Konu: Hz. âişe
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 1. October 2008, 05:57 AM   #4
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

ÇİLEYE SABIR

Allah Elçisi, ele geçen bütün nimetleri başkalarına dağıtıp inkılabın çilesini, ev halkıyla birlikte göğüslemeye devam ediyordu. Yoksulluğuna ek olarak, hastalanmış da bulunan kızı Fâtıma’nın, alınan esirlerden bir yardımcı istemesini reddetmiş, süslü püslü giysilerle gördüğü Hasan ve Hüseyin’e dönüp bakmamış, dikkat çekici perdeler asıldığı için, Hz. Ali’nin evine girmemiş bir Peygamber’in bu konuda ne kadar kararlı olduğu ortada idi.

Bu tavır, Ali-Fâtıma ailesince, şikâyet konusu yapılmamışsa da, Peygamber hanımları aynı kararlılığı gösterememişlerdir. Onların şikâyetlerini tahrik eden söylentiler de vardı. Sahabi hanımlarının zaman zaman, Peygamber evi sakinlerine, neden diğer Müslümanlara açılan imkânlardan yararlanmadıklarını sorduklarını ve bu durumu hayretle karşıladıklarını görmekteyiz. Eskimiş giysileri yamadığını gören bir sahabi hanımı Hz. Âişe’ye şöyle demişti: “Allah size onca imkânı vermişken, bundan yararlanmıyor, böylesine sıkıntılara katlanıyorsunuz!

…” Hz. Âişe’nin cevabı şu oldu: “Sen beni rahat bıraksana. Eskisi olmayanın, yenisi hiç olmaz.”

Kısacası, Peygamber evinde sergilenen tavır, dünya nimetlerinde başkalarını kendine tercih, çile ve gayrette ise kendini öne sürme tavrıydı. Bunun, bütün peygamberlerin tavrı olduğunu Kur’an bize gösterdiği gibi, Son Peygamber de bu evrensel gerçeğe leke düşürmemek için akla gelebilecek en büyük titizliği göstermiştir.

Madde ve ruh alanlarında önder olan peygamberlerin, nimetleri başkalarına, zahmet ve çileyi kendilerine ayırmalarının adı Kur’an’da îsardır. Îsar, bizzat Kur’an’ın ifadesiyle, “başkalarının mutluluk ve rahatını, kendi mutluluk ve rahatına tercih etmektir.” (Haşr, 9) Îsarın bir davranış tarzı ve ahlak gerçeği olarak belirginleşmesi, İslam düşüncesinde fütüvvet diye ifade edilmiş ve fütüvvetin en mükemmel temsilcisi olarak da Hz. Ali gösterilmiştir.

Peygamberlerin ve peygamberliğin ayırıcı niteliklerinden biri olan îsar ahlakı, insanoğlunun en güvenilir önder ve koruyucularının peygamberler olduğunu gösteren, sarsılmaz delillerden biridir. Kur’an, ardından gidilecek kişilerin, “çağrı için ücret istemeyen kişiler” olduklarını belirtir. (Yâsîn, 21) Böyle bir çağrıyı üstlenen önderin iki niteliği vardır: Îsar ve evvâhlık. Gerçekten de Kur’an, peygamberlerin nitelikleri arasında onların evvâhlıklarını da koymaktadır.

Peygamberler tarihinin damga şahsiyetlerinden biri olan Hz. İbrahim’in kişiliğinde örnekleştirilen evvâhlık, îsar ahlakının psikolojik temelini vermektedir. Îsar ise evvâhlığın sosyolojik görünüşüdür. Nedir evvâhlık?Evvâh, çok inleyen, ağlayan ve başkalarının dertleri yüzünden hep kederli ve bağrı yanık olan kişi demektir. Kur’an’a göre, peygamberin bir niteliği de evvâh olmasıdır. O bütün insanlık için didinen, gam çeken bir evvâhtır.

Îsar ve evvâhlığın gerektirdiği ahlak ve davranışta temel prensip hep vermek ve hiçbir şey istememektir. İslam düşüncesinde, Cüneyd el-Bağdadî tarafından, “cennete giden yolların en kestirmesi” olarak tanımlanan bu tavır, günlük hayatta şu şekilde ortaya çıkmaktadır: Önderin, hitap ettiği toplumdaki hayat seviyesinin en alt basamağında yaşaması. Hz. Peygamber ve onun Ehlibeyti’nin hayat düsturları bu olmuştur. İnsan ruhuna saltanat kuran düşünceler, ya doğrudan peygamber öğretisi, yahut da dolaylı olarak o öğretiden kaynaklananlardır.

İnsanoğlu, yalnız ve yalnız bu düşüncelere gönülden bağlı kaldı. Bunun içindir ki, bilim, sanat, teknik vs. gibi alanların, insanlığa birçok yenilik hediye eden dehaları, hiçbir zaman peygamberleri ikinci plana itemedi ve itemeyecektir. Anlaşılan odur ki, ehramları yapan deha Mûsa’nın, Roma dehası İsa’nın ve günümüzün göklere tırmanan ilim ve teknik fethinin babaları da Muhammed’in arkasında kalmaya ve onların erişilmez saygınlıklarını, gıpta ile seyretmeye mahkûmdurlar. Bu neden böyledir? Cevap, îsar ve evvâhlık gerçeğinde aranmalıdır.

İnsanoğlu, peygamberlerin benliklerinde kendisi için feda olan bir ruh, bütün nimetleri başkalarına, bütün ıstırapları kendine ayıran bir gönül bulmaktadır. Bütün nimetleri başkalarına, bütün çileleri kendine ayırmak, peygamber tipini, hükümdar ve filozof tipinden ayıran temel özelliktir ve az önce sıraladığımız ilim, sanat ve teknik üstünlükler, işte bu özelliğe yenik düşmektedir. Kur’an bu niteliğe Yâsîn Suresi, 21.ayette dikkat çekmektedir. Bu özelliğin evrensel çapta sahibi bulunan Son Peygamber, insanoğluna verdiği onca hizmet karşılığında insandan yalnız hatırlanmak, yalnız sevgi beklemiştir. (Şûra, 23)

Son Peygamber’in, şuraya kadar belirtmeye çalıştığımız tavrı üzerinde, daha aydınlatıcı bilgiler vermek için kaydedeceğimiz bazı tablolar bize, konumuz için Hz. Âişe bahsinde de ilginç anekdotlar sunacaktır. İşte birkaçı: Hz. Âişe anlatıyor: “Ensardan bir kadın evimize gelmişti. Hz. Peygamber’in yattığı yatağı gördü. Birbirine dikilmiş iki deri parçasıydı. Kadın hemen evine gidip içi yün doldurulmuş bir yatak getirdi Hz. Peygamber için. Allah Elçisi eve geldiklerinde bu yatağı görüp ne olduğunu sordular.

Ben, durumu anlattım. Hz. Peygamber, yatağın derhal geri gönderilmesini emredip şöyle buyurdular: “Allah’a yemin ederim ki, ey Âişe, eğer ben istesem Allah benim için şu dağları altın ve gümüş haline getirir.” İçlerinde Hz. Âişe’nin de bulunduğu birçok sahabi bize haber veriyorlar ki, Allah elçisi, bütün hayatı boyunca hep maddî sıkıntı içinde olmuştur. Bunda şaşılacak bir taraf yoktur. Çünkü Hz.Peygamber ve Ehlibeyt’in aile reisi Ali, bütün zamanlarını İslam’ı yaymak için didinmekle geçiriyorlardı. Kendileri için, aile ocaklarından kalan bir iki şey dışında tek gelir kaynağı, harp ganimetleri ve sadaka mallarından alacakları pay olabilirdi.

Harp ganimetleri, Hz. Peygamber devrinde önemli bir yekûn tutmamıştır. Kaldı ki gerek Hz. Peygamber gerekse Hz. Ali, akıl almayacak kadar cömert olduklarından ellerine geçen ganimet paylarını, kısa sürede yoksullara veya İslam için çalışanlara dağıtıyorlardı. Bunları saklayarak nemalandırmak veya ihtiyaçları için kullanmak yönüne asla gitmemişlerdir. Sadakalara gelince, bunlara el sürmeyi, kendine ve aile fertlerine bizzat Hz. Peygamber yasaklamıştır. Yığılmış zekât hurmalarından, bir tanesini ağzına koyan küçük torunu Hasan’ın ağzından o hurma tanesini kendi elleriyle çıkarıp torununu azarladığını biliyoruz.

Hal böyle olunca, Peygamber evindeki günlük hayatın, maddî sıkıntılarla geçmesinde garipsenecek bir yan kalmaz. Yine sahabilerden öğreniyoruz ki, Hz. Peygamber bu dünyadan ayrıldıklarında, özel zırhı, birkaç ölçek buğday karşılığı, bir Yahudi tüccarda rehin bulunuyordu. Yıllarca onun hizmetinde bulunmuş Enes b. Mâlik anlatıyor: “Hz. Fâtıma, Allah Elçisi’ne bir gün bir parça ekmek getirmişti.

O, bu ekmeği yemiş ve şöyle demişti: ‘Ey Fâtıma. Babanın ağzına üç günden beri ilk giren ekmek bu oldu.” Âişe, vefatlarından sonraki yıllarda bir gün ağlıyordu. Sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi: “Yemek yiyip karnımın doyduğunu hissettiğimde hep böyle ağlarım. Çünkü Allah Elçisi ve çektikleri aklıma gelir. O, peygamberler peygamberi, bazen aylar geçerdi de ekmekten bile doymazdı.” (İbn Sa’d, 1/390)
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla