Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:53 PM   #7
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Allah’tan bir rahmet


Bilindiği üzere denizlerde oluşan kuvvetli fırtınalar ve büyük dalgalar zaman zaman gemiler için yok edici özellikte olabilmektedir. Rabbimiz ise ayette, deniz yolculuğunun kendi rahmeti sayesinde olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple, deniz yolculuğu yapanlar, doğal olarak denizin bu tehlikelerini içlerinde hissederler ama yaptıkları yolculuğun Allah’ın rahmeti sayesinde olduğunu düşünerek rahatlarlar.
Ayetteki “bir zamana kadar yararlanma” ifadesinden anlaşılmaktadır ki, bu kurtarma işi devamlı değildir ve bu dünyadaki her şey gibi bunun da bir sonu vardır.
Rabbimiz, özellikle Şuara suresinde (8, 67, 103, 121, 158, 174, 190. ayetler) olmak üzere insanlara rahmeti gereği birçok delil göstermiştir:
Neml; 52: İşte, onların işledikleri zulümler yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç kuşkusuz bunda, bilen bir halk için bir ayet / gösterge vardır.

Neml; 86: Görmediler mi ki, dinlensinler diye geceyi belirledik. Gündüzü de gördürücü yaptık. Kesinlikle iman eden bir kavim için bunda ayetler vardır.

45, 46. Ayetler:

Ve onlara: “Önünüzdekine ve arkanızdakine takvalı davranın, umulur ki rahmet olunursunuz” denildiği zaman ve kendilerine Rabblerinin ayetlerinden herhangi bir ayet geldiğinde onlar sadece ondan yüz çevirenler oldular.

Bu ayetler, kâfirlerin hâllerini nakleden başka bir paragrafın ilk ayetleridir. Burada, o duyarsız toplumun gerekli uyarıyı alınca yine umursamazlıklarını göstererek yüz döndükleri, gözlerini kapayıp kulaklarını tıkadıkları anlatılmaktadır.
45. ayetteki “Önünüzdekine ve arkanızdakine takvalı davranın” ifadesinden genellikle şunlar anlaşılmaktadır:
- Sizden önce geçmiş ümmetlerin başına gelenler sizin başınıza gelmeden ve ahirette başınıza gelecek felaketlerden sakının.
- Geçmiş günahlardan ve gelecek günahlardan sakının.
- Ömrünüzün geçmiş bölümünden ve ömrünüzün kalan bölümünden sakının.
- Dünyadan ve ahiret azabından, bildiğiniz kusurlarınızdan ve bilmediğiniz kusurlarınızdan sakının.

Bizim tevilimiz ise; bu ifade, daha evvel 12. ayette geçen “ve eserlerini de yazarız” ifadesindeki anlamdadır. Yani, kişinin kendi önündeki ve arkasındaki; kişinin yaşarken yaptıkları ve bu yaptıklarının onun ölümünden sonraya kalan izleridir. Dolayısıyla burada yaptığı uyarı ile Rabbimiz; insanların, yaşarken yaptıklarına ve yaptıklarının ölümlerinden sonraki etkilerine dikkat etmelerini, bunlardan zarar görmemelerini istemektedir.

45. ayet bir şart cümlesi olup, cümlenin ceza bölümü ayette mevcut değildir. Bu durumda ya 46. ayetin yüklemi 45. ayete de yüklem olarak kabul edilecek ve iki ayet tek yüklemle ifade edilecek, ya da 46. ayetin yükleminin delâletiyle 45. ayete de ayrıca; “ondan yüz çevirenler oldular.” anlamında bir yüklem takdir edilecektir. Biz birinciyi tercih edip iki ayeti tek bir cümle halinde sunmuş bulunuyoruz.

47. Ayet:

Onlara: “Allah’ın sizi rızklandırdığı şeylerden infak edin” dendiği zaman da, o kâfirleşmiş kişiler, şu iman etmiş kişiler için: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz.” dediler.

Duyarsızlaşmış kâfirlerin durumlarının sergilenmesine devam edilen bu ayette, insanların şefkat ve merhamet duygularını kullanarak kendilerini kurtarmaları için uyarı yapılmaktadır.
İslâm’ın gündeme getirdiği ilk sosyal görev, fakirlerin doyurulması ve yetimlerin kerimleştirilmesi (Fecr, Duha ve Maun sureleri) olmasına rağmen, kendilerine “Allah’ın sizi rızklandırdığı şeylerden infak edin” denilen kâfirler bu çağrıya alaycı bir cevap vermişler ve görevden kaçmışlardır. Kâfirlerin verdikleri cevap bize göre bir anlamda “Eğer Allah her şeye kadir ve her şeyin rızkını verseydi elbette fakirleri kendi doyururdu. Bunu neden bizden istiyorsunuz?” şeklinde bir inkâr da içermektedir.
Kâfirlerin infaktan, yani kamu yararına mal harcamaktan kaçarak ortaya koydukları bu tavır, onların akılsız oldukları kadar duygusuz da olduklarını göstermektedir.

48. Ayet:

Bir de onlar (duyarsız kavim): “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen (tehdit) ne zaman?” diyorlar.

45. ayetten beri çeşitli davranışları ile teşhir edilen bu aklını ve duygularını kaybetmiş topluluk, bu ayetteki itirazları ile asıl küfürlerini dile getirmişlerdir. Çünkü onların “bu söz verilen (tehdit) ne zaman?” diye sordukları soru, gerçekten öğrenmeye yönelik bir soru değil, inkâr ve istihzaya yönelik bir sorudur. Kâfirlerin bu sorusu Kur’an’da birçok ayette geçmektedir:

Sebe; 29, 30: Bir de onlar: “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen (tehdit) ne zaman?” diyorlar.
De ki: “Size öyle bir gün vaat edilmiştir ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.”

Mülk; 25, 26: Bir de onlar: “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen (tehdit) ne zaman? diyorlar.
De ki: “Kesinlikle Bilgi (onun bilgisi), Allah’ın yanındadır. Ben ise yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.”

Bu konuda ayrıca Yunus; 48, Enbiya; 38, Neml; 71 ayetlerine de bakılabilir.

Söz verilen (tehdit)

Kur’an’da yüzlerce kez geçen bu “söz verilen (tehdit)”; Rabbimizin inkârcıları dünyada ve ahirette cezalandıracağına dair olan sözüdür. Nitekim bu ifade aşağıda 52. ayette; “... Bu, Rahman’ın vadettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylemişler dediler (derler).” şeklinde ve 63. ayette;“İşte bu, sizin vaat olunmuş olduğunuz cehennemdir.” şeklinde yer almaktadır.

49, 50. Ayetler:

Onlar sadece birbiriyle çekişip dururlarken, kendilerini yakalayıverecek bir tek çığlıkla karşı karşıya kalacaklardır. İşte o zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ehillerine (ailelerine, yakınlarına) de dönemezler.

İnkârcıların “Ne zaman?” sorusuna vadedilen günün tarihiyle değil, vadedilen günün nasıl bir gün olacağı anlatılarak cevap verilmiştir. Zaten inkârcılar da bu soruyu tarih öğrenmek amacıyla sormamışlar, inanmadıklarını alay ederek belirtmek için sormuşlardır.
Ayette bildirildiğine göre o gün, ani bir çığlıkla geliverecek, daha evvel hiçbir alâmeti olmadan, onlar işiyle gücüyle uğraşırken, birbirleriyle didişirken, işlerini kimseye havale etmeye, yerlerine birisini bulmaya fırsatları olmadan gerçekleşecektir. O günün gelişi bir başka ayette şöyle ifade edilmiştir:

Zümer; 68: Ve Sur’a üflenmiştir. Allah’ın dilediği kimseler hariç göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar “hazırol”da bekliyorlar.

51–54. Ayetler:

Ve Sur’a üflenmiştir. Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden Rabblerine doğru akın ediyorlar.
Onlar: “Eyvah başımıza gelenlere! Yatıp uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı / uyandırdı? Bu, Rahman’ın vadettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylemişler dediler ( derler).
Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi huzurumuza “hazırol”a geçirilmişlerdir.
Artık bugün kişi herhangi bir şeyce zulmedilmez. Ve sadece yapmış olduklarınız ile karşılıklandırılırsınız.

Duyarsızlaşmış kavmin “bu vadedilen gün ne zaman?” sorusuna, o günün nasıl olacağının anlatılması ile verilen cevap, bu ayet grubunda da devam etmekte ve yaşanacak olaylar sıralanmaktadır. Buna göre, Sur’a üflenmiş, herkes akın akın Rabblerine gitmektedir. İnançsızlar pişmandır ve bu pişmanlıklarını dile getirmektedirler. Sorgu başlamış ve herkes zulme uğratılmadan yaptığının karşılığını almaktadır.

Sur ve Sur’un üflenmesi


“Sur’un üflenmesi” ifadesi, tıpkı eski devirlerde kullanılan ve toplanmayı veya tehlikeyi haber vermek için genellikle büyükbaş hayvan boynuzundan yapılma bir borunun öttürülmesine benzer şekilde, bir borunun veya sirenin çalınacağını, bir hakemin oyunu başlatan veya bitiren düdüğünü, bir okulda dersin başlayıp bittiğini bildiren zili çağrıştırmaktadır.
Sur’un birinci defa üflenişi ile bütün canlılar ölecek, ikinci defa üflenen Sur ile de ölmüşler canlandırılarak kabirlerinden kaldırılacak ve Yüce Divan’da toplanmaya sevk edilecektir.
Sur’un üflenmesi konusu Kur’an’da birçok yerde geçmektedir:

Zümer; 68: Ve Sur’a üflenmiştir. Allah’ın dilediği hariç göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir. Bir de bakarsın onlar kalkmışlar karşıda bakıyorlardır.

Kehf; 99: Ve Biz o gün (kıyamet günü) onları dalgalar hâlinde birbirlerine girer hâlde bırakıvermişizdir. Sur’a da üflenmiştir. Böylece onların hepsini bir araya toplayıvermişizdir.

Bu ayetlerden başka Müminun; 101, Hakkah; 13, En’âm; 73, Ta Ha; 102, Neml; 87–90, Nebe; 18 ayetleri de Sur’un üflenişinden bahsetmektedir.
Bu ayette konu edilen üfleme, Sur’un ikinci kez üflenişidir. Zira yukarıdaki Zümer suresinin 68. ayetinde bildirildiği gibi, Sur’un birinci üflenişi ile 49. ayette ifade edilen “yok oluş”, ikinci üflenişi ile de 51. ayette bahsedilen “ayağa kalkış” gerçekleşecektir. Bu kalkış başka ayetlerde de anlatılmıştır:

Mearic; 43, 44: O gün onlar, kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. Sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi
gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir hâlde. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!

Kamer; 6–8: O hâlde onlardan geri dur (sırt çevir). O günde Çağırıcı’nın, nüküre (bilinmedik, inkâr edilen, yadırganan bir şeye) çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, o davetçiye hızlıca koşarak kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O kâfirler: “Bu, zor bir gündür.” derler.

Lokman; 28: Sizin yaratılmanız ve ölümden sonra diriltilmeniz ancak bir tek kişininki gibidir. Gerçekten Allah en iyi işiten, en iyi görendir.

52. ayette geçen “beasena” sözcüğü, Ubeyy mushafında “ehebbena” olarak yer almış olup bunun anlamı; “uyandırmak” demektir. Bu sebeple biz mealimize “uyandırdı” anlamını da koymuş bulunuyoruz.
Bu uyandırmadan sonra kâfirlerin 52. ayette “Bu, Rahman’ın vadettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylemişler.” dedikleri gibi vadedilen günün geldiğini anlamalarını tasvir eden birçok ayet vardır:

Saffat; 20, 21: “Eyvah bizlere! İşte bu Din günüdür.” derler.
-İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz Ayırma günüdür-

Rum; 55, 56: Ve kıyametin kopacağı gün günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
Kendilerine ilim ve iman verilenler de diyecekler ki: “Ant olsun ki, Allah’ın kitabında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.”

Naziat; 13, 14: İşte o, bir tek haykırıştır.
Bir de bakmışsın onlar meydandadır.

Nahl; 77: Ve göklerin ve yerin gaybı sadece Allah’a aittir. Saatin emri (kıyametin koparılması) de yalnızca göz açıp kapama gibidir veya o, daha yakındır. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir.

İsra; 52: Sizi çağıracağı gün, onu överek O’nun çağrısına uyacaksınız ve zannedeceksiniz ki, (kabirlerinizde) pek az kaldınız.

Ta Ha; 102–104: Sur’a üfleneceği gün. Biz suçluları o gün, gözleri göğermiş olarak toplayacağız.
Aralarında fısıldaşıyorlar: “Siz dünyada sadece on kaldınız.”
Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz. Yolu en üstün olan: “Ancak bir gün kaldınız.” diyecektir.

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre ölüm ile baas arasında uzun bir zaman yoktur. “An” diyebileceğimiz kadar bir süre vardır. Dolayısıyla, hurafelerde yer aldığı gibi “kabir hayatı” diye bir hayat ve orada çekileceği uydurulan “kabir azabı” diye bir azap söz konusu değildir.
54. ayette herkesin mutlaka yaptıklarının karşılığını alacağı vurgulanmaktadır. Bu karşılık alma sırasında kimseye haksızlık yapılmayacağı, kötü karşılıkların mutlaka o kişilerin kendi yaptıklarının karşılığı olduğu Kur’an’da defalarca dile getirilmiştir:

Yunus; 45: O gün kimse haksızlığa uğramaz.

Şûra; 40: Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse onun ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, zalimleri sevmez.

Enbiya; 47: Biz kıyamet günü için adalet terazileri koyarız; hiçbir kimse, hiçbir şeyce haksızlığa uğratılmaz. (O şey) Bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getiririz. Ve hesap görenler olarak Biz yeteriz.

Nisa; 40: Şüphesiz ki Allah, zerre kadar zulüm etmez. Ve eğer o iyilik ise onu kat kat artırır. Ve kendi katından büyük bir ecir verir.

Casiye; 22: Ve Allah, gökleri ve yeri gerçek ile yarattı. Ve de her kişiye, yaptığı karşılıklandırılmak için. Ve onlar zulmedilmezler.

55–58. Ayetler:

Gerçekten cennetin ashabı (cennetlik olanlar) bugün bir meşguliyet içinde sefa sürmektedirler.
Kendileri ve eşleri gölgeler içinde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.
Yalnızca onlara, orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey de onlarındır.
Söz olarak (onlara) Rahîm Rab’den “selâm” (vardır).

51–54. ayetlerden oluşan paragrafta kıyamet ve ahiretin ilk aşamaları hakkında uyarı amaçlı olarak verilen bilgilerden sonra, Kur’an’da izlenen yöntem gereği, bu ayet grubunda da müttekilerin akıbeti gündeme getirilmiştir.
Paragrafın genel ifadesinden anlaşıldığına göre, ahirette fazla bekletilmeden nimetlere kavuşturulacak olan müttekiler orada, kendilerine refakat eden eşlerle birlikte canları sıkılmayacak şekilde meşguliyet içinde olacaklar, gölgeler altındaki koltuklara kurulup önlerinde bulunan her türlü meyveden yiyerek sefa süreceklerdir. Çünkü Rabbleri onların sağ ve esen olmalarını istemektedir.
Kur’an’da cennet ehlinin durumunu anlatan ve cennet kompozisyonları çizen yüzlerce ayet vardır. Biz iki tanesini aktarıp, gerisinin tasavvurunu sizlere bırakıyoruz.

Zühruf; 68: Ey kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz.

Yunus; 26: İyi, güzel amel yapanlar için daha güzeli ve daha fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, zillet de. İşte bunlar cennet ehlidirler. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.

56. ayette konu edilen eşler, dünyadaki karı koca durumunda olan eşler değildir. Ahirette cinsiyet ve üreme olmadığı için burada artık karı koca eşliği söz konusu olamaz. Buradaki eşler, refakat ve eğlence için Rabbimizin cennet ehline sunacağı eşlerdir. Dünyada iken karı koca olan eşler belki de ahirette, haklarını almak için birbirlerini kovalayan hasımlar olacaklardır (Abese; 33–37. ayetler).
Aşağıdaki ayetler, konumuz olan ayetlerin tefsiri niteliğindedir:

Tur; 17–28: Şüphesiz takvalı davrananlar, Rabblerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevkusefa sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rabbleri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri gözlü hurilerle eşleştirdik de. -Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için!-
Ve iman edenler, zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar; işte Biz, onların zürriyetlerini de kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir.
Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.
Orada bir kadeh kapışırlar ki, onda ne bir saçmalama vardır, ne de günaha sokma.
Ve kendilerine ait bir takım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.
Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O’na yalvarıyor idik. Gerçekten O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir.

Duhan; 51–57: Şüphesiz ki takvalı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak güvenli bir makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar. Onlar karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz onları iri siyah gözlü hurilerle eşleştirdik. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve O (Allah) onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Bunların dışında Rahman; 56, 70–72. ve Saffat; 40–49. ayetlere de bakılabilir.
59–64. Ayetler:

Ve ey günahkârlar! Bugün (şimdi) siz haydi ayrılın!
Ben, “Ey âdemoğulları! Şeytana kulluk etmeyin, kesinlikle o size apaçık bir düşmandır ve Bana kulluk edin, işte bu dosdoğru yoldur ve ant olsun ki o (şeytan) sizden birçok nesilleri saptırdı.” diye size ahd vermedim mi? Hâlâ aklını kullananlar değil miydiniz?
İşte bu, sizin vaat olunmuş olduğunuz cehennemdir.
İnkâr edip durduğunuz şeyler nedeniyle haydi bugün (şu an) yaslanın ona!
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla