Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 09:32 PM   #9
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Ayette Rabbimizin kelimeleri “tam, mükemmel, doğru, adil, değiştirilemez söz” olarak nitelenerek onların eksiklikten, eleştirilmekten uzak olduğu da beyan edilmiş olmaktadır.

116 – Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece “zann”a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar.
117 - Şüphesiz ki senin Rabbin, kendi yolundan kimlerin saptığını en iyi bilenin ta kendisidir. Ve O, doğru yolda olanları daha iyi bilendir.

Bu ayetlerde Rabbimiz peygamberimizi ve onun şahsında tüm insanlığı uyarmaktadır. Anlaşıldığına göre, insanların çoğunluğu bilgi yerine zanna uymakta, Allah’ın sözleri yerine atalarının sözlerine inanmakta, bu sebeple de çoğunluk tarafından benimsenmiş inançlar, teoriler, düşünce ve ilkeler sırf çoğunluk tarafından paylaşılıyor diye doğru olarak kabul edilmektedir. Oysa bu saçmalıkların çoğunluklar tarafından kabul edilmesi hiçbir zaman onların doğruluğuna delil olamaz. Doğrular doğru olma niteliklerini onları doğru kabul eden çoğunlukların kabullerinden değil, bizzat kendilerindeki gerçeklikten alırlar. Doğru olan, en iyi işiten ve en iyi bilen, hükümleri en mükemmel, en doğru, en adil olan Allah’ın sözleridir. Bu sebeple, çoğunluğa uyulduğu takdirde doğru yoldan sapılmış ve çoğunlukların gerçeksiz zanlarına mahkûm olunmuş olunur.
Rabbimiz yukarıdaki ayetlerde insanların çoğunluğunun yüz çevirdiğine işaret ederek çoğunluğa uyulduğu takdirde yoldan sapılacağını ihtar etmektedir. Kendi yolundan sapanları en iyi bilen Rabbimiz, bu sapkınlığa çoğunlukların zanna uyarak hayal peşinde koşmalarının neden olduğuna işaret etmektedir.
Bu husus Kur’an’da onlarca kez dile getirilmiştir: Âl-i Imran/110, Bakara/100, 243, A’raf/17, 102, 131, 187, Yunus/55, 60, Hud/17, Yusuf/21, 38, 40, 68, 103, Ra’d/1, Nahl/38, İsra/89, Furkan/50, Rum/6, 30, Sebe’/28, 36, Mümin/57, 59, 61, Casiye/26, Maide/59, 103, En’am/37, 116, Enfal/ 34, Tövbe/8, Saffat/71

118 – Artık, eğer Allah`ın ayetlerine iman edenler iseniz, üzerine Allah’ın adı anılanlardan yiyin.
119 – Ve size ne oluyor da, kendisi size, mecbur kalmanızın dışında haram olan şeyleri genişçe açıklamış olduğu hâlde Allah`ın adı anılanlardan yemiyorsunuz? Ve şüphesiz birçokları bilmeden keyiflerine uyarak saptırıyorlar. Şüphesiz ki, senin Rabbin, sınırı aşanları çok iyi bilenin ta kendisidir.
120 - Günahın açığını ve gizlisini terk edin! Şüphesiz günah kazanan kimseler, kazanmış oldukları şeyler sebebiyle cezalandırılacaklardır.
121 - Ve üzerine Allah’ın adı anılmayan şeylerden yemeyin. Ve şüphesiz o fısktır [tam bir yoldan çıkıştır]. Ve şüphesiz şeytanlar kendi velilerine sizinle mücadele etmeleri için vahyederler [gizlice telkinde bulunurlar]. Ve eğer onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz müşrikler oldunuz demektir.

Bu ayet grubunda Rabbimiz, günlük hayata müdahale ederek yenilecek şeyler konusunda tevhidî bir ilke koymakta ve üzerine Allah’ın adı anılmayan şeylerin yenmesini –zorunlu hâller dışında- yasaklamaktadır.
İnsanların din kisvesi altına sokarak benimsediği çok sayıdaki yanlışlardan bir tanesi de, haklarında herhangi bir ilahî hüküm olmadığı hâlde bazı yiyecekler hakkında getirilmiş sınırlamalardır. Ayetin ifadesinden anlaşıldığına göre, o günkü toplumda, üzerine Allah’ın adı anılmamışların helal, Allah’ın adı anılmışların ise haram olduğu yolunda saçma bir inanç mevcuttur. Rabbimiz, konumuz olan ayetlerde bu tür inançları reddetmekte, Müslümanlara da kâfirler ve müşriklerce uydurulmuş batıl inançları bırakmalarını, Allah’ın hidayetine karşı getirilmiş böyle sınırlamaları kaldırmalarını emretmektedir.
Şirk ve cahiliye geleneklerini yıkarak sadece Allah’ın helal kıldığının helal, haram kıldığının da haram olması gerektiğini bildiren bu ilkeler Nahl suresinde de yer almaktadır:

Öyleyse Allah’ın size rızk olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyin. Allah`ın nimetine şükredin, eğer gerçekten sadece O`na kulluk ediyorsanız.
O [Allah], size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah`tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.
Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “şu helaldir, şu haramdır” demeyin; aksi hâlde Allah`a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler kurtulamazlar. (Nahl/114-116)

Görüldüğü gibi, gerek konumuz olan ayetler gerekse Nahl suresindeki ayetler, insanın temel gıdalarından biri olan “et”in nasıl helal olacağını hükme bağlayarak “helal et” ve “haram et” kavramlarına açıklık getir*mektedir.
118. ayetin “ فfe” edatıyla başlaması ve 119. ayetteki “haram olan şeyleri genişçe açıklamış olduğu hâlde” ifadesi, konumuz olan ayetlerin bu hususun detayıyla açıklandığı Maide/3’ten sonra, yani Medine döneminde inmiş olduğunu göstermektedir.
119. ayetteki “mecbur kalmanızın dışında” ifadesinden, zorluk hâllerinin hükümler için bir istisna teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Bu durum halk arasında “Zorunluluklar haramları mubah kılar” şeklinde yorumlanmıştır. Günümüz hukuk sisteminde de “mücbir sebep” ifadesi ile yer alan bu zorunlu hâl istisnaları, insanın canını veya bir organını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zaruri durumlar olarak tanımlanmıştır. Ancak bu zaruri durumlarda kullanılacak istisnadan yararlanma sınırı, tehlikeyi atlatacak ölçüyü aşmamalıdır.

Ey iman etmiş kişiler! Mallarınızı kendi aranızda yaptığınız ticaret şekli hariç olmak üzere, aranızda haksız yolla yemeyin, kendilerinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size çok merhametlidir. (Nisa/29)

Ve Allah yolunda bağış yapın, ellerinizi [kendinizi] tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin, güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri, güzelleştirenleri sever. (Bakara/195)

Kim imanından sonra Allah`a [karşı] inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu hâlde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah`tan bir gazap vardır ve onlar içindir büyük azap. (Nahl/106)

121. ayette sözü edilen ve boyun eğenlerin müşrik olacakları bildirilen “şeytan telkinleri” konusu “Esbab-ı nüzul” kayıtlarında aşağıdaki olayla yer almıştır:

Abdullah b. Abbas`dan gelen bir rivayete göre, Yahudilerin Hz. Muhammed`e (s.a) karşı öğrettikleri çıkış yollarından biri şuydu: "Allah`ın [tabiî ölümle] öldürdüğü haram oluyor da, bizim [Allah`ın adını anarak] öldürdüğümüz [boğazladığımız] nasıl helâl oluyor?" İşte, Ehlikitap’ın çarpık tutumu böyleydi. Halkın zihnini zehirlemek ve gerçek`le savaşlarında onları silâhlandırmak için böylesi sorular icat ediyor ve onlara yöneltiyorlardı. (Taberani, İbn-i Cerir, Ebu Davud)

122 - Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları, böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir.

Surenin başından beri işlenen iman-şirk konusunun bir benzetme ile ortaya konduğu bu ayette, Rabbimiz mümini “canlı”, “aydın”, “aydınlık yolda yürüyen” bir kimseye; kâfiri ise “kör”, “karanlıklar içine düşmüş” zavallı bir insana benzeterek aklıselim sahiplerine bu iki kişinin birbirinden farklı olup olmadığını sormaktadır. Cevabı belli olan bu sorunun maksadı, bu cevabın muhatap tarafından söylenmesini sağlayarak mesajı vurgulamaktır.
Ayetteki “Ölü iken kendisini dirilttiğimiz” ifadesi, “cehalet ve anlayış yokluğu içindeyken bilgi ve anlayış vererek gerçeği tanıyabilecek zihin düzeyine çıkardığımız” anlamına gelmektedir. Gerçekten de, doğruyu eğriden ayıramayan ve Doğru Yol`u göremeyen bir kimse fizikî olarak canlı kabul edilebilirse de aslında insanı insan yapacak değerlerden uzak, hayvana kıyasla “canlı” ama insana kıyasla “ölü” mesabesinde olan bir canlıdır. Canlı bir insan doğruyu eğriden, iyiyi kötüden, haklıyı haksızdan ayırabilen bir özelliktedir. Canlılık bu özellikleri gerektiren bir durumdur. Dolayısıyla kâfirler, küfür ve şirkin insanın en yüce değerlerini yok edip onu insan olma özelliklerinden uzaklaştırması sebebiyle “ölü”ye; müminler de iman ve takvanın insana insan olma özelliklerini kazandırması sebebiyle “canlı”ya benzetilmiştir. Kur’an’da kâfirlerin ölüye benzetildiği birçok ayet vardır:

Ve onların Allah’ın astlarından yakardıkları şeyler herhangi bir şey yaratmazlar, kendileri yaratılmışlardır. Ölülerdirler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerine de bilinçlenmezler. (Nahl/20, 21)

Ve Biz ona şiir öğretmedik. Bu onun için yaraşmaz da. O, sadece diri olanları uyarmak ve kâfirlerin üzerine Söz’ün hakk olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. (Ya Sin/69, 70)

Şüphesiz ki sen, ölülere dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçtıkları zaman sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. (Neml/80)

Kör ile gören, karanlıklar ile aydınlık ve gölge ile sıcaklık eşit olmaz.
Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine / dileyene işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin. (Fatır/19-22)

Mesajı genel ve her zamana yönelik olan bu ayette mukayesesi yapılan kişilerin kimlikleri ile ilgili olarak klasik eserlerde bir takım isimler yer almaktadır:

Ayetten Hz. Hamza[r.a]`nın Kastedilmesi

Birinci rivayet: İbn Abbas şöyle demektedir: "Henüz Hz. Hamza`nın iman etmemiş olduğu bir sırada, Ebu Cehil Hz. Peygamber`e bir deve tersi, [kığısı] atar. Derken Hz. Hamza, yayı elinde olarak avdan döndüğü bir sırada bunu duyar. Bunun üzerine Ebu Cehil`e yönelir ve yayıyla onu sıkıştırarak başına vurmaya başlar. Derken Ebu Cehil ona, "O`nun getirdiği şeyi görmüyor musun? Akıllarımızı hiçe çıkardı; ilahlarımıza sövdü, tenkit etti!" dedi. Bu söze karşılık Ham*za, "Siz insanların en beyinsizisiniz; Allah`ı bırakıp taşlara tapıyorsunuz. Ben şahadet ederim ki, eşi benzeri olmayan, bir olan Allah`tan başka ilah yoktur!. Yi*ne şahadet ederim ki, Hz. Muhammed O`nun kulu ve elçisidir" dedi. İşte bu hadise üzerine, bu ayet-i kerime nazil oldu." (Razi; el Mefatihu’l-Gayb)

Ayetten Hz. Peygamber’in Kastedilmesi

"Bu ayet, Hz. Peygamber ile Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur. Bu böyledir, zira Ebu Cehil, "Şerefte Abdimenâf oğulları bizi sıkıştırdı; öyle ki, biz aynı gaye uğruna yarışan iki kim*se gibi olduk. Abdimenafoğulları, "Bizden, kendisine vahyolunan bir nebî çıktı!" diyorlar. Allah`a yemin olsun ki, ona gelen vahiy bize de gelmediği sürece, biz ona inanmayız" dediler. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu." (Mukatil)

Ayetten Daha Başka Sahabelerin Kastedilmiş Olması

Üçüncü rivayet: İkrime ve Kelbî, bu ayetin Ammar b. Yaslr ile Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
Dördüncü rivayet: Dahhâk bu ayetin Ömer b. el-Hattâb ile Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
İkinci görüş: Bu ayet, bütün mümin ve kâfirler hakkında geçerli olan genel bir ayettir. Doğru olan görüş de budur. Çünkü bu mana herkes hakkında söz ko*nusu olduğuna göre, bunu tahsis etmek, işi anlamsız biçimde zora koşmak olur. Hem biz, bu surenin tek bir defada nazil olduğunu söylemiştik. Binaenaleyh, Hz. Peygamber (s.a.s)`in, "Allah`ın, bu umûm olan ayetten maksadı, bizzat falan*cadır" demiş olması durumu müstesna, bu ayetin nüzul sebebinin “falan, falanca” muayyen şeyler olduğunu söylemek zordur. (Razi; el Mefatihu’l-Gayb)

123 – Ve Biz böylece, her kentte ileri gelenleri, orada hileler çevirsinler diye oranın suçluları yaptık. Hâlbuki bunlar, kötülüğü yalnızca kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar.
124 – Ve onlara bir ayet geldiği zaman, “Allah`ın elçilerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla inanmayacağız” dediler. Allah elçilik görevini nereye vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, çevirdikleri hilelerinden dolayı Allah katında bir zillet ve çetin bir azap dokunacaktır.

Bu ayetlerde, kentlerdeki ileri gelenlerin her zaman entrikalar çeviren suçlular olduğu bildirilmekte ve densizliklerinden bir örnek verilmek suretiyle bunların şımarıklıkları sergilenmektedir.
Bu ayetlerle ortaya konan sosyal vakıa, geçmişten günümüze hep aynı şekilde devam edip gelmektedir. Çünkü suçlulardan olan bu ileri gelenler, kurmuş oldukları düzendeki rabliklerinden ve fıskufücurlarından olmamak ve sömürülerine devam etmek için her zaman elçilere karşı çıkmışlar, çevrelerini ve güçlerini hep bu yolda harcamışlardır.
İleri gelenlerin kendilerine de vahy gelmediği takdirde inanmayacaklarını söyleyerek sergiledikleri densizlikleri, aslında onların sonu gelmeyen talep ve mazeretlerinden biridir.

Bize kavuşmayı ummayanlar da “Bizim üzerimize melekler indirilmeliydi.” ya da “Rabbimizi görmeli değil miydik?” dediler. Ant olsun ki, onlar kendi içlerinde büyüklüklerine inandılar ve büyük bir azgınlık yapmak suretiyle azgınlık ettiler [azgınlaştıkça azgınlaştılar]. (Furkan/21)

İçlerinden her kişi, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin istiyor. (Müddessir/52)

Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin, yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsra/90-93)

Esbab-ı nüzul kayıtlarında bu ayetlerin Kureyş ileri gelenlerinden Velid b. Mugi*ra’nın peygamberimize söylediği "Şayet nübüvvet gerçek olsaydı ona ben senden daha layık olurdum. Çünkü ben senden daha yaşlı ve daha zenginim" şeklindeki sözleri üzerine yahut aynı mealdeki Ebu Cehil`in sözleri üzerine indiği ileri sürülmüştür. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)

Kentlerdeki ileri gelen suçlularla ilgili olarak Kur’an’da pek çok ayet vardır:

Ve işte böyle Biz her peygamber için günahkârlardan bir düşman kılmışızdır. Ve yol gösteren ve yardımcı olarak Rabbin yeter. (Furkan/31)

Ve Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine emrederiz de onlar orada fasıklık ederler. Artık oranın üzerine Söz hakk olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz. (İsra/16)

Ve şu, inkâr eden kimseler; “Biz kesin olarak, bu Kur`an`a inanmayız, ondan öncekine de.” dediler. Sen o zulmedenleri, Rabbleri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini bir görsen! Zaafa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler müminler olurduk” diyecekler.
Büyüklük taslayan kimseler, zayıf düşürülen kimselere, “Size kılavuz geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis, siz kendiniz suçlular oldunuz” derler.
O zayıf düşürülen kimseler de o büyüklük taslayan kimselere, “Bilakis gecenin ve gündüzün tuzağı! Siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na bir takım eşler kılmamızı emrediyordunuz.” derler. Bunlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o küfretmiş olan kimselerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yapmış olduklarının karşılığını görüyorlar.
Ve Biz herhangi bir memlekete uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın kodamanları; “Biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri [mesajları] inkâr edicileriz” dediler.
Ve yine dediler ki: “Biz malca ve evlatça daha çoğuz ve biz azaba uğrayacaklardan değiliz.” (Sebe`/31-35)

Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri; “Şüphesiz biz babalarımızı bir ümmet [önderli toplum] üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız” dediler. (Zühruf/23)

Nuh, “Rabbim! Kavmim bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Onlar büyük tuzaklar kurdular ve ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın, Vedd, Suva’, Yagus, Yeuk ve Nesr gibi putlarınızdan vazgeçmeyin!’ dediler” dedi. (Nuh/21-23)

123. ayetin sonundaki “Hâlbuki bunlar, kötülüğü yalnızca kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar” ifadesiyle toplumda “ileri gelenler” konumunda bulunanların sorumluluğuna dikkat çekilmektedir. Bu dikkat çekiş başka ayetlerde de karşımıza çıkacaktır:

Onlar elbette kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorgulanacaklardır. (Ankebut/13)

Kıyamet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! (Nahl/25)

Bu ayet grubunun başındaki “ve böylece” ifadesi, 123. ve 124. ayetlerin başka bir pasajın devamı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bize göre surenin 122. ayeti, 125. ayet ile devam etmektedir.

125 - Ve sonra, Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, İslâm için onun göğsünü açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü öyle sıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. İşte böyle Allah, ricsi [pisliği; zarar, azap veren şeyleri] iman etmeyenlerin üzerine kılar [bırakır, atar].
126 – Ve işte bu, dosdoğru olarak Rabbinin yoludur. Kesinlikle Biz, hatırlayıp öğüt alan bir topluluk için ayetleri geniş bir şekilde açıkladık.
127 - İşlemiş oldukları şeyler nedeniyle Rabbleri katındaki selam [huzur, güvenlik ve esenlik] yurdu yalnızca onlarındır. Ve O [Rabbleri], onların Veliy’sidir [yakın kimsesidir]

122. ayette verilen “mümin” ve “müşrik” örneği bu ayet grubunda biraz daha açıklanmakta ve insanların gerçek mutluluk, esenlik ve güvenliği sadece Allah’ın yolunda bulabilecekleri ilân edilmektedir.
125. ayette geçen “Allah … göğsünü açar” ifadesi, “Allah’ın zihinlerden ve kalplerden İslâm hakkındaki her tür kuşku ve kararsızlığı gidermesi, kişiyi İslâm gerçeği konusunda iyice ikna ederek mutlu ve huzurlu kılması” anlamına gelir. Bu ifadedeki “göğsün açılması” deyimi hakkında detay, İnşirah suresinin tahlilinde bulunmaktadır. (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s.249-251)
125. ayetten ilk bakışta Allah’ın bazı kullarını doğru yola ilettiği, bazılarını da saptırdığı yolunda bir anlam çıkıyorsa da, buradaki “kimi saptırmak isterse” ifadesi, her şeyin Allah’ın yaratması çerçevesinde ve Allah’ın kontrolünde cereyan ettiği anlamındadır. Bu konudaki detay da Tekvir suresinin tahlilinde “Meşiet” başlığı altında verilmiştir. (Tebyinü’l Kuran’c. 1, s. 176-182)

Ve Allah, selam yurduna çağırıyor ve O, dilediği / dileyen kimseye kılavuz olur. (Yunus/25)


دار السّلامDAR`US-SELAM [SELAM YURDU]

127. ayette geçen “Daru’s-selam [selam yurdu]” ifadesi cennet için söylenmiştir. Cennete “selam yurdu” denmesi, oraya gi*renin her türlü afet ve musibetten selâmete ermesinden ötürüdür. Ayrıca “ السّلامes-Selâm”, Rabbimizin isimlerinden biri olup bu açıdan bakılınca da ayetten “Allah kendi yurduna çağırıyor” anlamı çıkmaktadır.
Biz, konumuz olan ayetlerin de içinde yer aldığı pasajın, daha iyi anlaşılması için aşağıdaki şekilde tertip edilmesi gerektiği kanaatini taşımaktayız:

119-121, 122, 125-127. Ayetler:

119 – Ve size ne oluyor da, kendisi size, mecbur kalmanızın dışında haram olan şeyleri genişçe açıklamış olduğu hâlde Allah`ın adı anılanlardan yemiyorsunuz? Ve şüphesiz birçokları bilmeden keyiflerine uyarak saptırıyorlar. Şüphesiz ki, senin Rabbin, sınırı aşanları çok iyi bilenin ta kendisidir.
120 - Günahın açığın ve gizlisini terk edin! Şüphesiz günah kazanan kimseler, kazanmış oldukları şeyler sebebiyle cezalandırılacaklardır.
121- Ve üzerine Allah’ın adı anılmayan şeylerden yemeyin. Ve şüphesiz o fısktır [tam bir yoldan çıkıştır]. Ve şüphesiz şeytanlar kendi velilerine sizinle mücadele etmeleri için vahyederler [gizlice telkinde bulunurlar]. Ve eğer onlara boyun eğerseniz şühesiz siz müşrikler oldunuz demektir.
122- Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir.
125- Ve sonra, Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, İslâm için onun göğsünü açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü öyle sıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. İşte böyle Allah, ricsi [pisliği; zarar, azap veren şeyleri] iman etmeyenlerin üzerine kılar [bırakır, atar].
126 – Ve işte bu, dosdoğru olarak Rabbinin yoludur. Kesinlikle Biz, hatırlayıp öğüt alan bir topluluk için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.
127- İşlemiş oldukları şeyler nedeniyle Rableri katındaki selam [huzur, güvenlik ve esenlik] yurdu yalnızca onlarındır. Ve O [Rabbleri], onların Velî’sidir [yakın kimsesidir].
128 – Ve O [Allah], onların hepsini topladığı gün, “Ey cinn topluluğu! Kesinlikle insten çoğalttınız.” Ve insten onların velileri de; “Rabbimiz! Biz birbirimizden kazanç sağladık. Nihayet biz, bizim için vakitlendirdiğin ecelimize ulaştık” derler. O [Allah]; “Ateş, sizin durağınızdır. Orada, Allah’ın dilemesi müstesna, ebedî olarak kalacaksınız” der. Şüphesiz Rabbin Hakîm’dir, en iyi bilendir.
129 - Ve işte Biz böylece, kazandıkları günahlardan dolayı zalimlerin bir kısmını, diğer bir kısmına Veliy yaparız [yakınlaştırırız].
130 - Ey cinn ve ins topluluğu [tüm insanlar]! Size ayetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar “Kendi aleyhimize şahidiz” dediler. Basit yaşam onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin ta kendisi olduklarına şahitlik ettiler.
131 – İşte bu, Rabbinin, halkı gafil iken ülkeleri zulüm ile helak edici olmayışıdır.

Bu ayet grubunda Rabbimiz, önce mahşerde birbirleriyle yüzleştirilen suçluların suçta ortak olduklarına dair açık itiraflarını canlı olarak gözler önüne sermektedir. Suçlulara bu suçlarının itiraf ettirileceğinin haber verilmesi, aslında herkesin kendi akıbetini kendisinin hazırladığı mesajını vermeye yönelik bir bildirimdir.
Burada sözü edilen “cinn”ler, A’raf/ 15 ayetinin tahlilinde belirttiğimiz gibi, haşirde insanların “karin”i [yaşıtı] olmak sıfatıyla yanlarında bulunacak olan iblisleridir.
128. ayette, suçluların insten olan veliyleri tarafından söyleneceği bildirilen “Biz birbirimizden kazanç sağladık” şeklindeki sözler tam bir itiraf olup “Her birimiz diğerini istismar etti ve bencil hedefleri uğruna aldattı” anlamına gelmektedir.
Suçluların bir diğer itirafı da, kendilerine uyarıcı elçilerin gelip gelmediği konusundaki soruya “Kendi aleyhimize şahidiz” şeklinde verdikleri cevaptır. Bu kısa cevapla suçlular “İtiraf ederiz ki, Sen`den bize birbiri ardı sıra elçiler geldi, fakat onların söylediklerine inanmamakla biz hata ettik” demektedirler.
Mahşerde suçlulara yöneltilecek sorular başka ayetlerde şöyle dile getirilmiştir:

Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihayet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara, “İçinizden size Rabbinizin ayetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar; “Evet geldi” dediler [diyecekler]. —Velakin kâfirler üzerine azap kelimesi hakk oldu.- (Zümer/71)

Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?”
Derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.”
Ve derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık, yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin halkı arasında olmazdık.”
Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, toz duman olmak ateş ashabı içindir. (Mülk/8-11)


Görüldüğü gibi, Mülk/8-11’de suçluların verdikleri cevabın anlamı açılmış ve içinde bulundukları durumun dünya hayatının geçici çıkarlarını gözetip peygamberleri dinlememelerinden ve akıllarını kullanmamalarından ileri geldiği belirtilmiştir.
Henüz yaşanmamış olan mahşer sahnelerinin yaşanmış gibi aktarılması, birçok yerde açıkladığımız gibi, anlatılanların mutlaka tahakkuk edeceğinden dolayıdır. Verilen bir haberi vurgulamak için kullanılan bu ifade tekniğine Kur’an’da sıkça rastlanmaktadır.
129. ayetteki “Ve işte Biz böylece, kazandıkları günahlardan dolayı zalimlerin bir kısmını, diğer bir kısmına veliy yaparız [yakınlaştırırız]” ifadesi, “Onlar birbirinin yardımcısı, destekçisi, işbirlikçisi olur” şeklinde anlaşılmalıdır. Çünkü dünyada iken yaptıkları kötülüklerde suç ortağı olan böylesi zalimler, ahirette de cezalarını ortaklaşa çekeceklerdir:

Ve her kim Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o onun için karindir [yaştaş, yakın arkadaştır]. (Zühruf/36)

132 – Ve hepsi [cinn ve insin tümü; herkes] için yaptıklarına göre dereceler vardır. Ve senin Rabbin onların yaptıklarından gafil [duyarsız] değildir.
133 - Ve senin Rabbin, Ğani’dir [hiçbir şeye muhtaç değildir], merhamet sahibidir. Sizi, başka kavimlerin soyundan getirdiği gibi, dilerse, sizi de giderir [yok eder] ve sizden sonra yerinize dilediğini halife yapar.
134 – Şüphesiz sizin vaat olunduğunuz şeyler kesinlikle gelecektir. Ve siz, aciz bırakanlar [bunu engelleyecek birileri] değilsiniz.

Bu ayetlerde Rabbimiz herkesin yaptıklarına derecelerle karşılık vereceğini; dilediği takdirde iman etmeyenleri evvelkiler gibi giderip onların yerlerine yeni nesiller getirebileceğini bildirmektedir. Allah’ın insanlara vaat ettikleri kesinlikle gerçekleşecek, insanların bunu engellemeye hiçbir şekilde güçleri yetmeyecektir.
133. ayette geçen “Ve senin Rabbin, Ğanî’dir” ifadesi şu anlama gelmektedir:
“Allah sizden yardım alma ihtiyacında değildir. Bu yüzden, ne itaatinizle O`na bir iyilikte bulunabilir, ne de isyanınızla O`na bir zarar verebilirsiniz. Getirilen ilkeler, konulan kurallar Allah’ın yararına değil, sizin yararınıza olan şeylerdir.”
Bu ayetlerde verilen mesajlar başka ayetlerde de tekrarlanmıştır:

İşte onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinn ve insten ümmetler içerisinde aleyhlerinde Söz hakk olmuş kimselerdir. Şüphesiz onlar gerçekten hüsrana uğramışlar idiler.
Ve herkes için yaptıkları işlerden, bir takım dereceler vardır. Ve onlar zulmedilmeden, O [Allah], onlara amellerini tam ödeyecektir. (Ahkaf/18, 19)

Eğer O [Allah] dilerse sizi giderir ey insanlar! Ve başkalarını getirir. Ve Allah, buna güç yetirendir. (Nisa/133)

İşte sizler, işte o Allah yolunda infak etmek için çağrılan kimselersiniz. Öyleyken içinizden kiminiz cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse ancak kendi aleyhine cimrilik eder. Allah zengindir, siz ise fakirlersiniz. Eğer siz sırt çevirirseniz O [Allah] yerinize başka bir toplum getirir. Sonra onlar sizin benzerleriniz olmazlar. (Muhammed/38)

Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şahitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Daha önce içinde durduğun kıbleyi kılmamız da yalnızca; elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu iş, elbette, Allah`ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Bakara/143)

Ve iman etmeyen o kişilere de ki: “Elinizden geleni geri koymayın! Şüphesiz biz yapıcılarız. Bekleyin! Şüphesiz biz bekleyenleriz.” (Hud/121,122)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz.
O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Ve onlara lanet vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir. (Mümin/51, 52)

Ant olsun ki Biz, Zikir’den sonra, Zebur`da da ‘şüphesiz yeryüzüne ancak Benim salih kullarımın mirasçı olacağı’nı yazdık. (Enbiya/105)

Ve inkâr edenler, peygamberlerine, “Ya sizi mutlaka yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!” dediler. Rableri de onlara, “Biz zâlimleri mutlaka helak edeceğiz.” [diye] vahyetti.
Ve onlardan sonra sizi mutlaka yeryüzüne yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir. (İbrahim/13, 14)

Allah, sizlerden iman etmiş ve salihatı işlemiş olanlara, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını [başkalarının yerine geçireceğini] vaat etmiştir. (Nur/55)

Bir toplumu ortadan kaldırılmaktan kurtaracak tek şey, o toplumdaki bireylerin Asr suresinin ana konusunu teşkil eden davranışı göstermeleri ve kötü gidişe "dur" diyerek salihatı işlemeleridir:

İşte sizden önceki devirlerden bakıyye sahipleri [akıllı insanlar, kitap ehli] yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı! Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. O zulmeden kişiler ise şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve suçlular oldular.
Ve senin Rabbin, halkları ıslahatçı [düzeltici, reformist] iken, o memleketleri haksız yere / zulüm sebebiyle helâk edecek değildir. (Hud/116, 117)

135 - De ki: “Ey kavmim! Gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, Şüphesiz ben de yapıyorum. Yakında yurdun sonunun kim için olduğunu bileceksiniz. Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler.”

Bu ayet, inatçı ve kibirli müşriklere son derece sert bir uyarı içermektedir. Verilen mesajdan anlaşıldığına göre, artık müminler düze çıkmışlar, müşriklerle her türlü mücadele imkânına kavuşmuşlar ve kendi aralarında da rahat hareket eder bir hâle gelmişlerdir.
Ayetin takdirini şu şekillerde yapmak mümkündür:
* “Uyarıya kulak vermiyor ve üzerinde bulunduğunuz yanlış yolu bırakmıyorsanız, siz de ben de kendi yollarımızda gidelim ve sonunda izlediğimiz yolların nerelere vardığını görelim.”
* “Siz bu yurdun sonunun kimin olduğunu, övülecek akıbetin kime olacağını yakında bileceksiniz; Dar-ı İslâm`da [İslâm yurdunda] kimin galip geleceğini, yeryüzüne kimin mirasçı olacağını, ahiret yurdunun [cen*netin] kime ait olduğunu öğreneceksiniz.”
* “Anlaşıldı, siz yola gelmeyeceksiniz. Öyleyse dilediğinizi ardınıza koymayın, yapın! Ama bilin ki, ben de yapacağımı yapacağım.”

Şüphesiz ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapan kimseler Bize gizli kalmazlar. O hâlde ateşe atılacak olan kişi mi daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü güven içinde gelecek kişi mi? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki O [Allah], yaptığınız şeyleri en iyi görendir. (Fussilet/40)

Ayetteki “Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler” ifadesi, “Şüphesiz zalimler amaçlarına ve niyetlerine ulaşamayacaklardır” demektir.

136 – Ve onlar, O’nun [Allah`ın] yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah`a bir hisse kıldılar da kendi sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için; şu da ortaklarımız içindir.” dediler. İşte ortakları için olan şey [hisse] Allah`a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür!
137 – Ve onların ortakları, kendilerini mahvetsinler ve dinlerini karıştırıp bozsunlar diye müşriklerden çoğuna evlatlarını öldürmeyi güzel gösterdi. Ve Allah dileseydi bunu yapmazlardı. O hâlde onları ve onların uydurdukları şeyleri bırak!
138 – Ve onlar, yanlış inanışları sebebiyle, “Bunlar, dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar sırtları yasaklanmış hayvanlardır.” dediler. Bir kısım hayvanları da O’na bir iftira olarak üzerlerine Allah`ın adını anmazlar. O [Allah], onları iftira ettikleri şeyler sebebiyle cezalandıracaktır.
139 – Ve onlar; “Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize ait olup kadınlarımıza haramdır. Eğer ölü olursa o zaman onlar onda ortaklardır.” dediler. O [Allah], onların nitelemelerini onlara ceza olarak verecektir. Şüphesiz O, Hakîm’dir Alîm’dir.

Bu ayet grubunda [136-146. ayetler], cahiliye Araplarının şirkleri sergilenmektedir.
Daha evvel de açıkladığımız gibi, Mekke müşrikleri Allah’ı bilen ve O’na inanan insanlardı. Bu sebeple de, elde ettikleri ürünlerden ve kendilerine yararı dokunan hayvanlardan bir kısmını Allah’ın payı olarak bir kenara ayırma alışkanlıkları vardı. Ne var ki, ürün ve hayvanların bir kısmını da putların temsil ettiği aile veya kabile tanrılarına sunmaktaydılar. Çünkü bu müşrikler, kendi uydurdukları tanrıların, meleklerin, cinnlerin, yıldızların, ölmüş atalarının ruhlarının kendileri için Allah yanında şefaatte bulunduklarına inanıyorlar ve Allah`ın da bu şefaatçilere karşı çok yumuşak ve lütufkâr olduğunu kabul ediyorlardı. Bu sebeple de tüm bu şefaatçilerin kendilerine iyi davranmaları için onların paylarına çok daha büyük önem gösteriyorlardı. Mesela sanki Allah emretmiş gibi, Bahira, Saibe, Vesile adlı hayvanları putlara kurban etmek için ayırıp onları işe koşmazlar, Ham denilen hayvanı da saygıya layık görüp üzerine binmezlerdi. Ayrıca bu hayvanların isimlerinin Allah tarafından bildirildiğine inanırlardı.
Müşriklerin bu sapık inançları Maide suresinde şöyle açıklanmıştır:

Allah Bahriye’den, Saibe’den, Vasiyle’den ve Ham’dan hiç birini [meşru] kılmamıştır. Ancak inkâr edenler, Allah’a karşı yalan düzüp-uyduruyorlar. Onların çoğu akıl erdirmez. (Maide/103)

Müşrikler bu samimiyetsiz ve çıkarcı davranışları sebebiyle Rabbimiz tarafından alayla karışık bir azarla terslenmiş ve yaptıkları paylaştırmanın gülünçlüğü 136. ayetin sonunda “Verdikleri hüküm ne kötüdür!” ifadesi ile vurgulanmıştır.
Müşriklerin akılsızca yaptıkları paylaştırmalara başka ayetlerde de örnekler verilmiştir:

Ve onlar, Allah’a kızlar isnat ediyorlar. –O [Allah], bundan münezzehtir.– Kendileri için de iştahlandıkları şey [oğlan çocukları] vardır.
Ve onlardan biri kadın ile [kız doğum haberi ile] müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir.
Kendisine verilen müjdenin kötülüğü, dolayısıyla kavminden gizlenir; zillet ve horluğa rağmen onu [kızı] yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Dikkat edin onların verdikleri hüküm [töreleri] ne kötüdür! (Nahl/57-59)

Ve onlar O’nun için, O’nun kullarından bir kısmını bir parça kıldılar. Şüphesiz insan apaçık bir nankördür. (Zühruf/15)

Erkek sizin için, dişi O`nun için mi?
İşte bu, bu şekilde olursa, eksik / haksız bir bölüştürmedir. (Necm/21, 22)

137. ayette geçen “onların ortakları” ifadesiyle, daha evvel İsra/64’de uyarısı yapılan ve bizim de aynı ayetin tahlilinde “İblisin ortaklığı” başlığı altında değindiğimiz (Tebyînü’l-Kur’an; c: 4, s: 369-370 ) “şeytan ortaklar” kastedilmiştir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla