Tekil Mesaj gösterimi
Alt 6. May 2009, 10:16 PM   #1
HanifMuslim
Katılımcı Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 68
Tesekkür: 8
29 Mesajina 69 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
HanifMuslim is on a distinguished road
Standart Cehennem Ebedi midir? XuLuD-EBeD-HeQaBe Kavramları...

Cehennem Ebedi midir?

Kur'andaki: XuLuD - EBeD - HeQaBe Kavramlarının İzahı

Bu konuda iki farklı görüş vardır. Birincisi: Geleneksel (hadis) mezhepçi görüş ki, herkesin malumu olduğundan tekrar etmeye lüzum görmüyorum. İkincisi: Cehennemin kesinlikle ebedi olacağı görüşünde olanlar. İkinci görüşü savunanlar daha azınlıkta görünmektedir. İkinci görüşü savunanlar genellikle hanif müslümanlar/Kur'an erleri diye nitelediğimiz kardeşlerimizdir ki, bu kardeşlerimizin neredeyse ekserisi cehennemdeki cezanın sonsuza kadar süreceği görüşündedirler. Benim de kendime ait elbette bir kanaatim var. Fakat bu makalemin sonunda "kanaatim şudur" deyip son noktayı koymak yerine her iki görüşün de kendimce tespit ettiğim hataları (ki bana göre hata, mutlak manada değil) ve haklılık nedenlerini ortaya koyup sonucu okuyucunun kendi gönlüne/aklına bırakmak istiyorum. Bu arada asıl konumuza geçmeden önce: Kur'ana yeni yönelmiş kendince araştırma içinde olan kardeşlerimize acizane tavsiyem olacak. Her isme ait kitap ve makaleleri okuyunuz istifade etmeye çalışınız fakat ASLA okuduğunuzun etkisinde kalmayınız. Teyidi kendi araştırmanızla yapınız ve bu konuda kattiyyen aceleci olmayınız. Şunu iyi biliniz ki: Kur'ani bir konuda detaya inildikçe kişisel kanaatlerin aynı oranda devreye girmesi kaçınılmazdır! Bunun anlamı: detaya inildikçe işin içine subjektivist bakış ekseriyetle girer.

Fıtratımızı, Kur'anla beslenmeye başladığınızda araştırmalarınıza devam ettiğinizde bazen daha önce emin olduğunuz bir çok konudan geçip farklı bir bakışa geçebileceğiniz durumlar olacaktır. İşte tam burada aceleci davranıp nihai karar vermeyin. Bir Kur'ani konudaki yeni edindiğiniz bakış açısının olgunlaşmasını bekleyiniz. Olgunlaşma ancak: zaman içinde artan bilgilerinizle ve size yapılacak tenkitlere verebileceğiniz makûl/mantıklı/delilli veya veremeyeceğiniz cevaplarla adeta kendini teyit veya hata saymasına vesile olacaktır. Şu unutulmamalıdır ki: Allah dileseydi Kur'anın tamamını bir yılda da indirebilirdi ama bunu yapmadı. Çünkü bizi bizden daha iyi bilen, bize bizden daha yakın olan Yüce Allah biliyor ki insanoğlu aculdur. (Enbiya/37) Yine çok iyi biliyor ki insanların önceki dinlerini bırakıp farklı bir dine geçip iman etmesi çok güç bir iştir. Ve yine Allah biliyor ve diyor ki: İmanın kalbe inmesi/hücrelere/iliklere işlemesi zaman alır. İman ettim demekle iman/güven birden hasıl olmaz. Bu imanın fitnelendirilmesi (sınanması gerekiyor) Kısaca kâmil bir iman belirli bir sürece ihtiyaç duyar. Dedikten sonra asıl konumuza dönelim.

İki farklı görüşün doğmasındaki ana nedenlere değinecek olur isek:

1- Xalid/Xulud fiilinin tanımı belli olmasına rağmen, bu tanımların detayları üzerindeki subjektif kanaatin devreye girmiş olması. Ayrıca Xalid ile Ebed gibi iki farklı kavramın neredeyse aynı çuvala konup aynı mananın verilmesi. Bir de HeQaBe kök kelimesinin çok farklı yorumlanması...

2- Akli deliller

O halde yapılması gereken ilk iş, bu üç tanıma "XuLuD" "EBeDe" ve "HeQaBe"objektif bakıp değerlendirmek olmalıdır:

خلد XuLuD: (الخلود) Bir nesnenin (Kendisine) fesadın, bozulmanın arız olmasından beri, salim veya muaf olması, ve üzere bulunduğu hal üzere baki, sabit kalması, varlığını sürdürmesi. Araplar "değişmesi ve fesada uğramsı, bozulması ağır, yavaş olan her şey"i خلود xulud sözcüğüyle vasfederler. Örneğin "Üzerine tencerenin yerleştirildiği, الاثافي el-esafi denen üç taş veya kaya parçasına *[الاثافي el-esafi] خوالد xevalid derler. *[الاثافي el-esafi]: Yazma nüshalarda "لاثافي" el-esafi yerine "günler" anlamına gelen "الايام" el-eyyam sözcüğü geçmektedir.] Böyle denmesinin nedeni ise, onların devamlı baki kalmaları, ilk halleriyle sabit kalmaları değildir, bilakis (yalnızca ocakta) uzun süreli olarak kalmalarıdır. Fiil olarak ("O kendisine fesadın, bozulmanın arız olmasından beri, salim ve muaf oldu ve üzere bulunduğu hal üzere baki, sabit kaldı, varlığını sürdürdü" anlamında) "خلد - يخلد" şeklinde kullanılır. Bu fiilin mastarı "خلود" xuludün şeklinde gelir.

لعلكم تخلدون...

"...Sanki muhalled kalacaksınız" (Şuara/129)

*(الجلد) el xaledu : İnsan(ı oluşturan cüzler, kısımlar arasında) insan yaşamaya devam ettikçe, diğer cüzleri, kısımları gibi bir dönüşüme uğramayıp (ilk) hali üzere baki kalan cüz, kısım. *[Bkz. el-Besair 2/558. ("Hatıra denir "بال" balün manasına. Gönle denir "قلب" qalbün manasına. Ve nefs-i nâtıkaya denir. Bekâ-i insaniyyeyle baki oldukları için." Bkz. Okyanus "خلد" maddesi] "مخلد" muxlede sözcüğü temelde, "uzun bir müddet baki kalan, ilk haliyle sabit kalan, varlığını sürdüren" anlamına gelir. Buradan hareketle "Saçının, sakalının ağarması yavaş olan adama "رجل مخلد" racül-ün muxlede(ün) ve ön dişleri, azı dişlerinden önceki dişlerin çıkacağı zamana kadar baki kalmış veya dayanmış olan bineğe" de "دابة مخلدة" dabbet-ün Muxlede(tün) denmiştir. Sonra "daimi olarak mübekka, baki kılınmış olanla" ilgili müstear olarak kullanılmıştır.

(الخلود في الجنة) El xuludu fi (el)Cenneti: Eşyanın, varlıkların cennette, kendisine kevn ve fesad, oluş [كون kevn(ün) baskı nüshalarında كون sözcüğü sakıttır.] ve bozuluş ilişmeksizin üzere bulundukları hal, durum üzere baki kalmaları, sabit kalmaları, varlıklarını sürdürmeleri. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ...

"...öyleler de işte cennet ehli onda muhalledler." (Bakara/82)



أُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ...

"...işte bunlar ateşin arkadaşlarıdır, onlar orada muhalled kalacaklardır" (Bakara/39)



...وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا

"Her kim de bir mü'mini müteammiden öldürürse artık onun cezası cehennemde hulüldür..." (Nisa/93)



يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ

"Pırlanır etraflarında muhalled evlatlar/gençler"

Bir görüşe göre, "halleri üzere tebkiye edilip, baki kılınıp kendilerine herhangi bir istihalenin, dönüşümün ilişmediği (evlatlar)" anlamındadır. "Kulaklarında خلدة xalede(tün) [küpe] takılı olan (evlatlar)" anlamında olduğu da söylenmiştir.

(الخلدة) el-xalede(tün): Bir tür küpe.

(ءاخلد الشيء) ixledü (el) şşey'i: Bir nesneyi mübekka, baki kılınmış bir şey haline getirme ve/veya onun mübekka, baki kılınmış bir şey olduğuna hükmetme. Yüce Allah'ın şu sözünde bu çerçevededir:

...وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الْأَرْضِ...

(A'raf/176) Yani "kendisinde xalid olacağı, baki kalacağını zannederek ona meyletti ve rahatlamak, huzur bulmak ya da sakinleşmek için ona dayandı, itimat etti, güvendi."

Buraya kadar XLD kökü ve ondan türemiş kelimelere yüklenen anlam ve kullanım şekillerini görmüş olduk. Görüldüğü gibi XLD fiili benziyor gibi görünmesine rağmen aslında EBeD fiilinden farklı anlamdadır. XLD özet olarak bir nesnenin özgün halini uzun zaman boyunca herhangi bir deformeye/bozulmaya (özetle değişime) uğramadan muhafaza etmesi anlamındadır. Objektif bakarak tüm kullanım alanını hesaba katarak baktığımızda en azından 2 anlamı var:

1- Halin değişime uğramadan uzun süre kalması.

2- " " " Sonsuza dek sürmesi.



أَبد EBeDe : Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا (Nisa/57)

أبد EBeD(ün) sözcüğü "zaman gibi parçalanmayan, uzayıp giden bir zaman süresini" ifade eder. Zira örneğin "زمان كذا" zâmanun keza [Şöyle bir şeyin zamanı] denebilir ama "أبد كذا" ebedün keza [şöyle bir şeyin ebedi] denemez.

Bu kelimenin ikilinin ve çoğulunun olmaması gerekir. Çünkü başka bir ebediyetin husule gelmesi ve onun öbür ebediyete eklenip bir ikilik oluşturması düşünülemez. [Müfredat-Ragıp el İsfahani]

[Şu halde aklın şu şekilde yön bulması gerekir: "Madem iki anlamı var, Madem EBeD ile farklı kavram, madem bazı ayetlerde sadece XLD, bazılarında ise hem XaLiD hem de EBeD kullanılmış.... O halde ayetlerin içeriği/gerekçesi göz önüne alınmalıdır.]

(حقب) HeQaBe : Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا (Nebe/23)

Bir görüşe göre (burada geçen "احقاب ehqabün" sözcüğü) dehr, uzun zaman" anlamına gelen "حقب huqubün" sözcüğünün çoğuludur. [Bkz. el-Mücmel 1/145] "حقبة hiqbetün" sözcüğünün "80 yıl" anlamında olduğu söylenmiştir. Bunun çoğulu "حقب hiqabün" şekillerinde gelir.

Doğruyu söylemek gerekirse, "حقبة hiqbetün" sözcüğü "belirsiz bir zaman süresini" ifade eder.

(الاحتقاب el-ihtiqabu): * " haqibetün حقيبة " binicinin arkasından bağlamak. Fiil olarak "احتقبه" ve "استحقبه" şekillerinde kullanılmıştır. [*"Kişinin yolculuk tedarikini veya erzakını içine koyduğu bir torba, heybe ya da kap" Bkz. Lexion 2/610 "حقب" maddesi]

(حقب البعير haqibe (el) beiru): Deve "حقب haqabün" nün [yani arka kollarının] erkeklik organının kılıfının üzerine baskı yapmasından dolayı kaşınmakta, bevletmekte güçlük çekti.

(الاحقب el-ehqabu): Yaban eşeği. Bir görüşe göre, "iki böğrü de ince olanıdır" diğer bir görüşe göre ise, "iki böğrü beyaz olanıdır" Dişisine ise "حقباء haqbaü" denir. [Müfredat-Ragıp el İsfahani]

Bu arada şunu hatırlatmakta yarar görüyorum. Hemen yukarıda geçen "Doğruyu söylemek gerekirse, "حقبة hiqbetün" sözcüğü "belirsiz bir zaman süresini" ifade eder." bu tanımlamada "Belirsiz bir zaman süresi" ile sonsuz/EBeDiyen i birbirine karıştırmamak gerekiyor. Zamanın belirsiz olması ..ilel-EBeD.. anlamına kesinlikle gelmez!

Hülasa Nebe/23. ayette geçen أَحْقَابًا sözcüğüne "80 yıl" lık zaman dilimi haricinde "çağlar boyu" diyenler de olmuştur. Fakat gelin görün ki bu "çağlar boyu" ne kadar enteresan bir "çağlar boyu" imiş.

İşte tam burada gelelim 78/23. ayette geçen "احقاب ehqabün" kelimesine ve ayet meal/tefsirinin başına gelenlere:....

Volüm1 => 78/23 içinde çağlar boyu kalacakları bir dönüş yeridir. (Diyanet İşleri)

78/23 Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (Ali Bulaç)

78/23 Orada sonsuz kalacaklardır. (Bekir Sadak)

78/23 Devirlerce içinde kalacaklar. (Elmalı'lı Hamdi Yazır)

78/23 Orada sonsuza dek kalacaklardır. (Fizilal-il Kuran)

78/23 Sonsuz devirler boyunca orada kalacaklardır. (İbn-i Kesir)

78/23 Orada çağlar boyu kalacaklardır. (Şaban Piriş)

78/23 Devirler boyunca orada kalacaklardır. (Suat Yıldırım)

78/23 Orada çağlar boyu kalacaklardır. (Süleyman Ateş)

78/23 Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (Tefhim-ul Kuran)

78/23 Devirlerce kalacaklardır içinde. (Yaşar Nuri Öztürk)

Volüm2 => Nebe/23- “Orada uzun süre kalacaklardır” Ayette geçen “Hukb” kelimesi 80 yıldır. Her yıl 360 gündür. Ve her gün dünya gününün bin yılıdır. Bir hukb geçince diğeri gelir. Böylece sonsuza kadar gider. [el-veciz Fi Tefsir'il Kitab'il Aziz, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmet el-Vahidi]

Hata-1 Madem ayetin tefsirinde "Böylece sonsuza kadar gider" diyor (yani ebediyyen) O halde ayeti neye göre "uzun süre" diye meallendiriyor?

Volüm3 => Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü't-Tefasir'de ayetin mealini "orada çağlar boyu kalırlar" dedikten sonra, işin "tefsir!" kısmında açıklamayı şu şekilde yapar: "Cehennemde, sonsuza kadar, birbirinin ardından gelen asırlarca kalacaklardır. Kurtubî şöyle der: Asırlar devam ettikçe onlar cehennemde kalırlar. Her asır geçtikçe, başka bir asır gelir. Çünkü âhiretin asırları sonsuzdur. Rabî ve Katâde de şöyle derler: Bu asırlar ne sona erer, ne de biter."

Hata-2 Şimdi buradaki mantığı anlamanın mümkünatı var mıdır? Hem "çağlar boyu" diyeceksiniz, hem de o "çağlar boyu" na öyle açıklama getireceksiniz ki, bir de bakmışsınız o "çağlar boyu" olmaktan çıkıp EBeDdiyyen oluvermiş.

Burada 78/23. ayet meali için; Abdul Baki Gölpınarlı, Celal Yıldırım ve Muhammed Esed'in meallerini ayrı tutmak istiyorum. Fakat tefsiriyle birlikte özellikle Muhammed Esed'inkini. Çünkü yukarıdaki birbirinin aynı olanlardan farklı durmaktadırlar:

78/23 Yıllar boyunca kalırlar orada. (Abdulbaki Gölpınarlı)

78/23 Orada uzun süre kalacaklar. (Celal Yıldırım)

78/23 Onlar orada uzun süre kalacaklar. (Muhammed Esed)*

*[Yani, ebediyyen değil; çünkü hukb veya hikbe terimi (ki ahkâb bunların çoğuludur), “belli bir zaman devresi”ni yahut “uzun bir zaman”ı gösterir (Cevherî) -bazı otoritelere göre “seksen yıl”, bazılarına göre de “bir yıl” yahut sadece “yıllar” (Esâs, Kâmûs, Lisânu'l-‘Arab, vb.). Ancak bu terim nasıl tanımlanırsa tanımlansın, sınırlı bir zaman süresini gösterir, ebedîliği değil. Ve bu, Kur’an'da “cehennem” olarak tanımlanan azabın ebedî olmadığı şeklindeki birçok vurgulama ile (bkz. 6:128'in son paragrafı ile ilgili not 114) ve Hz. Peygamber'in birçok sahih Hadisi ile (mesela bunlardan biri 40:12 ile ilgili not 10'da nakledilmiştir) uyum halindedir.][Muhammed Esed-Tefsir'ul Mesaj]

Yukarıda kullanılan mealler bize ait olmayıp mevcut mealleri verdik. Şimdi (أبد) XLD fiili geçen ayetlere örnekler vermek istiyorum. Bunu yapmamdaki maksat: hem tarife uyup uymaması, hem de mantığa uyup uymaması içindir. Misal olarak Hümeze Suresi 3. ayete verilmiş meallere bakalım.

يَحْسَبُ أَنَّ مَالَهُ أَخْلَدَهُ

104/3 O, malının, kendisini ebedîleştirdiğini sanır. (Diyanet İşleri)

104/3 Sanır ki gerçekten de malı, onu ebedîleştirir. (Abdulbaki Gölpınarlı)

104/3 Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. (Ali Bulaç)

104/3 Malının kendisini (Dünya'da) ebedî yaşatacağını sanır. (Celal Yıldırım)

104/3 (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder. (Diyanet Vakfı)

104/3 Malı kendisini muhalled kılmış sanır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır-Sadeleştirilmiş olmayan Mealden)

104/3 Malının kendisini ölümsüzleştireceğini zannedene yazıklar olsun. (Fizilal-il Kur'an)

104/3 Malının kendisini ebedi kılacağını sanır. (İbn-i Kesir)

104/3 zanneder ki serveti onu sonsuza dek yaşatacak! (Muhammed Esed)

104/3 Malının kendisini ebedî yaşatacağını sanır. (Suat Yıldırım)

104/3 Malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanıyor. (Süleyman ateş)

104/3 Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanmaktadır. (Tefhim-ul Kur'an)

104/3 Sanır ki, malı sonsuzlaştıracaktır kendisini. (Yaşar Nuri Öztürk)

Birinci Mantık => Şimdi sormak istiyorum yukarıdaki Hümeze/3 ayetinin orijinalindeki (خَالِد) XLD fiili alınıp yerine (أبد) EBeD fiili konsaydı yine de meallerde en ufak bir değişim olur muydu?

İkinci Mantık => Deistinden ateistine, Hristiyanından yahudisine, Hanifinden hanefi mukallidine... Dünyada baki kalmayacağını, bir gün kendisinin öleceğini inkar eden yada bilmeyen bir tek Allah'ın kulu var mı? O halde Hümeze/3. ayette malın kendisini ebedi/sonsuza dek yaşatacağını düşünen/sanan mahlukat kim? [Ayrıca aynı mantıkla bakınız => Şuara/129 ]

Fakat işin manevi boyutundan bakıldığında durum farklıdır ve bir hakikat vardır ortada. Bu hakikati bir çok mü'min varırdır ki çok rahatlıkla gözlemlemişlerdir: Vahiyle beslenmiş bir gönül/bir beyin, bir ulül-el bab şahsiyet, dünyanın bir rüya kadar kısa olduğunun idrakindedir. Nereye gitse ölümü ikiz kardeş gibi yanında bilir. Çünkü haşyet duyar havf duyar Allah'ından. Çünkü ölümden DOLAYLI korkar. Asıl korktuğu yeterli görmediği salihce amelleridir. Fakat Allah-Din-İman-Ölüm ötesi hayat gibi hakikatlerden uzak dünya zevklerine dalmış ve mal hırsı bürümüş beyinler farklı kanıdadırlar. Çünkü(104/3 ayetteki "sonsuz" gibi yanlış meal değil de "uzun süre" gibi daha tutarlı meal üzere düşündüğümüzde) vahye tabi olmuş bir insanın kolaylıkla idrak ettiği rüya kadar kısa olan ömrü, onlar bu kadar kısa olarak hissetmezler/ZANnetmezler. Sanki hep başkaları 25 yaşındayken ani kalp kriziyle ölecek, sanki hep başkaları 30 yaşlarında trafik kazasında ölecek, sanki hep başkalarına serseri bir kurşun isabet edecek, sanki hep başkalarına kanser gelip yapışacak, sanki hep..... Vahiyden uzak insanın enteresan bir hissi/psikolojisidir bu her ne kadar dile getirmese de. Mantık olarak bunu biliyor olmasına rağmen bu hisler mantığı örtmüş vaziyettedir.

Cehennemde kalma süreci ile ilgili 6 ayet vardır. Bu 6 ayetin 5 tanesinde (خَالِد) XLD kelimesi geçerken sadece 1 tanesinde (خَالِد) XLD ve (أبد) EBeD birlikte geçmektedir. Hatırlarsanız demiştik ki: Madem ki, (خَالِد) XLD kelimesinin iki anlamı var (uzun süre/Sürekli) o halde burada devreye ayetlerin gerekçelerine bakmak gerekir diye. Öncelikle içinde sadece (خَالِد) XLD sözcüğü geçen 5 ayete bakalım: (Mealler bize değil Süleyman Ateş'e aittir) Bu arada gerekçeleri ayetlerin kontekstine bakarak ayrıntılı şekilde görebilirsiniz. Ben sadece özet olarak madde halinde yazacağım.

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا يَامَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْإِنْسِ وَقَالَ أَوْلِيَاؤُهُمْ مِنَ الْإِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَا أَجَلَنَا الَّذِي أَجَّلْتَ لَنَا قَالَ النَّارُ مَثْوَاكُمْ خَالِدِينَ فِيهَا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ

6/128 Hepsini bir araya toplayacağı gün: "Ey cin(şeytân)lar topluluğu, (der), siz insanlarla çok uğraştınız." Onların, insan dostları derler ki: "Rabbimiz, birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık." (Allâh da) buyurur ki "Durağınız ateştir. Allâh'ın, dile(yip affet)mesi hariç, orada ebedi kalacaksınız." Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir.

Gerekçe: Şeytani emellerle insanların hayrına değil şerrine olacak şekilde uğraşanlar.

فَادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ

16/29 "Onun için, içinde sürekli kalmak üzere cehennemin kapılarına girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!"

Gerekçe:Allah'ın ayetlerine karşı büyüklük taslayıp yalan sayanlar.

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ

23/103 Kimlerin tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde sürekli kalanlardır.

Gerekçe: Salih amel yapmamış veya yeterli yapmamış olanlar

دْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ

40/76 "Cehennemin kapılarından girin, orada ebedi kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!"

Gerekçe: Şirk koşup böbürlenenler/azanlar

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أُولَئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ

98/6 Kitap ehlinden ve (Allah'a) ortak koşanlardan olan nânkörler, sürekli olarak cehennem ateşindedirler. Onlar, halkın en şerlisidir.

Gerekçe: Ehl-i kitabtan Kendilerine beyyine/delil/hüccet geldikten sonra tefrikaya düşüp nankörlük yapanlar ve müşrikler.

Sıra geldi içinde hem XLD hem de (أبد) EBeD geçen tek (Nisa/169) ayete. Bu ayeti yukarıdaki 5 ayetten ayrı tutmanın nedeni, daha önce de dediğim gibi hem iki kavramın (XuLuD, EBeD) tek ayette geçmesi, hem de içeriğinde geçen cehennemlik şahsiyetlerin işledikleri günahça/vebalce/inkarca/bozgunculukça en son noktayı teşkil etmesidir. Eğer cehennemde sonsuza kadar kalacak birileri varsa onlar bu ayettekiler olabilir mi? Nisa/169. ayete sadece iki ayet öncesinden bakmak kâfidir diye düşünüyorum:

4/167 Hakikati inkar etmeye ve başkalarını Allah yolundan saptırmaya şartlanmış olanlar, derin bir sapıklık içindedirler.

4/168 Hakikati inkar etmeye ve zulüm işlemeye şartlanmış olanları, Allah asla affetmeyecek ve onlara bir yol göstermeyecektir;

إِلَّا طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ وَكَانَ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا

4/169 Cehennem yolundan başka, orada sonsuza kadar kalacaklardır; Bu, Allah için çok kolaydır.

Şimdi gelelim akli delillere: Nisa/169 belki de/en azından hariç tutarak (dileyen dahil de tutsun) düşünelim. Biz Rabb'imiz Allah'ı Şefkat/merhamet gösterenlerin en Merhamet/şefkatlisi olarak biliriz. Çünkü biliriz ki yeryüzünde merhamet/şefkat sahibi birini örnek gösterecek isek muhakkak ki o örnek annelerden başkası değildir. Bu anneye sadece insanları değil, yavru sahibi kedi, köpek, tavuk...vb hayvanları da dahil edebiliriz. En pısırık/korkak bir kedinin yavru sahibi olduktan sonra yavrularına karşı tehdit oluşturacak her türlü tehlikeye karşı nasıl aslan parçası kesildiğini biliriz. Yada çocuğu bir ateşli hastalık geçirdiğinde geceleri uyumadan yavrusu başında nöbet tutan bir bir anneyi...

İşte bu yavru sahibi insan ve hayvan annelere veren asıl/esas kaynak Rahman ve Rahim olan Allah'tan başkası değildir. O halde varında siz düşünün asıl kaynaktaki Rahmet/şefkât boyutunu. Annelerdeki bu rahmet Rabb'imizdeki Rahmeti kavramanın misalleridir. Başka konularda da Allah'ın diğer sıfatlarına misalcikler oluşturacak nice şeyler vardır. Okumasını bilen gözlerden saklı değildir bunlar. Bir genç düşün ki bir suç işlemiştir. Hırsızlık yapmıştır, falancayı dolandırmıştır, kazaya sebebiyyet vermiştir, birşeyleri gaspetmiştir, devleti dolandırmıştır...vb. Bu kişi yakalanıp topluma deşifre olduğunda, halkın genel tepkisi caydırıcı yada adaletin yerini bulacak şekilde bir ceza verilmesi yönündedir. Hal böyle bir suçlunu ne 3 ay yatıp çıkmasını ister, ne de bu gibi suçlardan hemen ipe götürülüp idam edilmesini. Fakat o suçlunun annesine sorduğunuzda onun gönlü hâla evladının kötü muamele ve ceza/hapis görmemesinden yanadır. Her ne kadar işlediği suçu biliyor ve inkar etmiyor olsa dahi...

Yine bir genç düşün ki, bir cürüm işlemiş. Fakat bu sefer işlenen cürüm diğer gencin işlediği türden değil. Vahşice çoluk çocuk dinlemeden öldürmüş, kiminin gırtlağını kesmiş, kiminin beynine kurşun sıkmış... ve yakalanmış. Topluma basın-yayın yoluyla deşifre edilmiş. Bu sefer halkın yorumu adaletin gerçek manada tecelli etmesi için o mücrimin idam edilmesinden yanadır. İşin garabi (basından nice örnekleri oldu) bu sefer o cürümü işleyenin annesi dahi oğlunun ölmesi taraftarıdır. Nice bu tür vahşete bulaşmış bir evladın anne veya babası "oğlumu kendi ellerimle öldüreceğim" demiştir.

Bu örnekleri neden veriyoruz. İnsanoğlundaki merhamet/şefkat sanıyor musunuz ki Alemlerin Rabb'i olan Allah'ınkinde çok farklı veya bambaşka birşey. Oysa o merhameti/şefkati veren kendinden vermiştir. Yani veren kaynak malum. Bu O'ndaki merhameti de görebilmemiz/idrak edebilmemiz için birer ayet/ibrettir diye düşünmekteyiz.

Şimdi konuyla daha ilintili diğer bir misale geçelim. El-Hakim olan Allah mı daha merhametli, yoksa seküler yasalara tabi bir hakim mi? Sizleri duyar gibiyim "Elbette Allah" diyorsunuz. Doğrusu da budur zaten. O halde devam edelim misalimize. Adamın biri arabasındayken kırmızı ışık kuralını ihlal edip birine çarpıyor. Bu kaza neticesinden kazaya uğrayan bir bacağını kaybediyor. Sürücü yakalanıp mahkemeye getiriliyor. Mahkemenin adil bir mahkeme olduğunu farzedelim. Yargılama sonucu sürücü tam 20 yıl (af ve indirip söz konusu olmaksızın) hapse mahkum ediliyor. Mahkum yattığı heryıl karşılığında işlediği cürümün bedelini ödüyor. Nihayet 20 yıl sonunda (ki 20 yıl insan ömrünün en değerli kısmıdır) hapisten çıkıyor. Neden çıkıyor? Bir cürüm işledi ama buna karşılık ağır bir bedel ödedi. Bu bedel ödendikten sonra artık o kişiye mücrim gözüyle bakılmaz. Şimdi bu misali ölüm ötesine taşıyalım ve ardından Merhamet/şefkat kısmını yeniden düşünelim.

Bir müşrik düşünelim, ya da bir deist düşünelim. Bu müşrik ve deist olan kişi hayatı boyunca bir karıncayı bile incitmekten imtina etmiş, dedikoduyu, yalanı-dolanı sevmemiş, kendisiyle arkadaşlık ve komşuluk etmiş olanlar hayatı boyunca ondan incinmemiş olsun. Tabi nefs taşıdığı için zaman zaman bir takım büyük diye tanımlanmayan cinsten günahlar da işlemiş olsun varsayalım. Bu kişinin ölüm ötesi hayattaki durumunu az önce yukarıdaki mukayese ettiğimiz (Allah mı merhametli yoksa....) kuralına göre yeniden gözden geçiriniz. Misal verdiğimiz bu deist veya müşriğin 80 yıl yaşadığını kabul edelim. Sıfır hata ancak Allah'a mahsustur bilinciyle bir takım hatalı olan ve 80 yıllık ömrünü tamamlamış bu kişinin dünya hayatında iken işlemiş olduğu bir takım cürümlere binaen cehenneme atıldığını farzedelim. Şayet cehennemden bir daha çıkış yok ise ortaya iki farklı tutarsızlık çıkmaz mı? Mesela:

1- Hani Allah seküler yasalara tabi bir (insan)/hakimden daha merhametli idi.

2- Bedel ödeme cehennemde neden geçersiz? 80 yıl içersinde işlenmiş bir takım günahlara karşı neden misli ile değil de, neden 80 yıl, 800 yıl, 8000 yıl, 800.000 yıl, 8000.000.000.000.000 yıl değil de ilelel EBeD?

Soru= Şayet, ölüm ötesi hayatın kuralı bu ise, merhamet ve şefkati bu kurala göre tanımlayın dense tanımınız ne olurdu? Bu kuralı benimserken şefkat/merhamet tanımını yeniden gözden geçirmeniz gerektiğini hiç düşündünüz mü? Şayet bu kurala göre tanım yaparsanız bu zorlama bir tanım mı olur? yoksa hakikaten fıtratınızdan gelen tanım mı olur? Bu iki nüansa kulak verdiniz mi?

[Bu arada şu hatırlatmayı yapmayı elzem buluyorum. Bizler hanif fıtrat üzere yaratılmışız. Doğan bütün insanlar özleri/fıtratları temiz olarak yaratılmıştır. Temiz fıtrat olarak doğmuş bir çocuk daha sonradan anne babanın ahlaki durumu ve mensub olduğu dine göre, sosyal hayatındaki çevre ve mensub olduğu arkadaş gurubuna göre, aldığı eğitim, etkilendiği kitap/yazara veya ideolojik akıma ....vb göre fıtratı sonradan kirlenebilir. Aslında kirlenmeyip üstü kaplanır. Aynen bir altının çamura düşüp özünün kirlenmemesi ama çamur içinde batık kalması gibi.]

Şimdi biraz da madalyonun diğer yüzüne bakalım. Allah'a iman etmiş herkes bilir ki Allah'ımız gerçekten son derece merhametli/şefkatlidir. Rahman, Rahim, Quddüs, Selam, Mü'min, Gaffar/Gafur, Vehhab, Rezzak, ADiL, Halim, Azim, Şekur, Mukit, Kerim, Mucib, Vedud, Vekil, Veli, Tevvab, Afüv, Raüf, Zül Celali Vel İkram, Muğni, Hadi dir O. Allah'ın bu sıfatlarının manaları birbirinden farklı olsa da hep kullarının lehine olan merhamet/şefkat tabanlıdır hepsi. Burası kesin olduğundan yukarıdaki sorudaki tutarsızlığı nereye koymak gerekir? gibi bir soru insanın aklını zorlamıyor değil. Bu tutarsızlığın olmaması için için şu olasılıklar mevcuttur:

1- Cehennem ayetlerinde geçen (خَالِد) XLD fiilini (أبد) EBeD fiili gibi görmeyip sonsuz yerine uzun yada belirli (zamanını Allah'ın bildiği) bir zaman dilimi olarak anlamak (ki kelimenin kök anlamların da bu da mevcut)

2- Ya da diyeceğiz ki, Allah'ın merhamet anlayışı kullarınkinden oldukça farklı. Annelerde ve merhametli insandaki merhamet/şefkat farklı birşey. (Seçimi okuyucuların kendi anlayışlarına/sağduyularına bırakıyorum.)

Allah'ın büyük sıfatların biri El Adl'dır. Allah asla kullarına zulmedici değildir. Bilakis zulmü insanlar kendileri kendilerine yaparlar. Nitekim bunu açıklayan nice ayetler mevcuttur:

Enfal/51 "İşte bu, ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allâh, kullara zulmedici değildir."

Al-i İmran/181-182 "Allah fakirdir, ama biz zenginiz!" diyenlerin sözlerini Allah duymuştur. Onların hem söylediklerini, hem de peygamberleri haksız yere öldürdüklerini kaydedeceğiz ve (Hesap Günü onlara) diyeceğiz: "Tadın bakalım ateşin azabını. Ellerinizle işlediklerinizin karşılığı olarak; zira Allah, kullarına en ufak bir haksızlık yapmaz!"

Bakara/57 Üzerinize bulutları gölge yaptık. Size kısmet ettiğimiz helâl hoş rızıklardan yiyesiniz diye kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Fakat nankörlük etmekle onlar Biz’e değil, kendilerine yazık ediyorlardı.

Al-i İmran//117 Onların bu dünya hayatındaki harcamaları kendi nefislerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinine isabet eden kavurucu soğukluktaki bir rüzgâra benzer ki, onu (ekini) helak etmiştir. Allah, onlara zulmetmedi, fakat kendi nefislerine kendileri zulmetmektedirler.

Tevbe/70 Onlara, kendilerinden öncekilerin Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmetmektelerdi.

Yunus/44 Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendilerine kendileri zulmediyorlar.

Hud/117 Rabbin, halkı dürüst hareket eden hem kendi nefislerini, hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helâk etmez.

Kehf/49 (Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: «Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp-döküyor?» Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.

Hacc/10 (Ey insan) Bu, senin ellerinin önden takdim ettikleridir. Şüphesiz Allah, kullar için zulmedici değildir.

Ankebut/40 İşte biz, onların her birini kendi günahıyla yakalayıverdik. Böylece onlardan kiminin üstüne taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir çığlık sarıverdi, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmedici değildi, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.

Yasin/54 O gün, hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz ve siz ancak yaptığınızın cezâsını çekersiniz.

Ayrıca Allah'ın affediciliğiyle ilgili (ki affetmek merhametten gelir) aşağıdaki ayetler de güzel birer örnektir bizler için.

3/135 Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.

4/64 Biz peygamberlerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve peygamber de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı.

4/110 Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.

Cehennemin ehlinin cehennemde sonsuz kalacağına dair bir delil/mantık da şu olabilir. İnsanlar/Nefsler bir kez ölümü tattıktan sonra ikinci bir ölüm olmayacağına ve herkes kendi yaptıklarının karşılığı olacak bir yaşama tabi olacağına göre ve dahi Allah asla zulmetmeyeceğine göre, cennete de cehenneme de giren kendi yaşam biçimini önceden seçip sonucunu yaşayacaklarıdır. Bir de Fıkhu'l Ekber de şöyle bir ibare geçer: Cennet ve Cehennem hâlen yaratılmıştır, ebediyen de fâni olmayacaklardır. Huriler ebediyen ölmezler. Yüce Allah'ın cezası da, sevabı da ebedîdir. [Ebu Hanife-Fıkhu'l Ekber]

Sıra geldi cennet ehli için ayetlerde geçen tanımlara. Cennet ehlinin sonsuza kadar cennette baki kalacakları yönünde neredeyse tüm farklı ekoldekiler de dahil olmak üzere konu üzerinde mutabıktırlar. Fakat yinede neden bazı ayetlerde sadece (خَالِد) XLD geçerken bazılarında hem (خَالِد) XLD hem de (أبد) EBeD aynı anda geçmektedir. Bunun üzerine düşünmek lazımdır. İçinde hem (خَالِد) XLD hem de (أبد) EBeD kelimesi geçen (Xalidine FiHa Ebeden خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا) cennet ile ilgili ayetlere bakalım:


وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا ۚ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللَّهِ قِيلًا

4/122 Ama imana erip yararlı ve doğru işler yapanları içlerinden ırmaklar akan hasbahçelere koyacağız, orada sonsuza kadar kalacaklar. Bu, Allahın gerçek vaadidir. Kimin sözü Allahın sözünden daha doğru olabilir?

قَالَ اللَّهُ هَٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ ۚ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

5/119 Allah şöyle diyecektir. "Bugün sözlerine sadık olanlar hakikate sadakatlerinin faydasını görecekler: sonsuza kadar kalacakları, içinden ırmaklar akan hasbahçeler onların olacak; Allah onlardan çok hoşnuttur ve onlar da Allahtan çok hoşnutturlar: Bu büyük bir mazhariyettir".

خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ

9/22 Orada ebedi kalacaklardır. Şüphesiz büyük mükâfât Allâh katındandır!

وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

9/100 Zulüm ve kötülüğün egemen olduğu diyardan göç edenler ile Din'e sahip çıkan ve koruyanların ilklerine, önde gelenlerine ve bir de iyilik/doğruluk (yolun)da onları izleyenlere gelince, Allah onlardan hoşnuttur; onlar da Allah'tan. Ve O, onlar için içlerinde yerleşip sonsuza kadar yaşayacakları, derelerin, ırmakların çağıldadığı hasbahçeler hazırlamıştır: İşte en büyük bahtiyarlık budur!

يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ۖ ذَٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِ ۗ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

64/9 O'nun sizi (Nihai) Toplanma Günü bir araya toplayacağı zaman(ı düşünün), o Kayıp ve Kazanç Gününü! Kim, Allah'a inanıp iyi ve doğru işler yaparsa, (o Gün) Allah onun kötü fiillerini silecek ve onu içinden ırmaklar akan, sonsuza kadar kalacağı bahçelere koyacaktır. Bu, büyük bir kurtuluş olacak.

رَسُولًا يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِ اللَّهِ مُبَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ ۚ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ قَدْ أَحْسَنَ اللَّهُ لَهُ رِزْقًا

65/11 Allah'ın apaçık mesajlarını size aktaran bir elçi (göndermiştir) ki iman edip doğru ve yararlı işler yapanları zifiri karanlıktan aydınlığa çıkarabilsin. Kim Allah'a inanıp doğru ve yararlı işler yaparsa, Allah onu içinden ırmaklar akan sonsuza kadar kalacakları bahçelere koyacaktır. Allah, (böylece) ona en güzel rızkı vermiş olacaktır.

جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ

98/8 Rableri katında onların mükâfâtı içinden/altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları, Adn cennetleridir. Allâh onlardan râzı olmuş, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. Bu, Rabbine saygı gösterene mahsustur.

İçerisinde cehennem ehli için hem () XLD ve hem de () EBeD kelimesi geçen bir tek ayet var iken, cennet ehli için 7 defa geçmektedir. XLD fiilinin cennetlikler için tam 7 kez EBeD fiili ile birlikte kullanılmasından, XLD fiilinin uzun süre anlamında mı? Yoksa Sonsuz süre anlamında mı kullanıldığına dair sizce bir işaret/dikkat çekme var mıdır? Bu 7 ayeti bir de Hicr/48. ayeti ekleyip düşünür isek.... (Hicr suresi 45~48. ayetlere kadar bakınız)

لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ

Hicr/48 Orada onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.

En doğrusunu Allah bilir.

HanifMuslim
HanifMuslim isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
HanifMuslim Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
TUĞÇE DENİZ AKIN (31. May 2009), Umar (31. May 2009)