Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 09:07 PM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart 89.Al-i-Imrân Suresi

89 (3). Al-i-Imrân Suresi
MEDENÎ, 200 ÂYET

https://youtu.be/XMay8DN7hEE Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 443. Bölüm Ali İmran Suresi 1. Bölüm

https://youtu.be/X_jZJmI7G4I Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 444. Bölüm Ali İmran Suresi 2. Bölüm

https://youtu.be/EPQfKFhDqqc Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 445. Bölüm. Ali İmran Suresi 3. Bölüm.

https://youtu.be/3mQAGpyMB5k Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 446. Bölüm Ali imran Suresi 4. Bölüm.

https://youtu.be/5hh31JEGrWQ Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 447. Bölüm Ali İmran Suresi 5. Bölüm

https://youtu.be/8SnCx0CaPSM Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 448. Bölüm Ali İmran Suresi 6. Bölüm.

https://youtu.be/64smzLb8Q8k Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 449. Bölüm Ali İmran Suresi 7. Bölüm.

https://youtu.be/Lw9dQBfZPI4 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 450. Bölüm Ali İmran Suresi 8. Bölüm
GİRİŞ

Medîne'de inen ilk sûrelerden olup iniş sırasına göre 89. sûre olarak kabul edilir. İçeriğinden hareketle Enfâl sûresi'nden sonra indiği söylenebilir. İçerisindeki farklı konulara ait birçok pasajın, farklı sebeplerle farklı zamanlarda indiği anlaşılmaktadır.

Adını, 33-35. âyetlerden oluşan paragrafta geçen “Âl-i İmrân” [İmrân ailesi] ifadesinden alan bu sûrede, Kitap Ehli ile, özellikle Hristiyanların inançlarının yanlışlığı hususundaki sürtüşmeler, müşrik ve münâfıklar ile yapılan fikrî mücâdeleler, onların iman ve samimiyete daveti, savaşlar, özellikle de Uhud savaşı işlenmekte; bunun yanı sıra da, hayırlı ve diğer toplumlara şâhit olacak olan bu ümmete dünyayı düzeltmeleri için yapmaları gereken görevler bildirilmektedir. Bu sûre, konuları itibariyle Bakara sûresi'nin devamı ve ondaki bazı konuların da açılımı mesâbesindedir.

Sûrenin iyi anlaşılabilmesi için târihsel arka planın bilinmesi gerekir. Bu sebeple ilgili pasajın [121-122, 140-144, 155, 157, 165-168. âyetler] girişine Uhud savaşı'nın nedenleri ve sonuçlarıyla ilgili ansiklopedik tarzda bir açıklamanın yanı sıra, sûrenin inişine neden olan Hristiyanlara yönelik boyutu hakkında da merhum Râzî'nin târihçi İbn İshâk'tan naklettiği bilgiyi koymuş bulunuyoruz:

“Bu sûrenin başından, mübâhele âyetine [61. âyete] kadar olan kısım Hristiyanlar hakkındadır.” Bu Muhammed b. İshâk'ın görüşüdür. O şöyle demiştir: “Hz. Peygamber'e (s.a), Necrân'dan 70 kişilik binitli bir heyet geldi. İçlerinden 14'ü onların eşrafından idi. Bu 14 kişinin 3'ü kavmin ileri gelenlerindendi. Bunlardan 1'i başkanları olup adı da Abdu'l-Mesîh idi. İkincisi, danışmanları ve en ileri görüşlü olanları idi. Ona “Seyyid” diyorlardı, adı ise el-Eyhem idi. Üçüncüsü de, âlimleri, piskoposları ve müderrisleri idi ki adı Ebû Hârise ibn Alkame idi. O, Benû Bekr ibn Vâil kabilesindendi. Hristiyanlık'taki eğitim ve öğretimi, Hristiyanlık'a yaptığı hizmetleri, çalışmaları sebebi ve ilmi ile meşhur olduğu için Rûm hükümdarları tarafından izzet ve ikramlara mazhar kılınarak kendisine birçok mal verilmiş ve idaresine birçok kilise bağlanmıştı. Necrân'dan gelirken bir katıra binmiş, onun yularını da kardeşi Kürz b. Alkame çekmiştir. Ebû Hârise'nin katırı yürürken birden tökezler. Kardeşi Kürz, Hz. Peygamber'i (s.a) kastederek, “O uzaktaki helâk olsun” deyince, Ebû Hârise, “Aksine senin anan helâk olsun” dedi. Bunun üzerine Kürz, “Niçin ey kardeşim?” deyince, o cevaben, “Vallahi o bizim beklemekte olduğumuz peygamberdir” der. Kürz de, “Bunu bildiğin hâlde, o'na inanmana mâni olan nedir?” der. Ebû Hârise, “Şu krallar bize çok mal verip izzet ü ikramda bulundular. Eğer biz Muhammed'i tasdik edecek olursak, onlar bütün verdiklerini geri alırlar” dedi. Bu cevap Kürz'ün kalbinde bir ukde oldu. Müslüman oluncaya kadar bunu gönlünde sakladı. Müslüman olunca, bu hâdiseyi anlattı.

Sonra ileri gelen bu üç reisleri, piskoposları ve danışmanları Hz. Peygamber (s.a) ile, dinlerindeki ihtilaflar üzerine konuştular. Onlar bazan Hz. Îsâ'nın (a.s) “Tanrı” olduğunu, bazan “Allah'ın oğlu” olduğunu, bazan da “üçün [Baba-Oğul-Rûhu'l-Kudüs] üçüncüsü” olduğunu söylüyorlardı. “O, Allah'tır” demelerine, “Çünkü ölüleri diriltir, anadan doğma körleri, alaca hastalığına musab olanları ve diğer hastaları iyileştirir, ğaybları haber verir, çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üfler, o da uçardı” diye delil getiriyorlardı. O'nun, Allah'ın oğlu olduğu iddiasına da, “Çünkü o'nun bilinen bir babası yoktu” diye istidlal ediyorlardı. Onun, üçün üçüncüsü olduğu görüşlerine de, “Çünkü Allah ‘Biz yaptık,’ ‘Biz kıldık’ diyor. Eğer Allah bir olsaydı ‘Ben yaptım’ derdi” diye istidlal etmişlerdir. Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a) onlara, “İslâm'a girin” deyince, onlar, “Biz senden daha önce İslâm'a girdik” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Yalan söylüyorsunuz. Allah'a bir oğul isnad edip duruyorken, haça taparken ve domuz eti yiyip dururken, sizin Müslümanlığınız nasıl doğru olur?!” dedi. Onlar da, “Eğer O, Allah'ın oğlu değil ise, o'nun babası kimdir?” dediler. Hz. Peygamber (s.a) sustu ve bunun üzerine Allah Teâlâ, Âl-i İmrân sûresi'nin başından 80 kadar âyeti indirdi.

Daha sonra Hz. Peygamber (s.a) onlarla münazaraya başlayarak, şöyle dedi:

— Bilmiyor musunuz, Allah ölümsüz olan bir diridir? Hz. Îsâ ise, ölümlüdür.

— Evet biliyoruz.

— Bilmiyor musunuz ki, babasına benzemeyen hiç bir çocuk yoktur?

— Evet biliyoruz.

— Bilmiyor musunuz ki, Rabbimiz her şeye hâkim ve kayyûmdur? Onu korur, gözetir, muhafaza eder ve rızıklandırır. Hâlbuki Îsâ, bunların herhangi birini yapabilir mi?

— Hayır.

— Bilmiyor musunuz, yerde ve gökte bulunan hiç bir şey Allah'a gizli kalmaz? Îsâ ise, Allah'ın bildirdiğinden başka herhangi bir şeyi bilebilir mi?

— Hayır.

— Rabbimiz, Îsâ'yı anasının rahminde dilediği gibi şekillendirdi. Bunu bilmiyor musunuz? Rabbimizin ise yemez-içmez ve abdest bozmaz olduğunu bilmiyor musunuz?

— Evet, biliyoruz.

— Îsâ'yı anası, bir kadının çocuğunu taşıdığı gibi taşımış, yine bir kadının çocuğunu doğurduğu gibi de doğurmuştur. O da, bir çocuğun beslenmesi gibi beslenmiş, gıdalanmıştı.

— Evet.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:

— O hâlde Îsâ, sizin iddia ettiğiniz gibi nasıl bir ilâh olabilir?

Onlar da, bunu anladılar; ama sonra küfrân-ı nimette bulunarak, inkârı sürdürdüler.

Yine onlar inatlarını sürdürerek dediler ki:

— Sen, Îsâ'nın, Allah'ın kelimesi ve O'ndan bir rûh olduğunu zannetmiyor musun?

Hz. Peygamber de şöyle karşılık verdi:

— Evet, öyle biliyorum.

Onlar da şöyle dediler:

— Eh, bu da bize yeter.

Bunun üzerine Allah Teâlâ, İşte kalplerinde bir eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak, onun te’vîline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar. Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, “Biz ona inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır” derler. Akıl sahiplerinden başkası bunu iyi düşünemez (Âl-i İmrân/7) âyetini indirdi.

Sonra onlar, bu âyeti kabul etmeyince Allah Teâlâ Hz. Muhammed'e (s.a) onlarla “mübâhele”yi [karşılıklı lânetleşmeyi] emretti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), onları “mübâhele”ye davet edince, onlar dediler ki:

— Ey Ebâ'l-Kâsım! Bizi bırak da bir düşünelim. Sonra, yapmamızı istediğin şeyi yapmak için sana geliriz.

Sonra da çekip gittiler.

Daha sonra bu üç kişi kendi aralarında birbirlerine sordular:

— Bu konuda ne diyorsunuz?

İçlerinden birisi şöyle dedi:

— Ey Hristiyan topluluğu! Allah'a yemin ederim ki, sizler hiç şüphesiz Muhammed'in peygamber olduğunu biliyorsunuz. Andolsun ki o size, peygamberiniz hakkındaki meseleyi çok güzel izah etti. Yine, yemin ederim ki, bir peygamber ile lânetleşmeye girmiş olan her kavmin, büyüğünün-küçüğünün öldüğünü; eğer siz de bunu yaparsanız, bunun sizin kökünüzü kurutacağını biliyor musunuz? Madem ki bu dinde kalmak istiyorsunuz, o hâlde o adamla bir anlaşma yapın, sonra da ülkenize dönün!

Bunun üzerine onlar, Allah'ın Rasûlü'ne gelerek şöyle dediler:

— Ey Ebâ'l-Kâsım! Biz seninle lânetleşmemeye, seni kendi dininde bırakmaya, kendimiz de kendi dinimiz üzere kalmaya karar verdik. O hâlde, malımız, mülkümüz hususunda anlaşmazlığa düştüğümüzde aramızda hükmedecek ashâbından birini beraberimizde yolla. Çünkü siz bizim nazarımızda kabule şayan kimselersiniz.

Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara şöyle dedi:

— Öğle sonu yanıma geliniz de, çok kuvvetli ve güvenilir bir hakemi sizinle beraber yollayayım.

Hz. Ömer ise içinden şöyle diyormuş: “Ben hiç bir zaman emirlikten hoşlanmadım. Fakat o gün, kendimin tayin edilmesini umuyordum. Öğle namazını Allah'ın Rasûlü ile kıldığımızda, o, selâmdan sonra, sağa ve sola bakmıyordu. Ben de, beni görsün diye ileri atılıyordum. O ise, sürekli göz gezdiriyordu. Nihâyet Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı gördü. Onu çağırdı ve dedi ki”:

— Onlarla git; ihtilâf ettikleri hususlarda aralarında hakk ile hüküm ver.

(Ömer şöyle devam etti “Hayatımda ilk defa arzuladığım emirliği, idareciliği de Ebû Ubeyde alıp götürdü.”[1]

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1. ا [elif/1], ل [lâm/30], م [mîm/40].

2. Allah, Kendisinden başka tanrı diye bir şey olmayandır, hayy'dır, kayyûm'dur.

3-4. O [Allah], sana, kendisinin iki eli arasındakileri doğrulayıcı olarak bu kitabı hakk ile indirdi. O, daha önce insanlara hidâyet olarak Tevrât'ı ve İncîl'i de indirmişti. Furkân'ı da O indirdi. Şüphesiz Allah'ın âyetlerini inkâr eden şu kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır. Allah, azîz'dir, intikam sahibidir [suçluları yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır].

5. Şüphesiz Allah; yeryüzünde ve gökte hiç bir şey Kendisine gizli kalmayandır.

6. O, sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendirendir. Kendisinden başka ilâh diye bir şey yoktur. O, azîz'dir hakîm'dir.

7-9. O [Allah], sana bu kitabı indirendir. Ondan [bu kitaptan] bir kısmı muhkem [yasa içeren] âyetlerdir ki, bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşâbihlerdir [benzeşen anlamlılardır]. Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık olan kimseler, fitne çıkarmak ve onun te’vîline yeltenmek için hemen ondan müteşâbih olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiç bir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, vaadinden dönmez” diyen– ilimde uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar.

10-11. Şüphesiz şu küfretmiş kimseler; onların malları ve evlâtları, aynı Firavun'un yakınlarının ve onlardan öncekilerinki gibi Allah'tan hiç bir şeyi savamaz. Ve onlar ateş'in yakıtıdırlar. Onlar [Firavun'un yakınları ve onlardan öncekiler], âyetlerimizi yalanladılar da Allah, onları günahları yüzünden yakalayıverdi. Ve Allah, cezası/yakalaması çok çetin olandır.

12. Küfretmiş şu kimselere, “Siz, yakında yenilgiye uğrayacak ve cehenneme toplanacaksınız” de. Ve o, ne kötü bir döşektir!

13. Karşılaşan iki birlikte sizin için kesinlikle bir âyet vardır; birliğin biri, Allah yolunda savaşıyordu; diğeri de inkârcıydı. Onları, göz görüşüyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Ve Allah, dilediğini yardımıyla güçlendirir. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için kesinlikle bir ibret vardır.

14. Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, en‘âma [etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara] ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet, insanlara süslü-çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında olandır.

15-17. De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takvâ sahibi olan; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi ateş'in azabından koru!” diyen, sabreden, doğru olan, sürekli saygıda duran, infakta bulunan ve seherlerde istiğfâr eden kişiler için Rabb'lerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Ve Allah kulları en iyi görendir.

18. Allah, melekler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O, azîz, halîm'den başka ilâh diye bir şey yoktur.

19. Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm'dır. Kendisine kitap verilen kimseler de, ancak, kendilerine o bilgi geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler. Kim de Allah'ın âyetlerini inkâr ederse; artık şüphesiz Allah, hesabı çabuklaştırandır.

20. Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben yüzümü [kendimi] Allah için sağlamlaştırdım [ben Müslüman oldum]. Bana uyanlar da (Müslüman oldular).” Kitap verilenlere ve Ümmilere [Anakentliler'e], “Siz de sağlamlaştırdınız mı [İslâm'ı kabul ettiniz mi]?” de. Eğer sağlamlaştırırlarsa [İslâm'a girerlerse] artık doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir [mesajı iletmektir]. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

21. Şüphesiz Allah'ın âyetlerini inkâr eden, hakksız yere peygamberleri öldüren ve insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler; sen hemen bunları acıklı bir azapla müjdele!

22. İşte bunlar, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitmiş kimselerdir. Onlar için yardımcılardan da bir şey yoktur.

23. Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olan şu kimseleri görmedin mi? Onlar, aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına çağrılıyorlar, sonra onlardan bir kısmı, mesafeleşerek geri duruyorlar.

24-25. Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye hakksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır?

26-27. De ki: “Ey mülkün mâliki Allahım! Sen mülkü dilediğin kimseye verirsin, dilediğin kimseden de mülkü çeker alırsın, dilediğin kimseyi güçlü kılarsın, dilediğin kimseyi de zelîl edersin. Hayır, Senin elindedir. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin! Sen geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın; Sen ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Sen dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”

28. Mü’minler, mü’minlerin astlarından kâfirleri velîler edinmesinler. Artık onu her kim yaparsa Allah'tan hiç bir şeyi yoktur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Allah sizi Kendisinden çekindiriyor. Ve oluş/varış yalnızca Allah'adır.

29. De ki: “Göğüslerinizdeki şeyleri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Ve O [Allah], göklerde olan şeyleri ve yerde olan şeyleri bilir. Ve Allah, her şeye gücü yetendir.”

30. O gün her nefis, hayırdan işlediği şeyleri, kötülükten işlediği şeyleri hazırlanmış bulur. Kendisi ile onun [yaptığı kötülükler] arasında şüphesiz çok uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi Kendisinden çekindiriyor. Şüphesiz Allah, kullarına çok şefkatlidir.

31. De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız o zaman bana uyun ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı sizin için bağışlasın. Ve Allah gafûr'dur, rahîm'dir.

32. De ki: “Allah'a ve Elçi'ye itaat edin!” Artık yüz çevirirlerse, biliniz ki, şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez.

33-34. Şüphesiz Allah, Âdem'i, Nûh'u, İbrâhîm ailesini ve İmrân ailesini –birbirinin soyundan olmak üzere– âlemler üzerine seçkin kıldı. Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

35. Hani bir zaman İmrân'ın karısı, “Rabbim! Kesinlikle ben, karnımdakini tam hür olarak Senin için adadım. Sen de benden kabul et, şüphesiz Sen en iyi işitensin, en iyi bilensin” demişti.

36. Onu doğurunca da, “Rabbim, şüphesiz ben, onu kız doğurdum; –halbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir– erkek, kız gibi değildir. Ve şüphesiz ona Meryem adını verdim. Ve şüphesiz ben, onu ve soyunu şeytan-ı racîmden Sana sığındırırım” dedi.

37. Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi. Ve ona Zekeriyyâ kefil oldu. Zekeriyyâ ne zaman onun üzerine; mihraba girse, onun yanında bir rızık bulurdu. O [Zekeriyyâ], “Ey Meryem! Bu sana nereden?” dedi. O [Meryem] da, “O, Allah katındandır” dedi. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.

38. Orada Zekeriyyâ, Rabbine yakardı: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil ver. Şüphesiz Sen, duayı en iyi işitensin” dedi.

39. Sonra o [Zekeriyyâ], mihrabda dikilmiş destek verirken [eğitim-öğretim yaptırırken] melekler o'na, “Şüphesiz Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi [bir önder], iffetli bir peygamber olarak, sâlihlerden Yahyâ'yı müjdeliyor” diye seslendiler.

40. O [Zekeriyyâ], “Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, karım da kısır iken benim için bir delikanlı nasıl olabilir?” dedi. O [Allah], “Öyledir, Allah dilediğini yapar” dedi.

41. O [Zekeriyyâ], “Rabbim! Benim için bir âyet [alâmet] kıl” dedi. O [Allah], “Senin âyetin [alâmetin], işaretle hariç, insanlara üç gün, konuşmamandır. Ve Rabbini çok an, sabah-akşam [daima] tesbîh et” dedi.

42-43. Ve hani melekler, “Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarına seçti. Ey Meryem! Rabbine saygılı ol, O'na boyun eğ ve rükû edenlerle [rükû eden erkeklerle] beraber rükû et!” demişlerdi.

44. İşte bu, ğaybın önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem'e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar tartışırlarken de sen yanlarında değildin.

45-46, 48-51. Hani bir zaman melekler, “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve o yaklaştırılanlardan ve sâlihlerdendir. Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. Ve O [Allah], o'na kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] ve Tevrât ile İncîl'i öğretecek. Ve o'nu İsrâîloğulları'na, ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben, çamurdan kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle o kuş oluverir. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir mucize vardır. Tevrât'tan iki elim arasındakini doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir mucize de getirdim size. Artık Allah'a takvâlı davranın ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O'na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi.

47. O [Meryem], “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur?” dedi. O [Allah], “Öyledir! Allah dilediği şeyi yaratır; O, bir işe karar verdiği zaman onun için ‘Ol!’ der, o da hemen olur” dedi.

52-53. Sonra Îsâ, onlardan inkârcılıklarını sezince, “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler, “Allah'ın yardımcıları biziz; biz, Allah'a iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. Rabbimiz! Biz Senin indirdiğine iman ettik, Elçi'ye de uyduk. Artık bizi şâhitlerle beraber yaz” dediler.

54. Ve onlar [inanmayanlar] kötü plan yaptılar, Allah da kötü plan yaptı [onların kötü planlarını boşa çıkardı]. Ve Allah, plancıların [kötü planları boşa çıkaranların] en hayırlısıdır.

55-57. Hani Allah, “Ey Îsâ! Şüphesiz ki Ben seni vefat ettiriciyim, seni Kendime yükselticiyim ve seni inkârcılardan temizleyiciyim. Ve de sana uyan kimseleri, kıyâmete kadar o küfretmiş olan kişilerin üstünde tutucuyum. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır. Sonra da ayrılığa düştüğünüz şeylerde aranızda hükmedeceğim. Şu inkâr eden kimselere gelince de, onlara dünyada ve âhirette şiddetli bir azapla azap edeceğim. Onlar için yardımcılardan bir şey de olmayacaktır. İman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere gelince de, O [Allah], onların ödüllerini tastamam ödeyecektir. Ve Allah, zâlimleri sevmez” demişti.

58. İşte bu, Biz bunu sana, âyetlerden ve yasalar içeren hatırlatmalardan/öğütlerden [Kur’ân'dan] okuyoruz.

59. Şüphesiz Allah katında Îsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir; O, onu topraktan yarattı, sonra ona “Ol!” dedi, o da hemen oldu.

60. Bu gerçek, senin Rabbindendir, öyleyse şüphecilerden olma.

61. Sana bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen, “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lânetleşelim de Allah'ın lânetini yalancılar üzerine kılalım” de.

62. Şüphesiz bu, kesinlikle gerçek kıssanın ta kendisidir. Allah'tan başka hiç bir tanrı da yoktur. Ve şüphesiz Allah, azîz'in, hakîm'in ta kendisidir.

63. Artık yüz çevirirlerse, bilinsin ki, Allah, bozguncuları en iyi bilendir.

64. De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze; “Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ın astlarından bazımız bazımızı rabbler edinmeyelim”e geliniz. Buna rağmen eğer onlar, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim müslimler olduğumuza şâhit olun” deyin.

65. Ey Kitap Ehli! Tevrât ve İncîl kendisinden sonra indirildiği hâlde İbrâhîm hakkında niçin tartışıyorsunuz? Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?

66. İşte siz bunlarsınız. Biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız, peki, hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.

67. İbrâhîm Yahûdi ve Hristiyan değildi. Ama o, müslim bir hanîfti. O, müşriklerden de değildi.

68. Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanları, elbette o'na uyanlar, bu Peygamber, ve şu iman eden kimselerdir. Allah mü’minlerin velîsidir [yakın olanı-yardım edeni-yol göstereni-koruyanıdır].

69. Kitap Ehlinden bir tâife sizi saptırmak istedi. Hâlbuki onlar, sadece kendilerini saptırıyorlar, farkına da varmıyorlar.

70. Ey Kitap Ehli! Sizler tanık olup dururken, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

71. Ey Kitap Ehli! Sizler bilip dururken, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve gerçeği gizliyorsunuz?

72-74. Kitap Ehlinden bir grup da, mü’minlerin dönmeleri için, “İndirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin. Ve size verilenin benzerinin bir kimseye verilmiş olduğuna yahut Rabbinizin nezdinde sizin aleyhinize deliller getirecekleri hususunda kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın” dediler. De ki: “Şüphesiz kılavuzluk, Allah'ın kılavuzluğudur.” De ki: “ Şüphesiz lütuf, Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Ve Allah, vâsi'dir, alîm'dir. Rahmetini dilediğine tahsis eder. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.”

75. Ve Ehl-i Kitaptan öylesi vardır ki, eğer onlara yüklerle emânet teslim etsen onu sana geri öder. Onlardan öyleleri de vardır ki, ona bir tek dinar [para] emânet etsen, üzerine dikilmeden onu sana geri vermez. Bu, onların, “Ümmîlerin/Anakentlilerin bizim aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir” demelerinden dolayıdır. Onlar, bilip durdukları hâlde Allah hakkında yalan da söylerler.

76. Hayır, kim O'nun ahdine vefalı olursa ve takvâlı davranırsa, bilsin ki şüphesiz Allah takvâlı davrananları sever.

77. Şüphesiz şu, Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir paraya satanlar; işte onlar, âhirette kendilerine hiç bir pay olmayanlardır. Ve Allah kıyâmet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Çok acıklı azap da onlar içindir.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla