Konu: Mülk
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 24. May 2012, 11:53 AM   #5
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

ULUHİYETTE KIST, İNSANLAR ARASINDAKİ MÜNASEBETLERDE KIST.

Selam ona İbrahim ''itidal ve kavam üzere bir hayatı sürdürecek bir Beyt ehli(Mescid el haram, Manastır, Havra tam dayanışmalı sistemi içinde,ona bağlı) olarak yaşamayı nasip et, çocuklarıma da bunu sağla ki, putperestler gibi olmasınlar'' diye talepte bulunmuştu.(İbrahim:35-37).

Beyt ehli(nitelikli yaşam) ile Bina ehli(maddiyatçı) arasında ki fark ve zıttiyetin özelliği, ''Ebna-i Ahrar'' diye isimlendirilen Mason(Liberal/kapitalist/maddiyatçı) kavramın özelliği, insana değer veren medeniyetten ziyade, Bina ehli, ''yapımcılık''(lüks yaşam-maddiyat) ve elindekini anında vermeyip ertesi güne bırakıp(vermeyi geciktirip biriktirerek) kokutan olmasıdır. Zahire, servet, sermaye biriktirenler böyledir. Ehl-i Beyt ise, tazeden verendir. Yani akşamdan sabaha bile ihtiyaç maddesi sayılan hiç bir şeyi geri bırakmayan/elinde tutmayan, “ertesi gün Allah yine verir” Hasbünâ Allah diyen ve sözü dilinde kalmayan insanlardır. Bu güvenceyi duymak için de Allah onlara tam dayanışmalı sistemi, yani ''mülkte iştiraki'' seçtirmiş ve sevdirmiştir(Hucurrat–7).

İşte, Allah’ın hikmetle hidayet verdiği selam ona İbrahim, maddi ve deni/değersiz varlıkları, Allah sevgisiyle eşitleyen kimselerden olmamayı, çocuklarının da materyalistler gibi istifçi, biriktirici cimrilerden olmamasını, paylaşarak yaşayanlar olup, mülk sevgisini Allah sevgisi seviyesine çıkarmayan cömertlerden olmasını istiyor.

“Hani İbrahim şöyle demişti: "Bu beldeyi güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara(fani, oluşum ve bozuşum yasalarına tâbi kokmuş şeylere, infak edilmeyip biriktirilen şeylere) kulluk etmekten uzak tut." (İbrahim–35)


Beyt dışındaki (artanı infak etmeyip bayatlatan-kapitalist) hayat, gerek azgınlar, gerekse onların teşvik ve mecbur ettiği mülk tutkusu, onları baştan çıkartır. Serbest piyasa ekonomisi ve meta dünyasında mümin kalmak, haramdan kaçınmak, cimrileşip, haset ve kinle dolmamak mümkün değildir. Bu ise cennetten mahrum olmaktır. Öyle ise onları, dünyada açlık ve korkudan uzak olan Rab'bin beytinde, yani açlıktan ve korkudan uzak olunan yerde yaşayacak basireti ver( Kureyş suresine bu gözle bakın çünkü yanlış mânâ verilmiştir).

"Rabbim, gerçekten onlar insanlardan birçoğunu şaşırtıp-saptırdı. Bundan böyle kim bana uyarsa, artık o bendendir, kim bana isyan ederse elbette Sen, bağışlayansın, esirgeyensin." (İbrahim–36)


Aşağıdaki ayet de,İbrahim Peygamber'in dileğini tam olarak açıkladığı gibi, Maun suresinde kınananlara da “Namazı dosdoğru kılmak”ın ne anlama geldiğini çok güzel açıklar. Bu Salât’ı/karşılıklı yardımlaşmayı salâvatta (havrada, manastırda, mescid i haramda devlet ve kamu kurum ve kuruluşlarında) eda etmektir. Yani "Devletçilik"/Haramlardan tam kaçınarak üzerinde insan hakkı bulundurmadan tertemiz ahirete gitmenin emin yöntemidir. İbrahim Peygamber her meslekten insanın bulunduğu ve Tâğut sistemlerine iş yapmakta muhtaç olmayacak sayıda olmadıklarını ve ''Sen orayı tam teşekkülü bir manastır-havra-mescit olacak şekilde düzenlemelerini sağla , hidayet verdiğin başka insanları da oraya yönelt ki, kapalı ekonomilerini kurabilecek sayı ve güce sahip olsunlar'' diye dua ediyor

"Rab'bimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında , ekini olmayan- ekin bitmeyen bir vadiye/bekke'ye yerleştirdim; Rab'bimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızklandır. Umulur ki şükrederler." (İbrahim–37)


Aşağıdaki ayeti, bilhassa açlık ve korkudan emin olunan yerin Beytü'l haram sosyo ekonomi politiği/kurumu olduğunu hatırlarsak, bereketin/üretimin içeride değil de çevreden getirilerek paylaştırıldığı ''Mescid el Aksa'' üzere nimet paylaşımının Havra-manastır-mescit sosyo ekonomi politiği düzeyinde adil olmadığını, zamanla mülkü ellerinde tutanların cimrileşip, tâğutlaşacaklarının muhakkak olduğunu bilirsek ayeti iyice kavramış olur, İbrahim Peygamber'in, İbrahim Suresinin yukarıda gördüğümüz 36. ayetindeki korkusunun sebebini daha iyi anlarız.

Demek ki, nimete hakkıyla şükretmek/emeğiyle üretmek, nankör sayılmamak için, kazanç ve kârın dışardan getirilip paylaşıldığı liberalist sistemlerden(mescid'i aksa) vaz geçilip, müşterek üretilen ve müşterek maişetlenilen Beyt-ül Haram üzere iştirak halinde mülkiyette mümkün olduğunu anlarız (Kureyş suresinin anlamı burada).

Liberalist sistemlerin, mülkü belli ellerde toplayıp da elleri altındakilere de Nahl suresi 71. ayetteki bollukta eşitliği sağlayacak kadar vermemelerinin, nimete nankörlük olduğunu anlatmaktadır aşağıdaki ayet. Yine, bu sistemde yoksul ve yoksunların, mağdur ve mahrumların açlıkları devam eder. Çünkü güçlü bir sosyal devlet olmadığı için gelecek korkusu zenginde bile vardır. Onun için ihtiyacın çok üzerinde biriktirerek, hem muhtaçları ve mağdur ettiklerini muztazaaf durumuna düşürür, hem de infak kısılıp sermaye ve servet yapıldığı için zulüm yapılmış, nimete de nankörlük edilmiş olur

“Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.” (Nahl–112)

Hâlbuki Allah elçisi onlara, ''nimete şükrün icra yerinin Mescid El haram üzere sistemleşmekte olduğunu, liberalist sistemlerde eşit paylaşımı sürdürmeniz mümkün değildir'' demesine rağmen buna uymadılar; sonunda kapitalist üretim tarzının, gelir dağılımındaki dengeyi azami derecede bozduğunu; toplumun birlik ve beraberliğinin kaybedilip dağıldığını veya Allah'ın gazabına uğradığını, nimeti geldiği miktarda bol dağıtıp kendisini eşitliğe çekmeyen her kazanç sahibinin nimete nankörlük ettiğini, bu sistemlerin zulüm ürettiğini anlıyoruz.

“Ant olsun, onlara kendi içlerinden bir elçi gelmişti, fakat onu yalanladılar; böylece onlar, zulümlerine devam etmekteyken azap onları yakalayıverdi.” (Nahl–113)

Nimete nankörlük edenler temiz rızk aramayanlardır. İnsana kazancının ne kadarının helal olduğu önceki yazdıklarımızda vermiş idik. İşte zorunlu ihtiyaç fazlasının elde tutulmaması vacip olduğuna göre, fazlasına tasarruf etmek, zimmette tutmak kişiye haramdır. Aşağıdaki ayeti bu merkezde anlamak gerekir.

“Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. (Nahl–114)

İyinin kötünün bilgisine gerçekten erişenler hak anlamında millettir. Rahmet babası olarak milletleşme itidal ve kavam üzere olmaktır ki işte buna ümmet denilir. Haramları helal yapmayan İbrahim itidal üzere yaşamı seçmişti. İbrahim’in yine tetkik ederek dinin inceliklerini öğrenerek din edinilmesini ''bilgelikle-şuurluca'' milletleşmek olduğu açıklanmıştır. İşte Bakara-219 ayetiyle Kur'an bize Helal ve Haram'ı tesbit imkanını ve tesbitini vermiştir. Yüzde 2,5 veya kırkta 1 verip üstünü de helal deyip zimmette tutma milletleşme değil,küfürdür. Bu ayet zimmette tutmayın diye de bir ikazdır.

“Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler”. (Nahl–116)

Ümmet kavramının ideal milletleşmekle benzer anlama geldiğini bu ayetten anlıyoruz. İbrahim niçin ümmet sayıldı. Fikir, düşünce, güzel ahlak açısından erdemde örnek olan insan tipi ümmettir. Fasıkların, facirlerin, Tâğut’ların v.s'nin milleti, şer veya ehveni şer millet sahibi olmaktır. Öyle ise hangi ilkelere göre millet(hayat görüşü) sahibi olana ümmet denir. Öncelikle fraksiyonel cemaatlere mensup olmayıp, kamucu ve üniter cemaatten yana olmak, ümmet sahibi olmaktır. Bütün hayırları üzerinde toplayan insan kimdir? sorusunun cevabı ise öncelikle mülk tutuksundan kurtulmuş, ihtiyaç fazlasına talip olmayan insandır; milleti itidal ve kavam üzerine olandır.

Öyle ise burada ki ümmet diye okuduğumuz ibareyi onun bir üst sırasında bulunan El Ememü: ''Kolay şey, belli ve ayan olan, İtidal'' anlamını verir. Şimdi buradan hareketle kolay şey “Yüsra” dır. Bu ise itidal ve kavam üzere kavgasız ve gürültüsüz bir toplumsal modeldir. Biz buna muttakiler kollektivizmi dedik. Beyt-ül Haram üzere mülkte iştirak içinde yaşamak hem kolaylığı apaçık olan şeydir, hem de haklar ve haramlardan temizlenmenin en kolay ve sade yoludur. Maişetle kamuya çalışarak zaten geçimliği miktarında bir maaş aldığı için ayrıca zekât vermesi gerekmez, çünkü ürettiği 'artık değeri' ''sadaka'' adıyla sebil olarak beyt-ül mal'a terk etmiştir. Devlet bu ödenmeyen ''artık bedellerini'' yoksul ve yoksunun gelirini artırmak için kullandığı ve hayır tek elden yapıldığından bu yolla muhtaç olmayana verilmeyip de muhtaca verildiğinden, muhtaç olanın hakkı yenmemiş olur.

“Gerçek şu ki, İbrahim bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. (Nahl–120)

Yine bu ilkeli ve hak ile ideal ve erdemli milletleşmek, Allah nimetlerini zimmetinde tutup haram yenilmediğinden, Allah’ın verdiği nitelik ve nicelikten, içinden sadece geçimlik alınarak tümü kamuya iade etmek olduğundan nimete şükretmenin en ideal yoludur. Bunun için sonraki ayet, öncekine bu açıdan açıklık getirerek, mülkleşmeyi tercih etmeyerek, itidal ve kavam üzere yaşamı tercih eden selam ona İbrahim’i nimete şükreden olarak tanımlamaktadır.

“O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah)Onu seçti ve doğru yola iletti. (Nahl–121)

“Ve biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih olanlardandır”.(Nahl–122)

Aşağıdaki ayette yine önce Haniflik, sonra müşrik olmamak zikrediliyor. Hanif’in teknik anlamı, putperestlikten hak dine dönmektir. Bu mülk şehvetinden kurtulmaktan başka bir şey değildir. En çok dikkat çekilen insan zaafı da budur. Mülkün, tahakkümünden, şan şerefinden veya servet ve sermayesinden bir pay alan insanın bununla şad olması (Bakara-219/1) malı-mülkü putlaştırmış olmak için yeterlidir. Nimetin şükrü, onu olmayanlarla, elinde nimet sahibininkinden daha az olanlarla, eşitleşinceye kadar paylaşmaktır. Paylaşmamak ve paylaşsan bile,bu paydan artırıp bunu semaye ve servet yapmak (ki zimmet suçunu oluşturur ve Maide-38'e tabidir) mülkü putlaştırmak,nankörlük, hayasızlık ve iffetsizliktir. Şu halde hanif olmak kavramına kısaca iffetli olmak diyebiliriz(Mu'minun:5). Yani kazanç ne kadar çok olursa olsun, elinde ihtiyaç fazlasını tutmamaktır iffetli olmak. Aksini yapmak, Allah sevgisini ve onun emrine harfiyen riayet etmeyi ihmal ederek, Allah sevgisini mülk şehvetine terk ederek, cimrilik yapmaktır. İşte, İbrahim imanında birinci sıradaki ilke iffettir.

"Gerçek şu ki, ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (Enam–79)

Resulullah’a emredilen ve İslam milletinin harfiyen uyması gereken din(millet), işte yukarda tanımlanan ilkeli bir bilinçlenmedir. Bunun özü de, mülk tutkusunu, mülkü iştirak halinde kullanarak asgariye, yani itidal ve kavam seviyesine çevirmek, Allah dışında hiçbir zatı gökte ve yerde(hem de cesette ve ruhta-canda) rableştirmemektir. İşte bu hasletler ''insanlar arasında kıst'' ve ''uluhiyette kıst''tır. Yani:

“Sonra sana vahyettik: "Hanif olan İbrahim'in dinine uy. O, müşriklerden değildi." (Nahl–123).

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
(Av.İlhami Çetin'den)

Konu galipyetkin tarafından (24. April 2017 Saat 02:42 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (5. September 2013), dost1 (24. May 2012)