Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14. January 2009, 12:26 PM   #12
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İsrâîloğullannın oniki kabileye ayrılması:


760- fiiz onları oniki torun kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa'ya: "Asanla taşa vur!" diye vahyettik. Taştan oniki göze fışkırdı. Her kabile içeceği yeri bildi. (Ayrıca) Üzerlerine bulutla gölge yaptık ve onlara kudret helvasıyla bıldırcın eti indirdik: "Size ver*diğimiz güzel rızıklardan yeyin!" (dedik). Ama onlar (saptılar, haksızlık ettiler. Böylece onlar) bize zulmetmediler, fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı. 161- Onlara: "Şu kentte oturun. Orada dilediğiniz yerden yeyin, (Allah 'a niyaz edip bizi) affet deyin ve secde ederek kapıdan girin ki hatâlarınızı bağışlayalım; biz iyilik edenlere daha fazlasını da vere*ceğiz." denildi. 162- İçlerinden zulmedenler, (söylediğimiz) sözü, kendile*rine söylenmeyen bir sözle değiştirdiler. Biz de haksızlık ettiklerinden dolayı üzerlerine gökten bir azâb gönderdik. (A'râf: 39/160-162)

Bu âyetlerde İsrâîloğullannin hayâtından başka bir sahne sergilen*mektedir: İsrâîloğulları, oniki şıpta (boya) ayrılmıştı. Bu olaylar, Ya'kûb'un oniki oğlundan türeyen nesillerdi. Bunlar çölde susuzluk çekince Musa'dan su istediler. Hz. Mûsâ, Allah'ın adıyla vurduğu zaman birçok mu'cize meydana getiren değneğini bir kayaya vurdu, kayadan her boy için bir kaynak olmak üzere oniki kaynak fışkırdı. Allah kızgın çölde yaşayan İsrâîloğullarının üzerine bulutla gölge yaptı, menn ve selva indirdi.

İbn Kesîr'in tefsirine göre menn, zahmetsiz olarak verilen bütün besinlerin adıdır. Fakat Tevrat'ın Çıkış Kitabının onaltıncı babından anlaşıldığına göre menn (man) "çölün yüzünde, toprağın üzerine kırağı gibi düşen, kişniş tohumu gibi beyaz, ballı yufka gibi lezzetli bir gıda" idi. Selva ise, ordugâhın üzerini kaplayan bıldırcınların etidir. [59]

İsrâîloğulları, Mısır'dan kurtulduktan sonra kendilerine, ataları Ya'*kûb'un yurdu olan Arz-ı Mukaddes'e girmeleri, orada oturan kâfir Amalika kavmiyle savaşmaları emredilmişti. Yılgınlık gösterdiler, savaşmadılar. Bu yüzden ceza olarak Allah, onları Tîh(çöl)e düşürdü. Kırk yıl Tîh'te kaldıktan sonra Nun oğlu Yûşa' komutası altında Beyt-i Mukaddes'e yürüdüler ve orayı fethettiler. Allah, onlara fethettikleri kentin kapısından secde ederek, yani böbürlenmeden, alçakgönüllülükle, Allah'a karşı boynu eğik bir vaziyette girmelerini ve girerken de "hitta (yani ya Rabbi bizi affet)" demelerini, kentte yani Kudüs'te oturmalarını, o münbit, bereketli topraklarda, diledikleri yerden yeyip Allah'a şükretmelerini emretti. Fakat onlar, söylemeleri emredilen sözü değiştirdiler hitta (bizi affet) yerine hinta (buğday, başağında dâne ver) dediler. Af ve merhamet dileyecekleri yerde maddî çıkar istediler. Kudüs'ün kapısından da uygun olmayan bir biçimde (kıçları üzerine emekleyerek, gururla) girdiler.

Hz. Peygamber'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İsrâîloğullarına: 'Beyti Mukaddes'in kapısından eğilerek giriniz ve hitta deyiniz' buyuruldu. Onlar ise kıçları üzerine emekleyerek girdiler ve (emrolundukları kelimeyi değiştirip) hinta, habbe fîşa'ara (bize buğday, başağında dâne ver) dediler." [60]

İbn Kuteybe'nin nakline göre Yahudilerin, hitta yerine koydukları kelimenin İbrânîcesi, kırmızı buğday anlamına gelen hittâ sum hâsa Esasen bunların, kendilerine emredilen sözü değiştirmeleri, mutlaka bir kelime yerine başka bir kelime söylemeleri anlamına gelmez. Kendilerine emredilenin tersine davranmaları da, Allah'ın buyruğunu değiştirmeleri demektir.

İşte Allah'ın buyruğuna karşı gelmeleri yüzünden başlarına Allah'ın azabı indi, hastalıklara, güçlük ve sıkıntılara uğradılar.

Burada anlatılanların büyük bir kısmı Kitâb-ı Mukaddes'in Çıkış, Sayılar, Tesniye Kitâblarında çok ayrıntılı olarak anlatılır. Bunlar, ibret üslubuyla orada anlatılanların özetidir. Ancak orada geçen, peygamberlere yakışmayacak iş ve sıfatlar, Kur'ân-ı Kerîm'de yer almamıştır.

: Allah, Isrâîl oğullarından söz almıştı ve içlerinden on iki başkan göndermiştik... (Mâide: 110/12)

Mâide: 110/12'nci âyette Allah'ın, İsrâîloğullarına oniki nakîb gön*derdiği bildirilmektedir. Nakîb bir şeyi araştıran kimse demektir. Toplumun haliyle ilgilendiği için lidere de nakîb denilir. Tevrat'ın Sayılar Kitabının birinci ve ikinci bablarında Yahûdî kabileleri ve bunların başkanları anlatılmaktadır. Allah'ın hikmetine bakınız ki İsrâîloğullarının başına oniki nakîb tayin edilmişti. Akabe gecesinde de Allah'ın Elçisi'ne, Medîneli oniki nakîb bey'at etmiştir.

Bu âyet, tasavvufta velîler hiyerarşisine mesned yapılmış; şî'îler de âyeti oniki imam inançlarına temel yapmışlardır. [61]

80- Ey İsrâîloğulları, biz sizi düşmanınızdan kurtardık ve Tûr'un sağ yanında, (Mûsâ ile konuşmayı) size vahdettik; üzerinize kudret helvasıyle bıldırcın indirdik. 81- "Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yeyin, ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner, kimin üstüne gazabım inerse artık o, düşmüş(mahvolmuş)tûr. 82- "Ve Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı çok bağışlayıcıyimdir." (Tâhâ: 45/80-82)

Bu âyetlerde Allah'ın, İsrâîloğullarına verdiği ni'metler anımsatıl*maktadır: Buradaki hitab, kuvvetli olasılığa göre Firavun'un zul-münden kurtulmuş olan İsrâîloğullarına söylenen sözlerin hikâyesi(nakli)dir. İsrâîl*oğullarına hitaben, Allah'ın, kendilerini düşmanlarından kurtardığı, Tûr'un, yani Dağın sağ yanında onlar için Mûsâ ile konuşmaya söz verdiği, üzer*lerine menn ve selva indirdiği, kendilerine verdiği güzel rızıklardan yeme*lerini, fakat rızık hususunda taşkınlık yapmamalarını, kendilerine verilenin dışına çıkmamalarını, hakları olmayan rızıklara saldırmamalarını, aksi takdirde gazabının, taşkınlık yapanları mahvedeceğini, tevbe edip inanan ve güzel işler yapan, doğru yola gelenlere karşı da çok bağışlayıcı olduğunu buyurduğu anlatılmaktadır.

Bulutu üstünüze gölgelik çektik, size kudret helvası ve bıldırcın indirdik: "Size verdiğimiz güzel rızıklardan yeyin," (dedik). Ama onlar bize değil, kendi kendilerine zulmediyorlardı. (Bakara: 92/57)

Bu âyette belirtildiğine göre de tîh(çöl)de İsrâîloğullarının üzerine bir bulutla gölge yapılmış ve ağaçlardan kendilerine bol bol reçineler verilmişti. Alî ibn EbîTalha'nın Abdullah ibn Abbâs'tan aktardığı tefsîre göre el-menn, ağaçlara inen, İsrâîloğullarının beslendiği gıda idi. Türkçe ye kudret helvası diye çevirdiğimiz el-menn't çeşitli anlamlar verilmiştir. Katâde'ye göre bulundukları yerde İsrâîloğullarının üzerine inen kardan beyaz, baldan tatlı bir şey yağardı. Tan yerinin ağarmasıyla güneşin doğması arasında yağan bu gıdaya el-menn denmiştir. Sabahleyin herkes, bir günlük yiyeceğini alır, onunla ertesi güne kadar geçinirdi.

Müfessirlerin kimi el-menn'i yenecek, kimi de içilecek şey diye tefsîr etmiştir. Âyetin ruhundan anlaşılıyor ki el-menn, İsrâîloğullarına, çalışmadan, zahmet çekmeden verilen yiyecek ve içeceklerdir. Yalnız bir tek çeşit besin değildir. Zahmetsiz olarak kendilerine verilen bütün besin*lerin adıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.): "cj*U Kem'e (mantar) menn'dendir, suyu göze şifâdır." [62]

Demek ki Cenabı Hak, İsrâîloğullarına gökten bolluklar vermiş, ağaçlardan akan reçineleri, üstlerinden uçan bıldırcınları kendilerine nzık olarak ihsan etmiş, onlara daha başka bereketler vermişti. Fakat onlar bu ni'metlerin de kadrini bilmemiş, haksızlık etmiş, yoldan çıkmışlardır. Ama doğru yoldan çıkmalarının zararı yine kendilerine dokunmuş, haksızlıkları kendi toplumlarını perişan etmiştir. Zira insanların yaptıkları kötülükler Allah'a zarar vermez, kendilerini mahveder. İnsan taşkınlık yapmak, edep sınırını aşmakla hem dünyada, hem de âhirette kendi geleceğini berbad eder. Yaptığı kötülükler kendi ayağına dolanır.

Aynı şeyler biraz üslûp farkıyla Bakara: 58-61'nci âyetlerde de anlatılmaktadır: [63]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)