hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HUKUK > Hukuk > Özgürlük

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 6. September 2016, 05:47 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ 2-LAİKLİK

DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ 2- LAİKLİK.

“Laiklik nedir?” sorusu, günümüzdeki Türkiye koşullarında, bir ayrıntı olarak görülecek soyut ve teorik bir soru değil, yaşamsal pratik sonuçları olan ve Türkiye’nin geleceğini, istikrarını, birliğini ve bütünlüğünü belirleyecek olan temel bir sorudur.

Laiklik, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinden, hem de Anayasa’nın temel ilkelerinden birisidir. Laiklik konusu savsaklanacak ve küçümsenecek bir konu değildir. Türkiye’nin önümüzdeki aylarda ve yıllarda yoğun ölçekli bir iç savaşın içine sürüklenip sürüklenmeyeceği, laiklik konusunda oluşacak veya oluşmayacak bir uzlaşmaya ve anlaşmaya bağlıdır.

Oysa, medyada zaman zaman bu konu gündeme geldiğinde görüyoruz ki, laiklik kavramının ve ilkesinin ne anlama geldiğini, siyasetçilerin, bürokratların, akademisyenlerin, gazetecilerin, muhabirlerin, köşe yazarlarının, televizyon yorumcularının büyük çoğunluğu bilmiyor! AKP’li, CHP’li, MHP’li, HDP’li, partili, partisiz farketmiyor. Kamuoyuna yön veren büyük çoğunluk bu kavramın ve ilkenin ne anlama geldiğini bilmiyor! Kilit makamlara ve mevkilere gelmiş kişiler bile laiklik ilkesinin anlamını bilmiyorsa, sade vatandaş bunu nasıl bilecek?!

Şu acı gerçekle herkesin yüzleşmesi gerekiyor: Cumhuriyet ne yazık ki, kendi kuruluş ilkesini, bırakın kendi vatandaşına, kendi vatandaşlarının “ileri gelenlerine” bile anlatabilmiş ve öğretebilmiş değildir. Bu aslında eğitim sisteminin bir skandalıdır. Öğretmen kendi anlamadığı şeyi, doğal olarak öğrencisine de anlatamamıştır. İlkokul’da da anlatamamıştır, Ortaokul’da da anlatamamıştır, Lise’de de anlatamamıştır, Üniversite’de de anlatamamıştır.

Bir ülkede, Anayasa’nın en temel kurucu ilkelerinden birisinin ne anlama geldiğini vatandaşlar bilmiyorsa, o ülkede hiçbir şekilde ve hiçbir zaman bir birlik, beraberlik, bütünlük ve istikrar sağlanamaz. O nedenle, laiklik kavramının ve ilkesinin ne anlama geldiğini, kamuoyuna yön verenlerin de, genel olarak vatandaşların da, en kısa sürede, (ezberlemesinde değil), öğrenmesinde ve kavramasında büyük yarar var.

LAİKLİK DİNE SINIR ÇEKMEKTİR

Laiklik, en kısa anlatımıyla, dine sınır çekmektir. Bu sınır nedir? Vatandaşın bireysel ve öznel alanıdır. Laiklik, dini, vatandaşın bireysel ve öznel alanına çekmek; dinin, devleti, siyaseti, hukuku ve eğitimi esir almasının önüne geçmektir. Laiklik, din ve devlet, din ve siyaset, din ve hukuk, din ve eğitim işlerinin ayrılması ve bunların ayrılması koşuluyla dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır. Buradaki “ayrılması” ifadesiyle anlatılmaya çalışılan da şudur: Dinin, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerine hükmetmesinin ve müdahale etmesinin önlenmesi; devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerinin, din kurallarına ve dini ilkelere dayandırılmasının önlenmesi.

Laikliğin geçerli olduğu bir ülkede, dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınması koşulsuz değildir, koşulludur. Bu koşul da, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim sisteminin din tarafından esir alınmasının önlenmesidir. Laiklik ilkesini tek başına “dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınması” olarak tanımlamak, sözcüğün tam anlamıyla bir ahmaklık ve cahillik örneği olduğu gibi, laiklik karşıtı odaklara hizmet etmektir.

Laikliğin geçerli olduğu bir ülkede, devletin dini olmaz, vatandaşın, kendi tercihine ve özgür iradesine göre, dini olur veya dini olmaz. Laikliğin geçerli olduğu bir ülkede, vatandaşlara ne dinsizlik ne de dindarlık zorla dayatılamaz. Laiklik, İslamcı siyasetteki bazı yalancıların iddia ettiği gibi dinsizlik anlamına gelmez. Laiklik, sadece, dinin geçerli olabileceği sınırları ve alanları belirler.

DİNE NEDEN SINIR ÇEKİLMELİDİR?

Laiklik ilkesi vasıtasıyla dine bir sınır çekilmesinin nedenleri ve gerekçeleri de açıktır:

1) Tanrı’nın varlığı ve öznitelikleri, ruhun ölümsüzlüğü, cennet, cehennem, peygamberlik ve vahiy gibi dinlerin temel tezleri göreceli ve tartışmalıdır, mutlak değildir. Vatandaşlar farklı dinlere üye olabilecekleri gibi, Felsefe ve Bilim tarihi boyunca dinlerin tezleri tartışılmış, dindar teizm, dinsiz teizm, deizm, fideizm, panteizm, ateizm, agnostisizm gibi farklı kuramlar ortaya atılmıştır. Özgür ve demokratik bir ülkede her vatandaş bu akımlardan birisini veya başkasını, belirli bir dini veya dinsizliği, devletin ve hükümetin dayatmasına göre değil, kendi özgür iradesine göre tercih etmek hakkına sahiptir.

2) Dinler açısından bir başka önemli unsur olan Ahlak, tarih boyunca, dinin tekelinde olmamıştır. Dinler de ahlak adına öğretiler ve ilkeler ortaya koysalar da, din dışı ahlak öğretileri ve ilkeleri de varlığını her zaman sürdürmüştür. Hem Felsefe tarihinde, hem de Felsefe dışı gelenekler tarihinde, dindar olsun veya olmasın, farklı ahlak anlayışları ve ilkeleri her zaman var olmuştur. Musevi, Hristiyan veya Müslüman olmayan, ayrıca Paganist veya Şamanist de olmayan Platon, Aristoteles, Epikuros gibi filozofların, yaklaşık 2300-2400 yıl önce, ahlak, iyilik, erdem, adalet, cesaret, dostluk üzerine yazdıkları yüzlerce sayfalık metinler; Hristiyanlık ve İslam dinlerinin belli bölgelerde yaygınlaşmaya başlamasından sonraki dönemde, özellikle 18. Yüzyıldan itibaren, Hume, Diderot, D’Holbach, Marx, Russell, Sartre gibi ateist veya agnostik filozofların Ahlak adına ortaya koydukları kuramlar ve yazdıkları metinler, bu konudaki en önemli göstergeler arasında yer alır. Bununla birlikte ve buna bağlı olarak, Ahlak da, göreli bir konudur. Belirli bir dinin, mezhebin ve geleneğin ahlak anlayışını tüm vatandaşlara dayatmak, özgürlük ve demokrasi kavramıyla doğrudan çelişmektedir.

3) Orta Doğu çıkışlı tektanrıcı dinlerin Tevrat, İncil, Kur’an gibi temel kitaplarındaki bazı ayetler, modern hukuk ve bilim ile çelişmektedir. Kur’an’dan örnek vermek gerekirse, hırsızlık, zina, şahitlik, miras gibi konularda 7. Yüzyıl koşullarına göre yazılanlar, günümüzde geçerli değildir. Hatta Kur’an’da ceza olarak öngörülen bazı şeyler, modern hukuka göre suçtur. Örneğin hırsızlığın cezası günümüzde el kesmek değildir, hapistir; zinanın cezası 100 değnek/kırbaç değildir, zina sadece boşanmak için bir gerekçedir; kadının mirasta ve şahitlikte hakları erkekten az değildir, erkek ile eşittir. Bilimsellik açısından bakacak olursak, Kur’an’da, insanın Tanrı tarafından çamurdan ve topraktan yaratılmış olduğuna dair ayetler, Biyoloji’deki evrim kuramıyla; dünyanın değil, ayın ve güneşin yörüngede olduğuna dair ayetler, Kopernik’ten beri geçerli olan güneşmerkezci Astronomi kuramıyla bağdaşmamaktadır.

Sonuçta, Siyaset Felsefesi, Hukuk Felsefesi, Epistemoloji (Bilgi Felsefesi), Bilim Felsefesi ve Etik (Ahlak Felsefesi) açısından bakıldığında, laiklik ilkesi, insanlık tarihinde ortaya konmuş en önemli uzlaşma ve toplumsal barış kuramlarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Laiklik, Tevrat, İncil ve Kur’an’da yazanlara vatandaşın bireysel ve öznel dünyasında inanmasını ve ona göre ibadet etmesini engellemez, ancak bu inançların, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim alanlarına karışmasını ve bu alanları egemenliği altına almasını engeller.

Laiklik ilkesinin geçerli olmadığı bir ülkede, demokrasi değil, teokrasi geçerli olur. Orta Çağ’dan sonra, teokrasiden demokrasiye, başka bir deyişle, “Tanrı’nın egemenliği”nden, halkın egemenliğine geçiş, başka ilkeler dışında, laiklik ilkesi sayesinde de olanaklı olmuştur. Laiklik, demokrasinin tek önkoşulu değildir, ancak, en önemli önkoşullarından birisidir. Serbest seçimli çok partili sistem; yasama-yürütme-yargı arasında güçler ayrılığı; düşünce-ifade-basın-yayın-örgütlenme özgürlüğü; ekonomik-sosyal adalet, nasıl demokrasinin vazgeçilmez unsurları arasında yer alıyorsa, laiklik de, demokrasinin bir diğer vazgeçilmez unsuru ve önkoşulu olarak yer alır. “Ben laiklik ilkesine karşıyım, ama demokrasiden yanayım” ifadesi, kendi içinde büyük bir çelişkiyi içerdiği gibi, Siyaset Felsefesi, Hukuk Felsefesi, Epistemoloji, Bilim Felsefesi ve Etik’i yok sayan ilkel, dogmatik, despotik, yapay ve zorlama bir anlayıştır.

Bugün dünyanın tüm demokratik ve gelişmiş ülkelerinde, örneğin, Avrupa Birliği ülkelerinde, ABD’de, Kanada’da, Avustralya’da, Japonya’da laiklik ilkesi geçerlidir. Bu ülkelerin devlet yapısında laiklik ile demokrasi karşıt kavramlar olarak değil, birbirini tamamlayan kavramlar olarak ortaya konuyor.

FARKLI LAİKLİK TANIMLARI YOKTUR

Laiklik karşıtı odakların ve onların stepnesi olan sözde liberallerin uydurduğu bir başka şey de, “farklı laiklik tanımları” safsatasıdır. Farklı laiklik tanımları ve kavramları diye bir şey yoktur. Sadece laiklik ilkesinin farklı uygulamaları ve laiklik ilkesinin geçerli kılınması amacıyla ortaya konan farklı yöntemler ve pratikler vardır. Bu farklı uygulamalar ve pratikler de, farklı ülkelerin farklı zamanlarda içinde bulundukları farklı koşullarla ilgilidir.

Bu bağlamda, “sekülerlik” ile “laiklik” terimleri farklı anlamlara ve kavramlara işaret etmezler. İki sözcüğün kökeni de Latince’dir ve dünyevi olana, ilahi-ruhani olmayana, ruhban sınıfına ait olmayana işaret eder. Bu terimin yukarıda anlattığımız biçimiyle siyasi bir tanıma, kavrama, ilkeye ve kurama dönüşmesi de, Locke, Voltaire, Montesquieu, Hume, Rousseau, Kant gibi filozofların da katkısıyla, 17. Yüzyıl’da başlayıp, 19. Yüzyıl’da tamamlanmış bir süreçtir. “Laiklik” ve “sekülerlik” terimleri, 19. Yüzyıl’dan önce yaygın bir biçimde kullanılmamış olsa da, işaret ettiği anlam, kavram ve içerik, 19. Yüzyıldan önce, Orta Çağ karşıtı Aydınlanma devrimleriyle ve kuramlarıyla oluşmuş, 19. Yüzyıl’da da, yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Fransa’da, 1789 devrimiyle birlikte, laiklik ilkesinin yaşama geçebilmesi için uygulanan yöntemler, Britanya ve ABD’de ki uygulamalara göre daha radikal olmuştur. Bunun temel nedeni, Fransa’da geçerli olan mutlak monarşinin, Britanya’daki monarşik düzene ve 1776 Amerikan devrimi sonrası ABD’de geçerli olan siyasi düzene göre daha katı olmasından, Fransa’da parlamento veya kongre dengesinin olmamasından, kilise ile monarşik devletin, Britanya’ya ve ABD’ye göre, daha fazla iç içe geçmiş olmasından ve Fransa’da kilisenin toprak mülkiyetinin, Britanya ve ABD’deki kiliseye göre, çok daha fazla olmasından kaynaklanmaktadır.

TÜRKİYE’DEKİ İLK UYGULAMASI

Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde 1920 yılından itibaren gerçekleşmeye başlayan devrimlerden önce, Osmanlı İmparatorluğu, 1789 Fransız devrimi ve 1776 Amerikan devrimi sayesinde yaşanan süreçleri geçirmemişti. Başka bir deyişle, Tanzimat’taki bazı reform çabalarına rağmen, Monarşik-Teokratik-Feodal düzen hala geçerliydi.

Buna rağmen, Atatürk ve İnönü döneminde, laiklik ilkesinin yaşama geçirilmesi yönündeki uygulamalar, hiçbir zaman, 1789 Fransız devrim sürecindeki kadar radikal olmamıştır, 1789 kadar kanlı bir devrim süreci yaşanmamıştır. Ayrıca, bu süreç içinde, vatandaşların dini inanç ve ibadet özgürlükleri hiçbir zaman engellenmemiş, laiklik karşıtı İslamcı ve dinci odaklara ve devrim karşıtı dinci cemaatlere karşı mücadele verilmiştir.

Cumhuriyet, laikliği benimsemiş dindarlık ile laiklik karşıtı dincilik arasında bir ayrım yapmış, devrim paradigması içinde, köktendinci akımlara karşı mücadele vermiştir. Bu dönemde yapılanlar büyük ölçüde, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerinin din kurallarından arındırılması, dinin, bu alanlara müdahalesinin ortadan kaldırılması doğrultusunda, yani, laiklik ilkesinin tanımına ve anlamına uygun bir biçimde gerçekleşmiştir.

Hilafetin kaldırılması, “Türkiye Cumhuriyeti devletinin dini İslam’dır” ifadesinin Anayasa’dan çıkması, Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası ve medrese tarzı eğitim sisteminin ortadan kaldırılması, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversitede laik-bilimsel eğitim sistemine geçilmesi, zorunlu din dersi uygulamasının kalkması, üniversite reformu, Medeni Yasa, din kurallarından arındırılmış bir Anayasa’nın ve yasaların oluşturulması, kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmesi, kadınların eğitim ve çalışma yaşamına dahil olması, Anayasa’ya laiklik ilkesinin konması gibi birçok uygulama, laiklik ilkesinin yaşama geçmesi yönünde gerçekleştirilmiş önemli ve temel devrimlerdir.

Bu bağlamda, laiklik karşıtı odakların ve onların stepnesi bazı sözde liberallerin ortaya attığı bir başka safsatayı da burada deşifre etmekte büyük yarar var. Onların ortaya attığı, “Osmanlı’da, Hristiyan dünyasında var olan katı dini yapılanma yoktu, o nedenle laiklik ilkesini Türkiye’de uygulamak gereksizdi” biçimindeki komik iddia tamamıyla gerçek dışıdır.

Bu iddianın içinde gerçek dışı olan birinci şey şudur: Hristiyanlık diye bir genelleme yapılamaz. Hristiyanlar Hristiyanlık içindeki farklı mezhepler, farklı yapılanmalar içinde olmuşlardır. Örneğin Katolik ve Ortodoks mezhebinin yapılanması, Protestan mezhebinin yapılanmasından farklıdır. Katoliklikte Papalık adı verilen bir üst makam vardır. Papa tüm Katoliklerin ruhani lideridir. Benzer bir biçimde, Ortodoksluk’ta Patrikhanelik adı verilen bir üst makam vardır. Patrik tüm Ortodoksların ruhani lideridir. Protestanlık’ta böyle bir makam ve hiyerarşik yapılanma yoktur. Martin Luther’in öncülüğünde 16. Yüzyıl’da gerçekleşen ve Avrupa’nın kuzey bölgelerinde yaygınlaşan dinde reform hareketiyle, birey ile Peygamber, birey ile Tanrı arasındaki hiyerarşik yapılı aracı kurumlar önemli bir ölçüde kaldırılmıştır.

Osmanlı’daki dini yapılanma ise, tam olarak Katoliklik ve Ortodoksluk ile örtüşmese de, Protestanlık’taki yapılanmayla da uzaktan yakından benzerlik taşımıyordu. Çünkü Osmanlı’da, (farklı dönemlerde farklı derecelerde etkileri olsa da), Halife, Ulema ve Şeyhülislam olarak adlandırılan kişiler ve o kişilerin oturduğu makamlar vardı. Saltanatlıkla, yani Monarşik mekanizmayla iç içe geçmiş bu makamlar, birey ile Peygamber, birey ile Tanrı arasındaki aracı kurumlardı ve bu makamlar kendilerini adeta Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi, Peygamber’in sözcüsü ve din alanındaki en büyük otorite olarak görüyorlardı. Ayrıca Halife, tüm Müslümanların ruhani lideri ve temsilcisi sayılıyordu.

Bunun dışında, Osmanlı’da, yaygın ve etkin bir cemaat ve tarikat örgütlenmesi vardı. Belli başlı şeyhler ve tarikat liderleri, birey ile Peygamber, birey ile Tanrı arasında aracı rolü üstleniyorlardı, ayrıca kendilerini bir dini cemaatin mutlak lideri ve ağası gibi görüyorlardı.

Cumhuriyet döneminde laiklik alanında gerçekleşen devrimlerin, Osmanlı’da daha önce gerçekleşememiş olmasının nedenleri arasında bu etkenler de vardı. O nedenle, Cumhuriyet’te laiklik ilkesinin uygulanmasını gerektirecek bir durumun olmadığı ve laiklik ilkesinin sadece “Batıyı” bağlayan bir şey olduğu tezi tamamıyla bir uydurmadan ibaret olduğu gibi, anti-laik İslamcı siyasete ve cemaatçi yapılanmaya bahane üretmek için kullanılan bir yalandır.

HANGİLERİ LAİKLİK İLKESİNE AYKIRIDIR?

Bu çerçevede, yukarıda ortaya konan laiklik tanımı ve kavramı üzerinden, somut olarak, hangi güncel unsurların laiklik ilkesine aykırı olduğunu veya olmadığını ortaya koymakta yarar var. Çünkü laiklik ilkesi, hem kavramsal bir temel üzerinden, hem de somut örnekler üzerinden irdelenmeden anlaşılamaz.

Üniversite’de Başörtüsü:

Üniversitelerde 1984 yılından itibaren Kenan Evren ve Turgut Özal döneminde uygulanmaya başlanan başörtüsü/türban yasağı, laiklik ilkesinin bir gereği değildir. Bu uygulamanın laiklik ilkesiyle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Bu yasakçı uygulama açık bir biçimde, başörtülü/türbanlı vatandaşın eğitim hakkının gasp edilmesi anlamına gelmekteydi. Başörtüsü/türban Müslüman olmanın zorunlu bir koşulu mudur, değil midir ve/veya başörtüsü/türbanın yaygınlaşması iyi midir, kötü müdür, bu ayrı bir tartışmadır. Ancak bu yasak, laiklik ilkesinin zorunlu kıldığı bir uygulama değildir. Üniversitede bir öğrencinin dini bir simgeyle ve/veya dini referans içeren bir kıyafetle okuması, eğitim-ders programının ve müfredatının içeriğini etkileyen bir unsur olmadığı ve eğitim-ders programının ve müfredatının din kurallarına göre belirlenmesi anlamına gelmediği için, başörtülü/türbanlı öğrencilerin üniversitede okuması laiklik ilkesine aykırı değildir. (Bu vesileyle, bir üniversite öğretim üyesi olarak, sadece yasak kalktıktan sonra değil, başörtüsü/türbanın üniversitede yasak olduğu dönemde de, bu yasağa her zaman karşı çıktığımı ifade etmek isterim).

Yargıda-Emniyette-Askeriyede Başörtüsü:

Bu kurumlar adaletin, güvenliğin ve toplumsal huzurun sağlanmasında kilit bir rol oynadıkları için ve vatandaşların önünde tarafsızlık kimliklerini korumak ve vatandaşa tarafsız olduklarını göstermek konusunda tüm kurumlardan daha duyarlı olmak zorunda oldukları için ve buna da bağlı olarak belli bir standart kıyafet disiplini (üniforma, cüppe vs) içinde çalıştıkları için, bu kurumlarda çalışan personelin başörtüsü/türban ile görev yapması, başörtüsünün/türbanın kurumun bürokratik yapısını, hukukunu, yönetmeliklerini, çalışma esaslarını değiştirmek anlamına gelmemesi nedeniyle, doğrudan laiklik ilkesine aykırılık oluşturmasa da, laiklik ilkesinin ruhuyla bağdaşmaz. Özellikle Türkiye gibi laik ve anti-laik kutuplaşmasının vatandaşlar arasında çok yoğun olduğu bir ülkede, adaletin ve güvenliğin sağlanmasıyla yükümlü kurumlarda bu tür uygulamalara gitmek, son derece sakıncalı ve tehlikelidir.(Bizce laik Türkiye Cumhuriyetinde yetkili kişinin tercihi/tarafını gösterdiğinden sakıncalıdır. G.Y.)

Diyanet İşleri Başkanlığı:

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığı, genel sanının aksine, laiklik ilkesine aykırı değildir. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, dinin devlet işlerine müdahale etmesi için değil, devletin din işlerini koordine etmesi amacıyla kurulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, camiiler, müftüler, imamlar, mezarlıklar, cenazeler ile ilgili işlemlerin özel sektöre ve/veya özel cemaatlere ve tarikatlara terkedilmesi yerine, devlet tarafından koordine edilmesi için kurulmuş bir kurumdur. Diyanet İşleri Başkanlığı’na 1950’den itibaren karşı-devrimci laiklik karşıtı kadroların yerleşmiş olması, ayrıca bu kurumun sadece Sünni mezhebine hizmet vermesi ve Alevi mezhebini dışlaması, laiklik ilkesine aykırıdır. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yanlış uygulamalarından bağımsız olarak bir kurum olarak varlığı, laiklik ilkesine aykırı değildir. Çünkü yukarıda da ifade edildiği gibi, laiklik tanımındaki “din ve devlet işlerinin ayrılması” ilkesindeki “ayrılması” sözcüğü, devletin din işlerini koordine etmemesi bağlamında değil, dinin devlet işlerine karışmaması ve müdahale etmemesi anlamında kullanılmaktadır.

Din Üzerinden Kadrolaşma:

Devlette ve bürokraside kadrolaşmanın liyakat, yetenek ve beceri ölçütleri yerine dindarlık ölçütlerine göre gerçekleşmesi laiklik ilkesine aykırıdır. Devlette ve bürokraside görev yapan bir kişi özel yaşamında dindar (veya dinsiz) olabilir, ancak dindarlık (veya dinsizlik) ölçütü üzerinden bu görevlere getirilemez ve dindar ise din kurallarına göre bu görevleri yürütemez. (Müftülük ve imamlık gibi devlet kadroları bu kapsamın dışındadır).

Din Üzerinden Siyaset:

Din üzerinden siyaset yapmak ve siyasi partilerin programlarını ve tüzüklerini din kurallarına göre oluşturmak, dindarlık ölçütlerine göre siyasi makamlara kimlerin geleceğini belirlemek, laiklik ilkesine aykırıdır. Siyasetçi özel yaşamında dindar (veya dinsiz) olabilir ancak dindarlık (veya dinsizlik) üzerinden siyaset yapamaz, dindarlık (veya dinsizlik) ile ilgili dünya görüşünü siyaset yoluyla vatandaşlara dayatamaz.

Din Temelli Hukuk:

Din kuralları ve ilkeleri üzerinden Anayasa, yasa, mevzuat ve yönetmelik oluşturmak laiklik ilkesine aykırıdır. Hukuk sistemi din kitaplarında, örneğin Kur’an’da yazılan ayetlere referans verilerek oluşturulamaz. Hukuk sistemini temsil eden savcılar, yargıçlar, avukatlar, din kuralları üzerinden karar veremezler ve görevlerini din kurallarına göre uygulayamazlar, sadece din kurallarından arınmış Anayasa, yasa, mevzuat ve yönetmeliklere göre hukuksal işlemlerini yürütürler ve kararlarını alırlar.

Zorunlu Din Dersi:

İlkokul, Ortaokul ve Lise’de 1982’den beri var olan ve Kenan Evren’in askeri dikta rejimi tarafından dayatılan zorunlu din dersi uygulaması laiklik ilkesine aykırıdır. Zorunlu din dersi, içinde tüm dinlere ve mezheplere eşit yer ayırsa da, dinin eğitim sistemine doğrudan müdahalesi anlamına gelmektedir. Din, (yukarıda ifade edildiği biçimde) öznel ve tartışmalı bir konu olduğu gibi, temelinde “vahiy” ve “iman” olan ve sorgulama içermeyen bir alandır. Din, Matematik ile, Felsefe ile, Astronomi, Fizik, Kimya, Biyoloji gibi Doğa Bilimleri ile, Tarih, Sosyoloji, Psikoloji gibi Sosyal Bilimler ile, Türkçe, İngilizce gibi dil çalışmaları ile aynı kategoride görülemez. Ayrıca kendisi veya ailesi dindar olmayan öğrenciler için de din dersinin zorunlu olması laiklik ilkesine aykırıdır ve dinin, dindar olmayan vatandaşa eğitim yoluyla zorla dayatılması anlamına gelmektedir. Din, bir ders haline dönüştürülemez, dönüştürülse bile, ancak seçmeli bir ders olarak varlığını sürdürebilir. Ancak Dinler Tarihi formatında bir dersin, tüm dinlere ve mezheplere eşit yer ayırması ve ders programındaki diğer derslerden daha fazla ders saatinden oluşmaması koşuluyla, zorunlu ders olarak verilmesi, laiklik ilkesine aykırı değildir.

İmam Hatip Okulları:

İmam Hatip okulları, müftülüklere personel ve camiilere imam yetiştirmek için kurulmuş meslek okullarıdır. Bu biçimiyle İmam Hatip okulları laiklik ilkesine aykırı değildir. Çünkü bu görevlerde çalışacak kişilerin de belli bir dini eğitim alması ve bu alanda uzmanlaşması zorunludur. Ancak müftülüklere personel ve camiilere imam ihtiyacının ötesinde bir sayıda İmam Hatip okulu açmak, bu okulları, meslek eğitimi dışı, bilimsel eğitimle birlikte zorunlu dini eğitimin verildiği alternatif standart okullara dönüştürmek, hem Öğretim Birliği yasasına, hem de laiklik ilkesine aykırıdır. Dünyanın tüm demokratik ve laik ülkelerinde tüm vatandaşlar, öğretimde birlik ve bütünlük ilkelerine dayalı temel, zorunlu ve standart bir bilimsel, sorgulayıcı ve yaratıcı eğitimden geçerler, dinin zorla dayatıldığı bir eğitimden geçmezler. Oysa İmam Hatip okullarında, ders programının ve müfredatının neredeyse yarısı dini eğitimden oluşuyor. Ortaokulda, Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri, Sosyal Bilgiler ve Yabancı Dil gibi temel derslerle birlikte, Kur’an-ı Kerim, Arapça, Hz. Muhammed’in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler zorunlu dersler olarak veriliyor. Lisede de, Edebiyat, Tarih, Coğrafya, Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Yabancı Dil gibi derslerle birlikte, Kur’an-ı Kerim, Mesleki Arapça, Temel Dini Bilgiler, Siyer, Fıkıh, Tefsir, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Hadis, Kelam dersleri veriliyor. Avrupa Birliği ülkelerinde ve ABD’de ders programında dini konulara diğer okullara göre daha fazla saat ayıran okullar bulunsa da, (örneğin ABD’deki katolik okulları), bu okulların toplam okullar içindeki sayısı ve yüzdesi, Türkiye’deki sayının ve oranın çok altında olduğu gibi, dini konulara ayrılan ders saatleri de, Türkiye’deki İmam Hatip okullarının çok altındadır. AKP döneminde İmam Hatip okulları’nın sayısı yaklaşık 4 kat arttı ve sayıları 2000’i aştı. Türkiye’de yaklaşık 85bin camii varken (İslam dünyasında en fazla camiinin olduğu ülke Türkiye), yarım milyondan fazla öğrenci İmam Hatip Okulları’nda okuyor. Bu öğrencilerin camiilere imam olmak için okumadıkları açık. İmam Hatip okulları günümüzdeki niceliğiyle ve niteliğiyle, dinin eğitime müdahalesi, dinin eğitim sisteminin önemli bir bölümünü esir alması, dinin eğitim sistemi aracılığıyla öğrencilere zorla dayatılması anlamına gelmektedir ve laiklik ilkesine tamamıyla aykırıdır.

4+4+4 Eğitim Modeli:

AKP’nin icad ettiği bu eğitim modeli laiklik ilkesine aykırıdır. Çünkü bu modelle, yaşı itibarıyla, pedagojik ve psikolojik açıdan ders programı seçmeye hazır olmayan bir çocuk, daha 4. sınıftayken ve 10 yaşındayken, dini içerikli ders programı ile bilimsel içerikli ders programı arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyor. Bu seçimleri de zaten genellikle çocukların kendisi değil, velileri yapıyor. 4+4+4, İmam Hatip benzeri bir modelin, diğer okullarda da, 4. Sınıftan itibaren seçilmesinin kapısını açmaktadır. 4+4+4 sistemi, İmam Hatip benzeri bir modelin, ağır aksak da olsa laik-bilimsel eğitim veren okullara eklemlenmesi ve 8 yıllık standart laik-bilimsel zorunlu eğitimin 4 yıla inmesidir. Bu da yine, dinin eğitime müdahalesi, dinin eğitim sistemini esir alması, dinin eğitimi egemenliği altında almasının en çarpıcı örneklerinden birisidir.

Kur’an Kursları:

Kur’an Kursları, kaçak olmaları durumunda, eğitim ve maliye ile ilgili yasalara ve mevzuata aykırıdır, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla, devletin teşvikiyle ve devletin denetiminde açılmaları durumunda da, laiklik ilkesine aykırıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı verilerine göre Türkiye’de (kaçak olanlar hariç) 13bini aşkın Kur’an Kursu bulunuyor. Dünyanın hiçbir demokratik ve laik ülkesinde bu kadar yüksek sayıda İncil Kursu bulunmaz. Bu kurslar açık bir biçimde, eğitimin dinselleştirilmesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenlemesi gereken eğitim sistemine, Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla dinci darbe vurulması anlamına gelmektedir. Cumhuriyet kurulduğundan beri, Kur’an’ın içeriğini öğrenmek isteyen her vatandaş, basımı, yayını ve dağıtımı serbest olan Kur’an’ın, hem Arapça aslını, hem de Türkçe çevirisini-mealini temin edebilir ve okuyabilir. Kur’an’ın Kur’an kurslarında henüz reşit olmayan çocuklara ve gençlere aile baskısıyla Arapça veya Türkçe ezberletilmesinin ve dayatılmasının, bilimsel bir eğitim sistemiyle ilgisi olmadığı gibi, bu uygulama tamamıyla laiklik ilkesine aykırıdır ve dinin eğitime egemen olmasının ve müdahale etmesinin örneklerinden bir tanesidir.

İlahiyat Fakülteleri:

İlahiyat Fakülteleri’nin varlığı laiklik ilkesine aykırı değildir, çünkü bu fakülteler zorunlu temel eğitimin bir parçası değillerdir ve reşit olan öğrencinin seçimine ve tercihine göre öğrenci alan fakültelerdir. Ancak dünyanın hiçbir laik ve demokratik ülkesinde de, İlahiyat Fakültesi sayısı ve oranı, Türkiye’deki kadar yüksek değildir. Türkiye’deki üniversitelerde çoğu AKP döneminde açılan 80’i aşkın İlahiyat Fakültesi bulunmakta, her yıl 10bini aşkın öğrenci bu fakültelere girmektedir. Başka bir deyişle, Türkiye’deki üniversitelerin yaklaşık %45’inde İlahiyat Fakültesi bulunmaktadır. Bu da üniversitelerin belli bir ölçüde dini eğitime yönelmesine yol açan bir gelişmedir. Yaklaşık % 45’lik bu oran ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde daha düşük olduğu gibi, ABD ve AB ülkelerinde Teoloji-İlahiyat fakültelerinde, Felsefe dersleri bağlamında, din ve din içi teizm ile birlikte, ateizm, agnostisizm ve din dışı teizm gibi akımlara da, ders programında, Türkiye’ye göre daha fazla yer verilmektedir. Türkiye’de ise bazı istisnalar hariç, İlahiyat Fakülteleri’nde eğitim, Kur’an Kursu ve İmam Hatip zihniyeti ile verilmekte, eğitimin Felsefe boyutu ihmal edilmektedir. Dolayısıyla, İlahiyat Fakülteleri’nin varlığının değil, günümüzdeki niceliğinin ve niteliğinin, laiklik ilkesiyle bağdaşmadığı söylenebilir.

ANAYASA VE SONUÇ

Sonuç olarak, Anayasa’daki laiklik ilkesine vurulan darbeleri bertaraf etmenin ve Anayasa’daki laiklik ilkesini yaşatmanın yolları bellidir:

1) Din üzerinden siyaset yapmak uygulamasına son verilmesi.

2) Din üzerinden devlette kadrolaşma gerçekleştirilmesine son verilmesi.

3) Din üzerinden yargıda kararlar alınmasına son verilmesi.

4) Yargı, emniyet ve askeriyede başörtüsü/türbanın serbest kalması uygulamasının önüne geçilmesi.

5) Zorunlu din dersi uygulamasının kalkması.

6) 4+4+4 eğitim modelinin ortadan kalkması, 8 yıllık temel zorunlu laik-bilimsel eğitim modeline dönülmesi.

7) İmam Hatip okullarının meslek okulu olarak varlığını sürdürmesi, müftülüklere personel ve imam ihtiyacını karşılayacak kadar İmam Hatip okulunun açık kalması, geriye kalan İmam Hatip okullarının kapatılması veya adlarının değişmesi ve ders programında dini içerikli ders oranının yüzde 5’e veya yüzde 10’a düşürülmesi.

8) Kur’an Kursları’nın tamamının kapatılması.

9) Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki anti-laik dinci kadrolaşmanın ortadan kaldırılması, ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hem Sünni, hem de Alevi mezhebine hizmet vermesinin sağlanması.

10) İlahiyat fakültelerinin sayısında azalmaya gidilmesi, mevcut fakültelerde de Felsefe derslerinin, dogmatik olmayan çoğulcu bir yaklaşımla verilmesi.

Bu uygulamalar, Anayasa’nın değiştirilemez olan 2. Maddesinde yer alan “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” ilkesinin ve yine Anayasa’nın 24. Maddesinde yer alan “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” ilkesinin gereğidir.

Bu uygulamalara karşı çıkanlar biliniz ki, Anayasa’ya ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerine düşman olan anti-laik odaklardır. Böyle bir kesimle de, toplumsal bir uzlaşma ve milli bir mutabakat sağlamak olanaklı değildir.

Örsan K. Öymen

(Bazı tanım ve anlatımlar yönünden (meselâ: yukarıda Dine Neden Sınır Çekilmelidir başlığının 3. şıkkı gibi bazı konularda) yazar ile aynı düşüncede olmamama rağmen laik hakkında geniş bir bilgi verdiğinden sunmayı uygun buldum.)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (6. September 2016 Saat 09:17 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (8. September 2016)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
2laİklİk, dün, vıcdan, özgürlüğü


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:27 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam