Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2010, 12:46 AM   #26
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

ONDALIKLARA İLİŞKİN KURAL

Her yıl tarlalarınızda yetişen ürünlerin ondalığını bir yana ayıracaksınız. Tahılınızın, yeni şarabınızın, zeytinyağınızın ondalığını, sığırlarınızın ve davarlarınızın ilk doğanlarını, Tanrınız Rabbin adını yerleştirmek için seçeceği yerde O'nun önünde yiyeceksiniz. Bunu yapın ki, her zaman O'ndan korkmayı öğrenesiniz. Tanrınız Rabbin adını yerleştirmek için seçeceği yer uzaksa, yol Tanrınız Rabbin size verimli kıldığı ürünlerin ondalığını oraya taşıyamayacak kadar uzunsa, ondalığınızı gümüşe çevirin. Gümüşü alıp Tanrınız Rabbin seçeceği yere gidin. Gümüşü dilediğiniz şekilde kullanın: Sığır, davar, şarap, içki ya da canınızın istediği başka bir şey alın. Siz ve aileniz orada, Tanrınız Rabbin önünde yiyecek ve sevineceksiniz. Kentlerinizde yaşayan Levililer'i yüzüstü bırakmayın. Onların sizin gibi payları ve mirasları yoktur. Her üç yılın sonunda, o yılın ürününün bütün ondalığını getirip kentlerinizde toplayın. Öyle ki, sizin gibi payları ve mirasları olmayan Levililer, kentlerinizde yaşayan yabancılar, öksüzler, dul kadınlar gelsinler, yiyip doysunlar. Bunu yaparsanız, Tanrınız Rabb el attığınız her işte sizi kutsayacaktır.[155]

En‘âm/136. âyetten itibaren başlayan konunun bir bütünlük içinde daha iyi anlaşılması için, bizce âyetlerin aşağıdaki tertipte [136, 138-139, 142-145, 118, 146 şeklinde dizilmiş] olması gerekir:

Ve onlar, O'nun [Allah'ın] yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah'a bir hisse kıldılar da kendi sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için; şu da ortaklarımız içindir” dediler. İşte ortakları için olan şey [hisse] Allah'a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür! Ve onlar, yanlış inanışları sebebiyle, “Bunlar, dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar sırtları yasaklanmış hayvanlardır” dediler. Bir kısım hayvanları da O'na bir iftira olarak üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. O [Allah], onları iftira ettikleri şeyler sebebiyle cezalandıracaktır. Ve onlar, “Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize ait olup kadınlarımıza harâmdır. Eğer ölü olursa o zaman onlar onda ortaklardır” dediler. O [Allah], onların nitelemelerini onlara ceza olarak verecektir. Şüphesiz O, hakîm'dir alîm'dir. Ve O, hayvanlardan yük taşıyan, döşek yapılan yaratandır. Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden yiyin. Şeytânın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır. Sekiz eş: Koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “O [Allah], iki erkeği mi harâm kıldı yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp bürüdüğünü mü [yavruları mı]? Eğer doğrular iseniz bana ilme dayanarak haber verin.” Ve deveden iki, sığırdan da iki. De ki: O [Allah], “İki erkeği mi harâm kıldı, yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp bürüdüğünü mü [yavruları mı]? Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şâhitler mi oldunuz [O'nun yanında mıydınız]? Böyle hiçbir bilgiye dayanmadan, insanları saptırmak için, Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zâlim kim olabilir? Şüphesiz Allah, o zâlimler topluluğuna kılavuz olmaz.” De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş, veya akıtılmış kan, yahut domuzun eti –ki şüphesiz o [domuzun eti] ricstir [kirlidir, rahatsızlık vericidir]– yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk olan hariç, harâm edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir).” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Artık, eğer Allah'ın âyetlerine iman edenler iseniz, üzerine Allah'ın adı anılanlardan yiyin. Ve Biz Yahûdilere bütün tırnaklı hayvanları harâm kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşınan, ya da kemiğe karışan yağlar dışında, sığır ve koyunun da, yağlarını onlara harâm ettik. Bu, saldırganlıkları yüzünden Bizim onları cezalandırışımızdır. Ve Biz elbette doğrularız.(En‘âm/136, 138-139, 142-145, 118, 146)[156]

ZARURET HÂLİ

Harâm kılınan yiyeceklerin bildirilmesinin ardından, Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek üzere ona bir günah yoktur buyurularak bir istisnâ getirmiştir.

Zaruret hâli, herhangi bir sebeple helâl yiyecek bulamamaktan kaynaklanan açlık durumudur. Bu gibi durumlarda harâm kılınan yiyeceklerden ölmeyecek kadar yenebilir. Hayatî bir tehlike bulunup bulunmadığına kişinin kendisi karar verir. Bu hususta yanılma payı göz önünde bulundurmuş ve, Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir buyurularak bu şartlarda yapılan hatanın bağışlanacağı bildirilmiştir.
174. Şüphesiz Allah'ın kitaptan indirdiği bir şeyi gizleyen ve bunu [gizlediği şeyi] çok az bir bedelle satanlar; işte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Ve kıyâmet günü Allah onlara konuşmaz ve kendilerini temize çıkarmaz ve onlara acı veren bir azap vardır.
175. İşte onlar, hidâyet karşılığı sapıklığı, bağışlanma karşılığı azap satın alan kimselerdir. Bunlar, ateşe karşı ne kadar da sabırlıdırlar!

176. İşte bu, şüphesiz Allah'ın Kitab'ı hakk ile indirmesi sebebi iledir. Ve şüphesiz Kitap hakkında ihtilafa düşen şu kimseler kesinlikle çok uzak bir parçalanma içindedirler.

Bu âyetlerde gerçeği [Kur’ân'ın hakk ve Muhammed'in Allah elçisi olduğunu] bildikleri hâlde saklayan Yahûdi bilginleri kınanmakta ve onlara verilecek cezalar ve sebepleri beyân edilmektedir.

Klasik kaynaklarda bu âyetlerin inişi ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır:

İbn Abbâs (r.a) şöyle demiştir: “Bu âyet, Yahûdilerin, Ka‘b b. el-Eşref, Ka‘b. b. el-Esed, Mâlik b. Sayf, Huyey b. Ahtab ve Ebû Yâsir b. Ahtab gibi ileri gelenleri hakkında nâzil olmuştur. Bunlar kendilerine tâbi olan Yahûdilerden birtakım hediyeler alırlardı. Hz. Muhammed (s.a), peygamber olarak gönderilince, bu tür menfaatlerinin sona ereceğinden endişelenerek, Hz. Muhammed ve o'nun şeriatı hakkında Tevrât'ta bulunan haberleri gizlediler. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.”[157]

Bunlar hakkında başka beyânlar da bulunmaktadır:

Şüphesiz indirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti, Biz, kitapta insanlara apaçık gösterdikten sonra gizleyen kimseler; işte onlar; onlara Allah ve lânet ediciler lânet eder. Ancak tevbe eden ve düzeltenler ve (açık delilleri ve hidâyeti) açıkça ortaya koyanlar başkadır. İşte onlar; Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ve Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim. (Bakara/159-160)

Şu inkâr edip de inkârcı olarak ölen kimseler; işte onlar; Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin lâneti onlaradır. Onlar onda [lânette] temelli kalıcıdırlar. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara bakılmayacaktır da. (Bakara/161-162)

Âyetteki, ve bunu [gizlediği şeyi] çok az bir bedelle satanlar ifadesiyle, bu gerçeği ucuza sattıkları değil, kaybettiklerinin yanında kazançlarının çok az olduğu kasdedilmiştir. Çünkü bu akılsızlar, üç-beş kuruş kazanmak, üç-beş gün rahat hayat sürmek karşılığında ebedî hayatlarını mahvetmektedirler.

Bunun üzerine o zulmeden kimseler, sözü, kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle değiştirdiler. Biz de yapmış oldukları fâsıklıkları karşılığında o zâlimlerin üstüne gökten bir azap indirdik. (Bakara/59)

Yahûdileşmişlerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı), “İşittik ve karşı geldik/sıkıca sarıldık”, “dinle, dinlemez olası”, “râ‘inâ” derler. Eğer onlar “İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam/doğru olacaktı; fakat küfürleri [gerçeği kabul etmemeleri] sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar. (Nisâ/46)

Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hâinlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (Mâide/13)

Ey iman etmiş kişiler! Kesinlikle, hahamlardan, rahiblerden bir çoğu insanların mallarını hakksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve kesinlikle altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar; hemen olara acıklı bir azabı müjdele! (Tevbe/34)
Âyetteki, işte onlar, karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Ve kıyâmet günü Allah onlara konuşmaz ve kendilerini temize çıkarmaz ve onlara acı veren bir azap vardır ifadesi, onların cezasının boyutuna işaret etmektedir. “Allah'ın onlara konuşmaması, onları dışlamasını ve lânetlemesini ifade eder. Zira kızılan kimseyle konuşmama kararı alınır.

Bu cezalandırma tarzı Mü’minûn sûresi'nde de zikredilmiştir:

Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zâlimleriz.” O [Allah] dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da.” (Mü’minûn/106-108)

Bu âyet her ne kadar Yahûdi âlimlerine hitap ediyor görünse de, hakkı gizleyen müslümanları da kapsar.

177. Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz birr değildir. Ama birr [iyi olan kimseler], Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve boyunduruktakilere [kölelere], ona [Allah'a/mala/vermeye] sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, sadık olanlardır. Ve işte onlar, takvâlı olanların ta kendileridir.

Bu âyet, İslâm dininde şekilciliğin olmadığını göstermektedir. Bizce bu âyet, yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir âyetinden hareketle yüzünü fiziksel olarak Mescid-i Harâm'a çeviren, böylece amacın hasıl olduğunu, dünya ve âhiret problemlerini hallettiklerini sananlar hakkında inmiştir.

Bu âyetteki ikinci işaret de, doğuya-batıya [tüm yönlere] yönelmenin, yani tüm dünyanın bir kişinin olmasının da “birr” olmadığıdır.

Artık onların söylediklerine sabret, hoşnutluğa erebilmen için güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin hamdi ile tesbih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tesbih et! Ve kendilerini fitnelemek için basit hayatın çiçeği olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız şeylere [mal, mülk, evlât ve saltanata] sakın gözlerini dikme [rağbetle bakma]. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir. (Tâ-Hâ/130-131)

Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere [mal ve servete] heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve, “Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim” de. (Hicr/88-89)

Klasik kaynaklarda bu âyetin inişi ile ilgili şu bilgiler verilir:

Yüce Allah'ın, Yüzlerinizi.... birr değildir buyruğunda kimlerin kasdedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Katâde der ki: “Bize anlatıldığına göre adamın biri Peygamber'e (s.a), “birr”in mahiyetini sordu. Bunun üzerine de Yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu.” Yine Katâde der ki: “Kişi farzlar emrolunmadan önce Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şâhitlik ettiği ve sonra da bu hâliyle öldüğü takdirde, cennet onun için hakk olurdu. İşte Yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu.”

er-Rabî ve Katâde der ki: Burada hitap Yahûdiler ile Hristiyanlaradır. Çünkü bunlar, Allah'a yönelmek ve yüzlerini döndürmek hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Yahûdiler Beytü'l-Makdis'e doğru, Hristiyanlar ise güneşin doğduğu tarafa yönelirler. Buna karşılık kıblenin değiştirilmesi hususunda ileri geri konuşup her bir kesim kendisinin yöneldiği tarafın üstün olduğunu ileri sürünce onlara, “Hayır, birr sizin üzerinde bulunduğunuz bu durum değildir, fakat birr Allah'a iman edeninkidir” denildi.[158]

Bu âyet-i kerîmenin inişiyle ilgili şu açıklamalar da vardır: Peygamber (s.a) Medîne'ye hicret edip farz namazlar emrolunup kıble Ka‘be'ye döndürülüp bütün hadler tayin ve tesbit edildikten sonra Yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi indirdi ve şöyle buyurdu: “Birr'in bütünü sadece sizin namaz kılıp da başka bir şey yapmamanızdan ibaret değildir. Fakat birr (yani, iyilik sahibi kimse), Allah'a ibâdet eden... kimsenin yaptığıdır.” Bu açıklama İbn Abbâs, Mücâhid, Dahhâk, Atâ, Süfyân ve ez-Zeccâc'a aittir.[159]

Âyetin ikinci cümlesi, mübteda ve haberden oluşan bir isim cümlesidir. Âyetteki البِرّ[el-birr] sözcüğünün mastar, haberinin de من[men/kimse] lafzı olması, dilbilgisi kurallarına uygun olduğundan, ayrıca البرّ[el-birrü] kelimesi البارّ[el-bârrü] şeklindeki de okunduğundan veya mastar ile fâilin de kasdedilmesinden hareketle البِرّ [el-birrü] sözcüğünün, البارّ[elbârrü/iyi olan kimse] anlamında kullanıldığı düşüncesiyle ibareyi, “Ama birr [iyi olan kimse]…” diye çevirdik.

Âyetteki diğer bir mesele de, على حبّه[‘alâ hubbihi] ifadesindeki zamirin merciidir. Bu zamir hem “Allah” lafzına, hem “vermek” fiiline, hem de “mal” kelimesine râci olabilir. O nedenle de mealde her üçünü de, ona [Allah'a/mala/vermeye] sevgisi olmasına rağmen şeklinde gösterdik. Bunun bir benzeri de İnsan/8'de gelecektir.

Burada İslâm'da şekilciliğin olmadığı beyân edilmekte; “Nereye dönerseniz dönün hiçbir şey değişmez. Allah'a kulluk yönle sınırlandırılamaz. Önemli olan işleri yerine getirmektir” mesajı verilmektedir.

Bakara/115'te de şöyle buyurulmuştu:

Ve doğu, batı yalnızca Allah'ındır. Öyleyse her nereye yönelirseniz artık orası Allah'ın yüzüdür. Şüphesiz Allah, Vasi’dir, O, en iyi bilendir. (Bakara/115)

BİRR

Birr, Kur’ân'da “takvâ”nın; berr de “muttaki”nin anlamdaşıdır. Abese sûresi'nde bu sözcükle ilgili bilgi verilmişti.[160]

178. Ey iman etmiş kişiler! Ölümlü olaylarda kısas [âdil karşılık] size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, onun [ölenin] kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uymalı, ona güzellikle ödemelidir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim sınırları aşarsa artık acı veren azap unun içindir.

179. Ey kavrama yetenekleri olanlar! Takvâlı davranırsınız diye bu kısasta sizin için hayat vardır.

Bu âyette toplumsal ilkelerden kısas [âdil karşılık] ilkesi gündeme getirilmiştir.

* Ölümlü olaylarda kısas [âdil karşılık] yapılmalıdır.

* Kısas, hüre hür, köleye köle, kadına kadın olarak uygulanmalıdır.

* Katil, onun [ölenin] kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uymalı, ona güzellikle ödemelidir.

* Bu, Allah tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir.

* Bu ilkelere uymayanlar Allah tarafından cezalandırılacaktır.

* Takvâlı davranılması için bu kısasta hayat vardır. Akıllı kimseler bunu uygularlar.

Önce âyetin nüzûl sebebine göz atalım:

Buhârî, Nesâî ve Dârekutnî İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: “İsrâîloğulları arasında kısas vardı, fakat diyet yoktu. Allah bu ümmete, Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazıldı. Hür kimse hür ile, köle köle ile, dişi dişi iledir. Her kime kardeşi tarafından bir şey affolunursa (affetmek, kasden öldürmekte diyeti kabul etmesi demektir); artık örfe uymak ve ona güzellikle ödemek gerekir (ma‘rûfa uyar ve güzellikle ödemeyi yerine getirir). Bu Rabbinizden (sizden öncekilere farz olarak yazdıklarına göre) bir hafifletme ve bir rahmettir. Kim bundan sonra haddi aşarsa (yani, diyeti kabul ettikten sonra katili öldürürse), onun için pek acıklı bir azap vardır.” Lafız Buhârî'ye aittir.

eş-Şa‘bî de Yüce Allah'ın, Hür kimse hür ile, köle köle ile, dişi dişi iledir buyruğu hakkında dedi ki: Bu âyet-i kerîme birbiriyle çarpışan iki Arap kabilesi hakkında nâzil oldu. Onlardan biri, “Kölemize karşılık filan oğlu filanı, câriyemize karşılık da filan kızı filanı öldüreceğiz” demişti. Buna benzer bir rivâyet Katâde'den de gelmiştir.[161]

Bu âyetin sebeb-i nüzûlü, Hz. Peygamber'in (s.a) peygamber olarak gönderilmesinden önce mevcud olan hükümleri silmektir. Bu böyledir, çünkü Yahûdiler sadece öldürmeyi, Hristiyanlar da sadece diyet alıp affetmeyi bu kısas hususunda gerekli görüyorlardı. Araplar ise bazan kısâsen öldürmeyi, bazan da diyeti gerekli görürlerdi. Fakat bunlar, her iki hüküm hususunda da açıkça haddi aşıyorlardı. Öldürme hususunda haddi aşıyorlardı. Çünkü birinin kabilesi diğerinden daha şerefli olan iki kişi arasında öldürme meydana geldiğinde, şerefli olanlar, “Bizden köle olana karşı, onlardan hür olan birisini; kadınımıza karşı onların erkeğini, erkeğimize karşı da onların iki erkeğini öldürürüz” diyorlardı ve kendilerinden yaralananlara karşılık, karşı tarafa fazlası ile yara açarak kısas yapıyorlardı. Onlar çoğu kez, bu kadarla da kalmıyordu. Rivâyet edildiğine göre birisi, eşraftan sayılan birisini öldürdüğü zaman, katilin akrabaları maktulün babasının yanında toplanıyor ve “Ne istersin?” diyorlardı. O da, “Üç şeyden birini?” diyordu. Onlar da “Üç şey nedir?” diye soruyorlardı. O, “Ya çocuğumu diriltirsiniz, veya göğün yıldızlarıyla evimi doldurursunuz, veyahut da bana, öldürmem için bütün kavminizi verirsiniz. Sonra ben bir diyet kabul edeceğimi sanmıyorum” derdi.[162]

القصاص[QISÂS]

Qısâs kelimesi, “kesmek” veya “iz takip” etmek anlamlarında kullanılan قصَ [qassa] sözcüğünün türevlerinden olup “ölüme ölüm, yaralamaya yaralama” anlamındadır.[163]

Katil sanki öldürmekte belli bir yol izlemiş de, bu hususta onun izi takip edilip izlediği yoldan gidilerek kendisine ulaşılmıştır. Kısas, katilin, cinâyeti nasıl ve ne ile işlediyse aynı şekilde öldürülmesini değil, sadece öldürmesine karşılık öldürülmesini ifade eder.

Daha evvel mü’minlere cinâyet hususunda şu talimatlar verilmişti:

Ve hakk ile olmadıkça, Allah'ın harâm kıldığı nefsi öldürmeyin. Ve kim zulüm edilerek öldürülürse, Biz onun velîsine bir güç [yetki] vermişizdir. O da öldürmede aşırı gitmesin. Şüphesiz o [öldürülen/velî] yardım olunmuştur. (İsrâ/33)

Ve işte o kişiler [Rahmân'ın kulları], Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın harâm kıldığı canı öldürmezler. –Ancak hakk ile öldürürler.– Zina da etmezler. –Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyâmet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler müstesnâ. İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tevbe eder ve sâlihi işlerse, kesinlikle o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.– (Furkân/68)

De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri harâm kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, imlak haşyetiyle [fakirlik endişesiyle/fakirleştiriliriz korkusuyla] çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi ve onları Biz rızıklandırıyoruz. Ve kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmayın. Hakksız yere Allah'ın harâm kıldığı nefsi öldürmeyin. İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O'nun size vasiyet ettikleridir. (En‘âm/151)

Konumuz olan âyette, cinâyet işleyenlerin âdil bir şekilde cezalandırılması öngörülmektedir. Yalnız burada katili öldürürken dikkate alınması gereken kriterler vardır: hüre karşılık hür; kadına karşılık kadın; köleye karşılık köle…

Bu âyet-i kerîme, kişinin kendi türünden birini öldürmesinin hükmünü (yani, hürün hürü, kölenin köleyi, dişinin dişiyi öldürmesinin hükmünü) bildirmekte; başka kombinasyonlarda ise cezalandırmayı kamuya/örfe bırakmaktadır.

Mâide sûresi'nde yer aldığına göre, İsrâîloğulları'na da kısas emredilmiştir:

İçinde hidâyet ve nûr bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik. Teslim olmuş kişiler olan peygamberler onunla Yahûdilere hükmederler, rabbaniler [kendilerini Allah'a adamış kişiler] ve ahbar [âlimler] da, Allah'ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Ve Biz onda [Tevrât'ta] onlara, zata zat, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş yazdık. Yaralara kısas vardır. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendisi için keffâret olur. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir. Ve Biz onların [o peygamberlerin] izleri üzerine, yanlarındaki Tevrât'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu Îsâ'nın gelmesini sağladık. Ve o'na Tevrât'tan kendinden öncekileri doğrulamak, muttakilere yol gösterme ve öğüt olmak üzere içinde yol gösterme olan İncîl'i verdik. İncîl ehli de Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar fâsıkların ta kendileridir. Sana da Kitap'tan [Tevrât'ın bir bölümünden] kendisinden öncekilerini doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hakk ile Kitab'ı [Kur’ânı] indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir şeriat ve yol kıldık. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi belâlandırmak [denemek] için (böyle yapmadı). Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah'adır. Sonra O, kendisi hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. Sen yine aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni fitnelendirmelerinden [vazgeçirmelerinden] sakın. Artık sırt çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Ve şüphesiz insanlardan pek çoğu kesinlikle fâsık kimselerdir. (Mâide/44-49)

Bu pasajdaki hükümler, Medîne'de devlet reisi Rasûlullah, tebanın bir kısmı da Yahûdi olduğundan, Yahûdilere uygulanmak üzere indirilmiştir. O nedenle de Rasûlullah'a, Sen yine aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların hevalarına uyma talimatı verilmiştir. Kitab-ı Mukaddes'in; Çıkış, 21:23-25, Levililer, 24:19-21, Tesniye, 19:19-21, I. Samuel, 15:33. bölümlerinde de yer alan bu konu, Mâide sûresi'nde detaylı olarak işlenecektir.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla