Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20. November 2010, 12:52 PM   #14
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Müslümanlardan Kardeşim!

Alıntı:
müslümanlardan Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
güzel kardeşim yazınızın girişinde DÜNYANIN NERESİNDE KURAN ANAYASA OLARAK UYGULANIYOR DEYİP,türkiyede uygulansın demiş,
Daha sonrada ferd olarak yaşamamız gereken Bİ KURAN OLDUĞUNU söylemişsiniz..
daha sonrada kuranı bırakıp şirk anayasasıyla bu haramlar meşrulaşmıştır demişsiniz ve siz KURANI MI,YOKSA BU KENDİNİ KURANA ORTAK KOŞAN ANAYASA KİTAPÇIĞINDAKİ MEŞRULAŞMAYI MI KABUL ETMİŞSİNİZ Kİ kuranın yürürlükte olan ülkeyi soruyorsunuz...

biraz aşağıdada yok efendim illaki devlet mi kurmak gerek ve halife mi olması lazım ve böyle bi sorumluluk mu yüklemiş rabbimiz demişsiniz.rabbimiz sizden olan ulul emre uyun dememiş mi nisa süresinde ve türkiyedeki bu şirk yasalarını başlatan ata dan bu yana kadar bütün ulul emirler BU GÜNÜN FİRAVUNLARI ,NEMRUTLARI,EBU LEHEBLERİ DEĞİL Mİ BUNLARI NASIL ULUL EMRE KABUL EDERSİN..

Evet alemlerin rabbi olan rabbimiz bizden devlet kurmamızı istememiş bu doğru ki böyle bir oluşum isteseydi sadece üç peygamber kurtulurdu devlet kuranlar olarak ama alemlerin rabbi olan rabbimiz bütün peygamberlerinden istemediği ve yüklemediğini bizede yüklememiş,yüklememişte bu yaklaşımınızlada RABBİMİZİN RED EDMEMİZ GEREKENİ RED EDDİKTEN SONRA ALLAHI VE HÜKMÜNÜ KABUL ETMEMİZİ EMRETMİŞTİR,

LA İLAHE İLLA ALLAH emriyle ve nahl 36 ayetinde,tağuti hüküm yasa kanunlarını red ederk Allahın kanun ve hükmünü kabulle,ALLAH IN DIŞINDA KURANIN HARAM KILDIĞINI MEŞRULAŞTIRANLAR YUKARDA SAYDIĞIM GÜNÜMÜZ FRAVUNLARINI REDLE BAŞLAR...

...
Allah razı olsun.Yazınızda gönderme yaptığınız Nahl 36. ayetin daha iyi anlaşılması için bu ayetle ilgili olan çalışmayı sizlerle paylaşmak istedim.

Nahl;36: Ve lekad beasna fiy külli ümmetin Rasûlen enı'budullahe vectenibüt tağut feminhüm men hedAllahu ve minhüm men hakkat aleyhid dalaletü, fesiyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mükezzibiyn
Nahl;36: Ve andolsun ki Biz, her ümmete, "Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının! " diye bir Elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş?

Bu Âyetlerde Rabbimiz, rahmeti gereği, insanların doğru yolu bulmaları, "Allah'a ibâdet/kulluk edip tağuttan kaçınmaları" için Elçi gönderdiğini beyan etmektedir.

Gönderilen elçilerin görevi ve onlara indirilen vahiylerin temel mesajı, insanları tağuta kulluktan kurtarıp Allah'a kulluğa yöneltmektir.

(Enbiyâ: 25) Ve Biz senden önce hiçbir Elçi göndermedik ki, ona: "Gerçek şu ki Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için bana ibâdet edin." diye vahy etmiş olmayalım.

(Zuhruf: 45) Ve sen, Elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, "Biz Râhman'ın astlarından ibâdet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?"

Bu görev ve mesaj, kısaca la ilahe illallah'ı bütün içeriği ile insanlara iletmek ve bu ilkeye göre hareket edilmesini sağlamaya çalışmaktır.

Âyette "Allah'a kulluğ"un alternatifi "tağuta kulluk" olarak verilmiştir. Rabbimizin tevhid inancını ortaya koyarken kullandığı "karşıtlık ilkesiyle anlatım" metodu başka Âyetlerde de görülmektedir:

(Bakara: 256) Dinde zorlama yoktur; rüşd ğayden [iman küfürden, iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan] iyice ayrılmıştır. O halde kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Âyette bahsedilen "Tağût" ve onun bu adı almasına sebep olan "tuğyan/ azma" hakkında kısa bir hatırlatmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz:

TUĞYAN:
Tâğût'un eylemi olması bakımından öncelikle bu kavramın bilinmesi gerekmektedir.
Tuğyan, "haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık, isyan, küfür" demektir.
Tuğyan kelimesi,
tağâ [azdı, taştı, zulmetti] fiilinin mastarı olarak Kur'ân'da dokuz yerde geçer. Ayrıca
"haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar" manasında [tağ] altı yerde;

insanları yoldan çıkaran, azdıran "şeytan, put ve kâhin" anlamında [tâğût] sekiz yerde geçer.

Mastar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime Kur'ân'da toplam otuz dokuz yerde zikredilir. Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye kulağını tıkayan, kendi aklını yegâne rehber kabul ederek kendini beğenen bencil insan, bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeye başladı mı, tuğyan içine düşmüş olur.
İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek hissettiği zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, gerçek ilim, gerçek dileme, gerçek güç ve irade sahibinin yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve sınır tanımaz. Allah'a ortak koş maya, nefsini O'nun yerine geçirip hevâ ve heveslerinin peşinden gitmeye başlar. İşte bu hâl, tuğyan hâlidir ve bu tür insanlar da Kur'ân'ın diliyle "tâğî'dir.

Kur'ân'da Firavun, tuğyanın simgesi olarak takdim edilmiştir. O, bütün gücün kendi elinde olduğuna inanıyor, insanları küçük görüyor, öldürüyor ve en kötü işkenceye maruz bırakıyordu (Bakara Sûresinin 49; İbrâhîm Sûresinin 6. Âyetleri.)
Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu-kölesi, Mısır ve nehirler onun mülkü idi (Zuhruf Sûresinin 51. Âyeti.)

Eğer Mûsâ peygamber ile Hârûn peygamber ona tuğyanını hatırlatmasa ve onu Allah'a çağırmasa idiler, Firavun da ahirette Allah'a karşı bir bahane üretebilir, "Rabbim! Bana bir uyarıcı gelmedi ki! " diyebilirdi. Çünkü azgınlığının farkında değildi; insanları köle olarak çalıştırmayı, onlara işkence etmeyi ve öldürmeyi tabii hakkı olarak görüyordu. Saltanatı onu mağrur etmişti.

Tuğyan'ın temelinde kibir ve bencillik yatar. Şeytanın da azgınlığının sebebi kibir ve bencillikti. Bu bakımdan Nisâ Sûresinin 51. Âyetinde tâğût , şeytanı [İblisi] da kapsamaktadır.

TÂĞÛT:
Arapça "Yüce Allah'a isyan etmek" anlamına gelen tağa kökünden türemiş bir kavramdır. "Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthâne, kâhin, sihirbaz, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluş" anlamlarına gelir.

Tuğyan ile aynı kökten gelen tâğût kelimesi; "azgın, insanlara zorla hükmeden, kâfir, zorba kişi"yi ifade eder.

Kur'ân'da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı; tâğût ise kâfirlerin dostu ve yardımcısı olarak gösterilmiş, mü'minlerin "Allah yolunda savaştıkları", kâfirlerin ise "tâğût yolunda savaştıkları" ifade edilmiştir:

(Bakara: 257)Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları tâğûttur [azgın putlardır]. Onları aydın lıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır.

(Nisâ: 76) İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tâğût [şeytan] yolunda savaşırlar. Şeytanın dostlarıyla savaşın. Esasen şeytanın hilesi zayıftır.

Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icat eden her kişi ve kurum, tâğûttur.

Tâğût, Allah'a karşı isyan etmesinin yanı sıra, O'nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu işleviyle o, şeytân, papaz, dini veya siyasî bir lider olabilir.

Yüce Allah Kur'ân'da Andolsun ki, Biz her kavme 'Allah'a ibâdet edin, tâğûta kulluk etmekten kaçının! ' diye(tebliğ yapması için) bir peygamber göndermişizdir . (Nahl Sûresinin 36. Âyeti )
ve
İman edenler Allah yolun da savaşırlar, kâfirler ise tâğût yolunda savaşırlar (Nisâ Sûresinin 76. Âyetiyle ) müminlere tâğût hakkında bilgi vermekte ve tâğûta karşı takınmaları gereken tavrı açıklamaktadır.

Her ne şekilde olursa olsun, insanlar tarafından Allah'ın hükümlerine muhalefet edecek şekilde konulan hükümler, "tâğûtî hükümler" olarak isimlendirilirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

(Nisâ: 60)"Sana indirilen Kur'ân'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik" diye boş iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar tâğûtun huzurunda muhakeme olmak [hükümlerine boyun eğmek] istiyorlar. Hâlbuki tâğûtu inkâr etmekle [kâfir saymakla, lânetlemekle] emir olunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklığa saptırmak ister.

Kendisinde böyle yetkiler görüp, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyip hevâ ve hevesleri doğrultusunda hükümler koyanlar, aynı zamanda "ilâhlık" iddiasındadırlar. Allah'ın hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar, tevhid akidesinin dışına çıkıp kâfir, zalim ve fasık olurlar. Allah Teâlâ, Allah'ın in dirdiği ile hükmetmeyenleri kâfir, zalim ve fasık olarak nitelemiştir. (Mâide Sûresinin 44–47.Âyetleri.)

Konumuz olan Âyetten de anlaşıldığı üzere Yüce Allah, Nûh peygamberden Muhammed peygambere kadar bütün peygamberleri, insanlığı tevhide, yani Allah'ın birliğine, ortağı olmadığına inanmaya; O'nun koyduğu hükümleri kabullenmeyip hevâ ve heveslerine göre hüküm koyan tâğûta karşı savaşmaya ve tâğût kapsamına giren şeylere kulluk etmekten kaçınmaya çağırmaları için göndermiştir.

Bu tâğûtlar, İbrâhîm peygamber döneminde Nemrut, Mûsâ peygamber döne- minde Firavun, Muhammed peygamber döneminde de Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi toplumun ileri gelenleri ve puta tapan şahsiyetleridir; diğer peygamberler döneminde de, kendilerine gönderilen tevhid akidesini/inancını inkâr edip, atalarından kalan inançlar üzerinde inat gösteren puta tapan kavimlerdir.

Tâğûtların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her dönemde tâğûtlar var olmaya devam etmiştir. Onlar sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan güçler değil; bugün de Müslümanlara en azim düşmanlığı ve en yıkıcı propagandaları reva gören kişi, odak veya organizasyonlardır.

Tâğût, ekonomik, sosyal ve kültürel güç kaynaklarını ele geçirmiş, ahlâkî değerleri [dini] toplumların gözünde itibarsız ve taraftarı olmaktan çekinilen bir duruma düşürmeyi göze alacak kadar düşmanlığını ilerletmiştir. Ayrıca doğrudan yaptıklarının dışında, insanlığın ortak değerleri adı altında pek çok kavramı da Müslümanlara zarar verecek bir içeriğe dönüştürmüştür. Kısaca tâğût, Müslümanları dört bir yanından kuşatmış bulunmakta ve Müslümanlara hayat hakkı tanımamaktadır.

Öyleyse anlıyoruz ki, Peygamberimizin görevi sokaktaki şımarıklarla değil, tâğûtî düzenin kurucularıyla mücadele etmekti. İlk işi, toplumun hidayet yolu üzerinde oturup haydutça engellemeler yapan bu azgın güruhu uyarmaktı.

Bu açıklamalardan sonra tekrar konumuz olan 36. Âyete dönelim:
Rabbimiz Âyetin sonunda Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş buyurmuştur. Böyle buyurarak peygamberlere ters davranan ve gerçeği yalanlayanların durumlarının araştırılmasını istemiştir.

Rabbimizin geçmişten ibret alınması amacıyla yaptığı bu davetin yer aldığı onlarca Âyet mevcuttur. Bunlardan birkaçını hatırlatmakla yetiniyoruz:

(Muhammed: 10) Peki, onlar, yeryüzünde yolculuk etmediler mi? Ki kendilerinden öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir görsünler. Allah, onları yerle bir etti. Bu kâfirlere de onların başına gelenlerin benzerleri vardır.

(Hacc: 46) Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, kendisiyle akıl edecekleri kalpleri ve kendisiyle işitecekleri kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.

(Mülk: 18) Ve andolsun, onlardan öncekiler de yalanladılar. Peki, Beni inkâr ediş nasıl oldu?

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 7 Kisi:
Anonymous (21. February 2011), Barış (17. February 2011), Derin Düşünce (17. February 2011), elmuh (24. November 2010), hiiic (20. November 2010), merdem (15. March 2013), Miralay (21. November 2010)