Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30. January 2017, 11:19 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.017
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm değerli kardeşlerim,

Süleyman Ateş'in KİTAB ile ilgili dğerlendirmelerini sizlerle paylşamak istiyorum.

KİTÂB


Biz, her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın. Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini yola iletir. O, azizdir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İbrâhîm: 72/4)

Her Peygamber gibi Hz. Muhammed'in mesajının içeriği de umumî, evrenseldir. Hangi insan ona uysa selâmete çıkar. Diğer peygamberlerin de mesajlarının içeriği evrenseldir. Çünkü peygamberler, insanları Allah'a götüren hak yolu, hak düzeni öğretmişlerdir. Ancak tefsîrine çalıştığımız âyetin açık ifadesine göre dil bakımından her peygamber, kendi ulusuna özel olarak gönderilmiştir. Hz. Muhammed'in dili Arapça, gönderildiği toplum da Arap toplumudur. Dil bakımından böyledir. Fakat mesajın içeriği bakımından Hz. Muhammed'in risâleti de diğer peygamber kardeş-lerininki gibi umumîdir. Bütün toplumların onun mesajının ana hatları içinde toplanmaları elbette idealdir. Fakat bu ideale ulaşmak pek de kolay görünmüyor.

Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın birliğini kabul eden, âhirete inanan ve sâlih eylemler yapan bütün insanlara cennet müjdesini vermiştir. Kur'ân 'in kendi ifadesine göre Kur'ân, kendinden önceki Kitapları nâsih (ortadan kaldırıcı, geçersiz kılıcı) değil, musaddik (doğrulayıcı) ve müheymin (koruyup kollayıcı) olarak gelmiştir:

Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğum (Kur'ân)a inanın (Bakara: 92/41)

Ne zaman ki, onlara Allah katından, yanlarında bulunan(Tcvrât)ı doğrulayıcı bir Kitâb (Kur'ân) gel*di... (Bakara: 92/89)

Halbuki o, kendi yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir. (Bakara: 92/91)

Allah'ın izniyle o (Cebrail), Kur'ân'ı, kendinden öncekini doğrulayıcı olarak senin kalbine indirdi... (Bakara: 92/97)

Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir elçi gelince, Kitâb verilmiş olanlardan bir grup, Allah'ın Kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi, sırtlarının arkasına attılar. (Bakara: 92/101)

Sana Kitabı gerçek ile ve kendinden öncekini doğrulayıcı olarak indirdi. (Âl-i İmrân: 94/3)

Ey kitab verilmiş olanlar, yanınızdakini doğrulayıcı olarak indirdiğimizi Kur'ân )a inanın. (Nisa: 98/47)

Sana da kendinden önceki Kitabı doğrulayıcı ve onu kollayıp koruyucu olarak (bu) Kitâb 'ı gerçekle indirdik. (Mâide: 110/48)

Kur'ân, Allah'tan başkası tarafından uydurula*cak bir şey değildir. Ancak kendinden öncekinin doğrulaması ve Kitabın açıklamasıdır. Onda asla şüphe yoktur. Âlemlerin Rabbi tarajından(indiril*miştir. (Yûnus: 51/37)

kentlerin anası(Mekke)yi ve çevresindeki (kasaba)ları uyarman için sana indirdiğimiz feyz kaynağı ve kendinden önceki (Tanrı Kitâbı)nı doğrulayıcı bir Kitaptır. (En'âm: 55/92)

Kitab 'dan sana vahyettiğimiz, kendinden öncekini doğrulayan gerçektir. (Fâtir: 43/31)

Ondan önce de önder ve rahmet olarak Musa'nın Kitâbi vardır. Bu da (şirk ile) kendilerine yazık edenleri uyarmak, güzel davra*nanları müjdelemek için Arap diliyle indirilmiş (kendinden önceki Kitâb 'ı) doğrulayan Kitâb'dır. (Ahkâf: 66/12)

kavmimiz, dediler, biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola götüren bir Kitâb dinledik. (Ahkâf: 66/30)

Bu açık, geniş, evrensel beyan karşısında kalkıp da Kur'ân 'in, önceki İlâhî Kitapları neshettiğini, o kitapların mensuplarının, Hz. Muhammed'jn getirdiği şekliyle müslüman olmadıkça ibâdetlerinin, Allah katında kabul görmeyeceğini söylemek doğru değildir, Kur'ân'in açık ifadesine terstir. Çünkü Kur'ân, kendinden önceki İlâhî Kitapların hükümsüz, geçersiz olduğunu söylememiş, tam tersine o Kitapların mensuplarına, Kitaplarının hükümlerini uygulamalarını emretmiş; onların hükümlerini tam anlamıyla uygulamadıkça bir esas üzerinde bulunmadıklarını vurgulamıştır.

Kur'ân'ın ifadesine göre Kitâb, Hz. Musa'ya verilmiş, Hz. Muhammed'e ise indirilmiştir:

Kur'ân-ı Kerîm'de özellikle "el-Kitâb" şeklinde ta'rîfli olarak anılan Kitâb ile kasıt, Kur'ân 'dan önce Musa'ya verilmiş olan Tevrat'tır. Çünkü Kur'ân, Kitâb olarak indirilmemiştir. Ama Kur'ân'ın ifâdesine göre Tevrat Musa'ya yazılı levhalar olarak verilmiştir: "Öğüte ve her şeyin açıklamasına dâir ne varsa hepsini Mûsâ için levhalara yazdık: 'Bunları kuvvetle tut, kavmine de emret, bunların en güzelini tutsunlar (bu en güzel buyrukları uygulasınlar)!.."[1]

Kur'ân-ı Kerîm'de Kitâb kelimesinin geçtiği yerleri inceledik ve gördük ki Kitabın verilmesi ile Kitabın indirilmesi ayrı mânâya gelmektedir. Kitabın verilmesi, doğrudan doğruya yazılı olarak peygambere veril*mesidir. Kitabın indirilmesi ise Kitabın içerdiği gerçeklerin, Peygam*ber'in anlayacağı bir dille kendisine vahyedilmesidir. İlâhî Kitâb Hz. Musa'ya yazılı olarak verildiği için Kitabın Musa'ya verildiği fâde edilir:

Mûsâ 'ya Kitâb 'ı verdik. (İsrâ: 50/2),

Andolsun, Musa'ya Kitabı verdik. (Kasas: 49/43,

Hûd: 52/110, Fussilet: 61/45, Mü'minûn: 74/49, Secde: 75/53, Bakara: 92/53,87),

Elif lam râ. Onlar, o ap açık Kitâb'in âyetleridir. Biz onu Arapça bir Kur'ân (okuma) olarak indirdik ki anlayasınız- (Yûsuf: 53/1-2)

1- Eliflâm mîm. 2- İşte o Kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur; müttakiler için yol göstericidir. (Ba*kara: 92/1-2) =

Sonra Mûsâ 'ya Kitabı verdik.(En'am: 55 (6)/154),

Onlara (Musa'ya ve Harun'a) açık ifadeli Kitâb \ verdik.(Sâffât: 56/117)

Andolsun biz, Musa'ya ve Harun'a hak ve bâtılı ayırdeden ve korunanlar için bir ışık ve öğüt olan Kitâb'ı verdik. (Enbiyâ: 73/48)

Kendilerine Kitâb'ı verdiklerimiz. (Kasas: 49/52, En'âm: 55/20,89, 114; Bakara: 92/121,146),

16- Andolsun biz,İsrâîloğullarına Kitâb, hüküm (hikmet, hükümranlık) ve peygamberlik verdik, onları güzel rızıklarla besledik ve onları âlemlere üstün kıldık. 17- Ve onlara bu (dîn) iş(in)de açık deliller verdik. Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz, Rabb'in Kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeylerde onlar arasında hüküm verecektir. 18- Sonra seni de buyruk(umuz)dan bir şerîate (bir hukuk düzenine) koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin keyiflerine uyma.(Câsiye: 65/16-18)

23- Andolsun biz Musa'ya Kitabı verdik. Sakın onun (Musa'ya) ulaşmasından kuşkuya düşme. Onu İsrâîloğullarına yol gösterici yaptık. 24- Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik. (Secde: 75/23-24)

Kendilerine Kitâb verilenler. (Müddessir: 4/31, Âl-i İmrân: 94/19, 20, 186, 187; Nisa: 98/47, 131; Beyyine: 101/4; Mâide: 110/5,7; Hadîd: 112/16; Tevbe: 113/29),

İbrahim ailesine Kitabı ve Hikmeti verdik.{Nisa: 98/54)

Yalnız belirtmek gerekir ki Musa'ya verilen Kitâb'a el-Kitâb dendiği gibi, temel Kitâb'ın içeriği olarak Hz. Muhammed'e indirilene de Kitâb denilmiştir:

Ey inananlar, Allah'a, Elçisine, Elçisine indirdiği Kitâb'a ve daha önce indirmiş bulunduğu Kitâb'a inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, Kitâblarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür. (Nisa: 98/136) âyetinde mii'minler, hem Allah'ın, Elçisine indirdiği Kitaba, hem de daha önce indirmiş bulunduğu Kitaba inanmaya davet edilmektedir.

Esasen temel İlâhî Kitâb birdir. Ancak o Kitâb, her Peygamber'e kendi diliyle indirilmiştir.

Ana Kitâb Kendi katındadır"[2] âyetinde ifâde edildiği üzere Allah katında olan o Ana Kitâb, önce Musa'ya yazılı levhalar halinde verilmiş, sonra yine o Kitâb, Hz. Muhammed'e de kendi diliyle indirilmiş(vahyedilmiş)tir. Onun için Kur'ân'ın Musa'nın Kitabını doğruladığı, kendinden önceki Kitâb'a uyduğu vurgulanmaktadır.

İşte önce Musa'ya levhalar halinde verilmiş olan o Kitâb(A'râf: 39/145)ın değişmeyen prensipleri, ibretli kıssaları Hz. Muhammed'e vahyedilmiştir:

Biz Kitabı, insanlar için, sana hak ile indirdik. Artık kim doğru yola gelirse kendi yararınadır, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin. (Zümer: 59/41)

1- Ha Mim 2- Bu, Rahman, Rahîm'den indirilmiştir. 3-Bilen bir toplum için âyetleri açıklanmış, Arapça okunan bir Kitâbdır. (Fussilet: 61/1-3)

onu, yabancı {dilde) bir Kur'ân yapsaydık derlerdi ki: "Âyetleri (anlayacağımız) bir dille açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı söz mü (geliyor)?" De ki: "O, inananlar için bir yol gösterici ve (gönüllere) şifâdır. İnanmayanlara gelince, onların kulak*larında bir ağırlık vardır ve o, onlara bir körlüktür. (Kur'ân 'in gerçeklerine karşı onların basiretleri kapanmıştır, bu yüzden hakkı görmezler. Sanki) onlar, uzak bir yerden çağırılıyorlar (da duymuyorlar). 45- Andolsun biz Musa'ya Kitâb 'ı vermiştik, onda da ayrılığa düşülmüştü. Eğer Rabb'inden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm ve-rilir(işleri biti*rilir )di. Onlar ondan işkilli bir kuşku içindedirler. (Fussilet: 61/44-45)

Andolsun biz Mûsâ 'ya hidâyet verdik ve İsrâiloğullarına o Kitabı mîrâs kıldık. (Mü'min: 60/53-54)

Ancak ortak noktalarda Kur'ân, kendinden önceki Kitaba uygundur. Fakat Kur'ân o Kitâb'ın tıpa tıp bir kopyası veya tercemesi değildir. O Kitâb'a zamanla katılmış şeyler ayıklanarak Hz. Muhammed'e vahyedildiği gibi, yine insanların aşırılıkları yüzünden dine girmiş birçok ayrıntı, zorlaş*tırıcı hükümlerde Kur'ân'da kaldırılmış; yani o hükümler, Kur'ân mü'minleri için neshedilerek din kolaylaştırılmıştır. Ayrıca Kur'ân'da, kâinatın yaratılışı, doğal, sosyal, psikolojik yasalar, prensipler ve hukuk kurallarına ilişkin, o Kitâb'da bulunmayan birçok hakikat vardır. Ancak Kur'ân, ken*dinden önceki Kitâb'a ana çizgi ve hedefleriyle uymakta olduğundan, onu doğrulayıcı olarak nitelendirilmiştir.



Onların ardından, yerlerine geçip Kitaba varis olan birtakım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak(dünyan)ın menfaatini alıyorlar: "Biz nasıl olsa bağışlanacağız!" diyorlar. Kendilerine, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki "Allah hakkında, gerçekten başkasını söylememeleri hususunda ken*dilerinden Kitap mîsâkı alınmamış mıydı? (Kitapta bu hususta kendile*rinden söz alınmamış mıydı?) Ve onun içindekini okuyup öğrenmediler mi? Âhiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz? (A'râf: 39/169) âyetinde geçen (el-Kitâb) da müfessirlerin ittifakıyla Tevrat ve İncil'dir. İşte yüce Allah, onların özünü, Arapça olarak Hz. Muhammed(s.a.v.)e vahyetmiştir.

Kurtubî: "Sonra Kitabı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere mîrâs verdik."[6] âyetinin tefsirinde şöyle diyor: "Buradaki Kitâb ile, Kitâb'ın anlamlarını, ilmini, hükümlerini, inançlarını kasdetmektedir. Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.) ümmetine daha önce indirilmiş bulunan Kitâbların anlamlarını içeren Kur'ân'ı vermekle Muhammed (s.a.v.) ümmetini daha önceki Kitâb'a vâris kılmış gibidir."[7]

Gerçi biz, o âyette Kitab'a vâris kılındıkları bildirilen kimselerin, Muhammed ümmeti değil, İsrâîloğulları olduğuna -çünkü bu husus, A'râf: 39/169'ncu âyette açıkça belirtilmiştir- ve Kitab ile kasdedilenin de Tevrat olduğuna kaniiz ama Kurtubî'nin yoRûmu da nisbeten görüşümüze yakındır.

Ankebût Sûresi'nde Kitabı Mukaddes kıssaları anlatıldıktan sonra Hz. Muhammed'e hitaben: "Kitâb'dan sana vahyedileni oku ve namazı kıl... Kitâb ehliyle ancak en güzel biçimde tartışın... O (sana vahyedilen Kur'ân), kendilerine ilim verilmiş olan(Kitâb sahiplerinin göğüslerinde (belleklerinde) bulunan açık anlamlı âyetlerdir."[8] buyuruluyor. Burada kasdedilen Kitâb, Kur'ân öncesi İlâhî Kitâbdır. Aksi takdirde Hz. Muhammed'e vahyedilen Kur'ân'm, Kitap ehlinin hafızalarında bulunması söz konusu olamaz. İşte Kitap ehli bilginlerinin ezbere bildiği o Kitabın açık anlamlı âyetleri, "Güvenilir Rûh tarafından açık bir Arapça ile Hz. Muhammed'e vahy edilmiştir."[9]

Bu husus, Ra'd Sûresi'nin 36-37'nci âyetlerinde daha açık olarak ifade edilmiştir:

Kendilerine Kitabı verdiklerimiz, sana indirilenden ötürü sevinirler. Fakat şu hiziblerden (Arap kabilelerden) onun bir kısmını inkâr edenler vardır... Ve işte biz onu, Arapça bir hüküm olarak sana indirdik..."[10]

Bu âyette Onu indirdik" kelimesindeki "onu" zamiri, ken*dinden önceki âyette anılan "el-Kitâb "a gider. O âyetteki el-Kitâb keli*mesinin, Kitap ehli peygamberlerine verilen İlâhî Kitab olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur.

Hz. Muhammed(s.a.v.)e gelen vahyin içeriği, özüyle önceki İlâhî Kitâbların içeriğidir, ancak onlarda bulunmayan birçok yeni hikmet ve yasalar da Kur'ân'da vardır:

75- Bu, ilk sahîfelerde, 19- İbrahim'in ve Musa'nın sahîfelerinde de vardır. (A'lâ: 8/18-19),

kendisine haber mi verilmedi, Musa'nın sahîfelerinde bulunan 37- Ve çok vefakâr İbrâhîm'in (sahîfelerinde bulunan gerçekler).9 (Necm: 23/36-37)

13- (O) sahifeler içindedir: 14- Değer verilen, saygı ile yükseltilen, tertemiz (sayfalar) 15- Yazıcıların ellerinde: 16- Değerli, iyi (yazıcıların). (Abese: 24/13-16)

21- Hayır, (Kur'ân, onların dedikleri gibi bir söz değil), o şerefli bir Kur'ân'dır. 22- Korunan bir levhada(yazılı)dır. (Bürûc: 27/21-22)

77- O, elbette değerli bir Kur'ân 'dır. 78- Saklı bir Kitaptadır.

79- Ki ona temizlerden başkası dokunmaz. 80-(O,) Âlemlerin Rabb'inden indirilmiştir. (Vâki'a: 46/77-80)

İsrâiloğulları bilginlerinin onu bilmesi de onlar için (Kur'ân'ın Güvenilir Rûh tarafından vahyedildiğine) yeterli bir delîl değil mi? (Şu'arâ: 47/197)

45- Kitâb'dan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden men'eder. Elbette

Allah'ı anmak, en büyük(ıbâdet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir. 46- Kitap ehliyle, -haksızlık edenleri dışında- en güzel tarzda tartışın ve deyin ki: "Bize indirilene de size indirilene de inandık. Tanrımız ve tanrınız birdir, biz de O'na teslim olanlarız." 47- İşte böylece Kitâb'ı sana da indirdik. Kendilerine Kitabı verdiklerimiz, ona inanırlar: Şunlardan (şu Araplardan) da ona inananlar vardır. Âyetlerimizi, kâfirlerden başkası inkâr etmez. 48- (Ey Muhammed) Sen bundan önce bir Kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı o zaman (Allah'ın sözlerini boşa çıkarmaya çalışan) iptalciler, kuşkulanırlardı. 49- Hayır, o (sana vahyedilenler) kendi*lerine bilgi verilmiş olanların göğüslerinde bulunan açık açık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi, zâlimlerden başkası inkâr e?mez.(Ankebût: 85/45-49)

Şu'arâ: 47/197, Ahkâf: 66/10'da İsrail oğulları bilginlerinin inen Kur'ân'ı tanıyıp bildikleri; Ankebût: 85/45, Ra'd: 87/37'nci âyetlerinde daha önce Musa'ya vahyedilmiş olan Kitabın, Hz. Mııhammed'e de Arapça olarak vahyedildiği; ondan kendisine vahyedilenleri okuması; bu vahyedi-lenlerin, kendilerine bilgi (yani Kitâb ilmi) verilmiş olanların göğüslerinde (belleklerinde) bulunan açık açık âyetler olduğu; Ra'd: 87/43'de kendilerine ilim verilmiş olanların Kur'ân 'in vahiy olduğuna tanıklık ettikleri; Bakara: 92/146'da Kitâb ehlinin, Kur'ân'ı, oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları bildirilmektedir. Bunların Kur'ân'ı tanımaları, doğruluğuna tanıklık etme*leri, Kur'ân'da anlatılanların, kendi Kitâblarındakilere uyduğunu bilip buna tanıklık etmeleridir. Çünkü A'lâ: 8/18-19 ve Necm: 23/36-37'nci âyetle*rinde vahyedilen bu gerçeklerin, İlk Sahîfelerde, yani İbrahim'in ve Mû-sâ'nın Sahîfelerinde mevcudolduğu; Fâtır: 43/31, En'âm: 55/92, Ahkâf: 66/12, 30, ve 46, Bakara: 92/41, 89, 91, 97, 101, Âl-i İmrân: 94/3, Nisa: 98/47, Mâide: 110/48'nci âyetlerde Kur'ân'ın, kendinden önceki Kitabı doğrulayıcı ve ona uygun olarak indirildiği bildirilmektedir.

Bütün bu deliller karşısında, Abese: 24/13-14. âyetlerinde anılan Suhuf-i Mükerreme'nin, Bürûc: 27/22'de anılan Levh-i Mahfuz'un ve Vâkı'a: 46/178'de anılan Kitâb-ı Meknûn'un, Musa'ya verilen Tevrat levhaları olduğu kanâatindeyiz. İşte bilim adamlarının ellerinde özenle saklanan o levhalarda (sahîfelerde) bulunan temel bilgiler, Hz. Muhammed'e, Arapça Kur'ân (okuma) olarak vahyedilmiştir.

Ahkâf Sûresi'nin 10. âyetinde Kur'ân'ın, Tevrat'ın benzeri olduğuna, 12. âyetinde de Tevrat'ın, asıl (imâm), Kur'ân'ın da onu tasdik edici olarak indirildiğine dikkat çekilmektedir. Yani Kur'ân, Tevrat'a, İncil'e uygun olarak indirilmiştir.

Esasen İlâhî Kitaptan yoksun Araplar, kendilerine, kendi dillerinde İlâhî bir Kitap verilmesinin ihtiyaç ve özlemi içinde idiler. Kur'ân-ı Kerîm, çeşitli âyetlerinde onların bu özlemine işaret etmektedir:

Halbuki biz onlara okuyacakları bir Kitâb vermemiştik ve senden önce onlara bir uyarıcı göndermemiştik. (Sebe: 58/44)

Yoksa sizin bir Kitabınız var da onda mı (bu hükümleri) okuyorsunuz? (Kalem: 2/37)

Yoksa bundan önce onlara bir Kitâb vermişiz de ona mı sarılıyorlar? (Zuhruf: 63/21)

5- Yani üstün ve çok esirgeyen Allah'ın indirdiği (Kur'ân yolu üzerindesin). 6- Babaları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik). (Yâsîn: 41/5-6)

Andolsun eğer kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, her milletten daha çok doğru yolda olacaklar" diye, yeminlerinin bütün gücüyle Allah'a yemin ettiler. Fakat kendilerine uyarıcı gelince, onlara Hak'tan uzaklaşmaktan başka bir katkı sağlamadı. (Fâtır: 43/42)

154- Sonra iyilik edenlere (ni'metimizi) tamamlamak, her şeyi açıklamak ve yola iletici ve rahmet olmak üzere Mûsâ 'ya Kitabı verdik ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına inansınlar. 155- İşte bu (Kur'ân) da indirdiğimiz mübarek Kitaptır. O'na uyun ve korunun ki size rahmet edilsin! 156- (Onu size indirdik ki) "Kitâb, yalnız bizden önceki iki topluluğa (Yahudilere, Hıristiyanlara) indirildi,biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitapları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)" demeyesiniz. 157- Yahut: "Eğer bize Kitâb indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz. İşte size de Rabb'inizden açık de IH, hidâyet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalan*layıp onlardan yüz çevirenden daha zâlim kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü, azabın en kötüsüyle cezalan*dıracağız. (En'âm: 55/154-157)

167- Gerçi o(ortakkoşa)nlar şöyle diyorlardı: 168- "Eğer yanı*mızda öncekiler(e gelen Kitâb'lar)dan bir uyan olsaydı. 169- Elbette biz, Allah'ın hâlis kullan olurduk!" (Sâffât: 56/167-169)

Yahut ahundan bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Ama, sen üzerimize, okuyacağımız bir Kitap indir*medikçe, senin sadece göğe çıkmana da inanmayız!" De ki: "Rabbimin sânı yücedir. (Böyle şeyleri yapmak benim işim değildir). Ben, sadece elçi ol(arak gönderil)en bir insan değil miyim?" (İsrâ: 50/93)

Tabii bizim kasdımız, sonradan katmalara, tahriflere uğramış Tevrat değil, tahrife uğramamış asıl Tevrat'tır. Zaten Kur'ân 'da insanlar tarafından o Kitaplara katılmış şeyler anlatılmaz. Kur'ân, o Kitabın hikmetlerini, âyetlerini katmalardan ayıklayarak anlatır. O Kitâb'da anlatılan, peygam*berlere yakışmayacak haller, fiiller Kur'ân'da anlatılmaz. Demek ki bu âyetlerdeki suhuf, Kur'ân'dan önceki Kitâb'in yani Tevrat ve eklerinin sayfaları, bölümleri, sefere de onu yazıp koruyan veya taşıyan din adam*larıdır. Belki de sefere ile, kitâb anlamına gelen sifr'\en taşıyıp uygulayan sâlih Kitâb ehli, özlükle temiz yürekli din adamları kasdedilmiştir. Kitabın yazıcılar değil, onu koruyan ve uygulayanlardır. Çünkü: "De ki: 'Öyleyse Musa'nın, insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği, -ki siz onu parça parça kâğıtlar haline getirip gösteriyorsunuz, çoğunu da gizliyor*sunuz- ve ne sizin, ne de babalarınızın bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitabı kim indirdi'?"[11] âyetinde belirtildiği üzere Yahudiler Tevrat'ı özel yerlerde saklıyorlardı. İşte bunun için o Kitâb, Levh-i Mahfuz (saklanan levha), Kitâb-ı Meknûn (saklı Kitâb) olarak nitelendirilmiştir.

Yalnız belirtmek gerekir ki Musa'ya verilen Kitâb'a el-Kitâb dendiği gibi, temel Kitâb'ın içeriği olarak Hz. Muhammed'e indirilene de el-Kitâb denilmiştir:

Ey inananlar, Allah'a, Elçisine, Elçisine indirdiği Kitâb'a ve daha önce in*dirmiş bulunduğu Kitâb'a inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, Kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür. (Nisa: 98/136) âyetinde mü'minler, hem Allah'ın, Elçisine indirdiği Kitaba, hem de daha önce indirmiş bulunduğu Kitaba inanmağa da'vet edilmektedir.

Bütün Peygamberlere verilen mesaj, aynı tevhîd prensiplerini içeren İlâhî Kitaptır. Allah katında Kitâb birkaç tane değil, bir tektir. O, katımızda bulunan ana Kitaptadır.

Yücedir,hikmetlidir." (Zuhruf: 63/4) âyetinde Kur'ân'ın, Allah katındaki Ana Ki*tapta bulunduğu belirtilmektedir. Kur'ân öncesi Kitaplarda ondadır. Allah katındaki Kitâb, sanıldığı gibi birkaç tane değil, bir tek Kitaptır. Ancak o Kitâb, her peygambere kendi diliyle indirilmiştir. Ana Kitâb Kendi katındadır"', âyetinde ifade edildiği üzere Allah katında olan o Ana Kitâb, önce Musa'ya yazılı levhalar halinde verilmiş, sonra yine o Kitâb, Hz. Muhammed'e de kendi diliyle indirilmiş(vahyedilmiş)tir. Onun için Kur'ân'ın Mûsâ Kitabını doğruladığı, kendinden önceki Kitâb'a uyduğu vurgulanmaktadır.

İşte o Kitâb,önce Musa'ya levhalar halinde verilmiş (A'râf: 39/145); daha sonra onun değişmeyen prensipleri, ibretli kıssaları Hz. Muhammed'e vahyedilmiştir:[12]

Görüldüğü gibi Kur'ân, kendinden önceki İlâhî kitapları kaldırmıyor, onları övüyor, kendisinin de onlara uygun olarak indiğini söylüyor. Kitap*larının gösterdiği yoldan ayrılanları kınarken, Kitaplarının ruhuna bağlı kalanları övüyor. A'râf S üresi 'nde bu husus daha açık olarak belirtilmiştir:

159- Mûsâ kavmi içinde Hakka uyup hak ile adalet yapan bir topluluk vardır.... 181- Yarattıklarımız arasında Hakka uyup hak ile adalet yapan bir topluluk vardır. (A'râf: 39/159, 181)

İlâhî Kitap sahibi olan bütün insanlar, birliğe ve kardeşliğe çağrılıyor:

Bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir, ben de sizin Rabbinizim, benden korkun (bana kulluk edin)." (Enbiyâ: 73/92, Mü'minûn: 74/52)

Öyle ise peygamberlerin getirdiği dinler arasında ayrıcalık yapmak, peygamberlerden birini diğerinden üstün tutmak İlâhî irâdeye aykırıdır, yarar değil, zarar getirir.

Allah'a inanan insanların, hep birlikte Allah'a sarılıp saygı ve hoşgörü ile huzur ve barış içinde yaşamaları gerekir. Çünkü Tanrıları birdir, amaçları da birdir. Hepsinin amacı Tanrının rızasına ermektir. O yüce ve güzel Mevlâ, kullarının boğazlaşmasından, birbirine düşman olup ateş püskürme*lerinden değil, kardeşlik, barış, sevgi ve saygı içinde yaşamalarından hoş*lanır. Zaten dinleri de insanları birbirine sevdirmek, dost etmek, mutlu kılmak için göndermiştir. O, ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır!

Hac: 88/40. âyette: "Eğer Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, ki*liseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder. Allah, kuvvetlidir, galiptir." buyurulmaktadır. Burada Allah'ın adının anıldığı yerler olarak, Allah tarafından korunduğu belirtilen binalar, üç İlâhî dinin ma'bedleridir. Kur'ân, her üç dinin ma'bedlerinin Allah tarafından korunduğunu bildirmektedir. Bu ifade, din birliğinin en güzel belirtisi değil midir? Kur'ân böyle derken bu din mensuplarının, birbirlerinin ma'bedlerini küfür yuvaları gibi görmeleri ve bu ma'bedlere hor bakmaları, hattâ fırsat bulunca, yıkmağa çalışmaları elbette Kur'ân'm ruhuna uygun değildir. Bundan dolayıdır ki Osmanlılar, egemen oldukları yerlerde Yahûdî ve Hıristiyanların inançlarına saygı göstermişler, ma'bed*lerini yapmalarını ve ma'bedlerinde özgürce ibadet etmelerini sağlamış*lardır.

Kitap ehli bilginleri, kendi kitaplarını doğrulayan ve onun içeriğine uygun olarak indirilen Kur'ân'in, Allah tarafından vahyedildiğine inanırlar. İşte hem kendi kitaplarına, hem de ona uygun olarak inen Kur'ân'a inanan o kimselere, iki kez ödül verilir: Birincisi, Kitaplarının hükümlerini uygu*lamalarından, ikincisi de Kur'ân'in Hak sözü olduğunu kabul etmelerinden ötürüdür. Onlar, dinin ruhuna bağlı kalan, kötülüğü iyilikle savan, temiz yürekli, cömert insanlardır (Kasas: 49/52-54).

İman, kuru sözden ibaret değildir. Tevrat ve İncîl'e inanan Kitap ehli de aynen Kur'ân'a inanan mii'minler gibi, imanlarının gereğini yapmağa sabreder, kötülüğü iyilikle savar ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan hayrederler. Boş sözden yüz çevirirler. Boş sözlere dalanlara rastladık*larında: "Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size aittir (herkes kendi yap*tığından soRûmludur), size selâm olsun. Biz câhiller(düşüncesiz, kapris*lerine göre hareket eden kimselerle sohpet etmey)[13] istemeyiz." derler (Kasas: 49/55)

Kendilerine bilgi verilenler, Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu, mutlak galib ve hamde lâyık olan(Allah)ın yoluna ilettiğini görürler. (Sebe: 58/6)

İşte temel içerikleri ve misyonları aynı olan iki İlâhî Kitap da ina*nırlarına bu ahlâkı aşılar. Bu Kitaplara gerçekten inanmış olanların ahlâkî sıfatları böyledir. Bu sıfatları taşımayanlar, imanın gerçeğine ermiş değil*lerdir. Kitap ehli dindarlarına ait bu vasıfları, Ra'd: 87/19-22'nci, Furfcân: 42/63-75'nci âyetlerde mü'minler hakkında belirtilen vasıflarla karşılaş*tırırsak, her iki Kitaba inananların da hemen aynı vasıflan taşıdıklarını görür ve böylece bu iki Kitabın misyonunun aynı, İlâhî dinlerin hedef ve amaçlarının bir olduğunu anlarız. Nitekim Fetih Sûresi'nin son âyetinde, Hz. Muhammed'in sahâbîlerinin vasıfları anlatıldıktan sonra Tevrat ve İncil'de de bunların benzerlerinin böyle anlatıldığı; yani inanmış insanların hep bu vasıfları taşıdıkları vurgulanmaktadır.

Ancak Araplar, Tevrat'ın Hz. Musa'ya yazılı levha halinde verilmiş olduğunu duydukları için Hz. Muhammed'e de -eğer gerçekten peygamber ise- gökten bir Kitâb inmesi gerektiğini söylüyorlardı: "...Sen bizim üze*rimize, okuyacağımız bir Kitâb indirmedikçe göğe çıksan da senin göğe çıkmana inanmayız..."

Kur'ân-ı Kerîm, bazı sûre başlarında hurûf-i mukatta'a denilen, yalnız başına olduklarında bir anlam taşımayan bağımsız harflerle, Arapların dillerini anlamadıkları eski İlâhî Kitaplara işaret edilmiş; daha sonra o Kitapların öz içeriği, fasîh, açık seçik bir Arapça ile Hz. Muhammed'e vahyedilmiştir. Nasıl o Kitapların ana yapısı olan kelimeler, harflerden oluşmuş ise, Hz. Muhammed'e vahyedilen öğütler, kıssalar, emirler de tıpkı o Kitapları oluşturan harfler gibi harflerden oluşmuştur. Ancak bu harfler, bu kez Arapça kelimeleri oluşturmuş ve İlâhî Kitabın içeriği, özü, Arapça kelime kalıplarına dökülerek Hz. Muhammed(s.a.v.)e vahyedilmiştir ki Araplar da bir İlâhî Kitaba sahibolsunlar, onu okuyup anlasın ve yollarını bulsunlar.

Bu harflerin ardından gelen âyetleri dikkatle incelersek, görüşümüzün doğruluğu daha iyi anlaşılır. Meselâ:

1- Hâ mîm 'ayn sîn kaf. 2- O azîz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere böyle vahyeder." (Şûra: 62/1-3) âyetinin anlamı şudur:

Yüce Allah, peygamberlerine vahyettiği bütün Kitaplarında tevhidi açıklamıştır. Hz. Muhammed'den önce indirilen yabancı dildeki Kitaplarda açıkladığı üzere Hz. Muhammed'e de Arapça olarak vahyettiği Kur'ân'da tevhîdi izah etmiştir. İşte sûrenin başında bulunan "kesik harfler", Arapların anlamadıkları yabancı dildeki İlâhî Kitaba işarettir. Gerçi o Kitab,yabancı dildedir ama onun sözlerinin ana yapısı, harflerdir. Bütün dillerin ana yapısı olan, fakat bağımsız durdukça bir mânâ anlaşılmayan bu harflerle, yabancı dilde inen İlâhî Kitaplara işaret edilmiş; onlarda Allah'ın birliği nasıl anlatılmış ise, Hz. Muhammed(s.a.v.)e de Allah'ın birliği, O'nun buyruk ve hükümleri öyle vâhy ve îzâh edilmiştir.

"Kâf hâ yâ ayn sâd. Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyyâ'ya rahmetini anıştır. O, Rabbine gizli bir seslenişle yalvarmıştı..." (Meryem: 44/1-2)

"1- Elif lam râ. Bunlar apaçık Kitab1 in âyetleridir. 2- Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ki anlayasınız. 3- Biz, bu Kur'ân 'ı vahyetmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Sen o (Kur'ân)dan önce (bunları) bilmeyenlerden idin. 4- Hani bir zaman Yûsuf, babasına 'Babacığım demişti, ben (rü'yada) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm, bunların bana secde ettiklerini gördüm.' demişti.' (Yûsuf: 53/1-4)

Dikkat edilirse bu harflerle başlayan bütün sûrelerde, bu harflerin hemen ardından, Kur'ân öncesi İlâhî Kitab olan Tevrat ve İncîl'in içeriği olan konular anlatılmaktadır:

1. Kalem (2) Sûresi'nde "nûn"dan sonra kaleme ve kalemle yazılan satırlara -ki bunlar İlâhî Kitapların satırlarıdır- and içilerek Hz. Muham-med'in peygamberliği vurgulanır.

2. Kâf (34) Sûresi'nde "kaf" tan sonra Zikir'li Kur'ân'a and içilir; müşriklerin kendilerine bir uyarıcı gelip, öldükten sonra dirilmeden söz etmesine şaştıkları belirtilir, sonra Allah'ın, ölüleri diriltmeğe kadir olduğu kanıtlanır. Aynı inancı yalanlayan Nûh kavmine, Reslilere, Âd ve Semûd kavimlerine, Lût kavmine, Eykelilere işaret edilir ve insanın ölümünden sonraki bir âhiret safhası anılır.

3. Sâd (38) Sûresi'nde "sâd"dan sonra müşriklerin, Hz. Muhammed'e karşı çıkışları, inatları, körü körüne geleneklerine bağlılıkları belirtilir ve sonra Nûh, Ad, Semûd ve Lût kavimlerinin davranışlarına işaret edilir, ardından Tevrat'ın konularından olan Dâvûd ve Süleyman kıssalarının bir bölümü anlatılır. Sonra Eyyûb'un hastalığına sabrı anımsatılır. İbrâhîm, İshâk, Ya'kûb, İsmâîl, Elyesa' ve Zü'l-Kifl gibi İsrâîloğlu peygamberlerine atıflar yapılır ve Adem'in yaratılış safhası, meleklerin ona secde edişi, İblîs'in böbürlenmesi anlatılır. Bunlar hep Tevrat'ın içerdiği kıssalardır.

4. A'râf (39) Sûresi'nde "elif lam mîm" den sonra insanları uyarmak için Kitab'ın, Hz. Muhammed'e indirildiği, insanların bir gün Tanrı huzurunda hesap verecekleri vurgulanır ve insanın yaratılışına dikkat çekilerek Âdem ile eşinin yaratılış safhası anlatılır. Daha sonra Tevrat'ta adı geçen birçok peygamber'in kıssasına işaret edilir, özellikle Musa'nın Firavun ile mücâdelesi, büyücülerin Musa'ya inanmaları, Musa'nın ibâdetle geçirdiği otuz geceyi kırka tamamlayarak Allah'ın huzuruna çıkması, Tevrat levhalarını alması ve İsrâîloğullarının hayatının başka kesitleri anlatılır. Bunların hepsi Tevrat'ın temel konularıdır.

5. Yâsîn (41) Sûresi'nde "yâ sîn"den sonra Kur'ân'ın Allah tarafından indirildiği vurgulanır, onu inkâr eden müşriklerin vasıfları ve tutumları belirtilir, sonra önceki inkarcıların duRûmuna işaret olmak üzere Hz. îsâ'nın havârîlerinin çağrısını kabul etmeyen kent halkının tutumu ve sonucu anlatılır.

6. Meryem (44) Sûresi'nde, İncil'in ana konularından olan Zekeriyyâ ve Meryem öykülerinin ardından Tevrat'ın konularından olan İbrâhîm kıssasından kesitler anlatılır ve öyküleri Tevrat'ta anlatılan bir dizi Peygamber'e işaret edilir.

7. Tâhâ (45) Sûresi'nde, Kur'ân'ın, Allah'a saygılı olanlar için bir öğüt olarak indirildiği; Allah'ın gizli ve açık her şeyi bildiği vurgulandıktan sonra Tevrat'ın ana konularından olan Hz. Musa'ya bir ağaçtan İlâhî nurun görünmesi ve Musa'nın Allah'ın konuşmasını duyması kesiti anlatılır.

8. Nemi (48) Sûresi'nde "tâ sîn"den sonra yedinci âyette yine Mû-sâ'nın ateş şeklinde tecellî eden nuru görüşü ve Allah'ın hitabını duyuşu zikredilir.

9. Kasas (49) Sûresi'nde "tâ sın mîm"den sonra vahyedilenlerin, o apaçık Kitabın âyetleri olduğu vurgulanır ve Hz. Musa'nın, Firavun'un baskısı altında ezilen İsrâîloğullarına kurtarıcı bir peygamber olarak gönderildiği anlatılır.

10. Yûnus: (51) Sûresi'nde "elif lam ra"dan sonra onların, o hikmetli Kitab'ın âyetleri olduğu, kavmini uyarması için Hz. Muhamrned'e kendi diliyle vahyedildiği vurgulanır. Birçok öğütten sonra 71'nci âyetten itibaren İsrâîloğulları peygamberlerine işaretle Musa'nın kavmini kurtarma yolun*daki uğraşı anlatılır.

11. Hûd (52) Sûresi'nde "elif lam râ"dan sonra Kitab'ın âyetlerinin, Allah tarafından sağlamlaştırıldığı ve açıklandığı (yani korunarak Hz. Muhammed'in ve kavminin anlayacağı açık bir dille vahyedildiği), Allah'ın birliği ve her şeyi bildiği vurgulanır ve Nûh kıssası ayrıntılı olarak anlatılır. Sonra Hûd ve Salih (selâm onlara) kıssalarına işaret edilir, meleklerin, İbrâhîm'e (bir oğlu olacağına dair) müjde getirdikleri, haddi aşan, kötü yollara sapan Lût kavmine de azâb götürdükleri belirtilir. Şu'ayb kavmin*den, Musa'nın Firavun'la mücâdelesinden söz edildikten sonra yalanlayıcı sapıkların helak edildikleri, inananların da kurtarılıp zafere ulaştırıldığı vurgulanarak sûre bitirilir.

12. Yûsuf (53) Sûresi'nde, bu harflerin ardından sûrenin hemen tamamı, Tevrat'ta ayrıntı ile anlatılan Yûsuf(selâm ona)un öyküsüne tahsis edilmiştir.

13. Lokman (57) Sûresi'nde "elif lam mîtn"dtn sonra Kur'ân'ın, o hikmetli Kitabın âyetleri olduğu, güzel davrananlara yol gösterici olarak indirildiği vurgulanır, güzel davranan mü'minlerin vasıfları belirtilir ve bunlara örnek olarak Lokman'dan, onun hikmetinden söz edilir.

14. Mü'min (60) Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra yine Kitab'ın, Allah tarafından indirilişi vurgulanır ve Allah'ın hikmeti, mülkün tek sahibi olduğu, gönüllerde dolaşanı bildiği belirtilir, sonra Hz. Musa'nın, peygam*ber olarak kâfir Firavun'u ve Hâmân'ı uyarmak üzere gönderilişi, Firavun'ın İsrâîloğullarına zulmü ve sonunda yaptıklarının sonucu olarak helak edilişi anlatılır.

15. Zuhruf (63) Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra apaçık Kitabın, Araplarca anlaşılması için Arapça bir Kur'ân (okuma parçası) olarak indirildiği vurgulanır, Allah'ın, yaratıklarına olan ni'metlerine işaret edilir, buna rağmen bazı nankörlerin olumsuz davranış içine girdikleri belirtilir. Daha önceki peygamberlere, İbrâhîm, Mûsâ ve îsâ (selâm hepsine) peygam*berlere işaret edilir ve İncîl 'de aynen geçen

O gökte de Tanrı 'dır, yerde de Tanrıdır. O, hakimdir, bilendir." (Zuhruf: 63/84) âyeti ile Allah'ın tüm kâinatta hükümranlığı vurgulanır.

16.Duhân Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra yine apaçık Kitab'ın, mübarek bir gecede indirildiği, ona inanmayanların, her tarafı kaplayan bir duman içinde azaba uğrayacakları belirtilir ve Hz. Musa'nın da Firavun'a gönderildiği, ona inanmayanların helak edildiği anlatılır.

17. Câsiye (65) Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra o Kitab'ın, azîz ve hakîm Allah tarafından indirildiği, Allah'ın hikmetinin kanıtları vurgulanır. 16 ve 17'nci âyetlerde İsrâîloğullarına gönderilen Musa'ya Kitab'ın, hüküm ve peygamberliğin verildiği, sonra Hz. Muhammed'in de bir hukuk düzenine konulduğu, Tanrı buyruğundan ona da bir şerîat (din ve hukuk düzeni) gösterildiği belirtilir.

18. Ahkâf (66) Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra o Kitab'ın, Allah tarafından indirildiği, Arapların, bundan önce yazılı bir Kitaplarının, bil*gilerinin bulunmadığı; bunun, Hz. Muhammed tarafından uydurulmadığı, bundan önce Hz. Musa'ya da Kitab'ın bir imâm (esas) ve rahmet olarak verildiği, bu Kitabın da onda bulunanları doğrulayıcı (onlara uygun) olarak indirildiği; İsrâîl oğullarından bir kişinin, bu Kitab'ın benzerinin kendile*rinde bulunduğunu söylediği belirtilir.

19. Secde (75) yahut diğer adıyla Fussilet Sûresi'nde "hâ mîm" den sonra yine Kur'ân'ın, çok merhametli Allah tarafından, Arapça bir okuma parçası olarak indirildiği, gökleri ve yeri yaratan ve yöneten o yüce Allah'ın, önceki kavimlere de peygamberler gönderdiği belirtilir ve Ad, Semûd kavimlerinin olumsuz davranışlarına ve bunların sonuçlarına işaret edilir. Sonra Kur'ân'ın Arapça indirilmesinin sebebi belirtilir ve Kitab'ın, Hz. Musa'ya verilmiş olduğu, fakat kavminin Kitab'da görüş ayrılığına düştük*leri anlatılır.

20. Rûm (84) Sûresi'nde "elif lam mm "den sonra yenilgiye uğrayan Rumların, yakında galip gelecekleri vurgulanır ve peygamberlerini yalan*layan eski kavimlerin yurtlarının duRûmuna işaret edilir, sonra genel pren*sipler açıklanır ve hakikatler, mesellerle anlatılır.

21. Ankebût (85) Sûresi'nde "elif lam nüm "den sonra bütün İlâhî Kitapların ortak içeriği olan Allah'a ibâdet, âhirete îman, ebeveyne iyilik, güzel davranış, olaylara sabır, hak yolunda yılmadan mücâhede belirtil*dikten sonra, 14'ncü âyetten itibaren Nûh, İbrâhîm, Lût, Ya'kûb vs. pey*gamberlerin hak yolundaki mücâhedelerine işaret edilmektedir. Bunlar da Tevrat'ın konularındandır.

22. Bakara (92) Sûresi'nde "elif lam mîm"âtn sonra kendisinde asla kuşku bulunmayan o Kitab'ın, korunanlara yol gösterici olarak indirildiği belirtilir. Korunanların vasıflarına işaret edildikten sonra münafıkların olumsuz davranışları belirtilir, sonra Tevrat'ın ana konularından olan insa*nın halîfe yapılışı; halîfe Âdem'e meleklerin secde edişi; eşiyle birlikte cennette otururken şeytâna uyarak cennetten çıkarılışı, tevbe edişi anlatılır ve İsrâîloğullarına hitaben, kendi Kitaplarına uygun olarak indirilen bu Kur'ân âyetlerini inkâr etmemeleri emredilir. Ardından da Tevrat'ta anla*tılan, İsrâîloğullarının çeşitli hayat safhalarından kesitler sunulur.

23. Âl-i İmrân (94) Sûresi'nde "elif lam mîm"den sonra gerçekleri içeren Kitab'ın, Hz. Muhammed'e vahyedildiği, kendinden önceki Tevrat'ı ve İncîl'i doğrulayıcı olarak geldiği belirtilir ve kalbleri eğri olanların, o Kitab'ın müteşâbih (benzerliğinden dolayı anlaşılması güç) âyetlerinin ardına düşerek kuşku uyandırmağa çalıştıkları belirtilir. Bazı öğüt ve hik*metlerden sonra Allah'ın seçtiği İsrail peygamberlerine, o soydan gelen Zekeriyyâ'ya, Meryem'e, Meryem'den babasız olarak îsâ'nın yaratılışına ve mu'cizelerine, havarilerine işaretle Hıristiyanlar, Kitap ehli, toplumda (müslümanlar ve Kitap ehli arasında) ortak olan tevhîd çizgisinde bir*leşmeğe da'vet edilir.

Görüldüğü üzere bu harflerin, başında geldiği sûrelerin içeriği, daha önceki Kitaplarda da bulunan ortak konulardır. Demek ki bu harflerle Kur'ân'dan önceki İlâhî Kitab'a işaret edilmiş, sonra o Kitab'ın içeriği, Arapça olarak anlatılmıştır. Zaten Kur'ân'in ona uygun olarak indirilme*sinin anlamı da budur. İşte o Kitapta bulunan, onunla ortak noktaların anlatıldığı sûrelere, -bu muhtevanın, önceki Kitab'ın içeriği olduğuna dik*kati çekmek üzere-, bu harflerle başlanmıştır.

Abdullah ibn Abbâs'm şöyle dediği rivayet edilir: "Allah ta'âlâ her Kitabı Arapça indirmiştir. Ancak Cebrâîl o Kitabı, her peygamberin diline çevirirdi ki peygamber onu, toplumuna açıklasın[14].

Özetle: Bu harflerin başında bulunduğu sûrelerde, önce bu harflerle, Araplarca mânâsı anlaşılmayan daha önceki İlâhî Kitaplara işaret edilmiş, daha sonra da onların içeriği, Arapça olarak Hz. Muhammed'e vahyedil-miştir.

Rahim sahihleri (anne tarafından akrabalar) rfa Allah'ın Kitâb 'ında birbirlerine öteki müzminlerden ve Muha*cirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız (bir vasiyyet etmeniz) hariç (yaptığınız o vasiyyet yerine getirilir). Şunlar Ki-tâb'da yazılmıştır. (Ahzâb: 97/6)

97/6'ncı açıklanan hükümlerin, Kitab'da böyle yazıldığı vurgulan*maktadır. Buradaki Kitab kelimesini, bazıları mektûb (yazılmış) şeklinde mânâlandırmışlar, yani bu hükümlerin, Allah'ın yazgısında böyle olduğu anlamına geldiğini söylemişlerdir. Katâde'ye göre bir kıraatte:

Bu, Allah katında böyle yazılmıştır" şeklindedir. Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'ye göre buradaki Kitâb ile Tevrat kasdedilmiş, yani bu hükümlerin, Tevrat'ta da böyle yazıldığı anlatılmıştır1. Bu mânâların hepsi de muhtemel olmakla beraber bizce Muhammed ibn Ka'b'ın tefsiri daha doğrudur. Çünkü Kur'ân'da Kitab kelimesiyle genellikle, Kur'ân öncesi İlâhî Kitab, Ehl-i Kitab ile de Kitab sahibi olan Yahûdî ve Hıristiyanlar kasdedilmiştir. Nitekim bir âyet sonra o Kitab'ta belirtildiği üzere Allah'ın, peygamberlerden almış olduğu söze işaret edilmektedir.

Devam edecek
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla