Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29. March 2009, 08:28 PM   #13
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

ba. Dindarlık *****lık, bağnazlık veya ******lik değildir.


Türkiye, son iki asırdır, din konusunda sağlıklı bir politika, maalesef üretememiştir. Aydınlarımız, dindar olan halkımızı aşağılamış, onun değerlerini uzunca bir müddet hiç önemsememiştir. Dindarlık, geniş bir yelpazede kendisini göstermiş olmasına rağmen, hiçbir fark gözetilmeksizin, bütün dindarlar bir anlamda mahkum edilmiştir. Yanlış politikalar, Cumhuriyet Döneminde dinin yeraltına çekilmesine yol açmıştır. Daha önce dikkat çektiğimiz bilgi boşluğu, geleneğin gözden uzak bir biçimde dinle özdeşleştirilmesine, bâtıl inançların, hurafelerin din gibi telakki edilmesine sebep olmuştur. Buna dayalı olarak ortaya çıkan, dinî değerleri koruma içgüdüsü ile bütünleşen bir tür korku, zaman zaman *****ca davranışları hazırlayabilmektedir.


Türkiye’nin, öncelikle İslam dini hakkında doğru bilgi sahibi olan insana ihtiyacı vardır. Dindar olup olmamak bireysel bir tercihtir. *****ın, bağnazın, ******nin sağcısı, solcusu, dinlisi-dinsizi olmaz; bu bir zihniyet meselesidir. Önyargılarla hareket eden, düşünmeden konuşan, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma iddiasında olan”, eleştiriye kapalı olan, doğruları tekeline aldığını zanneden, “değişim”in değişmeyen tek gerçek olduğunu fark edemeyen her insan, sıfatı ne olursa olsun, ******dir, *****dır, bağnazdır. Bilgiden, bilimden, eleştiriden korkan bir insan, hangi konumda olursa olsun, hangi sıfatı taşırsa taşısın, toplumun önünde bir engel olmaktan öteye gidemez.
bb. İslâm’ı bilen bir Müslüman, şiddet yanlısı olamaz.


Radikal eğilimler, yüzde 98’i Müslüman olan Türkiye’de çeşitli gurupların içine serpilmiş vaziyettedir ve grupların bütünü tarafından onaylanmamaktadır, bu eğilimlerin temsilcileri azınlıktadır.


Radikal eğilimler, dindar ya da değil, hemen hemen her kesimin içinde vardır. Bu insanın yapısından kaynaklanmaktadır. Şiddete dönüşmediği müddetçe normal karşılanabilir. Ancak, söz konusu eğilimler din anlayışı ile birlikte ortaya çıkmaya başlayınca, şiddete dönüşme ihtimali biraz daha artmaktadır. Dini bilmeyen dindarın radikal eğilimlerinden, bağnazlığından korkmamak elde değildir. Çünkü, davranışlar rasyonel temelden kopmuş olmaktadır. Oysa İslâm dini, sevgiyi, barışı ve hoşgörüyü esas almış bir dindir. Bu sebepten, dindar insanlarda ortaya çıkan, radikal eğilimlerin, İslâm’dan değil, İslâm’ın yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını, hemen belirtmekte fayda vardır. Müslüman insan, eleştiriye açık insandır. Eleştiriye açık insanların şiddete, radikal eğilimlerin arkasına sığınmaya ihtiyacı olmaz.


Türkiye, son iki asırdır,Batı Medeniyeti’nin ve Modernitenin yoğun baskısı altına girmiştir. Zamanın Süper Gücü olan Osmanlı İmparatorluğunun varislerinin, bu durumu kolayca hazmetmelerini beklemek, doğrusu haksızlık olurdu. Bu ezikliği, en çok hissedenler, Türkiye’de dindar insanlar olmuştur. Buna aydınların tepeden bakması ve yanlış politikalar da eklenince, Radikal eğilimlerin büyük ölçüde “ezilmişlik” duygusunun tezahürleri olduğunu anlamak kolaylaşacaktır.


Türkiye’de,radikal eğilimleri ile tanınan İBDA-C ve Hizbullah’ın dışında herhangi bir dinî örgüt yoktur. Bu örgütlerin çok ciddi taban bulabildiği de söylenemez. Ancak, hemen her dinî gurubun içinde, radikal eğilimli bireylerin mevcut olduğunu görmezlikten gelmek de mümkün değildir. Şiddet yanlısı olmak, normal sınırların ötesinde bir davranış biçimidir. Dindar insanlarda görülen bu normal dışı eğilimlerin benzeri, dindar insana karşı olan bazı kimselerde de görülmektedir. Yok ederek, yıkarak sorun çözmek isteyen, önyargılarla insanları mahkûm eden her insan, kim olursa olsun, tedaviye muhtaçtır.
Radikal Eğilimlerin, tutuculuğun kaynağı İslam Dini hakkında doğru bilgi sahibi olmamaktır.


c. Türkiye’deki Dinî Guruplar Türkiye Koşullarının Ürünüdür


Türkiye’de, din alanında sosyolojik araştırmalar, maalesef yok denilecek kadar azdır. Bu bakımdan, Türkiye’deki din anlayışı, dinî hareketler, dinî guruplar, dinî coğrafya gibi konularda konuşulanlar, yazılıp çizilenler, daha çok el yordamıyla ulaşılan birtakım sonuçlar çerçevesinde ortaya çıkmakta olup, ister istemez ihtiyatla karşılanmak durumundadır.
Türkiye’de, her toplumda olduğu gibi, insanların bir kısmı, diğer insanlara göre daha dindardır. Bu tarihin her döneminde, hemen her toplumda kendisini gösteren bir durumdur. Ancak, Türkiye’nin, özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra, kendine özgü ilginç bir süreçten geçtiği dikkat çekmektedir. “Tanzimat’tan itibaren Osmanlı aydınları, yavaş yavaş iki kampa ayrılarak İslâm’ı tartışmaya başladılar. Birinci kesim, ‘Osmanlı toplumunun bir bütün olarak her şeyiyle geleneksel yapısını bırakıp Batı’yı aynen kopya etmesinin, gerilikten kurtulmanın tek çıkar yolu olduğunu savunanlardan (Batıcı aydınlar), diğeri ise, ‘suçun İslâm’da değil, Müslümanlarda, daha doğrusu onların İslâm’ı anlama ve yaşama biçimlerinde olduğunu ileri süren ve genellikle İslâm’ın özüne dönüşü savunmakta olan Selefiyeci perspektifi benimseyenlerden (İslamcı aydınlar) oluşuyordu. (Nitekim bu çizgi, birtakım konjonktürel farklılaşmalara rağmen temelde bugün de pek fazla değişmedi). Bu tartışmalar, çok iyi bilindiği üzere, özellikle Meşrutiyet döneminde -bugünküyle kıyas kabul etmeyecek kadar yüksek bir fikir düzeyinde- sürdürülerek hızlandı ve Cumhuriyet dönemine kadar geldi. Batıcı aydınların ideolojik tercihleri üzerine kurulan Cumhuriyet, onu hazırlayan bağımsızlık savaşına birlikte girmiş ve birlikte kan dökmüş İslâmcıları büyük bir hayal kırıklığına uğratmış, bir kısmı memleketini terk edip gitmiş, bir kısmı köşesine çekilerek sessizliği tercih etmiş, diğer bir kısmı ise, deyim yerindeyse ‘bir gecede’ kimlik değiştirerek yeni rejimin en ateşli savunucularından olmuştur”. (A. Yaşar Ocak, “Türkiye’de Kemalizm-İslâm (Yahut Şeriat) Kavgası”, Türk Yurdu,c. 17, sayı 116-117, Nisan- Mayıs 1997, 24).
Türkiye’de, diğer İslam ülkelerinde ortaya çıkan radikal örgütlerden hiç birinin -Hizbullah Hariç-, hiç bir şubesi yoktur.


Türkiye’deki, Osmanlı’dan miras kalan tarikat örgütlenmeleri dahil, bütün dinî guruplar, Türkiye’ye özgü koşulların ürettiği, Türkiye’de anlamı olan oluşum biçimleridir. Dünyaca tanınmış radikal eğilimli, İhvanu Müslimin (Müslüman Kardeşler Teşkilatı), Cemaati İslâmî gibi örgütlerin liderlerinin (Seyyit Kutup, Muhammed Kutup, Hasan el-Benna, Mevdudî vs. ) hemen hemen bütün eserleri, özellikle 1970’lerden itibaren Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu eserler, Türkiye’de din alanında mevcut olan boşluğu bir ölçüde doldurmuştur. Fakat, Türkiye’de din alanında radikal eğilimlerin tırmanmasına, Müslümanların din anlayışlarında ciddi bir kavram kargaşasının ve kaosun oluşmasına yol açmıştır. Bu eserlerin hemen tamamı, uzun yıllar Batı’nın ve Batılıların sömürgesi durumunda kalmış, halen de -en azından kültürel ve ekonomik alanda- tam bağımsızlığına kavuşamamış olan ülkelerde kaleme alınmıştır. Bu ülkelerde İslâm dini, doğal olarak hem anlam arayışının, hem siyasî bağımsızlığın, hem kimlik arayışının odağında yer almıştır.


1979’lardan sonra, “İran İslam Devrimi’nin ideologlarından” birisi olan Ali Şeriati’nin ve devremin lider kadrosunda yer alan Mutahharî, Beheştî gibi Şiî yazarların, hemen bütün eserleri, üstelik de Türk okuyucusunun gözüne hoş gelecek şekilde rötuslanarak Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu kitaplar, bir yandan Türkiye’de mevcut olan Sünnî anlayıştaki çözülmeyi hızlandırırken, diğer yandan da, daha radikal, siyasî içerikten de yoksun olmayan “Haricî karakterli” bir din anlayışının şekillenmesine katkıda bulunmuştur. (Bk.Onat, “İran İslam Devriminin Getirdikleri Üzerine”, Türk Yurdu, cilt 10, sayı 38, Ekim 1990).
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla