Konu: Hz. âişe
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 1. October 2008, 06:08 AM   #9
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

İFK OLAYI VE İLAH AKLAMA

Kur’an’ı okuyan her insan, onun ayetleri içinde en çok adı geçen gruplardan birinin de “Münafıklar” olduğunu görür. Ve görür ki, Kur’an, küfürden çok münafıklık (nifak da denir), yani içi başka, dışı başka olma, riyakârlık halinden şikâyetçidir. İlahî kitabın daha ilk ayetlerinden itibaren bu husus açık bir biçimde dikkat çekmektedir. Ve Kur’an’da, “münafıklar” adıyla bir de sure bulunmaktadır. Bu, sebepsiz değildir.

Gerçekten de kuruluş devrinde Müslümanların en büyük belası münafıklık ve münafıklar olduğu gibi, sonraki devirlerde sergilenen korkunç felaketlerin arkasında da münafıklık vardır. Bu satırların yazarı, İslam’ı, Hz. Peygamber’in ölümünden çok kısa bir süre sonra yozlaştırmaya başlayan ve büyük inkılabın insanlık dünyasına sunacağı nimetlerin birçoğunu, Peygamber tavrının rotasını saptırarak“müellefetül kulûp” u ve Emevî zihniyetini de münafıklık içinde ele alır ve bu zihniyeti Medine münafıklığının, saltanat koltuğuna oturmuş bir devamı sayar. Otuz yıllık araştırma ve inceleme süresi bunun aksini kanıtlayacak en küçük bir ipucu ortaya çıkarmamıştır.

Bu girişin konumuzla ilgisi nedir? Nedvî’yi dinleyelim:
“Müslümanların Medine’ye geldikten sonra karşılaştıkları zorluklar, Mekke’de karşılaştıkları felaketlerden başka mahiyettedir. Medine’de, münafıklar denen bir zümre ortaya çıkmıştı. Bunların işi-gücü Müslümanlar aleyhinde birtakım tertipler planlamaktı. Münafıkların İslam’a düşmanlıkları, en çirkin ve adi cinstendi. Çünkü bunlar, dıştan dost görünen, fakat için için en feci ve ümmeti birbirine düşürerek çürüten ve sinsi taarruz ve ihanetlerde bulunan insanlardı. Gerçek şu ki, Müslümanlık Medine’de en samimi ve en seviyeli dostlarını kazandığı gibi, en riyakâr ve en gaddar düşmanlarını da karşısında buldu.”

Münafıkların saldırı hedefi, daha çok Müslümanların şeref ve haysiyetleri idi. Bunlar, Müslüman aileler içinde birtakım karışıklıklar çıkarmak için akla gelmedik oyun ve hilelere başvururlardı.

Münafıklığın en belirgin tutkusu iftiracılıktır. Kur’an’a dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Ona-buna iftirayı meslek ve yöntem haline getiren kişi ve gruplar tartışmasız bir biçimde münafıktır. Bunlar, yaftaları ne olursa olsun, nifakın çocuklarıdır.

Münafıkların, andığımız faaliyetlerden biri ve belki de en büyüğü Hz. Âişe gibi bir kişinin iftira hedefi olarak seçilmesi idi. Bu iftira ve bozgunda muvaffak olmak, Ebu Bekir gibi önemli bir kişiyi, bir Peygamber dostu ve kayınpederini, bizzat Peygamber’le çekişme ve çatışmaya sokmak olurdu ki, İslam’a düşman bir zihniyet için bundan daha emin bir koz düşünülmezdi. Bu fırsat her zaman kollandı ve nihayet hicretin 5. yılında Necid yakınlarındaki Benu Mustalik seferi sırasında ele geçti.

Benu Mustalik seferi öyle büyük bir harbe sahne olacak cinsten değildi; oldukça basit bir çekişme idi. Münafıklar, büyük bir tehlikenin olmadığını bildiklerinden bu sefere çok sayıda temsilcileri katılmıştı. Hz. Peygamber, bu seferde yanına, eş olarak Hz. Âişe’yi almıştı. Hz. Âişe süse, takıya meraklı bir insandı. Nitekim, bu seferde de kız kardeşi Esma’dan aldığı yeni bir gerdanlığı boynuna takmıştı. İfk sıkıntısına işte bu gerdanlık sebep olacaktır.

Daha seferin başından itibaren münafıklar faaliyete geçtiler. Müslümanları birbirlerine düşürmek için birkaç hamle yaptılar. Münafıkların başı diye ünlü olan Abdullah b. Übey, durmadan fitne çıkarıyordu. Kur’an bu fitnelerden bazılarını Hz.Peygamber’e haber vermekteydi. Fakat Hz. Peygamber bu adamların sözde de olsa, “Müslümanım” demelerine itibar etmek zorunda kalıyordu. Bunları tek tek bildiği ve kendisine: “Bunların boynunu vuralım” diye birçok kez müracaatta bulunulduğu halde o: “Böyle bir şey yaparsam, ‘Muhammed ashabını kesiyor’ diye yaygara koparırlar.” cevabını veriyor ve zümreye sabırla katlanıyordu.
Nihayet sefer yapıldı ve geri dönüldü.

Dönüş sırasında bir yerde konaklandığında, Hz. Âişe, ihtiyaç gidermek için kafileden uzak bir yere gitmişti. İhtiyacını giderdi ve döndü. Fakat gerdanlığı boynunda yoktu. Tekrar geri dönüp gerdanlığı aramaya koyuldu. Gece karanlığı henüz çözülüyordu. Ordu, hareket emri almıştı. Hz. Âişe, tahtırevanı içinde zannedildi ve yola çıkıldı. Hz. Âişe gerdanlığı bulup döndü, fakat ordu gitmiş, ortada kimseler kalmamıştı. Nasıl olsa benim yokluğumu fark eder, gelip alırlar diyerek orada beklemeye başladı.

İslam ordusunun epey gerisinden daima Müslüman izciler gelirdi. Ve nitekim bir süre sonra bu işle görevlendirilmiş bulunan ve hem Muhacir, hem de bir gazi olan Safvân b. Muattal çıkageldi. Ordunun, konaklama yerinde bir şey bırakıp bırakmadığını araştırırken Hz. Âişe’yi gördü ve her Müslüman’ın yapması gerekeni yaptı. Kur’an’ın bütün müminlere anne olarak tanıttığ devesine bindirdi ve yola koyuldular. Bir süre sonra orduya ulaşıldı ve Hz. Âişe kendi devesine bindi.

Safvan, görevini yapmıştı. Ve olay, benzeri her zaman olabilecek basit bir olaydı. Fakat, münafıklar rahat dururlar mı? Yaygara başladı: Allah Elçisi’nin muazzez eşini, iffetsizlikle suçluyorlardı. Günümüzde, yan yana görülen her karşı cins grubunu benzeri ithamlarla suçlayan ruhu bozuk kişi ve kliklerin, şurada andığımız münafıkların ruhsal torunları olduğu kuşkusuzdur.

Dedikodu, bir süre, Hz. Peygamber ve Âişe’den saklandı ise de, nihayet herkesin duyacağı bir hale geldi. Hz. Peygamber, Âişe ile konuşmuyordu. Ortalık birbirine karışmıştı. Her an bir felaket çıkabilirdi. Hz. Âişe, böyle bir iftira karşısında perişan olmuş, hastalanmış ve babasının evine taşınmıştı. Herkes bir şey söylüyordu. Bazıları da (Hz. Ali de bunlardan biridir.) Hz. Peygamber’e ı Peygamber eşini, gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü, bu kadını boşa, bu iş bitsin. Sizin için kadın mı yok!” diyorlardı. Hz. Peygamber, söylenenleri dinliyor, hep dinliyordu.

Öte yandan Safvân, bu, iffet ve kahramanlığı ile ünlü sahabi, kendisinin böyle korkunç bir iftiraya karıştırılmasını kılıcıyla temizlemeye kalkmış, aleyhinde konuşulanları tepelemek üzere Medine sokaklarında dolaşmaya başlamıştı. Müslüman kanı akmak üzereydi. Kim haklıydı? Yaygarayı koparanlar mı, Âişe mi? Tek ışık, ilahî vahiyden gelecekti. Ve geldi. Hz. Peygamber’in beklentisi bitmiş ve Kur’an’ın, iftira illetini yasaklayan, lanetleyen evrensel mesajları, bu olayla irtibatlı olarak inmiş ve insanlığın zihnine kazınmıştı. (Nûr Suresi, 11-17).

Esasen, Kur’an’ın bütün ayetleri, bu gibi olaylarla ilintili bir şekilde iniyor ve emir veya yasak halinde prensipler, unutulmayacak bir hadiseyle irtibatlandırılıyordu. Mesajın insan hafızasına işlenmesi ve kalıcılığının gücü bakımından en ideal yol Peygamber eşi aklanmış, münafıkların boyunları bir kez daha bükülmüştü. Âişe Valide’nin annesi: “Kızım, haydi git , Peygamberimize teşekkür et” dediğinde Hz. Âişe, çok ünlü olan şu cevabı vermişti: “Vallahi, Allah’tan başka hiç kimseye teşekkür etmem. Beni Allah akladı. Peygamber’e bile teşekkür borcum yoktur.”

Sonuç olarak diyeceğiz ki: Hz. Âişe; insan hayatında ve insanlık tarihinde en yıkıcı rollerden birini oynamış ve oynamaya devam edecek olan iftira ve özellikle kadınlara iftira konusunu, evrensel dinin evrensel mesajları arasında dile getirmeye vesile olmak gibi çileli bir işin vasıtası olarak, bizzat Yaratıcı tarafından kullanılmak gibi büyük bir bahtiyarlığın da sahibi olarak, hürmet ve takdire layıktır. Esasen, bütün Peygamber evi halkı, kendi buydu elbette. insanlık için bir veya birkaç fedakârlığı üstlenmiş, bir yığın çileyi göğüslemiş ruhlardı.
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 10:46 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla