Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2010, 12:45 AM   #25
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Atalarından intikal eden din, iman ve kültüre körü körüne tâbi olup meseleleri sorgulamayanlar, başka sûrelerde de zikredilmiştir:

Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin” dendiği zaman, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı? (Mâide/104)

Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine tâbi olun!”dendiği zaman, “Aksine, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” dediler. Ya şeytân onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse! (Lokmân/21)

Taklitçi kâfirler, ilk örnekte; duymayan, akletmeyen, yardım etmesi mümkün olmayan nesnelere bağıran kimseye benzetilmiştir; ki bunların, dünyada yaptıkları bütün iyilikler boşa gidecek, amellerinin kendilerine hiç faydası olmayacaktır.

Kur’ân'da fayda ve zarar vermeye gücü olmayan, hatta kendilerine bile hayrı dokunmayan şeylere yakaranlardan, Bakara/102; En‘âm/71; Hacc/12; Yûnus/18, 106; Furkân/3, 55; Mâide/76; Ra‘d/16; Tâ-Hâ/89 ve Enbiyâ/66'da da bahsedilmiş ve geniş bilgi verilmişti. Bu âyetle aynı içerikte olan Şu‘arâ ve Meryem sûrelerindeki âyetleri de takdim ediyoruz:

Ve onlara İbrâhîm'in haberini oku! Hani o, babasına ve kavmine, “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” demişti. Onlar, “Birtakım putlara kulluk ediyoruz. Onlara kulluk etmeye devam edeceğiz” dediler. O [İbrâhîm], “Yalvarıp yakardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı veya size fayda veriyorlar mı yahut zarar veriyorlar mı?” dedi. Onlar, “Bilakis, biz babalarımızı böyle yapar bulduk” dediler. O [İbrâhîm], “Peki, siz ve en eski babalarınızın nelere tapmış olduğunuzu gördünüz mü? İşte onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi ayrı. O, beni yaratandır. Ve bana doğru yolu O gösterir. Ve O, beni yediren, içirenin ta kendisidir. Hastalandığım zaman O bana şifa verir. Ve O, beni öldürecek, sonra beni diriltecektir. Ve O, din günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur. Rabbim! Bana hüküm ver ve beni iyilere kat! Ve beni, sonra gelecekler için doğrulukla anılanlardan kıl! Ve beni naim [nimeti bol] cennetinin mirasçılarından kıl! Ve babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan oldu. Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple [gerçek imanla] gelenlerden başkasına fayda vermediği ve cennetin muttakilere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi. Ve onlara, “Allah'ın astlarından taptığınız şeyler nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?” denilmiştir. Sonra da onlar [putlar ve azgınlar] ve İblisin askerleri toptan onun [cehennemin] içine fırlatılmışlardır. Onlar, onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki: “Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içinde idik. Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk. Ve bizi yalnızca o günahkârlar saptırdı. Artık bizim için şefaatçilerden hiçbir kimse ve candan bir velî yoktur. Ah keşke bizim için bir geri dönüş olsaydı da biz de mü’minlerden olsaydık!” Şüphesiz bunda bir âyet [alınacak bir ders] vardır. Ama onların çoğu iman edenler değillerdi. (Şu‘arâ/69-103)

Kitap'ta İbrâhîm'i de an/hatırlat. Şüphesiz ki o, sıddîk [özü, sözü doğru] biri idi, peygamberdi. Bir zaman o, babasına, “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin ibâdet ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytâna kulluk etme. Şüphesiz şeytân Rahmân'a âsi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahmân'dan bir azap dokunur da şeytân için bir velî [yardımcı] olursun diye korkuyorum” demişti. (Meryem/41-45)

259. âyetteki ikinci örnekte ise, inkârcılar, başka bir inkârcıya benzetilmektedir: Veya (o küfretmiş kişilerin hâli), evlerinin çatıları çökmüş bir kente uğrayan kimse gibidir: O [o kimse], “Bunu bu ölümünden sonra Allah, nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti. O [Allah], “Ne kadar kaldın?” dedi. O, “Bir gün yahut bir günün bir kısmı kaldım” dedi. O [Allah], “Bilakis, sen yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, eşeğine de bak. –Ve seni insanlar için bir âyet kılalım diye…– O kemiklere de bak, onları nasıl yüksekleştiriyoruz. Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” dedi. Böylece ona açıkça belli olunca, “Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu daha iyi biliyorum” dedi.

Bu örnekteki kişi, uğradığı harap olmuş bir kent halkını Allah'ın nasıl dirilteceğini havsalasına sığdıramaz. Allah da onu öldürüp tekrar diriltmek sûretiyle bunu gösterir. Bunun üzerine o, “Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu daha iyi biliyorum” der. Böylece Allah'ın diriltmesini bizzat yaşayarak öğrenir.

Bakara/259. âyetin başındaki أوْ [ev/veya] ve ك[ke/gibi] edatları, paragraf içinde herhangi bir merciye bağlanmazsa, kurulacak cümle bir mana ifade etmez. Ama ne yazık ki mevcut Mushafta böyledir. Bazıları bu gerçeği göz ardı ederek parantez içi ilavelerle âyeti anlamaya çalışmışlardır. Bizce bu âyet, ait olduğu pasaj tesbit edilmedikçe anlaşılamaz. Önce buna dair klasik nakilleri takdim edelim:

Âyet-i kerîme'de zikredilen kasabaya uğrayanın kişinin kimliği hususunda ihtilâf edilmiştir. İbn Ebî Hâtim'in... Ali ibn Ebî Tâlib'den rivâyet ettiğine göre o, bu kişinin Üzeyr (a.s) olduğunu söylemiştir. İbn Cerîr de aynı senedle bunu rivâyet etmiştir. Ayrıca İbn Cerîr ve İbn Ebî Hatim aynı görüşü İbn Abbâs, Hasan, Katâde, Süddî ve Süleymân ibn Büreyde'den de rivâyet etmişlerdir. Bu, meşhur olan kavildir.[142]

en-Nehhâs ve Mekkî, Mücâhid'den, bunun, İsrâîloğulları'ndan ismi belirtilmeyen bir adam olduğunu nakletmektedirler. en-Nekkâş der ki: “Bunun Lût'un (a.s) oğlu olduğu söylenmektedir.” es-Süheylî'nin el-Kutebî'den naklettiğine göre bu –el-Kutebî'nin iki görüşünden birisine göre– Şe’ya'dır. Bu kasabayı, tahrib edildikten sonra canlandıran ise Fars hükümdarı Kûşek'dir. Sözü geçen kasaba ise Vehb b. Münebbih, Katâde, er-Rabi b. Enes ve başkalarına göre Beytü'l-Makdis'tir. Sözü geçen kişi Mısır'dan gelmekteydi. Âyet-i kerîmede bahsedilen yiyeceği ve içeceği ise yeşil incir, üzüm ve küçük bir şarap tulumundan ibaret idi. Üzüm suyu olduğu da söylenmiştir. Onun içeceğinin, bir testi su olduğu da söylenmiştir. O dönemlerde Beytü'l-Makdis'i boşaltan kişi, Buhtanassar idi. Buhtanassar önce Lehrâsib'in, sonra da Lehrâsib'in oğlu ve İsbindiyad'ın babası Leystaseb'in Irak üzerindeki valisi idi. en-Nekkâş'ın naklettiğine göre bazı kimseler, bu kasabanın el-Mü’tefike olduğunu söylemişlerdir.

Buhtanassar bunları Bâbil'e getirmişti. Birgün bir ihtiyacını görmek üzere Dicle kıyısında bulunan Deyr Hirakl'e [Herakliyus'un Manastırına] çıkmıştı. Eşeğinden inip bir ağacın gölgesine oturmuştu. Eşeğini ağacın gölgesi altına bağlamış, daha sonra bu kasabayı dolaşmıştı. Orada hiçbir kimsenin sakin olmadığını ve çatılarının duvarları üzerine çökmüş olduğunu görünce, “Ölümünden sonra Allah burayı nasıl diriltecek?!” diye kendi kendisine sormuştu.[143]

Bir diğer görüşe göre, sözü geçen bu kasaba ölüm korkusuyla binlerce kişinin çıkıp ayrıldığı kasabadır. Bu görüş de İbn Zeyd'e aittir. Yine İbn Zeyd'den nakledildiğine göre, ölüm korkusuyla binlerce kişi oldukları hâlde yurtlarından çıkan kimselere Allah, “Ölün!” demişti. Çürümüş ve açıkça görülen kemiklere döndükleri bir hâlde iken, bir adam onların yanından geçti. Durup onlara baktı ve “Acaba ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah da onu yüzyıl süreyle öldürdü.[144]

Âlimler, bu kasabaya uğrayan kimsenin kimliği hususunda ihtilâf ederek, bazıları bunun öldükten sonra dirilme konusunda şüphe eden bir kâfir olduğunu söylemişlerdir, ki bu, Mücâhid ile ekseri Mutezile müfessirlerinin görüşüdür. Başkaları ise, bu kimsenin bir müstüman olduğunu söylemişlerdir. Katâde, İkrime, Dahhâk ve Süddî, bu kimsenin Hz. Üzeyir (a.s) olduğunu söylemiştir. Sonra bu görüşte olanların bazısı, Ermiya'nın Hızır (a.s) olduğunu ve Hârûn b. İmrân'ın (a.s) soyundan geldiğini söylemişlerdir. Vehb b. Münebbih ise, Ermiya'nın, Beytü'l-Makdis'i yıkıp Tevrât'ı yakan Buhtunnasr zamanında Allah'ın gönderdiği bir peygamber olduğunu söylemiştir.[145]

Âyetin sebeb-i nüzûlü olarak İbn Abbâs'tan (r.a) şu rivâyet gelmiştir: “Buhtunnasr, İsrâîloğulları ile savaşırken, onların çoğunu esir etmişti. Esirler arasında İsrâîloğulları'nın âlimlerinden olan Üzeyir (a.s) de bulunmakta idi. Buhtunnasr, esirleri Bâbil'e getirdi. Böylece Üzeyir eşeğine binmiş olduğu hâlde âyette bahsedilen kasabaya girdi ve bir ağacın altında konakladı. Eşeğini bir yere bağlayıp kasabayı dolaşmaya başladı. Fakat orada hiç bir insan göremeyince, bu duruma şaşıp, –Allah'ın kudretinden şüphe ederek değil, fakat âdeten bunu imkânsız görerek– “Allah burasını ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi. Ağaçlarda meyveler vardı. O, meyvelerden incir ve üzüm alıp yedi ve üzüm suyu içip uyudu. Allah Teâlâ da onu yüz sene süren uykusunda bir genç olarak öldürdü. Daha sonra onun öldüğünü insanlar, kuşlar ve yırtıcı hayvanlar farkedemediler. Yüz sene sonra Allah Teâlâ onu diriltip, gökten, “Ey Üzeyir! Ölümün esnasında ne kadar bekledin?” diye nida ettiğinde o, “Birgün” dedi. Daha sonra da güneşin henüz batmamış kısmını görünce, “Veya bir günden az” dedi. Bunun üzerine Hakk Teâlâ, “Hayır, yüz yıl (öyle) kaldın. Binaenaleyh yiyeceğin olan incir ile üzüme ve içeceğin olan üzüm suyuna bak. Onların tadı bozulmadı” dedi. O da, onlara bakınca incir ile üzümün daha önceki gibi durduğunu gördü. Cenâb-ı Hakk daha sonra da, “Eşeğine bak” dediğinde baktı ve birbirinden ayrılmış, bembeyaz kemikler gördü. Bu esnada,”Ey çürümüş kemikler, ben size can veriyorum” diyen bir ses duydu ve parça parça kemikler birleşti; sonra her uzuv yerli yerine geldi; daha sonra baş da yerine geldi. Derken sinirler ve damarlar oluştu. Daha sonra da bu iskeletin üzerinde taze etler meydana geldi. Derken hepsini bir deri kapladı ve bu deriden kıllar çıkmaya başladı. Daha sonra bu cansız vücûda rûh üflendi ve o anırmaya başladı. O anda Hz. Üzeyir (a.s) secdeye kapanarak, “Biliyorum ki Allah şüphesiz her şeye hakkıyla kadirdir” dedi. Daha sonra Beytü'l-Makdis'e gelince, orada bulunanlar, “Babalarımız, Üzeyir b. Şerhiya'nın Bâbil'de öldüğünü bize anlatmışlardı. Buhtunnasr, Beytu'l-Makdis'de Tevrât'ı bilen 40.000 kişiyi öldürmüştü. Onların arasında Üzeyir de vardı” dediler. Onlar, Üzeyir'in Tevrât'ı okuyabildiğini bilmiyorlardı. O, onlara yüz yıl sonra böylece gelince, Tevrât'ı onlara yeniden bildirdi ve ezberindent hiçbir harf eksik bırakmaksızın onu onlara yeniden yazdı. Tevrât bir yerde gömülü idi. Tevrât oradan çıkartılarak, Üzeyir'in (a.s) yazdığı Tevrât ile karşılaştırıldı ve her ikisi bütün harflerinde aynı idiler. Bunun üzerine, “Üzeyir Allah'ın oğludur” dediler. Bu rivâyet, âlimler arasında meşhurdur. Bu da o kasabaya uğrayanın bir peygamber olduğuna delâlet eder.[146]

Bu âyetin doğru anlaşılması için, ait olduğu paragrafla birlikte ele alınması gerekir. Âcizâne tetkiklerimiz sonucu, bu âyetin, 171. âyetin devamı olduğu kanaatine vardığımızdan burada değerlendirdik.

Âyette geçen, “Bunu bu ölümünden sonra Allah, nasıl diriltecek?” dedi ifadesine göre, bu kişi, –Mekke müşrikleri gibi– Allah'a inanan, fakat âhirete inanmayan bir kişidir. Mekke müşriklerinin de, Allah'a inandıkları hâlde ölümden sonra dirilişe inanmadıklarını gösteren âyetlerin bazılarını hatırlatalım:

Yine andolsun ki onlara sorsan: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim kontrol altına aldı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl çevriliyorlar? (Ankebût/61)

Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, kesinlikle “Onları Azîz, Alîm yarattı” diyeceklerdir. (Zuhruf/9)

Yine andolsun ki, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, kesin “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah'a hamd olsun!” Aslında onların çoğu bilmezler. (Lokmân/25)

Ve kendi yaratılışını dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!” De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]! Ve O çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir. Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O'nun buyruğu/işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Yâ-Sîn/78-82)

Ve onlar, “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” diyorlar. (Sâffât/15-17)

Onlardan bir sözcü der ki: “Şüphesiz benim, ‘Sen gerçekten, kesinlikle doğrulayanlardan mısın? Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz karşılık göreceğiz?’ diyen bir karînim [yaşıtım, yakın arkadaşım] vardı.” (Sâffât/51-53)

Âyette dikkat edilmesi gereken bir nokta da, örnek verilen kişi ile ilgili, Böylece ona açıkça belli olunca, “Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu daha iyi biliyorum” dedi ifadesidir. Bu ifadeye göre, bu kişi için artık mesele, iman meselesi olmaktan çıkmış, bilgi meselesine dönüşmüştür. Bilgi ise iman ile aynı şey değildir. Bilgi, görme ve duyma gibi yollarla gerçekleşen bir tasdik; iman ise gaybı tasdiktir. Mü’min Allah'ı, âhireti, ölümden sonra dirilişi, görmeden ve tecrübe etmeden iman eder. İman ile tasdik arasındaki fark şöyle bir örnekle izah edilebilir: “Cebimde iki kalem var” diyen birine güvenerek, kalemleri görmeden tasdik etmek imandır. O iki kalem çıkarılıp gösterildikten sonra tasdik etmek ise iman değildir:

Meleklerin gelmesinden, yahut Rabbinin gelmesinden, ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz. De ki: “Bekleyiniz; şüphesiz biz de bekleyicileriz.” (En‘âm/158)

Öyleyse, Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, O'nun [Allah'ın], iman eden ve sâlihatı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış olurlar. (Rûm/43-44)

Allah'tan, kendileri için dönüş yeri olmayan geri çevrilemeyecek gün gelmeden önce, Rabbinize icabet ediniz. O gün, sizin için sığınacak bir yer yoktur, sizin için inkâr da/tanınmamak da yoktur. (Şûrâ/47)

Sizden birinize ölüm gelip de, ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye [ecele] kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve sâlihlerden olsam’ demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. (Münâfikûn/10)

Bu âyette konu edilen örnek tipin âhiretteki durumu da Kur’ân'da nakledilmiştir:

Artık Sûr'a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy-sop ilişkisi yoktur. İstekleşemezler de [kimse kimseden bir şey isteyemez]. Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; cehennemde sürekli kalıcıdırlar. Orada onlar, dişleri sırıtır hâlde iken ateş yüzlerini yalar. “Benim âyetlerim size okunmadı mı? Siz de onları yalanlıyor muydunuz?” Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zâlimleriz.” O [Allah] dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da. Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup, ‘Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen, merhametlilerin en iyisisin’ diyorlardı. İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim zikrimi/öğüdümü unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. Şüphesiz ki bugün Ben onlara, sabrettiklerine karşılık verdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir.” O [Allah], “Yeryüzünde yıl sayısı olarak kaç yıl kaldınız?” dedi. Onlar, “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Haydi, sayanlara sor” dediler. O [Allah], “Siz sadece pek az bir süre kaldınız; keşke siz bilmiş olsaydınız!” dedi. Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? İşte gerçek kral Allah, yüceler yücesidir. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, saygın Arş'ın Rabbidir. Her kim, hiç bir delili olmadığı hâlde, Allah ile birlikte diğer bir ilâha yakarırsa, bilsin ki, o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şüphesiz kâfirler, iflah olmazlar [durumlarını koruyamazlar, zafer kazanamazlar]. (Mü’minûn/101-117)

Bir parantez cümlesi olan, ve seni insanlar için bir âyet kılalım diye… ifadesinda hazf bulunmaktadır. İfadenin ve bağlacıyla başlaması, cümlenin öncesinin olduğunu gösterir. Ve seni insanlar için bir âyet kılalım diye… ifadesi, gerekçenin ikinci kısmıdır. Birinci kısmının da, –paragraftan anlaşıldığına göre– şu şekilde takdir edilmesi gerekir: “Bu hâdisenin gerçekleşmesi, sana konuyu iyice öğretelim diyedir.” Bunun benzeri şu âyetlerde de görülebilir: En‘âm/105; Ahkâf/19; Yûsuf/21, 52; Bakara/185.

172. Ey iman etmiş kişiler! Eğer siz yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, sizi rızıklandırdığımız şeylerin tayyiblerinden [hoş, temiz ve yararlı olanlarından] yiyin ve Allah'a şükredin [karşılığını ödeyin].

173. O, size, sadece, ölü hayvanı, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanları harâm kıldı. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek üzere ona bir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
168. âyetin tekit ve açılımı olan bu âyetlerde, iman edenlerin kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemeleri ve insanlar tarafından konulan yasakları ortadan kaldırmaları, sadece Allah'ın koyduğu hükümlere riâyet etmeleri; Allah'ın harâm kıldığı şeyleri yemekten kaçınmaları ve helal kıldığı şeyleri yemeleri istenmektedir.

Burada, faydalanmanın en ileri noktası olan “yemek” zikredilmekle birlikte, bundan kasıt, bütün yönleriyle faydalanmaktır.

İnananlara helal ve harâm olan şeyler önceki sûrelerde [En‘âm, Nahl, Mü’minûn] de bildirilmişti. En‘âm sûresi'nde verdiğimiz bilgiyi burada da sunuyoruz:

De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan, yahut domuzun eti –ki şüphesiz o [domuzun eti] ricstir [kirlidir, rahatsızlık vericidir]– yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk olan hariç, harâm edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir).” İşte, şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Ve Biz Yahûdilere bütün tırnaklı hayvanları harâm kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşınan, ya da kemiğe karışan yağlar dışında, sığır ve koyunun yağlarını da onlara harâm ettik. Bu, saldırganlıkları yüzünden Bizim onları cezalandırışımızdır. Ve Biz elbette doğrularız. (En‘âm/145-146)

Bu âyette Allah, Elçisi'nin diliyle nelerin ne sebeple harâm olduğunu bildirmiş, ardından da bu konuda Yahûdilerle ilgili açıklamalar yapmıştır.

145. âyette, “leş, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilenler” olarak zikredilen harâm listesi başka âyetlerde de verilmiştir:

O, size ölü hayvanı, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanları harâm kıldı. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek üzere ona bir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. (Bakara/173)

Size leş, kan, domuzun eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız harâm kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün şu küfretmiş olan kimseler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara haşyet duymayın Bana haşyet duyun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm'a razı oldum. Artık kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, gafûr'dur, rahîm'dir. (Mâide/3)

O [Allah], size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri harâm kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, gafur'dur, rahîm'dir. (Nahl/115)

Harâm kılınanlar arasında yer alan 145. âyetteki akıtılmış kan ifadesi; ciğer, dalak ve kesimden sonra damarlarda kalmış olan kanı istisnâ etmiştir.

Yiyeceklerin harâmlığı, iki gerekçeye dayandırılmıştır: Bunlardan biri, رجس [rics], خبيث [habîs/pis, zararlı, çirkin] olması, diğeri de “fısk [günaha sokan, şirkle kirlenmiş]” olmasıdır. Buna göre, rics veya habis olma özellikleri ortadan kaldırılıp da طيّب [tayyib/hoş, nefis, güzel ve yararlı] duruma getirilen yiyeceklerin, –harâm olma gerekçeleri ortadan kalktığı için– yenmelerinde bir mahzur kalmaz. Ancak “fısk” ile kirletilmiş olan yiyeceklerin “tayyib” hâle getirilmesi mümkün olmadığından, bu yiyecekler rics olmasalar da yenmez:

Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine harâm kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O hâlde, ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A‘râf/157)

Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size tayyibat [iyi ve temiz şeyler] helâl kılındı.” Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın [besmele çekin], Allah'a takvâlı davranın. Hiç şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. Bu gün size temiz olan şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin de yemeğiniz onlara helâldir. Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak –onlara ücretlerini/mehirlerini ödediğiniz takdirde– size helâl kılındı. Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O, âhirette hüsrana uğrayanlardandır. (Mâide/4-5)
RİCS
الرِّجس [rics] sözcüğünün vaz‘ı, “rahatsız eden şiddetli gök gürültüsü, deve sesi” anlamında olup, sonraları insana rahatsızlık, acı ve ızdırab veren ve bunlara sebep olan her şeye, “rics” denilir olmuştur:
Rics sözcüğü, “kirlilik, kir” demektir. Her türlü kir-pis, “rics”tir. Bu sözcükle “harâm, kötü fiil, azap, lânet ve küfür” de kasdedilir. Kur’ân'da geçen رجس[rics] sözcükleri, رجز[ricz/azap] sözcüğüyle aynı olup sondaki س [sin] harfi ز [ze] harfine dönüşmüştür; اسد[esed/aslan] sözcüğünün, ازد [ezed/aslan] sözcüğüne dönüştüğü gibi.

Zeccâc, “Rics, Allah'ın kötülemesine sebep olan her şeydir” demiştir. Birisi kötü, çirkin bir şey yaptığı zaman, racese'r-raculü [kişi çirkin iş yaptı] denir.

Bu sözcüğün recs formundaki anlamı, “çok şiddetli, rahatsız edici gök gürlemesi ve deve böğürmesi” demektir.[147]

Kötü işlere ve şirk, küfür, lânet gibi şeylere “rics” denilmesi, bunların zarara, azaba ve rahatsızlığa neden olmasındandır. Kur’ân'da 8 kez geçen rics sözcüğünün geçtiği yerlere bakıldığında, azaba sebep olacak şeylere “rics” denildiği gibi, hastalık, rahatsızlık ve huzursuzluğa sebep olacak şeylere de “rics” denildiği görülür.

146. âyette konu edilen, “Yahûdilere konmuş yasaklar” Kur’ân'da iki yerde daha geçmektedir:

Tevrât indirilmeden önce, İsrâîl'in [Ya‘kûb'un] kendisine harâm kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrâîloğulları için helâl idi. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Tevrât'ı getirip de onu okuyun.” (Âl-i İmrân/93)

Sonra da Yahûdileşen kimselerden olan zulüm, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde faiz almaları ve insanların mallarını hakksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri harâm kıldık. Ve onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık. (Nisâ/160-161)

Yukarıda meali verilen Âl-i İmrân/93'ten anlaşıldığına göre, Tevrât'ın indirilmesinden yüzyıllarca önce Ya‘kûb [İsrâîl] peygamber sadece kendisine bazı şeyleri yasaklamış, ancak o'nun soyu bu yasakları benimseyerek devam ettirmiştir. (Biz bu yasakların sağlık sebebiyle konmuş perhiz nitelikli yasaklar olduğunu düşünüyoruz.) Yasakların çok eski târihlere dayanması sebebiyle Yahûdi din adamları da bunların dinlerinde harâm olduğuna inanmaya başlamışlardır. Bu durumu bildiren âyette, Hemen Tevrât'ı getirip de onu okuyun! buyurulması ise Ya‘kûb peygamberin kendisi için koyduğu yasakların Tevrât'ta bulunmayıp sonradan eklendiğini göstermek içindir. Yoksa, Yahûdilerin ellerinde bulunan kitaplarında bu yasaklar yazılıdır ve Yahûdiler Kur’ân'daki bu meydan okumaya hemen cevap vererek kitaplarındaki hükümleri gösterebilecek durumdadırlar:

Rabb Mûsâ'yla Hârûn'a şöyle dedi: “İsrâîl halkına deyin ki, karada yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü. Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Kaya porsuğu geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Tavşan geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir. “Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Denizde, akarsularda yaşayan pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz. Denizdeki ve akarsulardaki bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar –suda küme hâlinde yaşayanlar ve ötekiler– sizin için iğrenç sayılır. Bunlar sizin için iğrenç sayılacak. Etlerini yemeyecek, leşlerinden tiksineceksiniz. Suda yaşayan bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar sizin için iğrenç sayılacak. “Tiksindirici kuşların etini yemeyecek, şunları iğrenç sayacaksınız: Kartal, kuzu kartalı, kara akbaba, çaylak, doğan türleri, bütün karga türleri, baykuş, puhu, martı, atmaca türleri, kukumav, karabatak, büyük baykuş, beyaz baykuş, çöl baykuşu, akbaba, leylek, balıkçıl türleri, ibibik, yarasa. Dört ayaklı ve kanatlı böceklerin hepsi sizin için iğrençtir. Ama dört ayaklı ve kanatlı olup ayaklarını sıçramak için kullanan bazılarının etini yiyebilirsiniz. Şunları yiyeceksiniz: Bütün çekirge türleri, küçük çekirge, cırcır böceği, ağustos böceği. Öbür dört ayaklı, kanatlı böceklerin hepsi sizin için iğrenç sayılır. Sizi kirletecek şeyler şunlardır: Aşağıdaki hayvanların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır; kim aşağıdaki hayvanların leşini taşırsa giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Çatal tırnaklı, ama tırnağı yarık olmayan ve geviş getirmeyen her hayvan sizin için kirlidir. Bunlara dokunan da kirlenmiş sayılır. Dört ayaklı hayvanlardan pençelerini yere basarak yürüyenler sizin için kirlidir. Bunların leşine dokunanlar akşama kadar kirli sayılacaktır. Bunların leşini taşıyanlar giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Çünkü bu hayvanlar sizin için kirlidir. Küçük kara hayvanları içinde sizin için kirli sayılanlar şunlardır: Gelincik, fare, bütün kertenkele türleri, bukalemun. Sizin için kirli sayılan küçük kara hayvanları bunlardır. Bunların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır. Bunlardan birinin leşi neyin üzerine düşerse onu da kirletir. İster tahta kap, ister giysi, ister deri, ister çul olsun suya konmalıdır. Akşama kadar kirli sayılacak ve akşam temizlenmiş olacaktır. Bunlardan biri bir toprak kabın içine düşerse, kabın içindekiler kirli sayılacaktır. Toprak kap kırılmalıdır. Toprak kaptaki sulu yiyecek ve her içecek kirli sayılacaktır. Bunlardan birinin leşi neyin üzerine düşerse onu da kirletir. Üzerine düştüğü ister fırın olsun, ister ocak, parçalanmalıdır. Çünkü onlar kirlidir ve sizin için kirli sayılacaktır. Ancak kaynak ya da su sarnıcı temiz sayılacaktır; ama bunların leşine dokunan kirli sayılacaktır. Eğer bu hayvanlardan birinin leşi ekin tohumunun üzerine düşerse, o tohum temiz sayılacaktır. Ama suya konmuş tohumun içine düşerse, tohum sizin için kirlidir. Eti yenen hayvanlardan biri ölürse, leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır. Hayvanın leşinden yiyen giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Leşi taşıyan da giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. “Bütün küçük kara hayvanları iğrençtir. Yenmeyecektir. İster karnı üzerinde sürünen, ister dört ayaklı ya da çok ayaklı canlılar olsun, bunların hiç birini yemeyeceksiniz. Çünkü bunlar iğrençtir. Bunların hiç biriyle kendinizi kirletmeyin, iğrenç duruma sokmayın, kirli duruma düşmeyin. Tanrınız Rabb benim. Kendinizi kutsayın ve kutsal olun. Çünkü Ben kutsalım. Küçük kara hayvanlarının hiç biriyle kendinizi kirletmeyin. Tanrınız olmak için sizi Mısır'dan çıkaran Rabb benim. Kutsal olun, çünkü Ben kutsalım. “Kirli olanı temizden, eti yeneni eti yenmeyenden ayırdedebilmeniz için hayvanlar, kuşlar, suda küme hâlinde yaşayan bütün canlılar ve küçük kara hayvanlarıyla ilgili yasa budur.”[148]

Eğer biri esenlik sunusu olarak sığır sunmak istiyorsa, Rabbe erkek ya da dişi, kusursuz bir hayvan sunmalı. Elini sununun başına koyup onu Buluşma Çadırı'nın giriş bölümünde kesmeli. Hârûn soyundan gelen kâhinler kanı sunağın her yanına dökecekler. Kişi esenlik sunusunun bazı parçalarını Rabb için yakılan sunu olarak sunmalı. Sununun bağırsak ve işkembe yağlarını, böbreklerini, böbrek yağlarını, karaciğerden böbreklere uzanan perdeyi ayıracak. Hârûn'un oğulları sunakta yanan odunların üzerinde duran yakmalık sununun üzerinde bunları yakacak. Yakılan sunu, Rabb'i hoşnut eden kokudur. “Eğer kişi esenlik sunusu olarak Rabbe davar sunmak istiyorsa, erkek ya da dişi, sunusu kusursuz olmalı. Eğer kuzu sunmak istiyorsa, Rabb'in önünde sunmalı. Elini sununun başına koyup onu Buluşma Çadırı'nın önünde kesmeli. Hârûn'un oğulları kanı sunağın her yanına dökecekler. Kişi esenlik sunusunun bazı parçalarını Rabb için yakılan sunu olarak sunmalı. Yağını almalı, kuyruk sokumunun dibinden bütün kuyruk yağını kesmeli, bağırsak ve işkembe yağlarını, böbreklerini, böbrek yağlarını, karaciğerden böbreklere uzanan perdeyi ayırmalı. Kâhin bunları sunağın üzerinde yakacak. Rabb için yakılan yiyecek sunusudur bu. “Eğer adağı keçi ise, onu Rabb'in önünde sunmalı. Elini adağın başına koyup onu Buluşma Çadırı'nın önünde kesmeli. Hârûn'un oğulları kanı sunağın her yanına dökecekler. Rabb için yakılan sunu olarak adaktan şunları ayırıp sunmalı: Bağırsak ve işkembe yağlarını, böbrekleri, böbrek yağlarını, karaciğerden böbreklere uzanan perdeyi. Kâhin bütün bunları sunağın üzerinde yakacak. Yakılan yiyecek sunusudur bu. Kokusu Rabb'i hoşnut eder. Yağın tümü Rabbe aittir. Hayvan yağı ve kan yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca bu kural hep geçerli olacak.”[149]

Çok kutsal olan suç sunusunun yasası şudur: “Suç sunusu yakmalık sununun kesildiği yerde kesilecek ve kanı sunağın her yanına dökülecek. Hayvanın bütün yağı alınacak, kuyruk yağı, bağırsak ve işkembe yağları, böbrekleri, böbrek yağları, karaciğerden böbreklere uzanan perde ayrılacak. Kâhin bunların hepsini sunak üzerinde Rabb için yakılan sunu olarak yakacak. Bu suç sunusudur. Kâhinler soyundan gelen her erkek bu sunuyu yiyebilir. Sunu kutsal bir yerde yenecek, çünkü çok kutsaldır. Suç ve günah sunuları için aynı yasa geçerlidir. Et, sunuyu sunarak günahı bağışlatan kâhinindir. Yakmalık sununun derisi de sunuyu sunan kâhinindir. Fırında, tavada ya da sacda pişirilen her tahıl sunusu onu sunan kâhinin olacak. Zeytinyağıyla yoğrulmuş ya da kuru tahıl sunuları da Hârûnoğulları'na aittir. Aralarında eşit olarak bölüşülecektir.”[150]

ESENLİK SUNUSU

Rabbe sunulacak esenlik sunusunun yasası şudur: “Eğer adam sunusunu Rabbe şükretmek için sunuyorsa, sunusunun yanısıra zeytinyağıyla yoğurulmuş mayasız pideler, üzerine zeytinyağı sürülmüş mayasız yufkalar ve iyice karıştırılmış ince undan yağla yoğurulmuş mayasız pideler de sunacak. Rabbe şükretmek için, esenlik sunusunu mayalı ekmek pideleriyle birlikte sunacak. Her sunudan birini Rabbe bağış sunusu olarak sunacak ve o sunu esenlik sunusunun kanını sunağa döken kâhinin olacak. Rabbe şükretmek için sunulan esenlik sunusunun eti, sununun sunulduğu gün yenecek, sabaha bırakılmayacak. Biri gönülden verilen bir sunu ya da dilediği adağı sunmak istiyorsa, kurbanın eti adağın sunulduğu gün yenecek, artakalırsa ertesi güne bırakılabilecek. Ancak üçüncü güne bırakılan kurban eti yakılacak. Esenlik sunusunun eti üçüncü gün yenirse adak kabul edilmeyecek, geçerli sayılmayacak. Çünkü et kirlenmiş sayılır ve her yiyen suçunun bedelini ödeyecektir. Kirli sayılan herhangi bir şeye dokunan et yenmemeli, yakılmalıdır. Öteki etlere gelince, temiz sayılan bir insan o etlerden yiyebilir. Ama biri kirli sayıldığı sürece Rabbe sunulan esenlik sunusunun etini yerse, Tanrı Halkı'nın arasından atılacak. Ayrıca kirli sayılan herhangi bir şeye, insandan kaynaklanan bir kirliliğe, kirli bir hayvana ya da kirli ve iğrenç bir şeye dokunup da Rabbe sunulan esenlik sunusunun etinden yiyen biri Tanrı Halkı'nın arasından atılacak.”[151]

YAĞ ve KAN YENMEMELİ

Rabb Mûsâ'ya şöyle dedi: “İsrâîl halkına de ki”: “İster sığır, ister koyun ya da keçi yağı olsun, hayvan yağı yemeyeceksiniz. Kendiliğinden ölen ya da yabanıl hayvanların parçaladığı bir hayvanın yağı başka şeyler için kullanılabilir, ama hiçbir zaman yenmemeli. Kim yakılan ve Rabbe sunulan hayvanlardan birinin yağını yerse, halkımın arasından atılacak. Nerede yaşarsanız yaşayın, hiçbir kuşun ya da hayvanın kanını yemeyeceksiniz. Kan yiyen herkes halkımın arasından atılacak.”[152]

KÂHİNLERİN PAYI

Rabb Mûsâ'ya şöyle dedi: “İsrâîl halkına de ki”: “Rabbe esenlik sunusu sunmak isteyen biri, esenlik sunusunun bir parçasını Rabbe sunmalı. Rabb için yakılan sunusunu kendi eliyle getirmeli. Hayvanın yağını döşüyle birlikte getirecek ve döş Rabbin huzurunda sallamalık bir sunu olarak sallanacak. Kâhin yağı sunağın üzerinde yakacak, ama döş Hârûn ile oğullarının olacak. Esenlik sunularınızın sağ budunu bağış olarak kâhine vereceksiniz. Hârûnoğulları arasında esenlik sunusunun kanını ve yağını kim sunuyorsa, sağ but onun payı olacak. İsrâîl halkının sunduğu esenlik sunularından sallamalık döşü ve bağış olarak sunulan budu aldım. İsrâîl halkının payı olarak bunları sonsuza dek Kâhin Hârûn'la oğullarına verdim.” Hârûn'la oğulları kâhin atandıkları gün Rabb için yakılan sunulardan paylarına bu düştü. Rabb onları meshettiği gün İsrâîl halkına buyruk vermişti. Adağın bu parçaları gelecek kuşaklar boyunca onların payı olacaktı. Yakmalık, tahıl, suç, günah, atanma, esenlik sunularının yasası budur.” Rabb, bu buyruğu çölde, Sina Dağı'nda İsrâîl halkından Kendisine sunu sunmalarını istediği gün Mûsâ'ya vermişti.[153]

Siz Tanrınız Rabbin çocuklarısınız. Ölülere ağıt yakmak için bedeninize yara açmayacaksınız. İki kaş arasındaki tüyleri almayacaksınız. Tanrınız Rabb için kutsal bir halksınız. Rabb öz halkı olmanız için yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti. İğrenç sayılan hiçbir şey yemeyeceksiniz. Şu hayvanların etini yiyebilirsiniz: Sığır, koyun, keçi, geyik, ceylan, karaca, yaban keçisi, gazal, ahu, dağ koyunu. Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren her hayvanın etini yiyebilirsiniz. Ancak geviş getiren, çatal ve yarık tırnaklı hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve, tavşan, kaya porsuğu. Bunlar geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılırlar. Domuz çatal tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız. Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz. Ama pulsuz ve yüzgeçsiz canlıların hiç birini yemeyeceksiniz. Bunlar sizin için kirli sayılır. Temiz sayılan bütün kuşları yiyebilirsiniz. Etini yemeyeceğiniz kuşlar şunlardır: Kartal, kuzu kartalı, kara akbaba, çaylak, doğan türleri, bütün karga türleri, baykuş, puhu, martı, atmaca türleri, kukumav, büyük baykuş, beyaz baykuş, çöl baykuşu, akbaba, karabatak, leylek, balıkçıl türleri, ibibik, yarasa. Bütün kanatlı böcekler sizin için kirli sayılır. Hiç birini yemeyeceksiniz. Ama temiz sayılan kanatlı yaratıkların tümünü yiyebilirsiniz. Kendiliğinden ölen hiçbir hayvanın etini yemeyeceksiniz. Ölü hayvanı yemesi için kentlerinizde yaşayan bir yabancıya verebilir ya da öteki yabancılara satabilirsiniz. Siz Tanrınız Rabb için kutsal bir halksınız. Oğlağı anasının sütünde haşlamayın.”[154]
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla