hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > KUR'AN'I ANLAMA METODU (Ali Rıza Borazan) > KUR'AN'I ANLAMA METODU (Ali Rıza Borazan)

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 11. May 2011, 10:34 PM   #1
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Kur'an'daki Ayetleri anlama Metodu

Kur’an, peygamberimizin peygamber oluşuyla peygamberlik tarihinin bitişi arasındaki bir kültürü yansıtır. Kur’an’dan inişinden önceki ve Kur'anın inişinden sonraki Arap toplumlarının kullandığı dil Kur’an’ın dilini yansıtmaz. Bu sebeple sözlüklerde geçen anlamlar Kur’an’ın kastettiği manayı vermez. Bu sebeple, kurandaki kelime ve ayetlerin açıklamasını sözlüklerdeki anlamlarla anlaşılmaya veya açıklanmaya çalışılırsa ilgi ve alakası olmayan yorumlar ortaya çıkar.

Bir örnek verecek olursak.

Ümmi: Sözlükte.okuma yazma bilmeyen anlamında kullanıldığı halde Kur’an’da hiç bir kitaba tabii olmayan Mekke müşriklerin Özelliklerini yansıtır. Yani Allaha inandıkları halde Allahtan gönderilmiş olan kitaplara, peygamberlere. ve ahiret alemine inanmayan toplum olarak anlatılır.

62/2 O ümmiler içinde kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan onları arındırıp temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içindeydler.

29/48 Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı.

7/157 Onlar ki yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de geleceği yazılı bulacakları ümmi haber getirici olan elçiye uyarlar o onlara ma’rufu emrediyor. Münkeri yasaklıyor. Temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor. Ve onların ağır yüklerini üzerindeki zincirleri indiriyor, ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler işte kurtuluşa erenler bunlardır

Demek ki ayette de geçtiği gibi ümmi kelimesi okuma yazma bilmeyen anlamında değil, hiçbir kitaba bağlı olmayan anlamındadır.

Zaten ilerde de bunları detayı ile anlatacağımız gibi bir ticaret yapan bir kişinin okuma yazma bilememesi eşyanın yapısına uygun değildir.

Kur’an daki ayetler genelde iki Kısma ayrılmıştır.

1)Müteşabih olan ayetler

2)Muhkem olan ayetler:

3/7 "Sana kitabı indiren odur. Ondan kitabın anası(Temeli) olan bir kısım ayetler Muhkemdir. Diğerleri ise Müteşabihdir. Kalplerinde bir kayma olanlar fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan Müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise biz ona inandık, tümü rabbimizin katındadır derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez

Muhkem olan ayetlerin anlamı açıktır. Yoruma ve tevile ihtiyaç yoktur. Ama Müteşabih olan ayetler inceleme ve tahlil neticesinde ancak kastettiği mana algılanabilir. Muhkem ve Müteşabih ayetler hem Kur’an'ın içinde vardır hem de eşyanın yapısında vardır.

Kurandan bir müteşabih ayete örnek vermeye çalışalım.

4/157- Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.

4/158- Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

İşte bu ayetlerin kastettikleri manaları kuranın bütünündeki onunla ilgili ayetler bilinemezse çözülemez.

Burada "ölümün benzeri" ifadesini kullanırken, "hayati fonksiyonlarını yitirmiş" anlamında anlatmaktadır.
"Katımıza Yükselttik" ifadesiylede, "onu şereflendirdik, onure ettik" demektedir.

Bunları Hazreti isa peygamber ile ilgili konuda detayına anlattım.

Şimdi eşyanın yapısında olan müteşabih ile ilgili olan ayet ise ; Dağda bütün madenler olduğu halde onları tahlil ederek bakırını gümüşünü pilastiğini vs. ayrıştırarak onu araba otobüs uçak haline getirilmesi o konuda uzman olmayı gerektirmesi gibi.

Şimdi de Muhkem olan bir ayete kurandan örnek vermeye çalışalım.

2/136- Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."

Bu Ayette peygamberler arasında ayırım yapılmayacağını, Allah'tan gönderilmiş bütün kitaplarına inanılması gerektiğini anlatıyor. Aynen güneş doğduğu zaman ortalığın aydınlanması gibi.

Şimdi de Kur’an’ın anlaşılması ile ilgili metotları maddeler halinde sıralamaya çalışalım;

1- Kur’an daki geçen kelimeleri Kur’an’ın bütünlüğünde arayarak onun ne anlama geldiğini öğrenmek gerekir .
2- Kur’an Allah’ın bir kitabıdır ayetleri yorumlamaya çalışırken hiçbir ayetin hiçbir ayetle çelişmemesine dikkat etmek lazımdır .
3-Ayetler hangi konu ile ilgili bir meseleden bahsediyorsa o ilim dalının verilerine ters düşmemesi gerekmektedir
4- Kur’an’ı kerim genelde kelimeleri hep çift kullanmıştır burada ayetten bir örnek vermek istiyorum.

18/109”de ki rabbimin sözlerini (yazmak) için deniz mürekkep olsa yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirsek rabbimin sözleri tükenmeden önce elbette deniz tükeniverirdi ,”

Buradaki bahsedilen deniz nehirlerin biriktirdiği büyük su kütlesidir. Şimdi mecazi anlamda Kur’an’ın kullandığı denizi Kur’an’dan örneklendirmeye çalışalım.

18/60- “Hani Musa genç yardımcısına demişti; iki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim yada uzun zamanlar geçireceğim “

Buradaki bahsedilen deniz de yine mecazi anlamda kullanılan hayat denizdir.

5- Kur’an diğer dillerde olduğu gibi kıssaları anlatırken sanatsal bir üslupla anlatmıştır yani geçmişi geleceği ve anı aynı anda kullanma sanatı yapmıştır.
6- Kur’ an olayları anlatırken bir roman biçiminde değil de bir meseleyi Kur’an’ın her tarafına serpiştir.
7- Kur’an daki geçen her kelime bir manayı ifade eder. Hiç bir kelime hiç bir kelimenin yerini tutmaz. ve yerine kullanılmamıştır.
8- Kur’an iki gayib haberinden bahseder.Birisi insan kültürünün geliştikçe ilerledikçe çözebilecek oldukları gayib haberi,ikincisi de insan kültürünün ne kadar araştırsa incelese de çözemeyecek oldukları gayib haberidir.Bu ahret alemiyle ilgili yani kıyamet koptuktan sonraki ilgili bilgileri içerir.Zaten buna inananlara da mümin denir.
9- Kur’an’da Allah hitap ederken kendisi ile diyalog kurmak isteyenlere ancak hitap eder.Kur’an-ı Kerim’de ‘’Ey insanlar ,ey iman edenler, “ya resulüm” diye hitap ederken kafir olanlara peygamber aracılığıyla konuşuyor. Mesela diyelim ki “deki ey kafirler” ifadesini kullanıyor.

İşte Kur’an da ki ayetleri düzgün bir şekilde anlayabilmek için bu saydıklarımızdan genel olarak haberdar olmak gerekir.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 5 Kisi:
aRaYaN (17. November 2012), dost1 (12. May 2011), ilme muhtaç kul (27. May 2016), Miralay (12. May 2011), sevginur (4. November 2012)
Alt 12. May 2011, 02:33 PM   #2
FEDAKARADAM
Uzman Üye
 
FEDAKARADAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 418
Tesekkür: 51
95 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
FEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud of
Standart

Allah razı olsun.Güzel çalışmalar her zaman meyvesini vermektedir...
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK)
FEDAKARADAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
FEDAKARADAM Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (12. May 2011)
Alt 8. April 2013, 10:00 PM   #3
kuman
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Mar 2013
Mesajlar: 641
Tesekkür: 77
125 Mesajina 170 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
kuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud of
Standart

Süleymaniye vakfının İnternet sitesinden alınmıştır ;

Kuranı açıklamada usul.

Birçok sure, “Bunlar o açık Kitab’ın âyetleridir”[1] diye başlar. Bir âyet şöyledir:
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
“Biz bu Kitab’ı sana indirdik ki; her şeyi açıklasın, doğru yolu göstersin, ona bağlananlara bir ikram ve bir müjde olsun.” (Nahl 16/89)
Kur’ân’ın açık olması, Allah’ın rızık vermesine benzer. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ.
“Sizi yaratan Allah’tır; sonra rızkınızı vermiştir. Sonra canınızı alacak ve tekrar can verecektir.” (Rum 30/40)
Rızık, insanın yararlandığı yiyecek, içecek, barınak, evlat, yağmur ve ilim anlamlarına gelir. İhtiyacımız olan bazı şeyleri hazır bulabiliriz. Ama rızkın bir bölümüne ulaşmak gayret ister. Bir parça ekmek soframıza gelsin diye ne emekler harcanır! Ne ekip çalışmaları yapılır! Allah; tohumu, suyu, güneşi, toprağı, kısaca rızık için gerekli her şeyi yaratmıştır. Ama onları bir araya getirip rızık elde etmek insanın işidir. O, şöyle buyurur:
إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا.
“Senin Rabbin rızkı, çalışan ve gücü yeten için yayar.[2] O, kullarının içini bilir ve onları görür.” (İsrâ 17/30)
Kur’ân’dan yararlanmak, rızka ulaşmak gibidir. Bir çok âyetin açıklamaya ihtiyacı yoktur. Ama bazı âyetlerin açıklamasına ulaşmak gayret ister. Allah, Kur’ân’ı açıklamayı kendi üstlenmiş ve o açıklamalara ulaşmanın yolunu da göstermiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ. إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآَنَهُ. فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآَنَهُ. ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ.
“(Ya Muhammed!) Cebrail sana Kur’ân’ı bildirirken, aceleyle dilini harekete geçirme. Onu toparlamak ve okutmak bizim işimizdir.
Biz okuduğumuzda onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da bizim işimizdir.” (Kıyâmet 75/16-19)
Geleneğimizde Kur’ân; inanç, ibadet ve ahlakla sınırlı hükümler koyan bir din kitabı sayılır. Ama bunlarla ilgili âyet sayısı bini geçmez. Bunların her biri başka konularla da ilgili hükümler taşır. Kur’ân her şeyi açıkladığını bildirdiğine göre ona sınır çizmek yanlış olur.
Kur’ân’ın açıklamalarına ulaşmak için âyetler arası ilişkileri bilmek gerekir. Bu, rakamlar arası ilişkilere benzer. 0’dan 9’a kadar toplam 10 rakam vardır. Bütün hesaplar onlarla yapılır. İnsan, rakamlar arası ilişkileri ne kadar bilirse o kadar hesap yapar. Kimi onu, günlük hesaplarını tutacak kadar bilir. Kimileri de bilgisayarın, uzay teknolojisinin ve daha nice şeylerin hesaplarını yapacak kadar bilir. Her insan o rakamlardan, kendi bilgisi ölçüsünde yararlanır. Kur’ân’dan yararlanma da öyledir. Bazıları Kur’ân’ı anlamadan, sadece seslendirir ve bir takım beklentilere girer. Kur’ân bunlara ümmî adını verir. Bazıları onun açıklamalarına ulaşabilecek donanımdadır. Onlar sağlam bilgi sahipleridir.[3] Bazıları da bu ikisi arasında bir yerde bulunur.
Mesela, Süleyman aleyhisselam zamanında Kitap’tan bilgisi olan bir kişi, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar, Yemen’den Kudüs’e getirmiştir.
Süleyman kuş dilini bilirdi. Kuşlara, cinlere, insanlara ve bunlardan oluşan ordulara hükmeden büyük bir krallığı vardı. Saba Kraliçesi Belkıs, ona karşı konamayacağını anlamış, Kudüs’e gelmek ve Süleyman’a teslim olmak üzere yola çıkmıştı. Onun, büyük ve gösterişli bir tahtı vardı. Bu haberi alan Süleyman, önde gelen adamlarını topladı ve şöyle dedi:
قَالَ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَيُّكُمْ يَأْتِينِي بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَنْ يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ. قَالَ عِفْريتٌ مِنَ الْجِنِّ أَنَا آَتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَ وَإِنِّي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٌ. قَالَ الَّذِي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ أَنَا آَتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَنْ يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآَهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هَذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَنْ شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ.
“Ey önderler! Onlar gelip teslim olmadan önce sizin hanginiz kraliçenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit dedi ki: Ben, onu sana sen makamından kalkıncaya kadar getiririm. Bana güvenebilirsin, benim buna gerçekten gücüm yeter. O Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi de: Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm dedi ve getirdi. Süleyman tahtı, yanına kurulu görünce dedi ki: Bu beni denemek için rabbimin bir ikramıdır; şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü? Kim şükrederse faydasını görür. Nankörlük eden etsin. Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, onun iyiliği boldur.” (Neml 27/38-40)
Tahtı, göz açıp kapayıncaya kadar getiren kişinin bilgi aldığı kitap Tevrat’tır. İsrail peygamberlerinden olan Süleyman’ın makamında “O Kitap = el-Kitab” diye bahsedilen kitap başkası olamaz.
“Kitabı bilen” değil de “Kitap’tan bilgisi olan” ifadesi önemlidir. Demek ki o kişinin Kitab’ın tamamını bilmesi gerekmemiş, kendi uzmanlık sahası ile ilgili âyetleri bilmesi yeterli olmuştur. Bu, uzaktaki eşyayı getirme bilgisidir. Bugün eşyanın ışınlanması ile ilgili çalışmalar yapılıyor ama uzaktaki bir eşyayı getirmek hayal bile edilemiyor.
Kur’ân’ı, sadece din kitabı sayanlar yukarıdaki âyetleri anlayamazlar. Bu sebeple tefsir bilginleri bu konuda zorlanmışlardır. Kimisi bu olayı bir keramet, kimisi de Süleyman aleyhisselamın mucizesi sanmış ve çelişkiye düşmüşlerdir.
Mucize, bir peygamberin peygamberlik belgesi; keramet de Allah’ın bir kuluna ikramıdır. Kimse Allah adına söz veremeyeceği için keramette de mucizede de iddia olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآَيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ.
“Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan bir mucize getirme yetkisine sahip değildir.” (Ra’d 13/38)
Tahtın getirilmesi olayında iddia vardır. Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi, Süleyman’a “Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm” demiştir. Dolayısıyla bu olay ne mucizedir, ne keramet. âyette belirtildiği gibi Allah’ın kitabından alınmış bir ilimdir. Bu ilim Kur’ân’da da olmalıdır. Kur’ân’ın gösterdiği yöntemle hareket edilirse o bilgiyi bulup çıkarmak mümkün olur.
Kur’ân’ı bizzat Kur’ân açıklamış, Allah’ın Elçisi, söz ve uygulamaları ile onların önemli bir kısmını bize göstermiştir. Kur’ân bize, önceki kitaplardan yararlanma yolunu da göstermiştir. İslam- fıtrat ilişkisine vurgu yapan âyetler, Kur’ân’ın anlaşılmasında fıtratın önemine işaret etmiştir. Kur’ân’ın Arapça olması da Arap dilinin önemini göstermektedir. İşte bu yöntemlerle âyetlerin açıklamalarına ulaşmak mümkün olur.
kuman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 8. April 2013, 10:01 PM   #4
kuman
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Mar 2013
Mesajlar: 641
Tesekkür: 77
125 Mesajina 170 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
kuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud of
Standart

1. KUR’ÂN’IN KUR’ÂN’I AÇIKLAMASI
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ.
“Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır.” (Hûd 11/1)
Muhkem; sağlamlaştırılmış, lafız ve anlam açısından şüphe doğuracak bir yanı olmayan söze denir. Muhkem âyetler Allah tarafından açıklandığına göre açıklama diğer âyetlerle olur. Buna göre Kur’ân, muhkem âyetler ve onlarla ilgili tafsilat veren âyetler olmak üzere ikiye ayrılır. Konuyla ilgili ikinci âyet şudur:
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ
“Allah sözün en güzelini, müteşâbih mesânî bir kitap olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23)
Birbirine benzeyen iki şeye müteşâbih denir. Mesânî (مثَانِي) ise ikişer anlamına gelen mesnâ (مثَنى)’nın çoğuludur.[4] Demek ki, Kur’ân âyetleri birbirine benzer ikişerli kümelerden oluşmaktadır. Bu, bir âyetin bir çok âyetle benzeştiğini ve ikili ilişki içinde olduğunu gösterir. Benzer âyetleri herkes bulup çıkaramaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ.
“Bu, bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okuyuş olarak açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet 41/3)
Benzer âyetleri bulup çıkarmak bilen bir kavmin işidir. Kavim; erkekler topluluğu demektir ama Kur’ân genelinde erkek ve kadınlardan oluşan toplum anlamında kullanılmıştır.[5] Kur’ân’ın Arapça olması, içlerinde Arap dilini iyi bilenlerin olmasını gerektirir. Aşağıdaki âyette belirtildiği gibi bunlar sıradan uzmanlar değil; “الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ=er-râsihûne fi’l-ilm” yani ilimde derinleşmiş, sağlam bir yer edinmiş ve bazı kesin sonuçlara ulaşmış kimselerdir. İşte Kur’ân’ın açıklamaları, böyle bir topluluk içindir.
Konuyu tam olarak ortaya koyan âyet şudur:
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“Sana bu Kitab’ı indiren odur. Onun bir kısmı muhkem âyetlerdir. Onlar Kitab’ın anasıdır. Öbürleri ise müteşâbihtirler. İçlerinde yamukluk olanlar, fitne çıkarma isteği ve onu tevîl isteği ile müteşâbih olanına uyarlar. Oysa onun tevîlini Allah’tan başkası bilmez. Sağlam bilgi sahipleri şöyle derler: “Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır.” Böyle düşünenler sadece içi temiz olan kimselerdir.” (Âl-i İmrân 3/7)
Tevîl, bir şeyi hedefine çevirmektir.[6] Müteşâbih âyetlerin hedefi muhkemlerdir. Onlardan birini diğerine çeviren ve birini diğeri ile açıklayan Allah Teâlâ’dır. Bunu başkası yapamaz. Ama “.. içlerinde yamukluk olanlar, fitne çıkarma isteği ve onu tevîl isteği ile müteşâbih olanına uyarlar.” Yani âyetler arası ilişkileri göz ardı edip onları istedikleri hedefe çevirmeye ve fitne çıkarmaya çalışırlar.
İyi niyetli olduğu halde âyetler arası ilişkiyi yanlış kuran alimler de olabilir. İçlerinde fitne çıkarma isteği ve âyetleri kendi arzularına göre tevîl isteği olmadığı için onlar, yukarıdakilerden sayılmazlar.
“Sağlam bilgi sahipleri derler ki; biz buna inanırız, hepsi de Rabbimiz katındandır”. Yani âyetleri muhkem ve müteşâbih olarak indiren, onları birbirine bağlayıp tevîl yapan odur. Biz âyetleri tevîle değil, Allah’ın tevîlini bulmaya çalışırız.
Âyetler arası ilişkiler ağını göremeyenler; tevîl, müteşâbih ve mesânî kelimelerine farklı anlamlar yüklemişlerdir. Bu yüzden bir çok âyet yanlış tevîl edilmiş ve bu tevîller nice İslâmî kurumu, sıkıntı kaynağı haline getirmiştir. Talak, evlenmede velâyet ve faiz konuları[7] buna örnek olabilir. Açıklamasız kalan veya yanlış açıklanan çok sayıda âyet de vardır. Bunlara “işittik ve isyan ettik”[8] âyeti ile Hac Suresi’nin 15. âyeti[9] örnek verilebilir.
Âyetler arası ilişkilerin görülememesi, Kur’ân-Sünnet bütünlüğünün kaybolmasına ve hadislerle Kur’ân arasındaki bağın, gereği gibi görülememesine yol açmıştır. Bu sebeple çoğunluk, Sünneti, Kur’ân’ın yanında, ondan bağımsız, ikinci delil saymış ve kopukluğu derinleştirmiştir. Bu tavır, Kur’ân ile Sünnetin zıt anlamlar içerebileceği veya farklı sahaları düzenleyebileceği iddiasını beraberinde getirmiştir. Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz satışlarını düzenleyen hadisin algılanışı ile faiz âyetleri arasındaki zıtlık buna örnek olabilir.[10] Bunlardan bazıları daha ileri giderek Sünnetin Kur’ân’ı nesh edebileceğini söylemişler, bazıları da Kur’ân, Kur’ân’ı, Sünnet Sünneti nesh eder; bunlardan biri diğerini neshedemez demişlerdir.[11]
Kur’ân–Sünnet, ilişkisinin yanlış kurulmasından doğan sıkıntılar sebebiyle kimi alimler, Sünneti dikkate almazken, kimileri de sıkıntının Kur’ân’dan kaynaklandığını sanarak “tarihselci” yaklaşımla Kur’ân’ı, indiği zamana ve indiği coğrafyaya veya dînî ve ahlâkî ilişkiler sahasına hapsetme gayretine girmişlerdir. Bu yaklaşımlar; hem yanlış tevîllerin sahasını genişletmiş, hem de bazı âyetleri görmeme veya tarihe hapsetme gibi ağır sonuçlar doğurmuştur. Çoğunluğun ortak hatası ise, güvendikleri alimlerin kitaplarında yer alan bilgileri, olduğu gibi doğru kabul ederek Kitap ve Sünnet açısından yeteri kadar eleştirememeleridir. Ama yukarıdaki âyetlerin ortaya koyduğu metot, yanlış tavırların tamamına engel olacak niteliktedir.
Şimdi muhkem, müteşâbih, mesânî ve tevîl kelimelerine, Kur’ân’ın verdiği anlam ile ulemanın verdiği anlamı karşılaştırmalı olarak görmeye çalışalım:
1.1. Muhkem
Muhkem; lafız ve anlam açısından şüphe doğuracak yanı olmayan söze denir.[12] Muhkem âyet, “şöyledir” veya “değildir” diye açık ve kesin hüküm bildirir. Bunun tanımında bir ihtilaf yoktur.
1.2. Müteşâbih
Müteşâbihin kökü, benzerlik anlamına gelen şibh veya şebeh’tir. Birbirine benzeyen iki şeye müteşâbih, aradaki benzerliğe teşâbüh denir.[13] Aşağıdaki sekiz âyette kelime bu anlamdadır.
وَبَشِّرِ الَّذِينَ آَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا.
a. “İnanan ve iyi işler yapanlara müjde ver; içinden ırmaklar akan cennetler onlar içindir. Onun her ürününden yararlandıkça “bu daha önce yararlandığımız şeydir” diyeceklerdir. Onlara orada müteşâbih şeyler verilecektir.” (Bakara 2/25)
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَ إِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللَّهُ لَمُهْتَدُونَ.
b. “Bizim için Rabbine sor, o nasıl bir şeydir, bize açıklasın. Bize göre, sığır sığıra müteşâbihtir, Allah’ın desteği olursa doğru olanı yaparız” dediler.” (Bakara 2/70)
وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللَّهُ أَوْ تَأْتِينَا آَيَةٌ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ.
c. “Kendini bilmezler derler ki: “Allah bizimle de konuşsa, yahut bize de bir belge gelse ya!. “Onlardan öncekiler de bu ağzı kullanmıştı. Kalpleri müteşâbih oldu.” (Bakara 2/118)
وَهُوَ الَّذِي أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَأَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًا وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ أَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ.
d. “Gökten su indiren Allah’tır. O onunla her türlü bitkiyi çıkarır.[14] Yeşilliği ondan; üst üste binmiş taneleri de yeşillikten çıkarır. Hurmadan; onun tomurcuğundan sarkan salkımları, üzüm bağlarını, zeytini ve narı da müştebih ve gayri müteşâbih halde çıkarır.” (En’âm 6/99)
وَهُوَ الَّذِي أَنْشَأَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ.
e. “Çardaklı ve çardaksız bitkileri, yenmeleri farklı hurma ve ekini; zeytini ve narı, müteşâbih ve gayri müteşâbih halde var eden odur.” (En’âm 6/141)
أَمْ جَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
f. “Yoksa Allah’la ortak özellikte varlıklar oluşturdular ve onlar, Allah’ın yaratması gibi yarattılar da yaratılanlar kendilerine müteşâbih mi göründü? De ki, her şeyi yaratan Allah’tır. O tektir, her şeye hâkimdir.” (Ra’d 13/16)
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا مَثَانِيَ
g. “Allah sözün en güzelini, müteşâbih ve mesânî bir kitap olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23)
هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آَيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ.
h. “Sana bu Kitab’ı indiren odur. Onun bir kısmı muhkem âyetlerdir. Onlar Kitab’ın anasıdır. Öbürleri ise müteşâbihtir.” (Âl-i İmrân 3/7)
Alimler müteşâbihe, yukarıdaki yedi âyette “birbirine benzeyen iki şey” anlamı vermişler ama Al-i İmran 7. âyetteki müteşâbihi, hiçbir delile dayanmadan, şöyle tarif etmişlerdir: “Anlamı kapalı olan, Kitap ve Sünnette ne kesin ne de zannî herhangi bir delil bulunmadığından alimlerin aklının onu idrake yetmeyeceği âyettir.”[15]
Muhkemler “Kitab’ın anası, geriye kalanı müteşâbih” olduğundan, Kur’ân’ın büyük bir bölümünün müteşâbih olduğu açıktır. Çünkü “ana” her zaman az, diğerleri fazla olur. Bu sebeple yukarıdaki tarif, âyetlerin büyük bir kısmının anlaşılamayacağı iddiasını da taşımaktadır. Bunu kabul etmek mümkün olmadığından her alim, yine bir delile dayanmadan müteşâbih sayısını sınırlama gayretine girmiştir. Taberî’nin İbn Abbâs’tan nakline göre muhkem; Kur’ân’ın nâsihi, helâli, haramı, hadleri, farzları, inanılan ve amel edilen âyetleridir. Müteşâbih ise; Kur’ân’ın mensuhu, geçmiş ve gelecekle ilgili haberleri, yeminleri, örnekleri ile inanılan ama amel edilmeyen âyetleridir.[16]
Ragıb el-İsfahanî’ye göre müteşâbih üçe ayrılır:
1. Kıyâmetin vakti, dâbbet’ül-ard ve çıkış şekli gibi bilinmesi mümkün olmayan müteşâbih.
2. Garip lafızlar ve muğlak hükümler gibi insanların bir şekilde bilebilecekleri müteşâbih.
3. İlimde derinleşmiş alimlerin bilip onların dışında kalanların bilemeyeceği müteşâbih.[17]
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır konuya bilimsel izah getirme gayretiyle şöyle demiştir: “İki şeyin birbirine karşılıklı ve eşit olarak benzemesine teşâbüh, benzeyenlerden her birine müteşâbih denir ki, biri diğerinden seçilemez, zihin onları ayırt etmekten aciz kalır. Teşbih ve müşabehette bir taraf eksik ve ikinci derecede, diğer taraf tam ve esas olur. Teşâbühte[18] ise her iki taraf aynı kuvvette ve eşit benzerlikte olur, benzerlikler farklılıkları örter de şu âyetlerdeki gibi seçilemez olurlar: “Muhakkak ki, o inek bize teşâbühlü oldu.” (Bakara, 2/70), “Kalpleri teşâbühlü oldu.” (Bakara, 2/118), “…ve onun müteşâbihi kendilerine verilecek.” (Bakara, 2/25) Demek ki teşâbüh seçilememeye sebeptir. Seçilememek bunun gerektirdiği bir anlamdır.”[19]
Bu izahın ilmî bir yanı yoktur. Elmalılı bunu, Fahrettin Razî’den almıştır.[20] Yukarıdaki âyetleri, kendi tefsir ederken aynı hataya düşmemiştir. Bakara 25. âyeti şöyle tefsir etmiştir: “Acaba iki âlemdeki bu meyveler gerçekte aynı çeşitten midir? Hayır aynı çeşitten değil, benzerdirler, birbirine karşılıklı olarak bir benzeyişleri vardır. Gerçekte ise aralarında büyük farklar vardır.”[21] Yani bir karıştırma söz konusu değildir.
Bakara 70. âyetle ilgili tefsiri şöyledir: “Bu bakara bize müteşâbih geldi, hangi bakara olduğunu kestiremedik. Biz onun özelliklerini sordukça bize başkalarında da olan özellikler açıklanıyor.”[22] Başkalarında da olan özellikler, benzer özelliklerdir.
Elmalılı’nın Bakara 118 ile ilgili tefsiri ise şöyledir: “Görüyorsunuz, öncekilerle bunların kalpleri tamamen birbirine benzemiş, duygu ve düşünceleri sanki birbirinin aynı olmuştur.”[23] Buradaki benzerlik de duygu ve düşünce benzerliğidir; yoksa onların birbirinden seçilememesi değildir.
Tefsir usülcüleri bir gariplik daha yapmış; Hûd suresinin ilk âyetini delil göstererek Kur’ân’ın hepsini muhkem, Zümer 23. âyeti delil göstererek hepsini müteşâbih, Al-i İmran 7. âyeti delil göstererek bazı âyetleri muhkem bazılarını da müteşâbih saymışlardır.[24]
Peygamberimiz müteşâbihle ilgili açıklama yapmamıştır. Aişe annemiz dedi ki; Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem, Âl-i İmrân 7. âyeti okudu ve şöyle dedi: “Kur’ân’ın müteşâbih âyetlerine tâbi olanları gördüğünüzde bilin ki onlar Allah’ın âyette haber verdiği kimselerdir, onlardan sakının.”[25]
Hadiste de müteşâbihin ne olduğu açıklanmadığı için ona, sözlük anlamını vermek gerekir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ.
“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlara iyice açıklasın.” (İbrahim 14/4)
Görüldüğü gibi ulemanın müteşâbih anlayışı, ne Kur’ân’a, ne Sünnete, ne Arap diline ne de bilimsel bir gerekçeye dayanır. Bu anlayış Kur’ân’ın, birkaç âyet dışında anlaşılmaz olmasını da gerektirir. Halbuki o, açık bir kitaptır. Bir çok sure “Bunlar o açık Kitab’ın âyetleridir”[26] diye başlar. Bu sebeple bu anlayışın kabul edilebilecek bir yanı yoktur.
Müteşâbih, birbirine benzeyen iki şeye denir. Bu, teşbihten farklıdır. Teşbih, benzerliği göstermek için değil, güçlü ve etkili bir anlatım için yapılır. “Aslan gibi cesur adam” veya “tilki gibi kurnaz çocuk” derken adam cesarette aslana, çocuk kurnazlıkta tilkiye benzetilir. Aslında ne adam aslana, ne çocuk tilkiye benzer. Yani bunların müteşâbih olmaları gerekmez. Müteşâbih olan şeyler cinsleri, nevileri ve sınıfları oluşturur. Eşya ancak bu şekilde tanınır. İlimler bu şekilde oluşturulur ve yeni hedeflere ancak bu şekilde ulaşılır.
Al-i İmran 7 ve Zümer 23. âyetler; Kur’ân âyetlerinin de müteşâbih olduğunu gösterir. Bunlar birbirini açıkladığından müteşâbih olmaları kaçınılmazdır. Öyleyse Kur’ân’ı öğrenirken, eşyayı öğrenir gibi davranmak, müteşâbih âyetleri kümelere ayırıp Kur’ân’ın açıklamasına ulaşmak gerekir. Benzerlik en az iki şey arasında olacağından Kur’ân’da ikili ilişkiler ağı vardır. Bunu âyetlerdeki mesânî kelimesi kuvvetlendirmektedir.
kuman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 8. April 2013, 10:02 PM   #5
kuman
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Mar 2013
Mesajlar: 641
Tesekkür: 77
125 Mesajina 170 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
kuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud of
Standart

1.3. Mesânî
Mesânîمثَانِي) ), mesnâ (مثَنى)’nın çoğuludur. Mesnâ,, ikişer, mesânî de ikişerler anlamına gelir.[27] Kelime, aşağıdaki dört âyette geçer:
وَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ذَلِكَ أَدْنَى أَلَّا تَعُولُوا.
a. “Yetim kızların haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız size helal olan diğer kadınlardan ikişer (mesnâ), üçer veya dörder nikah edin. Eşit davranamayacağınızdan korkarsanız bir kadınla veya sahip olduğunuz cariye ile yetinin. Böylesi, sıkıntıya düşmemeniz için daha uygundur.” (Nisa 4/3)
قُلْ إِنَّمَا أَعِظُكُمْ بِوَاحِدَةٍ أَنْ تَقُومُوا لِلَّهِ مَثْنَى وَفُرَادَى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ.
b. “De ki; size bir tek öğüdüm var: Allah için ikişer ikişer (mesnâ) ve teker teker kalkın ve iyi düşünün; arkadaşınızda bir delilik yoktur, o sadece şiddetli bir azâbın öncesinde sizi uyaran biridir.” (Sebe 34/46)
الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ.
c. “Gökleri ve yeri yaratan, melekleri, ikişer (mesnâ) üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah, neylerse güzel eyler…” (Fâtır 35/1)
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا مَثَانِيَ.
d. “Allah sözün en güzelini, müteşâbih ve mesânî bir kitap olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23)
Muhkem ve onu açıklayan müteşâbih âyet, iki âyet eder. Bunları açıklayan iki âyet daha olur. Bazı konularda bu âyetler iki, dört, altı, sekiz… şeklinde uzar gider. Bu âyetleri bulup ortaya çıkaranlar, her konu ile ilgili en ince ayrıntıya ulaşabilirler. Birbirini açıklayan âyetler arasındaki ikişerli ilişkiyi gösteren kelime mesânî kelimesidir.
Şu âyette de mesânî geçer. “Sana o mesânîden yedi tane ve yüce Kur’ân’ı verdik.” (Hicr 15/87) Burada kelime el-mesânî şeklinde marife olduğu için Zümer suresindeki anlamdadır. Böylece Hicr 87 ile Zümer 23. âyetleri bize, bütün âyetlerin mesânî olduğunu göstermiş olur.
Hicr 87, mesânîlerden yedisine dikkat çekmiştir ki, onlar Fatiha’nın âyetleridir. Bu sebeple Fatiha, Kur’ân’dan süzülmüş bir öz ve surelerin en yücesi olmuştur. Ebû Saîd el-Muallâ diyor ki, Mescitte namaz kılıyordum, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem seslendi cevap vermedim. Sonra “Ey Allah’ın Elçisi, namaz kılıyordum” dedim. “Allah Teâlâ; size seslendiğinde Allah’a ve Elçisine karşılık verin.” demiyor mu? Dedi ve devam etti: “Bu Mescitten çıkmadan sana bir sure öğreteceğim, o Kur’ân’ın en yüce suresidir.” Sonra elimden tuttu, mescitten çıkmak istedi; dedim ki, “Demedin mi, sana bir sure öğreteceğim ki, o Kur’ân’ın en yüce suresidir, diye?” Dedi ki; “El-hamdu lillah (Fatiha Suresi) bana verilmiş yedi mesânî ve yüce Kur’ân’dır.[28] Allah onun gibisini ne Tevratt’a, ne İncil’de indirmiştir.”[29]
Âyetler arası ilişkiler doğru kurulamayınca mesânîye de doğru anlam verilememiştir. Ulemanın önemli bir bölümü ona, tekrar etme, birkaç kere tekrarlama anlamı vermişler; bunu Kur’ân’da kıssaların, öğütlerin, hükümlerin, geçmişle ilgili haberlerin ve olayların tekrarlanması, rahmet âyetlerinin azap âyetlerine bitişik olması, birbirine zıt şeylerden, cennetten, cehennemden, iyi ve kötü kişilerin özelliklerinden bahsetmesi şeklinde açıklamışlardır.[30] Fahrettin Râzî şöyle demiştir:
“Kur’ân’da geçen her şey çifttir; emir-nehiy, amm-has, mücmel-mufassal, yer ve göklerin durumu, cennet- cehennem, karanlık-aydınlık, korku ve ümit gibi çifter çifterdir. Maksat Allah’ın dışındaki her şeyin çift olduğunu açıklamaktır. Bu da her şeyin zıddıyla yani kendine ters gelenle imtihan edildiğini gösterir. Tek olan sadece Allah Teâlâ’dır.”[31]
Râzî’nin sözleri güzeldir, ancak Kur’ân’ın açıklanmasına katkı sağlamamaktadır.
1.4. Tevîl
Tevîl sözlükte, (رد الشيئ إلى الغاية المرادة منه) bir şeyi hedefine çevirmektir.[32] Kur’ân’da bu anlam, mesânî prensibine uygun olarak dört yerde açıklanmıştır.

1.4.1. Musa ve Hızır Olayının Tevîli
Musa aleyhisselam Hızır’la[33] yolculuk yapmış, bazı davranışlarına dayanamamıştı. Çünkü Hızır, önce bindikleri gemiyi delmiş, sonra bir erkek çocuğunu öldürmüş ve sonra da kendilerini misafir etmek istemeyen bir kasabada yıkılmak üzere olan bir duvarı doğrultmuştu. Ayrılmaya karar verdikleri bir sırada Hızır;
سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا.
“… dayanamadığın işlerin tevîlini sana anlatacağım.” (Kehf, 18/78) diyerek şunları söylemişti:
أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدْتُ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا. وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا. فَأَرَدْنَا أَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا. وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا.
“Gemi, denizde çalışan ve başka işleri olmayan birkaç kişinindi; istedim ki onu kusurlu hale getireyim. Çünkü arkalarında sağlam gemilere zorla el koyan bir hükümdar vardı.”
“Oğlana gelince; ana babası inanmış kimselerdi. Onun onları azdırmasından ve inkara sürüklemesinden korktuk. İstedik ki Rableri onlara, daha temiz ve daha merhametli birini versin.”
“Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları iyi insandı. Rabbin istedi ki; onlar reşit olsunlar ve hazinelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinden bir ikramdır, bunları kendiliğimden yapmış değilim. Dayanamadığın işlerin tevîli işte budur.” (Kehf 18/79-82)
Her bir olayın tevîli, yani ana bağlantısı gösterilince Musa aleyhisselamın şaşkınlığı geçmişti.
1.4.2. Rüya Tevîli
Rüya yorumuna tevîl denir. Yusuf aleyhisselam zindanda iken hükümdar şöyle demişti:
وَقَالَ الْمَلِكُ إِنِّي أَرَى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَفْتُونِي فِي رُؤْيَايَ إِنْ كُنْتُمْ لِلرُّؤْيَا تَعْبُرُونَقَالُوا أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ وَمَا نَحْنُ بِتَأْوِيلِ الْأَحْلَامِ بِعَالِمِينَ. وَقَالَ الَّذِي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ أُمَّةٍ أَنَا أُنَبِّئُكُمْ بِتَأْوِيلِهِ فَأَرْسِلُونِ. يُوسُفُ أَيُّهَا الصِّدِّيقُ أَفْتِنَا فِي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ لَعَلِّي أَرْجِعُ إِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ. قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ فِي سُنْبُلِهِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تَأْكُلُونَ. ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تُحْصِنُونَ. ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ عَامٌ فِيهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَفِيهِ يَعْصِرُونَ.
“Ben, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Rüya yorumlamayı biliyorsanız rüyamı doğru yorumlayın.”
Dediler ki: “Bunlar karışık rüyalar; biz böyle rüyaların tevîlini bilmeyiz”.
(Yusuf ile zindanda iken) kurtulan iki kişiden biri, nice zaman sonra Yusuf’u hatırladı ve: “Ben size onun tevîlini bildireceğim, bana müsaade edin.” dedi. Sonra, Yusuf, aleyhisselama geldi, o da rüyayı tevîl etti ve dedi ki:
“Yedi yıl sürekli ekim yapın, bütün hasadı başağında bırakın; yiyeceğiniz az bir kısım başka. Sonra arkadan yedi kıtlık yılı gelir, bütün biriktirdiğinizi yer tüketir; sakladığınız az bir kısım başka. Sonra arkadan, halkın rahat edeceği bir yıl gelir, o zaman da sıkıp sağarlar”. (Yusuf 12/43-49)
Rüya tevîli, günlük hayattaki olaylardan hangisinin, rüyadaki sembole benzediğine bakılarak yapılır. Bu ilgiyi kuramayanlar, o tevîli yapamazlar. Hükümdarın adamları bunu yapamamışlardı.
1.4.3. Dünyanın Tevîli
Dünya imtihan yeridir. Buradaki her olayın ahiretle bağlantısı vardır. Doğru bağlantıyı kuramayanlar umdukları cennete değil, istemedikleri cehenneme giderler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَنَادَى أَصْحَابُ النَّارِ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَنْ أَفِيضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَاءِ أَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِرِينَ. الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فَالْيَوْمَ نَنْسَاهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَاءَ يَوْمِهِمْ هَذَا وَمَا كَانُوا بِآَيَاتِنَا يَجْحَدُونَوَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلَى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ. هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا تَأْوِيلَهُ يَوْمَ يَأْتِي تَأْوِيلُهُ يَقُولُ الَّذِينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَا أَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ قَدْ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ.
“Cehennem halkı cennet halkına şöyle seslenecektir: “O sudan ve Allah’ın size verdiği rızıktan bize de aktarın. Onlar diyecekler ki: Allah Teâlâ bunları kâfirlere haram kıldı.
Kâfirler, oyunu ve eğlenceyi kendilerine bir din, bir hayat biçimi edinenlerdir. Dünya hayatı onları aldattı. Bugün biz onları unutacağız; zaten onlar da böyle bir günle karşılaşacaklarını unutmuşlar ve âyetlerimizi bile bile inkâr etmişlerdi.
Biz onlara bir kitap göndermiş ve onu bilgiyle açıklamıştık. İman edeceklere doğru yolu göstersin ve bir ikram olsun diye göndermiştik.
Onlar onun tevîlinden başkasını mı bekliyorlar? Tevîli geldiği gün evvelce onu unutmuş olanlar şöyle diyeceklerdir: “Rabbimizin elçileri gerçekten doğruyu getirmişler. Bize şefaat edecek kimseler var mı ki şefaat etsinler. Ya da geri gönderilsek de yapıp ettiğimiz işlerden başkasını yapsak.” Onlar kendilerini tüketmiş kimselerdir. Uydurdukları şeyler de çekilip kaybolmuş olacaktır.” (A’raf 7/50-53)
Görüldüğü gibi dünyadaki davranışların âhiretle bağlantısı da tevîl kelimesi ile ifade edilmiştir. Asıl ve kalıcı olan âhirettir. Orada verilecek karşılık, burada yapılanların benzeri olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى إِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ.
“Kim bir iyilikle gelirse ona onun on katı verilir; kim de bir kötülükle gelirse ona sadece onun dengi bir ceza verilir. Hiçbirine bir haksızlık yapılmaz.” (En’am 6/160)
1.4.4. Âyetlerin Tevîli
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آَيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آَمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ.
“Sana bu Kitab’ı indiren odur. Onun bir kısmı muhkem âyetlerdir. Onlar Kitab’ın anasıdır. Öbürleri ise müteşâbihlerdir. İçlerinde yamukluk olanlar, fitne çıkarma isteği ve onu tevîl, isteği ile müteşâbih olanına uyarlar. Oysa onun tevîlini Allah’tan başkası bilmez. Sağlam bilgi sahipleri şöyle derler: “Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır.” Böyle düşünenler sadece içi temiz olan kimselerdir.” (Âl-i İmrân 3/7)
Yukarıdaki üç olayda olduğu gibi bu âyette de tevîl ana unsura değil açıklamaya bağlanmış “… Onun tevîlini Allah’tan başkası bilmez.” denmiştir. Burada ana unsur muhkem âyetler, onları açıklayanlar ise müteşâbih olanlardır. Âyetler arasında ilişki kurarak birini diğerine bağlayan Allah Teâlâ olduğu için onların tevîlini o yapmıştır. Araya benzerlik koymuş ki bağlantıları takip edip onun tevîlini bulabilelim. Âyetler arasında Allah’ın kurduğu ilişkiye bakmadan ulaşılan tevîl, Allah’ın tevîli olamaz. Bunu bilerek yapan, yoldan çıkar. Çünkü bu tavır, âyetleri bağlantılarından koparmayı ve bazı âyetleri görmemeyi zorunlu kılar. Dini kullanarak insanları yoldan çıkarmanın en kısa yolu budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ. إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَأُولَئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ.
“İndirdiğimiz açıklayıcı âyetleri ve ana yolu bu Kitapta insanlara açıkladığımız halde, gizleyenler var ya, Allah işte onlara lanet eder. Lanet edecek olanlar da lanet ederler.
Tevbe edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar başka. Onların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul ederim, ikramım boldur.” (Bakara 2/159-160)
Tevîlde bir ana konu, bir de onun açıklaması vardır. Hızır olayında ana konu, Musa aleyhisselamın bilmediği arka plandır. Gördüğü olaylar ise onların açıklamasıdır. Melik’in rüyası da ileride olacak olayların açıklamasıydı. Onun adamları rüya ile o olaylar arasında ilgi kuramadıkları için yorum yapamamışlardı. Dünyadaki her olayın ahiretle bağlantısı vardır. Bunlar ahirette kişinin başına gelecek şeylerin habercisidir.
Demek ki tevîl; benzerlikten yola çıkarak ana unsur ile açıklayıcı unsuru bulup açıklamaya ulaşmaktır. Âyetlerin tevîli için de benzerlikten yola çıkarak ana (muhkem) âyeti ve açıklayıcı (müteşâbih) âyetleri bulmak gerekir. Bu yol bizi, âyetlerin açıklamasına götürür.
Alimler müteşâbihe “akılların onu idrake yetmediği âyet-tir”[34] dedikleri için tevîle farklı anlam vermek zorunda kalmış-lar ve Al-i İmran 7’deki şu bölümü anlamada sıkıntıya düşmüş-lerdir:
وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا.
Kendilerine “cumhur” adı verilen çoğunluk buna, şu anlamı vermiştir: “Onun tevîlini Allah’tan başkası bilmez. Sağlam bilgi sahipleri şöyle derler: “Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır”. Bunlara göre müteşâbihler, Allah’ın kendi bilgisine has olmak üzere seçip ayırdığı âyetler olduğundan hiçbir âlim onların anlamını bilemez.
Azınlıkta kalan âlimler âyete şu anlamı vermişlerdir: “Onun tevîlini Allah ile sağlam bilgi sahiplerinden başkası bilmez. Onlar şöyle derler: “Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır.” Bunlara göre sağlam bilgi sahipleri, müteşâbihi bilirler.[35] Onların bu bilgiye nasıl ulaşacakları, tevîl kelimesine verilen anlamda gizlidir.
İmam Maturidî’ye göre tevîl: Kesinlik ve Allah’ı şahit tutma olmaksızın lafzın muhtemel anlamlarından birini tercih etmektir.[36]
Muhammed Ebû Zehra’ya göre: “Lafzı görünen anlamından alıp, başka anlam taşıyan ama görünmeyen anlamına hamletmek-tir.”[37]
Zekiyyüddin Şa’ban’a göre ise “Lafzın zahir manasında anla-şılmaktan engellenmesi ve bir delile binaen zahir olmayan başka bir mananın kastedildiğine hükmolunmasıdır.”[38]
Bu tariflere göre tevîl, bir sözü, görünen anlamından alıp, görünmeyen anlamına götürmektir. Görünmeyen anlam deyince ortaya belirsizlikler zinciri çıkar. Ulemanın tevîl anlayışının doğru gerekçelere dayanmadığı ortadadır.
kuman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 8. April 2013, 10:03 PM   #6
kuman
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Mar 2013
Mesajlar: 641
Tesekkür: 77
125 Mesajina 170 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
kuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud of
Standart

2. KUR’ÂN’I ALLAH’IN ELÇİSİNİN UYGULAMASI
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآَخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا.
“Sizin için; Allah’a ve ahiret gününe umut bağlayan ve Allah’ı çok anan (Allah’ın kitabını çok okuyan) herkes için Allah’ın Elçisi’nde güzel örnek vardır.” (Ahzab 33/21)
Allah’ın Elçisinin âyetler arası ilişkileri iyi bildiğinde ve uygulamayı ona göre yaptığında şüphe yoktur. Alimler, bu ilişkileri kurmada hata edebilirler. Ama Allah’ın Elçisinin, tespit ve uygulamaları denetim altında olduğu için bu konuda ona tam olarak güvenilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ. لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ. ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ. فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ.
“Eğer o Elçi bize karşı bir takım sözler uydursaydı onu en güçlü yerinden yakalardık, sonra şah damarını koparırdık, artık sizden hiçbiri bunun önüne geçemezdi.” (Hâkka 69/44-47)
يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللَّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ.
“Ey Elçi! Rabbinden sana her indirileni tebliğ et, etmezsen onun elçiliğini yerine getirmiş olmazsın. Allah seni insanlardan korur. Allah kâfirleri yola getirmez.” (Mâide 5/67)
Teblîğ; görevi eksiksiz yerine getirmektir. İnen âyetleri, Allah’ın Elçisinin insanlara bildirmesi tebliğ olduğu gibi uygulaması da tebliğdir. O, Veda Hutbesinin her bölümünü, “dikkat edin, tebliğ ettim mi?” sözüyle bitirmiş ve bunu üç kere tekrarlamıştı. Dinleyenler de “evet tebliğ ettin”, diye cevap vermişlerdi.
Allah’ın Elçisi’nin, hangi sünnetinin hangi âyetlerle ilgili olduğu hemen anlaşılmayabilir. Kur’ân’a ters ya da kendi içinde çelişkili görülerek kenara itilmiş çok sayıda hadis vardır. Ama onların ilgili olduğu âyet tespit edilirse çelişki ortadan kalkar. Buna şufa yani önalım hakkı ile ilgili hadis örnek verilebilir:
Câbir b. Abdullah’ın bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi, paylaşılmamış her şeyde şufa kararı vermiştir. Sınırlar çizilip yollar ayrıldıktan sonra şufa olmaz.[39]
Şufa şöyle tarif edilir: Satın alınan bir taşınmazı, müşteriye kaça mal olduysa o miktar ile kendine mal etmektir.[40] Mesela bir arsada ortak iki kişiden biri kendi payını, ortağına sormadan satsa, ortak bu satışa razı değilse, maloluş fiyatını ödeyip o payı müşterinin elinden alabilir. Halbuki müşteri, arsadaki payın yeni sahibi olmuştur; onu ondan zorla almak şu âyete ters düşer:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلَّا أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ.
“Müminler, mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin; karşılıklı rızaya dayalı bir ticaretle olursa yiyebilirsiniz.” (Nisa 4/29)
Allah’ın Elçisi, Kur’ân’a aykırı davranamayacağı için şufa hakkı, istisnai bir durum olabilir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَقَدْ فَصَّلَ لَكُم مَّا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ إِلاَّ مَا اضْطُرِرْتُمْ إِلَيْهِ.
“Allah size neyi yasaklamışsa açık açık bildirmiştir; zor durumda kaldıysanız başka.” (En’am 6/119)
Demek ki zor durumda kalan için farklı uygulama olabilir. Taşınmazdaki bir payın başkasına satılması, ortağı zora sokar. Şufa hakkı bu zorluğu giderme yoludur. Bu hakkın varlığını bilerek o taşınmazı satın alan, sonucuna katlanır. Peygamberimizin şufa ile ilgili sünneti bu âyetin uygulaması olur.
Sünnet Kur’ân’a tabidir. Kur’ân’dan bağımsız bir kaynak değildir. Allah Teâlâ Elçisi’ne şöyle buyurur:
إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ.
“De ki: Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım.” (Yunus 10/15)
اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ.
“(Ey Elçi!) Rabbin’den sana ne vahyedildi ise ona uy. O’ndan başka ilah yoktur, müşriklerden de yüz çevir.” (En’am 6/106)
Sünnet Kur’ân’a tabi olduğundan onu Kurân’dan ayrı değerlendirmek olmaz. Kur’ân önde, o arkada olmak üzere her konu, Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. O zaman, Peygamberimizin genel kurala aykırı veya çelişkili gibi gözüken söz ve uygulamalarının farklı alanlarla ilgili olduğu ortaya çıkar. Sünnet konusunda aceleci davranmamalı, onun ilgili olacağı âyet, mutlaka bulunmalıdır. Bu metot, uydurma hadisler için de kalkan görevi görür. Örnek olsun diye evlenmede velâyet ve faiz ile ilgili açıklamalara bakılabilir.[41]
kuman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 8. April 2013, 10:04 PM   #7
kuman
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Mar 2013
Mesajlar: 641
Tesekkür: 77
125 Mesajina 170 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
kuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud of
Standart

Yorum ve eleştiriler olacağını düşündüğümden sizlerle paylaşmak istedim
kuman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 8. April 2013, 11:00 PM   #8
merdem
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 1.606
Tesekkür: 667
710 Mesajina 1.305 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
merdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud of
Standart Bu da Süleymaniye Vakfi'nin sitesindendir

Buradan izleyebilirsiniz.


Bayindir Hoca, Peygamberin/Peygamberlerin ( Selam olsun hepsine ) vazifesi/vazifeleri ayetleri aciklamak degil, teblig etmektir diyor. Dogrudur. Kur'ani aciklamak Allah'a aittir. Biz tüm müslümanlarin da vazifesidir Kur'an'i duymayanlara duyurmak/iletmek.

Selam ve dua ile.
merdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 8. April 2013, 11:52 PM   #9
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleyküm! Değerli Kuman Kardeşim!

Gözüme çarpan Yusuf 43,44 den söz edeyim. Bu ayetlerde rüyadan sözedilmez. Yusuf suresinin hiçbir ayetinde rüya tabiri geçmez. Rüya uykuda olur ve bu da Arap dilinde " فى المنام fi’l-menâmi [uykuda]" şeklinde belirtilir. Bu ayetlerde söz edilen konu öngörü geleceği hayal ederek görmedir.

İnşaAllah uygun bir zamanda hep birlikte değerlendiririz.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 9. April 2013, 07:55 AM   #10
kuman
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Mar 2013
Mesajlar: 641
Tesekkür: 77
125 Mesajina 170 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
kuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud ofkuman has much to be proud of
Standart

Sevgili dost kardeş,
Benim asıl merak ettiğim müteşabih ayetler ile muhkem ayetler.
Bayındır burda müteşabih ayetlerin birden fazla yorum barındıran ayetler olmadığını benzer ayetler olduğunu söyleyip örnekler veriyor. muhkem ayetlerinin açıklayıcısı tamamlayıcısı gibi ifadeler kullanıyor.
Düşününce; Eğer Kuran da gerçektende birden fazla anlam taşıyan ayetler varsa bu farklı anlamlar taşıyan kuran olacak demektir ki buda Kuranın mantığına aykırıdır diye düşünüyorum.

Sayın Bayındırın mucize gibi konulardaki görüşlerine katılmıyorum.
Mirac olayını anlatırken. Mescidi aksanın 7 kat gökte olduğunu belirtiyor ve isminide veriyor cenetti gördüğü söylüyor oraya asansör gibi şeylerle çıktığını söylüyor. Fizik kanuna aykırı olan şeyler ancak Elçi cebraili gördüğünü yazıyor kendi şekli ile buda insanın görme yetisinin dışında olabilecek bir olay anlamama yardım ederseniz sevinirim.
kuman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
kuman Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (10. April 2013)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
anlama, ayetleri, kurandaki, metodu


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:00 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam