uyurlar'la karşılaşır. Şehir'de haçlı bir sürü bina görüp hayrete düşerler. Dakyus zamanında kalan altınları harcamaya çalıştıkları zaman Psikopos'un karşısına çıkarılırlar. Hikayelerini dinleyen psikopos bunun bir mucize olduğunu söyler.

Bunlar Hristiyanlıkta malta, Malchus, Martinianus, Dionysius, Joannes, Serapion, ve Constantinus adındaki azizlerdir. Başka kaynaklar başka isimler verir.

Efsanenin bu sürümü ise Kuran'da ki Kehf suresinde(19. sure) anlatılanlara benzemektedir. Bahsi geçen kişiler Philedelphia (Bugün Ürdün'deki Amman şehri) şehrinin soylularıdır. Liderleri Maximillian (Yemliha), o sırada şehri ziyaret eden Roma İmparatoru "Haderanius" (Hadrian)'a başkaldırır ve put tanrıları inkar ederek sadece Nuh'un, Musa'nun, İbrahim'in ve İsa'nın Tanrı'sının tapılamaya değer olduğunu söyler. İmparator idam edilmelerini emreder.

Kapatıldıkları zindandan kaçarlar ve sığınacakları bir mağara bulurlar. Yedisi ve bir köpek (Kitmir veya Kıtmir) mağarada uyuya kalırlar. Bu mağaraya gelen askerler şaşırmış ve isteri için de geri dönerler. Bunun üzerine komutanları mağara girişinin taş ve harç kapatılmasını emreder. Yedi kafir'in buarada ölüme terkedildiklerini anlatan bir levha bırakarak giderler.

300 yıl kadar sonra uynadıklarında, Maximillian'ı şehre yiyecek almak üzere göderirler. 300 sene önceki paradan şüphelen fırıncı onun bir hazine bulduğunu zanneder ve bunu kendisiyle paylaşmazsa onu ele vereceğini söyler. Askerler gelir Maximillian'ı yetkililere götürürler. Yetkililer ilk önce ona inanmasalarda daha sonra ikna olurlar ve bunu bir mucize sayarlar.

Efsanenin birkaç değişik sürümü bulunmaktadır. Bunlardan birinde kaçan beş genç vardır, yolda bir çoban ve çobanın Kitmir adındaki köpeği de bu beş gence katılır. Çoban onları saklanmak üzere bu mağara götürür. Başka bir sürümde ise çoban bu yedi genç ve köpeğin bulunduğu mağaranın yerini kralın askerlerine göstermiştir.
TUĞÇE DENİZ AKIN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
TUĞÇE DENİZ AKIN Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (14. June 2010), Miralay (15. June 2010)
Alt 27. October 2009, 12:08 PM   #2
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

Üç yüz yıl ve dokuz yıl daha eklediklerini halk söylüyor. Kuran Ashabı kehfin orada ne kadar kaldığını allah blir ifadesini kullanıyor.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (14. June 2010), Miralay (15. June 2010)
Alt 27. October 2009, 09:27 PM   #3
Barış
Uzman Üye
 
Barış - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
Barış is on a distinguished road
Standart

Selam,

Kuran'da onların kaç kişi olduklarına dair ayet dikkat çekicidir.

Ayetteki uyarıya rağmen illa ki çeşitli mağaralara yedi uyurlar ismi verilmesi de dikkat çekici.

Ne kadar bihaber olduğumuzu gösteren bir şey.
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif.
Barış isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (14. June 2010), Miralay (15. June 2010)
Alt 10. November 2009, 03:09 PM   #4
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

KUR’ANDA GEÇEN ASHAB-I KEHF OLAYI
Halk Arasında Ashab-ı kehf ile ilgili uydurma olan , evrenin yasasını delip geçen, bir anlayış olarak, üç yüz dokuz sene, mağarada uyuyup sonra uyanan
Gençlerden bahsedilir.
Dünya hayatında insanların yaşayabileceği maksimum ,ve minimum bir ömür vardır. Eğer bu ömür sınırlarını dışarı çıkarak bir din anlayışı oluşturulursa,bu devamlı bahsedip durduğumuz fıtrat dinini hanif dinini ,İbrahim Dinini kökünden parçalayıp atar.Kur’an gibi eğer Allah’tan orijinalliği bozulmamış bu güne kadar korunup gelen bir kitap olmasaydı,İslam diye anlatılan dinin Tevrat ve incildeki hırıstıyan ve Yahudi dinlerinden farkı kalmayacaktı.
72/99- "Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur."
Kur’an gibi bir hakikat belge ayet delil burhan ortaya çıkınca artık uydurma olan bütün sözleri delip parçalayıp yıkıyor Ama Kur’an ı sahiplenenler olursa.
Şimdi batılın üzerine hakkı fırlatılıp da onu kökünden darmadağın param parça eden Kur’an dan Ashab-ı Kehf olayını dinleyelim bakalım
9- Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
10- O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl).
11- Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik).
12- Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık
Burada Kur’an dan kehf suresinden dört tane ayet naklettik Kur’an daki ayetlerin yorumunu düzgün bir şekilde yapabilmek için, Hem kendisinden önce hem de kendisinden sonra gelen ayetlerle bağlantılı olduğunu iyi bilmek, ve Kur’an Bütünlüğüne ilme,akıla pratik hayata uygun olmasına dikkat etmek lazımdır.
Kur’an Burada Son Peygamber Hz Muhammet (SAV)e Geçmiş Kavimlerden iman edenlerin başına gelen Kıssalardan örnekler vererek, Dünya hayatında bir Müslüman olarak başına gelebilecekleri anlatarak bilgilendirmektedir.
Ashab’ı Kehf ile ilgili ayetlere gitmeden önce gelen ayetlere, bir göz atarak olayın daha düzgün anlaşılmasını sağlamaya çalışalım.
6- Şimdi onlar bu söze (Kur'an'a) inanmayacak olurlarsa Sen, onların peşi sıra esef ederek kendini kahredeceksin (öyle mi)?
7- Şüphesiz Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.
8- Biz gerçekten (yeryüzü) üzerinde olanları kupkuru-çorak bir toprak yapabiliriz.
Yine kıssaya başlarken,Dokuzuncu ayeti tekrar ederek başlayalım.
18/9” Sen Yoksa kehf ve rakim ehlini bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın.”
Önce şunu iyi bilmek Lâzımdır ki Her avantajın bir dezavantajı ,her inişin bir yokuşu, Her Sıkıntının ardından da bir rahatlık vardır.
Allah Dünya hayatında insanları imtihana tabi tutmaktadır. Bu imtihanı başarıyla kazananlar zorlu ve engebeli yolu aşarak cennete gidiyor, o sarp yokuşa göğüs geremeyip nefsinin tutkularına yenik düşenler ise cehenneme gidiyor.
Bazı ulamaların söylediği gibi İnsanlar inandım iman ettim diyerek Allah’ın Emirlerini pratik hayata dönüştürmeden cezası miktarınca cehennemde yandıktan sonra cennete gideceğini söylüyorlar
İşte Dünya hayatında insanlar iman ettik dedikleri zaman Allah Onları Mutlaka denemeye tabi tutacaktır. Yeri gelecek karşısına bir ekmek bulamamış adam çıkaracak. ekmek verip vermeyeceğini deneyecek yeri gelecek. Annesi babası bakıma muhtaç olacak ona bakıp bakmayacağını deneyecek, yeri gelecek üzerine savaş yazılacak savaşa katılıp katılmayacağını deneyecek vs. İşte kimin hangi safta yer aldığı belli olmadıkça ölmeyeceklerdir.tabi ki çocuklar hariç.
Yeri gelmişken onu burada izah etmeye çalışayım Allah İnsanlara mükâfat ve ceza verirken imtihan ettikten sonra notunu verecektir imtihana tabi tutulmamış birinin mükâfat ve ceza alması Allah ın sünnetine uygun değildir
18/80”"Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk."
18/81- Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik
Bu Ayetler şu ayetin yorumu idi.
.18/74”Böylece ikisi ( yine )" yola koyuldular.Nitekim bir çocukla karşılaştılar.O hemen tutup onu öldürüverdi (Musa) dedi ki Bir cana karşılık olmaksızın.Tertemiz bir canı mı öldürdün.? Andolsun sen kötü bir iş yaptın.
İşte Kur’an bir meseleyi anlatırken, Böyle edebi bir sanatla anlatmıştır. Eğer Olayları mecazi bir anlatım tarzıyla değil de gerçek anlatım tarzıyla anlamış olursak İçinde bir çok çelişkiler ortaya çıkar. Bir defa Hz Musa’nın sığındığı kul Allah’ın Katından bir kuldur. Burada onun ayrı bir özelliği vardır. Bir Peygamber olacak kişinin peşine düşüp de sığındığı bir kul. bir çocuk öldürecek,.Hz. Musa ya Sen bunun sırrını kavrayamazsın ifadesini kullanacak.
Burada Allah Hz. Musa’nın bir hayat yolculuğundan bahsediyor. Sığındığı kul da hayatın kendisidir. Yani hayatta başa gelen olayların hepsi
Burada Kur’an Hayatta günahsız olan çocukların ölüşünün hikmetlerini izah ederken Dünyaya gelme ve gelmeme arasında netice olarak hiçbir şey değişmediğini, Onlar dünya hayatında eğer uzun bir müddet Hayat yaşamış olsalardı, ve deneme sürecinden geçselerdi İnkar edenlerin onun üzerine baskı ve zulüm uygulayarak Onun küfre gitmesine vesile olabilecekti, böylece cehennem onun için bir yatak olacaktı. İşte çocuğun öldürülmesinin, Veya ölmesinin yorumunu yapan o bahsettiğimiz iki ayet cehenneme gitmektense. Toprak olması daha uygun anlamında kullanıyor.
Yoksa Onun Annesi babası mümin kimselerdi ifadesini kullanırken mecazi anlamında kullanmıştır.değilse Hep ölen çocukların annesi babası mümin olması lazım ki Kafir olanların çocuğu ölmemesi gerekirdi.
Öyleyse ölen çocuklar cennete gidecek Anlayışı Kur’an a uygun değildir . Onlar Akıl baliğ çağına ermeden öldükleri için sevap ve günahları da yoktur.o zaman kâfir olanların Cehennem azabını gördükleri zaman ah keşke toprak olsaydım demeden, onlar toprak olmuşlardır. Bu daha iyi değil mi?
İşte Allah resul’üne Allah inkar edenlerin verilen davete karşı inkar edip başkaldırmalarından dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirerek, üzülme diyor. Çünkü Dünya hayatını onlara çok aldatıcı ve çekici kıldık. Onların yaratılışında doğruya ve yanlışa gidebilme eğilimi var. İnsanların yaratılışı böyle, Eğer Allah isteseydi İnsanların hepsini hidayete gidecek eğiliminde yaratırdı. Hepsi Müslüman olurdu. Ama ben onları denemeden geçirmek için böyle yarattım.
Burada konunun bir meseleyi izah etmek için dışına çıktık Şimdi tekrar konumuza dönelim..
Allah resûlüne geçmiş kavimlerden Ashab- kehf ten örnekler vermeye başlayıp o kıssayı anlatıyor. Yine kıssaya dönecek olursak,
18/9” Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın
Aslında Her Toplum , Bütün toplumların, özelliklerinden, her insan bütün insanların özelliklerinden her damla kan bir insandaki, bütün özelliklerden taşıdığı gibi , Özellik taşır.
Önce insan ben müslümanım dediği zaman , O konuda dik duruşunu kararlılığını gösterdiğinde, başına geleceklere katlanması gerekir. Zaten bunlara katlandığında sabır ve kanaat gösterdiğinde, Arkasından, Ödediği bedelden daha çok mükafat var
111- Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddır. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.
İşte dünya hayatında batılla mücadele ederken, dik duruşunu gösterirken başına en büyük gelecek olan bela ölümdür. Dünyayı kaybetmektir. Karşılığında bir cennet vardır. Dünya bir an ahiret ise ebedidir. Akılını Kullanabilen herkesin seçenekli olay karşısında iyilerden mutlaka birini seçecekse daha iyiyi . kötülerden birini tercih yapacaksa daha az kötüyü seçmesi gerekir.. Burada akıllı olan cenneti seçmesi lazımdır.
Cennete gitmek ben inandım iman ettim demeyle hemen kazanılıverecek olan bir yer değildir. Bir de bunun denenmesi var.
29/2”İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan -ayırt etmeden cennete bırakılacaklarını mı sandılar
142- Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip ayırt etmeden, gireceğinizi mi sandınız?
Ben Müslüman'ım diyen Veya Allah’ın elçi olarak gönderdiği her peygamber, dövülmüşler,alay edilmişler, sürülmüşler ve ya öldürülmüşlerdir. Allah’ın Yanında olduğunu ilan ettikten sonra , Yapmak ve yamamakla yemek ve yememekle yükümlü olduğu görevler vardır. İşte onu şu ayet nasıl izah ediyor.
2/177- Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru bunlardır
İşte bunları pratik hayata uyguladığın zaman,insanın öz yapısında var olan takvanın ve fıskın yansımasından bir toplum meydana geliyor. Bir tarafta hayır işleyen bir tarafta hayrı engelleyen. Bir başka deyişle .Müslüman ve Müslüman olmayan. İnsanlar ortaya çıkıyor.
İşte Allah resulüne Ashab-ı kehf olayını anlatarak bu olayların senin de başına gelebileceğini Bu Allah’ın bir sünneti olduğunu İzah ederek kedisine verilen görevi ve sorumluluğu hatırlatıyor ve şöyle buyuruyor.
2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.
Allah’ın gönderdiği peygamberler ve müminler için dünyada rahatça yaşamalarını sağlayan Allah’ın özel bir mucizesi yoktur. Eşyanın yapısı ile kim gerekli diyalogu (inansın veya inanmasın) kim gerektiği şekilde kurarsa dünyada güç ve iktidar onundur. Allah hiçbir zaman kafir ve Müslüman ayrımı yapmadan çalıştığının karşılığını tastamam verir.
17/18: Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider.
17/19- Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır.
Bu genel bilgilerden sonra Ashab-ı kehf ile ilgili ayetleri özetleyerek bir giriş yapmaya çalışalım birkaç tane genç Allah’ın dinini yaşamaya başladıkları zaman başta önde gelenler olmak üzere firavun örneğinde olduğu gibi engellemeye çalışılıyorlar. Kralları onları cezalandırmak için harekete geçiyor Onlar da krala karşı koyacak kendilerinde gücü göremeyince genelde peygamberlerin hicret ettiği gibi bunlarda hicret ediyorlar ve uzun bir müddet başka toplulukların içerisinde yaşadıkları halde kendi din ve yaşam biçimlerini kendi bulunmuş oldukları topluluklara anlatamıyorlar ve anlatmaktan çekiniyorlar. Bu süre içerisinde Allah Kur’an da onların durumunu anlatırken kendi dinlerini dışarıya anlatamadıklarından dolayı bulunmuş olduğu konumları “Mağara” ifadesiyle izah etmiştir. Dinlerini açığa çıkaramamam olayını da uyku ile izah ederek bize anlatmıştır.
Uyku yarı bir ölümdür, ölüm ise gerçek anlamda dünya hayatının bitişidir. Ama burada onların kendi dinlerini açığa çıkaramama olayına “yarı ölüm” ifadesiyle yumuşak bir anlatım yapmıştır eğer onlar vahye karşı duyarsız bir şekilde olsaydı Kur’an buna ölü ifadesini kullanırdı. Bazılarının söylediğine göre 309 sene bu hal devam etmiştir.daha sonrada Allah onları uyandırdı anlayışı bize hikaye ve masal olarak anlatılıp durmuştur.
Ashab-ı kehfin uykudan uyanıp Allah’ın dinini anlatırken halkın kendi dinlerini sorgulamaya açtıklarını Ashab-ı kehf yanında olanlar ve ona muhalefet edenler olmak üzere ikiye ayrıldığını Kur’an bize sanatsal bir üslupla anlatmıştır. İşte bu sanatsal üslupla çok uzun anlatılması gereken olayı özetlemiştir.
Şimdi Ashab-ı kehf ile ilgili olan kıssayı Kur’an dan kaldığımız yerden anlatmaya devam edelim.
18/13: Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.
Allah Kur’an da geçmiş kavimlerden biri olan Ashab-ı kehfin başına gelen olayı bir kıssa olarak anlatmaktadır. Onların yaşam biçimlerindeki örnekliği, onlardaki sabrı, onlardaki imanı ve kararlılığı, her çeşit gösterdikleri zulüm ve işkencelere rağmen dik duruşlarını bize örneklendiriyor.
18/14: Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız."
İnsanlar arasında insan kişiliğindeki fısk ve fücurun takva ile kavgası gibi insanlar arsındaki din ve yaşam kavgası insanoğlunun varoluşuyla beraber devam edip gelmiştir. Eşyanın yapısına baktığımız zaman buzu ortaya attığımızda sıcak bir ortamda hemen bir hareket başlar. Buz soğuk verir hava buza sıcak verir. Bu hareket o ortamdaki sıcaklık dengeleşinceye kadar devam eder. Aynen onun gibi batıl toplum içerisinde oraya hak girmezse o toplum o hallerini devam ettirir Giderler.. Ama oraya hak girdiği zaman buz misalinde olduğu gibi toplumda alışveriş ve çatışma başlar. Bir tarafta Allah’ın gönderdiği vahyin kontrolünde hareket eden toplum diğer tarafta Allah’ın gönderdiği vahiy toplumunu hazmedemeyip şeytanın yolunda yürüyen, Allah’a muhalefet eden toplum. Bunlar birbirlerine karşı ateşle barut gibidirler. Her an patlamaya hazır bir bomba gibidir. Burada şunu izah etmeden geçemeyeceğim. İman etmeyenler şeytanın taraftarlarıdır. Ama rabbim Allah’tır diyeni öldürmek için harekete geçenler var. Birde kendi dininde kimseye saldırmadan yaşayanlar var. Allah hiçbir zaman kendi dininde kimseye saldırmadan yaşayan gayri Müslimlere kesinlikle saldırmaya gönlü razı olmuyor. İşte Müslüman’ın asıl hedefi kendilerine din konusunda sataşmayanlar değil, kendilerine din konusunda birbirlerine destek olarak saldıranlardır. Bunlara birer ayetle örnek vermeye çalışalım.
60/8: Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.
60/9- Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir.

İslam: Allah’ın yeryüzünde inanıp teslim olanların nerde nasıl davranacağının yolunu yöntemini gösteren, Allah tarafından projelendirilmiş bir dinin adıdır.
Aslında fıtratını düşünen ve vicdanından gelen sesi dinleyen herkes o dini bulduğu zaman kabullenir. ve sahiplenir. Bilmeyenler ancak düşman olurlar. Yine burada İslam’ın asıl amacı eğer inananlar güç ve iktidar olurlarsa, ayrı ayrı dinlerdeki insanların dinlerini kendilerine vererek herkesin dinini kendi özgür iradesi ile yaşamasına zemin hazırlar. Eğer başka dinden birisi başka bir dinden olan birine müdahale ederse o müdahale eden zalimin zulmü mazlum olanın üzerinden kaldırılarak,kendi dininde serbestçe yaşaması temin edilir. Rabbim Allah’tır diyen her Müslüman da kendi dinini kimse müdahale etmeden istediği gibi yaşama hakkına sahip olması gerekir. Ama beşeri sistemlerde olgun ve hoşgörü yok her sistem kendi bulunmuş olduğu toplumları kendi Dinlerine uyup yaşamadığı sürece onu barındırmazlar.
Bilindiği gibi Beşeri sistemlerden en önde gelenleri kominizim ve Kapitalizim dir. Kominizim de her şey maddedir onlar için Allah peygamber öte dünya diye bir şey yok ilahları yol göstericileri akıldır. Mal mülk hürriyetleri yoktur her şey devletindir. Eşitlik( ne kadar eşitlikse ) ilkesinden hareketle Devlet yiyeceğini içeceğini giyeceğini verir. Onları köle gibi çalıştırır. Mal kazanma hürriyeti olmayınca Rekabet anlayışı da gelişmemiştir. Bu sebeple başarısız ekenomi tablosu ortaya çıkınca Rusya örneğinde olduğu gibi çökmüştür.
Diğer Önde gelen beşeri sistemlerden biride Kapitalizimdir Kapitalizim de Aşırı bir mal serbestliği vardır Rekabet alabildiğice gelişmiştir. Fakat İnsanlar ihmal edilerek Herkes kedi kesesini düşünmüş, ben kazanayım ben yiyeyim , alta kalanın canı çıksın zihniyeti hakim olmuştur. Bu Da toplumda aşırı bir sınıf farklılığı oluşturmuş, Bir taraftan çöp bidonlarında ekmek deşeleyip karnını doyurmaya çalışanlar oluşurken, bir taraftan da yatları uçakları son model arabalarıyla öğünen bir sınıf Ortaya çıkmıştır.
Bu Anlayış toplumların vahye karşı gözlerini köreltmiş kulaklarını sağırlaştırmış kalplerini de mühürleştirerek Helak’ine sebep olmuştur..
İslam: İnsanları ve kainatı yaratan Allah’ın, Dünya hayatında insanlardan talip olanlarına , Kendileriyle Kendileri arasında, kendileriyle Allah Arasında, Kedileriyle eşya arasında, ve kendileriyle insanlar arasında , nerde nasıl davranılacağını Her örnekten bir örnek vererek hiçbir eksik bırakmadan Allah’ın insanlara sunduğu bir yaşam projesidir Hayat tarzıdır.
Ben Müslüman’ım diyen her insan, Dünya hayatında bir rolü bir görevi olduğunu Bilir . Dünyaya başı boş bir varlık Halinde yaşasın diye yaratılmadığını ,Bu Dünya hayatının ardında bir de ahiret alemi olduğunu, Yaptığı her iyi veya kötü davranışlarının hesabını mutlaka verileceğini bilir ve hayata bu Gözle Bakar.
İnanıp iman edenlerin dünya hayıtı, Tiyatro sahnesinde oynanan bir rol gibidir. Allah’ın Kişilere vermiş olduğu bu rolleri kişilerin oynayış derecesine göre ödülleri verilecektir . Bu Ödüller Bazıları dünyada bir kısmı verilecek büyük bir kısmı da ahiret alemine ertelenecek Onun İçin Kişilerin yaptığı her güzel davranış heba olup giden bir şey değil,O Vaadinde mutlaka duran Allah tarafından karşılığı fazlalaştırılarak ödenecektir.
Bakınız Kominizim deki eşitlik anlayışını suistimal ederek ortaya çıkardıklarını İslam nasıl izah ediyor.
16/71- Allah rızkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?
Dünya hayatı inanlar için imtihan yeridir , İnananlar kardeştir.
Hem de tek bir vücut gibidir. Vücutta herhangi bir yerde olan ağrı vücudun her yerinde hissedildiği gibi , İslam toplumu içerisinde olan fertlerin rahatsızlığı toplumun bütününü de rahatsız eder.Karşılıklı etkileşim başlar. Aynen buz parçasında olduğu gibi Buz parçasını ortaya attığın zaman bulunmuş olduğu ortamda hemen bir alışveriş başlar buz ortama soğuk verir sıcak alır bu alış veriş dengeleşinceye kadar devam eder.
İslam Toplumlarında da ,Aslında buz olayında olduğu gibi Zengin olanların fakir olanlara kendi mallarından Zekat ve infak ederek fakir olanlara aktarırlar.
2/272- Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir.
2/215- Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir."
2/219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;
2/261- Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.
2/262- Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
2/264- Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez.
2/265- Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki, ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir.
2/267- Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır.
2/270- Her neyi nafaka olarak infak eder ve adak olarak neyi adarsanız, muhakkak Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.
2/271- Sadakaları açıkta verirseniz ne iyi; fakat gizleyip fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. O, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
2/273- (Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
2/274- Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
3/92- Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
3/134- Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.
4/38- Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o.
4/39- Allah'a ve ahiret gününe inanarak Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları iyi bilendir.
9/53- De ki: "İsteyerek veya istemeyerek infak edin; sizden kesin olarak kabul edilmeyecektir. Çünkü siz bir fasıklar topluluğu oldunuz."
9/54- İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah'ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir
Bu İnfak ile ilgili ayetlerden sonra Ben Müslüman’ım Diyen herkesin Dünyada Allah’ın ona yüklemiş olduğu görev ve sorumluluk Rol bakımından hiç önemli değil Önemli olanı O Allah’ın vermiş olduğu görev ve sorumluluğu en güzel şekilde yaparak Allah’ın rızasını kazanabilmektir
Aslında yaratılış gayesinin sırrına vakıf olan insanlar, Hangi rolde ve görevde olması pek önemli değildir. Zengin olursa ihtiyaç sahiplerinin üzerindeki yükümlülük üzerlerine binecek,Fakir olursa da sabır ve yokluk çekecek, Ama ne kadar dünyada durduğu kadar. Bunun gibi Diğer hangi konularda olursa olsun Sağlıklı olanlar hastalara sağlam olanlar sakatlara barınanlar barınmaya muhtaç olanlara.güçlüler zayıf olanlarla devamlı El uzatmakla denendiğini bilmelidirler.
9/91” Allah'a ve elçisine karşı 'içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
9/92- Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur.
9/93- Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler
Görüldüğü gibi hangi konumda bulunursan bulun hiç önemli değil önemli olan, Bulunmuş olduğun konumda yapabileceğinin en mükemmelini yaparak Allah’a Teslim olmaktır.
Yine Ashab-ı kehf ile ilgili kıssamıza dönerek devam edelim
18/15. "Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?"
İnsanlar yaratılırken sen bizim rabbimizsin diye söz vermişlerdi Fakat Dünya hayatı çekiçi ve süslü gelince o vermiş oldukları sözden vaz geçtiler
7/172 Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
Rab Edinme demek Onun adına okumak onun adına yaşamak onun adına ibadet etmek demektir. Allah’ı Bilmek veya Allah’ın varlığını kabullenmek bir şey ifade etmiyor. Asıl önemli olanı Allah’ı’ Allah’ın yarattıklarından ayırarak her varlığın yerini ve konumunu kendi yerinde ve konumunda tutarak Allah’a olan sevgi ve ihtiramı Allah’ın yarattıklarının önüne geçirmektir
Doğru olanı da o değimli? Yerleri ve gökleri yaratan Ve Kâinattaki bütün varlıkları insanoğlunun önüne seren Onlara ikramda bulunan ellerini ayaklarını gözlerini aklını düşünmeyi veren Bir Yaratıcı varken Onun yarattıklarından her hangi birine aynı sevgiyi ve ihtiramı bulunmak haksızlık olur.Allah kendisine ortak koşulmasını istemez.Şirk Koşanı adı ku’an da müşrik diye ifade edilmiştir.
39/29 Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar”
Düşünüldüğü zaman toplumumuz içindeki insanlar öyle değil mi? Hem Allah’a İnandıklarını Söylerler hem de Allah ile beraber başka ilahlara ibadet ve kulluklarını sürdürürler.Allah’ın
Koyduğu haram ve helâller ölçüsünde yaşamazlar..
Evet Allah dünya hayatında kendi sofrasına Oturan insanlara neyin helal neyin haram ,Neyin günah neyin sevap,Neyin iyi neyin kötü olduğunu, Orijinalliği bu güne kadar bozulmamış ve kıyametin sonuna kadar da bozulmayacak.olan Kur’an la Her Örnekten vererek Sunmuştur.
İşte Bunu Hayatına rehber edinenlerin İlah’ı Allah’tır Yoksa Nefsini abisini mezhebini, meşrebini karısını kocasını kızını çocuğunu Toplumunu evlerini ilah edinenlerin, ilahı değil.
İnsanlar her hangi bir konuda Eğer bir iş yapacakları zaman, Nerde nasıl yapılacağını Allah’ın Kitabına göre değil de kedi akıllarına göre yapıyorlarsa. Onların ilahı Allah değil de kedi akıllarıdır
Bakınız Kur’an’ın ilk Ayeti96/1” Yaradan rabbinin adıyla oku” İfadesini kullanarak, İnsanları yaratıklara tapmakta uzaklaştırıp, Küçük küçük dünyalık menfaatler uğruna taptıkları ilahları devirerek. Beyinlerde ve vijdanlarda silinmez bir yankı uyandıran 96/3” Oku Rabbin en büyük kerem sahibidir. Ayetini göndererek asıl yönelinmesi gerekenin Allah olduğunu söylüyor.
Gerçek olan da o değilmli Adam bir araba icat ediyor,araba onu bir yerden bir yere alıp götürdüğü zaman Şükran Arabaya değil de arabayı yapana yapılması gerekiyorsa, Onun da ötesinde O arabayı icad edeni de yaratan. Ona icat edebilme becerisini veren Allah’a olması gerekmez mi
İşte Hz İbrahim kavminde olduğu gibi Bize Allahın küçük küçük vesileler kıldığı ( Bize faydası oldu diye) Aracıları ilah edinmekten, Kendimizi uzaklaştırarak, Gerçek ilahı bularak sevgimizi ibadetimzi Kıyamımızı bel büküşümüzü secdemizi ona yapalım Gerçek din gerçek Allah’ın yolu budur.
18/16- (İçlerinden biri demişti ki "Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın.
Daha öncede bahsettiğim gibi, Allah’ın dinine girdiğin zaman bir risk göze alıyorsun demektir. Bu Risk en son çare olarak ölümü göze alma riskidir. Dnya hayatın da da öyle değil mi? Risk büyüdükçe kazanma şansı artar risk küçüldükçede kazanma şansı o oranda azalır.
Kumar oynayan birini düşünün ortaya koydukları meblağ kadar risk taşırlar. Büyük koyarlarsa büyük kazanır veya kaybederler, Küçük Koyarlarsa küçük kazanırlar veya kaybederler.
Yapılan her iyi veya kötü davranışın bir bedeli vardır. Genellemesini düşündüğümüz zaman Dünya hayatındaki cezası Konulan kurallara uymama cezasıdır. Örneklendirecek olursak, Trafik kurallarına uymadığında kırmızı ışıkta geçerse,çarpışır, bedeli darp veya ölümdür. İçki yasağına uymaz ise vücudunu harap eder. Sosyal toplum içerisinde toplumun kurallarına uymaz bedeli kınama ve hapis cezasıdır. Ama Ahiret hayatındaki cezası ebedi cehennemdir.
Rahmanın yolunda İlerleyenler başına bu davadan dolayı gelen her bela ve nusubet her, acı her sıkıntı stres ona bedel olarak ahiret aleminde cennet olarak geri katlanarak geri dönecektir. Bu Bir taşla iki kuş vurmak gibidir. Güzel davranışlar yapmakla o kişiyi hem cehennemden kurtarıyor hem de cennet gibi bir ödüle sahip oluyor.
2/243 Binlerce kişinin ölüm korkusuyla yurtlarından çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara: "Ölün" dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı fazl sahibidir. Ancak, insanların çoğunluğu şükretmez.
Bize örnek olan topluğun hayat hikayesinin temeli mekkede atılmıştı. O vermiş oldukları ahide bağlı kalarak sadakat göstermeleri ve ölümü göze alan o Kur’ a nın bahsettiği erkek adamlar olmasaydı, Allah bu dini kemale erdirip tamamlamaz , yeni ahdinde durarak sadakat gösteren erkek adamlar türeyinceye kadar peygamberlik hayatı devam edip giderdi.
Allah o Müslüman topluluğa ölümü göze alarak, Allah!ın dinini yaşama ve tebliğ etme karşılığında Allah onlara hem dünya hayatında güzellik veriyor. Hem de ahiret hayatında güzellk veriyor.
9/52” 52- De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz
Yine bu açıklamalardan sonra konumuza dönecek olursak Ashab-ı kehf’in Mallarını mülklerini yurtlarını terk ederek, Yaşadıkları hayat o kadar acılı ve zorlu geçtiği halde Kur’an bunu sanatsal bir üslûpla dar bir çerçeveyle özetleyerek mağara tabirini Kullanıyor
18/17- (Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.
Allah evrene bir yasa koymuştur. Bazı dönemler bolluk ve bereketlerle ortalık şenlenir. Bazı dönemlerde de ortalığı kıtlık ve yokluk sarar. İman edenler bu yokluk zamanında sabrederek Allah’a olan kulluklarından ödün vermeden Hayatlarını sürdürürken Bolluk zamanlarında da kibir ve gurur onları etkilemeden Allah’ın Kendilerine verdikleri nimetlerden sadaka ve infaklarını vererek hayatlarını sürdürürler. Çünkü Onlar Allah'tan gelene sevinmezler , gidene de üzülmezler Onlar bir şeyi neticesinin hayır mı şermi olduğunu bilmezler sadece Onlar,” Biz ona inandık tümü rabbimizin katındadır derler.” Teslim olurlar.
İman ve sabır etmeyenler için dünya hayatı , başlarına gelen nusubetlere karşı onları ümitsizliğe sevk ede O karabul sandığı şey beklide onun için bir hayır olduğunu bilmez beklide onuintihara kadar sürükler ona bu hayatın olumsuzlukları ona bir yük gibi gelir.
2/143143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir
18/18” 18- Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı
Onlar Öyle acı ve sıkıntı içinde bir hayat yaşıyorlardı ki.İblisten gelen sesi tamamen susturmuşlar takva sesini kendilerine hakim kılarak Kararlı ve dik duruşlarını taviz vermeden, yanlışlıklara boyun eğmeden,Hayatlarını sürdürüp gidiyorlardı, Onların bu yaşayışı her insanın yapabileceği bir şey değildir. Eğer sen öyle bir ortamda bulunmuş olsaydın buna tahammül edemezdin öyle bir sorumluluk altına girmezdin. Ve oradan kaçar giderdin. Uyanık sanırsın ifadesiyle de Kur’an’ın değişik yerlerinde,”Ölümün benzeri gösterildi,” “Ruhumuzu gönderdik o da düzgün beşer kılığında görüldü “ ifadeleriyle Gözlerin gördüğü dünyalık görünümünü n arkasındaki sırrı sanatsal bir üslûpla bize anlatıyor. Onlar gerçek dünya gözüyle bakanlar için uyanık yaşıyorlar.
18/19” Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin
Daha öncede belirttiğim gibi ölü kelimesi. Burada vahiysiz yaşanılan bir hayatın tebliğ edilmeden İçlerde gizlendiği bir hayattır. Ne zaman o vahiy hayatı dışarıya çıktı o zaman o diriltilmiş oluyor . Tohumun Toprak altından patlayarak yeryüzüne çıkışı gibi. Dirilme oluyor o tohum yer yüzüne çıkmadan önce ölü idi Yer yüzüne çıkınca dirilip, hayat canlı bir şekilde devam etmeye başlıyor
Kıyamet günündeki olacak olan hadisyi sanki hemen Olmuş GİBİ aNLATARAK sANAT Yapmıştır.
30/55- Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı
Allah’ın Dini Toplumda anlatıldığı zaman Kabul etmezler. Her İnsanın Kendisine ait bir dini Vardır. Kendi dinine uymayan bütün dinler onun yanında yanlıştır. Küfür ve müşrik toplumlarda kendi ilahına öyle bağlı olanlar var ki Onun Yanında başka dinlerde olanlara hayat hakkı bile tanımazlar. Allah Onları çok iyi tanıdığı için Onların hakkında bilgi edinmeden kendizi bildirmeyin. Yoksa sizin Müslüman olduğunuzu bilirlerse sizi sezerlerse sizi barındırmazlar veya sizi kendi dinlerine çevirirler.
18/20- "Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.
Eşyanın yapısında hiçbir zaman çelişki yoktur Doktora Bir Hasta gelse
onu tanımadan o hastalığı teşhis etmeden karar verse ilacını da yazsa doğru bir iş yapmış olur mu? Elbette olmaz çünkü önce hastayı bir muayene edip kan tahlilini yaparak nerde nesi var araştırdıktan sonra bir bulguya varıp karara varması gerekirdi.
İnsanlar da aynen öyledir Bakınız Allah Burada davranış metodunu da insanlara yaklaşırken nasıl olacağını tarif ediyor.
“Oldukça nazik davransın sakın sizi kimseye sezdirmesin”
18/21- Böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları görenler) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir." Onların işine galip gelen (sözleri geçen)ler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız" dediler
İman etiş ve kendi kimliklerini ve dik duruşlarını göstermiş olan o gençler Her ne pahasına olursa olsun toplumda kendi Dinlerini tartışmaya açacak bir imkanı bulup ses getirmişlerdir Allah Her Topluma bir elçi göndererek Bir Kıyamet gününün olacağını , İnsanlar öldükten sonra dirilip hesaba çekileceğini iyi yolda gidenlerin cennetle mükafatlandırılacağını. Kötü yolda yürüyenlerin de cehennemle cezalandırılacağını mutlaka insanlara duyuruyor. Buna kulak verip duyarlı olanlar nasibini alıyor kulaklarını tıkayanlar ise dünya hayatları sağır ve kör olarak bitip gidiyor. Zaten Allah Uyarıcı göndermediğimiz kavim helak edilmez buyuruyor.
15/4- Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık
36/.6- Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin)
Kuran’ı Kerim Sayısı belli olmayacak kadar peygamberler ve elçiler gönderdiği halde yirmi beş tanesinin adı zikredilmiştir diğerlerinin adı anılmamıştır. Sebebi ise Topluma anlattıkları zaman hemen öldürmüşler veya kabul görmemiştir Kur’an bir kıssası olan toplumda ses getiren peygamberleri anlatmıştır. Üstelik en çok bahsedilen en çok ses getiren peygamberlerdir. Kur’an da da ses getiriş derecesi kadar yer işgal etmiştir
İşte Ashab-ı Kehf’in Anlattığı din de toplum içinde masaya yatırılıp tartışılmaya başlanmış ki orada olaylar meydana gelmiş bu olay hem halk tarafından hem de Allah tarafından gündeme getirilmiş ki Farklı anlayış ve anlatış ortaya çıkmıştır Bakınız Kur’an ın anlattıklarıyla halktan gelen bilgiler biri birleriyle çelişkili olarak bize intikal etmiştir..
18/22- (Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler, onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez." Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
Bakınız Kur’an burada halktan gelen bilgilerin Sağlıklı olmadığını, herkes biri birlerine uymayan çelişkiler içerisinde bir şeyler söyleyip anlattıklarını. Fakat bunların hiç birisinin doğru olmadığını Allah bildiğini bize anlatıyor.
Kur’an Burada bilinmeyen şeylerin peşine düşme Elinde belge olmadan konuşmayı yasaklayarak Devam ederek
18/23- Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme.
18/24- Ancak: "Allah dilerse" (inşallah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir.”
İnsan Gelecek Hakkında şunu veya bunu yapacağım deme hakkına sahip değildir. Gayıbın anahtarı Allah’ın Elindedir Senin vaat ettiğin zamana kadar yaşatacak olan odur. O gerçekleştirmek istediğinin imkânlarını da verecek olan odur. öyleyse sen yöneleceksin Allah da sana o süre
ye kadar yaşama izni verip imkanları da önüne serdiği zaman sen ancak istediğini gerçekleştirebileceksin o zaman da Allah izin verirse inşallah demen gerekiyor, Allah izin vermezse yaprak bile kıpırdamaz..
18/25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar
18/26- De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz
Bakınız yıllarca asırlarca toplumların ağızlarında geveledikleri Üç yüz dokuz yıl kaldılar sözünü Kur’an değil Halk söylüyor. Halkının söylediği , bu güne kadar sanki Allah öyle söylemiş gibi bir imaj uyandırarak Bir mucize olarak anlatmışlar durmuşlardır.
“De ki ne kadar kaldıklarını Allah bilir” Sözüyle Onların görünmeze attıkları taşın yerine isabet etmediğini vurgulamaktadır."
Gönderen Ali Rıza Borazan
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (16. June 2010), Miralay (15. June 2010)
Alt 14. June 2010, 05:27 PM   #5
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Kısaca toplumdaki insanları gütmek amacıyla hak bir dinin siyaset amaçlı kullanımına karşı gelen ve hakikatleri açıklayan insanların halini anlatıyor.

Museviliğin değiştirilip tamamen ülke yöneticilerin menfaatine bir takım uydurma ve değiştirmelerden sonra siyasi bir araç haline geldiği bu dönemlerde, hristiyanlığın hak olduğunu anlatan bir olay. Ashabı keyfden sonra aynı olayı hristiyanlık yaşamıştır ve onların dinide siyaset amaçlı olarak uydurmalarla doldurulmuş ve değiştirilmiştir.

Bu kıssasların bize anlatılmasındaki sebep acaba ne olabilir? aynı değişime karşı bizim uyarılmamız değil mi? İslamında bir gün siyaset amacıyla kullanılabilir olacağı dikkat çekiyor. Allah bu konuda şunu söylüyor, Kuran benim korumam altındadır yani onu koruyacağım. Demek istiyor ki, sadece kuranı sabit kıldım onun dışında dinde yaşadıklarınız diğerlerinin başından geçenlerle aynı olacak. museviliği, hristiyanlığı değiştirip kendi az bir dünyalık çıkarları için sattıkları gibi bir gün gelecek islamada aynısını yapacaklar ve yapmışlardırda. Kurana ek olarak hadis kitabı çıkarmışlar, hadis kitaplarına ek olarak alimlerin kişisel yorumlarını dedlil niyetine kullanmışlardır. Böylece kuran kapatılmış anlaşılmaya kapanmış, ve sözde pek çok manaya sahip saddece arapçasından sevap amaçlı bir kitap haline gelmiştir.

derin düşününce Ashabı Keyfin yaşadıklarını bu gün bizler yaşıyoruz arkadaşlar. Kendi adıma ben bişey yaşadığım yok ama, siteden gördüğüm kadarıyla bu konuda en çok mücadeleyi verip dine sokulmuş syaseti ve bidatları temizlemeye yönelik çabalarıyla alimlerimiz aynı olayları yaşıyorlar. Ashabı keyf zamaaındaki musevilikle gümzdeki geleneksel müslümanlık arasında hiç bir fark olmadığı gibi, ashabu keyfle hanif müslüman arasındaki benzerlikte dikkat çekmektedir. Şimdi ayeti ve Allahın verdiği yeterli bilgiyi tekrar inceleyip yaşananları yeniden düşünmemiz yeterli olacaktır.

Sevgilerimle.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
hiiic Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (15. June 2010)
Alt 14. June 2010, 05:30 PM   #6
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Bunlar kaç yıl uyudurlar yaklaşık olarak bilgi yok değil mi? 300 diyorlar, Kurana göre eki kökü ne diyor ki acaba?
Onları orda görsen korkup kaçardın diyor, çeviriliyorlarmış ??
Bununla beraber birde bir dağa yaslanıp 100 yıl uyuduğu söylenen peygamber var, deprem olmuş şehir yıkılmış ardından bu ölmüş sonra canlanmış eşşeği diriliyor yemeği çürümemiş...
nedir ki bunlar?

Konu hiiic tarafından (8. August 2010 Saat 12:46 PM ) değiştirilmiştir.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
hiiic Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (15. June 2010)
Alt 8. August 2010, 12:43 PM   #7
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Ali Rıza Borozan
Üç yüz yıl ve dokuz yıl daha eklediklerini halk söylüyor. Kuran Ashabı kehfin orada ne kadar kaldığını allah blir ifadesini kullanıyor.
Alirıza bey, 300 yıl uyan için 9 yıllık yatak keyfi normaldir,
Bizde 8 saatin ardından 15 dakika daha arıyoruz..

8 saatten sonra x dakikalık ekstra şekerleme
0,0009,1324 yılda x dakika (x/60*24*365) yıllık şekelerleme
300 yılda 9 yıl=4730400 dakika eder?
-----------------------
x=14,4 dakika

Sonuç olarak; 300 yıl uykuya 9 yıl kendine gelme süresi, 8 saatlik bir gece uykusu ardından 15 dakikalık bir kendine gelme süresine eşittir. Olailir matematiksel olarak çok da doğru..
************************************************** ***********
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 8. August 2010, 08:54 PM   #8
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Hiiç Kardeşim!

Alıntı:
hiiic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bunlar kaç yıl uyudurlar yaklaşık olarak bilgi yok değil mi? 300 diyorlar, Kurana göre eki kökü ne diyor ki acaba?
Onları orda görsen korkup kaçardın diyor, çeviriliyorlarmış ??
Bununla beraber birde bir dağa yaslanıp 100 yıl uyuduğu söylenen peygamber var, deprem olmuş şehir yıkılmış ardından bu ölmüş sonra canlanmış eşşeği diriliyor yemeği çürümemiş...
nedir ki bunlar?
Aşağıdaki çalışmada aradığın soruların yanıtlarını bulacağını düşünüyorum.

ASHAB-I KEHF VE ASHAB-I RAKİM'İN SÖZCÜK ANLAMLARI:

الكهف - Kehf, dağdaki büyük ve geniş oyuk [mağara] demektir. Küçüğüne غار - Gâr denir. [69–16](Lisanü'l-Arab, c: 7, s: 751)

الرّقيم - RAKİM:

Rakim sözcüğü rkm kökünden olup "yazmak" anlamındadır. Nitekim Kur'ân'da Kitabun merkûm [yazılmış kitap] (Mutaffifîn Sûresinin 9, 20. Âyetlerii) olarak geçer. Rakî de "Yazılmış, rakamlanmış" demektir. Bununla "levha; kitabe, yazıt" kastedilir. Kimileri Rakım'in , üzerinde mağara bulunan dağ; kimileri Ashab-ı Kehf'in yaşadığı kentin adı; kimileri de Ashab-ı Kehf'in isimlerinin yazılı olduğu kurşun kitabe olduğunu söylemiştir. [69–17](Lisanü'l Arab, c.4, s. 220–222)

Sözcüğün en uygun anlamı ise "Yazıt; kitabe, yazı, yazılı levha" anlamıdır.

Kehf ve Rakim sözcükleri اصحاب - Ashâb sözcüğü ile tamlama yapıldığında, اصحاب الكهف - Ashab-ı Kehf = Büyük Mağara Ehli ve اصحاب الرّقيم - Ashab-ı Rakım = Kitabe, Yazıt Ehli anlamları ortaya çıkar.

Demek oluyor ki, bu pasajda, "Büyük Mağara"da gelişecek bir takım olaylar anlatılmaktadır. "Büyük Mağara"da çalışanlar ile "Yazıt Ashabı" arasında bir şeyler olacaktır. Mağarada olacak olayların anlatıldığı Âyetlere bakılırsa, bu büyük mağara bir "dağ oyuğu" değil bir laboratuar ve ses geçirmez bir stüdyo'dur.

Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakım'i doğru anlayabilmek için Rabbimizin daha evvel biz kullarına bildirmiş olduğu bazı bilgileri hatırlamamız gerekmektedir. Zira o bilgiler, burada konu edilecek olan olayların alt yapısı, ilk basamağı mesabesindedir.

Hûd Sûresinin tahlilinde vermiş olduğumuz bu bilgileri, konuyla yakın ilgisinden dolayı özet olarak değil, aynen nakletmeyi zorunlu görüyoruz:
(Hûd: 6)Ve yeryüzünde hiçbir dâbbeh/ canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O [Allah], onun yerleşik yerini de, geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır."

Allah ile canlılar arasındaki ilişkinin vurgulandığı bu Âyette, Allah'ın hareket etmekte olan her yeryüzü canlısının rızkını verdiği, onların konulduğu ve bulunduğu yerleri bildiği, dolayısıyla her bir canlıyı sürekli olarak kontrol ettiği bildirilmektedir.

Âyette geçen دابّة- - dâbbeh sözcüğü, virüs, bakteri gibi en küçükler de dâhil olmak üzere, hareket eden her türlü canlı varlık demektir. Âyetin ifadesinden, Yüce Allah'ın sadece insanların değil, büyüğüyle küçüğüyle, denizdekiyle karadakiyle tüm yaratıkların rızıklarına kefil olduğu anlaşılmaktadır.

Dâbbeh sözcüğünü ilk geçtiği Neml Sûresinin 82. Âyetinin tahlilinde ayrıntılı olarak incelemiş, sözcüğe yanlış anlamlar yüklenmesi sonucunda ortaya ne gibi yanlış inançların çıktığını detaylarıyla anlatmıştık. Bu nedenle, gerek "dâbbeh " sözcüğünün Kur'ân'daki gerçek anlamı, gerekse bu sözcük etrafında oluşan rivayet yığınının niteliği hakkındaki açıklamalarımızın tekrar okunmasını önermekle yetiniyoruz. [69–18](Tebyînü'l-Kur'ân; c: 4,

- MÜSTAKARR ve مستودع - MÜSTEVDA SÖZCÜKLERİ:

Âyette geçen el-müstekar r sözcüğü yerleşik yer , el-müstevda' sözcüğü de geçici yer demektir. Allah'ın her canlının "yerleşik" ve "geçici" yerlerini bilmesi demek, canlıların hem ema¬net edildikleri, hem de sonradan mekân tuttukları yerlerin Allah tarafından biliniyor olması demektir. Bu yerler ne kadar değişikliğe uğrarsa uğrasın, Allah'ın bilmesi bakımından herhangi bir durum değişikliği ya da "zorluk" oluşturmaz. Meselâ:

•Bir kimse belli bir adreste ikamet ederken, bazı sebeplerle başka şehirlere, başka ülkelere gidebilir; nereye giderse gitsin, Allah o insanın nerede olduğunu bilir.

•Bir kimsenin her gün yattığı yer ile öleceği yer aynı olmayabilir; ancak Allah her ikisini de bilir.

•Bir sperm hücresi babanın vücudunda yaratılır, sonradan yeri değişerek annenin yumurta hücresine girer. Allah bu hücrenin de ne zaman, nerede olduğunu tam olarak bilir.

•Bir bakteri belli bir yerde oluşur, sonra da değişik yollarla başka canlıların vücutlarına girer ve orada faaliyet gösterir. Allah o bakterinin de nerede ve hangi faaliyette bulunduğunu bilir.

Nitekim Rabbimiz şöyle buyurur:
(En'am: 59) Gaybın anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O... O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.

Konumuz olan Âyet, bize göre, yukarıda saydıklarımızın dışında bir başka anlam daha içermektedir. O da "insanın kendisine ait bilgilerle beraber diriliş gününe kadar emanet olarak durduğu yerin Allah tarafından biliniyor olmasıdır." Bu anlamın biraz daha ayrıntılı açıklanabilmesi için şu Âyetlerin hatırlanması gerekir:

(Kıyamet: 13) "O gün, o insan, önden yolladığı ve geriye bıraktığı şeyler ile haberlenir.

اليوم - Yevm sözcüğü Kur'ân'da sadece "gün" anlamında değil, "evre, devre, etap" anlamlarında da kullanılmıştır. Bu sözcük Kur'ân'da bazen kısa bir "an"ı, bazen de uzun "yıllar"ı işaret etmektedir.

Meselâ Rahmân Sûresinin 29. Âyetinde "an" anlamına gelen "yevm" sözcüğü, Hûd Sûresinin 7 ve Fussılet Sûresinin 9, 10. Âyetlerinde de "uzun yıllar" anlamına gelmektedir.

Bize göre, bu Âyetlerdeki "o gün", yukarıdaki olayların meydana geldiği ve inançsızların "Kaçacak yer neresi! " diyerek âdeta kaçacak delik aradığı, yani gözün fal taşı gibi açıldığı, Ay'ın tutulduğu, Güneş ve Ay'ın birleştiği gündür, ölüm anıdır.

İşte "o son an"da, insanın yaratılışta içine yerleştirilmiş biyolojik "çip"ler [hafıza işlevini gören sinir hücreleri] görev başına gelip kayıttaki bilgileri insanın görüşüne arz ederler. İnsan artık vicdanıyla baş başa kalmış ve yaptıklarının azabını vicdanında duymaya başlamıştır. Böylece insanın kendi aleyhine hem tanık hem de ihbarcı olacağı dönem o ölüm anıyla başlamıştır. Tabii ki bu süreç ahirette de devam edecektir.

Hafıza hücrelerinin görev başına geleceğine ve kişinin yaptıklarını eksiksiz olarak bildireceğine dair görüşümüz, bilimsel araştırmalardan da destek almış durumdadır. Dr. Pınar Uysal Onganer bir makalesinde şunları söylemektedir:

"... Kaliforniya'da bulunan Salk Enstitüsü Biyoloji Bölümü nörobiyologları [sinir biyologları], "Neuron" dergisinde konu ile ilgili bulgularını yayınladılar. Yaptıkları deneysel çalışmaları ile, unuttuğumuzu sandığımız için şemsiye almadığımıza inandığımız hâlde, aslında beynimizin hatırladığını kanıtladılar. ... Dr. Thomas D. Albright ve ekibi, maymunların beyinlerinde neler olduğunu anlamak için 'İnferior Temporal Korteks'teki [İTK] sinir hücreleri sinyallerini incelemişler. İTK, beynin 'görsel tanıma' ve hatırlamadan sorumlu alanıdır. Elektriksel olarak bu bölgenin uyarılmasının, geçmişte yaşanan olaylara ait görsel halüsinasyonlara neden olduğu gösterilmiştir.

Ayrıca İTK'nın görsel hafızanın depolanması ve gerektiğinde çağırılmasında rolü olduğu düşünülmektedir." [69–19](11 Şubat 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesi, Bilim Teknik ekinden)
(En'am: 61) "Ve O [Allah], kulları üzerinde Kahir'dir [hükümranlığı sürdürür] ve O, sizin üzerinize koruyucular [bellekler] gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit, elçilerimiz hiç eksik-fazla yapmadan onu vefat ettirirler."
Yukarıdaki Âyette "koruyucular" olarak çevirdiğimiz sözcük, orijinal metinde Hafaza olarak geçmektedir.

Bu sözcüğün kök anlamı "korumak"tır. "Koruyucular" anlamına gelen Hafaza ile "bellek" anlamına gelen Hafıza sözcüğünün aynı kökten türetilmiş olması özellikle dikkat çekicidir. Görüldüğü gibi, Âyet, insan yapısında hafıza işlevini gören hücrelerin [belleklerin] varlığını ispatlamaktadır. Çünkü Allah'ın vefat ettirdiği sırada kullarına göndereceğini bildirdiği "muhafızlar [koruyucular]", insana takdim ve tehir ettiğini eksiksiz haber veren, bir bakıma, insana kendi hayatının "Z " raporunu çıkartan "bellekler"dir.

(Kaf: 4) "Biz yerin onlardan neyi eksilttiğini elbette bilmişizdir. Yanımızda çok iyi kaydedip muhafaza eden bir Kitap da vardır."

Bu Âyet, inkârcıların Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu uzak bir dönüştür şeklindeki bahanelerine verilen cevaptır. İnkârcıların yeniden dirilmeyi alışılmıştan uzak [imkânsız] zannetmeleri, yaratılış gerçeğini ve yaratılışın bütün bölümlerini ayrıntılarıyla bilmemelerinden [bilgisizlikten] kaynaklanmaktadır.

Hayatın bütün sırları keşfedilmiş olsa idi, herhâlde ölümden sonra dirilme de akıllara pek uzak gelmezdi. Ne var ki, Yüce Allah bu sırları bilmekte ve ona göre yaratmaktadır:
(Yâ–Sîn: 79) De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek ve O, her yaratmayı çok iyi bilir."
Öldükten sonra çürüyüp toprak olanlara ne olduğu, varlıkları nelerin oluşturduğu, onları oluşturan parçalar arasındaki bağların niteliği, bu parçalardan nelerin kaybolup nelerin kaybolmadığı, nelerin şekil değiştirerek mevcut kaldığı [varlıklarını koruduğu] gibi hususlar ancak Rabbimiz tarafından bilinebilecek sırlardır. Rabbimiz varlıklarla ilgili tüm bu hususları noksansız olarak bilmekte, yarattığı hayata ilişkin tüm sırları kendi ilminde bulundurmaktadır. Âyette yaratılışla ilgili tüm bilgilerin korunduğu bildirildiğine göre, insanların öldükten sonra çürüyüp toprağa karışmaları onların kaybolup gittikleri anlamına gelmez. Hayatın bu topraktan [maddeden] yeniden başlaması, daha önce bir kez gerçekleşmiştir ve sürekli gerçekleşmeye devam edip gitmektedir.
Yukarıdaki üç Âyeti göz önünde bulundurarak müstakarr ve " müstevda ' sözcükleri ile ilgili olarak yukarıda verdiğimiz son anlamın açıklaması şu şekilde yapılabilir:
İnsanın yapısında kendisi hakkındaki tüm olayları kayda geçiren bellek hücreleri mevcuttur. Hatta tüm hücrelerin bellek özelliğine sahip olmaları ihtimali de uzak değildir. Bu bellek hücreleri, ölüm anında işlevlerini yerine getirerek vefatın gerçekleşmesini sağlamaktadırlar. Konumuz olan Âyetteki O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir i fadesinden, bu hücrelerin ölüm sonucu toprağa karışıp yok olmadığı ve Allah'ın insanların tüm hayatlarının kayıtlarını taşıyan bu muhafızların [bellek hücrelerinin] nerede bulunduklarını bildiği anlaşılmaktadır.
Bunun böyle olması, reenkarnasyon ile izah edilmeye çalışılan bazı olaylara yeni bir açıklama imkanı getirmektedir. Bilindiği gibi, dünyaya gelmeden önce başka bir hayat yaşadığını iddia edip o hayatına dair önemli ayrıntılar veren bazı insanlardan bahsedilmektedir. Tenasuh [Ruh Göçü] inancına dayanak yapılmaya çalışılan bu tür vakalar, bir insanın zaman içinde farklı bedenlerde yaşadığına kanıt olarak yorumlanamaz. Çünkü ölen bir insan ne bir daha hayata dönebilir, ne de bir başka insanın bedeninde yeni bir hayata geçebilir. Bunda hiçbir kuşku yoktur. Ancak geçmişte başka hayatlar yaşadığını iddia edenler arasından yalancı, şarlatan veya patolojik kişilikli olmadıkları belirlenenler çıkarsa, bunların durumu nasıl açıklanmalıdır?
Konumuz olan Âyette, Rabbimizin her şeyin takipçisi olduğu, hiçbir olgu, olay ve nesnenin O'nun ilmi ve kontrolü dışında bulunmadığı bildirilmektedir. Bu Âyetin bizim öngördüğümüz anlamı çerçevesinde olaya şöyle bir açıklama getirilebilir:
Asırlar önce yaşamış bir kişiye ait bellek hücrelerinin sindirim ya da solunum yoluyla herhangi bir kişinin vücuduna girmesi ve orada emaneten durması, o kişinin de bu bellek hücrelerindeki kayıtları kendi geçmişi imiş gibi hatırlayıp anlatması mümkündür." [69–20](Tebyinü'l Kur'ân; c. 5, s.31–35)
Bu uzun açıklamalardan sonra Allah'ın izniyle diyebiliriz ki, Ashab-ı Rakim , geçmişte yaşamış insanların kaybolmamış ve kaybolmayacak bellek hücrelerini [yazıtları] taşıyan kimselerdir. Ashab-ı Kehf de, sessiz bir ortamda, laboratuarda, stüdyoda, hipnoz yöntemiyle bu insanların taşıdıkları başkasına ait hücreleri deşifre eden, kaybolmadığını, kaybolmayacağını, Rabbimizin her bir şeyi yok olmadan durdurduğunu bilimsel olarak ispat edecek yiğitlerdir.


Eşek olayına da değineceğim. İnşaAllah.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (10. August 2010), Miralay (26. February 2011)
Alt 8. August 2010, 09:14 PM   #9
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Hiiç Kardeşim!

Sorunuzdakileri gidereceğinizi düşündüğüm bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istedim.


Bakara;170: Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun” dendiği vakit, “Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız” dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve doğru yolu bulmaz idiyseler de mi?

Bakara;171: Ve küfretmiş olan şu kişilerin hâli, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyen şeylere çoban haykırışı/karga haykırışı yapan kimsenin hâli gibidir; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden onlar, akıl da etmezler.

Bakara;259: Veya (o küfretmiş kişilerin hâli), evlerinin çatıları çökmüş bir kente uğrayan kimse gibidir: O [o kimse], “Bunu bu ölümünden sonra Allah, nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti. O [Allah], “Ne kadar kaldın?” dedi. O, “Bir gün yahut bir günün bir kısmı kaldım” dedi. O [Allah], “Bilakis, sen yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, eşeğine de bak. –Ve seni insanlar için bir âyet kılalım diye…– O kemiklere de bak, onları nasıl yüksekleştiriyoruz. Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” dedi. Böylece ona açıkça belli olunca, “Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu daha iyi biliyorum” dedi.

Bu âyetlerde, taklitçi müşriklerin şirk koşma gerekçelerinin tutarsızlığı, sanatsal bir soru ile ortaya konmuş, ardından da iki örnekle kınanmışlardır.

Atalarından intikal eden din, iman ve kültüre körü körüne tâbi olup meseleleri sorgulamayanlar, başka sûrelerde de zikredilmiştir:

Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin” dendiği zaman, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı? (Mâide/104)

Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine tâbi olun!”dendiği zaman, “Aksine, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” dediler. Ya şeytân onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse! (Lokmân/21)

Taklitçi kâfirler, ilk örnekte; duymayan, akletmeyen, yardım etmesi mümkün olmayan nesnelere bağıran kimseye benzetilmiştir; ki bunların, dünyada yaptıkları bütün iyilikler boşa gidecek, amellerinin kendilerine hiç faydası olmayacaktır.

Kur’ân'da fayda ve zarar vermeye gücü olmayan, hatta kendilerine bile hayrı dokunmayan şeylere yakaranlardan, Bakara/102; En‘âm/71; Hacc/12; Yûnus/18, 106; Furkân/3, 55; Mâide/76; Ra‘d/16; Tâ-Hâ/89 ve Enbiyâ/66'da da bahsedilmiş ve geniş bilgi verilmişti. Bu âyetle aynı içerikte olan Şu‘arâ ve Meryem sûrelerindeki âyetleri de takdim ediyoruz:

Ve onlara İbrâhîm'in haberini oku! Hani o, babasına ve kavmine, “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” demişti. Onlar, “Birtakım putlara kulluk ediyoruz. Onlara kulluk etmeye devam edeceğiz” dediler. O [İbrâhîm], “Yalvarıp yakardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı veya size fayda veriyorlar mı yahut zarar veriyorlar mı?” dedi. Onlar, “Bilakis, biz babalarımızı böyle yapar bulduk” dediler. O [İbrâhîm], “Peki, siz ve en eski babalarınızın nelere tapmış olduğunuzu gördünüz mü? İşte onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi ayrı. O, beni yaratandır. Ve bana doğru yolu O gösterir. Ve O, beni yediren, içirenin ta kendisidir. Hastalandığım zaman O bana şifa verir. Ve O, beni öldürecek, sonra beni diriltecektir. Ve O, din günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur. Rabbim! Bana hüküm ver ve beni iyilere kat! Ve beni, sonra gelecekler için doğrulukla anılanlardan kıl! Ve beni naim [nimeti bol] cennetinin mirasçılarından kıl! Ve babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan oldu. Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple [gerçek imanla] gelenlerden başkasına fayda vermediği ve cennetin muttakilere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi. Ve onlara, “Allah'ın astlarından taptığınız şeyler nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?” denilmiştir. Sonra da onlar [putlar ve azgınlar] ve İblisin askerleri toptan onun [cehennemin] içine fırlatılmışlardır. Onlar, onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki: “Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içinde idik. Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk. Ve bizi yalnızca o günahkârlar saptırdı. Artık bizim için şefaatçilerden hiçbir kimse ve candan bir velî yoktur. Ah keşke bizim için bir geri dönüş olsaydı da biz de mü’minlerden olsaydık!” Şüphesiz bunda bir âyet [alınacak bir ders] vardır. Ama onların çoğu iman edenler değillerdi. (Şu‘arâ/69-103)

Kitap'ta İbrâhîm'i de an/hatırlat. Şüphesiz ki o, sıddîk [özü, sözü doğru] biri idi, peygamberdi. Bir zaman o, babasına, “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin ibâdet ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytâna kulluk etme. Şüphesiz şeytân Rahmân'a âsi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahmân'dan bir azap dokunur da şeytân için bir velî [yardımcı] olursun diye korkuyorum” demişti. (Meryem/41-45)

259. âyetteki ikinci örnekte ise, inkârcılar, başka bir inkârcıya benzetilmektedir: Veya (o küfretmiş kişilerin hâli), evlerinin çatıları çökmüş bir kente uğrayan kimse gibidir: O [o kimse], “Bunu bu ölümünden sonra Allah, nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti. O [Allah], “Ne kadar kaldın?” dedi. O, “Bir gün yahut bir günün bir kısmı kaldım” dedi. O [Allah], “Bilakis, sen yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, eşeğine de bak. –Ve seni insanlar için bir âyet kılalım diye…– O kemiklere de bak, onları nasıl yüksekleştiriyoruz. Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” dedi. Böylece ona açıkça belli olunca, “Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu daha iyi biliyorum” dedi.

Bu örnekteki kişi, uğradığı harap olmuş bir kent halkını Allah'ın nasıl dirilteceğini havsalasına sığdıramaz. Allah da onu öldürüp tekrar diriltmek sûretiyle bunu gösterir. Bunun üzerine o, “Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu daha iyi biliyorum” der. Böylece Allah'ın diriltmesini bizzat yaşayarak öğrenir.

Bakara/259. âyetin başındaki أوْ [ev/veya] ve ك[ke/gibi] edatları, paragraf içinde herhangi bir merciye bağlanmazsa, kurulacak cümle bir mana ifade etmez. Ama ne yazık ki mevcut Mushafta böyledir. Bazıları bu gerçeği göz ardı ederek parantez içi ilavelerle âyeti anlamaya çalışmışlardır. Bizce bu âyet, ait olduğu pasaj tesbit edilmedikçe anlaşılamaz. Önce buna dair klasik nakilleri takdim edelim:

Âyet-i kerîme'de zikredilen kasabaya uğrayanın kişinin kimliği hususunda ihtilâf edilmiştir. İbn Ebî Hâtim'in... Ali ibn Ebî Tâlib'den rivâyet ettiğine göre o, bu kişinin Üzeyr (a.s) olduğunu söylemiştir. İbn Cerîr de aynı senedle bunu rivâyet etmiştir. Ayrıca İbn Cerîr ve İbn Ebî Hatim aynı görüşü İbn Abbâs, Hasan, Katâde, Süddî ve Süleymân ibn Büreyde'den de rivâyet etmişlerdir. Bu, meşhur olan kavildir.[142]

en-Nehhâs ve Mekkî, Mücâhid'den, bunun, İsrâîloğulları'ndan ismi belirtilmeyen bir adam olduğunu nakletmektedirler. en-Nekkâş der ki: “Bunun Lût'un (a.s) oğlu olduğu söylenmektedir.” es-Süheylî'nin el-Kutebî'den naklettiğine göre bu –el-Kutebî'nin iki görüşünden birisine göre– Şe’ya'dır. Bu kasabayı, tahrib edildikten sonra canlandıran ise Fars hükümdarı Kûşek'dir. Sözü geçen kasaba ise Vehb b. Münebbih, Katâde, er-Rabi b. Enes ve başkalarına göre Beytü'l-Makdis'tir. Sözü geçen kişi Mısır'dan gelmekteydi. Âyet-i kerîmede bahsedilen yiyeceği ve içeceği ise yeşil incir, üzüm ve küçük bir şarap tulumundan ibaret idi. Üzüm suyu olduğu da söylenmiştir. Onun içeceğinin, bir testi su olduğu da söylenmiştir. O dönemlerde Beytü'l-Makdis'i boşaltan kişi, Buhtanassar idi. Buhtanassar önce Lehrâsib'in, sonra da Lehrâsib'in oğlu ve İsbindiyad'ın babası Leystaseb'in Irak üzerindeki valisi idi. en-Nekkâş'ın naklettiğine göre bazı kimseler, bu kasabanın el-Mü’tefike olduğunu söylemişlerdir.

Buhtanassar bunları Bâbil'e getirmişti. Birgün bir ihtiyacını görmek üzere Dicle kıyısında bulunan Deyr Hirakl'e [Herakliyus'un Manastırına] çıkmıştı. Eşeğinden inip bir ağacın gölgesine oturmuştu. Eşeğini ağacın gölgesi altına bağlamış, daha sonra bu kasabayı dolaşmıştı. Orada hiçbir kimsenin sakin olmadığını ve çatılarının duvarları üzerine çökmüş olduğunu görünce, “Ölümünden sonra Allah burayı nasıl diriltecek?!” diye kendi kendisine sormuştu.[143]

Bir diğer görüşe göre, sözü geçen bu kasaba ölüm korkusuyla binlerce kişinin çıkıp ayrıldığı kasabadır. Bu görüş de İbn Zeyd'e aittir. Yine İbn Zeyd'den nakledildiğine göre, ölüm korkusuyla binlerce kişi oldukları hâlde yurtlarından çıkan kimselere Allah, “Ölün!” demişti. Çürümüş ve açıkça görülen kemiklere döndükleri bir hâlde iken, bir adam onların yanından geçti. Durup onlara baktı ve “Acaba ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah da onu yüzyıl süreyle öldürdü.[144]

Âlimler, bu kasabaya uğrayan kimsenin kimliği hususunda ihtilâf ederek, bazıları bunun öldükten sonra dirilme konusunda şüphe eden bir kâfir olduğunu söylemişlerdir, ki bu, Mücâhid ile ekseri Mutezile müfessirlerinin görüşüdür. Başkaları ise, bu kimsenin bir müstüman olduğunu söylemişlerdir. Katâde, İkrime, Dahhâk ve Süddî, bu kimsenin Hz. Üzeyir (a.s) olduğunu söylemiştir. Sonra bu görüşte olanların bazısı, Ermiya'nın Hızır (a.s) olduğunu ve Hârûn b. İmrân'ın (a.s) soyundan geldiğini söylemişlerdir. Vehb b. Münebbih ise, Ermiya'nın, Beytü'l-Makdis'i yıkıp Tevrât'ı yakan Buhtunnasr zamanında Allah'ın gönderdiği bir peygamber olduğunu söylemiştir.[145]

Âyetin sebeb-i nüzûlü olarak İbn Abbâs'tan (r.a) şu rivâyet gelmiştir: “Buhtunnasr, İsrâîloğulları ile savaşırken, onların çoğunu esir etmişti. Esirler arasında İsrâîloğulları'nın âlimlerinden olan Üzeyir (a.s) de bulunmakta idi. Buhtunnasr, esirleri Bâbil'e getirdi. Böylece Üzeyir eşeğine binmiş olduğu hâlde âyette bahsedilen kasabaya girdi ve bir ağacın altında konakladı. Eşeğini bir yere bağlayıp kasabayı dolaşmaya başladı. Fakat orada hiç bir insan göremeyince, bu duruma şaşıp, –Allah'ın kudretinden şüphe ederek değil, fakat âdeten bunu imkânsız görerek– “Allah burasını ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi. Ağaçlarda meyveler vardı. O, meyvelerden incir ve üzüm alıp yedi ve üzüm suyu içip uyudu. Allah Teâlâ da onu yüz sene süren uykusunda bir genç olarak öldürdü. Daha sonra onun öldüğünü insanlar, kuşlar ve yırtıcı hayvanlar farkedemediler. Yüz sene sonra Allah Teâlâ onu diriltip, gökten, “Ey Üzeyir! Ölümün esnasında ne kadar bekledin?” diye nida ettiğinde o, “Birgün” dedi. Daha sonra da güneşin henüz batmamış kısmını görünce, “Veya bir günden az” dedi. Bunun üzerine Hakk Teâlâ, “Hayır, yüz yıl (öyle) kaldın. Binaenaleyh yiyeceğin olan incir ile üzüme ve içeceğin olan üzüm suyuna bak. Onların tadı bozulmadı” dedi. O da, onlara bakınca incir ile üzümün daha önceki gibi durduğunu gördü. Cenâb-ı Hakk daha sonra da, “Eşeğine bak” dediğinde baktı ve birbirinden ayrılmış, bembeyaz kemikler gördü. Bu esnada,”Ey çürümüş kemikler, ben size can veriyorum” diyen bir ses duydu ve parça parça kemikler birleşti; sonra her uzuv yerli yerine geldi; daha sonra baş da yerine geldi. Derken sinirler ve damarlar oluştu. Daha sonra da bu iskeletin üzerinde taze etler meydana geldi. Derken hepsini bir deri kapladı ve bu deriden kıllar çıkmaya başladı. Daha sonra bu cansız vücûda rûh üflendi ve o anırmaya başladı. O anda Hz. Üzeyir (a.s) secdeye kapanarak, “Biliyorum ki Allah şüphesiz her şeye hakkıyla kadirdir” dedi. Daha sonra Beytü'l-Makdis'e gelince, orada bulunanlar, “Babalarımız, Üzeyir b. Şerhiya'nın Bâbil'de öldüğünü bize anlatmışlardı. Buhtunnasr, Beytu'l-Makdis'de Tevrât'ı bilen 40.000 kişiyi öldürmüştü. Onların arasında Üzeyir de vardı” dediler. Onlar, Üzeyir'in Tevrât'ı okuyabildiğini bilmiyorlardı. O, onlara yüz yıl sonra böylece gelince, Tevrât'ı onlara yeniden bildirdi ve ezberindent hiçbir harf eksik bırakmaksızın onu onlara yeniden yazdı. Tevrât bir yerde gömülü idi. Tevrât oradan çıkartılarak, Üzeyir'in (a.s) yazdığı Tevrât ile karşılaştırıldı ve her ikisi bütün harflerinde aynı idiler. Bunun üzerine, “Üzeyir Allah'ın oğludur” dediler. Bu rivâyet, âlimler arasında meşhurdur. Bu da o kasabaya uğrayanın bir peygamber olduğuna delâlet eder.[146]

Bu âyetin doğru anlaşılması için, ait olduğu paragrafla birlikte ele alınması gerekir. Âcizâne tetkiklerimiz sonucu, bu âyetin, 171. âyetin devamı olduğu kanaatine vardığımızdan burada değerlendirdik.

Âyette geçen, “Bunu bu ölümünden sonra Allah, nasıl diriltecek?” dedi ifadesine göre, bu kişi, –Mekke müşrikleri gibi– Allah'a inanan, fakat âhirete inanmayan bir kişidir. Mekke müşriklerinin de, Allah'a inandıkları hâlde ölümden sonra dirilişe inanmadıklarını gösteren âyetlerin bazılarını hatırlatalım:

Yine andolsun ki onlara sorsan: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim kontrol altına aldı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl çevriliyorlar? (Ankebût/61)

Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, kesinlikle “Onları Azîz, Alîm yarattı” diyeceklerdir. (Zuhruf/9)

Yine andolsun ki, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, kesin “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah'a hamd olsun!” Aslında onların çoğu bilmezler. (Lokmân/25)

Ve kendi yaratılışını dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!” De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]! Ve O çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir. Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O'nun buyruğu/işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Yâ-Sîn/78-82)

Ve onlar, “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” diyorlar. (Sâffât/15-17)

Onlardan bir sözcü der ki: “Şüphesiz benim, ‘Sen gerçekten, kesinlikle doğrulayanlardan mısın? Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz karşılık göreceğiz?’ diyen bir karînim [yaşıtım, yakın arkadaşım] vardı.” (Sâffât/51-53)

Âyette dikkat edilmesi gereken bir nokta da, örnek verilen kişi ile ilgili, Böylece ona açıkça belli olunca, “Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu daha iyi biliyorum” dedi ifadesidir. Bu ifadeye göre, bu kişi için artık mesele, iman meselesi olmaktan çıkmış, bilgi meselesine dönüşmüştür. Bilgi ise iman ile aynı şey değildir. Bilgi, görme ve duyma gibi yollarla gerçekleşen bir tasdik; iman ise gaybı tasdiktir. Mü’min Allah'ı, âhireti, ölümden sonra dirilişi, görmeden ve tecrübe etmeden iman eder. İman ile tasdik arasındaki fark şöyle bir örnekle izah edilebilir: “Cebimde iki kalem var” diyen birine güvenerek, kalemleri görmeden tasdik etmek imandır. O iki kalem çıkarılıp gösterildikten sonra tasdik etmek ise iman değildir:

Meleklerin gelmesinden, yahut Rabbinin gelmesinden, ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz. De ki: “Bekleyiniz; şüphesiz biz de bekleyicileriz.” (En‘âm/158)

Öyleyse, Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, O'nun [Allah'ın], iman eden ve sâlihatı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış olurlar. (Rûm/43-44)

Allah'tan, kendileri için dönüş yeri olmayan geri çevrilemeyecek gün gelmeden önce, Rabbinize icabet ediniz. O gün, sizin için sığınacak bir yer yoktur, sizin için inkâr da/tanınmamak da yoktur. (Şûrâ/47)

Sizden birinize ölüm gelip de, ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye [ecele] kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve sâlihlerden olsam’ demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. (Münâfikûn/10)

Bu âyette konu edilen örnek tipin âhiretteki durumu da Kur’ân'da nakledilmiştir:

Artık Sûr'a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy-sop ilişkisi yoktur. İstekleşemezler de [kimse kimseden bir şey isteyemez]. Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; cehennemde sürekli kalıcıdırlar. Orada onlar, dişleri sırıtır hâlde iken ateş yüzlerini yalar. “Benim âyetlerim size okunmadı mı? Siz de onları yalanlıyor muydunuz?” Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zâlimleriz.” O [Allah] dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da. Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup, ‘Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen, merhametlilerin en iyisisin’ diyorlardı. İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim zikrimi/öğüdümü unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. Şüphesiz ki bugün Ben onlara, sabrettiklerine karşılık verdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir.” O [Allah], “Yeryüzünde yıl sayısı olarak kaç yıl kaldınız?” dedi. Onlar, “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Haydi, sayanlara sor” dediler. O [Allah], “Siz sadece pek az bir süre kaldınız; keşke siz bilmiş olsaydınız!” dedi. Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? İşte gerçek kral Allah, yüceler yücesidir. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, saygın Arş'ın Rabbidir. Her kim, hiç bir delili olmadığı hâlde, Allah ile birlikte diğer bir ilâha yakarırsa, bilsin ki, o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şüphesiz kâfirler, iflah olmazlar [durumlarını koruyamazlar, zafer kazanamazlar]. (Mü’minûn/101-117)

Bir parantez cümlesi olan, ve seni insanlar için bir âyet kılalım diye… ifadesinda hazf bulunmaktadır. İfadenin ve bağlacıyla başlaması, cümlenin öncesinin olduğunu gösterir. Ve seni insanlar için bir âyet kılalım diye… ifadesi, gerekçenin ikinci kısmıdır. Birinci kısmının da, –paragraftan anlaşıldığına göre– şu şekilde takdir edilmesi gerekir: “Bu hâdisenin gerçekleşmesi, sana konuyu iyice öğretelim diyedir.” Bunun benzeri şu âyetlerde de görülebilir: En‘âm/105; Ahkâf/19; Yûsuf/21, 52; Bakara/185.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
hiiic (10. August 2010), Miralay (26. February 2011), pramid (25. February 2011)
Alt 10. August 2010, 10:51 PM   #10
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Allah razı olsun dost1 hocam.
Ama bazı sorularım var, acaba ne olabilir diye düşündüğüm.

-Ashabı keyfin kendi etraflarında döndürülüyor olması? Onu görenlerin korkup kaçacağı? ne demek?

-Bahsi geçen kişinin eşşeği gereçekten dirilmiş midir? yoksa bu ayet dizilişinde ki bir hatadan mı kaynaklanıyor?

Konu hiiic tarafından (11. August 2010 Saat 12:43 AM ) değiştirilmiştir.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
ashabı, kehf


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:05 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam