Tekil Mesaj gösterimi
Alt 2. October 2008, 02:37 PM   #2
adalet70
Yeni Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 9
Tesekkür: 2
4 Mesajina 7 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
adalet70 is on a distinguished road
Standart

Peki, Peygamber öleli on dört asır olduğuna göre ona “salât etmek” bugün ne anlama geliyor?
Mabetleri Itri’nin salât-ı münciyesi ile çınlatmak mı? Ki o mabetlerin arka sokaklarında kızlar diri diri gömülür, insanlar birbirini aldatır, yalan, dolan, haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, yoksulluk, açlık, zina, fuhuş uyyuka çıkar.
Ezan-ı Muhammedi’nin susmaması ve böylece “Muhammed” isminin semalarda inlemesi mi? Ki o semaların altında insanlar da zulümden inler.
Bu durumda Muhammed’e salat etmek yani destek vermek ne demektir?

Şu demektir: Yalanı, dolanı, haksızlığı, hırsızlığı, yolsuzluğu, yoksulluğu, açlığı, baskıyı, zorbalığı velhasıl bütün bir zulmü ortadan kaldırmak için meydana atılmak, gerçek ve adalet (hakk) uğruna savaşmak, vuruşmak… Bu uğurda gelen belalara göğüs germek, direnmek, dertleri ve acıları paylaşmak (sabr)… sevgi ve merhamet (rahmet) yumağı haline gelmek… Bunları yapanlara arka çıkmak, onlara arkadaş ve yoldaş olmak, elele vermek, omuz omuza mücadele etmek…

Allah, melekleriyle tıpkı peygambere yaptığı “salât” gibi, bunları yapanlara da “salât” edeceğini; destekleyeceğini, yardım edeceğini ve yanlarında olacağını söylüyor. Hakkı, sabrı ve rahmeti tavsiyeleşmek de, bunu yapanlara Allah’ın melekleriyle birlikte “salât” etmesi de bu olmak icap eder.

Aksi halde, biliniz ki, “Kim bana şu kadar salavât getirirse bu kadar günahı affolur” türünden hadislerin aslı yoktur, uydurmadır. Günahları affettirmenin yolu yaptığı kötülükten dünyadayken dönüş yapmak (tövbe), helallik dilemek ve onu bir daha yapmamaktır. Bunu yapmadıkça insanlara haksızlık yapanlara ve yeryüzünde zorbalık yapanlara (Şura; 42) isterseler yüz bin salavât çeksinler af yolu kapalıdır. Dikkat edin! Sadece Müslümanlara değil; “insanlara” zulmedenlere ve sadece Ortadoğu’da değil; “yeryüzünde” zorbalık yapanlara…

***
Ali Şeriati’yi ilk okuduğumuz yıllarda peygamber ve sahabe isimlerinden (Kur’an’ın uslübuna paralel) Muhammed, Musa, İbrahim, Ali, Ömer, Ebubekir, Zeyd vs. diyerek konuşmasını çok yadırgar ve öğrenci evlerinde “Mahalleden arkadaşı gibi konuşuyor, bu adam Müslüman mı?” tartışması yapardık. Onun sade, yaşayan, çağa dönük dinamik dili, bizim zihinlerimizi sarmış ağdalı tapınak ve vaiz diline çok yabancı gelirdi.

Sonradan anladım ki asıl onun yaptığı doğru. Kur’an’ın bu hususta vermek istediği mesajı bütün riskleri göze alarak asıl o sürdürüyor.
Dini kitaplara bakın başta peygamber isimleri olmak üzere “mübarek” şahısların ismi, hazretleri (Hz.), sallallahu aleyhi ve’ssellem (s.a.v), radıyallahu anha (r.a), kaddasallahu ve sirruhu (k.s) ifadelerinden geçilmez. Bunları okuyan birisi, kendisini ulaşamayacağı başka bir dünyaya; kutsi ruhlar, evliyalar alemine girmiş gibi hisseder ve sürekli acaba günah mı işliyorum endişesi taşır. Bir an evvel buradan çıkarak hayata, yaşama dönmek ister. Dönünce de “Oh be hayat varmış” duygusu taşır. Çünkü bu dil hayatın dili değildir. Anlaşılmaz ifadelerle örülü, kendine özgü Arapça dini terimler yığınından ibaret bir tapınak dilidir. O mesleği bilenlerce açıklanıp yorumlanması gerekir. Biliyorum, böyle söylememe “meslek erbabı” çok kızıyor. Hazırladığım meale “Ruhanilik kaybolmuş, Kur’an sanki sokağa sesleniyor gibi olmuş” diyorlar. Tam isabet! Notre Dema’nın Kamburu filmini seyrederken papazın “Peder, İncili tercüme edeceğiz, herkes anlayacak” teklifine öfkeyle “Hayır olmaz! o zaman ben ne olacağım.” Demesi gibi…
Bunların peygamberin bize arkadaş olmasıyla ne alakası var demeyin. Bilin ki iş buralardan başlayacak…

***
Önce din dili yaşamın dili olarak yeniden ifade edilecek. Yaşamın dilinden ayrı bir din dili olmadığı gösterilecek. Bize yakın ve sıcak gelen, yaşayan, canlı bir dil… Çünkü ilk doğduğunda öyleydi.
Peygamber, bize çok uzaklarda, örnek alınamayan, hiçbir zaman bize arkadaş olamayacak bir rüyalar, ruhaniler, mucizeler alemi figürü olmaktan çıkarılacak. Yanınızda yürüyen, evinize misafir olan, borç isteyen, düşmanı şehrin dışında mı karşılasak diye soran, bak bu iyi fikir hiç öyle düşünmemiştim diyen, nasıl gidiyor evlilik diye hal hatır soran, hoş geldin gözüm gel buyur otur diye yer gösteren “arkadaş” bir peygamber olacak.
Evet, arkadaş!
“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” demişiz değil mi?
Neden?
Çünkü arkadaş olursa ancak örnek alabilirsiniz. Aksi halde “dini lider” veya “ruhani rehber” örnek alınmaz. Sırlı rüyaların beyazlar içindeki ruhani dedesi gibi size buhurlar içinden nazarla bakar ve kaybolur. Ona salavât getirilir, tesbih çekilir. Yanınızda yürüyen, yaşayan bir örnek olamaz. “Bu da bizim gibi çarşılarda yürüyor, yemek yiyor, su içiyor. Bu nasıl peygamber?” dersiniz. Onu hayatın içinde görürseniz salavât çektiğim bu muydu diye itiraz edersiniz. “Git, bana buhurlar içinde tekrar görün” dersiniz. Ali, Ahmet, Hasan diye anılırsa basbayağı bizden birisi olacağı için kabullenemezsiniz.

Bu nedenle şu an çıksa evinize veya işyerinize gelse “Ben Muhammed, merhaba” dese küstaha bak diye üzerine yürürsünüz.
Bu nedenle Ali Şeriati “Muhammed kimdir” diye kitap yazınca, din bekçisi kesilip yazarı hizaya sokma havasında ve gayet takva numunesi edasıyla “O senin mahalle arkadaşın mı?” diye zılgıt çekersiniz.

Bu nedenle “salavât çekmek” artık peygamberi bize arkadaş kılmıyor. Bizden uzaklaştırıyor. Öyle bir saygı anlayışı ki ismini anamıyorsunuz. Yanınızda, yörenizde göremiyorsunuz. İnsan arkadaşının ismini kırk türlü salavât seremonisi ile anar mı? Bir çırpıda ve direk ismini söyleyemiyorsanız arada resmiyet var demektir ve o sizin arkadaşınız olamaz. Arkadaşınız olamazsa örnek de olamaz.

Kaldı ki “Allah’ın Resulü” dışında bir isimle anılacaksa ona en yakışan ve tamamen gerçeğin ta kendisi olan ifade Muhammedu’l-Emin (Dürüst Muhammed) olabilir. Bundan daha büyük bir unvan ne olabilir? Zaten o önce bu olduğu için Allah’ın Resulü olmuştur: “Sana olan nimeti sayesinde Rabbin ile konuşuyorsun, cinlerle değil. Bu sana lütuf ve ikram dışında hak ettiğin bir karşılıktır. Çünkü senin muazzam bir ahlakın var; hiç kuşkusuz!” (Kalem; 68/2-4).

Bana sorarsanız Ali Şeriati’nin tarzı daha doğru. Hem uslup olarak Kur’an kullanımına uygun, hem de gayet sade bir dil. Hayattan kopuk, ağır ve ağdalı bir tapınak dili yaratmıyor. Peygamberleri ulaşılmaz, yaşanan hayatta karşılığı olmayan, kendileriyle “arkadaş” olunamayacak, uzaklarda piri fani varlıklar olarak resmetmiyor. Kendi hayatımıza, içimize, yanı başımıza getiriyor. Ben bu dili daha çok seviyorum.

Ne yani peygambere “arkadaşımız” gözüyle mi bakacağız derseniz, “Evet, o sizin arkadaşınız” derim. Çünkü hem Kur’an, hem de kendisi öyle diyor.
Kur’an, onun için “arkadaş” kelimesini bizzat kullanır:
“Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.” (34/46), “Arkadaşınız yoldan çıkmış ve sapıtmış değildir.” (53/2), “Arkadaşınız bir mecnun değildir.” (81/22), “Arkadaşı ona ‘üzülme Allah bizimle beraberdir’ dediği zaman…” (9/40).

Onun öğrencileri, tebası, muridleri, hayranları, fan kulubü vs. değil; sahabeleri yani “arkadaşları” vardı. Veda hutbesinde de onlara böyle hitabetti: Ashabım! (Arkadaşlarım!)
Ne asil ve klas bir hitap!
Ne demek arkadaş? Arkanda duran, sırtını güvenle yasladığın demek…
Ne demek sahabe? Sohbet ettiğin, konuştuğun, dertleştiğin, hemhal olabildiğin demek…
Hep en iyi arkadaşın ne olduğunu annelerimiz öğretir diye düşünmüşümdür. Öyle ya eve gelince ilk “Karnın aç mı?” diye sorarlar. Bunu ancak senli benli olabildiğin gerçek bir arkadaş sorar, değil mi?
Böyle bir arkadaşınız olmasını istemez misiniz?
İşte peygamberin sahabeleriyle arkadaşlığı böyleydi.
Hangi fil dişi kulesine çekilmiş lider halkla dertleşir? Hangi şeyh muridlerini arkadaşı olarak görür? Hangi yıldız hayranlarının arasına karışır? Hangi din adamı kendini “avamla” aynı kefeye koyar? Hangi efendi meclisindekilere su dağıtır?Bunları ancak etrafındakilerle “arkadaş” gözüyle bakan yapabilir.

Peygamberimiz kesinlikle böyle birisiydi. Yanındakileri, kendisiyle beraber olanları “arkadaşı” olarak görüyordu onun için onlara sahabe (arkadaş, derttaş, yoldaş) denildi.Karşısında titreyen bir adama “Kuru hurma yiyen bir kadının oğluyum ben ne titriyorsun be adam” dedi.

Yemen’den gelen Muaz bin Cebel yanına gelince secde edip eteklerine kapandı. Yakasından tutup kaldırdı ve sordu: “Ne yapıyorsun, bu yaptığın nedir?” Muaz “Ey Allah’ın Resulü, Yemen’de Yahudi ve Hristıyan alimlerinden gördüm. Birbirlerini böyle selamlıyorlar, peygamberlerin selamlaması böyleymiş” dedi. Şöyle cevap verdi: “Dik dur ve Allah’ın selamı, sevgisi ve merhameti (rahmeti) seninle olsun” de. Bizim selamlamamız budur, onlar peygamberlerine iftira atmış” dedi…

Kimseyi önünde eğdirmedi. Kimseye elini öptürmedi. Kendisi içeri girince kimseyi ayağa kaldırmadı. Sürekli “Ben de sizin gibi bir insanım” derdi. Peşinden gelenleri değil; yanında olanları hep “arkadaşları” olarak gördü. Nitekim Kur’an da öyle demiyor mu: “Muhammed ve onunla beraber olanlar (meahu)…”

Bu çok farklı bir ilişkidir. Patron-işçi, amir-memur, şeyh-murid, hoca-talebe, efendi-köle ilişkisine alışık olanlar bunu anlayamaz. Ve de gayet rahatsız olurlar.Dünyada gerçek anlamda arkadaş gibisi var mıdır?

Karşısında dik durulmasını isteyen, gülenle gülen, ağlayanla ağlayan, arkadaşlarının üzerine titreyen, mazlumlar için meydana atılan, belaların içine dalan öksüz bir vicdana destek vermek… Onunla Allah’ın günlerini yaşamak, destanlar yazmak, tarih yapmak, davasını kendi davan, yolunu kendi yolun bilmek, ona arkadaş olmak, ekmeğini aşını onunla paylaşmak ve yeni bir dünya için onunla omuz omuza savaşmak, çarpışmak, vuruşmak…
Onun zamanında yaşasaydım benim için en büyük bahtiyarlık herhalde bu olurdu.
Siz siz olun peygamberi arkadaşınız gibi görün. Ben öyle görüyorum. İsmini arkadaşınızı anar gibi anın. Korkmayın kızmayacaktır.
Ve peygambere arkadaş olmak istiyorsanız, çevrenizde onun yaptığı gibi arkadaşlık destanları yazın. O zaman “yaşayan sahabe” olursunuz.
Bir kıvılcım düşer önce büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş
Doldurmaz boşluğunu ne ana ne kardaş
Bu en güzel bu en sıcak duygudur; arkadaş
adalet70 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
adalet70 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Ali Rıza Borazan (10. July 2009), aşık74 (15. October 2009), yeşil (7. November 2011)