hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 84.Rum Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 26. December 2009, 08:52 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart 84.Rum Suresi

RUM SURESİ'NE GİRİŞ
Rum suresi Mekke’de 84. sırada inmiş olup adını 2. ayetteki “ الرّومer-Rum [Bizans]” sözcüğünden almıştır. Pasajlarındaki konu bütünlüğü, surenin bir defada veya yakın aralıklarla indiğini göstermektedir.
Sure, bu ayetler indiği dönemde henüz olmamış, daha sonra meydana gelecek olan tarihi olayları ve sonuçlarını [Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek savaşta Bizanslıla*rın galip gelmesini] bildirerek başlamaktadır. Verilen bu bilgiler, surenin inişinden yıllar sonra aynen gerçekleşmiştir. Geleceğe dair bu bilgiler, Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğinin en büyük kanıtlarındandır.
Surede evrendeki birçok ayet [işaret, delil] gözler önüne serilerek Allah’ın kudreti vurgulanmaktadır. Dünyaya bel bağlayıp ahireti ihmal eden inançsızlar kınanmakta, ahirete dair birçok uyarı amaçlı sahne nakledilerek inkârcılar uyarılmaktadır. Ayrıca Resulullah ve müminler teselli edilmekte ve moralleri yükseltilmektedir.

https://youtu.be/My1V6nmBDCQ Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 410. Bölüm Rum suresi 1. Bölüm
https://youtu.be/RnUohPqBsYY Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 411. Bölüm Rum Suresi 2. Bölüm




MEAL
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1 – Elif [1], Lâm [30], Mim [40] .
2 – 6- Rumlar, yeryüzünün en alçak yerinde yenildiler. Onlar, bu yenilgilerinin ardından da birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Bundan önce ve sonra emir Allah’ındır. Ve o gün müminler, Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. O [Allah], kendisinin bir vaadi olarak dilediğine yardım eder [galip kılar]. Allah, vaadinden dönmez. Ama insanların çoğu bilmezler. O, Azîz’dir [çok güçlüdür], Rahîm’dir [çok merhamet edicidir].
7 – Onlar [insanların çoğu], basit yaşamdan görüneni bilirler. Ve onlar, ahıretten gafil olanların ta kendileridirler.
8- Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Ve şüphesiz insanlardan çoğu, Rabblerine kavuşmayı kesinlikle inkâr edenlerdir.
9- Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendilerine zulmetmekteydiler.
10 - Sonra Allah'ın âyetlerini yalanladıkları için, o, kötülük eden kimselerin akıbetleri “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı.
11, 12 – Allah, yaratmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O’na döndürülürsünüz. Saat’in dikildiği gün de suçlular ümidi keserler.
13 –Ortak koştuklarından, onlar için şefaat edecekler de bulunmaz. Ve onlar, ortaklarını inkâr edenler oldular.
14 – Ve Saat’in dikildiği günde de; işte o gün onlar, ayrılırlar.
15- Şimdi iman etmiş ve salihatı işlemiş kimselere gelince; artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirler.
16 – Şu küfreden, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayan kimselere de gelince; işte onlar azap içinde hazır bulundurulurlar.
17, 18- O halde, Allah’ın arındırılması! Akşama erdiğinizde de, sabaha erdiğinizde de... Gece sırasında da, öğleye erdiğinizde de… Göklerde ve yerde hamd de sadece O’na aittir.
19- O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzüne ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.
20 - Sizi bir topraktan yaratması da Kendisinin ayetlerindendir. Sonra da siz, şimdi, dağılıp yayılan bir beşersiniz.
21- Yine O’nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki, bunda tefekkür edecek bir kavim için nice ayetler vardır.
22 - Yine göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin değişikliği O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda bilginler için nice ayetler vardır.
23 - Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve lütfundan rızık aramanız O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için nice ayetler vardır.
24- Yine O’nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki, bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ayetler vardır.
25 - Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması yine O’nun ayetlerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz.
46 – Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler akıp gitsin diye ve şükredersiniz diye lütfundan rızık aramanız için rüzgarları müjdeciler olarak göndermesi de O’nun ayetlerindendir.
26 - Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı duyanlardır.
27 – Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir.
28 - Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yeminlerinizin malik olduklarından [yasa ile size teslim edilen kişilerden] ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir misiniz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklarız.
29 - Bilakis zulmetmiş kimseler, bilgisizce hevalarına uydular. Peki, Allah'ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur.
30 - O halde sen yüzünü, hanif olarak [eski inançlarını terk eden biri olarak] dine, insanları üzerine ilk olarak yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ayakta tutan din, budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.
31, 32 – Kalben O’na yönelenler olarak, O’na takvalı davranın, salatı ikame edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. -Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.-
33, 34 - İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rabblerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir grup, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için Rabblerine şirk koşarlar. -Haydi faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz.-
35 - Yoksa Biz, onlara bir sultan [delil] indirmişiz de o [delil], onların O'na [Allah’a] ortak koştukları şeyleri mi söylüyor?
36 - Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler.
37 – Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır.
38 – Öyleyse, yakınlık sahibine, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar felah bulanların ta kendileridir.
39 – Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekattan verdikleriniz … İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir.
40 - Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir.
41- İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı.
42 - De ki: Yeryüzünde gezin de bundan öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir bakın. Onların çoğu ortak koşanlar idiler.
43 – 45 Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, O’nun [Allah’ın], iman eden ve salihatı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim de salihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış olurlar.
48 – Allah, rüzgârları gönderendir. Sonra bunlar [rüzgârlar], bir bulutu savururlar. Sonra O [Allah], onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle yayar ve onu parça parça kılar. Sonra da sen, onun derinliklerinde yağmur çıkar görürsün. İşte O [Allah], onu kullarından dilediği kimselere isabet ettirdiği vakit, onlar, müjdelenirler [mutlu olurlar].
49 - Hâlbuki onlar, önceden; daha önce üzerlerine indirilmeden evvel kesinlikle ümit kesenlerdirler.
50- Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.
51 - Ve ant olsun ki Biz, bir rüzgâr göndersek de onu [ekini] sararmış görseler, mutlaka onun arkasından küfretmeye başlarlar.
52 – Bu nedenle sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş giderlerken sağırlara da dinletemezsin.
53 – Sen körleri de sapıklıklarından hidayete getiremezsin. Sen ancak âyetlerimizi iman edeceklere duyurursun; artık onlar Müslümanlardır.
54 – Allah, sizi güçsüz olarak yaratandır. Sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet kıldı. Sonra kuvvetin arkasından güçsüzlük ve ihtiyarlık kıldı. O, dilediğini yaratır. Ve O, en iyi bilendir, en iyi güç yetirendir.
55 - Ve kıyametin kopacağı gün günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
56 - Kendilerine ilim ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: “Ant olsun ki, Allah'ın kitabında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.
57- Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermez. Onlar, bağışlanmazlar da.
58 – Ve ant olsun ki Biz, insanlar için bu Kur'ân'da tüm örneklerden kesinlikle örnekler getirdik. Ve ant olsun ki sen, onlara bir âyet de getirsen o küfretmiş kimseler: “Siz, sadece, batıl şeyleri ortaya koyanlarsınız” diyeceklerdir.
59 – İşte, bilmeyen kimselerin kalpleri üzerine Allah böyle damga vurur.
47 – Ve ant olsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri kavimlerine gönderdik de, onlar, onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimselerden intikam aldık. Müminlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi.
60 - Şimdi sen sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın kesin inanmamış kimseler seni hafifleştirmesinler.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:53 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

TAHLİL

1 – Elif [1], Lâm [30], Mim [40] .
Sure “Elif, Lam, Ra” kesik harfleri ile başlamıştır. Kesik [Mukatta’] harfler ile ilgili daha evvelki surelerin tahlilinde açıklama yapıldığından, detayın oralardan okunmasını öneriyoruz.
2 – 6- Rumlar, yeryüzünün en alçak yerinde yenildiler. Onlar, bu yenilgilerinin ardından da birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Bundan önce ve sonra emir Allah’ındır. Ve o gün müminler, Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. O [Allah], kendisinin bir vaadi olarak dilediğine yardım eder [galip kılar]. Allah, vaadinden dönmez. Ama insanların çoğu bilmezler. O, Azîz’dir [çok güçlüdür], Rahîm’dir [çok merhamet edicidir].
7 – Onlar [insanların çoğu], basit yaşamdan görüneni bilirler. Ve onlar, ahıretten gafil olanların ta kendileridirler.
Bu ayetlerde gaybi konulara [Kur’an’ın indiği dönemde henüz olmamış bir takım tarihi olaylara] değinilerek Kur’an’ın mucizeliği ortaya konurken müminlere de Allah’ın yardımının geleceği ve zafere erişecekleri müjdelenmektedir. Bu tarihi olaylar ve arka planları hem klasik eserler hem de çağdaş bilginler tarafından detaylı olarak ortaya konmuştur. Bunlardan bir kaçını sunuyoruz:
“O günlerde Arabistan'a yakın Bizans yönetimindeki ülkeler Ürdün, Suriye ve Filistin'di ve bu ülkelerde MS. 615'de Bizanslılar İranlılar'a yenilmişlerdi. O halde büyük bir kesinlikle bu surenin o yıl nazil olduğu söylenebilir ki, bu, Habeşistan'a hicret edildiği yıldı.
Tarihsel arka plan: Bu surenin ilk ayetlerinde verilen gaybi bilgiler, Kur'an'ın Allah kelamı ve Hz. Muhammed'in (s.a) Allah'ın Rasûlü olduğunun apaçık delilleridir. Şimdi bu ayetlerle ilgili tarihsel arka plana bir göz atalım:
Hz. Muhammed'in (s.a) peygamber olarak ortaya çıkışından sekiz yıl önce Phokas, Bizans İmparator'u Maurice'i tahtından indirip onun yerine kendisini İmparator ilan etti. Phokas, ilk önce İmparatorun beş oğlunu onun gözleri önünde öldürttü, daha sonra İmparatoru da öldürttü ve başlarını Konstantinopol [İstanbul] caddelerinde dolaştırdı. Bundan birkaç gün sonra da imparatoriçe ve üç kızını öldürttü.
Bu olay, İran'ın Sasani Kralı Hüsrev Perviz'e, Bizans'a saldırması için iyi bir fırsat vermiş oldu. Çünkü İmparator Maurice, Hüsrev'in dostuydu, Hüsrev onun yardım ve desteğiyle tahta geçmişti. Bu nedenle Kral Hüsrev, tahtı gasp eden Phokas'tan manevî babasının ve onun çocuklarının intikamını alacağını ilan etti. Bunun üzerine MS. 603'de Bizans'a karşı savaş açtı. Birkaç yıl içinde Phokas'ın ordularını peş peşe yenilgiye uğratarak bir taraftan Anadolu'da Edessa'ya [bugünkü Urfa], diğer taraftan Suriye'de Halep ve Antakya'ya kadar ilerledi. Bizanslı yöneticiler Phokas'ın ülkeyi kurtaramayacağını görünce, Afrika valisinden yardım istediler. O da oğlu Herakliyus'u kuvvetli bir ordu ile Konstantinopol'e gönderdi. Phokas hemen tahttan indirildi ve Herakliyus imparator ilan edildi. Herakliyus, Phokas'a aynen onun eski İmparator Maurice'e davrandığı gibi davrandı. Bu olay, Hz. Muhammed'e (s.a) peygamberliğin geldiği MS. 610 yılında vuku buldu.
Hüsrev Perviz'in savaş açma sebebi, Phokas tahttan indirilip öldürüldükten sonra artık geçerli değildi. Eğer bu savaşın asıl sebebi dostunu öldürdüğü için Phokas'tan intikam almak olsaydı, Hüsrev, Phokas'ın ölümünden sonra yeni imparatorla anlaşma yapardı. Fakat o savaşa devam etti ve savaşa Mecusilik [Ateşperestlik] ve Hıristiyanlık arasındaki bir anlaşmazlık niteliği kazandırdı. Yıllardan beri resmi kilise yetkilileri tarafından aforoz edilen ve zulmedilen Nasturî ve Yakubî gibi Hıristiyan mezhepleri de Mecusileri desteklediler. Yahudiler de onlarla birlik oldu. Hatta Hüsrev'in ordusundaki Yahudilerin sayısı 26.000'e ulaşıyordu.
Herakliyus bu güçlü saldırıyı durduramadı. Tahta geçtikten sonra doğudan aldığı ilk haber, Antakya'nın İranlılar tarafından işgal edildiği oldu. Bundan sonra MS. 613'de Şam düştü. MS. 614'de Kudüs'e giren İranlılar Hıristiyan dünyasını da yerle bir ettiler. Doksan bin Hıristiyan öldürülmüş ve Mescid-i Aksa tahrip edilmişti. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa'nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü kutsal haç yerinden sökülmüş ve Medyen'e taşınmıştı. Başrahip Zekeriya esir alınmış, şehrin bütün önemli kiliseleri yerle bir edilmişti. Hüsrev Perviz'in bu zafer nedeniyle nasıl böbürlendiği, Kudüs'ten Herakliyus'a yazdığı bir mektuptan anlaşılabilir: "Bütün tanrıların en büyüğü ve tüm dünyanın hâkimi Hüsrev'den, onun zavallı ve aptal kuluna: "Sen rabbine güvenip dayandığını söylüyorsun. O halde rabbin neden Kudüs'ü benden kurtarmadı?"
Bu başarıdan sonra bir yıl içinde İran orduları Ürdün, Filistin ve tüm Sina Yarımadası'nı geçip Mısır sınırlarına ulaştılar. O günlerde Mekke'de daha büyük tarihî sonuçlara yol açacak başka bir çatışma devam ediyordu.
Bir tek Allah'a inananlar, Hz. Muhammed'in (a.s) önderliğinde, Kureyş'in ileri gelenlerinin yönetimindeki müşriklere karşı var olma savaşı veriyorlardı. MS. 615 yılında bu savaş öyle bir dereceye ulaşmıştı ki, müslümanlardan oldukça büyük bir grup yurtlarını terk edip o günlerde Bizans'ın müttefiki olan Hıristiyan Habeş Krallığına sığınmak zorunda kalmıştı. O günlerde Sasanilerin Bizanslılara karşı zafer kazanması, Mekke'de çok konuşulan bir konu idi. Müşrikler bu olaya çok seviniyor ve müminlerle şöyle alay ediyorlardı: "Bakın, İran'ın ateşperestleri zafer kazanıyor ve vahye, peygamberliğe inanan Hıristiyanların kökü kurutuluyor. Aynı şekilde biz de Arabistan putperestleri olarak sizi ve dininizi kökten yok edeceğiz."
Rum suresi nazil olduğunda şartlar böyleydi ve surede şöyle bir gaybî haber veriliyordu: "Rumlar en yakın bir yerde yenildiler, fakat bu yenilgiden kısa bir süre sonra zafere ulaşacaklardır. İşte o gün müminler Allah'ın lütfettiği zafere sevineceklerdir." Burada bir değil, iki gaybî haber verilmektedir. Birincisi Rumlar zafer kazanacaklar; ikincisi, aynı zamanda müslümanlar da bir zafer kazanacaklardır. Görünür şartlar dâhilinde bu iki müjdenin de gerçekleşmesi imkânsız gibiydi. Bir taraftan Mekke'de ezilen, işkence gören bir avuç müslüman vardı ve bu müjdeden sonra sekiz yıl boyunca bile müminlerin zafer kazanma şansları yokmuş gibi görünüyordu. Diğer taraftan Rumlar her geçen gün toprak kaybediyorlardı. MS. 619'da Mısır'ın tamamı Sasanilerin eline geçmiş ve Mecusi orduları Trablusgarb'a kadar ulaşmışlardı. Anadolu'da Rumları Boğaziçi'ne dek sürmüşler ve MS. 617'de Konstantinopol'un tam karşısındaki bölgeyi [bugünkü Kadıköy’ü] ele geçirmişlerdi. İmparator bunun üzerine Hüsrev'e bütün şartları kabul etmek üzere bir barış yapmaya hazır olduğunu bildiren bir elçi gönderdi. Fakat Hüsrev şu cevabı verdi: "İmparator, zincirlenmiş halde önüme getirilmedikçe ve çarmıha gerilmiş tanrısından vazgeçip ateş tanrısına tapmadıkça ona eman vermeyeceğim." Bu yenilgiden çok üzüntü duyan imparator en sonunda Konstantinopol'den Kartaca'ya [bugünkü Tunus’a] gitmeye karar verdi. Kısacası, İngiliz tarihçi Gibbon'un da dediği gibi, hiç kimse Kur'an'ın bu müjdeyi vermesinden sekiz yıl sonra Bizans İmparatorluğu'nun tekrar İran'ı yenilgiye uğratacağını hayal bile edemezdi. Hatta değil İran'ı yenmek, hiç kimse bu şartlar altında İmparatorluğun hayatını idame ettirebileceğine ihtimal vermiyordu.
Bu ayetler nazil olduğunda, Mekkeli müşrikler bunlarla çok alay ettiler ve Ubeyy b. Halef, Hz. Ebu Bekir'le (r.a) Romalılar üç sene içinde zafer kazanması şartıyla on deve üzerinde bahse tutuştu.
Hz. Peygamber (s.a) bu bahsi duyunca şöyle dedi: "Kur'an, Bid'i Sinin- ifadesini kullanıyor. Arapça "Bid" kelimesi, 10’a kadar olan sayıları kapsar. O halde bahsi on seneye, develerin miktarını da yüze çıkarın." Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a) Ubeyy'le tekrar konuştu ve bahis on yıl ve yüz deve üzerinden yapıldı.
MS. 622'de Hz. Peygamber (s.a) Medine'ye hicret ettiğinde, İmparator Herakliyus gizlice Konstantinopol'dan ayrılıp Trabzon'a, oradan da Karadeniz'e gitti ve İran'a arkadan saldırma hazırlıklarına girişti. Bunun için Kilise'den para yardımı istedi. Papa Sergius ona Hıristiyanlığı Ateşperestliğe karşı koruması için Kilise hazinesinden faizle borç para verdi. Herakliyus karşı saldırısına M.S 623'de başladı. Ertesi yıl MS. 624'de Azerbeycan'a girdi ve Zerdüşt'ün doğum yeri olan Cloromia'yı yerle bir edip İran'ın en önemli ateş tapınağını yıktı. Allah'ın kudreti ne kadar da büyük! Aynı yıl müslümanlar da Bedir'de müşriklere karşı ilk defa zafer kazandılar. Böylece Rum Suresi'nde verilen iki gaybî haber de on yıl içinde gerçekleşmiş oldu.
Bizans kuvvetleri İranlıları püskürtmeye devam ettiler ve Ninova'daki çarpışmada (MS. 627) onlara en büyük darbeyi vurdular. "Dastagerd"i ele geçirip, o günlerde İran'ın başkenti olan "Ctesiphon" taraflarına kadar ulaştı. MS. 628'de bir iç ihtilâlde Hüsrev Perviz hapsedildi, on sekiz oğlu gözleri önünde öldürüldü ve birkaç gün sonra da kendisi hapishanede öldü. Bu, Kur'an'ın "büyük zafer" diye ifade ettiği Hudeybiye Anlaşmasının imzalandığı yıldı. Aynı yıl Hüsrev'in oğlu II. Kubâd, işgal edilen Rum topraklarından çekildi. Hakiki çarmıh'ı [Hıristiyanlara göre Hz. İsa'nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü çarmıh] restore edip monte etmek üzere Kudüs'e gitti ve aynı yıl Hz. Muhammed (s.a) , Hicret'ten sonra ilk defa "Umret'ül-kaza" yapmak için, Mekke'ye girdi.
Bundan sonra artık Kur'an'ın önceden bildirdiği gaybî haberlerden kimse şüphe edemezdi. Bu olay birçok Arap putperestin İslâm'ı kabul etmesine neden oldu. Ubeyy b. Halef'in varisleri bahsi kaybetmişlerdi ve Hz. Ebu Bekir'e yüz deve vermek zorundaydılar. Hz. Ebu Bekir, bahisten kazandığı develeri Hz. Peygamber'e getirdi. Hz. Peygamber (s.a), bahsin henüz kumar ve şans oyunlarının yasaklanmadığı bir dönemde yapıldığını, fakat şimdi bunlar yasaklandığı için develerin sadaka olarak verilmesi gerektiğini söyledi. Bu nedenle cedelci kâfirlerle girilmiş olan bahisten elde edilen malın alınması kabul edilmiştir, fakat elde edilenin kişisel harcamalarda kullanılmayıp sadaka olarak harcanması konusunda da talimat verilmiştir. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
Müfessirler dediler ki: Rumların, İranlılara galip gelmesinin sebebi şudur: İranlılar arasında çocukları hep hükümdar ve kahraman olan bir kadın var­dı. Kisra bu kadına şöyle demişti: Ben Bizanslıların üzerine gitmek üzere ha­zırladığım bir ordunun başına senin çocuklarından birisini geçirmek isliyo­rum. Kadın şöyle dedi: İşte Hürmüz… Çünkü o tilkiden daha kurnaz, kartal­dan daha ihtiyatlıdır. İşte sana Ferruhan… Kılıçtan daha keskin, oktan daha derine işler. İşte Şehr Bazan, şundan şundan daha tahammülkâr… Bunlardan istediğini seç. Bunun üzerine Kisra o tahammülkâr olanı seçip kumandan ta­yin etti. Şehr, İranlılardan hazırlanmış ordu ile Rumların üzerine yürüdü ve onlara galip geldi. İkrime ve başkaları dedi ki: Şehr Bazan, Bizanslılara ga­lip gelince, körfeze varıncaya kadar bütün Rum diyarını tahrip etti. Kardeşi Ferruhan ona dedi ki: Ben kendimi Kisra'nın tahtı üzerinde oturur görüyo­rum. Bunun üzerine Kisra Şehr Bazan'a mektup yazarak bana Ferruhan'ın başını gönder dedi, ancak Şehr bunu yapmadı. Bu sefer Kisra, İranlılara şunu yazdı: Ben size Ferruhan'ı kumandan tayin ettim ve bunun yerine Şehr Ba­zan'ı da görevden aldım. Ferruhan'a da başa geçtiği takdirde Şehr Bazan'ı öldürmesi için mektup yazdım, Ferruhan, Şehri öldürmek isteyince, Şehr ona Kisra'dan kardeşi Ferruhan'ı öldürmesini emreden üç ayrı mektup gösterdi ve Ferruhan'a şunları söyledi: Kisra bana seni öldürmek üzere üç ayrı mek­tup yazdı. Ben üçünde de ona: Bu emrini gözden geçir diye cevap verdim. Şimdi sen beni sadece bir mektup yazdığı için mi öldüreceksin? Bunun üze­rine Ferruhan tekrar kumandanlığı kardeşine geri verdi. Şehr de Bizans hü­kümdarı Kayser'e mektup yazdı ve Kisra'ya karşı birbirleri ile yardımlaştılar. Böylelikle Bizanslılar da, İranlılara galip geldiler ve Kisra öldü. Buna da­ir haber Peygamber (sav)'e Hudeybiye günü ulaştı. O da, beraberinde bulu­nan müslumanlar da bu işe sevindiler. İşte Yüce Allah'ın: "Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler; yakın bir yerde" buyruğu bunu anlatmaktadır ki; yakın yerden kasıt ise Şam [Suriye] diyarıdır. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:53 PM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Muhammed b. İsmail'in... Niyâr b. Mükram el-Eslemî’den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakm bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde.» ayetleri nazil olduğunda İranlılar Rumlara galip idiler. Müslümanlar Rumların onları yenmelerini arzu ediyorlardı. Çünkü kendileri de onlar da kitap ehli idiler. «O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediğine yardım eder ve Azîz'dir, Rahîm'dir» ayeti bunun hakkındadır. Kureyş ise İranlıların galip gelmesini istiyordu. Çünkü onlar ve İranlılar kitap ehli olmadıkları gibi yeniden diriltilmeye de inanmıyorlardı. Allah Teâlâ bu ayeti indirdiği zaman Ebubekir çıkıp Mekke'nin muhtelif yerlerinde yüksek sesle: «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra galip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde...» ayetlerini okudu. Kureyş'ten bazı kimseler Ebubekir'e: “Bu bizimle senin arandadır. Arkadaşın Rumların birkaç yıl içinde İranlıları yeneceğini sanıyor. Bunun üzerine bahse tutuşmaya var mısın?” dediler. Ebubekir: “Evet, tutuşalım” dedi. Bu, bahse girmenin haram kılınmasından önceydi. Ebubekir ve müşrikler bahse tutuşup bahse konu şeyleri karşılıklı olarak (bir yed-i emîne) bıraktılar. Ve Ebubekir'e: “Bu birkaç yılı kaç sene yapalım; (birkaç yıl tabiri bizim aramızda) üç yıldan dokuz yıla kadardır. Bizimle aranda orta bir miktar söyle de onda karar kılalım” dediler. Aralarında altı yıllık bir süre tespit ettiler. Altı yıl geçtiği halde Rumlar galip gelemediler. Müşrikler bahsi kazandılar. Yedinci sene girince Rumlar İranlılara galip geldiler. Müslümanlar altı sene süre koymasından dolayı Ebubekir'i ayıpladılar. Ebubekir: (Altı sene koymuştum), çünkü Allah Teâlâ: ‘Birkaç yıl içinde...’ buyurmuştu” dedi. İşte o zaman birçok kişi müslüman oldu. Tirmizî, hadîsi bu ifâdelerle zikrettikten sonra şöyle der: Bu, hasen sahîh bir hadîstir. Sâdece Abdurrahmân İbn Ebu Zinâd kanalından rivâyetiyle biliyoruz. Hadîsin bir benzeri mürsel olarak İkrime, Şa'bî, Mücâhid, Katâde, Süddî, Zührî ve başkaları tarafından rivayet edildiği gibi, tabiîn'den bir cemaattan da rivayet edilmiştir. İfadeleri itibarıyla bundan daha garibi imam Süneyd b. Davud'un tefsirinde rivayet etmiş olduğu şu hadîstir: Haccâc'ın... İkrime'den rivayetine göre; İran'da bir kadın varmış. Hep kahramanlar ve krallar doğururmuş. Kisrâ, onu çağırıp: Ben Rumların üzerine bir ordu göndermek istiyorum. Bu ordunun üzerine senin oğullarından birisini kumandan yapacağım. Bana hangisini kumandan yapacağım konusunda bir fikir ver, dedi. Kadın: Şu oğlum tilkiden daha zekî, şahin ve doğandan daha temkinlidir. Şu oğlum Ferhân mızraklardan daha delicidir. Şu oğlum Şehrîrâz ise üç oğlumun en çok hilim sahibi olanıdır. Onlardan dilediğini kumandan yap, dedi. Kisrâ: Hâlim olanını kumandan yaptım, deyip Şehrirâz'ı ordunun başına kumandan olarak geçirdi. Şehrirâz İran ordusuyla Rumların üzerine yürüdü, onlara gâlip gelip çoğunu öldürdü, şehirlerini tahrîp etti, zeytin ağaçlarını kesti. Ebu Bekr İbn Abdullah der ki: Bu hadîsi Atâ el-Horasânî'ye rivayet ettim de: Şam ülkelerini görmedin mi? diye sordu. Ben: Hayır, dedim. Şayet oraları görecek olursan mutlaka harâp edilmiş şehirleri ve kesilmiş zeytin ağaçlarım göreceksin, dedi. Bundan sonra Şam'a gittim ve bunları gördüm. Atâ el-Horasânî der ki: Bana Yahya İbn Ya'mûr'un rivayetine göre Kayser Rûm ordusu ile Katame denilen bir adamı, Kisrâ da Şehrîrâz'ı göndermişti. Ezruât ve Busrâ'da karşılaştılar. Orası Şam'ın size en yakın olan yeridir. Rumlarla karşılaştıklarında İranlılar gâlip geldiler. Kureyş kâfirleri buna sevinirken müslümanlar üzüldüler. İkrime der ki: Müşrikler Hz. Peygamber (s.a.)in ashabı ile karşılaştılar ve: Siz kitap ehlisiniz. Hıristiyanlar da kitap ehlidir. Biz ise ümmîleriz. Bizim İranlı kardeşlerimiz sizin kitap ehli kardeşlerinize üstün geldiler. Şayet siz de bizimle savaşacak olursanız şüphesiz biz size galip geleceğiz, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir. Birkaç yıl içinde... Eninde sonunda buyruk Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediğine yardım eder ve Azîz'dir, Rahîm'dir» âyetlerini indirdi. Ebubekir es-Sıddîk, kâfirlere karşı çıkıp: Kardeşlerinizin bizim kardeşlerimize galip gelmesine mi sevindiniz? Hiç sevinmeyin. Allah'a yemin ederim ki, şüphesiz Allah, Rumları İranlılara galip getirecektir. Bize bunu peygamberimiz (s.a.) haber verdi, dedi. Übeyy b. Halef, Hz. Ebubekir'in karşısına dikilip: Ey Ebu Fudayl, yalan söyledin, dedi. Ebubekir de ona: Ey Allah'ın düşmanı, sen daha çok yalancısın, dedi. Übeyy b. Halef: Benden on genç deve, senden de on genç deve, haydi bahse girelim. Üç seneye kadar eğer Rumlar İranlıları yenerse ben kaybedeceğim, İranlılar üstün gelirse sen kaybedeceksin, dedi. Sonra Ebubekir Hz. Peygamber (s.a.)e gelip bunu haber verdi. Allah Rasûlü: Bu, senin söylediğin gibi değildir. (Bizim dilimizdeki) birkaç yıl, üç ilâ dokuz sene arasıdır. Bahse konu olan şeyleri artır, süreyi de uzat, buyurdu. Ebubekir çıkıp Übeyy'e rastladı. Übeyy: Herhalde pişman olmuşsundur, dedi. Ebubekir: Hayır dedi, gel bahsi artıralım ve süreyi uzatalım. Dokuz seneye kadar olmak üzere yüz genç deve benden, yüz genç deve senden, bahse girelim, dedi. Übeyy de: Pekiyi kabul, dedi. Bu süreden önce Rumlar İranlıları yendiler ve müslümanlar müşriklere (bahiste) üstün geldiler.
İkrime der ki: İranlılar Rumları yendiği zaman Şehrirâz'ın kardeşi olan Ferhân oturup içmeye başladı ve arkadaşlarına: Kendimi Kisrâ’nm tahtı üzerinde oturuyormuş gibi gördüm, dedi. Bu konuşma Kisrâ'ya ulaştığında Şehrirâz'a: Sana bu mektubum geldiği zaman Ferhân'ın kellesini bana gönder, diye yazdı. Şehrirâz da ona: Ey kral, sen hiç bir zaman Ferhân gibisini bulamayacaksın. O birçok düşman öldürmüştür ve düşmanlar içinde bir ünü vardır. Böyle yapma, diye yazdı. Kisrâ Şehrirâz'a: Şüphesiz ki İran halkı içinde ona halef olacaklar vardır. Onun başını bana göndermekte acele et, diye yazdı. Şehrirâz'm tekrar (kardeşinin affına dâir) müracaatına karşı Kisrâ öfkelenip bu sefer ona cevap vermedi ve İran ordusuna: Ben Şehrirâz'ı sizin kumandanlığınızdan azlettim ve Ferhân'ı üzerinize kumandan nasbettim diye bir haberci gönderdi. Haberciye ince, küçük bir kâğıt verip: Ferhân krallığı devralıp kardeşi ona boyun eğdiğinde ona şu sayfayı ver, dedi. Şehrirâz mektubu okuyunca başüstüne deyip tahtından indi ve Ferhân tahta oturdu. Haberci kâğıdı kendisine verdi. Ferhân: Bana Şehrirâz'ı getirin deyip boynu vurulmak üzere onu öne sürdü. Şehrirâz: Vasiyetimi yazıncaya kadar acele etmeyip müsaade eder misin, dedi. Ferhân’ın evet cevabı üzerine (mektuplarının içinde bulunduğu) çuvalı getirtti, sayfaları (Kisrâ'nın ve kendisinin mektuplarını) Ferhân'a verip: Bunların hepsi senin hakkında Kisrâ'ya mürâcaatlanmdır. Sen ise bir tek mektupla beni öldürmek istedin, dedi. Ferhân krallığı kardeşi Şehrirâz'a geri verdi ve Şehrirâz Rûm kralı Kayser'e şu mektubu yazdı: Sana ihtiyâcım var. Bu ihtiyâcımı ne haberciler, ne de kâğıtlar taşır. Seninle buluşalım. Benimle elli Rûmla beraber buluşacaksın. Ben de sana elli İranlı içinde geleceğim. Kayser, beş yüz bin Rûm askeri içinde geldi, yollara öncü casuslar gönderdi. Bunun kendisi için bir tuzak olacağından korkuyordu. Casusları gelip de Şehrirâz'ın yanında sadece elli kişi olduğu haberini getirince rahatladı. İkisi için kurulan atlas bir çadırda bir araya geldiler. İkisinde de sadece birer bıçak vardı. Aralarında anlaşmak üzere bir tercüman çağırdılar. Şehrirâz şöyle konuştu: Senin şehirlerini hile ve kahramanlığımızla harap eden ben ve kardeşimdir. Kisrâ bizi çekemedi ve kardeşimi öldürmemi istedi, ben ise bundan kaçındım. Sonra kardeşime beni öldürmesini emretti. Biz de ikimiz birden onun emrinden sıyrılıp çıktık. Biz seninle birlik olup onunla savaşacağız. Kayser: İsabet etmişsiniz, dedi. Sonra onlardan birisi diğerine: Şüphesiz ki söz iki kişi arasındadır. İki kişiyi geçtiği zaman yayılır değil mi, dedi. Diğeri buna evet cevabını verdi. Hemen birlikte bıçaklarıyla tercümanı öldürdüler. Allah Teâlâ Kısrâ'yı helak buyurdu. Haber Hudeybiye günü Allah Rasûlü (s.a.)’e ulaştı ve onunla beraber müslümanlar da buna sevindiler. (İbni Kesir)
İbn Abbas'tan, diğer sahabe ve tâbiun'dan rivayet edilenlere göre, Bizans'la İran arasındaki bu savaşta müslümanların Bizans'ı, Mekkeli müşriklerin de İran'ı tuttukları ortaya çıkmaktadır. Bunun birçok sebebi vardır. Birincisi, İranlılar bu savaşa Mecusilikle Hıristiyanlık arasındaki bir savaş havası veriyorlar ve bunu siyasî bir fetihten çok Mecusiliği yayma aracı olarak kabul ediyorlardı. Kudüs'ün fethinden sonra Hüsrev Perviz, İmparator Herakliyus'a yazdığı mektupta bu zaferi Mecusiliğin doğruluğunun bir delili olarak kabul ettiğini belirtmektedir.
İlke olarak Mecusî inancı, Mekkeli müşriklerin inancına benziyordu, çünkü Mecusiler de tevhidi inkâr ediyor, iki ilahın varlığına inanıyor ve ateşe tapıyorlardı. İşte bu nedenle Mekkeli müşrikler savaşta onların tarafını tutuyorlardı. Bunların aksine Hıristiyanlar, tek tanrı inançları ne denli tahrif olursa olsun bir tek Allah inancını dinin temeli olarak kabul ediyor, ahirete inanıyor, vahiy ve risaleti hidayetin kaynağı olarak kabul ediyorlardı. Yani, onların dini ilke olarak İslâm'a benziyordu. İşte bu nedenle müslümanlar, doğal olarak onların tarafını tutuyor ve putperestlerin kendilerine hâkim olmasını istemiyorlardı. İkincisi, yeni bir peygamberin gelişinden önce, bir önceki peygambere inananlar yeni peygamberin mesajı kendilerine ulaşıncaya ve onu açıktan reddedinceye dek müslüman sayılırlar. (bkz. Kasas/73) . O sıralarda, Hz. Muhammed'e (s.a) peygamberlik geleli henüz beş altı yıl olmuştu ve henüz mesajı Arabistan dışına ulaşmamıştı. Bu nedenle müslümanlar, Hıristiyanlara kâfir gözüyle bakmıyorlar, fakat Yahudileri Hz. İsa'nın (a.s) peygamberliğini inkâr ettikleri için kâfir olarak kabul ediyorlardı. Üçüncüsü Kasas/52-55 ve Maide/82-85'de de değinildiği gibi Hıristiyanlar ta başından beri müslümanlara hoşgörülü davranıyorlar ve içlerinden çoğu hakkın mesajını açıkgönüllülükle hemen kabul ediyorlardı. Bundan başka Hıristiyan Habeş Kralının kendisine sığınan müslümanların tarafını tutup Mekkeli müşriklerin müslümanları kendilerine teslim etmesi isteklerini geri çevirmesi de, müslümanların Mecusilere karşı Hıristiyanların tarafını tutmasını gerektiriyordu. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:54 PM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Rumların Mağlup Olması Ve Sonraki Durum Hakkındaki Haber:

Müfcssirler bu ayetlerle ilgili birçok rivayet naklctmiştir. Makul çerçevede özeti şudur: Bu ayetler Arap yarımadasına komşu Şam ve Fırat bölgelerinde Rumlarla Farslar arasında harp olduğu bir dönemde inmiştir. Bu savaşta İranlılar Rumları mağlup etmişti ve Mekke müşrikleri buna çok sevinerek müslümanlara karşı sevinçlerini iz­har ederek onlarla alay etmeye başladılar. Çünkü müslümanlar kaynak ve özün bir oldu­ğunu, bunun kendileriyle Ehli Kitap arasını birleştirdiğini söylüyorlardı ve Hıristiyan Rumlar da onlardandı.
Bu durum müslümanlara çok ağır geldi ve üzüldüler. Bunun üzerine Allah onları bu ayetlerle müjdeleyerek rahatlattı. Ayetlerin içeriğinde her ne kadar açık olarak Farsların bahsi ve müşriklerin sevinip alay etmeleri geçmese de, yukarıdaki özet bilgiyi teyit et­mektedir.
Bundan başka çeşitli sığalarla gelen birçok rivayete göre müslümanlarla kâfirler arasında durumun kızıştığı, hatta ayetlerin müjdelediği gibi Rumların hezimete uğrama­larından sonra tekrar galip olacakları müjdesinin doğruluğu üzerinde ödüllü bahislere girildiği ifade edilmektedir. Bunların birinde bunun Ebu Bekir ile Ümeyye b. Halef ara­sında olduğu ve onların beş veya altı yıl gibi bir süre koydukları aktarılmaktadır. Ebu Bekir bunu Peygamber'e bildirdiğinde ona bahis kıymetiyle süreyi arttırmasını emretti, çünkü “bid'ı [birkaç]” kelimesi üçten dokuza kadar uzayabilmektedir. O da öyle yaptı ve nihayette Rumlar galip oldu, Ebu Bekir bahsi kazandı ve müşriklerin çoğu müslüman oldu. Başka bir rivayete göre Ebu Bekir ile Ümeyye'nin tayin ettikleri süre geçmiş ama Rumlar galip olamamışlardı ve Ebu Bekir bahsi kaybetmişti. Dikkat edilirse bu rivayete göre sûre veya bu ayetlerin hicretten çok önce inmiş olmaları gerekmektedir. Ancak he­men hemen üzerinde ittifak edilen nakledilmiş tertiplere göre bu surenin veya ayetlerin nüzulü Mekke döneminin sonlarında olmuştur ve bu dönemde Kur'an'dan inen son ayetler arasında yer almaktadır; zira bunun inmesinden az bir müddet sonra Peygamber ve ashabı Medine'ye hicret etmişlerdir.
Her ne olursa olsun Allah vaadini ve müjdesini birkaç yıl içerisinde gerçekleştirmiş ve Rumlar dönüp İranlıları tarih kayıtlarında sabit olduğu gibi mağlup etmiştir. Müfessirlerin naklettikleri rivayetler arasında bunun Hicret'ten yaklaşık iki sene sonra Bedir gazvesi esnasında olduğu da ifade edilmektedir. Bir kısım müfessir de bunun Hudcybiye olayı sırasında olduğunu nakletmektedir; bu esnada Kureyş'in ileri gelenleri Peygam­ber ve müslümanlarla bahse girmek zorunda kalmışlardı, bu Hicret'in altıncı yılında ol­muştu, Fetih sûresi ilk ayetinin de vasfettiği gibi bu apaçık bir zaferle sonuçlanmıştı: "Biz sana apaçık bir fetih verdik. (Fetih/1)” Müslümanlar, kitap ehli olmayan Mecusilerle birlik­te olan müşriklere karşı zafer kazanmışlardı, aynı dönemde kitap ehli olan Rumlar da Mecusilere karşı zafer kazanmışlardı. Böylece müslümanların sevinci çift olmuş, Kur'an haberlerinden biri gerçekleşmişti.
Müslümanların Rumların mağlup olmalarından üzülmeleri, galip olmalarından da sevinmeleri kaynak ve özde birleşmelerinden dolayıdır. Bu daha önce tefsiri geçen, o sı­rada bizim de dikkat çektiğimiz birçok surenin çeşitli ayetleriyle de teyit edilmiştir.
Bunlar arasında Peygamber'in üzerine Kur'an vahyinin inmesinden dolayı sevinen kitap ehlinin bulunduğu haberinin yer aldığı ayetler de vardır. Ra'd sûresinin "Kendile­rine kitap verdiğimiz kimseler sana indirilenden sevinirler..." ve bu indirilenin Allah ta­rafından olduğuna onlardan yakinen inananlar olduğunu açıklayan En'am sûresinin 114. ayeti: "Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken O'ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, O (Kur'an)'nun gerçekten Rabbin tarafın­dan indirilmiş olduğunu bilirler..." Açıkça iman ettiklerinin haberini içeren Kasas sûre­sinin 52. ve 53. ayetleri: "Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, bu Kur'an'a inanırlar. Onlara Kur'an okunduğu zaman: 'Ona inandık, O Rabbimizden gelen ger­çektir... Zaten biz ondan önce de müslümanlar idik' derler" ve İslam şeriatı ile Önceki peygamberlerin şeriatlarının aynı kök ve özden olduklarını gösteren Şûra sûresinin 13. ayeti: "O 'Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi; İbrahim e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi..." bunlardandır.
Bütün bunlar müşrikleri öfkelendiriyordu. Özellikle de kitap ehlinin Kur'an'a inanıp tasdik etmeleri karşısında, onların Allah'ın kitabını ve Peygamberini inkâr etmelerinden dolayı Kur'an onları kınıyordu. Farslar galip geldiğinde bu nedenden sevinip coşmuşlar, müslümanlar da üzülüp kederlenmişlerdi.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, bizim bu açıklamalarımız, Mekke ve Medine'de inen kitap ehlinden bir grubun, özellikle de Hicaz Yahudilerinin Peygamber'e ve Kur'an'a karşı inkarcı ve düşmanca bir tavır takındıklarını ifade eden birçok ayetle ters düşme­mektedir. Biz önceki münasebetlerde bunun sebeplerini Kur'an naslanyla da destekle­yerek açıklamıştık. Bu açıklamalarımız aynı şekilde daha sonra ortaya çıkıp Peygamber'den sonraki dönemlere kadar uzayan, Peygamber ile Rumlar arasındaki düşmanlık ve savaş durumuyla da ters düşmemektedir; zira Rum vatandaşları Peygamber'in elçi­lerine, Hıristiyan Arap kabileleri de müslümanların kafilelerine saldırmıştı ve bu, söz konusu neticeye neden olmuştu; yani düşmanlığa başlayan Rum tarafı olmuştu ve böylece düşmanlığı defetmek de müslümanların hakkı ve görevi haline gelmişti.
Bu arada Kur'an, anlattığı haber ve kıssalarla öğüt vermeyi amaçladığından, vahiy hikmeti bu hadisenin de buna vesile olmasını murat etmiş ve ayetler Allah'ın yardım edeceğini, zaferi vaat ettiğini ve sevinme hakkının da müminlere ait olduğunu ifade eden umumî bir müjde ihtiva etmiştir. Gelip geçici işlerle ilgilenip dış görünüşlere önem vererek aldanan, önemli ve tehlikeli olandan gafil olan insanlar da ayetlerde kınanmış­tır.
Şunu da belirtelim ki, "Ğulibet" kelimesindeki "Ğayn" harfi fetha-üstün, "seyağlibûn" kelimesindeki "ye" harfi zamme-ötre ile de okunmuştur. Ancak en doğru olanı birin­cisinde zamme-ötre, ikincisinde fetha-üstün kıraatidir, çünkü Rumlar peygamberliğin ilk yıllarında mağlup olmuşlar, sonra da galip gelmişlerdir (Derveze; et Tefsirü’l Hadis)

ROMALILARIN GALİBİYETİ VE EN ALÇAK YER
Romalılar yenilgiye uğradılar.
Dünyanın en alçak yerinde. Ama onlar yenilgilerinin ardından yeneceklerdir.
Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün inananlar sevineceklerdir. (Rum Suresi 2-4)
Kuran ayetlerinin indiği dönemde, Romalılar [Rumlar] Hıristiyan, Persler [İranlılar] ise ortak koşan [ateşe tapan] topluluklardı. Romalılar'la Persler'in arasında geçen savaşta Persler'in savaşı kazanması, Hıristiyanlar gibi tek Allah'a inanan Müslümanlar'ı üzmüştü. Ortak koşan bir toplumun Allah'a inanan bir topluluğa karşı galibiyeti moralleri bozmuştu. Bu durumun üzerine Kuran, Romalılar'ın [Bizans'ın] yakında galip geleceğini ve inananların bu olay üzerine sevineceğini müjdelemiştir. 4. ayette geçen "bıdı sinin" ifadesi üç ile dokuz arası sayıları ifade eder. Arapça'da tekil için ayrı, iki adet için ayrı, ondan fazla sayıları belirtmek için ayrı ifadeler vardır.
Hz. Muhammed dini ilk yaymaya başladığı günden itibaren kendisine inanan insanlar hep var olmuş, gittikçe bu sayı artmıştır. Eğer Kuran'ın bu ifadesi yanlış çıksaydı hiç şüphesiz Kuran'a ve Hz. Muhammed'e karşı güven sarsılacak ve birçok kişi dine inanmaktan vazgeçecekti. Yani Kuran'ın, Allah'ın vahyi olmadığını zanneden bir insan için, Kuran'da geleceğe yönelik böyle bir haberin verilmesi, bütün bir sistemin tehlikeye atılmasıdır. Peygamberin, haberin yanlış çıkması halinde kaybedecekleri, haberin doğru çıkması halinde kazanacaklarından çok daha fazladır. Fakat bu dinin sahibi Allah'tır, bu müjdeyi veren de Allah'tır. Bu yüzden hiçbir tehlike yoktu ve hiçbir sorun da olmamıştır. O küçük topluluğun Kuran'a duyduğu güven hiç sarsılmamış ve kısa zamanda tüm bölge inananlarla dolmuştur.
BU NE CESARET!
Bu ne cesaret, bu ne kendine güven, bu ne tereddütsüz bir haber vermedir! Böyle bir cesaret ya üstün bir bilginin cesaretidir, ya da cahil cesur olur misali cahil cesaretidir. (Sonuçlar hangi şıkkın doğru olduğunu ispatlıyor.) Bu haberin Allah'ın vahyi olduğunu bilmeyenler, bu haberin tüm bir sistemin tehlikeye atılması olduğunu zannederler. Üstelik bu haber, olması zor olanın müjdelenmesidir. Çünkü savaşı kaybetmiş olan bir devletin, yakında kaybettiği topluluğa karşı savaşı kazanacağı söylenmektedir. Bir de "bıdı sinin" ifadesinden üç ile dokuz sene arasında bu olayın gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.
Bu haber yalan çıksa, hem inananların inancı sarsılacak, hem ortak koşanların dine karşı bir delilleri olacaktır. Oysa tarih şahittir ki; ortak koşanlar Peygamberimize deli, büyücü, menfaatçi gibi suçlamalar yapmalarına karşın, hiçbiri Peygamberin şu söylediği yanlış çıktı, Kuran'ın bu vaadi gerçekleşmedi dememişler, daha doğrusu diyememişlerdir. Oysa bu tarz delile o ortak koşanlar çok muhtaçtılar. Peygamber'e ve inananlara karşı kılıçlarla savaşıp onları öldürmeye çalışmak zor bir yoldu. Eğer ortak koşanların, dine karşı bu tarzda deliller ortaya çıkarmaları mümkün olsaydı, savaşmak gibi zor bir yol yerine, bunu denerlerdi. Zor yolu seçmeleri böyle bir koza sahip olmadıklarını göstermektedir. Kuran'ın tüm dedikleri çıkmış ve bu noktada ortak koşanlar bile bir itirazda bulunamamışlardır. Nasıl günümüzde Kuran'ın birçok mucizesine rağmen ve Kuran'a alternatif hiçbir kitabın, hiçbir sistemin gösterilememesine rağmen hâlâ inanmayanlar varsa ve de olacaksa, o dönemde de böyle olmuştur, her türlü delili görmelerine rağmen inanmayanlar olmuştur. Fakat tüm bu inanmayanlar, daha Peygamberimiz hayattayken yaşadığı bölgeye Kuran'ın hakim olmasını engelleyememişlerdir.
UMUTSUZLUKTAN ZAFERE
Bizans [Doğu Roma] tarihini okuyanlar Bizans imparatorluğunun en büyük bunalımlarından birini 7. yüzyılda [Kuran'ın indiği dönemde] yaşadığını, bu bunalımın en önemli sebeplerinden birinin Persler'le yaşanan sorunlar olduğunu göreceklerdir. Bizans daha sonra sorunlarını aşmış ve bu bunalımı atlatmıştır. Tarihi bilgiler, Kuran'ın, Bizans tarihi hakkındaki söylediklerinin doğruluğunu onaylar.
Tarihi kaynaklarda Bizans'ın Persler'le yapılan savaşta uğradığı kayıp yüzünden bir daha toparlanamayacağının sanıldığı anlatılır. Anlatılanlara göre, Bizans Kralı Heraklius bu bunalımlı dönemde ordunun masrafları için kiliselerdeki altın ve gümüş süs eşyalarını bile eritip kullanmıştır. Persler daha önce Bizans'ın olan Mezopotamya, Kilikya, Suriye, Filistin, Mısır ve Ermenistan'ı işgal etmişlerdir. Umudun olmadığı bir dönemde Kuran, Bizans'ın yakında [3 ila 9 yıl arasında] galip geleceğini müjdelemiştir. Tarihi kaynaklar bu müjdeden dolayı Peygamber ve etrafındakilerle alay edildiğini, bu haberin çıkışına ihtimal verilmediğini kaydederler.
Oysa Kuran'ın her haberi gibi bu haberi de doğru çıkacaktır. Bizans, MS. 627 yılında Persler'i Ninova harabelerinin yakınında yener. Persler işgal ettikleri yerleri Bizans'a geri veren bir anlaşma imzaladılar (Bakınız Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, sayfa 287-299)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:55 PM   #5
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

DÜNYANIN EN ALÇAK YERİ
Rum Suresi 3. ayette Rumlar'ın Dünya'nın en alçak yerinde yenilgiye uğradıkları geçer. Arapça Dünya'nın en alçak yeri "Edna el-Ard" olarak ifade edilir. Bu ifadeyi bazı çevirmenler en yakın yer olarak çevirmişlerdir. Fakat bu çeviri, ayetin ifadesinin temel anlamına uygun değildir, bu ancak yan bir anlam olarak kabul edilebilir. Ayetin Arapçası'nın temel ifadesi, bu yenilginin Dünya'nın en alçak [Edna el-Ard] yerinde gerçekleştiği şeklindedir. Anlaşılıyor ki, ayetin temel anlamıyla neyi ifade ettiğini anlamayan çevirmenler, yan bir anlamlandırmayla ayeti çevirmişlerdir. Umarız ayetin ortaya koyduğu bir mucizeyi daha açıklayan açıklamamızdan sonra çevirmenler de gerekli düzeltmeyi yaparlar.
Bizans İmparatorluğunun Persler'e yenildiği bölge Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut gölü (ölü deniz) havzasıdır. Deniz seviyesinden 395 metre aşağıda olan Lut gölü çevresi, Dünya'mızın "en alçak" noktasıdır (Dünya'nın en yüksek noktası Himalayalar, en alçak noktası Lut Gölü [Ölüdeniz] havzasıdır). Rumların ileride savaşı kazanacağını söyleyerek geleceğe dair hiç tahmin edilmeyen bir haberi vererek bir mucize oluşturan Kuran, bu ifadesiyle ancak son yüzyılın ölçüm teknikleriyle bilinebilmiş bir bilgiyi önceden açıklayarak bir mucize daha oluşturmuştur.
MEKKE'Yİ FETHEDECEKSİNİZ
Allah, elçisinin gördüğü rüyanın gerçek olduğunu doğrulamaktadır. Allah dilerse (İnşallah), siz güven içinde başlarınızı traş etmiş, kısaltmış olarak korkusuzca Mescidi Haram'a muhakkak gireceksiniz. Sizin bilmediklerinizi bildiği için bundan önce size yakın bir fetih verdi. (48 Fetih Suresi 27)
Allah, Kuran'da, Peygamber'in rüyasının gerçekleşeceğini ve Mescidi Haram'a saçlar tıraş edilmiş veya kısaltılmış bir şekilde gireceklerini söyler. Kuran'ın bu mucizesi de bu bölümde incelediğimiz Rumların yenilgilerinden sonra galip geleceklerini söyleyen ayet gibi gelecekle ilgili verilen haberlerle ilgili bir mucizedir. Peygamberimizin ve inananların Mekke'den kovulduklarını, Mekkelilerin sayısal ve askeri güç açısından başta üstün olduklarını, inananları hicrete [göçe] mecbur ettiklerini biliyoruz.
Birçok Peygamber dini, dini yaydığı topraklara hâkim edemeden vefat etmiştir. Eğer Kuran'ın müjdesi olmasa Peygamberimiz Mekke'yi fethedeceğini bilemez, bu konuda bir iddiada bulunamazdı. Peygamberin başta rüyasında gördüğü bu olay, Kuran'ın ayetleriyle bir müjdeye dönüşmüş ve inananlar kovuldukları, zayıf oldukları için terk etmek zorunda kaldıkları toprakları geri almışlardır.
Kuran'ın bu ayetleri gibi, Ebu Leheb'in müslüman olmayacağını söyleyen ayetler de (111. sure) mucizevî niteliktedir. Peygamberimizle baştan savaşan Ebu Süfyan, Vahşi gibi birçok kimsenin sonradan müslüman olduğu bilinmektedir. Eğer Ebu Leheb sonradan müslüman olmaya kalksaydı veya müslüman olduğuna dair rol yapsaydı (Sırf kendisi hakkındaki ayetleri yalanlamak için) birçok kişinin aklını bulandırabilirdi.
Gelecekle ilgili tüm bu Kuran ayetleri, Kuran'ın ifadelerindeki endişesizliği, güveni, iddialılığı göstermektedir. İnsan eliyle yazılacak olan bir kitapta duyulacak endişelerin hiçbiri Kuran yazılırken duyulmamıştır. Bu Kuran'ın insan yazması olmadığının, geleceği de çok iyi bilen Allah'ın vahyi olduğunun sayısız delillerinden biridir.
Biz bu kitabı sana her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)
(Kur’an araştırmaları gurubu; Kur’an hiç Tükenmeyen Mucize)
Tekrar konumuz olan 2- 7. ayetlerin tahliline dönersek, şu hususları da eklemek gerekir:
Bu ayetlerde aynı zamanda müminlere uluslararası siyaset de öğretilmektedir. Şöyle ki: Müminler her zaman ehli imandan yana olmalıdırlar. Mümin taraf dururken, müşrik ve inkârcı tarafı tutulamaz, onlara destekçi olunamaz. İnanan taraf ile inkârcı taraf arasındaki çatışmanın türü sıcak savaş da olsa böyledir, ekonomik, siyasi ve kültürel savaş da olsa böyledir.
Ayetteki “Bundan önce ve sonra emir Allah’ındır” ifadesinden, zaferi ve yenilgiyi Allah’ın takdir ettiğini anlamaktayız. Zaten birçok ayette Rabbimiz inananlara yardım edeceğini vaat etmiştir, Ayrıca ileride birçok ayette yer aldığı gibi bu vaadini de gerçekleştirmiştir.
Ve ant olsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri kavimlerine gönderdik de, onlar, onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimselerden intikam aldık. Müminlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi. (Rum/47)
Ve hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden ayrılmıştın. -Ve Allah, en iyi işitendir, ve en iyi bilendir.-
O zaman sizden iki gurup, Allah, kendilerinin velisi olmasına rağmen bozulmaya yüz tutmuştu. Artık inananlar, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.
Ve ant olsun, sizler güçsüz iken, Allah, şükredesiniz diye size Bedir'de yardım etti. Öyleyse Allah'a takvalı davranın.
Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin melekle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun.
Eğer sabrederseniz ve takvalı davranırsanız, evet [sizi Rabbiniz destekler]. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş/ eğiten/gönderilmiş beş bin melekle yardım eder.
Ve Allah, bunu [yardımı] size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf, O [Allah], küfretmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye Azîz ve Hakîm Allah katındandır. (Al-i Imran/121-126)
Hiç kuşkusuz, Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir faydası olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkası dönenler halinde kaçmıştınız.
Sonra Allah, elçisinin üzerine ve müminlerin üzerine huzurunu indirdi ve sizin görmediğiniz ordular indirdi. Küfreden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, o kâfirlerin cezasıdır.
Sonra, bunun [bütün bu olup bitenlerin] arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Tevbe/25-27)
Hani siz Rabbinizden yardım diliyordunuz da O [Rabbiniz], “Şüphesiz Ben işte art arda bin melekle size yardım ediyorum” diye cevap vermişti.
Ve Allah bunu sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve zafer ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, Azîz’dir, Hakîm’dir.
O sırada size, yine katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu, sizi temizlemek, şeytanın pisliğini sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize yağmur indiriyordu.
İşte o anda Rabbin meleklere: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, inanmış kimselere sebat verin. Ben, küfretmiş kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak uçlarına [eklemlerine] da!” (Enfâl/9-12)
Bu bağlamda ayrıca Ali Imran/138-164. ayetlerden oluşan pasaj da okunmalıdır.
8- Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Ve şüphesiz insanlardan çoğu, Rabblerine kavuşmayı kesinlikle inkâr edenlerdir.
9- Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendilerine zulmetmekteydiler.
Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlardan ve özellikle de yalanlayıcı kesimden Kendisini tanımalarını istemekte; bunun için de onları yerde ve göklerde kurduğu düzeni araştırmaya, evrenin geçici olmak gerçeği ile yaratıldığını tespite ve geçmişte çok güçlü olmalarına rağmen inkârcılıkları yüzünden perişanlığa düşmüş, mahvolmuş toplulukları araştırmaya, sonra da düşünmeye davet etmektedir. Onlar bizzat kendilerine etmişlerdir, azap edilmelerinin nedeni kendi elleriyle yaptıklarıdır.
Burada konu edilen geçmiş kavimler Âd ve Semûd kavimleridir. Daha evvel birçok kez açıkladığımız gibi, Resulullah’ın çağdaşı olan Araplar bu kavimlerin geriye bıraktıkları kalıntıları görü­yor, bir yere gittiklerinde o ülkelerin topraklarından geçiyorlardı.
Ancak araştırılması gerektiği mesajı verilen eski toplumlar sadece o günün Arap toplumunun bildiği bu kavimler ile sınırlı değildir. Dünyanın dört bir tarafındaki geçmiş uygarlıkların tümü incelenip hepsinden ders çıkarılmalıdır.
8. ayette “Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır?” denilerek evrenin kaderinin “sona ermek” olduğunun herkesçe bilinebilecek bir olgu olduğuna işaret edilmektedir. Bu husus birçok ayette vurgulanmıştır:
O [Allah], gökleri ve yeryüzünü hak ile yarattı. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir. (Nahl/3)
Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? (Mü’minun/115)
Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için kesinlikle bir ayet vardır. (Ankebut/44)
Eğer o ikisinde [yer ile gökte] Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu [düzenleri bozulurdu]. O halde Arş'ın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden münezzehtir. (Enbiya/22)
9. ayette konu edilen “tarihten ve arkeolojik kalıntılardan, ören yerlerinden ibret alma” konusu Kur’an’da sıkça vurgu yapılan bir konudur:
Görmediler mi ki Biz, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökyüzünü üzerlerine bereketlerle gönderip altlarında ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların sonrasından başka bir nesil oluşturduk. (En’am/6)
Ve yeryüzünde gezip de bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Hâlbuki onlar, kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah’ı aciz bırakan hiçbir şey yoktur. Kesinlikle O, en iyi bilendir, en güçlü olandır. (Fatır/44)
Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi. (Mü’min/82)
Bunlardan başka Al-i Imran/137, En’am/11, Yusuf/109, Nahl/36, Hacc/46, Ankebut/20, Rum/42, Mü’min/21 ve Muhammed/10’a da bakılmalıdır.
10 - Sonra Allah'ın ayetlerini yalanladıkları için, o, kötülük eden kimselerin akıbetleri, “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı.
İnkârcıların açıkça tehdit edildiği bu ayette, Allah’ın ayetlerini yalanlayarak onlarla alay edenlerin, işledikleri kötülüklerine karşılık ahiretteki akıbetlerinin “en kötü” olacağı bildirilmektedir.
Ayette kötülüğün karşılığı “ الشوأىes-Süa [en kötü]” diye nitelenmiştir. Ayetteki “en kötü” ifadesiyle kastedilen, cehennem ateşidir. “Kötülük eden kimseler” ise şirk koşanlar, inkârda bulunanlardır. Zira ayetin devamında “Onlar alay da ediyorlardı” denilmiştir. Allah’ın ayetleriyle onlardan başkası alay etmez. İnandığını iddia edip de alay eden kişi de aslında inkârcıdır.
İyiliğin karşılığı ise “ الحسنىel-husna [en güzel olan]” olarak nitelenmişti:
Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi için. (Necm/31)
O dedi ki: “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” (Kehf/87, 88)
Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, zillet de. İşte bunlar cennet ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. (Yunus/26)
11, 12 – Allah, yaratmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O’na döndürülürsünüz. Saat’in dikildiği gün de suçlular, ümidi keserler.
13 – ortak koştuklarından, onlar için şefaat edecekler de bulunmaz. Ve onlar, ortaklarını inkâr edenler oldular.
Bu ayetlerde Rabbimiz kendisini tanıtmakta ve yarattıklarının kendisinden kaçamayacaklarını, mutlaka sorgulanacaklarını bildirirken, aynı zamanda da bu gün mağrurlanan müşriklerin o gün ümitlerini keseceklerini; güvendikleri sözde şefaatçilerin [Allah’a ortak tanıdıkları kişi ve nesnelerin] de ortalarda bulunmayacağını bildirmektedir.
Ayette geçen “ortak koştuklarından” şeklindeki ifadeden, geçmişten günümüze şirk unsuru olarak kullanılan her türlü şirk malzemesi; melekler, peygamberler, azizler, şehitler ve salih insanlar, Ay, güneş, gezegenler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar gibi cansız veya şuursuz varlıklar; ya da şeytan, dini liderler, zalimler, despotlar gibi insanları kandırıp saptırarak veya baskı yaparak Allah'ın kullarını kendilerine ibadete zorlayan tağutlar anlaşılabilir.
Bunların ahiret günü hiçbir işe yaramayacağı Kur’an’da yüzlerce kez ifade edilmiştir:
Ve ant olsun ki, siz, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız / teker teker Bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Ve içinizde kendilerinin ortaklar olduğuna inandığınız şefaatçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Ant olsun aranızda kesilme olmuş ve yanlış inandığınız şeyler kaybolmuştur. (En’am/94)
Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o şirk koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık aralarını iyice açtık [açacağız] ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin ibadetinizden kesinlikle gafildik [duyarsızdık]” dediler [diyecekler]. (Yunus/28, 29)
İşte onlar, yeryüzünde âciz bırakanlar değillerdir. Kendilerinin Allah’ın astlarından veliyleri [koruyan, yol gösteren, yardım edenleri] yoktur. Onlar için azap kat kat artırılır. Onlar [vahyi] işitmeye tahammül edemiyorlardı ve de görmüyorlardı.
İşte onlar kendilerine zarar vermiş olan kimselerdir. O uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. (Hud/20, 21)
Ve o, ortak koşan kimseler, ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman: "Rabbimiz! İşte bunlar, Senin astlarından bizim kendilerine yakardığımız ortaklarımız olan kimselerdir" dediler. Onlar [Koştukları ortaklar] da hemen onlara; "Şüphesiz siz kesinlikle yalancılarsınız" diye söz attılar.
Ve onlar, o gün, Allah'a teslimiyeti koydular. Uydurmuş oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp gitti. (Nahl/86, 87)
Ve onlar, kendileri için bir izzet [güç, şan, şeref] olsun diye, Allah’ın astlarından ilâhlar edindiler.
Hayır... Hayır... [Onların zannettikleri gibi değil]... Onlar [edindikleri ilâhlar] onların ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır. (Meryem/81, 82)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:55 PM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ve o gün O [Rabbin], onları ve onların Allah’ın astlarından taptıkları şeyleri toplar da, “Siz mi saptırdınız şu kullarımı, yoksa kendileri mi o yolu kaybettiler?” der.
Onlar dediler ki: “Tespih ederiz Seni, Senin astlarından veliyler edinmek bize yaraşmaz. Ama Sen onları ve atalarını öylesine nimetlendirdin ki, Zikr’i [Öğüt’ü] terk ettiler ve helâke giden bir topluluk oldular.” (Furkan/17, 18)
Allah’ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyor­lar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: “Allah’ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında; biz zaten önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk” der­ler. İşte Allah inkârcıları böyle saptırır: “İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” -İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!- (Mü’min/73, 74)
O saatin bilgisi sadece O’na [Allah’a] bırakılır. Onun bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve bırakmaz [doğurmaz, düşük yapmaz]. Ve O [Allah], onlara: “Benim ortaklarım nerede?" diye seslendiği gün, onlar: “Bizden hiçbir şahit olmadığını Sana arz ederiz” derler.
Önceden tapmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kayboldu. Onlar kendileri için kaçacak bir yer olmadığını da iyice anladılar. (Fussılet/47, 48)
14 – Ve Saat’in dikildiği günde de; işte o gün onlar, ayrılırlar.
15- Şimdi iman etmiş ve salihatı işlemiş kimselere gelince; artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirler.
16 – Şu küfreden, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayan kimselere de gelince; işte onlar azap içinde hazır bulundurulurlar.
Bu ayetlerde, kaçışı mümkün olmayan o günde inananlar ile inanmayanların akıbetlerinin neler olduğu kısaca tasvir edilmiştir. O gün insanlar “inananlar” ve “küfredenler” olarak iki guruba ayrılırlar. İnanmış ve salihatı işlemiş olan grup cennette mutlu olarak yaşayacak; küfreden, ahireti ve Allah’ın ayetlerini yanlayan grup ise azap içinde bulundurulacaktır. Bu gerçek Kur’an’da defalarca hatırlatılmıştır:
Ve sizler üç eş [sınıf] olduğunuz zaman.
İşte sağın ashabı; sağın ashabı nedir?
Ve solun ashabı; solun ashabı nedir?
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.
İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler.
Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. (Vakıa/7-10)
Ve ey günahkârlar! Bugün [şimdi] siz hadi ayrılın!
Ben; “Ey âdemoğulları! Şeytana kulluk etmeyin, kesinlikle o size apaçık bir düşmandır ve Bana kulluk edin, işte bu dosdoğru yoldur ve ant olsun ki o [şeytan] sizden birçok nesilleri saptırdı” diye size ahd vermedim mi? Hâlâ aklını kullananlar değil miydiniz?
İşte bu, sizin vaat olunmuş olduğunuz cehennemdir.
İnkâr edip durduğunuz şeyler nedeniyle hadi bugün [şu an] yaslanın ona! (Ya Sin/59-64)
Toplayın o zulmedenleri, eşlerini ve Allah’ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları Cahim’in [cehennemin] yoluna kılavuzlayın. (Saffat/22, 23)
Ve her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağırılır: “Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan kitabınızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk.” (Casiye/28)
Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o şirk koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık aralarını iyice açtık [açacağız] ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin ibadetinizden kesinlikle gafildik [duyarsızdık]” dediler [diyecekler]. (Yunus/28)
Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihayet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara: “İçinizden size Rabbinizin ayetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar: “Evet geldi” dediler [diyecekler]. -Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hak oldu.-
“Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. -Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!-
Rablerine karşı takvalı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihayet oraya vardıkları, kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman “Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" dediler [denilecek].
Onlar da: "Bize vaadini doğru çıkaran ve bizi bu arza vâris kılan ve cennette bizi istediğimiz yerde konup göçürten o Allah’a hamdolsun” dediler. -İşte, çalışanların ödülü ne güzeldir!- (Zümer/71-74)
Şu ikisi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve, “Yakıcı azabı tadın!” (Hacc/19- 22)
Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler. Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar, zalim kimselerin ta kendileri idiler. (Zuhruf/75)
17, 18- O halde, Allah’ın arındırılması! Akşama erdiğinizde de sabaha erdiğinizde de... Gece sırasında da öğleye erdiğinizde de… Göklerde ve yerde hamd de sadece O’na aittir.
Bu ayetlerde, insanların akıllarını başlarına aldıkları takdirde ister istemez yapmak zorunda kalacakları iş ortaya konmaktadır. Bu, “Allah’ı tanımak, O’nu her türlü noksanlıktan arındırmak ve O’na hamd etmek”tir.
Daha önce de açıklandığı gibi, “tesbih”, “Yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak” demektir. Dolayısıyla Yüce Allah’ı tesbih etmek, “O’nu müşriklerin, bilgisizlerin yakıştırdıkları noksanlıklardan, iftiralardan tenzih etmek ve sıfatları gereğince yüceltmek” demektir. Peygamberimizden istenen tesbih budur; yani Allah’ın gerektiği gibi tanıtılması eylemidir.
Dolayısıyla, bu ayetlere göre, bu gerçekleri bilenlerin Allah’ı gece gündüz sürekli tanıtmaları gerekmektedir.
Bu konuyla ilgili olarak A’la/1, Kaf/39, 40, Ta Ha/130, Ali Imran/41, Hıcr/98, Furkan/58, Mümin/55, Tur/48, Vakıa/74, Vakıa/96, Hakka/52 ve Nasr/3’e de bakılmalıdır.
Ey iman eden kişiler! Allah'ı çok çok olmak üzere anın.
Ve O'nu sabah akşam [her zaman] tesbih edin [arındırın]. (Ahzab/ 41, 42)
19- O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzüne ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.
Bu ayette Rabbimiz insanlar üzerindeki mutlak tasarrufunu vurgulamaktadır. Asla unutulmaması gereken temel gerçek, yaratanın, diriltenin, öldürenin O olduğu; ölüden diri, diriden ölü çıkardığıdır. O, yeryü­zünü cansız iken bitkileri çıkartmak suretiyle canlandırdığı gibi, insanları da ölümlerinden sonra diriltecektir.
Ve ölü toprak onlara [duyarsız kavme] bir delildir. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar. (Ya Sin/33)
Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, [bilin ki] ne olduğunuzu size açıklamak için şüphesiz biz sizi topraktan, sonra nutfeden sonra bir alekadan [embriyondan] sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; fakat biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.
İşte bu [gösteriyor ki], şüphesiz ki Allah haktır [gerçektir]. Şüphesiz ölüleri sadece O diriltir ve şüphesiz sadece O her şeye kadirdir.
Kıyamet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah bütün kabirlerde olan kimseleri tekrar diriltecektir. ” (Hacc/5-7)
Ve O, hatırlarsınız/öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/dağıtıcılar [yayıcılar] olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. (A'râf/57)
Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın semadan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesi ve onda, her dabbeden [deprenen canlılardan] yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllarını çalıştıran bir kavim için elbette ayetler vardır. (Bakara/164)
Ve Allah gökten bir su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen bir kavim için kesinlikle bir ayet vardır. (Nahl/65)
Ve Ant olsun, eğer onlara sorsan: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a özgüdür”. Bilakis onların çoğu akıllarını kullanmazlar. (Ankebut/63)
Ve Allah rüzgârları gönderendir. Sonra onlar da bir bulutu harekete geçirip yukarılara kaldırır. Derken Biz onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir. Böylece yeryüzüne ölümünden sonra onunla hayat veririz. İşte böyledir ölmüş çürümüş insanlara hayat vermek. (Fatır/9)

Şüphesiz senin yeryüzünü boynu bükük görüp de Bizim onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman onun titreşmesi ve kabarması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki ona hayat veren kesinlikle ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü yetendir. (Fussılet/39)
Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde müminler için ayetler vardır. Ve sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı dâbbelerde de [canlılarda da] kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. Ve gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde ve Allah’ın gökten bir rızıktan indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği şeyde ve rüzgârları evirip çevirmesinde aklını çalıştıran bir kavim için ayetler vardır. (Casiye/5)
20 – Sizi bir topraktan yaratması da Kendisinin ayetlerindendir. Sonra da siz, şimdi, dağılıp- yayılan bir beşersiniz.
21- Yine O’nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda tefekkür edecek bir kavim için nice ayetler vardır.
22 - Yine göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin değişikliği O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda bilginler için nice ayetler vardır.
23 - Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve lütfundan rızık aramanız O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için nice ayetler vardır.
24- Yine O’nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ayetler vardır.
25 - Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması yine O’nun ayetlerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz.
46 – Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler akıp gitsin diye ve şükredersiniz diye lütfundan rızık aramanız için rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi de O’nun ayetlerindendir.
26 - Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı duyanlardır.
27 – Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir.
Bu ayetlerde Rabbimiz neden övgüye layık olduğunu beyan etmektedir. Bu beyanına göre Rabbimizin gerek kendi bünyemizde gerekse çevremizde, “İnsanın topraktan yaratılması, sonra da yeryüzüne yayılması, kendi cinslerinden mutlu olmaları için eşler sağlanması, eşler arasında sevgi merhamet bağı kurması, göklerin ve yerin yaratılışı, dillerin ve renklerin farklılığı, gecede ve gündüzde uyumak, O’nun lütfundan rızık aramak, hem korku hem umut vermek için şimşeğin görülmesi, gökten su indirip onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat vermesi, göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması” gibi binlerce ayeti mevcuttur.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:56 PM   #7
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

TOPRAKTAN YARATILMA
Kur’an bağlamında ele alındığında, yaratılışın temeli olan topraktan kasıt, insanın maddi yapısını oluşturan karbon, sodyum, kalsiyum gibi toprakta bulunan ölü cevherlerdir. Rabbimiz bu maddeleri bir araya getirerek canlı varlıkları, özellikle de insanı yaratmış ve bu maddeler ile uzaktan yakından alakası olmayan duyuları, duyguları, akıl, vicdan ve diğer zihinsel fonksiyonları onun bünyesine yerleştirmiştir.
22. ayetteki “dillerinizin ve renklerinizin farklılığı” ifadesi, insanların renk ve dillerinin birbirinden farklı oluşunun da Allah’ın plan ve programından kaynaklandığı gerçeğine işaret etmektedir. Bu nedenle hiçbir ırk veya lisan sahibi bu özellikleri nedeniyle horlanamayacağı gibi, bu özellikler hiçbir ırk veya lisan sahibi tarafından tefahur/övünç kaynağı olarak da telakki edilemez.
24. ayette Rabbimiz “size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor” buyurmuştur. Gök gürültüsü ve şimşek, yağmurun geleceğini gösteren, dolayısıyla bitkilerin canlanacağı umudunu müjdeleyen bir tabiat olayıdır. Ancak bu tabiat olayı aynı zamanda yıldırımla, sel felaketiyle her şeyi silip süpüreceği korkusunu da beraberinde getirir.
25. ayetteki “Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması yine O’nun ayetlerindendir” ifadesiyle verilen mesaj Hacc ve Fatır surelerinde de yer almıştır:
Sen, Allah’ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini ve kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi? Göğü de kendi izni olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hacc/65)
Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yok oluvermekten, Allah tutuyor. Ant olsun ki eğer onlar [gökler ve yeryüzü] yok oluverirlerse, onları O’ndan sonra kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranan, çok bağışlayandır. (Fatır/41)
Yine 25. ayetteki “Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz” ifadesi ise Rabbimizin evrenin varlığını süreli olarak planladığını; yeri ve göğü belirli bir süre ayakta tutacağını; planladığı süre dolduğunda da kıyameti koparacağını bildirmektedir.
De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı [diriltileceğiniz] gün, O’nu överek O’nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsrâ/52)
İşte o, bir tek haykırıştır.
Bir de bakmışsın onlar, meydandadır. (Nâziât/13, 14)
Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi huzurumuzda “hazır ol”a geçirilmişlerdir. (Ya Sin/53)
46. ayette Rabbimiz, 28. ayetin devamı mahiyetinde çevremizdeki ayetlerden rüzgârın fonksiyonuna, denizcilikteki önem ve yararına dikkat çekmiştir. Rüzgârların Allah’ın ayetleri oluşu ve yararları ile ilgili birçok ayet mevcuttur:
Ve Biz rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik de gökten bir su indirip sizi onunla suladık. Onu [suyu] hazinelerde tutanlar [biriktirenler] da siz değilsiniz. (Hicr/22)

Ve O, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderendir. Ve Biz ölü bir beldeye can verelim, yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su sağlayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. (Furkan/48, 49)
Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın semadan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesi ve onda, her dabbeden [deprenen canlılardan] yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllarını çalıştıran bir kavim için elbette ayetler vardır. (Bakara/164)
28 - Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yeminlerinizin malik olduklarından [yasa ile size teslim edilen kişilerden] ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir misiniz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için ayetleri böyle açıklarız.
29 - Bilakis zulmetmiş kimseler, bilgisizce hevalarına uydular. Peki, Allah'ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur.
Bu ayetlerde Rabbimiz şirkin mantıksızlığını ortaya koymak için çok önemli, dikkat çekici bir örnek vermektedir.
Verilen bu örnekte, “Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yeminlerinizin malik olduklarından [yasa ile size teslim edilen kişilerden] ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir misiniz?” denilerek kimsenin böyle bir ortaklığı, eşitliği kabul etmeyeceği, kimsenin böyle bir saygı oluşturmayacağı inkari bir soruyla ortaya konulmuştur.
Örneği güncelleştirecek olursak: Hiçbir kimse evindeki hizmetçi ile fabrikasındaki işçisini kendisi ile eşit kabul etmez. Durum böyle olunca,Allah'ın kulları ve mahlûkları nasıl olur da Allah ile eşit ve O’nun ortağı olabilir? Nasıl olur da kendilerine tapılmayı gerektirecek, Allah’ın özelliklerine denk bir özellikleri olduğunu iddia edebilirler?
Bu örnek Kur’an’da kişi, nesne, kurum veya ne türden olursa olsun herhangi bir şeyi Allah gibi mutlak otorite tanıyan kimseleri uyarmak için verilmektedir.
30 - O halde sen yüzünü, hanif olarak [eski inançlarını terk eden biri olarak] dine, insanları üzerine ilk olarak yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ayakta tutan din, budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.
31, 32 – Kalben O’na yönelenler olarak, O’na takvalı davranın, salâtı ikame edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. -Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.-
Önceki ayetlerde yapılan açıklamalardan sonra bu ayetlerde de Resulullah’a ve onun şahsında tüm insanlara Allah’a yönelmeleri emri verilmektedir. Daha sonra da “Hanif [muvahhid]” (“Hanif” konusu için bkz: Tebyinü’l-Kur’an; c: 4, s: 587, 588) müslümanlar muhatap alınarak dinde ayrılığa düşmüş olan, kendi inanç ve yollarıyla böbürlenen kimselerden olmamaları yönünde uyarılmaktadır.


… Allah’a yönelmişler olarak, O’na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Bilin ki, Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. [Hacc/30, 31]
Yüce Allah insanların objektif olduğu ve kendilerine lütfedilen zihinsel yetileri doğru kullandığı takdirde tevhid inancına erişeceğini, afak ve enfüsteki delilleri değerlendirerek bu inancı bulabileceğini, insanın bunu başarabilecek yetilerle donatıldığını açıklamaktadır.
İşte sen [o zaman], sırf Allah'ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için mağfiret dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever. (Al-i Imran/159)
Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru dine çevir. O gün onlar, O’nun [Allah’ın], iman eden ve salihatı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim de salihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış olurlar. (Rum/43)
Güneş’e ve onun parıltısına ant olsun ki, onu izlediği zaman Ay’a, ona parlaklık verdiği zaman gündüze, onu sarıp örterken geceye, göğe ve onu yapana, yeryüzüne ve onu yuvarlakça döşeyene, nefse ve onu düzenleyene;
-ki O, ona fücurunu ve takvasını ilham etti- [ant olsun ki,] onu arındıran gerçekten kurtulmuştur.
Ve onu örten de kesinlikle zarara uğramıştır. (Şems/1- 10)
Hâlbuki senin Rabbin, kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz/kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye, Âdemoğullarının sulbünden onların soylarını çıkarır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.” (A'râf/172, 173)
Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece “zann”a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar. (En'âm/116)
Rabbimiz, “Müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın!” buyurmaktadır. Böylece dinlerini değiştiren ve bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenler, dinlerini bir takım mezheplere ayırıp mezhep fanatikliği yapanlar kınanmaktadır:
Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiçbir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah’adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir.
Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (En’am/159, 160)
Ayette konu edilen tefrikacılar, geçmişte ayrılığa düşüp birbirini sapık ilan eden Hıristiyanlar ve Yahudiler değildir. Burada, kimi Müslüman geçinenlerin mezhep mezhep, tarikat tarikat, cemaat cemaat ayrılacakları; her birinin hakk dinden ayrı bir takım inanç ve amel şekli oluşturacakları ve birbirilerinden kopacakları bildirilmekte, müminlerin bu duruma karşı uyanık olmaları istenmektedir.
Rabbimiz, Kur’an’da, dinin kaynağında bildirilen ilkelerin hepsini almayıp işine geleni almak ve helal-haram konusunda Allah’a iftira etmek suretiyle insanların dini parça parça etmelerine birçok örnek vermiştir:
… Yoksa siz Kitap’ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvalıktan başka nedir? Kıyamet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir. (Bakara/85)
Ve onlara, "Allah’ın indirdiğine iman edin" denildiği zaman, onlar; "Biz kendimize indirilene iman ederiz." dediler. Ve onlar, o, kendilerinin beraberindekileri tasdik eden hakk olmasına rağmen ondan ötesini inkâr ediyorlar. De ki; “Peki eğer müminler idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?” (Bakara/91)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:57 PM   #8
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “şu helaldir, şu haramdır” demeyin; aksi hâlde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler kurtulamazlar. (Nahl/116)
Oysa dinin kaynağı tektir ve o da Allah’ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat edilmelidir.
O [Allah], dinden Nuh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar. (Şûra/13)
Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin! Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (Hucurat/1)
Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi’ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir. (Nisa/59)
Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere, dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. O hâlde dindar kişilerin de ilk günden beri “aynı” olan ve bugün de “aynı”lığı devam eden Gerçek Din’e [Kur’an’a] uymaları, parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde -ayette bildirildiği gibi- “... şüphesiz onların işi Allah’adır (En’am/159)”; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından verilecektir:
Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır. (Hacc/17)
Gerçek Din'in temel ilkeleri şunlardır:
1- Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah’tır.
2- Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O'nun dengi ve ortağı tutulamaz.
3- Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem kurulacaktır. Bu konu En’am suresinin 159, 160. ayetlerinde detaylandırılmıştı. (Tebyinü’l Kur’an; c. 6 , s. 466- 468)


33, 34 - İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rabb’lerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir gurup, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için Rabb’lerine şirk koşarlar. -Haydi, faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz.-
35 - Yoksa Biz, onlara bir sultan [delil] indirmişiz de o [delil], onların O'na [Allah’a] ortak koştukları şeyleri mi söylüyor?
36 - Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler.
37 – Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır.
Bu ayetlerde, insanların, özellikle de müşriklerin genel karakteri sergilenmektedir. Putperestlere ait bu genel karakter Kur’an’da birçok kez konu edilmiştir.
İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek ve kazançlı çıkmak için şirk koşuyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler. (Ankebut/65, 66)
Ve eğer insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür.
Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. (Hud/9, 10)
O, sizi bir candan yaratan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki zevce ağırlaştı o zaman onlar [o ikisi] Rabblerine dua ettiler: “Eğer bize sâlih [bir çocuk] verirsen, and olsun ki [kesinlikle] şükredenlerden olacağız.”
Ne zaman ki onlara [o ikisine] sâlih [bir çocuk] verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir. (A’raf/189, 190)
Ayetlerini size göstermek için, şüphesiz, Allah’ın nimetiyle geminin denizde kayıp gittiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda, tüm çok sabırlı ve çok şükreden için ayetler vardır.
Ve gölgeler gibi bir dalga onları bürüdüğünde, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı orta yolu tutar [iman küfür arasında bir yol tutar]. Ve bizim ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör bile bile inkâr eder. (Lokman/31, 32)
Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsra/67)
O, sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini kıldı [yaptı]. Ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratılıştan sonra bir yaratılışla yaratıyor. İşte bu, mülk [krallık, hâkimiyet] yalnız kendisinin olan Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
Eğer inkâr/nankörlük edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için küfre/nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir.
İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü ona vererek Rabbine dua eder. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O’na dua ettiği hali unutur da Allah’ın yolundan sapıtmak için O’na ortaklar kılar [oluşturur]. De ki: “Küfrünle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashabındansın.” (Zümer/6, 8)
Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız.
Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir gurup, kendilerine verdiklerimizi inkâr etmek/verdiklerimize nankörlük etmek için Rab’lerine şirk koşarlar. – Haydi, şimdi faydalanın! Fakat yakında bileceksiniz.- (Nahl/53- 55)
İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: "Rabbim beni üstün kıldı" der.
Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: "Rabbim beni aşağıladı" der. (Fecr/15,16)
37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır” buyrulmaktadır. Burada ekonomik değerlerin Rabbimiz tarafından ayarlandığı; daralttığında kimsenin ümitsizliğe düşmemesi, bollaştırdığı zamanda da kimsenin şımarmaması gerektiği bildirilmektedir. Nitekim bu husus Zuhruf suresinde şöyle açıklanmış idi.
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32)

38 – Öyleyse, yakınlık sahibine, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar felah bulanların ta kendileridir.
39 – Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir.
Bu ayetler, rızkın Allah tarafından taksim edildiği konusunun devamı mahiyetindedir. 37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır” buyrulmuştu. İnsanın sahip olduğu mal varlığının esas sahibi Allah olduğuna göre, 38. ayette de kişinin uhdesinde bulunan mal varlığını hak sahiplerine; yakınlara, miskine ve yolcuya vermesi gerektiği bildirilmektedir.
39. ayette ise “Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir” buyrularak o günün insanlarının çıkarcılıkları ve açgözlülükleri kınanmaktadır. Bunlar, mallarındaki Allah hakkını yerine vermeyip daha da çoğaltabilmek için yatırım yapan kimselerdir.
O devirde kimileri mallarını kendilerine daha çok geri döneceğini gözeterek zenginlere hediye verirlerdi. Böylece mallarını çoğaltmaya çalışırlardı. Yerinde bir tabirle, “Kazın geleceği yerden tavuğu esirgemezlerdi.” Burada konu edilen “ رباًriba [artış]”, Bakara suresinde konu edilen ve ciddi bir insanlık suçu olan “faiz” değildir; çıkar amaçlı hediye vermek, çıkar amaçlı yardımda bulunmak demektir. Bu anlamda riba serbest olmakla beraber, ayetten anlaşıldığına göre hoş bir davranış değildir.
Yasaklanan “ الرّبوا riba [faiz]”, Bakara ve Al-i Imran surelerinde yer almaktadır:
O, ribayı yiyen kişiler, şeytanın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, ”Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte o dönenler ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
Allah ribayı mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.
Kesinlikle İman eden ve salihatı işleyen, namazı ikame eden ve zekatı veren kişilerin Rabbleri katında mükafatları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık faizin peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz.
Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız. (Bakara/275-279)
Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı yemeyin. Felah bulmanız için Allah'a takvalı davranın.
Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten de sakının.
Merhamet olunmanız için Allah ve Elçi’ye itaat edin.
Ve Rabbinizden bağışlanmaya ve eni göklerle yer kadar olan, bollukta ve darlıkta infak eden, öfkelerini yutan ve insanları affeden muttakiler için hazırlanmış olan cennete yarışın. –Ve Allah, Muhsinleri [iyilik güzellik üretenleri] sever. (Âl-i İmran/130-134)
40 - Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir.
Bu ayetle pasaj, tevhidi öğreten bir bildiri ile bağlanmaktadır: Yaratan da rızıklandıran da Allah’tır. Yaratma ve rızıklandırma gücü olmayanlardan kesinlikle ortak olmaz, böyleleri ilah da edinilmez, herkes bunu iyi bilmelidir. Allah, onların ortak yakıştırmalarından münezzeh ve yücedir.
41- İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı.
Bu ayette Rabbimiz, yaptıkları yanlışlar yüzünden insanlara hatalarının bir kısmının cezasını tattırmak için yeryüzünde kargaşa; bozulmalar oluştuğunu bildirerek onlardan akıllarını başlarına almaları, yaptıkları işlerle karada ve denizde fesat çıkarmamalarını / doğadaki dengeyi bozmamalarını emretmektedir. İleride bu mesaj farklı bir üslup ile de gelecektir.
Şüphesiz Biz, emaneti [güvenliği, düzeni, dengeyi] göklere, yere ve dağlara yaydık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, ondan [güvenliğin, düzenin, dengenin alıp götürülmesinden] korktular. Ve onu insan taşıdı [ona ihanet etti]. Şüphesiz o [insan], çok zalim ve çok cahildir. (Ahzab/72)
Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. Onlardan bir kısmı sâlihlerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle belâlandırdık [imtihan ettik]. (A’raf/168)
Burada konu edilen fesat, doğal dengenin bozulmasıdır. Yani mevsimlerin bozulması, yağışların azalması veya çoğalması, bitkilerin verimsizleşmesi, suların kirlenmesi, buna bağlı olarak suda yaşayan canlıların yok olması, atmosferin bozulması, ozon tabakasının zayıflaması ve delinmesi, buna bağlı olarak yüksek radyasyonun neden olduğu kanser ve benzeri hastalıkların çoğalması; tüm bunların sonucunda da yeryüzünde sıkıntılı bir hayatın meydana gelmesidir.
Bilinen bir gerçek ki; hazza dayalı bir üretim ve tüketim perspektifi yüzünden insanoğlu kontrolsüz bir teknolojik gelişmeyle doğadaki dengeyi hızla bozmaktadır. Bunun sonucu olarak içilecek temiz su kaynakları, solunacak temiz hava ve yenilecek doğal ve sağlıklı yiyecek temini her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Bu zorlukların oluşturduğu biyolojik ve psikolojik komplikasyonların insan sağlığını ciddi olarak tehdit ettiği bilimsel çalışmalarla da teyit edilmiştir. Bugün bu tehlikeli sürecin tüm devletlerce de algılandığı gerçek olmakla beraber, olumsuz sonuçlarının giderilmesi konusundaki uluslararası irade henüz yeterince güçlü değildir.
BM şemsiyesi altında yapılan ve Kloro Floro Karbon gazlarının atmosfere salınımı konusunda sınırlamalar getiren Kyoto Protokolü ancak 2005 yılında imzalanabilmiştir. Bu ve benzer antlaşmalarla çevrenin insan ve diğer canlıların sağlığına yeniden uygun hale getirilmesi çabalarına ağırlık verilmeli ve Allah’ın doğaya koyduğu ekolojik denge yeniden sağlanmalıdır. Aksi halde insanlık daha büyük felaketlerle karşılaşacak ve bu felaketler tadımlık olmayacaktır.
Ekolojik denge ve bu dengenin korunmasına yönelik son zamanlarda bir hayli bilimsel çalışma yapılmakta ve bir takım tedbirler alınmaktadır. Okurların bu konuyu detaylı olarak bilimsel verilerden okumasını ve takip etmesini öneriyoruz.
42 - De ki: Yeryüzünde gezin de bundan öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir bakın. Onların çoğu ortak koşanlar idiler.
41. ayette “İnsanlar dönerler diye, kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı” denilmiş ve dikkatler insanoğlunun yeryüzündeki olumsuz tasarruflarına çekilmişti. Bu ayette de bu olumsuz tasarrufların yol açtığı yıkımı insanların bizzat kendi gözleriyle incelemeleri istenmektedir. Gezip inceleyenler, müşrik toplumlarının akıbetlerinin nasıl olduğunu yeryüzünün her tarafında açıkça gözlemleyebilirler. Rabbimizin emri gereğince, yeryüzünde kargaşa çıkaranların sonunun nasıl olduğu, tarihi verilerle de örneklenerek bilimsel olarak ortaya konulmalıdır.
O [Karun]; “O [servet], bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok topluluğu [taraftarı, birikimi] olan kimseleri kesinlikle helâk etmişti. Ve günahkârlar günahlarından sorulmaz [Allah onların hepsini bilir]. (Kasas/78)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 08:59 PM   #9
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

43 – 45- Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, O’nun [Allah’ın], iman eden ve salihatı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim de salihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış olurlar.
Bu ayetlerde, Resulullah’ın şahsında tüm insanlığa hitap edilerek bir an evvel gerçeğe dönmeleri ve hak dine koşmaları emredilmektedir.
Ayetteki “Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün” ifadesi, “Allah'ın bizzat geri çevirmeyeceği, başka birisinin de çeviremeyeceği; reddine kesinlikle imkân bulunmayan gün” demektir."
Ayette geçen “dosdoğru din”, Yusuf suresinde şöyle tanıtılmıştı:
O [Yusuf]; “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun tevilini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin –ki onlar ahreti inkâr edenlerin ta kendileridir- milletini terk ettim. Ve atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un milletine uydum. Bizim, Allah’a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara bir lütfudur. Velâkin insanların çoğu şükretmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O’nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Ona [bunlara tapmanız konusuna] Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah’a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de asılacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi. (Yusuf/37- 41)

46- […….]
Bu ayet, teknik ve anlam bütünlüğü itibariyle 25. ayetin devamı niteliğinde olduğundan tarafımızdan oradaki pasajda değerlendirilmiştir.]
47- […….]
Bu ayet, anlam bütünlüğü dikkate alınarak tarafımızdan 59, 60. ayetler arasında tertip görmüştür.
48 – Allah, rüzgârları gönderendir. Sonra bunlar [rüzgârlar], bir bulutu savururlar. Sonra O [Allah], onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle yayar ve onu parça parça kılar. Sonra da sen, onun derinliklerinde yağmur çıkar görürsün. İşte O [Allah], onu kullarından dilediği kimselere isabet ettirdiği vakit, onlar, müjdelenirler [mutlu olurlar].
49 - Hâlbuki onlar, önceden; daha önce üzerlerine indirilmeden evvel kesinlikle ümit kesenlerdirler.
50- Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.
Rabbimiz bu ayetlerde yine Zatını tanıtıp insanlara rahmetinin tecellilerinden biri olan rüzgârlarla onları mutlu edişini açıklamaktadır. Rahmetinin eserleriyle yeryüzünü nasıl canlandırdığına dikkat çekip ölümden sonraki dirilmenin de böyle olacağına işaret etmektedir. Bu gerçeğe başka ayetlerde de işaret edilmişti:
Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip de onunla size rızık olarak çeşitli meyveler çıkarandır. Ve O [Allah], emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak dönüş halinde olan güneşi ve ayı da emrinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin emrinize verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok zalim, çok nankördür. (İbrahim/34)
Ve O, hatırlarsınız/öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/dağıtıcılar [yayıcılar] olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. (A’râf/57)
51 - Ve ant olsun ki, Biz, bir rüzgâr göndersek de onu [ekini] sararmış görseler, mutlaka onun arkasından küfretmeye başlarlar.
52 – Bu nedenle sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş giderlerken sağırlara da dinletemezsin.
53 – Sen körleri de sapıklıklarından hidayete getiremezsin. Sen ancak ayetlerimizi iman edeceklere duyurursun; artık onlar Müslümanlardır.
Bu ayetlerde Rabbimiz, yağmur getirmeyen rüzgârlarla sınadığı nankör insanların cahilce tavırlarını sergilemektedir. Onlar, rüzgârların yağmursuz olarak bulutları hareket et­tirmesi sonucu ürünleri, ekinleri sararttığında Allah'a inan­mayanlar hemen üzüntü ve umutsuzluklarını dışa vuruverirler. Rabbimiz bu tipleri ölü, kör ve sağır kimseler olarak nitelemiştir. Ölü, sağır ve kör ile kastedilen, vicdanları ölmüş, kendi hevalarına kul olmaları, inatçılıkları ve gözü bağlılıkları yüzünden hakkı anlayıp kabul etme yetenekleri yok olmuş, Allah’ı tanımayan kâfir ve müşriklerdir. Böyle kimseler yaşayan ölüler mesabesindedir. Bunlarda değişme olmaz. Allah’ın Resulü de bu ölü, kör ve sağır kimseleri hisseder, görür ve işitir hale getirmekle mükellef değildir. Ona ancak iman etmiş Müslümanlar kulak verirler. Bu gerçek daha evvel Neml suresinde de yer almıştı:
Şüphesiz ki sen, ölülere dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçtıkları zaman sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.
Sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici de değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere -ki onlar teslim olanlardır- dinletebilirsin. (Neml/80, 81)
Ve eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içinde bir delik, ya da gökte bir merdiven ara da onlara bir ayet getir! Allah dileseydi, kesinlikle onları hidayet üzerinde toplardı. O hâlde sakın cahillerden olma!
Ancak dinleyenler icabet eder. Ölüleri; onları da Allah diriltir. Sonra yalnızca O'na döndürülürler. (En’am/35, 36)
54 – Allah, sizi güçsüz olarak yaratandır. Sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet kıldı. Sonra kuvvetin arkasından güçsüzlük ve ihtiyarlık kıldı. O, dilediğini yaratır. Ve O, en iyi bilendir, en iyi güç yetirendir.
55 - Ve kıyametin kopacağı gün günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
56 - Kendilerine ilim ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: “Ant olsun ki, Allah'ın kitabında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.
57- Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermez. Onlar, bağışlanmazlar da.
Bu ayetlerde Rabbimiz, insanı yaratma ve aşama aşama kendisine döndürme sürecini açıklayarak inanan ve inanmayan kimselerin ahiretteki ilk hallerini nakletmektedir: Önce insan güçsüz olarak [çocukluk evresi] yaratılmıştır, sonra kuvvet kazandırılmıştır [gençlik ve olgunluk evresi]. Sonra ihtiyarlayarak yine güçsüzleşecektir.
Kıyamette inançsız insanlar, dünyada çok az bir süre kaldıklarına yemin ederler, yani öldükten sonra mahşere [tekrar dirilişe] kadar binlerce yıl geçmiş bile olsa suçlular birkaç saat önce uyuduklarını ve ani bir felaketin onları uyandırdığını sanırlar.
İnananlar ise Allah’ın diritme gününe kadar [yeterli bir süre] kaldıklarını beyan etmektedirler:
Sonra onlar onu [kıyameti] görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamış gibidirler. (Naziat/46)
Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün… İşte size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını, sanacaklardır. Gözünüzü açın onlar, yalancıların ta kendileridir. (Mücadele/18)
Sonra, onların fitneleri “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki, ‘Biz müşriklerden değildik’ demekten başka bir şey değildi.”
Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu. (En’am/23-24)
Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir. (Rum/27)
Şimdi eğer onlar sabrederlerse [şirki, yalanlamayı sürdürürlerse], artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer özür bildirmeye çalışsalar, onlar, özrü kabul edilecek kimseler değildirler. (Fussilet/24)
58 – Ve ant olsun ki Biz, insanlar için bu Kur'ân'da tüm örneklerden kesinlikle örnekler getirdik. Ve ant olsun ki sen, onlara bir ayet de getirsen o küfretmiş kimseler: “Siz, sadece, batıl şeyleri ortaya koyanlarsınız” diyeceklerdir.
59 – İşte, bilmeyen kimselerin kalpleri üzerine Allah böyle damga vurur.
47 – Ve ant olsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri kavimlerine gönderdik de, onlar, onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimselerden intikam aldık. Müminlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi.
Bu ayetlerde Rabbimiz, hangi deliller getirilirse getirilsin inkârcıların inanmayacaklarını ve mutlaka bir bahane uyduracaklarını beyan ederek Resulullah’ı teselli etmektedir. Resulullah’a teselli olan bu ifadeler kâfirler için açık birer tehdittir.
Bu ayetlerin indiği dönem Mekke müşriklerinin eziyetlerinin en ileri seviyeye çıktığı dönemdir. O nedenle Rabbimiz elçisini teselli etmektedir. Allah’ın müminlere yardımı, Allah’ın kendi üzerine aldığı bir haktır. Ayetlerin mesajı ve indiği süreç dikkate alındığında, o günlerde hicret planı yapan peygamberimize ve müminlere bu ayetlerle umut verilmektedir.
Rabbimiz müminlere yardım edeceğini Kur’an’da birçok kez taahhüt etmiştir:
Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir. (Mücadele/21)
Ve ant olsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.”
Artık sen, bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Ve onları gözetle. Onlar da yakında göreceklerdir. (Saffat/171-175)
Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51)
Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7)
Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya gücü yetendir. (Hacc/39)

Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime’si hakk olmuş olan kimseler, kendilerine bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. (Yunus/96, 97)
Ve ant olsun ki, sana ve senden öncekilere vahyedildi ki: “Ant olsun ki, eğer şirk koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve mutlaka kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine, yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer/65)
60 - Şimdi sen sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın kesin inanmamış kimseler seni hafifleştirmesinler.
Bu ayetteki “sabret!” emri birinci planda Resulullah’a yönelik olmakla beraber tüm müminleri kapsayan bir emirdir. Müminler herhangi bir dönemde, herhangi bir ülkede kâ­firlerin ağır baskısı altında kalabilirler. Böyle koşullarda müminlerin bu baskılardan kurtulmaları için sabretmeleri; yani planlı, programlı bir şekilde var güçleriyle direnmeleri gerekmektedir. Sabır sözcüğü ile ilgili detay daha evvel birçok kez verilmiştir. (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 108, 264)
Surenin bu son ayetindeki “Sakın kesin inanmamış kimseler seni hafifleştirmesinler!” tembihi ile başta Resulullah’a olmak üzere tüm müminlere kâfirlerin tuzaklarına kanarak gevşememeleri ve her türlü tedbiri alarak sürekli güçlü ve donanımlı olmaları emri verilmektedir.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
84rum, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:10 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam