Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14. January 2009, 12:16 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Allah'ın İsrâîloğullarına lütfü:


40- Ey Isrâîloğulları, size verdiğim ni'metleri hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun! 41- Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğum(Kur'ân)a inanın ve onu ilk inkâr eden, siz olmayın; benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın ve benden sakının. 42- Bile bile gerçeği bâtılla bulayıp hakkı gizlemeyin. 43- Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle (Allah'ın huzurunda eğilenlerle) beraber eğilin. 44- Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? 45- Sabırla, namazla Allah'tan yardım dileyin, şüphesiz bu, (Allah'a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir. 46- O(saygılı insa)nlar, Rablerine kavuşacaklarını (gözetir) ve gerçekten O'na döneceklerini bilirler. 47- Ey İsrâîloğulları, size ver*diğim nimeti ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın. 48- Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, kimsenin cezasını çekmez; kimseden şefaat (aracılık, iltimas) da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz. (Bakara: 92/40-48)

Bakara: 92/40-48'nci âyetlerde Allah'ın, İsrâîloğullarına olan ni'met*leri anımsatılıp, Allah'a verdikleri sözde durmaları; yanlarında bulunan Kitabı doğrulayıcıyı olarak indirilen bu Kur'ân'a inanmaları; Kur'ân'ın, kendi Kitâblarında bulunanlara uyduğunu bildikleri halde geçici dünya menfaati için gerçeği yanlışın içine sokarak hakkı gizlememeleri, namazı kılıp zekâtı vermeleri; halka güzel şeyler öğütledikleri halde kendileri yanlış işler yapmamaları; sabır ve namazla yardım isteyip moral bulmağa, ma'nen güçlenmeğe çalışmaları emredilmekte, böyle gönülden Allah'a bağlılığın, güzel davranışların, ancak Allah'a saygılı, Allah'a kavuşacak*larına kesin inanan saygılı kulların yapacağı işler olduğu; samimi olma*yanlara bunların zor geleceği vurgulanmaktadır. Daha sonra yine Allah'ın, İsrâîloğullarına lütfü, onları âlemlere üstün kıldığı anımsatılmakta ve her*kesin kendi yaptığının karşılığını bulacağı, kimsenin, başkasına yardım edemeyeceği, aracılık ve iltimasın kabul edilmeyeceği, tam adaletin tecellî edeceği günden sakınmaları emredilmektedir.

Yüce Allah, peygamberleri aracılığı ile İsrâîloğullarından birçok söz almıştır. Tevrat'ta Allah'ın, peygamberler aracılığı ile İsrâîloğullarından çeşitli zamanlarda ahidler aldığı bildirilmektedir. Tevrat'ta şöyle deniyor: "Ve Mûsâ gelip kavmin ihtiyarlarını çağırdı ve Rabbın kendine emrettiği bütün bu sözleri onların önüne koydu. Ve bütün kavim birlikte cevap verip dediler: Rabbın bütün söylediklerini yapacağız. Ve Mûsâ, kavmin sözlerini Rabba bildirdi." [7]


Âyetlerde Verilmek istenen dersler:


Yahudilere hitabeden, onların davranışlarını sergileyen bu âyetler, müslümanlara da bazı dersler vermektedir. Şöyle ki:

Allah'ın nimetini hatırlayıp şükretmek, verilen sözde durmak, pey*gambere ve Kur'ân'a inanmak, söylediği sözü önce kendisine tatbik etmek, başkalarına öğüt verirken kendisi yasak kılınan şeyleri yapmamak, Allah'ın huzurunda eğilen cemaate katılıp onlarla beraber namaz kılmak, sabır ve namaz ile Allah'tan yardım dilemek lâzımdır.

Âyette Yahudilere hitaben: "Kur'ân'ı ilk inkâr eden siz olmayın" denilmektedir. Oysa Kur'ân'ı ilk inkâr edenler, Yahudiler değil, müşrikler idi. Burada kasdedilen, Medîne devridir. Medîne devrinde Kur'ân'ın kar*şısına ilk çıkanlar, Kitâb ehli olan Yahûdîler olmuştur. Yahudiler, Hz. Peygamber(s.a.v)in gerçek peygamber ve Kur'ân'ın da ilâhî bir Kitâb ol*duğunu bile bile inkâra kalkmışlardır.

"Allah'ın âyetlerini birkaç paraya satmak" ta'bîrine gelince, burada Yahudilerin bile bile hakkı gizlediklerine işaret edilmektedir. Yahûdî bilgin*leri, Tevrat'ta, Son Zamanda gelecek Peygamberin vasıflarını görmüşler, Hz. Muhammed'in, Tevrat'ta geleceği bildirilen Son Zaman Peygamberi olduğunu anlamışlardı. Fakat ona inandıkları takdirde rütbelerinin elden gideceğini, çıkarlarının zedeleneceğini düşündükleri için onu inkâr ettiler. "Bu, Tevrat'ta bildirilen peygamber değildir" dediler. Hattâ rivayetlere göre onlar, Tevrat'ta Hz. Muhammed'in niteliklerini anlatan yerleri gizle*diler. Bazen de onları kasden yanlış yorumlayarak çarpıttılar. Böylece Allah'ın âyetlerini birkaç paraya, çıkar karşılığında satmış oldular. İşte Allah'ın âyetlerini satmak, dünya çıkarı için onları yanlış yorumlamak, çarpıtmak, bozmak demektir.

Her çağda mevkî ve menfaat için dini, bile bile yanlış yorumlayanlar, dinin gerçeklerini gizleyenler vardır. Bir mevkî elde edebilmek veya mevkiini koruyabilmek için âyetleri, iktidardaki idarecilerin hoşuna gidecek biçimde yorumlayan, icabında haram olan bir şeyi helâl gösteren, üç beş kuruşluk menfaat karşılığında dinlerini satan sözde din adamları vardır. İşte Kur'ân böylelerine, "Birkaç para için Allah'ın âyetlerini sat*mayın" diyor. Zira dünya geçicidir. Bu geçici hayat bitip de rûh, âhiret âlemine geçince dinini verip dünyayı alan adamlar, aslında cevher verip, vücudunu yakacak ateş satın aldıklarını, kendi elleriyle kendilerini ateşe attıklarını anlarlar ama o zaman iş işten geçmiş olur.

Bazı bilginler, bu âyete dayanarak Kur'ân öğretme karşılığında para alınamayacağını söylemişlerse de bu, doğru değildir. Herkes uğraştığı iş karşılığında bir ücret alır. Bilginlerin çoğunluğu bu kanaattedir. Buhâ-rî'deki bir hadîste bunun caiz olduğu, şöyle beyan edilmektedir:

Aldığınız en güzel ücret, Allah'ın Kitâbı(nı öğretme) karşılığında aldığınız ücrettir." [8] Öğretim karşılığında alınan ücret, kişinin harcadığı çaba ve vaktin karşılığıdır. Burada karşılıklı menfaat vardır. Öğrenci öğrenmekte, öğretmen de çabası karşılığında ücret almaktadır. Bu, Allah'ın âyetlerini satmak demek değildir. Allah'ın âyetlerini satmak, bile bile menfaat için onları tahrif etmek, mânasını çarpıtmak, yanlış yorumlamak, hasılı hakkı gizlemektir. Kur'ân öğretmede hakkı gizlemek veya değiştirmek diye bir şey söz konusu değildir. Bilâkis Hak öğretilmiş olur. Elbette bu meslek, mübarek bir meslektir. Ama bu, öğretim için böyledir. Dinî görevleri yapma karşılığında yine ücret alınır. Fakat yalnız Kur'ân okuma karşılığında para alınmaz. Alınan para, okunan Kur'ân'ın karşılığı değil, harcanan vaktin karşılığıdır. Harcanan vakit için bir miktar para alınabilir. Yoksa Kur'ân'ın değeri biçilmez. Para ile Kur'ân okumayı meslek edinmek doğru değildir.

Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde Medi*ne'deki Yahûdî hahamlarından bazıları, kendilerine gizlice gelip Hz. Muhammed hakkında ne dersin diye soranlara, "doğrudur", derler, Allah'ın Resulüne uymayı emrederlermiş. Fakat kendileri, cemaatlerinden gelen hediyelerden, vergilerden mahrum kalmak endişesiyle Peygambere tabi olmazlarmış. Bazıları da halka, sadaka vermelerini emreder, kendileri vermezlermiş. Diğer bazıları da Allah'a itaat ediniz, âsi olmayınız, namaz kılınız, rükû ediniz derler, fakat kendileri bu sözlerini tutmazlarmış. İşte Cenabı Hak, başkalarına iyiliği emredip kendileri tutmayan kimseleri uyarmaktadır. İnsanın sözünün etkili olabilmesi için önce kendisinin o söze uyması gerekir. Asıl öğüt, insanın, sözden çok hareketi ve davranışlarıyla verdiği öğüttür.

Başkalarına iyiliği emredip kendileri yapmayan insanları uyaran çeşitli hadîsler vardır. Çeşitli hadîs mecmualarında yer alan bir hadîste şöyle buyurulmaktadır: "Kıyamet günü adam getirilir, barsaklarına işleyen ateşin şiddetinden, değirmen etrafında dönen merkep gibi kıvranıp döner. Ateş halkının hayali, onun karşısına çıkıp ona: 'Ey falan, sana ne oldu, sen bize iyiliği emredip, bizi kötülükten men'etmez miydin?' derler. 'Evet, der, ben size iyiliği emrederdim ama kendim yapmazdım; sizi kötülükten men'ederdim ama kendim yapardım! [9]

htâben namazı kılmaları, zekâtı vermeleri, rükû edenlerle beraber rükû' etmeleri emredilmektedir. Artmak, büyümek gelişmek anlamlarına gelen zekât, dinde malın bir miktarını ayırıp fakirlere vermektir. Malı manen bereketlendirdiği, artırdığı için bu sadakaya zekât denmiştir.

45'nci âyet, sabır ve namaz ile Allah'tan yardım istemeyi emretmektedir. Gerçekten sabır, çok acı olayları tatlı sonuca bağlar. İnsan ruhunu dayanaklı yapar. İnsan başı sıkıldığı zaman ibâdete sarıhrsa ruhu açılır. Peygamberimiz (s.a.v.) de bir dert, bir ızdırap zamanında namaz kılmayı tavsiye etmiştir. Öyle ya insan sıkıldığı zaman huzur ile bir abdest aldı mı ferahlık duyar. Rabbinin divanına durup işini O'na havale etti mi gönlü ferahlar. Ama bu, inkarcılara, münafıklara zor gelir. Fakat Allah'a inanan, O'ndan korkanlar, her zaman O'na yönelirler, yardımı O'ndan beklerler. Çünkü onlar, sonunda Allah'a döneceklerini bilirler, dünyada her olay ile sınanmakta olduklarını anlarlar. [10]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)