Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21. October 2010, 11:05 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.017
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleykum! Değerli Hakkaniyet Kardeşim!

Alıntı:
HakkaniyeT Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
yaşar nuri öztürk mealinden alıntıdır....

Ey iman sahipleri! Allah'a itaat edin. Resule ve sizin içinizden olan/sizin seçtiğiniz hüküm ve yetki sahiplerine de itaat edin. Sonra bir şeyde tartışmaya girdiniz mi, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve resule arz edin. Böyle yapmanız hem daha hayırlı hem de sonuç bakımından daha güzeldir.(Nisa suresi 59)

evet bu ayetin arapçasında hüküm ve yetki sahibi olarak kuranda arapça ulul emr denilmektedir..ve yaşar nuri öztürk ulul emri bize açıklamış...

sizce siz haniflere göre bu ayet ne dmek istiyor..açıkça diyorki,,ALLAHA(CC)itaat edin,,,eğer yaşıyorsa resule(sav) itaat edin sorularınızı ve sorunlarınızı resule(sav) götürün o çözer,,eğer oda yoksa onun izinde olan hayatını ilma adamış hüküm sahibi(içtihad ehli/müçtehide)götürün diyor..

evet sizin fikirlerinizi alalım
Allah razı olsun düşüncelerinizi paylaşıma açıyorsunuz.
Öncelikle; "Ben müslümanım! deyip de "hanif" olmayan bir müslümanın olabileceğini düşünemediğimi belirtmek istiyorum.

Şöyle ki; insanlar kelimelere yüklenen anlamlarla düşünür ve fikir yürütürler. "Hanif" denilen sözcük, “ ح ن فHa-ne-fe” fiilinin ism-i fail kalıbıdır. “Hanefe” sözcüğü “ayak dönmesi, iki ayağın başparmakları karşı karşıya gelecek şekilde dönmesi” anlamındadır. Sözcüğün, ayak tabanının üste gelmesi anlamında olduğunu söyleyenler de vardır. Sözcük daha sonraları “hayırdan şerre, şerden hayra dönme” anlamında kullanılır olmuştur.

Zaman içerisinde İbrahim peygamberin önemli bir niteliği olmuş, “şirkten tevhide yönelme” anlamında genelleşmiştir. Kur’an indiği dönemde Mekke’de İbrahim dinine mensup olanlara, dışarıdan Mekke’ye gelip hacc eden ve sünnet olanlara “hanif” denilirdi. Daha sonra bu sözcük “Müslim [Müslüman]” anlamında kullanılır oldu. (Lisanü’l-Arab c: 2, s: 629, 630 “hnf” mad.)

Biz, sözcüğün anlamı ile ilgili olan yukarıdaki açıklamaları dikkate alarak sözcüğün “önceleri müşrik iken sonra müşrikliği bırakıp tevhide yönelen” şeklinde değil, “şirk koşmaksızın tevhide yönelen” şeklinde anlaşılması lâzım geldiği kanaatindeyiz. Gerçekten de aşağıdaki ayetten de bu anlaşılmaktadır:

… Allah’a yönelmişler olarak, O’na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Bilin ki, Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. (Hacc/30, 31)

Bakara;135: Ve onlar, “Yahûdi veya Hristiyan olunuz ki, hidâyet bulasınız” dediler. Sen de ki: “Tam tersine, hanif [dönen biri] olarak şirk koşmamış olan İbrâhîm'in milletine!”

Ali İmran;67: İbrâhîm Yahûdi ve Hristiyan değildi. Ama o, müslim bir hanîfti. O, müşriklerden de değildi.

Ali İmran;95: De ki: “Allah doğru söylemiştir. Öyle ise hanîf olarak İbrâhîm'in dinine uyun. Ve o, müşriklerden değildi.”

Nisa;125: Ve din bakımından, iyilik-güzellik üreten biri olarak yüzünü [kendisini] Allah için islâmlaştırandan ve hanîfçe İbrâhîm'in dinine tâbi olan kimseden daha iyi-güzel kim olabilir? Ve Allah, İbrâhîm'i “halîl” [imam/önder] edindi.

En'am;78,79: Sonra Güneş'i doğarken görünce de, "Bu benim rabbimdir, bu daha büyük!" dedi. Sonra o da batınca, "Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Kesinlikle ben hanif olarak yüzü mü, gökleri ve yeri yoktan var edene/yok edecek olana çevirdim ve ben ortak koşanlardan değilim" dedi.

En'am;161: De ki: "Şüphesiz Rabbim, beni doğru yola kılavuz ladı; dimdik ayakta duran bir dine, hanif İbrâhîm'in milletine. O [İbrâhîm], ortak koşanlardan olmamıştı."

Yunus;104,105,106: De ki: "Ey insanlar! Eğer benim dinimden "şekk"te idiyseniz [benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız] , iyi bilin ki, Allah'ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana [Allah'a] taparım. Ve ben müminlerden olmamla ve 'yüzünü [tüm benliğini] hanif olarak [şirkten, küfürden Hakk'a dönen biri olarak] Dîn'e döndür ve sakın müşriklerden olma! Ve Allah'ın astlarından sana fayda vermeyen, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen zalimlerden olursun' diye emrolundum."

Nahl;120,121,122,123: Şüphesiz İbrâhîm içtenlikle Allah'a boyun eğen, hanif [dönmüş], O'nun [Allah'ın] nimetlerine şükreden başlı başına bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı. Ve O [Allah], onu seçti ve dosdoğru yola kılavuzladı.
Ve Biz ona [İbrâhîm'e] dünyada iyilik–güzellik verdik. Ve şüphesiz o, ahirette de kesinlikle sâlihlerdendir. Sonra sana: "Hanif olan ve müşriklerden olmayan İbrâhîm'in milletine tabi ol" diye vahyettik.

Hacc;30,31: İşte böyle! Ve kim Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helâl kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.

Hacc;77,78: Ey iman etmiş kimseler! Felâh bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. O, sizi seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı. O, daha önce ve işte bunda [Kur’ân'da], Elçi'nin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse, salâtı ikâme edin, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlânızdır [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır]. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!

"Hanif" sözünün anlamı belli olduğuna göre siz; "Ben hanif değilim! diyebilir misiniz?

Sorunuzun cevabına gelince:

Nisa;59: Ya eyyühelleziyne amenu etıy'ullahe ve etıy'urRasûle ve ülil emri minküm fein tenaza'tüm fiy şey'in ferudduhu ilAllahi verRasûli in küntüm tu'minune billahi vel yevmil ahır zâlike hayrun ve ahsenü te'viyla

Nisa;59: Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahibine [yöneticiye] itaat edin/sözünü dinleyin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin/bırakın. Bu, daha iyidir ve ilkleştirme [çözüm] bakımından daha güzeldir.

Bu âyette özel olarak muhatap alınan mü’minlere, hayatlarında karşılaşabilecekleri problemlerin çözüm yolları gösterilmektedir:

• Mü’minler, Elçi'ye ve kendilerinden olan emir sahibine [yöneticiye] itaat etmelidirler.

• Mü’minler bir problemle karşılaştıkları zaman onu Allah'a havale etmelidirler.

Allah'a itaat, Allah'ın tüm emir ve yasaklarına uymaktır. Rasûl'e itaat de, elçilik ve meliklik görevi esnasında o'nun Allah'ın hükümleri çerçevesinde alacağı kararlara [savaş ve barış kararı, bütçe oluşumu için zekât oranının belirlenmesi vs. kararlarına] uymaktır. Bu, şu âyetten daha net anlaşılabilir:

Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, ma‘rûfta sana isyan etmemeleri üzerine biat ederek [bağlılık yemini ederek] gelirlerse hemen onların biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Mümtehine/12)

Bu âyette, mü’minlerin itaat edeceği “emir sahipleri”, sizden kaydıyla kayıtlanmıştır. Yani, mü’minlerin, sadece kendilerinden olan emir sahiplerine itaat etmeleri istenmiş, kendilerinden olmayanlara itaat etmemeleri hükme bağlanmıştır. Daha evvel mü’minlere; müşrik, münâfık, Yahûdi, Hristiyan olanları, babaları ve kardeşleri bile olsa velî edinmemeleri, onlara velâyet [yönetim] yetkisi vermemeleri emredilmişti. Enfâl, Ahzâb ve Âl-i İmrân sûrelerinde işlenen velâyet konusu dikkate alındığında burada geçen “sizden olan emir sahibi” ifadesi daha net anlaşılır.

Âyette, Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin buyurulmaktadır. Bu âyetin ilk muhatapları, Rasûlullah'ın hayatta olduğu ve Kur’ân'ın tamamlanmadığı bir dönemde yaşayan mü’minler idi. Onların, ihtilafa düştükleri bir meseleyi Allah'a havale etmeleri, “Allah'tan problemin çözümüne dair âyet beklemeleri”dir. Rasûlullah'a havale etmeleri ise, “Rasûlullah'tan, daha evvel inmiş âyetler çerçevesinde problemlerine bir çözüm üretmesini istemeleri”dir. Çünkü onlar Rasûlullah gibi hâmil-i Kur’ân, hâfız-ı Kur’ân değillerdi.

Bugün ise mü’min; her problemi, her anlaşmazlık ve uyuşmazlığı tamamlanmış olan Kur’ân'a havale etmek, problemi Kur’ân hükümleri ile çözmek durumundadır. Zira Allah bundan sonra yeni bir âyet indirmeyecek, başka bir Rasûl göndermeyecektir. Artık Allah, insanlığı Kur’ân ile başbaşa bırakmıştır.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 4 Kisi:
Barış (22. October 2010), hiiic (21. October 2010), Miralay (22. October 2010)