Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. March 2011, 01:24 AM   #5
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

C) HİCAZ'DAKİ YABANCİ AZINLIKLAR:

1. Mekke'deki Yabancılar:
Kur'an-ı Kerim'de Hicaz bölgesinde, özellikle Mekke'de ve Medi¬ne'de yabancı azınlıkların varlığını gösteren pek çok ayet vardır. Bunlar Peygamber çağında Araplarla beraber orada yaşıyorlardı.
Medine'de bu azınlıkların varlığını gösteren ayetler, Mekke'de onların varlığından bahseden ayetlerden daha çok ve daha açıktır. Hatta, Mekki Kur'an'da tam bir açıklıkla bu konuya ışık tutan bir tek ayetten başka bir şey yoktur, denebilir. Şimdi Nahl süresindeki bu ayete bakalım:

"Andolsun ki biz, onların: Bunu ancak kendisine bir beşer Öğretmektedir dediklerini biliyoruz. Kendisine saparak eğilim gösterdikleri (kimse)nin dili a'cemi (Arapça olmayan bir dil veya bir görüşe göre karmaşık, kapalı bir dil)dir, bu ise apaçık Arapça olan bir dildir." ('103. Ayet)

Burada ayet, Kureyş müşriklerinin sözlerini hikaye etmektedir. Onlar Peygamber'e (s.) bunları öğretenin Mekke'deki bir şahıs olduğunu söylemektedir. Öyle anlaşılıyor ki onlar bu şahsın kim olduğunu da belli etmişlerdir. O adam Arap değildir. Hatta güzel Arapça konuşmasını da bilmemektedir. Bunun yanında Mekkî Kur'an'da yer alan bir dizi ayet te, bu ayet kadar açık olmasa da, Mekke'de yabancı bir azınlığın var olduğunu çıkarmaya olanak veriyor.

Mesela Furkan sûresinde, anlam yönünden Nahl ayetine yaklaşan, fakat onun kadar açık olmayan ve öte yandan çokluğu da ilham eden bir ayet vardır. Buna karşılık Nahl ayeti yalnız belli bir kişiye işaret etmiştir:

"Küfre sapanlar dediler ki: Bu (Kur'an), olsa olsa ancak onun uy¬durduğu bir yalandır, onu kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur. Böylece onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler." (Furkan, 4)

Bu ayette de kastedilenlerin, önceki ayette belirtilen şahsın milletinden olduğu gerçekten ciddi bir ihtimaldir. İkinci olarak da onların Mekke'de var olan yabancı bir azınlıktan olduğu ihtimali vardır. Bu iki ayet, yabancı bir azınlığın varlığını göstermenin yanında bu azınlığın bireyleri arasında aklıyla, dinsel ve dini olmayan kültürüyle, üstün meziyet sahibi bir grup insanın da varlığına ışık tutmaktadır. Zira eğer böyle olmasaydı, Kureyş müşrikleri, Peygamberin anlattığı, öğrettiği, değerli ayetleri ve hatırlatmaları, bu öğretimin ve telkinin kaynağı olabilecek bilgi, kültür ve akla sahip olmasıyla tanımadıkları bir şahıstan ya da şahıslardan öğrendiğini söylemezlerdi.20

2. Ehl-i Kitap'ın Mekke'deki Durumu:

Elimizde bu ayetten ayrı olarak Ehl-i Kitab sadedinde ilim ve kitab ehli olmaları hasebiyle, İslam çağrışma karşı tutumları nedeniyle, onlarla mücadele eden, inançlarını ve ayrılıklarını tartışma konusu yapan pek çok ayet mevcuttur. Şimdi bunlardan bir bölümünü aşağıya alıyoruz".
1) Bizim kendilerine kitap verdiklerimiz, onu, çocuklarım tanır gibi tanırlar. Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır.(En'am, 20)
2) Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size Kitabı açıklamış olarak İndirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun tartışmasız Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (En'am, 114)
3) Ki onlar yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları o Elçiye, O Ümmi Nebî'ye uyarlar... (A'raf, 157)
4) Eğer sen, sana indirdiğimizden kuşkuda İsen, senden önce kitap okuyanlara sor; Andolsun, sana Rabbinden Hak geldi, sakın kuşkulananlardan olma. (Yunus, 94)
5) Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilen dolayısiyle sevinirler.(Ra'd, 36)
6) Biz senden evvel kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (Peygamberler) göndermedik. Bilmiyorsanız, zikir (Kitap) ehline sorun. (Nahl, 43) Aynı konu için bkz: Enbiya, 7. ayet.


(20) Siret, Tarih ve Sahabe isimlerini tedkîk edenler Rasulullah döneminde Mekke'de yaşayan pekçok yabancı isimle karşılaşacaklar. Bunlardan bazıları köle, sanatkâr ve bazıları da tüccardı. Aşağıdaki isimleri örnek olarak veriyoruz:
a- Cebr er-Rumî; Sanatı demircilik olan bir köle. Müşriklerin, Rasulullah'ın ken¬disinden etkilendiğini sandıkları adamdı bu.
b- Yesar er-Rumî: Cebr'in arkadaşı. Tevrat ve İncil'i iyi biliyordu.
c- A'iş: Huveytıb b. Abdi'l-Uzza'nın hizmetçisi,
d- Selman el-Farisî: Rivayetler onun sahip olduğu Hıristiyan kültürüne dikkat çekmektedirler.


7) De ki: "İster ona inanın ister inanmayın, ondan önce kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman çenelerinin üstüne kapanarak secde ederler." ve Derler ki: "Rabbimiz yücedir. Rabbimizin Va'dİ gerçek¬ten gerçekleşmiş bulunuyor." (İsra, 107-108)
8) İşte Meryem oğlu Isa: Hakkında kuşkuya düştükleri "Hak söz?!" Allah'in çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir İşin olmasına karar verirse, ancak ona: "Ol" der, O da olur. Gerçek şu ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir, öyleyse ona kulluk edin. Dosdoğru olan yol budur. İçlerinden (bir takım) gruplar ayrılığa düştüler. Artık büyük bir günü görmekten dolayı vay küfre sapanlara. (Meryem, 34-37)
Ayrıca Bkz: (22/54; 16/76; 28/52-55; 29/46-47; 30/1-5; 34/6; 42/14; 43/57/59; 43/63-65)

Bu ayetlerin ışığı altında aşağıdaki tesbitlerde bulunabiliriz:

1- Mekke'de Kitab Ehlinden bir takım adamlar vardı. Ve bunlar aynı zamanda, Peygamberin kendisiyle ilişki kurduğu, Risaletini tasdik etmeye ve kendisine uymaya çağırdığı kimseler arasında yer alıyorlardı.
2- Bunlar az sayıda değildi. Onlardan bazıları, bolluk içinde ve servet sahibiydi. İyilik ve hayır yolunda malını dağıtma olanağına sahipti. Yine onlar arasında şahsiyet ve manevi güç yönünden sağlam irade sahibi kimseler de vardı. Bu nedenle Peygamber'e uymalarından dolayı müşrik liderlerin kendilerine yapacağı şeyleri düşünmüyor ve onlara aldırmıyorlardı. Bütün bunlar ilham ediyor ki onlardan bazıları sınıfsal yönden köle durumundaydı. Liderlere, tüccarlara ve kendilerine sahip olanlara hizmet eden hizmetçiler ve köleler sınıfındandı.
3- Onlardan bazıları, kültüründe ve dinsel bilgilerinde üstün bir yere ulaşmıştı, öyle ki Kur'an'ın Allah'dan olup-olmadığı gibi konularda, danışmaya ehliyetli ve şahid olarak gösterilebilecek konumlara gelmiş bulunuyorlardı. Ve bu insanlar Mekke ortamında yalnız kalan kimseler değildi. Arapların ya da Mekke ehlinin güven ve itimadını kazanmışlar, dini ve dünyevi hususlarda soru sorulacak merci konumuna gelmişlerdi.
4- Onlar genellikle ince duygulu, yumuşak ahlaklı, hak olduğuna inandıkları şeyde zorluklarla karşılaşsalar da sebat eden, inançlarını açığa vurmada cesaret sahibi kimselerdi. Onların bu cesaretleri Peygamber'e uymalarında ve Kur'an'ı duyduklarında, dinlediklerinde secde edip, onun gerçek olduğuna iman etmelerinde; Mekke ehlinin ve güçlü liderlerin inkarcı tutumlarına aldırış etmeden kendi tavırlarını göstermelerinde ortaya çıkmıştır.
5- Onların içinde, mücadeleci ve delillere dayanma yanlısı olanları vardı. Hatta tartışma ve delil getirmede zalim ve taşkınlık yapan birileri olarak nitelendirilecek derecede aşırı kimselerdi.
6- İsa'nın (a) uluhiyeti ya da Allah'ın oğlu oluşunu reddetme hususunda Yahya'nın ve İsa'nın doğuşu kıssalarından bahseden; Bizans Hıristiyanlarının mağlub oluşunu ve daha sonra onların üstün gelecekleri haberini veren; tali olarak da, İsa'nın ve Risaletinin gerçekliği hakkındaki tartışmayla ilgili ayetlerin ihtiva ettiği ve Mekke'de var olduklarının ifade edildiği Ehli Kitap'tan ya da en azından çoğunun Hıristiyan olduğundan söz edilebilir.

Gerçekten tercihe şayandır ki bunlardan Mekke'ye yerleşenlerden çoğu Arap asıllıydı.(22) Ya da Yemen'den ve Yarımadanın kuzey taraflarından, uçlarından Mekke'ye gelip giden, kimselerdi.(23) Çünkü oralarda Araplar ve kabileleri arasında hakim olan din buydu. Ve aralarında ilişki sürekliydi. Nahl ayetinin açık işaretine de dayanarak kuşku edilmesi doğru olmayan ikinci bir nokta da onlar arasında Arap olmayanların da bulunduğudur. Artık bu yabancıların, ayetin ifade ettiği Mekke'ye yolculuk, ziyaret ya da araştırma maksadı ile yerleşenlerden olmaları önemli değildir. Bizim tercihimize göre Mekke'de ikamet eden yabancı azınlığın çoğu Bizans, Sûryan ve Suriye Hıristiyanlarmdandi. Şam bölgelerinden gelmişlerdi. Onların buraya göç etmeleri ya bazı Kureyş tüccarlarının teşvik edip cesaret vermeleriyle oluyordu -zira onlar ihtiyaç duydukları, sanatkarları ve sınaî faaliyetleri bunlar aracılığıyla karşılıyorlardı ya da başlarına gelen bir felaket yüzünden buraya göç etmek zorunda kalıyorlardı. Bu azınlıklar Mekke liderlerinin hoş karşılama ve cesaretlendirmeleriyle karşılanmışlardı. Çünkü Şam ülkeleri Hicaz'a yakın komşuydu ve aralarındaki yolculukların, seferlerin ardı arkası kesilmezdi. Daha çok eski zamanlarda buralar ve Şam ülkeleri, İsraillilerin hicret yurdu olmuştu. Ayrıca yolcuların da uğrak yeriydi.

[22) Buhari'nin, Aişe'den rivayet ettiği bir hadiste deniyor ki: "Hatice nin amcası oğlu Varaka b. Neyfel Hıristiyan olmuş, İbranice öğrenmiş, yazı yazmayı bilen bir kimseydi." Tahminimize göre bireyler halinde de olsa Mekke'de ondan başka Hıristiyanlar vardı.

(23) Dr. Heykel, 'Muhammed'İn Hayatı' adlı kitabında şöyle diyor: Hristjyan bir heyet araştırma amacıyla Mekke'ye gelmişti. Çok geçmeden Peygamberin Risaletine ve Kur'anî vahye iman ettiler. Mekke'hler bu eylemlerinden dolayı onları eleştirip ayıpladılar, (s. 500)[/color][/i]

Zaman zaman oraya uğrarlardı. Bazen sınai çalışmalar, bazen ticari bazen de misyonerlik faaliyetleri için oraya gelirlerdi. Siret rivayetlerinde bunların tümünü gösterecek belgeler yer almaktadır. Buna ilave olarak Şam ülkeleri, Bakara süresindeki bir ayetin de işaret ettiği gibi, değişik şekillerde ve çeşitli nedenlere bağlı olarak sürekli devrimlere, çatışmalara dini krizlere sahne oluyordu:

"İşte bu Peygamberler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudus'le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelenler, birbirini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler, onlardan kimi inandı, kimi de küfretti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır." (Bakara, 253)

Olabilir ki ayette ifade edilen bu durum, Mekke'ye hicret edip oraya yerleşenlerin hicretlerinin asıl nedeni olmuştur. Bunların milliyet ve kaynak olarak yabancı olduğunu belirttikten sonra onlardan bazı bireylerin Mısırlı, Iraklı, Habeşistanlı, İranlı tüccar ve sanatkarlar, bazılarının da, Mekkeli lider ve tüccarların yanında köle ola¬rak kalan kimseler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sîret rivayetleri de bu konuda delil olmaya müsaittir.
Yabancı azınlıkların Bizanslı, Habeşistanlı, Iraklı, Mısırlı, Şamlı, Süryani ya da İranlı oluşları hür ya da köle olmaları bir açıdan da olsa Hicaz halkının özellikle Mekke'nin Şam ülkeleri, Fars ülkeleri, Mısır Habeşistan ve Irak ile ilişkileri bulunduğunu ve ora halklarının da bu iki bölgeyle karşılıklı ilişkiler içinde olduğuna delil olabilir.

Yabancıların ne zaman yerlerinden kalkıp Mekke'ye geldiklerini ve oraya yerleştiklerini tesbit etmek mümkün değildir. Yalnız Nahl Sûresinin 103. ayeti en azından onlardan bazı bireylerin Mekke'de eski olmadıklarını söylemeye müsaittir. Onların Mekke'ye gelişlerinin Peygamberin hayatı sırasında ya da peygamber olarak görevlendirilmesinden hemen Önce gerçekleşme olasılığı vardır. Çünkü peygamberin Kur'an'ı kendisinden öğrendiği/aldığı şeklinde iddia edilen adam, dil yönünden yabancıdır; eğer orada uzun zaman kalmış olsaydı, Arap dilini konuşmada zorluk çekmez, parlak bir edebiyata sahip olur ve bu şekilde nitelendirilmesine gerek kalmazdı. Bu hemen farkedilebilecek bir konudur.

Sîret rivayetleri içinde araştırma yapan biri, yabancı müslümanlardan bazı kimselerin hala kendi lehçelerini ve hatalı konuşmalarını muhafaza ettiğini görür. Onlardan bazısı "He" yerine "Ha", "Sad" yerine "Sin", "Ayn" yerine "Elif' vs. okuyorlardı. Ve bunları öyle kullanıyorlardı.

Şimdi önemli bir noktaya parmak basmak istiyoruz. Biz Ehl-i Kitab'tan ve yabancı Hıristiyanlardan çok sayıda kimsenin Mekke'de var olduğunu kaydetmekle beraber, onların büyük bir kitle oluşturacak rakamlara ulaştığını, geniş bir etkileri bulunduğunu, İsraillilerin Medine'deki, az sonra belirteceğimiz, konumuna benzer bir konuma geldiklerini söylemek istemiyoruz. Aksine bunun tam tersi doğrudur. Biz onların sayılarının bir kaç yüzü geçmeyecek kadar az olduğunu, ayrı ayrı ülkelerden, milletlerden kopup gelmelerinin, durumlarının, göç etme şartlarının ve bazılarının yeni gelmiş olmalarının büyük, etkili bir kitle (koloni) oluşturmalarını engellediğini tercih ediyoruz. Bu yaklaşımı destekleyecek bir nokta da onlarla herhangi bir çatışma ve tartışmaya girildiğini gösteren hiçbir belgenin mevcut olmamasıdır. Mekki Kur'an'da onların hilelerini, aldatmalarını, çeşitli alanlardaki çalışmalarını gösteren bir şey yoktur. Halbuki Medeni Kur'an tüm bu konularda Yahudilerden söz eden uzun uzadıya bölümler ihtiva etmektedir.


3. İsrailoğullarımn Mekke'deki Varlığı:

Biz Ehli Kitab'ın ve yabancıların hepsinin ya da çoğunun Hıristiyan olduğunu tercih etmiştik. Fakat bu Mekke'de İsrailli hiç kimse bulunmadığı anlamına gelmez. Hatta onların var olduğunu gösteren ayetler vardır:

"Gerçekten o, alemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu Ruhu'l-Emin indirdi. Uyarıcılardan olman için senin kalbinin üzerine (indirmiştir). Apaçık Arapça olan bir dille. Ve hiç şüphesiz o, geçmişlerin kitaplarında da vardır. îsrailoğulları, bilginlerinin onu bilmesi, onlar için ispatlayım bir delil değil mi? (Şuara, 192-197)

Ayetler îsrailoğulları bilginlerini şahid göstermeyi ihtiva etmektedir. Yine ayetlerin ifade biçimi, Benî İsrail'in bazı bilginlerinin Kur'an'm vahiy olduğuna şahitlik yaptıklarını ve O'nun kendi katındaki bilgilere uygun düştüğünü ilan ettiklerini ilham etmektedir. Bunun anlamı ise şudur: Peygamberliğin Mekke Devrinde. Benî İsrail'in bazı bilginleri Mekke'de bulunuyordu. Ahkaf sûresinde bu konuyla ilgili daha açık bir ayet vardır:

"De ki: "Gördünüz mü haber verin; eğer (bu Kur'an) Allah katından ise, siz de ona nankörlük etmişseniz ve İsrailoğullarından bir şahit de bunun bir benzerine şahidlik edip iman etmişse ve siz de büyüklük taslamışsanız {bunun sonucu ne olacak)? Hiç şüphe yok Allah, zalim olan bir kavmi hidayete erdirmez." (10. Ayet)

Bu ayete göre Benî İsrail'den biri, Kur'anî vahyin doğru olduğunu, kendilerinde bulunan Kitab'a uygun olduğunu söylemiş ve ona iman ederek pratik bir tanıklık yapmıştır. Ayette bu açıkça belirtilmektedir.

Bazı rivayetler Ahkaf in bu ayeti ile Şuara'nın son ayetinin Medeni olduğunu kaydetmiştir. Şu kadar var ki, bu ayetlerin kendilerinden Önceki ve sonraki ayetlerle tam bir uyum ve ahenk içinde bulunmaları, konularının müşriklerin tavırlarıyla doğrudan ilişkili olmaları, onların düşüncelerini çürütmeleri gibi nitelikler onların Mekki oluşlarını tercihe şayan kılmaktadır. Peygamberin (s) Mekke'de bazı İsraillilerle karşılaştığını, buluştuğunu, bu ayetlere dayanarak söyleyebiliriz. Sözkonusu ayetler, bazı İsraillilerin Mekke'de var oldukları ve orada ikamet ettikleri şeklindeki olasılığı güçlendirmektedir. Daha önce geçen ve Ehl-i Kitab'ın şahidliğini, iman edişlerini ve Peygamber'e inen vahye sevinmelerini içeren Mekki ayetlerin kapsamına, bunların da girdiğini söylemek yerinde olacaktır.

Mekki Kur'an'da, Yahudilerin ayıplarını ortaya koyan,(24) onlarla tartışıldığını, zıtlaşıldığını ifade eden bir ayetin bulunmaması, onların Mekke'de bulunmadıklarının değil; bahse değer etkin bir çoğunlukta olmadıklarının delilidir. Şunu da ilave etmeli ki, onlardan bazılarının zaman zaman Medine'den Mekke'ye gelip gittikleri ve Mekke halkı ile bazı ilişkiler kurdukları ihtimal dahilindedir. Çünkü böyle bir ilişki tabii sayılacak ve hemen hemen hiç kuşku götürmeyecek olgulardandır. Özellikle Musa'nın (a) Risaleti, mucizeleri, îsrailoğullarının tarihi olayları ve ihtilafları, Peygamber ile Mekke müşrikleri arasında büyük tartışmalara neden olan önemli konulardı. İkinci olarak; Arapların inançları ve düşünceleri üzerinde inançlar ve dinler bölümünde ele alacağımız gibi, Yahudilerin çeşitli etkileri olmuştu. Üçüncü olarak da; Medine ve çevresinde İsrailli büyük azınlıklar vardı. Bunların hepsinin tümden Mekke'den ayrı yaşamış olmaları makul sayılmaz.

(24) A'raf, 1Ö3-170 ayetlerin Medenî olduklarına dikkat edilsin.

Mekki Kur'an'ın çeşitli bölümlerinde, Mekki sûrelerin çoğunda İsrailoğullarmdan söz edilmiştir. Yalnız bu soz etme Musa ile Firavun arasında geçen olaylar, bununla ilgili kıssalar, önceki İsrailoğullarının başından geçen olayları aktarma şeklinde olmuştur. Ve Mekki Kur'an'ın diğer kıssalarda kullandığı üsluba benzer bir üslubla bunlar işlenmiştir. Mekki Kur'an ayetlerinde, Mekke'de etkili İsrailli bir azınlığın varlığını gösteren bir işaret yoksa da diğer kıssalardan daha fazla bir paya sahip olan, daha fazla tekrarlanan ve yoğun biçimde işlenen bir kıssadır bu. Ayrıca İsrailoğullarının Musa'dan sonra ayrılığa düşüşleri, başlarına gelen felaketlere işaretlerin tekrar edilişi, sonra İsrailoğullarının ve peygamberlerin takdirle yadedilmelerine, Allah'ın onları korumasına dikkat çekilmesi de az önce belirttiğimiz ilişki ve etkileşmenin doğru olduğunu göstermektedir.

4. İsrailoğullarınm Yesrib/Medine'deki Varlığı:

Medine'de ise Kur'an, Medine ve çevresinde var olan İsrailî büyük azınlıklar hakkında, gerçekten yeterli ve doyurucu bilgiler vermektedir. Peygamberin (s) Medine'ye hicretinden sonra, Yahudilerin peygamberin çağrısına karşı mücadeleci ve inkarcı tutumları ile ilgili, pek çok ayet içermektedir. Kur'an, onlar arasında meydana gelen sürtüşmeler ve çatışmalara geniş yer vermiştir.

Kur'an, Yahudilere "Israiloğulları" ifadesiyle hitab etmiş daha önceki Yahudilerin Musa ve ondan sonraki peygamberlerle birlikte olan mülklerini egemenliklerini teşhir etmiştir. Zorluk çıkarmalarına, inkarlarına, yalanlamalarına aldatmalarına, yasalara aykırı davranmalarına, sözün anlamını tahrif etmelerine değinmiştir. Bunların hepsi onların peygamber çağrısına karşı tutumlarıyla özdeşleştirilerek veriliyor ve eleştiriliyordu. Bir çok bölümlerde ise, çağdaş Yahudilerle eski Yahudileri aynı konumda değerlendirerek aynı hitab, aynı siyak ve aynı zincirleme arasında veriliyordu. Kur'an, öncekilerin durumlarını anlatıyor sonra buna çağdaşlarının tutumlarını ilave ediyordu. Bu böyle bir yöntemle gerçekleştiriliyordu ki, sanki böylece bunlarla onlar arasında soy bakımından sağlam, sarsılmaz ilişkiyi vurgulamaya çalışıyordu. Çağdaşlarının ahlakları ve tutumlarıyla Öncekilerin tutumlarını, ahlaklarını, birbirine bağlı olarak ele alıyor ve ilişkilerine dikkat çekiyordu. Yani onların hepsi de aynı özelliklere ve aynı yaradılışa, millete sahipti. Gelecek misallerde bunu görüyoruz:

1) Ey Israıloğulları, size bağışladığım nimetimi hatırlayın ve ahdime bağlı kaim ki, ben de ahdime bağh kalayım. Ve yalnızca benden korkun. Yanınızda olan (Tevrat)ı, doğrulayıcı olarak indirdiğime iman edin, onu inkar edenlerin ilki siz olmayın ve ayetlerimi de az bir değer karşılığında değişmeyin. Ve yalnızca benden korkun. (Bakara, 40-41)
2) Ey îsrailoğullan, size bağışladığım nimetimi ve sizi alemlere üstün kıldığımı düşünün. Ve hiç kimsenin hiçbir kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir kurtuluş karşılığı alınmayacağı, yardım görülmeyeceği günden korkup -sakının. Sizi, en dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlarken, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. Ve sizin için denizi ikiye yarıp, sizi kurtardığımızı ve Firavun'un adamlarını boğduğumuzu da hatırlayın. (Bakara, 47-50)
3) Hani İsraıloğullarından "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anneye babaya yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin" diye kesin söz almıştık. Sonra siz, az bir bölümünüz, dışında yüz çevirdiniz, ve hala çevirmektesiniz de. (Bakara, 83)
4) Andolsun, biz Musa'ya kitap verdik ve ardından peş peşe peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir peygamber, nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak kimini yalanlayacak kimini de öldüreceksiniz öyle mı? (Bakara, 87)
5) Kitap Ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni İstiyor. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi. Demişlerdi ki: "Bize Allah'ı açıkça göster." Böylece zulümlerinden dolayı onları yıldırım çarpmıştı Sonra da kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, buzağıyı (ilah) edinmişlerdi. Yine bundan dolayı da onları affettik ve Musa'ya apaçık olan ispatlayıcı bir delil verdik. (Nisa, 153) Ayrıca Bkz: (2/72-76; 2/211; 5/78-81)

Yesrib Yahudilerine "îsrailoğullan" kavramıyle hitabın, bu kadar genel ve kapsamlı olarak yönetilmesi, Kur'an'ın öncekilerle konrakiler arasında sağlam bir ilişki kurmuş olması, Hicaz'daki Yahudilerin sonradan geldiklerini ve onların İsrailliler olduğunu, onların, bazı oryantalistlerin ileri sürdüğü gibi, daha sonra Yahudiliği din olarak kabul eden Arap kabileleri olmadıklarını kesin olarak ortaya koymaktadır. Yahudi dinine bağlı hiç bir Arap kabilesine Hicaz'da rastlanamazdı. Evet, yer yer Yahudileşen Araplardan söz edilse de bunlar varlıklarını hissettirecek kabilevi bir topluluk oluşturamamış ve bireysel bir yapıdan öteye geçememişlerdir.

Naklettiğimiz ve daha başka ayetlerin içeriklerinden anlaşıldığına göre Medine'deki Yahudiler kitleleşmişti. Arap toplumunda hissedilir bir konumları, etkileri ve merketleri vardı. Ve toplumda onlar kültürel, dinsel, sosyal, ekonomik, siyasal açıdan bir varlığa sahipti. Savaş açısından da Arap toplumu içinde bir yerleri vardı:

Birincisi: Anlaşıldığına göre onlar; dinler, yasalar, ulusların haberleri, tarihleri, evrensel yasalar, inandıkları semavi din, elleri altında bulunan semavi kitab konularında geniş bir bilgiye sahiplerdi ve bunu yaymaya çalışıyorlardı. Bununla Araplara karşı üstünlük taslıyor, böbürleniyor ve bir gün kendilerinin üstün geleceklerini bekliyorlardı. Kendilerinin Allah'ın dostları ve sevgili kulları olduğuna, onun katında büyük bir paya sahip olduklarına, onun yanında ileri kimseler olduklarına inanıyorlardı. Ya da öyle sanıyorlardı. Nitekim bu yaklaşım Bakara, 76 ve 211. ayetleri ile aşağıdaki ayetlerden de anlaşılmaktadır.

1) Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değer karşılığında satmak İçin; "Bu Allah kalındadır" diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı, vay kazanmakta olduklarına. Derler kî: "Sayılı günlerin dışında, ateş bize değmeyecektir." De ki: "Allah katından bir ahid mi aldınız? Yoksa Allah'a karşı bilmediğinizi mi söylüyorsunuz?" {Bakara, 79-80)
2) Onlara: "Allah'ın indirdiklerine iman edin" denildiğinde: '"Biz, bize indirilene iman ederiz" derler ve ondan sonra olan (Kur'an)'ı inkar ederler... (Bakara, 91)
3) Dedıler ki: "Yahudi veya hıristiyan olun ki, hidayete eresiniz. (Bakara, 135)
4) Yahudi ve Hıristiyanlar: "Biz Allah'ın çocukları ve sevgilileriyiz" dediler... (Maide, 18)
5) De kî: "Ey Yahudi olanlar, eğer siz insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin gerçekten Allah'ın velîleri olduğunuzu öne sürüyorsanız, şu halde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü olanlar iseniz. (Cuma,6) Ayrıca Bkz: (2/89; 2/111; 2/120; 3/78; 3/1S8; 4/49)

Bu üstünlük taslama, böbürlenme, kendini temize çıkarma iddialarının, Araplara da küçümsenmeyecek derecede tesir ettiğini Medine'nin sınırlarını aşacak derecede genişlediğini ve Mekke'yi de kapsamına aldığını söylersek herhalde mübalağa yapmış olmayız.

Geçen konuda Ehl-i Kitab ve Mekke'deki yabancı azınlıklar hakkında naklettiğimiz ve Ehl-i Kitab'ın şahid olarak gösterilmesini, ilim ve zikir ehli olarak nitelendirilmesini ihtiva eden ayetlerle İsrailoğullarının bazı bilginlerinden, özellikle de İsrailoğullarından bir şahide dikkat çeken ayetler de bu yaklaşıma bir delil oluşturabilir. Çünkü bu şahid gösterme ve nitelemenin hikmeti, Arapların Ehl-i Kitab'ın katındaki bilgilere genel olarak güvendiklerini, özellikle de Yahudilerin ilmine, marifetine ve araştırmalarına itimad ettiklerini hatırlatmaktadır.

Bazı ayetlerden anlaşıldığına göre, onlardan bazıları ilimde ileri gitmekle tanınıyordu. Nitekim Al-i İmran'ın 187. ayetinde buna ışık tutulmuştur. Ayrıca gelecek ayet de bunu açıkça ifade etmektedir.

"Fakat onlardan ilimde derinleşenler..." (Nisa, 162)

ikinci olarak: Onların kendilerine göre toplumsal ve dini grupları vardı. Kendilerine özgü tapınakları, eğitim-öğretim yerleri, bilginleri, Rabbanileri vardı. Bilginlerinin ve Rabbanilerinin kendileri üzerinde büyük etkileri vardı. Bunlar onların aynı zamanda yargıçlarıydı. Onların bilginleri ve Rabbani olanları, halkı ve kitleleri günahları işlemekten, çirkin işlere bulaşmaktan alıkoyma yönündeki görevlerini gerçek anlamda yerine getir iniyorlardı. Onlardan bazıları dini konumlarını; mal elde etme, altın ve gümüş depo etme yolunda kullanmaya çalışıyorlardı. Nitekim gelecek ayetler bunu ifade etmektedir.

1) Hiç bir insana yakışmaz ki, Allah ona kitab, hüküm ve peygamberlik versin de, sonra (o kalkıp) insanlara. "Allah'ı bırakıp bana kullar olun" desin; fakat: "öğrettiğiniz ve okuduğunuz Kitab gereğince Rabbaniler olun" der. (Al-i îmran, 79)
2) Gerçek şu ki, biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler ve yüksek bilginler de Allah'm kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerinde şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi). (Maide, 44)
3) Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta ve haram yiyecekte çabalarına hız kattıklarını görürsün. Yapmakta oldukları ne kötüdür. Rabbaniler ve Hahamların, onları, günah söylemelerinden ve haram yiyeceklerinden sakındırmaları gerekmez miydi? Yapmakta oldukları ne kötüdür. (Maide, 62, 63)
4) Ey iman edenler gerçek şu ki, hahamlardan ve rahiplerden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar ise; onlara da acıklı bir azabı müjdele. (Tevbe, 34)

Üçüncü olarak: Onlar Arapların sosyal hayatına girip yerleşmişlerdir. Buna bağlı olarak kendilerini kabilelere, boylara ayırmışlardı, tıpkı Araplar gibi. Onların kabileleri ve boyları da Evs ve Hazreç'in boylarıyla karşılıklı anlaşmalara, dostluk ilişkilerine girmişti. Her grup kendi dostu ve anlaşma yaptığı tarafa ilişkin ortak sorumluluğunu üstleniyor, savaşta yanında yer alıyordu. Bu antlaşmalar ve sorumluluklar peygamberin Hicretinden sonraya kadar sürdü. (25) Hatta kendi başlarına bela açmalarına kadar devam etti; Bu aynı zamanda gelecek ayetlerin de ilham ettiği bir olgudur:

(25) Bkz: Sıret İbn Hişam c II, s 95-99. 104

"Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız diye sizden kesin söz almıştık; siz de bunu kabul etmiştiniz. Sonra siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde paktlar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde de onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram kılınmıştı. Yoksa siz, kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında aşağılık olmaktan başka değildir." (Bakara, 84-85)

Burada ayetler Yahudileri kişisel çıkarları yüzünden şeriatlarına aykırı düştüklerinden, onunla çeliştiklerinden, arzu ve isteklerine, heveslerine uygun düşen şeylere yapışıp, bunlara paralel düşmeyen şeyleri bıraktıklarından dolayı eleştirmekte, ayıplamaktadır. Müfessirlerin çoğu bu ayetlerin, onların boyları ile Evs ve Hazreç boyları arasındaki antlaşmalarla ilgili olduğunu belirtmiştir. Bu antlaşmaya göre onların bazıları diğer bazılarıyla savaşmak ve onları esir almak durumunda kalıyordu ve onların yerine fidye veriyordu. Bu sosyal yapılanmalarında Arapların geleneklerine uygun biçimde hareket edip gidiyorlardı.

Maîde, Haşr ve Nisa sûresinde bununla ilgili bir takım ayetler vardır, şöyle ki:
1) Münafıklara müjde ver! Onlar için gerçekten acıklı bir azab vardır. Onlar müminleri bırakıp da kafirleri dost edinirler... (Nisa, 138-139)
2) İşte kaplerînde hastalık olanların: '"Zamanın, felaketi eriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz" diyerek aralarında çabaladıklarım görürsün... (Maide, 52)
3) Münafıklık etmekte olanları görmüyor musun ki, onlar, Kitab Ehlinden küfre sapan kardeşlerine derler ki: "Andolsun eğer siz sürülecek olursanız, biz de sizlerle birlikte mutlaka çıkarız ve size karşı olan hiç kimseye, hiç bir zaman İtaat etmeyiz. Eğer size karşı savaşılırsa elbette size yardım ederiz " Oysa, Allah, şahidlik etmektedir ki, onlar, gerçekten yalancıdırlar. (Haşr, 11)

Burada münafıklar, kendileri ile Yahudiler arasında antlaşma esasına dayalı sağlam sözleşmeler bulunduğunu ileri sürmek suretiyle Peygamber ve müslümanlar aleyhine komplolar kurmakta ısrar etmeye çalışıyorlardı.
Öyle anlaşılıyor ki bu antlaşma ilişkileri sağlam ve köklüydü. Hatta bu Evs ve Hazreç'ten olan münafık veya samimi herkesi etkileyebilecek bir değere sahipti. Buna bağlı olarak ve hikmet gereğince onlarla dostluklarını sürdürmemeleri şeklinde emir tekrar edilmiş, onların antlaşmayı bozdukları ve ihanet ettiklerine, kendilerine karşı içlerinde gizledikleri kinlere ve kötü niyetlere dikkat çekilmiştir. Aşağıdaki ayetlerde bunu görüyoruz.

1) Ne zaman bir ahit (andlaşma) yaptılarsa, onlardan bir grup o ahdi bozup atmadı mı?.. (Bakara, 100)
2) Kitab Ehlinden çoğu, kendilerine gerçek apaçık belli olduktan sonra,içlerindeki kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi küfre döndürmek arzusunu duydular. (Bakara, 109) (26)
3) Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez. (Maide, 51) Ayrıca Bkz: (3/118-120; 58/14)

(26) Burada doğrudan muhatap alınanlar Yahudılerdır

Burada özellikle Al-i İmran, 118. ayeti dikkat çekmektedir. Burada belirtildiğine göre Arapların Yahudilere karşı besledikleri bu sevginin ve yönelişin temel esprisini aralarındaki sağlam ilişkiler, kenetleşmeler ve antlaşmalar oluşturmaktadır.

Bununla beraber Arapların hayatıyla bu denli kenetleşme, sözleşmelerdeki bu enginlik/derinlik ve ilişkiler gerçekçi değildi. Yahudiler bunları sırf kendilerine zemin hazırlamaya, etkili olmaya, kendilerini savunmaya ve orada varlıklarım sürdürmeye alet etmek istiyorlardı, başka hiç bir şey değil... Nitekim Al-i îmran'ın 119. ayeti ve gelecek ayetler de bunu bildirmektedir.
1) Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın... (Bakara ) (27)
2) Onlardan, öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen onun tepesinde durmadıkça onu sana ödemez. Bu, onların "ümmiler konusunda üzerimize bir sorumluluk yoktur." demiş olmalarındandır... (Al-i İmran, 75) (28)
3) Yoksa onların mülkten bir payları mı var? Eğer böyle olsaydı, insanlara çekirdeğin zerresini bile vermezlerdi. Yoksa onlar, Allah'ın kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? (Nisa, 53-54)

(27) Yahudilerin kendi aralarında geçen konuşmaları.
(28) Ayetin siyakı Yahudiler hakkındadır. Onlar kendilerini Allah'ın seçkin milleti olarak görüyorlardı. Kendileri haricindeki ulusları ikinci dereceden uluslar olarak kabul ediyorlardı. Kendilerinin onlara karşı hiçbir sorumluluklarının olmadığını, onlara karşı her türlü davranışın mubah olduğunu iddia ediyorlardı. Aslında ilk başta Yahudiler "Ümmî" kavramını kendileri dışındaki uluslar için kullanıyorlardı. Hicaz'da ise bu kavramı Araplar için kullanmağa başlamışlardı.


Dördüncü olarak: Yahudiler siyasal ilişkilerin çevresini genişletmiş Arapların sosyal asabiyetine uygun hareket etmeyi de aşmışlardı. Onlar Medine'nin dışlarına taşmış bulunuyorlardı. Nisa sûresinde yer alan bir ayet onların bu tavırlarına, konumlarına ışık tutmakta ve sözlerini hikaye etmektedir. Müfessirlerin ve râvilerin çoğunluğu tarafından kaydedildiğine göre, Yahudilerden bir grup elçi, Peygambere ve müslümanlara karşı, oranın liderleriyle görüşüp antlaşmak amacıyla Mekke'ye gitmişlerdir. Buun sonucu olarak Yahudiler, Hicretin beşinci senesinde Medine'ye karşt savaşmaya gelen birleşik Arap ordularıyla birlikte olduklarını açıklamış ve savaşta onların yanında yer almışlardı.

Ahzab ve Nisa sûresinde de bu olaya işaret eden birer ayet vardır.
1) Kendilerine Kitap'tan bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar, tağuta ve cibt'e İnanıyorlar ve diğer küfredenler için: "Bunlar, iman edenlerden daha doğru bir yoldadır." diyorlar. (Nisa, 51)
2) Kitab Ehlinden onlara yardım edenlerini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü... (Ahzab, 26)

Tercihe şayan odur ki: Eğer Kureyş ile Yahudiler arasında hicretin hatta Peygamberliğin daha öncesine varan köklü ilişkiler, sevgi ve politik çıkar esasına dayalı bağlar olmasaydı, Yahudilerin elçileri böylesine çok önemli ve hayati bir konuda Mekke'ye gitmezlerdi. Sîret rivayetleri içinde Hayber Yahudileri ile Gatafan ve Zebyan kabileleri arasında eskiye dayanan çok sağlam antlaşma metinleri ve maddeleri olduğunu belirten nakiller vardır. Bu da işlemeye çalıştığımız olguyu başka bir açıdan pekiştirmiş olmaktadır.

Burada Nisa ayeti tarafından işaret edilen bir nokta dikkatimizi çekmektedir. O da Yahudilerin kendi amaçlarına, hedeflerine varmak için iade edip kullanmış oldukları politik Yahudi yöntemidir. Müşrikler Yahudilere Hz. Muhammed'in dini ile kendilerinin bağlı bulundukları dini sormuşlar, onlar da Arap müşriklerinin daha doğru bir yolda olduklarını söylemişlerdir. Sonra müşriklerin liderleri onlardan bu antlaşmaya bağlı kalacaklarına dair Kâ'be avlusunda yemin etmelerini, yapmaya çalıştıkları eylemde tanrılarının desteğini sağlamaları için onların yanında putlarına yalvarmalarını istemişler, onlar da aynen yapmışlardı! Böylece amaç, onlara açık bir küfür ve sonsuz bir leke de olsa, araçların en çirkin olanını meşru kılmıştır.

Beşinci olarak: Onlar kendilerine kaleler, muhkem kasabalar ve surlar yapmışlardı. Güçlü ve kuvvetli bir konuma sahip bulunuyorlardı. Bunlara güvenerek de, kendilerine dokunulmayacağına inanıyorlardı. Bu duruma Araplar da inanmıştı. Yesrib'in tanıtılması ve önemi konusunda bunu içeren ayetleri nakletmiştik. Bu kalelerin, kulelerin, surların, kasabaların, Arapların içine Yahudilerin güçlü, heybetli olduğu imajını saldığında kuşku yoktur. En azından bu da bir vasıta olmuştur. Ek olarak da onların gücünü ve heybetini gösteren vasıtalar ya da deliller olduğuna işaret olmuşlardır. Bu onların o sıralar şu özelliklere sahip olduğuu bize göstermektedir.
1- Onlar yerleşim bölgesi olarak Araplardan ayrı yerde, topluca kitleler halinde ve Özel mahallelerde, semtlerde yaşıyorlardı. Daha önceleri olduğu gibi, yine bu geleneklerini, yaşayış biçimlerini koruyorlardı.
2- Onlar Arap toplumunda tam bir güven ve huzur içinde değillerdi. Buna bağlı olarak muhkem şehirlere, kalelere, surlara dayanmak istiyorlardı. Kriz anlarında kendilerini savunmayı ve kollamayı böylece kolaylaştırmak istiyorlardı.
3- Araplarla Yahudiler arasında zaman zaman bazı tehlikeli olaylar oluyordu. Deneyimleri neticesinde kendilerini bu kaleleri, muhkem kasabaları ve surları yapmak zorunda hissetmişlerdi. Bizzat bu hadiselerin, onları Araplarla antlaşmalar yapmalarına, yüzeysel olarak kabilevi ve toplumsal asabiyetleriyle ilgili geleneklerini kabul eder görünmelerine neden olduğunu da, tercihe şayan bir görüş kabul ediyoruz.

Altıncı olarak: Kur'an ayetlerinden hareketle Yahudilerin Yesrib bölgesinde ve Şam yolu üzerinde uzanıp giden pek çok yerlerde dağınık bir yerleşik hayat yaşadıklarını, onların sayıca büyük kitlelerden oluşan azınlıklar olduğunu çıkarabiliriz. Elimizdeki bazı ayetlerde; Allah'ın, Rasûlüne onların kasabalarını bağışladığı ve karşılıksız olarak verdiği ifade edilmektedir. Burada çoğul kalıbının kullanılmış olması, doğal olarak onların çok olduğunu ifade eder:

"Allah'ın o şehir halkından peygamberine verdiği şey, Allah'a Peygamber'e, yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir." (Haşr, 7)

Allah Ahzab sûresinde, Yahudilerin müşriklerle birleşmesini eleştirmiş ve bu yüzden onların yurtlarını, mallarını ve arazilerinden el değmemiş bir toprağı müslümanlara miras bıraktığını ifade etmiştir. Ayetin son bölümü belirtmeye çalıştığımız noktaya, onların dağınık halde yayıldıklarına ışık tutmaktadır. Bu hemen farkedilebilecek bir gerçektir:

"Kitab Ehlinden onlara arka çıkanları da kalelerinden indirdi, onların kalplerine korku düşürdü. Siz bir kısmını öldürüyordunuz, bir kısmını ise esir alıyordunuz. Ve sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve daha ayak basmadığınız bir yere de mirasçı kıldı. Allah, her şeye güç yetirendir." (Ahzab, 26-27)

Feth sûresinde de kapalı bir işaret yer almaktadır. Kesin bilgi ifade edebilecek dereceye ulaşan mütevatir rivayetler onu açıklamıştır ki: Bunlar birinci derecede Hayber'i ve ondan sonra doğrudan müslümanların fethettiği kasabalar, Vadi'l-Kura'yı, Fedek'i ve Yahudilerin Teyma'sını kastetmiştir. Bunlar da, başka bir açıdan be¬lirtmeye çalıştığımız konuyu, İsrailli azınlıkların çokluğunu ve yaygınlığını pekiştirmektedir.

1) Geride bırakılanlar, siz ganimetleri almaya gittiğiniz zaman diyeceklerdir ki: "Bizi bırakın da sizi izleyelim..." (Feth, 15)

2) ...onlara yakın bir fethi sevap olarak vermiştir: Ve alacakları bir çok ganimetleri de. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah alacağınız daha bir çok ganimetleri de size vadetti, bunu size hemencecik verdi ve insanların ellerini sizden çekti ki, müminler için bir ayet olsun ve sizi dosdoğru olan bir yola yöneltsin. Ve başka da vermiştir ki siz henüz onlara güç yetirmiş değilsiniz; gerçekten Allah, onları kuşatmıştır. Allah, her şeye karşı güç yetirendir. (Feth, 18-21)

Yahudi azınlığın büyük kısmı, anlaşıldığı kadarıyla bizzat Yesrib civarında yer alıyordu. Ki burada üç kabile vardı. Sayıları onbinlere yaklaşıyordu. Bunlar, Beni Kaynuka, Benî Nadir ve Benî Kureyza kabileleriydi. Peygamber (s) bunların ilk ikisini sürgün etmiş üçüncüsünü ise, şartların gereği olarak sert bir şekilde yok etmişti. Kur'an bu kabileleri adlarıyla kaydetmiştir. Yalnız üç kabileye işaret etmeyi uygun görmüştür. Kesinlik ifade edecek dereceye ulaşan mütevatir rivayetlerde de bu üç kabilenin adı zikredilmiştir:

1) Küfredenlere de ki: "Yakında yenilgiye uğratılacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz." Ne kötü yataktır o. Karşı karşıya geen iki toplulukta, andolsun sizin için bir ayet vardır. Bir topluluk, Allah yolunda vuruşuyordu, diğeri ise, kafirdi ki gözleriyle müminleri kendilerinin iki katı görüyorlardı. İşte Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için gerçekten bir ibret vardır. (Al-i İmran, 12-13) (29)
2) Allah katında yerde debelenenlerin, şüphesiz en kötüsü, küfre sapmış olanlarıdır. Onlar artık inanmazlar. Bunlar, içlerinde antlaşma yaptığın kimselerdir kİ, sonra her defasında ahidlerini bozarlar. Onlar korkup sakınmazlar. Bundan dolayı, savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et ki onlarla arkalarından gelecek olanlar, umulur ki ibret alırlar. Eğer bir kavmin ihanet edeceğinden kesin olarak korkarsan, sen de açık ve adil bir tutumla antlaşmayı boz. Gerçekten Allah, ihanet edenleri sevmez. (Enfal, 55-58)
3) Kendilerinden önce yakın geçmişte olanların durumu gibi; onlar,yaptıklarının sonucunu tadmışlardır. Onlar İçin acıklı bir azab da vardır. (Hasr, 15) (30)

(29) Al-i İmran ve Enfâl ayetleri hakkında, Hâzîn ve başka tefsirlerde, ayrıca İbn Hişam (II, 334)'da belirtildiğine göre "inkâr edenler"den maksat Benî Kaynukâ'dır.
(30) Bu ayet, Benî Nâdir'in cezalandırılması olayından sonra gelmiştir. Benî Kaynukâ'nın sürgün edilmesi bu ayetten önceydi.

Yedinci olarak: Naklettiğimiz ayetler ve ayetlerin içerdiği nitelemeler, onların sahip oldukları araziler, mallar ve kasabalar, müslümanların onlardan elde ettikleri ganimetlerin çoklukla vasıflandırılmış olması, Yahudilerin büyük servet sahipleri olduğunu rahatlıkla göstermektedir. Bu açık bir olgudur. Onların büyük bir ticari faaliyete de sahip olduğunu, bizzat ayetlerin ilhamlarına göre anlıyoruz. Onların bu faaliyetlerinin en önemli sahaları ziraattı. Bundan daha açık olarak hem bundan hem de diğerinden anlaşıldığına göre onların bu konumları Arapların ekonomik yaşamında Önemli bir etkiye sahip olmalarını sağlamıştır.

Sekizinci olarak: Onlar faizle işlem yapıyorlardı. Bu onların yaklaşık hicret ettikleri tüm ülkelerde gündeme getirdikleri, kendilerine özgü bir uygulamaydı. Yesrib'in ziraat bölgesinde bulundukları için, tabiatıyla bu işe elverişli olanakları da vardı. Çünkü çiftçiler normal olarak hasat ve bağ bozumu zamanına kadar mal ödünç almaya muhtaç durumdadır. Kuşku yok ki bu eylem Yahudilerin, Arapların ekonomik yaşamlarında güçlü bir etki ve role sahip olmalarını sağlıyordu Kur'an'm bu olguya işareti ise; Nisa sûresinin, onların inkarcı, tartışmacı tutumlarını ve ahlaklarını eleştirme ve ayıplarını ortaya koyma sadedinde inmiş olan ayetleridir:

"Yahudilerin yaptıkları zulümden ve pek çok kişiyi Allah yolundan çevirmelerinden dolayı kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri yasakladık. Menedildikîeri halde faiz almalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden ötürü (böyle yaptık). İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık." (Nisa, 160-161)

"Onların insanların mallarını haksız yere yemeleri" cümlesi, herhalde onların, Yesrib halkının muhtaç olduğu şeyleri acımasız şekilde sömürdüklerini ilham etmektedir. Faizle onların canlarını yaktıklarını, faizi kat kat artirrak çoğalttıklarını anlatmaktadır. îhtimal ki, onlar berikileri sömürmek, helak etmek, onların ürünlerini ve elde ettikleri şeyleri istila etmek için daha başka vasıtalara ve yollara başvurmuşlardır.
Kur'an ayetleri içinde onların sınai ve ticari eylemlerle uğraştık¬larını göstermeye müsait bir delil yoktur. Yalnız bu pek tabii olarak uğraşmadıklarını da göstermez. Tercihe şayan odur ki, onlar ya da en azından onlardan bazı kesimler bu tür işlerle uğraşıyorlardı. Sîret rivayetleri Benî Kaynuka'nm sürgün edilmesi sadedinde kaydediyor ki: Onların, kendi adlarıyla bilinen bir panayırları vardı. Ve panayırda onlardan bir takım kuyumcular bulunuyordu. Ticaret, Yahudilerin başlıca eylemlerinden birini oluşturmaktadır. Onların bundan habersiz olduklarını söylemek doğru olmaz. Çünkü bu çevrede ticaret için gerçekten elverişli geniş bir ortam vardı. Ve bu alanda etkin faaliyet gösteren kimseler mevcuttu.

Dokuzuncu olarak: Ayetlerin içerikleri, delaletleri ve ilhamları genel olarak İsraillilerin Hicaz'a yakın bir geçmişte göç etmeyip daha eski olduklarını gösteriyor. Hatta belki, bir kaç nesil veya asır öncesine kadar uzanıyordu. Ve onlar buna bağlı olarak konuşma ve anlama olarak Arapçayı güzel ve üstün derecede biliyorlardı. Buna ilave olarak onların kendilerini muhafaza ettikleri ya da en azından bilginlerinin, hahamlarının, Rabbanilerinin Tevrat'ın ve Yahudilere ait diğer dini kitapların dili olan İbranice'yi güzel şekilde muhafaza etmesini bildiklerinden de asla kuşku edilemez. (31)

5. İsrailoğullarının Hicaz Halkı Üzerindeki Tesirleri:

Yahudi azınlıkların kültürel, dini, sosyal, ekonomik, siyasal/politik, savaş-barış ve sayı durumları hakkında Medeni Kur'an ayetlerinin delaletlerinden ve pek çok ilhamlarından destek alarak açıklamalarda bulunduksa, aynı şekilde onların ahlaklarını ortaya koyabilecek delilleri ve ilhamları da oradan alacağız.

1) Bazı ayetler onların yaşamış oldukları olgulara, kendilerini başkasından üstün görmelerine, bencilliklerine, cimriliklerine, her şeyin kendilerinin olmasına duydukları isteklerine, kıskançlıklarına, başkalarının ellerinde bulunanlara dayanamamalarına işaret etmektedir. Bakara, 109, Nisa, 53-54. ayetleri bununla ilgilidir ve onları daha önce nakletmiştik. Al-i İmran sûresinde ise gelecek ayetler bununla ilgilidir.

"Allah'ın bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu onlar için serdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleri şey boyunlarına dolanacaktır. Göklerin de, yerin de mirası Allah'ındır. Aîlah yaptıklarınızdan haberi olandır. Andolsun; "Gerçek, Allah fakirdir, biz ise zenginleriz" diyenlerin sözlerini Allah işitmiştir. Onların bu sözlerini ve Peygamberlerini haksız yere öldürmelerini yazacağız ve: "Yakıcı olan azabı tadın" diyeceğiz." (180-181. ayetler)

(31) Sirer İbn Hişâm'da Yahudi şairleri ve onların kasidelerinden söz edilmekte ve isimleri verilmektedir. (Bkz: II, 337-344 ve III, 55, 174) Hadis kitaplarında da, Rasulullah, Zeyd b. Sabit'den îbranice öğrenmesini istemektedir. Böylece onlarla tartışma imkânı elde edilecekti.

2) Bazı ayetlerde onların, ikiyüzlülük, laf taşıyıcılık, düzenbazlık, başkalarını kuşkuya düşürme ve onu tahakkümü altına alma amacıyla kuşkular yayma gibi ahlaki niteliklerine ışık tutulmaktadır. Bakara, 76, Al-i İmran, 72. ayetleri bunu ilham etmektedir. Ayrıca gelecek ayetler de buna ışık tutmaktadır:

"De ki: "Ey Kitab Ehli, sizler şahidler olduğunuz halde, ne diye iman edenleri Allah yolundan çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah, yapmakta oklularınızdan gafil değildir." Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra kafirler yapmış olarak geri çevirirler. Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun Rasulü içinizdeyken nasıl oluyor da küfrediyorsunuz? Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir. Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa öylece korkun. Ve ancak müslümanlar olarak ölün. Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını ısındırdı, siz O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan da sizi kurtardı. Umulur ki, hidayete erersiniz diye Allah size ayetlerini işte böyle açıklar." (Al-i İmran, 99-103)

Müfessirler ve raviler bu ayetlerin -ya da bazılarının- Yahudilerin, bir takım Evs'li ve Hazreç'li kişiler arasında alevlendirdiği, geniş bir alana yayılıp ortalığı kasıp kavuracak büyük bir fitneye neden olmasına ramak kala Önlenen bir desise ve düzenbazlıkları münasebetiyle inmiş olduğunu kaydetmişlerdir. Her ne olursa olsun, ayetler üslubla o ve içerikleriyle, Yahudilerin müslümanlar arasında körüklemeye çalıştığı bir fitne, desise, kargaşa ve ortalığı bulandırma tavır ve tutumuyla ilgilidir.
Maide sûresinde yer alan bir ayet de bu konuyla ilgilidir. Ayet Yahudilerin Peygamber'e (s) havale edilmiş bir konuda hile ve kuşku yaratma tutumlarına ışık tutmaktadır. Onlar sözü amacından saptırmak suretiyle münafıklarla birlikte bir komploya girişmişlerdi:

"Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "inandık" diyenlerle Yahudiler'den küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar yalana kulak verenlerdir; sana gelmeyen diğer topluluğa kulak verenlerdir. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar. "Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler..." (Maide, 41)

3) Bazı ayetler, onların amaç ve kişisel çıkar uğruna her türlü vasıtayı kullanma ve meşru görme ahlakına işaret etmektedir. Bunu Nisa sûresinin 51. ayeti ile gelecek ayetlerde görebiliriz:

"Kendilerine kitaptan bir pay verilenlerin sapıklığı satın aldıklarını ve sizin de yolu sapıtmanızı istediklerini görmedin mi? Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir; bir veli olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter. Kimi Yahudi olanlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar." (Nisa, 44-46)

4) Bazı ayetler onların başkasının ellerindekini kendileri için helal kılma, kendilerine emanet edilen şeylere, sözlerine bağlı kalmaya karşı kendilerini sorumlu hissetmeme ahlaklarına işaret etmektedir. Daha önce naklettiğimiz Bakara, 100 ve Al-i İmran, 75. ayetler bunu ilham etmektedir.
5) Bir takım ayetler onların başkalarının kendilerine karşı duymuş oldukları sevgiyi, sadakati, başkasına yardımcı olmayı ya da herhangi bir konuda yol göstermeyi düşünmeme ahlakına işaret etmektedir. Daha önceleri nakledilen Al-i İmran, 73. ve 119. ile Bakara, 76. ayetleri buna ışık tutmaktadır.
6) Bazı ayetler onların bir şeyde diretme, tartışma ve büyüklük taslama ahlaklarına ışık tutmaktadır. Bu tür ayetler gerçekten çoktur. Ve bunlar aynı zamanda önceki Yahudilerle çağdaş Yahudilerin bu ahlak konusunda sıkı ilişkileri olduğunu göstermektedir. Geçen konularda onların bir kısmını kaydetmiştik. Diğer bir kısmını ise şimdi verelim:

1) De ki: "O bizim de Rabbimiz sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz de sizindir. Biz, katışıksız olarak O'na bağlanmış olanlarız. (Bakara, 139) (32)
2) İnsanlardan bir takım beyinsizler: "Onları daha önce üzerinde bulundakları kıblelerinden çeviren nedir?" diyecekler... (Bakara, 142)
3) "...Kitab verilenler, bunun Rabb'leri tarafından bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. Sen kitap verilenlere her türlü ayeti (delili) getirsen yine onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan elbette ki zalimlerden olursun. Kendilerine kitab verdiklerimiz, onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine de onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler. (Bakara, 144-146)

(32) Ayetin sıyakı Yahudilerin tutum, davranış ve ahlaklarıyla ilgilidir

Bazı ayetlerin içeriğinden anlaşılıyor ki: Onlar sihir/büyük de yapıyorlardı. Bakara sûresinin ayetlerinden biri Yahudilerin tartışmacı oluşlarını, ahde vefasızlıklarını, Allah'ın Kitabını bırakışlarını, O'nun elçisini tasdik etmeyişlerini; onların gerçeğe uymaları gerekirken şeytanların okudukları büyü işlerinin peşine takılmalarını, bu hareketlerin kişiyi dinden çıkardığını, onu hidayet ve doğru yoldan uzaklaştırdığını bildikleri halde bu tür eylemlere eğilim duymalarını kaydetmiştir. Yine ayetten anlaşılıyor ki onlar Süleyman'ın (a) da sihir yaptığını ve onunla şeytanlara egemen olduğunu ve şimdiki ilimlerinin onun bildiği ilimden olduğunu iddia ediyorlardı.

"Ne zaman onlara Allah katından yanlarındakini doğrulayan lir peygamber gelse, kendilerine kitap verilenlerden bir takımı sanki kendileri hiç bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını arkalarına attılar. Ve onlar, Süleyman'ın mülkü aleyhinde şeytanların uydurduklarına uydular. Süleyman ise küfretmedi; ancak şeytanlar küfretti. Onlar, insanlara sihiri öğretiyorlardı. Babil'deki iki melek olarak bilinen) Harut'a ve Marufa bir şey indirilmemişti. Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın küfretme" demedikçe hiç kimseye öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle kadının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar ise kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiç bir payı olmadığını bildiler; kendi nefisleri karşılığında sattıkları şey ne kadar kötü; bir bilselerdi." (Bakara, 101-102).

Bunun yanında Al-i Imran ayeti:
"Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar onlara zillet vurulmuştur. Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar ve üzerlerine aşağılanma vuruldu. Bu Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır." (112. ayet)

"İşte o zaman Rabbin, onlara en kötü azabı yapacak kimse(leri) kıyamet gününe kadar üzerlerine mutlaka göndereceğini bildirdi. Kuşku yok. Rabbin sonuçlandırması pek çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir." (167. ayet)

Bu iki ayet gösteriyor ki: Yahudiler gözle görülecek ve elle tutulacak derecede zillet ve miskinlik postlarına bürünmüşlerdi. Hicaz dışında durumları böyle olduğu halde Hicaz'ın içinde o kadar servet, sayı, hile, düzenbazlık ve kuvvet gösterisinde bulunmalarına rağmen durumları yine aynıydı.

Aynı şekilde A'raf ayeti de böyledir:

"Onları yer yüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak param parça dağıttık." (168. ayet)

Bu ayet de ilham ediyor ki: Yahudilerin yeryüzünün tüm bölgelerinde darmadağınık hali başkaları tarafından rahatlıkla müşahade ediliyor ve elle tutulabilecek bir olgu olarak algılanıyordu. Ve onların Hicaz'daki varlıklarının eninde sonunda bu noktaya varacağı anlaşılıyordu.
Durumları bu merkezde olan, Arapların hayatıyla ve gelenekleriyle bu kadar ilişkileri ve ortak yönleri bulunan, ahlakları, alışkanlıkları ve yaşayışları bu olan Yahudilerin komşuları olan Arapları özellikle Medine halkını, genel olarak da Hicaz alanını küçümsenmeyecek ölçüde etkilemiş olmaları pek tabiidir. Biz Arapların öğrendikleri, tartıştıkları, akıllarında, inançlarında ve alışkanlıklarında geliştirdikleri peygamberler, melekler, şeytanlar, evrenin yaradılışı, nesilleri tükenmiş ulusların ve semavi şeriatlarla ilgili kıssaların haberlerinin pek çoğunu onlardan öğrendiklerinde kuşku etmiyoruz. Yine onların yaşam biçimleri sanatları, sanayileri, ticaretleri, ziraatları hatta bazı dinsel ayinlerin, onların aralarında yaşadıkları bu uzun zaman zarfında Araplara geçmiş olduğunda şüphe etmiyoruz.(33)

(33) Hâzîn Tefsirinde ([, 153) îbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Medine halkı çoğu zaman Yahudilerin yaptıklarını örnek aldı Zira onları Ehli Kitap olarak görüyor ve onların daha faziletîı olduklarına inanıyorlardı.

Daha Önce Arapların onlardan muhtemelen ziraî teknikler aldıklarını; onlardan etkilenerek kaleler ve surlar yaptıklarına değinmiştik. İlerde gelecek bölümlerde de Arapların başka alanlarda onlardan aldıkları adet ve geleneklere işaret edeceğiz. Biz dinler ve inançlar bölümünde Kur'an'ın Yahudilik ve Yahudiler hakkındaki tablosunu tamamlamak amacıyla özel bir bölüm ayırdık.

6. Hıristiyanların Hicaz'daki Rolleri:

Şimdi Peygamberlikten önce Medine'de İsraillilerden başka ya¬bancıların olup olmadığını araştıracağız. Buna bağlı olarak diyebi¬liriz ki; buna ışık tutan açık bir işaret yoktur. Mekke'de onların var¬lığını gösteren Nahl ayeti gibi bir delil yoktur. Bununla beraber, pek çok Medeni ayet vardır ki bunlarda, Hıristiyanlardan sözedilmekte, hitab onlara yöneltilmekte, Peygamberin ve Kur'an'ın çağrısına karşı sevgi esasına dayalı bir tavırları olduğu hikaye edilmekte, Mesih ile ilgili inançları hafife alınmakta, ayıplanmakta ve bu inançları tartışılmakta, bazılarının büyüklük taslama, inkar etme, düşmanlık besleme ve engel olma gibi tavır ve tutumları gözönüne serilmekte ve onlarla dostluk ilişkilerine girilmemesi emredilmektedir. Gelecek ayetler sözü edilen bu konuları işlemektedir.

1) Yahudiler dedi ki: "Hıristiyanlar bir şey üzere değillerdir." Hıristiyanlar da: "Yahudiler bir şey üzere değillerdir." (Bakara, 113)
2) Dediler ki: "Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayete eresiniz. (Bakara, 135)
3) Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra da ona "Ol" dedi ve o da oluyor. Gerçek Rabbindendir. Öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma. Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle tartışmalara girişirlerse, deki. Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım." (Al-i İmran, 59-62)
4) Yahudiler ve Hıristiyanlar: "Biz Allah'ın çocuklarıyız ve sevdikleriyiz" dediler. (Maide, 18)
5) Andolsun, "Gerçekten Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler küfre saptı. Oysa Mesih'in dediği "Ey îsrailoğullan, benîm de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Çünkü O, kendisine şirk koşana kuşkusuz cenneti haram kılmıştır, onun barınmayeri de ateştir- Zulmedenlere yardımcı yoktur". Andolsun, "Alah üçün üçüncüsüdür" diyenler küfre sapmışlardır. Oysa tek bir ilahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan küfredenlere acıklı bir azab dokunacaktır. Yine de Allah'a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar? De ki' "Sİz Allah'ı bırakıp da, size fayda ve zararı dokunamayacaklara mı tapıyorsunuz? Halbuki Allah, herşeyi işiten ve bilendir." {Maide, 72-76)
6) Ey inananlar Yahudi ve Hrristiyanları dostlar edinmeyin, Onlar birbirlerınin dostudurlar... (Maide, 51)
7) Andolsun, insanlar (içinde) iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olanların yahudİler ve şirk koşanlar olduğunu görürsün Onlardan iman edenlere sevgi bakımından en yakın olanların da: "Biz Hıristiyanlanz" diyenlerin olduğunu görürsün. Bu onlarda keşiş ve Rahiplerin olması ve onların gerçekten büyüklük taslamamaları nedeniyledir. Peygambere indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz inandık; Öyleyse bizi şahitlerle birlikte yaz." (Maide, 82-83) Ayrıca Bkz: (2
/111; 2/120, 4/171-172; 5/116; 9/29-34; 57/27)


Buna ilave olarak çağrının Ehl-i Kitab'a genel olarak yöneltildiği ayetler vardır. Bu ayetlerle hem Hıristiyanlara hem de Yahudilere beraber hitab edilmiş olunacağı tercihe şayandır. Gelecek ayetlerde olduğu gibi:
1) Ey Kİtab Ehli, kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve birçoğundan da geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi. (Maide, 15)
2) Ey Kitab Ehli, peygamberlerin arası kesildiği dönemde: "Bize bir müjdeci de bir uyarıcı da gelmedi" demenize (fırsat kalmasın) diye size apaçık anlatan bir peygamber geldi. Böylece müjdeci de, uyarıcı da gelmiştir artık. Allah herşeye güç yetirendir (Maide, 19)

Hatta bu iki ayet arasında Mesih'in uluhiyeti inancım ayıplamayı eleştirmeyi içeren bir ayet vardır. Bu da onların birinci derecede Hıristiyanlara yönelik olduğunu söylemeye müsaittir.
"Andolsun gerçek şu ki, Allah Meryem oğlu Mesih'tir diyenler küfretmiştir. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih'i onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak etmek isterse, Allah'a kim engel olabilir?" (Maide, 17)

Buradaki bazı ayetlerde Hıristiyanların zikredilmesi, ek bir açıklama ya da Yahudiler konusunda hafifçe işaret ettiklerimizin, lisanı hal ile ifade edilmesi olduğuna göre, bunlar; Peygamberin Medine'de ve çeşitli zamanlarda Hıristiyanlardan değişik gruplarla karşılaştığını, onları İslam'a davet ettiğini onlardan bazılarının Maide, 88-89. ayetlerinde ifadesini bulan parlak tasdik sahnelerine konu olduğunu bazılarının ise tartışma ve mücadeleye girerek, büyüklük tasladığını görürüz.

Yemen'in Necran bölgesinden, Habeşistan'dan ve Şam'dan bazı Hıristiyan elçilerin Medine'ye geldiğini Peygamber ile ilişki kurduklarıni, onlardan bazılarının Peygamber ile tartışarak kendi dinleri üzere kaldıklarını, bazılarının ise iman ettiğini belirten rivayetler vardır. Burdan hareketle Medine devrinin ilk dönemlerinde inen ayetlerde Hıristiyanların sözlerinin, görüşlerinin, tavırlarının ve inançlarının gündeme getirilmiş olması, Peygamber'in çağrısının henüz aşılanıp, yerleşmediği bir dönemde bunların gündeme alınışı, sayıları ve çokluklarından sarfı nazar edilerek Medine'de Hıristiyan bir grubun ikamet edip yerleştiğim düşündürmektedir.

Bunlardan bazılarının Mekke'de olduğu gibi Medine halkından Hıristiyanlaşmış Araplar olduğu dahilindedir. Veya bunlar Medineli değildir ama ekonomik ve ekonomik olmayan bazı şartlar yüzünden dışardan göç edip Medine'ye gelip-yerleşen Araplardır. Fakat bunların içinden bazılarının Bizanslı, Süryani, Kıpti ve A'cemi/İranlı v.s... olmasını engelleyen bir belge yoktur. Madem ki Şam bölgesinin şartları Arap olmayan bazı Hıristiyanların Mekke'ye kadar göç edip orada ikamet etmesine neden olmuştur ve Mekke tüccarları onların bazılarını kendi özel ihtiyaçları ve ekonomik faaliyetleri için satın alma yolu ile kendilerine çekme olanağına sahip olmuştur. Bu şartların sırf Mekke'ye özgü olmayacağı hemen akla gelebilmektedir. Özellikle Medine, Şam'a Mekke'den daha yakındır ve oranın iklimi Şam'dan göç edenler için Mekke ikliminden daha elverişlidir. İşte bu özellik aynı zamanda Şam'dan göçmek zorunda kalan İsraillilerin Medine'ye yerleşmelerine, orada ikamet etmelerine neden olmuştu. Bu avantajlar nedeniyle de orada yaşamayı tercih ediyorlardı.

Tevbe sûresinin 29-34. ayetleri hemen hemen kesinlik ifade edecek biçimde Peygamber'in Şam bölgesinde taşkınlık ve düşmanlık yapmaya başlayan Hıristiyanlara karşı düzenlediği Tebük savaşına ilişkin olarak inmiştir. Sadece bu olayı istisna edersek naklettiğimiz ayetler içinde, Hıristiyanların Medine'de kitleleştiğini ya da Arapların ekonomik ve sosyal yaşamlarına hissedilebilir, belirgin bir etkide bulunduklarını gösteren bir ayet yoktur. Yanısıra Yahudiler hakkında inmiş bulunan ayetlerin içerdiği aldatma, düzenbazlık, komplo, kıskançlık ve azgınlık, taşkınlık tablolarına da rastlanır. Bunun tam tersi olarak tüm Hıristiyanları kapsayan bir nitelik buluyoruz. O da Hıristiyanların iman edenlere insanların sevgi yönünden en yakın olan kimseler olduğu, onların asla büyüklük taslamadıkları, gönüllerinde şefkat ve merhamet duyguları taşıdıkları, buna ilave olarak onların çok olmadığı ve kitleleşmediği olgusudur. Onların fazla bir etkiye sahip olmadıkları, genel hatlarıyla güzel, yumuşak, duygusal, ince bir ahlaka sahip oldukları, düşmanlıkta katılık ve aşırılık yapmaya yanaşmadıkları gerçeğidir.

Pek tabii olarak bu, Hıristiyanlığın Arapların inançları, dinleri, düşünceleri ve kültürleri üzerinde hiçbir etkisi olmamıştır anlamına gelmez. Onların bu etkisi ise gelecek bölümlerde işaret edeceğimiz konular arasında yer alacaktır. Dinler ve inançlar konusunda Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar için de özel bir bölüm ayırdık. Aynı şekilde bu etkiye orada da parmak basacağız, onlarla ilgili Kur'anî tabloyu tamamlayacağız.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Miralay (28. March 2011), yeşil (7. November 2011)