Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21. April 2015, 02:45 PM   #2
Saadettin Sipehsalar
Katılımcı Üye
 
Saadettin Sipehsalar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2015
Mesajlar: 43
Tesekkür: 5
18 Mesajina 19 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
Saadettin Sipehsalar has much to be proud ofSaadettin Sipehsalar has much to be proud ofSaadettin Sipehsalar has much to be proud ofSaadettin Sipehsalar has much to be proud ofSaadettin Sipehsalar has much to be proud ofSaadettin Sipehsalar has much to be proud ofSaadettin Sipehsalar has much to be proud ofSaadettin Sipehsalar has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Alttaki makale, Prof. Dr. İlhami Güler'in yukarıda verdiğimiz makalesine karşılık bir başka ilahiyatçı akademisyen tarafından yazılmış olan makaledir. İki makaleyi de buraya ekliyorum, hanif dostların bu makaleler hakkındaki yorumlarını ve şahsi kanaatlerini bekliyorum.
Saadettin Sipehsalar

Ya çarşafın ‘onursuzluğu’ ya tavus kuşunun kuyruğu!

PEŞİNEN ifade edeyim ki, bu yazı bir peçe ya da çarşaf savunusu değildir. Keza İslam’ın bir kıyafet biçimi önerdiğini, bu biçimin de şu veya bu olduğunu kanıtlamayı hedeflememektedir. Salt bir başörtüsü polemiğine de girmeyecektir. Amacım, ‘İnsanın Yüzü ve Onuru’ dolayımında değerli dost İlhami Güler’in 29 Aralık 2008 tarihli Açık Görüş sayfalarında ortaya koyduğu ve içinde kimi aşağılamalar, çelişkiler ve yanlışlıklar bulunan görüşlerini müzakere etmektir.

Çarşaf ve peçenin ‘cahillik, ilkellik, estetik yoksunluğu’ ve hatta ‘sapıklık’ gibi arka planlara sahip olduğunu, onun ‘kadını organlarıyla insan olmaktan çıkardığını’, ‘toplum içinde sürüleştirdiğini’, ‘kadının saçının tavus kuşunun kuyruğu gibi estetik bir unsur olduğunu’, ‘peçenin tek faydasının çirkin kadınları kamu nezdinde güzellerle eşitlemek olduğunu’, İslam’ın kadınlardan başlarını örtmelerini istemeyip sadece göğüs dekoltesini hedef aldığını, onun ‘bütün kültürlerin yarattığı estetik zenginliğe karşı çıkmayacağını’ vurgulayan yazı, sadece bu ifade dizgesiyle bile fazlasıyla pejoratif, duygusal, mütehakkim, indirgemeci ve önyargılı bir kimliğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır.

Çarşaf, Güler’e göre, aslında ‘namus ve iffet olarak kendisini kadınlara yutturan hastalıklı bir erkek hálet-i ruhiyesinin’ eseri olan dînî ictihada dayanmaktadır ve bunu bir kıyafet biçimi olarak tercih eden ‘zavallı kadınlar’, tıpkı kölelerin köleliği normal algılaması gibi, bu durumu fark edememektedirler.

Bu satırların kadınlara yönelik aşağılayıcı üslubuna ‘zavallı kadınlar’ ne der, bilemem; ama dinin referans çerçevesi içinde bir konuyu hükme bağlamak demek olan içtihadın, hastalıklı halet-i ruhiyeye sahip erkeklerce icra edildiği ve kadın tesettürü özelinde bu içtihatların cahillik ve estetik duygusunun gelişmemesinin bir sonucu olarak ‘ne büyük cinayet ve ilkelliklere’ sebep olduğu yönündeki aşağılamalar, hayli üzüntü vericidir. Yukarıda tanımı yapılan içtihadın, bilimsel, teknik ve şahsî ne tür yeterlik ölçütleri gerektirdiğini Sayın Güler bilmiyor değildir. Dolayısıyla tarih ve Müslüman toplumların ehliyet ve liyakat onayını almış müçtehitlerin nasıl bir duyarlık ve gayretle çalışmış olduklarını en az benim kadar gözlemliyordur.

Ya peygamberin yorumu

Hal böyleyken, önlerinde bulunan delilleri, Peygamber günlerindeki uygulama örneklerini ve tabiatıyla telakkileri hesaba katan yorumları dolayısıyla onları cahillik ve hastalıklı ruha sahip olmakla suçlamak, kendisinin sıklıkla üzerinde durduğu insaf ve ahlak ile nasıl bağdaşacaktır? Modern zamanların şekillendirdiği (ki hepimiz ibnü’l-yevm yani zamanımızın çocuğuyuz) bir zihniyetle premodern yaklaşımları mahkûm etmek, tarih yanılgısının girdabına dalıp onlardan bugünün egemen zihniyetine onay beklemek ne kadar ádildir? Egemen zihniyet acaba ne ölçüde doğru ve haklıdır; yoksa biz de o ‘zavallı kadınlar’ gibi dolmuşa bindiriliyor olmayalım?

Güler’in estetik kaygısı da bencil/indirgemeci bir içerik taşıyor: ‘Benim estetik anlayışıma uymuyorsa estetik değildir’; ya da ‘estetik sayılmada ana ölçü, moderniteden onay almaktır’. Peki, bu yetkiyi nereden aldınız? Estetiğin genel geçer bir standardı ya da şablonu mu var? Bir eser ya da nesneye güzel-çirkin diye değer biçerken, bizi etkileyen ölçütler bilinçli mi yoksa bilinç dışı ölçütler midir? Esasen duyular ve algılar bilimi olan estetik, öznenin duygusundan ve algısından bütünüyle bağımsız değildir. Güzel, çirkin, hoş, yüce, trajik gibi estetik yargılar, nesnenin muhatabı olan bireyin referans dizgesi, kültürü ve tecrübeleri ile de sádır olur. Estetiği bağımsız bir disiplin olarak kuran A.G. Baumgarten’dan I. Kant ve G.W.F. Hegel’e büyük estetikçiler de aynı sorulara cevap aramışlardı.

Asıl derdi çarşaf ve peçe olmakla birlikte bunlara zemin hazırlayan başörtüsü, daha doğru deyimle başı örtmek eylemi de Sayın Güler’in ilgisini çekmiştir. Başın (saçların) örtülmesi konusunda Müslüman bilginlerin icma ettiklerini yani görüş birliği içinde olduklarını itiraf eden Güler, bu yorum karşısında iki tavır sergilenebileceğini söylemektedir: Ya saygı duyulup gereğince davranılacaktır ya da delil ile reddedilecektir. Kendisi Kur’án’ın 24. Nur Suresi’nin 31. ayeti bağlamındaki kişisel yorumuyla ikinci tavrı benimsemekle birlikte bunu temellendirememektedir. Çöl hayatının kumdan (buna güneşi de ekleyebilirdi) korunmak zaruretine bağlı doğal/spontan seçiminin álimlerce genel hüküm haline getirildiği, oysa İslam’ın başı değil, göğüs dekoltesini örtmeyi amaçladığı savları, reddiyesini ne kadar ispat eder, takdir sizin. Senin benim yorumum değil, bizzat Kur’án’ın ve onu açıklayarak duyuran Peygamber’in şu yaklaşımının neyi ispat ettiğinin takdiri de sizin: Herkesin bildiği gibi, Kur’án’da kadının örtünmesi ve dışarıdaki giysisi konusunda iki ayrı düzenleme bulunmaktadır. Örtünme konusu Nur Suresi 31. ayette, yine bununla irtibatlı olarak dışarıdaki kıyafeti ise 33. Ahzáb Suresi 59. ayette ele alınmakta; her iki hüküm de gereklilik ifade eden emir kipleri ile sunulmaktadır.

Kadınların örtünmelerini ele alan 24. Nur Suresi’nin 31. ayeti, bağlamı da görmek açısından bir önceki 30. ayetle birlikte şunu söylemektedir: ‘Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.’; ‘Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar...’ Görüldüğü üzere ayet emir kipi ile (ve’l-yadrıbne = salsınlar, örtsünler), hanımların başlarını örtmelerini (bi humurihinne = başörtülerini) ve bu başörtüsünü gerdanlarını kapayacak tarzda yakalarının üzerine kadar (alá cüyûbihinne) sarkıtmalarını istemektedir. Böyledir de, fakat bu istem acaba Müslüman kadınlara, kendilerine mahrem olmayan yabancı erkekler yanında başlarını mutlaka örtmelerini gerektiren farz istemi midir, yoksa bir tavsiye niteliğinde midir?

Dilsel tahlil çok önemli

Hiç kimsenin kendiliğinden değiştiremeyeceği dil kuralları (emir, bir şeyin yerine getirilmesini kesin ve bağlayıcı bir biçimde talep etmektir) ve bunu esas alan İslam hukuk metodolojisinin emrin gereği ile ilgili genel kuralı da (karinesiz emir vücûb/farz ifade eder) zaten bu sonucu vermektedir. Kaldı ki, aynı surenin 60. ayetinde çok yaşlı hanımlar için örtünme konusunda bir dereceye kadar ruhsat verilmiş olması da işbu 31. ayetin bağlayıcı bir norm olduğunu göstermektedir.

Ayetin dilsel tahlilinde ele alınacak ikinci husus, örtünmenin mahiyetini ve başlangıç noktasını belirleyen ‘humur’ (tekili hımár) kelimesinin açılımıdır. Acaba ‘humur’ Kur’án meallerinde gösterildiği gibi başı örten bir örtü müdür? Yoksa bu kelimeyle sadece yaka/göğüs bölgesinin kapatılması mı murad edilmiştir? Bu soruların cevabı, kendimize özgü dil izahları veya sübjektif yorumlarla değil, bu sözcüğün dilde hangi anlamlarda kullanıldığını ve akabinde ilk Müslümanların onu nasıl algıladıklarını tespit ile verilebilir.

Arap diline ait ilk klasik sözlüklerden günümüz Arap Dil Kurumu’nun yayımladığı sözlüğe, hatta Batılı Larousse’un Dictionnaire Arabe de Base’ine kadar bütün Arapça sözlükler; aynı şekilde Kur’án’ın tercümanı sıfatını taşıyan sahabî İbn Abbas’tan günümüze değin bütün müfessirler ve Kur’án sözlükleri ‘hımár’ kelimesinin, kadınların başlarını kapatmak için kullandıkları örtü anlamına geldiğini söylemişlerdir. Kaldı ki, bu kelimenin başörtüsü anlamına geldiğini ispat eden onlarca Cáhiliyye/İslam öncesi dönem şiiri vardır. Dil, bizi önceleyen verili bir evren olduğundan; öznel çıkarımlarla dili değiştirmek imkánı bulunmadığından; Kur’án da bu verili dil evreni içinde apaçık bir Arapça ile gönderilmiş olduğundan, ayetteki ‘hımár’ı başka türlü anlamak mümkün değildir.

‘Hımar’ın anlamı ne?

Hal böyleyken acaba ayeti yine de doğru anlamamış olabilir miyiz? Emir kipinin anlamı ve ‘hımár’ açılımında hata etmiş olabilir miyiz? Bu soruyu ciddiye almak Peygamber’in onu nasıl anlayıp açıkladığını ve ilk muhataplarının bu normu nasıl uyguladığını araştırmayı gerektirir. Karşınıza aklen inkar edilemez ölçüde kesin ve başı örtmenin farz olduğu anlamına sahip olan rivayetler çıkacaktır. Bu bilgiler (Güler’in aradığı deliller) doğrultusunda anlaşılıyor ki, başörtüsü, ilk nesilde, boynu da örterek göğüs bölgesi üzerine inen bir örtünme olgusu halini de almış oldu. Başörtüsünün vahiyden olguya bir gerçeklik haline gelmiş olmasının, yani Müslüman kadınların námahremleri yanında baş ve boyunlarını dinlerinin zorunlu bir gereği olarak örtme biçimi/aracı haline gelmiş olmasının en büyük göstergesi, onbeş asırlık İslam tarihi boyunca bunun kökleşmiş bir farz olarak uygulana gelmesidir. Bu şu anlama gelmektedir: Tarihin hangi dönemine giderseniz gidin, hangi coğrafyada gezinirseniz gezinin İslam toplumlarının temel göstergelerinden (şeáir) birisi, kadınların başlarının kapalı olmasıdır.

‘İnsanın yüzü ve onuru’ gerçekten üzerine titrenecek önemde ve özenle korunacak değerdedir...

Prof. Dr. AHMET YAMAN
Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi

Konu Saadettin Sipehsalar tarafından (21. April 2015 Saat 02:52 PM ) değiştirilmiştir.
Saadettin Sipehsalar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla